DOĞU PERİNÇEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DOĞU PERİNÇEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ağustos 2018 Perşembe

Bugün bile birçok kişi Doğu Perinçek’i “ Kemalist ” sanmaktadır!

Bugün bile birçok kişi Doğu Perinçek’i 
“ Kemalist ” sanmaktadır!


Serdar ANT

23 Temmuz 2011 tarihinde çeşitli internet sitelerinde Sinan Meydan’ın bir yazısı yayınlandı:
“Cemil Koçak’ın Pişkinliği: Kürt Özerklik İsteklerine Atatürk’ü Alet Etme Kurnazlığı”
Başlıktan da anlaşılacağı gibi tarihçi Cemil Koçak’ı eleştiren bir yazı bu… Ama Sinan Meydan’ın isabetle saptadığı gerçek başlığın ikinci kısmında somutlaşıyor:
“Kürt Özerklik İsteklerine Atatürk’ü Alet Etme Kurnazlığı”
Evet, söz konusu olan tam da budur. Bugün ayrılıkçı Kürtçülüğün bağımsızlığa giden yolda dönemsel bir hedef olarak benimsediği özerkliği, toplumun gözünde meşru kılmak için Atatürk alet edilmek istenmektedir. PKK’nın demokratik özerklik taleplerine bir anlamda tarihsel meşruiyet kazandırmaktır amaçlanan… Sinan Meydan da bu işe soyunmuş olan tarihçilerden Cemil Koçak ile hesaplaşıyor!
Sinan Meydan’a göre “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” iddiası bir yalandır. “7 Nisan 2011′de yazdığım “O yalanı Artık Söyleyemeyecekler” adlı bir yazıda “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” yalanını bütün boyutlarıyla gözler önüne sermiş ve bu yalanı söyleyenlerden birinin de “büyük tarihçi” Cemil Koçak olduğunu belirtmiştim.” diyor Sinan Meydan… Gerçekten de Sinan Meydan’ın “O yalanı Artık Söyleyemeyecekler” başlıklı makalesi okunmalıdır. Bu aydınlatıcı ve yetkin çalışmayı herkese öneririm.
Ne var ki, Sinan Meydan Cemil Koçak’ı eleştirirken, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında Kürtlere Özerklik verdiğini iddia eden Doğu Perinçek ile ilgili tek kelime etmiyor! “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” lafı bir yalansa (ki bana göre de bir yalandır) o zaman bu yalanın kuyruklusunu Doğu Perinçek söylüyor. Hatta bu konuda bir kitap bile yazdı Doğu Perinçek:
Kemalist Devrim 4: Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası…
Ama Sinan Meydan “O yalanı Artık Söyleyemeyecekler” başlıklı yazısında şunları söylüyor:
“…Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyen “Kürtçülerin” ağzında sakız olan bu yalanı gündeme getirenler arasında Prof. Dr. Cemil Koçak ve -sonradan vazgeçmiş olsa da- Doğu Perinçek de vardır.”
Sinan Meydan, Doğu Perinçek’in Atatürk’ün Kürtlere özerklik sözü verdiği iddiasından vazgeçtiğini nereden biliyor? Ne yazık ki bu konuda bir kaynak belirtmemiş. Öyle anlaşılıyor ki Sinan Meydan’ın Doğu Perinçek’in tutumu hakkında söylediği bir gerçek olmaktan ziyade bir beklentidir. Zira Sinan Meydan’ın “O Yalanı Artık Söyleyemeyecekler” başlıklı makalesini yazdığı 4 Nisan 2011 tarihinde de Doğu Perinçek’in bu konudaki iddialarının yer aldığı “Kemalist Devrim 4: Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası” başlıklı kitabı kitapçı raflarındaydı ve partililerce okuması öneriliyordu. Daha ilginci, Doğu Perinçek de bu konudaki görüşlerinden vazgeçmediğini Aydınlık’taki köşesinden kamuoyuna ilan etti. Sinan Meydan’ın Doğu Perinçek’i aklamaya yönelik satırlarının üzerinden yaklaşık iki ay sonra, 31 Mayıs 2011 tarihli Aydınlık gazetesinde, “Özerklik Kimin Programı” başlıklı yazısında aynen şunları söylüyordu:
“Özerklik çağımızda tek başına bir program değildir; başka programlara eklemlenir. Örneğin İngilizler Cihan Savaşı’nın sonunda Kürtlere özerklik vaat ettiler. Sevr Anlaşması bunu öngörüyordu. Mustafa Kemal Paşa da İngiliz’in özerklik vaadinin karşısına, Türkiye’nin ‘şuralarla özerk idare’ programıyla çıktı. Bunun en önemli resmi belgesi TBMM vekiller heyetinin ‘Kürtlere mahalli idare’ kararıdır. 27 Haziran 1920 tarihlidir ve TBMM gizli celse zabıtlarında yayınlanmıştır. Tam metni ve açıklaması, Kemalist Devrim-4 Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası başlıklı kitabımdan incelenebilir. Atatürk 1921 Anayasası’nın şuralar yönetimini de ‘ahalisi Kürt olan vilayetlerin kendi kendilerine muhtar olarak idare etmeleri’ diye açıklamıştır.
İngilizlerin Kürtlere özerkliği ile Atatürk’ün başında bulunduğu milli hükümetin Kürtlere özerkliği birbirine karşıt programlardı. İngiliz emperyalizmi bölmek için özerklik vaat ediyordu; Mustafa Kemal yönetimi ise birleştirmek için! Özerklik, tarihte emperyalist programının da parçası olmuştur; emperyalizme karşı bağımsızlık ve demokrasi programının da… İçeriden bakarsanız, ağalara şeyhlere de özerklik verebilirsiniz, emekçi halkı temsil eden yönetimlere de… Nitekim sömürge yönetimlerinde de yerel özerklik uygulamaları görülüyor. Buna karşılık Sovyetler birliği, Yugoslavya ve halen Çin Halk Cumhuriyeti’nde de özerklik deneyimleri yaşanıyor.” (Aydınlık, 31.5.2011)
Görüldüğü gibi Doğu Perinçek, hâlâ Atatürk’ün Kürtlere özerklik vaat ettiğini söylüyor. Sinan Meydan’ın iddia ettiği gibi bu görüşlerinden vazgeçmiş değil!
Ne var ki Cemil Koçak’ı eleştiren Sinan Meydan, her ne hikmetse Doğu Perinçek’in iddiaları karşısında susuyor!
Neden?
Cemil Koçak’ın tarihçiliğinin kimin hizmetinde olduğu, hazretin yazdığı gazeteden, çalıştığı kurumdan belli zaten… Dolayısıyla Cemil Koçak’ın pişkinliğini vurgulamak, bir bakıma “Amerika’yı yeniden keşfetmek” ya da “malumu ilan” oluyor.
Ama Doğu Perinçek’in ulusal saflardaki etkinliği ve Kemalizm üzerine ipotek kurma çabaları ortadayken, “ Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdiyalanını yinelemesi karşısında suskun kalmak nasıl değerlendirilmelidir?
Sinan Meydan’ın öncelikle eleştirmesi gereken Cemil Koçak gibi Atatürk karşıtları mıdır, yoksa Doğu Perinçek gibiler midir? Cemil Koçak ne derse desin, kendini Cumhuriyetçi ve Kemalist olarak niteleyen birçok kişi üzerinde fazla bir etkisi olamayacaktır. Ama “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” yalanını hâlâ ısrarla yineleyen Doğu Perinçek için aynı şeyi söylemek oldukça zordur. Bugün bile birçok kişi Doğu Perinçek’i “Kemalist” sanmaktadır!
Sonuçta Sinan Meydan’ın Cemil Koçak’ı eleştirirken Doğu Perinçek’in benzer savları karşısında suskunluğunu koruması hayli düşündürücüdür.
Atatürkçü Yazılar için tıkla:

