DEVLET Bahçeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DEVLET Bahçeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Temmuz 2017 Pazar

Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!




Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!

Tarih:07-09-2010



İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

• CHP, DP ve DSP’nin hayırda buluşmaları, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. 

Bayar ve İnönü, İttihat ve Terraki ve CHP’de başka deyişle devrime önderlik eden partide birlikteydiler. 

Türkiye, devrimini yitirip Atlantik sistemine bağlanırkken ayrıldılar. 
Ancak onlar ve izleyicileri devlet adamıydı. Çünkü o zaman, bağımlılaşma sürecine rağmen, bir millî devlet vardı. 

Bugün Türkiye’yi sözleşmeli personel yönetiyor. Bu koşullarda kökleri İnönü ve Bayar’a uzanan partiler aynı barikatta buluştu. 
Dahası cephelerini ABD’ye dönen Milliyetçiler ve Sosyalist Sol da aynı barikatta. Hepsi, yıkılan millî devletin son kaleleri önünde sipere girmişlerdir. 
Atatürk’te buluşmanın programını cesaretle belirlemek gerekiyor.

2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Türkiye cephesinin Diyap Ağaları her zaman olmuştur. Onlar Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan değerlerini temsil ederler. Tayyip Erdoğan Hayır cephesini tanımlıyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi.

İdam’a götürülürken, Temel’e son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş. Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.

Sayın Kurtul Altuğ Ağabeyin, 5 Eylül 2010 günü, saat 11’de Ulusal Kanal’daki Politika’nın Nabzı programını izlediniz mi? Her Pazar izlemenizi öneririm. 

65 YIL SONRAKİ BULUŞMA

CHP ve DP’nin hayırda buluşmaları, tahlil edilmesi gereken önemli bir olay. Aslında bu buluşma, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. O açıdan Aydınlık’ın geçen haftaki kapak haberi çok anlamlıydı. Bayar’ın kızı Eski Bursa Milletvekili Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü’nün kızı Sayın Özden Toker’in hayırlı duruşları, bir dönüm noktasını işaretliyor.

CHP ve DP’nin ayrışması, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oldu. Türkiye, Atlantik sistemine bağlanırken ayrıldılar.

DEVRİMCİYKEN BİRLİKTEYDİLER

İsmet Bey ve Mahmut Celâl Bey, Türkiye’nin ilk önemli devrimci örgütü İttihat Terakki’de birlikteydiler; vatan ve hürriyet için mücadele ettiler. 

İstiklâl Savaşı’nda aynı yola baş koymuşlardı. Lafla değil, kelle koltukta.

Kemalist Devrim’in en başından, 1920’den itibaren önder kadroda yer aldılar. Türkiye’nin çağ atlamasında, 18 yıl sağlam durarak, Atatürk’ün bakanlığını ve başbakanlığını yaptılar.

Türkiye 1935 yılında yeni bir atılımın eşiğine gelmişti. CHP 5. Büyük Kurultayı, ağalığın ve şeyhliğin kökünü kazımak için toprak reformu kararı aldı. 1937 Anayasası bu amaçla değiştirildi. Kamulaştırılacak ağa topraklarına tazminat sorunu devrimci bir tarzda çözüldü. 1937’de Anayasaya, “Türkiye Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci bir devlettir” tanımı kondu. Bu devrimci Anayasa önerisinin altında İnönü ve Bayar’ın imzaları vardı. 

ATLANTİK SİSTEMİNİN KAPISINDA BÖLÜNDÜLER

Ortaçağ kalıntılarının imdadına önce savaş yetişti; savaştan sonra ise ABD emperyalizmi. Türk Devrimi, kireçlenme aşamasına girdi. ABD geldi Türkiye’yi denetim altına aldı. Ağalar ve şeyhler, artık dünya ağasının koruması altındaydılar. Kemalist Devrim’in önderleri de, ağalarla ve şeyhlerle kol kola politika yapmayı öğrendiler. İstiklâl Savaşı’nı yapanlar, işte bu ortamda “Küçük Amerika olacağız” programını ilan ettiler. Önce İnönü’nün genç bakanı Nihat Erim, daha sonra DP’nin önderi Celal Bayar. Böylece CHP de, DP de yeni sistemin içinde yer aldılar. 1945’te Atatürk’ün “arasız devrimler” çizgisi terkedilmiş, Küçük Amerika dönemi başlamıştı. Atatürk’ün devrimcileri, Atlantik sisteminde iktidar ve muhalefet rollerini paylaştılar. Devrimin birleştirdiği İnönü ve Bayar, devrimin sona ermesiyle ayrıldılar.

1980-90’A KADAR YİNE DE MİLLÎ DEVLET VARDI

Ancak 1980’e kadar yine de, Atatürk’le kurduğumuz millî devlet yıkıma uğramamıştı. Türkiye, ABD denetimine rağmen, yine de belli bir karar alanına sahipti. KİT’ler hâlâ ekonominin ağırlığını taşıyor ve lokomotif görevi yapıyordu. Hükümetler, çimento ve şeker fabrikaları kurmakla, barajlar yapmakla övünüyorlardı. Gümrükler ayaktaydı, tarım destekleniyordu. Geniş bir iç pazar vardı. Devlet, eğitim ve sağlık hizmetini üstlenmişti ve bir sosyal güvenlik sistemi inşa ediliyordu. Laiklik, aşındırılsa da, devlet ve toplum hayatını belirliyordu. Bunların değerini sosyalistler de yeni anlıyor.

Asıl yıkım, 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesiyle geldi. İnönü ve Bayar’ların 1945 sonrasında kurdukları “demokratik” denen rejim, yerini devletsizleşme, milletsizleşme, vatansızlaşma, özelleşme ve giderek ordusuzlaşma sürecine bıraktı. Dünya ekonomisiyle bütünleşiyoruz ve küreselleşiyoruz sloganlarıyla millî devletin dağılması sürecine girildi. Sovyetler Birliği’nin 1990’da dağılması, bu sürece büyük hız verdi. Artık Özal, Çiller, Tayipgillerin saltanat dönemi başlamıştı. En sonunda “Küçük Amerika” olmuştuk.

