Kemal Kılıçdaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemal Kılıçdaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2021 Çarşamba

ROZET TAKMAK

ROZET TAKMAK

 



Suay Karaman

 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde CHP listesinden İstanbul Milletvekili olarak TBMM’ye giren Nazır Cihangir İslam, yemin töreninden önce 7 Temmuz 2018 tarihinde Saadet Partisi’ne geçmişti. 4 Mart 2020 tarihinde Saadet Partisi’nden istifa etmişti. 9 Mart 2021 tarihinde ise CHP grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu’nun taktığı rozetle yeniden CHP’ye katıldı.

 ABD vatandaşı şeriatçı Merve Kavakçı'nın eski eşi olan Cihangir İslam, Fethullah Gülen’in Abant toplantılarını organize eden ve bu toplantılara katılan biridir. Geçtiğimiz dönemde gerek Balyoz davaları, gerekse laiklik ile ilgili açıklamalarıyla Türkiye’nin gündemine gelen Cihangir İslam, Halkın Sesi Partisi’nin (HAS Parti) ve Saadet Partisi’nin kurucularındandır. Halen yakın akrabalarının AKP içinde etkin görevlerde siyaset yapması, kendisinin sosyal medyada Atatürk’ü ve Anıtkabir’i hedef alan yazıları ile laiklik karşıtı görünüşü bilinen Cihangir İslam’ın, CHP’ye alınması kabul edilemez.

 CHP Genel Başkanı tarafından Cihangir İslam'a CHP rozeti takılması, Atatürk’ün partisinin düşürüldüğü acıklı durumu gözler önüne sermektedir, bu olay açıkça Atatürk’e de, Altı Ok’a da ihanettir. Bu olay CHP’ye gönül veren, Atatürk sevdalısı ve laiklikten yana ulusalcılara “bu partiden gidin” çağrısı yapmaktır. Bu olay CHP’nin kurucu ilkelerine ve şanlı tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Kendilerine “Yeni CHP” adını veren bugünkü yöneticilerin ideolojileri yoktur, ilkeleri yoktur, tutarlılıkları yoktur, emperyalizmin hizmetinde proje yürütmektedirler. CHP’nin programından ve tüzüğünden haberleri yoktur.

 CHP yönetimi, partiyi kurucu ilkelerinden ve özünden saptırmaktadır, Atatürk’e karşı açılan savaşta rol kapmaktadırlar. Başta PKK terör örgütünün avukatı TR 705 kodlu Sezgin Tanrıkulu, Atatürk’e kefere diyen Mehmet Bekaroğlu ve benzerlerini milletvekili yapan Soros destekli TESEV kurucusu Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’yi bitirmekle görevlidir. PKK ve FETÖ terör örgütü yanlılarını, bölücüleri, mezhepçileri, dincileri, tarikatçıları, numaracı cumhuriyetçileri, Atatürk düşmanlarını CHP’ye dolduran bu yönetim, CHP’ye ve saygınlığına zarar vermektedir.

 ”Laiklik tehlikede diyemem, yoksa altını dolduramam” diyen bir genel başkandan ne beklenebilir? Bu açıklamayı yaklaşık 11 yıl önce, 21 Eylül 2010 tarihinde Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin davetlisi olarak bulunduğu Berlin’de yapmıştı. Kemal Kılıçdaroğlu, yanlış söylem ve yanlış kişilerle, kendi altını doldurmaktadır, kokmaktadır ve Mustafa Kemal Atatürk’ün partisine yakışmamaktadır. Tam bağımsızlıktan ve emperyalizm karşıtlığından yana tavır koymayanlar, Kemalist Devrimleri ve altı oku benimsemeyenler, Cumhuriyet Halk Partisi gibi kökleri Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan, Kuva-yi Milliye’den, Müdafaa-i Hukuk’dan gelen bir partide oturamazlar. Bu yanlış anlayış, CHP’nin seçmen tabanını partiden uzaklaştırarak, gelecek için umut olan CHP’yi bitirmekten başka bir işe yaramaz.

 

Gerçek CHP'liler, Atatürkçüler, ulusalcılar ve CHP’nin çilekeş üyeleri, partiye sahip çıkarak, bu yapılanlara tepki vermelidirler. Hep birlikte Atatürk’ün partisini, Atatürkçü parti yapma yolunda kararlı adımlar atılmalıdır. Bugünkü yönetimi partiden uzaklaştırmak için, ulusal güçlerin el ele çalışması gerekir. Türkiye’yi kurtarmak istiyorsak, önce CHP’yi bu yönetimden kurtarmak gerektiğini unutmamalıyız.