***

23 Temmuz 2017 Pazar

Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!




Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!

Tarih:07-09-2010



İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

• CHP, DP ve DSP’nin hayırda buluşmaları, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. 

Bayar ve İnönü, İttihat ve Terraki ve CHP’de başka deyişle devrime önderlik eden partide birlikteydiler. 

Türkiye, devrimini yitirip Atlantik sistemine bağlanırkken ayrıldılar. 
Ancak onlar ve izleyicileri devlet adamıydı. Çünkü o zaman, bağımlılaşma sürecine rağmen, bir millî devlet vardı. 

Bugün Türkiye’yi sözleşmeli personel yönetiyor. Bu koşullarda kökleri İnönü ve Bayar’a uzanan partiler aynı barikatta buluştu. 
Dahası cephelerini ABD’ye dönen Milliyetçiler ve Sosyalist Sol da aynı barikatta. Hepsi, yıkılan millî devletin son kaleleri önünde sipere girmişlerdir. 
Atatürk’te buluşmanın programını cesaretle belirlemek gerekiyor.

2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Türkiye cephesinin Diyap Ağaları her zaman olmuştur. Onlar Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan değerlerini temsil ederler. Tayyip Erdoğan Hayır cephesini tanımlıyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi.

İdam’a götürülürken, Temel’e son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş. Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.

Sayın Kurtul Altuğ Ağabeyin, 5 Eylül 2010 günü, saat 11’de Ulusal Kanal’daki Politika’nın Nabzı programını izlediniz mi? Her Pazar izlemenizi öneririm. 

65 YIL SONRAKİ BULUŞMA

CHP ve DP’nin hayırda buluşmaları, tahlil edilmesi gereken önemli bir olay. Aslında bu buluşma, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. O açıdan Aydınlık’ın geçen haftaki kapak haberi çok anlamlıydı. Bayar’ın kızı Eski Bursa Milletvekili Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü’nün kızı Sayın Özden Toker’in hayırlı duruşları, bir dönüm noktasını işaretliyor.

CHP ve DP’nin ayrışması, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oldu. Türkiye, Atlantik sistemine bağlanırken ayrıldılar.