DEVLET ADAMLIĞI YERİNE SÖZLEŞMELİ PERSONEL DEVRİ

Artık yöneticiler, devlet adamlarına benzemiyordu; sözleşmeli personel kimliklerini sergilediler.

İsmet İnönü ve Celal Bayarlar, bir devrimin kadrolarıydı; 1945 sonrasında devrimi devam ettirmediler ama Atlantik sistemi onları sözleşmeli personel yapamazdı. Menderes’i de hiçbir kuvvet, sözleşmeli personel yapamazdı; oğlunu da yapamaz. Demirel ve Ecevitler de, devlet adamı okulunda yetişmişlerdi. 

Özal, Çiller ve Tayyip Erdoğanlar ise devlet yıkıcılarıdır. Devleti yıkanlar, kendi devlet adamı olma olanaklarını da yıkmışlardır. BOP Eşbaşkanlığı kurumu böyle çıktı ortaya. 

Ve bu süreç, bugün Demirel, Baykal, Cindoruk, Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Masum Türker ve Bedri Gültekin’in hep birlikte saptadıkları gibi, artık bir hesaplaşma uğrağına gelmiş bulunuyor. 

BULUŞTUĞUMUZ BARİKAT

1945-1990 döneminin yöneticileri, henüz arkalarına bakıp 1945, 1980-90 uğraklarında neler olduğu konusunda zihinleri açan bir tahlil yapmıyorlar ve sorumluluklarını da belirlemiyorlar. Ama bir barikatta buluşmuşlardır. Bu barikat, Cumhuriyet barikatıdır. Yıkılan millî devletin ve parçalanan vatanın son kaleleri önünde siperlere girmişlerdir. 

Celal Bayar ve İsmet İnönü’nün, bugün kuruluşuna emek verdikleri mevzilerde buluşmaları doğaldır. Ve süreç, onları devrimcileştirmektedir. Çünkü elde “muhafaza ve müdafaa edilecek” pek bir şey kalmamıştır. Ama Cumhuriyetin kurumlarını yeniden kurma görevi vardır. İnönü ve Bayar’ın izleyicileri, Fethullahları büyütüp beslediler, ama şimdi tehlikenin farkındadırlar. Herhalde anlamışlardır, o büyütülen Fethullah, Ufuk Söylemez’in yerinde uyarısıyla cemaat değil, Haçlı irtica imiş.

2010 BULUŞMASININ ÖNEMLİ FARKI


2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Bu Türkiye cephesinin Diyap Ağaları, Revanduzlu Özdemir Beyleri, Kürtlüğüyle gurur duyan Ali Saip (Ursavaş) Beyleri her zaman olmuştur. Onlar milletimizin parçası olan Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan karakterini ve değerlerini temsil ederler.

Tayyip Erdoğan’ın Hayır cephesini tanımlarken saydığı partiler, saflaşmayı ortaya koyuyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi ve diğer sosyalist partiler.

Karşı cephe ise: ABD, AB, Tayyip_Erdoğan-Abdullah Gül ve ABD zincirine bağlanan bir kısım PKK-BDP yöneticileri.

65 yıl sonraki buluşmanın anlamını bilince çıkarmak ve programını cesaretle saptamak gerekir. Bu buluşma, Atatürk’te buluşmadır. Devrimle kurulan Cumhuriyette, devrimle birleştirilen Vatanda ve devrimle oluşturulan Millette buluşmadır. Ama henüz devrimciliği eksik olan bir buluşmadır. Ne var ki, bu buluşmanın devrimcileşmesi kaçınılmazdır. Atatürk’te buluşma, başka türlü olamaz. Bunun işaretleri de görülmektedir.

1945 ÖNCESİNDEKİ ATALARIMIZ

Herkes yeniden 1945 öncesindeki atalarını keşfedecektir. CHP, DP ve DSP, İnönü ve Bayar üzerinden Atatürk Devrimciliğini keşfedecektir. MHP milliyetçileri, 70 yıldır unuttukları devrimci Akçuralar ve Ziya Gökalpler üzerinden İttihat Terakki ihtilalciliğini ve Kemalist devrimciliği hatırlayacaklardır. Hatırlamazlarsa, BBP gibi, Fethullah üzerinden ABD’ye bağlanırlar. Sosyalistler, Kemalist Devrim inkârcılığının döneklik yolu olduğunu yerlerde sürünen misallere bakarak iyice anlayacaklardır. Geçmişteki devrimin mevzilerine girmeden, geleceğin devrimini yapamazsın!

Millî ve halkçı güçler, düşman Türkiye’nin üzerine geldikçe, birbirlerine sarılmak, birbirlerini anlamak durumundadırlar. Herkes birbirini anlamada, birbirine yardım etmelidir.

NİLÜFER GÜRSOY VE ÖZDEN TOKER

Ben çok isterdim; Bayar ailesinin kıdemlisi Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü ailesinin kıdemlisi Sayın Özden Toker, 12 Eylül öncesinde bir araya gelsinler ve milletimize yeni sürecin bildirisini vermiş olsunlar. Onlar, benim gözümde devrimin yadigârlarıdır. Değerleri, hatıraları kadar büyüktür. Onların devrimle beslenen erdemleri, son zamanlarda kenara köşeye itilse de, gelecek kuşaklara örnek olacaktır. Herhalde birbirlerinin değerini de biliyorlardır.

Atatürk Devrimiyle kurduğumuz Cumhuriyetimiz, vatanımız ve millî varlığımız; kuşkusuz olumsuz hatıralarla karşılaştırılmayacak önemdedir. Devrimle kurduğumuz her şey, bugün Atlantik merkezli bir karşıdevrimle yıkılmaktadır. Türkiye, yeniden Atatürk önderliğinde İnönü ve Bayarlarla gerçekleştirdiğimiz devrime muhtaç hale gelmiştir.