 Azim ve Karar, 15 Mart 2021.

24 Kasım 2020 Salı

Ey Erdoğan. Ey Bahçeli Saldırı sizin Eserinizdir.

Ey Erdoğan. Ey Bahçeli Saldırı sizin Eserinizdir. 


Orhan UĞUROĞLU
orhan@yenicaggazetesi.com.tr


22 Nisan 2019

CHP Genel Başkanı'na "İllet, zillet" diye günlerce sizler saldırdınız.
"HDP ile iş birliği yapıyor, PKK'dan, Kandil'den talimat alıyor" dediniz.
FETÖ'cülerle iş birliği yapmakla suçladınız.

Millet İttifakına, "İllet, zillet" diye milleti ötekileştirdiniz.
24 Haziran öncesi de, 31 Mart yerel seçim öncesi de "nefret dili" ile saldırdınız.
Halkı kinlendirdiniz, nefret diliyle ikiye böldünüz.

Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na "Bay Kemal" diye aklınız sıra küçük düşürdünüz, hakaretler yağdırdınız.

Yandaş medyanız aracılığı ile her türlü hakareti, iftirayı yağdırılmasına göz yumdunuz.

RTÜK'teki AKP ve MHP işbirliği ile radyo ve televizyonlarda atılan iftiraları cezasız bıraktınız.

Yandaş gazetecileri yanınızda taşıyarak halkı ötekileştiren mesajları onlar vasıtası ile yayınlattınız.

      İstanbul seçimini kaybetmeyi dahi hazmedemediniz.

Anasının ak sütü gibi helal şekilde kazanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu camide görmezden gelerek elini dahi sıkmadınız.
Milleti "kızgın demir" haline getirdiniz.

Size oy verenleri size oy veremeyenlere karşı düşman haline getirdiniz.
31 Mart yerel seçimini "Türkiye'nin beka meselesi" haline getirmenin toplumda AKP kaybederse, CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi kazanırsa Türkiye'nin 
bekası tehlikeye girecekmiş gibi açıklamalar yaptınız.

Türkiye'nin ana muhalefet lideri, CHP genel başkanının 1,5 saat mahsur kalması sizlerin eseridir.

    Keza 2 saat sonra zırhlı araç ile mahsur kaldığı evden çıkartılmasının ayıbı da utancı da sizindir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminiz de Ankara'nın Çubuk ilçesinin Akkuzu mahallesinde meydana gelen menfur saldırı ile çöktü.

Kılıçdaroğlu'na yapılan bu şerefsiz, alçak, kahpe saldırı gösterdi ki; ne Ankara Valisi ne Emniyet Müdürü, ne de Jandarma komutanı hiçbir önlem almamışlar ki derhal görevden alınmaları gerekir.

Değerli okurlarım, İçişleri Bakanı olan, soyadı Soylu adı Süleyman olan o zat ne yazık ki "CHP'lileri şehit cenazelerine almayın talimatı verdim" şeklinde 
demeç vermişti. 

Bu saldırının sanığı çoktur ama bir numaralı sanığı kesinlikle Süleyman Soylu olmalı, derhal görevden alınmalıdır.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ı Kılıçdaroğlu'nun mahsur kaldığı ve taşlanan evin önünde gördüğümde önce etrafındaki koruma ordusuna baktım. 

Çabası ve desteği de oldu ki görevini yapmıştır.

Değerli okurlarım,

Kemal Kılıçdaroğlu'na atılan yumruk Türkiye'ye atılmıştır.
Kemal Kılıçdaroğlu'na atılan yumruk demokrasiye atılmıştır.
3 Saat boyunca bekledim hem Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de MHP genel başkanı Devlet Bahçeli saldırganları ve saldırıyı kınamadılar.

2 saat sonra ilk kınama, AKP sözcüsü Ömer Çelik'den Tweet mesajı ile geldi.
Bu ne kindir, bu ne umursamazlıktır, bu ne ayıptır.

Değerli okurlarım,

Düşünün ki, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Akkuzu mahallesine şehit sözleşmeli er Yener Kırıkçı'nın cenaze namazını kılmaya, evine mahallesine taziyede 
bulunmaya gitmiştir.

Tekmeli, yumruklu, taşlı, sopalı bu saldırı için, "Bunlar nasıl Müslüman? Bunlar nasıl insan?" diyorum.