DEVRİMCİYKEN BİRLİKTEYDİLER

İsmet Bey ve Mahmut Celâl Bey, Türkiye’nin ilk önemli devrimci örgütü İttihat Terakki’de birlikteydiler; vatan ve hürriyet için mücadele ettiler. 

İstiklâl Savaşı’nda aynı yola baş koymuşlardı. Lafla değil, kelle koltukta.

Kemalist Devrim’in en başından, 1920’den itibaren önder kadroda yer aldılar. Türkiye’nin çağ atlamasında, 18 yıl sağlam durarak, Atatürk’ün bakanlığını ve başbakanlığını yaptılar.

Türkiye 1935 yılında yeni bir atılımın eşiğine gelmişti. CHP 5. Büyük Kurultayı, ağalığın ve şeyhliğin kökünü kazımak için toprak reformu kararı aldı. 1937 Anayasası bu amaçla değiştirildi. Kamulaştırılacak ağa topraklarına tazminat sorunu devrimci bir tarzda çözüldü. 1937’de Anayasaya, “Türkiye Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci bir devlettir” tanımı kondu. Bu devrimci Anayasa önerisinin altında İnönü ve Bayar’ın imzaları vardı. 

ATLANTİK SİSTEMİNİN KAPISINDA BÖLÜNDÜLER

Ortaçağ kalıntılarının imdadına önce savaş yetişti; savaştan sonra ise ABD emperyalizmi. Türk Devrimi, kireçlenme aşamasına girdi. ABD geldi Türkiye’yi denetim altına aldı. Ağalar ve şeyhler, artık dünya ağasının koruması altındaydılar. Kemalist Devrim’in önderleri de, ağalarla ve şeyhlerle kol kola politika yapmayı öğrendiler. İstiklâl Savaşı’nı yapanlar, işte bu ortamda “Küçük Amerika olacağız” programını ilan ettiler. Önce İnönü’nün genç bakanı Nihat Erim, daha sonra DP’nin önderi Celal Bayar. Böylece CHP de, DP de yeni sistemin içinde yer aldılar. 1945’te Atatürk’ün “arasız devrimler” çizgisi terkedilmiş, Küçük Amerika dönemi başlamıştı. Atatürk’ün devrimcileri, Atlantik sisteminde iktidar ve muhalefet rollerini paylaştılar. Devrimin birleştirdiği İnönü ve Bayar, devrimin sona ermesiyle ayrıldılar.

1980-90’A KADAR YİNE DE MİLLÎ DEVLET VARDI

Ancak 1980’e kadar yine de, Atatürk’le kurduğumuz millî devlet yıkıma uğramamıştı. Türkiye, ABD denetimine rağmen, yine de belli bir karar alanına sahipti. KİT’ler hâlâ ekonominin ağırlığını taşıyor ve lokomotif görevi yapıyordu. Hükümetler, çimento ve şeker fabrikaları kurmakla, barajlar yapmakla övünüyorlardı. Gümrükler ayaktaydı, tarım destekleniyordu. Geniş bir iç pazar vardı. Devlet, eğitim ve sağlık hizmetini üstlenmişti ve bir sosyal güvenlik sistemi inşa ediliyordu. Laiklik, aşındırılsa da, devlet ve toplum hayatını belirliyordu. Bunların değerini sosyalistler de yeni anlıyor.

Asıl yıkım, 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesiyle geldi. İnönü ve Bayar’ların 1945 sonrasında kurdukları “demokratik” denen rejim, yerini devletsizleşme, milletsizleşme, vatansızlaşma, özelleşme ve giderek ordusuzlaşma sürecine bıraktı. Dünya ekonomisiyle bütünleşiyoruz ve küreselleşiyoruz sloganlarıyla millî devletin dağılması sürecine girildi. Sovyetler Birliği’nin 1990’da dağılması, bu sürece büyük hız verdi. Artık Özal, Çiller, Tayipgillerin saltanat dönemi başlamıştı. En sonunda “Küçük Amerika” olmuştuk.

DEVLET ADAMLIĞI YERİNE SÖZLEŞMELİ PERSONEL DEVRİ

Artık yöneticiler, devlet adamlarına benzemiyordu; sözleşmeli personel kimliklerini sergilediler.

İsmet İnönü ve Celal Bayarlar, bir devrimin kadrolarıydı; 1945 sonrasında devrimi devam ettirmediler ama Atlantik sistemi onları sözleşmeli personel yapamazdı. Menderes’i de hiçbir kuvvet, sözleşmeli personel yapamazdı; oğlunu da yapamaz. Demirel ve Ecevitler de, devlet adamı okulunda yetişmişlerdi. 

Özal, Çiller ve Tayyip Erdoğanlar ise devlet yıkıcılarıdır. Devleti yıkanlar, kendi devlet adamı olma olanaklarını da yıkmışlardır. BOP Eşbaşkanlığı kurumu böyle çıktı ortaya. 

Ve bu süreç, bugün Demirel, Baykal, Cindoruk, Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Masum Türker ve Bedri Gültekin’in hep birlikte saptadıkları gibi, artık bir hesaplaşma uğrağına gelmiş bulunuyor. 