UMARIZ TEMEL’İN DURUMUNDA DEĞİLİZDİR

Temel’i biliyorsunuz. İdam’a götürülürken, son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş.

Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.



http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/haberler/isci-partisi-genel-baskani-dogu-perincek-arkada-biraktigimiz-65-yil-hepimize-ders-olsun-8037

24 Mart 2017 Cuma

Malezyanız Hayırlı Olsun…


Malezyanız Hayırlı Olsun…

Yılmaz Özdil,


“Başörtüsü ile uğraşmak, gardırop Atatürkçülüğünün tipik örneğidir” diyen kim?
Bülent Ecevit.
*
 “Hâkim kılınacak olan şeyler, İslam’ın getirdiği ana kaidelerdir, sünneti seniyyedir, imam hatip liseleri imam yetiştirsin diye açılmadı, dinini bilen doktorlar, avukatlar, mühendisler olsun diye açıldı, 1930’ların laiklik uygulaması Marksizmin ateist ideolojisinden esinlenmiştir, hâkim kılınacak olan Kuran’ın hükümleridir” diyen kim?
Süleyman Demirel.
*
“3-4 gencin başörtüsü takmasıyla irtica olmaz, ülkemizin yasakçı manzarası mazlum milletimiz tarafından ibretle seyrediliyor, oy kazandırması için türbanın yanında değilim, din hürriyetinin gereğidir” diyen… YÖK Başkanı’na “başörtülü kızlarla ne alıp veremediğin var” diye fırça atan kim?
Turgut Özal.
*
“Demokrasi aşınızdır, ekmeğinizdir, başörtünüzdür, namusunuzdur, sahip çıkın… Bu seçim, başörtülülere zulüm edenlere karşı, hesap soranların seçimi olacak” diyen kim?
Tansu Çiller.
*
“Türkiye’nin AB’ye giden yolu, sadece Diyarbakır’dan geçmez, imam hatip lisesinin önünden de geçer… Başörtüsü, çağdışı kıyafet olarak yorumlanamaz” diyen kim?
Mesut Yılmaz.
*
“Başörtüsü dramına son verilmeli, başörtülü bacılarımı perişan etmeye kimsenin hakkı yok, başörtüsü insan hakları kapsamındadır” diyen kim?
Devlet Bahçeli.
*
“Türban meselesinde görüşlerimizden taviz veririz… Söz veriyorum, türbanı da biz özgür kılacağız, görecek sayın başbakan, o yapmadı, biz yapacağız” diyen kim?
Kemal Kılıçdaroğlu.
*
E Tayyip Erdoğan…
Kamuda serbest türban.
*
Ne ekersen, onu biçersin.
Dünün hasadıdır bugün.
*
“Bireyin özel hayatında dilediği gibi giyinme özgürlüğü”yle, “devletin dini kıyafete bürünmesi” arasındaki farkı kavrayamazsan…
Avrupa olayım derken, işte böyle Malezya olursun. “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı”, laik Türkiye Cumhuriyeti’ne noktayı koydu…
Türkiye artık “din devleti”dir.
Yorum: Bugün, kamu personelinin mensubu olduğu dinin gereklerine göre giyinmesine olanak tanıyan bir yönetmelik yayımlandı. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir din devleti niteliği taşıdığına ilişkin kanı daha da güçlendi.

**
*Diyanet İşleri Başkanlığı ve ondan daha önemlisi il ve ilçe ölçeğinde müftülükler aracılığıyla dinin bir kamu hizmeti olarak örgütlenmesi.
İlkokullarda zorunlu din dersleri, seçmeli Kuran ve Peygamberimizin Hayatı dersleri. İmam Hatip liselerinin orta öğretim sistemi içinde örgütlenmesi. Ve kamu personelinin kılık kıyafetlerinin dinselleştirilmesi.
**
*Devlet örgütlenmesinde fiilen gerçekleştirilenlerden örneğin mesai saatlerinin namaz saatlerine göre ayarlanmasından, Ramazan ayında yemekhanelerin kapatılmasından vb.'den söz etmiyorum. Devletin hukuki ve idari varoluşundan söz ediyorum.
**
*Kamu hizmetlerinin kuruluşu ve işleyişinde dini gerek ve kuralların temel alınmasıyla oluşur din devleti. Din ve vicdan özgürlüğüne en büyük sınırlama ve tehdit de budur. 
**
*Yapılan yönetmelik değişikliği, hala bir anlamı ve hukuki değeri varsa, laiklik ilkesine ve Anayasanın 10. maddesine aykırıdır. 

Doç. Dr. Onur Karahanoğulları



***

24 Şubat 2016 Çarşamba

Türk'ü Kandırma DEVLET Bahçeli



Türk'ü Kandırma DEVLET Bahçeli



Özgür Billur



MHP’nin “ İtidal ” Mitingi

AKP’nin iktidara gelmesiyle artan Kürt terörü karşısında MHP hep sağduyu ve itidal çağrısında bulundu. Devlet Bahçeli yaptığı tüm konuşmalarında, ülkücülerin asla sokağa inmeyeceğini ve provokasyona gelmeyeceğini söyledi.
Gerçekten de ülkücüler hiç provokasyona gelmediler!
Sokaklarda Türk bayraklarıyla teröre tepki yürüyüşleri yapılırken MHP’liler evlerinde ve parti binalarında oturdular ve tuzağa düşmediler!
Şehit cenazelerinde vatandaş PKK’ya lanet okurken, MHP hep itidal çağrısı yaptı.
2006 yılının Nisan ayında Devlet Bahçeli’nin “teröre karşı mücadelenin sokakta verilemeyeceği” şeklindeki sağduyu çağrısını Ahmet Türk bile tebrik etmişti.