Ayrıca, bunlar maşa, değerli okurlarım bilin ki bunlar birer maşa.
Bu saldırının arkasında olanlar, bunları bu kin ve nefret ile dolduruşa getirenler göreceksiniz asla ortaya çıkmayacak.

Birkaç kişi gözaltına alınacak, hatta ortalık yatışsın diye tutuklanacak ama bir süre sonra olay yatışınca serbest kalacaklar.

Bu olay da unutulup gidecek ama hiçbir zaman şunu unutmayın.
O Kemal Kılıçdaroğlu PKK tarafından suikasta maruz kalan bir siyasetçidir.
Ve o Kılıçdaroğlu miting alanlarında, "terör örgütleri PKK ve FETÖ" ile işbirliği yapmakla suçlanıyor.

Devleti yöneten Cumhurbaşkanı binlerce koruma ile gezerken, Bakanları hatta genel müdürleri öncü, artçı koruma önlemleri ile onlarca polis tarafından 
korunur iken CHP lideri maalesef korunamıyor.

Ana Muhalefet lideri ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na yürekten geçmiş olsun diyorum.

Ama biliyorum ki bu kahpe, kalleş saldırı, Kılıçdaroğlu'nun göğsünde bir şeref madalyası olarak ömür boyu kalacaktır.

Demokrasi kahramanı Kemal Kılıçdaroğlu ile gurur duyuyor menfur saldırıyı şiddetle kınıyorum.
 
****

Sn. Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef alan gerçek dışı habere cevabımızdır..

Yeniçağ Gazetesi'nde 22.04.2019 tarihinde manşetten ve devamında 5. sayfada 'Ey Erdoğan Ey Bahçeli Saldırı Sizin Eserinizdir' başlığıyla yayınlanan yazıda; 
Müvekkilim T.C. Cumhurbaşkanı Sn. RECEP TAYYİP ERDOGAN'a yönelik olarak gerçeğe aykırı, birtakım asılsız iddialara yer verilmiştir. Sistematik olarak 
yayınlanan hayal ürünü, gerçek dışı yazılar ile Yeniçağ Gazetesi'nin ve yazarlarının Müvekkilimin şahsı üzerinden kasıtlı bir algı operasyonu yaptığı açık şekilde anlaşılmaktadır. Yeniçağ Gazetesi tarafından ortaya atılan iddia ve ithamların provokasyondan başka hiçbir niteliği bulunmamaktadır. 

Bu şekilde gazetenin ve eser sahibinin belirli kişi ve kurumları hedef alarak 'gazetecilik' kisvesi altında kamuoyunu kendi menfaatleri doğrultusunda 
yönlendirmeye çalıştığı da anlaşılmaktadır. Müvekkilim Sn. Cumhurbaşkanı'nın siyasi konumu nedeniyle bu tür maksatlı haberlere konu edildiği, eser sahibi 
tarafından kaleme alınan ve sistematik olarak yayınlanan çeşitli yazılardan da anlaşılacağı üzere Müvekkilim üzerinden T.C. Hükümeti'nin doğrudan hedef alındığı, gazetenin yalan haberlerle siyasi bir çıkarım elde etmeye çalıştığı ortadadır.

Yeniçağ Gazetesi yazarları daha önce de Müvekkilimi hedef alarak asılsız iddia ve itham içeren birçok yazı kaleme almışlardır. Bu asılsız iddiaları nedeniyle 
tarafımızca hazırlanan tekzip metinlerini mahkeme kararlarına istinaden yayınlamak zorunda kalmış olsalar da kasıtlı ve aleyhe yayın anlayışını sürdürerek 
tekzibe konu işbu yazı ile de gerçek dışı iddia ve ithamlarında hukuka aykırı şekilde ısrar etmektedirler. Yeniçağ Gazetesi ve yazarları uzun süredir 
Müvekkilimi hedef alan yazılarla gerçeğe aykırı şekilde belirli bir amaca matuf iftira niteliğindeki iddialarını yayınlayarak hukuk dışı ve basın meslek ilkelerini 
açıkça ihlal anlamına gelen yayıncılık politikasını sürdürmektedir. 

Bu nedenle Yeniçağ Gazetesi'nin çamur at izi kalsın stratejisine uygun olarak, kin ve nefret söylemleriyle sürdürmekte olduğu yayın anlayışı basın ve ifade özgürlüğü korumasından yararlanamamalıdır.