BULUŞTUĞUMUZ BARİKAT

1945-1990 döneminin yöneticileri, henüz arkalarına bakıp 1945, 1980-90 uğraklarında neler olduğu konusunda zihinleri açan bir tahlil yapmıyorlar ve sorumluluklarını da belirlemiyorlar. Ama bir barikatta buluşmuşlardır. Bu barikat, Cumhuriyet barikatıdır. Yıkılan millî devletin ve parçalanan vatanın son kaleleri önünde siperlere girmişlerdir. 

Celal Bayar ve İsmet İnönü’nün, bugün kuruluşuna emek verdikleri mevzilerde buluşmaları doğaldır. Ve süreç, onları devrimcileştirmektedir. Çünkü elde “muhafaza ve müdafaa edilecek” pek bir şey kalmamıştır. Ama Cumhuriyetin kurumlarını yeniden kurma görevi vardır. İnönü ve Bayar’ın izleyicileri, Fethullahları büyütüp beslediler, ama şimdi tehlikenin farkındadırlar. Herhalde anlamışlardır, o büyütülen Fethullah, Ufuk Söylemez’in yerinde uyarısıyla cemaat değil, Haçlı irtica imiş.

2010 BULUŞMASININ ÖNEMLİ FARKI


2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Bu Türkiye cephesinin Diyap Ağaları, Revanduzlu Özdemir Beyleri, Kürtlüğüyle gurur duyan Ali Saip (Ursavaş) Beyleri her zaman olmuştur. Onlar milletimizin parçası olan Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan karakterini ve değerlerini temsil ederler.

Tayyip Erdoğan’ın Hayır cephesini tanımlarken saydığı partiler, saflaşmayı ortaya koyuyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi ve diğer sosyalist partiler.

Karşı cephe ise: ABD, AB, Tayyip_Erdoğan-Abdullah Gül ve ABD zincirine bağlanan bir kısım PKK-BDP yöneticileri.

65 yıl sonraki buluşmanın anlamını bilince çıkarmak ve programını cesaretle saptamak gerekir. Bu buluşma, Atatürk’te buluşmadır. Devrimle kurulan Cumhuriyette, devrimle birleştirilen Vatanda ve devrimle oluşturulan Millette buluşmadır. Ama henüz devrimciliği eksik olan bir buluşmadır. Ne var ki, bu buluşmanın devrimcileşmesi kaçınılmazdır. Atatürk’te buluşma, başka türlü olamaz. Bunun işaretleri de görülmektedir.

1945 ÖNCESİNDEKİ ATALARIMIZ

Herkes yeniden 1945 öncesindeki atalarını keşfedecektir. CHP, DP ve DSP, İnönü ve Bayar üzerinden Atatürk Devrimciliğini keşfedecektir. MHP milliyetçileri, 70 yıldır unuttukları devrimci Akçuralar ve Ziya Gökalpler üzerinden İttihat Terakki ihtilalciliğini ve Kemalist devrimciliği hatırlayacaklardır. Hatırlamazlarsa, BBP gibi, Fethullah üzerinden ABD’ye bağlanırlar. Sosyalistler, Kemalist Devrim inkârcılığının döneklik yolu olduğunu yerlerde sürünen misallere bakarak iyice anlayacaklardır. Geçmişteki devrimin mevzilerine girmeden, geleceğin devrimini yapamazsın!

Millî ve halkçı güçler, düşman Türkiye’nin üzerine geldikçe, birbirlerine sarılmak, birbirlerini anlamak durumundadırlar. Herkes birbirini anlamada, birbirine yardım etmelidir.

NİLÜFER GÜRSOY VE ÖZDEN TOKER

Ben çok isterdim; Bayar ailesinin kıdemlisi Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü ailesinin kıdemlisi Sayın Özden Toker, 12 Eylül öncesinde bir araya gelsinler ve milletimize yeni sürecin bildirisini vermiş olsunlar. Onlar, benim gözümde devrimin yadigârlarıdır. Değerleri, hatıraları kadar büyüktür. Onların devrimle beslenen erdemleri, son zamanlarda kenara köşeye itilse de, gelecek kuşaklara örnek olacaktır. Herhalde birbirlerinin değerini de biliyorlardır.

Atatürk Devrimiyle kurduğumuz Cumhuriyetimiz, vatanımız ve millî varlığımız; kuşkusuz olumsuz hatıralarla karşılaştırılmayacak önemdedir. Devrimle kurduğumuz her şey, bugün Atlantik merkezli bir karşıdevrimle yıkılmaktadır. Türkiye, yeniden Atatürk önderliğinde İnönü ve Bayarlarla gerçekleştirdiğimiz devrime muhtaç hale gelmiştir.

UMARIZ TEMEL’İN DURUMUNDA DEĞİLİZDİR

Temel’i biliyorsunuz. İdam’a götürülürken, son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş.

Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.



http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/haberler/isci-partisi-genel-baskani-dogu-perincek-arkada-biraktigimiz-65-yil-hepimize-ders-olsun-8037

30 Nisan 2015 Perşembe

HALUK TARCAN, SABİH KANADOĞLU VE DOĞU PERİNÇEK…




HALUK TARCAN, SABİH KANADOĞLU VE DOĞU PERİNÇEK…


“Bilimsel Araştırmacı”, “Sorbon 6’ncı Seksiyon”dan (!) HALUK TARCAN, “Türkiye Gençlik Birliği Başkanlığı’na” başlıklı bir not yazarak SABİH KANADOĞLU’nu Cumhurbaşkanlığına aday göstermiş!

Türkiye Gençlik Birliği’nin İşçi Partisi denetiminde ve güdümünde bir örgüt olduğu gerçeğini de göz önüne alarak İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in geçmişte Sabih Kanadoğlu hakkında neler söylediğini anımsayalım.

“Sabih Kanadoğlu Hakkında Gerçekler!” başlıklı yazımı, öncelikle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan” ve bilip bilmeden teklifte bulunanların dikkatine sunuyorum.

Serdar Ant

***
     

 SABİH KANADOĞLU HAKKINDAKİ “GERÇEKLER”!


Sabih Kanadoğlu kimdir?

Sabih Kanadoğlu, “Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı”dır.

21 Ocak 2001 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na seçilen Kanadoğlu, 20 Mayıs 2003 tarihinde yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılmıştır. Kısacası Kanadoğlu, bir hukuk adamıdır.

Peki, ben size desem ki, “Kanadoğlu suç işlemiştir”, acaba ne karşılık verirsiniz?

Ama sadece “Kanadoğlu suç işlemiştir” demekle kalmasam ve Sabih Kanadoğlu hakkında başka ithamlarda da bulunsam, ne dersiniz?

Örneğin desem ki, Sabih Kanadoğlu geçmişte “bile bile yetkisini kötüye kullanmıştır, suç işlemiştir.

Örneğin desem ki, Sabih Kanadoğlu’nun geçmişte yaptığı kimi işlemler “hukuka aykırıdır.”

Örneğin desem ki, Sabih Kanadoğlu, geçmişteki kimi hukuki işlemleriyle “Tayyip Erdoğan’ı kurtarma harekâtına yardımcı olmuştur.”

Örneğin desem ki, Sabih Kanadoğlu, siyasal yaşamda bir partiye karşı “psikolojik harekât yapılmasına yardımcı olmuştur.”

Örneğin desem ki, Sabih Kanadoğlu, geçmişte “işgal ettiği Başsavcılık makamının gerektirdiği özellikleri taşımamıştır.”

Evet, Sabih Kanadoğlu hakkında bütün bu iddialarda bulunsam, acaba ne dersiniz?

Eminim ki, en azından “işte Sabih Kanadoğlu’nu karalamaya çalışan, iftiralar atarak saldıran bir ‘Fetullahçı’, bir ‘cemaat müridi’ daha…” dersiniz!

Ne var ki Sabih Kanadoğlu hakkındaki bu iddiaların sahibi ben değilim! İşçi Partisi Genel Başkanı’dır. Diğer bir ifadeyle, Sabih Kanadoğlu hakkındaki bu iddialarİŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI DOĞU PERİNÇEK’e aittir!

Aydınlık dergisinin 29 Eylül 2002 tarihli 793. SAYISINI açtığımızda, Doğu Perinçek’in  “KANADOĞLU SUÇ İŞLEDİ” başlıklı başyazısını görüyoruz. İşte o Başyazı’da Doğu Perinçek, cemaat üyesi Fetullah müritlerine rahmet okutacak bir şekilde Sabih Kanadoğlu hakkındaki sözde “gerçekleri” (!) sayıp döküyor, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na saldırıyor! Hep beraber okuyalım şimdi:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, İP Genel Başkanı Perinçek’in adaylığı konusunda yazdığı ihbar yazısının hukuka aykırılığı, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) hemen aynı gün oybirliği aldığı kararla saptanmış oldu. YSK’nın yedi üyesinin yedisi de Kanadoğlu’nun yazısını hukuka aykırı buldu.

… Kanadoğlu, kendisinin de hukuka aykırı olduğunu bildiği bir girişimde bulunarak yetkisini kötüye kullanmış, suç işlemiştir.

… Kanadoğlu’nun yetkisiz itirazı bilgisizlik eseri değildir, kasıtlıdır. Kanadoğlu bile bile yetkisini kötüye kullandı.

…Peki, Kanadoğlu, niçin bile bile, yetkisi bile olmadığı halde, hem de hukuk dışı bir itirazda bulunmuştur?

Kanadoğlu Perinçek’in adaylığına kasten itiraz ederek bir yönüyle Tayyip Erdoğan’ı kurtarma harekâtına yardımcı olmuştur.