Kürt-Türk kardeşliği diye bir şey hiçbir zaman söz konusu olmamıştır.
Türk milleti Atatürk önderliğinde emperyalist işgale karşı direnirken Kürtler, Türklere isyan etmişlerdir. Devlet Bahçeli, bu gerçeği ters yüz ederek Türk milletini kandırmaktadır. PKK’nın yıllardır yapmaya çalıştığı şey, Kürtlerin ayrı bir milli kimliğinin olduğunun kabul edilmesidir. PKK, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganıyla bölücülük yaparken, MHP de “Türk-Kürt kardeştir, ayrım yapan kalleştir” sloganıyla
bölücülük yapmaktadır.



Ancak MHP’nin Türk milletine yaptığı “evinde otur” çağrısı tutmadı. Türkler ellerinde Türk bayraklarıyla teröre karşı tepkisini her fırsatta gösterdi. Açılım denen PKK programının adım adım uygulanması ve artan şehit cenazeleri Türk milletinin sabrını taşırdı.
PKK terörü yetmiyormuş gibi onun uzantısı DTP’nin Türk şehirlerinde terör estirmesi bugüne kadar hep susan Türk milletini ayağa kaldırdı. İzmir, İstanbul, Bursa, Çanakkale, Balıkesir, Muğla ve pek çok ilimizde halk DTP’lilere tepkisini gösterdi.
MHP, bu protestoların hiçbirinde olmadığı gibi yapılanların yanlış olduğunu açıkladı.
Bugüne kadar PKK’ya karşı hiçbir eylem yapmayan MHP, geçen hafta sonu Tandoğan meydanındaydı. MHP, artık meydanlara indi. Açılıma ve teröre karşı yapıldığı iddia edilen mitingin ismi ise hayli ilginç: “Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat.”
AKP ve PKK da zaten “kardeşlik” adına istemiyor mu bu açılımı?
Türklüğü ve Türk milletini, Türk-Kürt kardeşliği diyerek böleceksin, ayrı bir milli kimlik yaratacaksın, sonra da bölücülüğe karşı çıkacaksın!
Bölücülüğe karşı çıkmak Türklüğüne sahip çıkarak olur.
Bayrağına, vatanına, canına, malına kasteden teröristlere karşı göğsünü siper ederek olur.
Sokağını işgal etmek isteyen PKK’ya sokağını vermeyerek olur bölücülüğe karşı mücadele!
Türk milleti de bunu yapmaktadır.
İşte MHP, Türk’ün bu direnişinin karşısındadır.
Devlet Bahçeli’nin Tandoğan’daki konuşması daha öncekilerin devamıdır. Bakın ne diyor Bahçeli:

“Küçük bir kıvılcım, telafisi mümkün olmayan hadiselere neden olur. Bu nedenle önümüzdeki süreç dikkat, sağduyu ve akıl gerektirmektedir. Sokaklarda arayacağımız, sokaklarda bulacağımız bir gelecek yoktur. İstismarcılara itibar etmeyelim.”

Tayyip’le Bahçeli’nin “ Provokasyon Kardeşliği
Bu sözlerin altına açılımın başı Tayyip de imza atabilir hiç çekinmeden. Geçen hafta PKK’nın amacının toplumu provoke etmek olduğunu söyleyen Başbakan, asla buna izin vermeyeceklerini ilan etmişti.



























MHP, kurulduğu günden beri Türk düşmanıdır. Çünkü ABD tarafından milliyetçi-devrimci gençlik hareketini bastırmak için kurulmuştur. Milliyetçiliği yıllarca sol düşmanlığı olarak lanse eden ve sokaklarda terör estirip kan döken bu hareket bugün de geçmişteki uğursuz rolünü oynamaktadır. Türk milleti, PKK terörüne karşı uyanışa geçmiştir. İzmir’de genç-yaşlı, kadın-erkek herkes PKK’ya tepkisini koyarken MHP bu olayı kınadığını ve içinde olmadığını ilan etmiştir. Elbette MHP’liler teröre karşı herhangi bir tepki göstermediler. MHP, ancak Türk milleti teröre tepkisini gösterdiğinde sesini çıkarır ve “aman tuzağa düşmeyin, sakin olun” der. Ancak Türk’ün uyanışını MHP gibi partiler durduramaz. Türk milleti bayrağına ve vatanına sahip çıkmaktadır ve çıkacaktır.



Provokasyonları önlemek için(!) Türk milletine şehitlikleri yasaklayan Tayyip zihniyeti, son olarak 7 askerimizin ve Küçükçekmece’de yakılarak öldürülen 17 yaşındaki Serap’ın cenazesine polis gücünü yığdı.

Türk milletine acısını haykırmak ve PKK’ya lanet okumak bile yasak! Çünkü yaptığınız provokasyon oluyor!

Tayyip’in Türk’ün sesini kısan bu faşist zihniyeti ile Devlet Bahçeli’nin zihniyeti arasında zerre kadar fark yoktur. Her ikisi de Türk’ün sokakta bağırmasına karşıdır. Her ikisi de PKK’ya karşı sağduyu ile yaklaşılmasını istemektedir. Her ikisi de bölücülüğe karşı sokağa dökülen halkın, PKK’nın oyununa geldiğini söylemektedir.

Tayyip ve Bahçeli’nin siyasi geleneği aslında sokağa hiç de yabancı değildir. ABD’nin 6. Filosuna karşı “Tam Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla sokağa dökülen devrimci Türk gençlerine saldıran zihniyetin iki uzantısıdır Tayyip ve Bahçeli. Hem faşist hem de İslamcı hareket 80 öncesi sokaklarda kan döküyordu. Döktükleri kan Amerikan emperyalizmine karşı mücadele eden devrimci Türk gençliğinin kanıydı.

Şimdi bu iki geleneğin devamcıları Türk halkına “provokasyona gelmeyin, sokağa dökülmeyin” çağrısı yapıyorlar. Tayyip, açıktan Amerikancılık ve Kürtçülük yaparken, Bahçeli milliyetçi pozlarına bürünerek Türk milletini dizginlemeye çalışıyor.

Türk milleti, köklü ve soylu bir millettir. Bugüne kadar bölücü teröre binlerce şehit vermesine rağmen hep sabırlı olmuştur. Provokasyonlarla hareket edecek bir millet değildir. Ancak teröristler kapısına dayandığı zaman, bayrağına saldırdığı zaman, buna karşı çıkmak provokasyondur deyip susmaz. Tepkisini gösterir.

Kahvesi molotoflanan, arabası yakılan, durakta beklerken üzerine araba sürülen Türk, elbette bu faşist saldırıya karşı direnecektir..

Türk milleti Sivas’ta olduğu gibi yanmayı mı bekleyecek?
Devlet Bahçeli, Türk’e yönelik bu saldırılara tepki göstermek yerine halka “provokasyona gelme” çağrısı yapmaktadır.
Evi taşlanan, yakılan adam ne yapacaktır? Bahçeli’nin çağrısı, sağduyuyu elden bırakmayıp beklemektir.

Kimi yandaş televizyonlar da aynı çağrıyı yapmıyorlar mı haber bültenlerinde? Haber sunucusu konuşuyor:

“ Sayın seyirciler, PKK’lılar evlere, arabalara saldırabilir. Lütfen bunlara cevap vermeyin, tuzağa düşmeyin. Onların istedikleri bu, sağduyuyu elden bırakmayın. ”

Türk Milletiyle Dalga Geçiyorlar!

Sağduyu dedikleri, ölümü beklemekten başka bir şey değildir.
Bahçeli’ye soruyoruz: Türk milleti bugüne kadar sağduyusunu kaybedip hangi saldırgan eylemi gerçekleştirdi?
İstediğiniz, Türk insanının 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta olduğu gibi diri diri yakılması mı?
Karşımızda Sivas’takinden farklı olmayan faşist bir güruh var. İdil’de öğretmenevini taşlayan, belediye otobüslerini ve yolcularını yakan, Atatürk heykelleri ve Türk bayraklarına saldıran bir hain sürüsü ile karşı karşıyayız.
Bu hainlere karşı devlet, milletini korumuyorsa millet kendini koruyacaktır. Yaşam hakkı kutsalsa bu hak Türkler için de geçerlidir.
Sivas’ta otelin yanmasını izleyen güvenlik kuvvetleri, bugün de Türklere yönelik saldırıları izliyor. Polise taş atanlara, polis muz veriyor. Başbakan’ın müsteşarı, eski Diyarbakır valisi Efkan Ala, PKK eylemlerinden sonra ne demişti: “Cana değil, cama gelsin.”
PKK terörü camı değil, canımızı hedeflemektedir. Türk milletini canını korumakla görevli olanlar acziyet içindedir. Milletin eline taşını alıp fırlatması işte bu yüzdendir. Canını korumak içindir. Meşru müdafaadır Türk’ün yaptığı...
Bin yıllık kardeşlik palavrası
Türk milleti kendini ve geleceğini kurtarmak için artık sokağa dökülmektedir. Bu uyanışı durdurmak görevi de Milliyetçi Hareket Partisi’nindir. “Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat” mitingleri milliyetçi uyanışı durdurmak için düzenlenmektedir.
Devlet Bahçeli, bin yıllık kardeşliği yaşamak ve yaşatmak için bir araya geldiklerini söylemektedir. Neymiş efendim, biz Türkler ve Kürtler bin yıldır bu topraklarda kardeşçe yaşamaktaymışız!
Soruyoruz Bahçeli’ye, bin yıl önce Kürt diye bir şey var mıydı?
Hatta 150 yıl öncesine git, tarihte Kürt diye bir uygarlığa rastlayacak mısın?
Önce Ruslar, ardından Fransızlar ve İngilizlerin parmağını sokmasıyla uyduruk bir Kürt tarihi yazılmaya başlanmıştır. On yıl öncesine kadar bile ortak bir dilde anlaşamayan bir aşiret topluluğuyla karşı karşıyayız.
Sanki bu topraklarda bir Kürt dili, bir Kürt sanatı, bir Kürt devleti, bir Kürt medeniyeti var olmuş da biz Türkler onlarla kardeşçe yaşamışız!
Bu palavrayı milliyetçi olduğunu söyleyen bir partinin başkanı söylemektedir. Oysa gerçek tam tersidir. Bin yıldır Anadolu toprakları Türk uygarlığıyla yoğrulmuştur. Nereye giderseniz gidin -bugün sözde Kürdistan olarak adlandırılan bölgede bile- her yer Türk eserleriyle doludur. Bu toprakları bin yıldır Türkler yönetmekte ve bu topraklarda Türkçe konuşulmaktadır.
Kürt-Türk kardeşliği diye bir şey hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Türk milleti Atatürk önderliğinde emperyalist işgale karşı direnirken Kürtler, Türklere isyan etmişlerdir. Devlet Bahçeli, bu gerçeği ters yüz ederek Türk milletini kandırmaktadır.
PKK’nın yıllardır yapmaya çalıştığı şey, Kürtlerin ayrı bir milli kimliğinin olduğunun kabul edilmesidir. PKK, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganıyla bölücülük yaparken, MHP de “Türk-Kürt kardeştir, ayrım yapan kalleştir” sloganıyla bölücülük yapmaktadır.
Tandoğan mitinginde Bahçeli, Türk milletinin bin yıllık nehir, bin yıllık bir ilmek, bin yıllık bir beraberlikle oluştuğunu belirttikten sonra “anadiliniz ne olursa olsun, bu zenginliğin adı Türk milletidir” dedi.
Tarih bilgisinin yoksunluğu mu diyelim, yoksa bölücü propaganda mı?
PKK’nın yıllardır Türk devletine kabul ettirmek istediklerinin başında Kürtçe diye bir dilin varlığı gelmektedir. Çünkü dil varsa millet vardır. Bahçeli, Türkçenin dışında ayrı bir anadilin varlığını bir tehdit değil, bir zenginlik olarak görerek bölücü propaganda yapmaktadır.
Madem Kürtlerle kardeşsiniz, ikinci mitingi Diyarbakır’da yapın!
MHP’nin Tandoğan mitinginde en çok atılan slogan “Türk-Kürt kardeştir” sloganıydı.