… Kanadoğlu, yetkisi olmadığı halde, işgal ettiği mevkiyi hukuk dışı amaçlar için kullanarak İşçi Partisi’ne karşı psikolojik harekat yapılmasına yardımcı olmuş, İşçi Partisi hakkında kamuoyunda olumsuz izlenimler yaratmaya çalışmış, YSK’yı yetkisiz ve kanunsuz bir yazıyla meşgul etmiştir. Dahası Kanadoğlu’nun girişimi, seçim sürecinin yasal ölçüler içinde ve sağlıklı yürütülmesine zarar vermiştir.

… Kanadoğlu, bile bile kanundışı bir uygulamada bulunarak işgal ettiği Başsavcılık makamının gerektirdiği özellikleri taşımadığını göstermiştir. Bu nedenle görevinden çekilmesi, hukukun ve yargı mesleğinin kuralları gereğidir.”  

Gördünüz mü, Sabih Kanadoğlu geçmişte meğer neler yapmış, neler!

Şimdi Sayın Kanadoğlu’nun görevi gereği yaptığı bir işlemle, yukarıda altı çizili satırlarda başvurulan iftira ve karalama dolu ifadelerin ne ilgisi vardır? Sayın Kanadoğlu “Tayyip Erdoğan’ı kurtarma harekâtına yardımcı” olmuş da, “İşçi Partisi’ne karşı psikolojik savaş” uygulamış da… Bir sürü zırva…

O zaman herkes şapkasını önüne koyup düşünmelidir. Sürekli zırva üreten, işine gelmeyen şeyler söyleyen ve yapanlara hemen “Fetullahçı”, “Cemaatçi” vs. diyerek ya da Sabih Kanadoğlu’na yöneltilen türden iftiralarla saldıran bu siyasal hareketin, bugüne kadar Türkiye’ye ne faydası olmuştur ki bugün Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu adamlara “şu aday olsun, bu aday olsun” diye öneride bulunmanın bir mantığı ve anlamı olsun.

“Kılavuzu karga olanın, burnu …ktan çıkmaz” derler. Önce kılavuz bellediklerinizin geçmişi öğrenin!

Serdar Ant
6.4.2014
..

2 Nisan 2015 Perşembe

Türk-Fransız Dostluğu ve Mösyö Perinçek ( EYLEM, NASIL DOSTLUĞA DÖNÜŞÜR ? )



 Türk-Fransız Dostluğu ve Mösyö Perinçek 
( EYLEM, NASIL DOSTLUĞA DÖNÜŞÜR ? )





Türk-Fransız Dostluğu ve Mösyö Perinçek

Türk-Fransız Dostluğu ve Mösyö Perinçek











Fransa’nın Ermeni iddialarına karşı Türk tezini savunanları hapse atmaya yönelik kanun tasarısı gündeme gelince Türkiye’deki AB işbirlikçileri panik olup Fransa gazetelerine ilan vermişti.
Murat Belge, Ahmet Altan, Halil Berktay gibi neo-ülkücülerin önderliğinde Fransız Liberation gazetesine ilan veren AB ve Fransa muhipleri, ilan metninde yasa geçerse kendileri gibi Ermeni ve Batı işbirlikçilerinin Türkiye’de artık yaşayamayacağını ima etmişlerdi.
Benzer bir tepki AB’ye Avrasyacılık kanalıyla bağlanmayı savunan Perinçek’in İP’inden geldi. Almanya’da Talat Paşa’nın katledilmesini protesto için yürüyeceklerini duyuran sonradan yürüyüşü Türkiye-Almanya dostluk yürüyüşüne çeviren Perinçek, bu sefer de Türkiye’de akıllara ziyan bir eylem başlattı: Fransız Konsoloslukları önünde Türkiye-Fransa Dostluğu nöbeti.
Fransa onuruna ve tarihine sahip çıkan Türkleri hapse atmaya hazırlanırken bir insanın kafasına nasıl Türkiye-Fransa Dostluğu nöbeti gibi bir fikir gelebilir? Batılı emperyalistlerle niye dost olalım ki?
Ancak Perinçek bunu teorik tutarlılık adına yapıyor. Ona göre gerçekten de Türkiye ile Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyen Avrupa devletleri aslında dost. Ortada tek bir sorun var. Avrupa devletleri bunun farkında değil. ABD’nin oyununa geliyorlar!!! Oysa herkes Perinçek’i dinlese… Rusya ve AB birlik olup ABD’ye karşı kahramanca Türkiye’yi savunsalar, Avrasya’yı kursalar ne güzel olur.
Perinçek’e Almanya’da, İsviçre’de dostluk yürüyüşleri düzenleten, Fransız konsolosluklarının önünde ağaç yapan işte böylesine fantastik bir zihniyet.
Avrupalı emperyalistleri ABD’ye karşı kullanan bir “stratejik deha” (!) söz konusu!
Ancak yine de teoriyle pratik arasında ufak bir çelişki var. Çünkü Perinçek’in Türkiye’yi kanatları altına sokmayı hayal ettiği Avrasya ittifakının lideri teoriye göre Rusya olacaktır. O zaman Perinçek’in ve on beş yirmi adamının Karabağ’a gidip Türkleri katleden ve Türk topraklarını Ermenilerle birlikte istila eden Rus birliklerinin yanında Türkiye-Rusya Dostluk nöbeti başlatması gerekir.
Bu gerçekten emperyalizme karşı çok kahramanca bir eylem olur.
Ermeniler tarafından kazayla başına bir şey gelirse de kendilerini Avrasya “Niyazi”si ilan ederiz.