Bu sloganı atanlar kimler?

Türkler!
Sloganının atıldığı yer neresi?
Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara!
Peki bir kardeşlik varsa, bunu bozan kim?
Elbette Türkler ya da Ankaralılar değil!
Öyleyse bu sloganı niçin sadece Türkler atıyor?
Madem kardeşiz, Kürtler de göstersinler kardeşliklerini!
Alsınlar ellerine Türk bayraklarını, çıksınlar sokaklara, bağırsınlar 

“Kahrolsun PKK” diye!

Biz de öğrenmiş olalım Kürtlerin ne kadar barışsever ve kardeş olduklarını...
MHP, bu mitingi tüm yurtta yapacağını ilan etti.
Önerimiz şu: İkinci mitingi Diyarbakır’da yapın.
Madem ki, Kürtlerle kardeşsiniz, gösterin kardeşliğinizi. Hem ne güzel mesaj olur Türkiye’ye değil mi, Diyarbakır’da binlerce insanın elinde Türk bayrağıyla teröre karşı birlik mesajı vermesi!
Gerçek maalesef bu kadar acıdır. Sizin kardeş dediğiniz insanlar, bırakın Türk bayrağını ellerine almayı, devlet dairelerindeki Türk bayraklarını indirip yakıyorlar.

“Apo, benim siyasi irademdir” yazan dilekçeye 2 milyondan fazla Kürt kardeşiniz imza attı. Bölücübaşının kaldığı odanın metrekaresinin bahane ederek her yeri savaş alanına çeviren yine bunlardı.

Türk milletinin kardeşlik masallarına karnı tok. Gidin Diyarbakır’a miting yapmak için, bakalım arabanızda Türk bayrağı varsa şehre girebiliyor musunuz?
Bu ülkenin bayrağını kabul etmeyenlerle nasıl bir kardeşlik kuracaksınız?
Yeter, kandırmayın milleti!

Yıllarca kardeşlik masallarıyla uyutuldu Türk milleti. Ama artık bu masallara kimse inanmıyor.

Bu bayrağa, bu vatana bağlı herkes Türk’tür ve kardeştir. Bunun dışında bir kardeşliğe ihtiyacımız yok.


(Sayı 264, 21/12/2009)




..

12 Ocak 2016 Salı

Bahçeli’nin Yaman Çelişkisi



Bahçeli’nin Yaman Çelişkisi




Bahçeli’nin Yaman Çelişkisi

Koalisyona girerse yıpranacağını ve oy kaybedeceğini hesaplayarak siyaset yürüten MHP şimdi, önümüzdeki seçimlerde en fazla oy kaybetme riski altında olan parti.
Siyaset yaman çelişkilerle dolu. Çok aktörlü bir satranç siyaset; zihinde kurgulandığı gibi gitmiyor. 7 Haziran seçimleri MHP'yi kilit parti haline getirmişti. Bu kilit hali, Bahçeli'nin izlediği stratejinin çelişkileri yüzünden kendi kendine kırıldı. Bahçeli, koalisyon seçeneklerini kilitleyebilse de ana amaçlarına ulaşamadı. Hatta önceki halinden daha geriye düşmüş bir durumda.
Şöyle izah edeyim: Bahçeli en başından itibaren muhalefette kalmayı tercih etti ve diğer partilere koalisyon kurmalarını öğütledi.

CHP ve AK Parti'nin "koalisyon ya da hiç olmazsa seçim hükümeti kuralım" önerilerini şiddetle reddetti. Amacı, her halinden zor olacağı belli herhangi bir hükümetin içinde yer almamaktı. Diğer partilere koalisyon kurdurarak olası erken seçimde ya iktidar ya da ana muhalefet olmaktı. Siyaset satrancı istediği gibi sonuçlanmadı.

Tekrar seçimlere gitmenin ana sorumluluğu büyük ölçüde MHP'nin üstüne kaldı. MHP'nin bir amacı da HDP'yi oyun dışında bırakmaktı. Bu yüzden seçimlerden hemen sonra hızla HDP'yi ötekileştirdi ve bütün koalisyon görüşmelerinin dışına itmeyi başardı. Ancak Meclis içinden bir seçim hükümeti de çıkmayınca HDP'li milletvekillerinin geçici bakanlar kurulunda yer alması önlenemedi. Bu durumu "AKP-PKK el ele seçime" şeklinde sunacağını düşünen MHP'nin beklemediği bir olay gerçekleşti.

Başbakan Davutoğlu'nun muhalefet partilerinden 11 milletvekiline gönderdiği bakanlık davetini HDP'den iki vekilin yanı sıra MHP genel başkan yardımcısı Tuğrul Türkeş de kabul etti. Böylece MHP'nin AK Parti'yi HDP ile hükümete mahkûm etme ve bunu seçimde kullanma stratejisi zayıflamış oldu.
Türk milliyetçiliğinin lideri Alparslan Türkeş'in oğlunun bakanlığı kabulünü şahsi bir "ikbal" yönelimi olarak görmek kuşkusuz doğru olmaz. Milliyetçi tabanın ve teşkilatın Bahçeli'nin koalisyon hükümeti arayışı sırasındaki "uzlaşmaz ve sert" tavrından rahatsızlığın göstergesi olarak okunması gerekir.
İktidarda olmayı arzu eden ülkücü kadroların "niçin" hükümette olunmadığı sorusunu cevaplayamadıkları hatırlanmalıdır. Türkeş'in kararı Bahçeli'nin siyaseti kilitleme stratejisinin çöküşündeki bir ara perdedir. Ve nihayetinde Bahçeli'nin stratejisi kendi partisine ciddi bir zarar verdi. Bu kararın MHP içinde siyasi bir tartışma yaratmaması için Bahçeli net ve ağır konuştu: "Vefa adamlıktır. Vatan sabırdır. Mirasyediler bunu anlayamaz." Ve Türkeş, kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna verildi.