Ece’nin son macerası: Ermenistan’da bir medya parlağı








Ece’nin son macerası: Ermenistan’da bir medya parlağı
Doğan Medya’nın “isyankar kalemi” Ece Temelkuran diyar diyar geziyor.
Ama ne hikmetse varsa yoksa Türkiye’den toprak talep eden ülkelere gidip oraların propagandasını yapıyor.
Doğan Medya yöneticisi Mehmet Yılmaz’ın “onu ben parlattım, yazar yaptım” diyerek övdüğü Ece parlaya parlaya K. Irak’a gitmişti. Kendi deyimiyle “Kürdistan”a. Tüm yazı dizisi boyunca, okuyucuya “Kürdistan” ifadesini kabul ettirmek için Ece yaklaşık on bin kez “Kürdistan” kelimesini geçirmişti.
Bu sefer Ermenistan’da parlayan Ece yeni bir misyon edinmiş. “Ararat dağını kamyon kamyon Ermenistan’a taşımak.”
Ece’nin “Ararat” dediği bizim Ağrı Dağımız. Ama Milliyet ve Ece’ye göre bu dağın adı Ararat’mış. Dahası Ece’ye göre biz bu dağın değerini bilmiyormuşuz. Ermeniler için çok büyük manevi değeri varmış. “Ararat”a bakıp bakıp hüzünleniyorlarmış. Hem dağ Ermenistan tarafından daha güzel gözüküyormuş. Bu dağın Ermeniler için değerini bilsek, sırf dostluk olsun diye kamyon kamyon dağı Ermenistan tarafına taşırmışız.
Ağrı Dağı Ermenistan tarafından nasıl gözüküyor bilemeyiz. Belki daha sivri gözüküyordur. Ama bir dağı kamyon kamyon taşımak kadar saçma bir şey olamaz.
Daha kolay bir dostluk çözümü önerelim. Bizden Ağrı’yı ve Anadolu’nun yarısını isteyen Ermenileri kamyon kamyon Ağrı Dağı’nın sivri zirvesine çıkaralım.
Hem belki akıllanır, yaşadıkları deneyim sonucu dağa Ararat değil “ağrı” demeye ikna olurlar. İşte onları hüzünden kurtarmanın en kestirme yolu.
Fehmi’ye küresel komplo
Amerikancı-dinci yazar Fehmi Koru komplolara çok meraklıdır. Sürekli gerçekleri ters yüz ederek yeniden kurgular. Yıllardır Bilderberg meselesini de ele almayı çok sever. Bildirberg’e gidenlerin iktidarlarını hem savunup hem niye Bilderberg’e karşı çıkar bilinmez.
Ancak artık çelişkiden kurtulma vakti geldi. Bilderberg bu sene toplantısına Fehmi Koru’yu çağırdı. Böylece Bilderberg kıskançlığı sona erer herhalde. Gerçi bazıları kendisini tutarlı olup daveti reddetmeye çağırıyormuş.
Çözüm kolay. Bilderberg’in kendisine yönelik bir küresel komplo hazırladığını ilan edip komployu açığa çıkarmak için Bilderberg’e gidebilir.
Böylelikle yeminli ABD işbirlikçisi olan gericilerin sürekli ABD karşıtı gözükmek için ürettikleri komplo senaryoları tam anlamıyla komedi senaryosuna dönüşmüş olur.

http://www.turksolu.com.tr/108/gundem108.htm

.

26 Şubat 2015 Perşembe

APO & DOĞU PERİNÇEK İŞÇİ & VATAN PARTİSİ , ERMENİSTAN DİYALOĞU - FRANSA


APO & DOĞU PERİNÇEK İŞÇİ & VATAN PARTİSİ DİYALOĞU - FRANSA






Ermenistan’a yaptığı ziyaret sonrası sözde soykırımdan yana tavır alan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, “Soykırımı inkar eden, 1 yıl hapis ve 45 bin euro para cezasına çarptırılır” ifadesine yer veren kanun taslağına da yeşil ışık yaktı.

Fransa’da Ermeni tasarısı yeniden gündemde

Fransa Meclisi Genel Kurulu, geçen hafta Yasalar Komisyonu’nda kabul edilen, iktidardaki Halk Hareketi Birliği Marsilya milletvekili tarafından hazırlanan yasa teklifini, 19 Aralık’ta genel kurulda oylayacak. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkzoy, tasarıya yeşil ışık yaktı. Yasalar Komisyonu’nda kabul edilen yasa teklifinde, “Fransız yasaları tarafından tanınan soykırımların inkarı, bir yıl ile 45 bin euro para cezasına çarptırılır” ifadesi yer alıyor. Fransa parlamentosu, 2001’de, “Fransa, 1915 yılındaki Ermeni soykırımını tanır” ifadesiyle kaleme alınan bir yasayı onaylamıştı. Daha önce Sosyalist Parti tarafından sunulan bu tarzdaki başka bir yasa teklifi mecliste kabul edilmiş, ancak senatoda oylanamadığı için yasalaşamamıştı. Hükümetin ve Sarkozy’nin karşı çıkması yüzünden söz konusu yasa teklifini senato gündemine getirilmesi engellenmişti. Uzun süre bu tür bir yasa teklifine karşı çıkan Sarkozy, son olarak Erivan’a yaptığı ziyaret sırasında önemli tavır değişikliği içine girmiş ve bu yönde bir yasa teklifine artık sıcak baktığı mesajını vermişti.

Sarkozy destekliyor

Fransız basında çıkan haberlerde, “Sarkozy’nin, kapalı kapılar ardından iktidar partisi milletvekili ve senatörlerine bu tür bir yasa teklifine artık olumlu baktığı yolunda konuşmalar yaptığı” bildirilmişti. Yasa teklifinin ardında Sarkozy’nin olduğu yorumu yapılıyor.
Mavi bandrollü yer Sarkozy'nin 2007 seçim merkezi 


Sarkozy nin kucaginda THY Fransa ve Star Alliance Genel müdiresi - Iliski 2003'te baslamistir.

 

15 Ekim 2014 Çarşamba

DOĞU PERİNÇEK VE TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ, CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE NEDEN SAHAYA İNMEDİ?

DOĞU PERİNÇEK VE TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ, CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE NEDEN SAHAYA İNMEDİ?


.

Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar, elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1924)
Soru şu; Yedi yıldır Tayyip Erdoğan ve AK Parti diktatoryasına karşı mücadele eden, Silivri zindanının duvarlarını yıkarak tutsak yurtseverlerin özgürlüğe kavuşmasını sağlayan büyük halk hareketlerini organize eden, TOMA’lara, biber gazlarına ve orantısız polis şiddetine karşı direnen, sağduyulu ve vatansever Atatürkçü milyonlarla meydanları dolduran Türkiye Gençlik Birliği (TGB) 10-15 Ağustosta yapılacak rejim mücadelesinde niye yoktur. TBG’nin eylem ve söylemleri İşçi Partisi lideri Sayın Doğu Perinçek Silivri’den çıktıktan sonra neden bitmiştir?
Doğu Perinçek ve İşçi Partisi; Ekmeleddin İhsanoğlu’nu beğenmediğini açıkça beyan etti. Ulusal değerleri olan ve ulusal mücadelelere fiilen katılmış bir aday çıkarılması için siyasi mücadelesini verdi fakat başarılı olamadı. Bu çok doğal bir süreçti ama bitti.
Şimdi yeni bir süreç başlamıştır ve bu sürecin şartlarının yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde 10 Ağustosta Cumhurbaşkanlığı makamını devralacak olan Tayyip Erdoğan’ın devletin zirvesinde 10 yıl süre kalması kaçınılmaz olacaktır.
Türkiye tarihinde ilk defa halkın seçeceği cumhurbaşkanı süreci ile çok kritik bir döneme girmiştir. Bir tarafta cumhurbaşkanı olduğu zaman parlamenter rejimi değiştireceğini açıkça bildiren Tayyip Erdoğan vardır. Diğer tarafta tüm halkı kucaklayacağını belirten on siyasi partinin desteklediği bilim ve hukuk adamı Ekmeleddin İhsanoğlu vardır. Kanaatimce, Doğu Perinçek gibi tecrübeli bir siyasi liderin ve ekibinin bu hayati mücadelenin dışında kalması tarihi bir hatadır. Ve bunun kamuoyuna izahı zordur. Şimdiye kadar çok büyük bir demokrasi mücadelesi veren Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesinin izlenme ve okunma oranlarının son günlerdeki düşüşün bu organların yetkililerinin gözünden kaçmadığını sanıyorum. Bunun nedenleri arasında bugünkü pasif tutumun olduğunu değerlendiriyorum. 
Sonuçta, Başbakan sıfatıyla devletin tüm imkanlarını ve gücünü Cumhurbaşkanlığı seçimi yolunda kullanan Tayyip Erdoğan’a karşı Ekmeleddin İhsanoğlunun TGB’nin ve TLB’nin fiziki gücüne acilen ihtiyacı vardır.
Türkiyenin ülke ve dünya çapında en iyi teşkilatlanan örgütü olduğunu defalarca ispat eden Türkiye Gençlik Birliği (TGB) ve (Türkiye Liseliler Birliği’nin (TLB) bu büyük mücadelede mutlaka yer alması gerekmektedir. 
Sayın Perinçek ve arkadaşlarının bu rejimi koruma mücadelesinde fiilen yer aldıkları takdirde ulusalcı çizgilerinden asla uzaklaşmayacaklarını, ama cumhuriyetin geleceği açısından bu tarihi noktada görev yaparak büyüyeceklerini ve ülkeye hizmet için çok daha iyi imkanlar elde edeceklerini değerlendiriyorum..
Dr. Tahir Tamer Kumkale