1 Kasım seçimlerine giderken Bahçeli, " Davaya, Vatana İhanet " suçlaması ile muhtemelen partisindeki bu çatlağı sıvayacaktır.

Davutoğlu'nun Türkeş'e Teşekkür etmesini ve " Tarih millet beka mücadelesi verirken hayır, hayır, hayır diyenleri de yazacaktır " Demesini de " Siyasi ahlaksızlık " suçlaması ile karşılayacaktır. Bu yüzden seçim sürecinde AK Parti ve MHP arasında daha sert bir mücadele gerçekleşecek. İki parti " Gerçek " milliyetçiliğin anlamı üzerinde söylem kavgasına girecek. Bu da MHP'nin daha "  Reaksiyoner ve duygusal " bir dile yönelmesi demek. Terör ortamı bunu zaten kolaylaştırıyor.

Bununla birlikte daha önemli bir husus var: Son gelişmeler çerçevesinde MHP, hedeflerinin hiçbirini gerçekleştirememiş bir parti olarak 1 Kasım seçimlerine gidiyor. Koalisyona girerse yıpranacağını ve oy kaybedeceğini hesaplayarak siyaset yürüten MHP şimdi, önümüzdeki seçimlerde en fazla oy kaybetme riski altında olan parti.

Bu kayıp hem AK Parti'ye hem de CHP'ye doğru olabilir. Siyasetin dinamizminin cilvesi bu. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak var.

[Sabah, 28 Ağustos 2015]

http://setav.org/tr/bahcelinin-yaman-celiskisi/yorum/27119

..

2 Kasım 2015 Pazartesi

Bahçeli MHP’sine bir de merceğin diğer yüzünden bakmak…



Bahçeli MHP’sine bir de merceğin diğer yüzünden bakmak…

bahceli-mhp-secim




Önemli olan 1 Kasım seçimi sonrasıdır. Çünkü, Erdoğan’ın ikinci bir “erken seçim zarı” atması kısa vadede zordur. Bahçeli’nin en kritik “güvenirlilik” ve muhtemelen de “son” sınavı önümüzdeki süreçte olacaktır.
Evet doğru, Bahçeli ve MHP’si güven vermiyor gibi gözüküyor. Bu kişinin Genel Başkanlığa geldiğinden beri MHP’deki zikzaklar ve acemilikler herkesin malûmu. Gereksiz takıntılar yüzünden, öngörüsüzce DSP/ANAP/MHP koalisyonunun bozulmasında Devlet Bahçeli’nin de çok önemli bir rolü söz konusuydu. Zaten arkasından da bugün Türkiye’de yaşananların baş mimarı şaibeli sarayın reisi Erdoğan ve kendisine benzeyen partisi AKP iktidara gelmişti.
Bir kere ilk faça ve KOLTUK DEĞNEKLİĞİ burada söz konusu olmuştu.Yani, sömürgecilerin taşeronu Erdoğan’ı iktidara; Devlet Bahçeli’nin koalisyonu “devam ettirme” yollarını arama yerine, öngörüden yoksun, fart furt atan, anlamsız politik tarz ve kaprisleri taşımıştı. Ayrıca, Türkeş’in bile MÇP’nin kuruluş aşamasında yazdığı bir mektupta dile getirdiği “iddia edilen” ve başka örneklerle de desteklenen, Devlet Bahçeli’nin MİT ajanlığı söylentileri de bir ara pek revaçtaydı. Doğrudur yanlıştır bilinmez ama, tam da sömürgeci ABD tarafından Irak’ın işgali aşamasında koalisyonun bozulmasında baş rol oynamak ve iktidara BOP’un stratejik ortağı ile “Eş Başkanı” zatın ve partisinin gelmesini sağlamak, ister istemez akıllarda bir çok soru işaretinin oluşmasına neden oluyordu.
Fakat iş bu kadarla da bitmiyor ve ilerleyen süreçte AKP’ye “stepnelik” yapıldığına dair çok sayıda başka örnekte bulunuyordu.Bunlardan en başta geleni de, Gül’ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesinde “alelacele” verilen destekti. Zaten türbanı da durup dururken milletin gündeminde ilk sıraya taşıyan bunlar olmuş, 4+4+4 sisteminin yasalaşması da MHP’nin katkılarıyla gerçekleşmişti.İlk “Suriye tezkeresine” AKP ile birlikte “evet” oyu veren de yine Bahçeli MHP’siydi. Ama en çarpıcı zikzak, yine bir genel seçim öncesinde meydanlarda, Tayyip’e yönelik platforma “yağlı urgan” atıp, “seni başka gezene kaçsan bile alıp getireceğim” gibilerinden ifadeler kullanıp, seçimlerden sonra ise “Söğüt” şenliklerinde Erdoğan ile birlikte yan yana dua etmesiydi. E be Bahçeli; hem “yağlı ip” filan atıyorsun, ondan sonra da gidip onunla birlikte, hem de Osmanlı’nın kuruluş merkezinde “dua” ediyorsun, iş mi bu yaa!. Lafa geldi mi de “ilkeliyim” diyorsun.
Son “koltuk değnekliği” olayı da malûm; 7 Haziran sonrası “Meclis Başkanı”nın seçilmesinde ve “terör komisyonu” kurulmasında MHP’nin resmen AKP’ye arka çıkmasıydı. Şimdi, MHP’nin Bahçeli sayesinde; NATO milliyetçiliği ya da daha doğru bir ifade ile “Neo-Liberal”, yani sömürgecilere hizmet eden bir milliyetçiliğe çekildiği söyleniyor. Fakat bunu da fazla yadırgamamak lazım. Çünkü, Neo-Liberal “dönüşüm” tüm partilere “KÜRESELLEŞMENİN” ve sömürgecilerin bir dayatmasıydı.Ayrıca MHP’nin gerçekten de yeni bir “ÇEHREYE” ihtiyacı vardı. MHP’nin; eskinin o “sarkık bıyıklı”, mafyavari ilişkilerde kullanılan, sağ-sol kavgalarında birçok öldürme olaylarına bulaşmış, kendilerini; komünizme ve bölücülüğe karşı devleti, güvenlik güçleriyle birlikte, hatta onlardan da önce sahiplenmesi gereken militan bir güç olarak gören, “feodal” Türk-İslam (ya da İslam-Türk, çünkü bunlarda İslam her zaman Türklüğe baskın geldi ve AKP’ye taban oluşturdular) ideolojisine bağlı ve herkesin bildiği Türkeş zamanına ait “ritüellerden” arınmış “farklı” bir parti formatına kavuşması gerekiyordu. Bahçeli büyük ihtimal bu işe soyundu. Aynı zemin üzerine oturan, fakat “yelpazelerini” farklı milliyetçiliklerle de genişleten, daha “kapsayıcı” bir yapıya odaklandı. Taban yine büyük ölçüde Türk-İslam sentezine bağlı bir kitleden oluşacaktı, fakat aynı zamanda “Merkez Sağ” milliyetçileri ile Atatürk milliyetçiliğinin “MHP yorumunu” benimseyen bir kesimi de içerecekti. Zaten Türkiye’de, AKP ile birlikte “merkez sağ” oylar AKP’de toplandığı için, o oylara yönelmek son derece doğaldı.
Nitekim eskiyle karşılaştırıldığında, bu yeni çehrenin gerçekleştirilmeye çalışıldığı net bir şekilde görülebilir. En üstteki “yönetsel tabakanın” ağırlıkla bu yeni formata uygun bir bünyeye sahip olduğu ve “Türk-İslam” sentezine dayalı “tabanın” ise; az da olsa eski görüntü ve ritüellerden uzaklaşmış bir “fotoğraf” sunduğu kolaylıkla seçilebilir. Nitekim, Bahçeli’nin inişleri ve çıkışlarının, ya da güvenilmez politikalarının arkasında da bu “iki ara bir derede kalmışlık” bulunmaktadır. Söylemleri, tespitleri, çözümlemeleri birçok defalar doğru ve objektifken, yani yönetsel tabakaya ve “yeni çehreye” uygunken, eylemleri tam aksi yönde cereyan etmektedir.Örneğin, bu gün “söylem” bağlamından bakıldığında; çoğu zaman CHP’nin yapması gerekip de yapmadığı, Atatürkçü çizgideki bir milliyetçilik ile “ulusal bütünlük” açısından AKP’nin Kürtçü-bölücü politikalarını “kapsamlı” ve “radikal” biçimde eleştirilmesi, bir tek MHP tarafından gerçekleştirilmektedir. Ancak, daha sonra aynı MHP; 180 derece dönüşle kıyasıya eleştirdiği AKP’ye “koltuk değneği” olmaktadır. Buradaki neden de bellidir; AKP tabanının bir bölümüyle kendi tabanlarının “Türk-İslam”(daha çok İslam-Türk) değerlerinin birbirine yakın olması ve ağırlıklı olarak sürekli o tabana “göz kırpmak” zorunda kalmasıdır. CHP tabanından böyle bir beklentisi yoktur. Ayrıca, taban kitlelerin dünyaya bakış farklılıkları yanında, geçmişten gelen düşmanlıklar da işin başka bir boyutudur.
Dolayısıyla, MHP’deki “zikzaklar” bu gerekçelere bağlanabilir ve bu pencerelerden bakıldığında da; önyargılı olmamak şartıyla, MHP’nin 7 Haziran seçiminden sonraki tavrını da “tutarlı” bulmak gerekir. Yine, söylem bağlamında kıyasıya AKP’yi eleştirirken, eylem bağlamında AKP’deki Türk-İslam(İslam-Türk) ve “Merkez-Sağ” milliyetçi oylara yönelmek ve sempatik görünmek için Meclis Başkanlığı gibi konularda AKP’yi desteklemiştir.Böylelikle tabanlarının pek hoşlanmadıkları CHP ve HDP’nin yanında olmayarak da, bir taşla iki kuş vurmaya çalışmıştır.Ayrıca, sırf AKP’yi iktidardan indirmek için; “HDP ile neden koalisyon kurmuyorsun, politika uzlaşma sanatıdır” demekte son derece sâfiyâne bir görüştür. Çünkü bunların biri “Türk”, öbürü “Kürt” milliyetçisidir. İkisinin,özellikle de MHP’nin “uzlaşması” demek, varoluş temelini yok ederek “HARAKİRİ” yapması anlamına gelir. Öte yandan,iyi ya da kötü MHP; kırmızı çizgilerini dayatmış ve bugün Türkiye’deki politik ortamda moda olan “oportünizm arenasında” farklı bir duruş ortaya koymuştur. Ancak, Ogan ve Akşener gibi isimlerin harcanması anlamsız ve gereksiz bir Bahçeli egosudur.

Esasında MHP, 7 Haziran seçimleriyle birlikte Erdoğan’ın her halükarda erken seçime gideceğini öngörmüş ve çizgisinden taviz vermemiştir. Önemli olan 1 Kasım seçimi sonrasıdır.Çünkü, Erdoğan’ın ikinci bir “erken seçim ZARI” atması kısa vadede zordur.Bahçeli’nin en kritik “güvenirlilik” ve muhtemelen de “son” sınavı önümüzdeki süreçte olacaktır.

..