Zira  basın özgürlüğü korumasından  yararlanmanın öncelikli kriteri en azından görünürgerçekliğe uygunluktur. Fakat Yeniçağ Gazetesi'nin hiçbir somut 
gerçekliğe dayanmayan asılsız ithamlarla Müvekkilim aleyhine yayın yapması her bakımdan hukuka aykırıdır. 
İfade ve basın özgürlüğünün sınırlarını aşarak yayın yapan basın organları kamuoyunu, ortaya attıkları iddialarla yönlendirebilmek te ve bu anlamda hedef aldıkları kişilerin itibarlarına zarar verebilmektedirler. 

Gazete ile televizyonların propaganda ve algı yönetiminin en etkili enstrümanların dan olduğu gerçeği yadsınamaz. Bu anlamda propaganda ve kamu oyu  üzerindeki algı yönetiminin Yeniçağ Gazetesi'nde sistematik olarak yayınlanan yazılar ile Müvekkilim Sn. Recep Tayyip Erdoğan aleyhine sürdürüldüğü  görülmüştür.

Gazetecilik meslek ilkelerini çiğneyerek yayın yapan bu sözde gazete her ne kadar tarafımızca muhatap alınmak istenmese de kamuoyunun yalanlarla meşgul 
olmaması ve gerçeklerin kayda geçmesi adına bu tekzip metni hazırlanmıştır.
Müvekkilim Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu karanlık odaklara karşı mücadelesini tüm kararlılığıyla sürdürecek, asılsız haber yapmayı kendine düstur edinmiş olan Yeniçağ Gazetesi ve yazarlarından hızlı ve etkin bir şekilde bu hukuk dışı eyleminin yargı önünde hesabı sorulacaktır.
Kamuoyuna saygılarımızla sunarız.

T.C. Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan
Vekili Av. Ahmet Özel

5 Ocak 2019 Cumartesi

ABD Suriyede PKK Devleti Kuruyor., BÖLÜM 2

ABD Suriyede PKK Devleti Kuruyor., 
BÖLÜM 2



AMERİKA SÜREKLİ YALAN SÖYLÜYOR

Amerika, Türkiye için nasıl strateji uyguluyor peki?


Maalesef Amerika kadar Türkiye’ye zarar veren başka bir aktör bilmiyorum ben şuanda. Rusya da dahildir. Bunu inanarak söylüyorum çünkü aslında Rusya’yla, İran’la ve diğer bölge ülkeleriyle sorun yaşamamızın temel sebebi aslında Amerika’nın Türkiye’ye ortaklık mantalitesi çerçevesinde vermesi gereken desteği vermemesiyle alakalıdır. Ama maalesef bu olur. Büyük aktörler küçük partnerlere lazım oldukları derecede değer verirler. Dolayısıyla Amerika’nın yapmaya çalıştığı şey bölgeden çekilerek Türkiye ve diğer aktörlerin birbirlerini dengeleyerek maliyeti Amerikanın üzerinden almaları. NATO’dan doğan sorumlulukları yerine getirmemek Amerika’nın yaptığı bu. Suriye sürecinin başından bu yana Amerikalılar yüzlerce yalan söylediler. Esed’e müdahaleden insani yardıma, uçuşa yasak bölgeden eğit donata her seferinde yalan söylediler. Ama o kadar merkezi bir rol oynuyor ki Amerika, onunla o diplomatik müzakerelere devam etmek zorunda kalıyorsunuz. Bile bile lades yani.

SURİYE’DE AMERİKA’YA BAĞLILIKTAN KURTULMALIYIZ

PKK-PYD meselesinde de yalan sürdüğü için Türkiye artık bunu taşımak istemiyor?

Amerika gözünüzün içine bakarak PYD’yi destekliyor. Gözünüzün içine bakarak Suriye’ye gir diyor. Bunu rasyonel zeminde kimse birbirine söyleyemez. Ama Amerika bunları defalara dedi çünkü, siz ne kadar az aktörle ilişkideyseniz, ona mahkum olursunuz. Dolayısıyla o sarmalın içerisinde İran’la Rusya’yla diğer aktörlerle sorun yaşadıkça Amerika’ya daha mahkûm hale geliyoruz. Amerika uzakta durduğu için de kimseye mahkûm kalmıyor. Bizim Suriye’de yapmamız gereken şey bunu baş aşağı çevirmek. Yapabiliyorsak bunu tersine çevirecek yeni bir vizyon geliştirmeliyiz.

ÜÇ SEÇENEK VAR ÖNÜMÜZDE

Nedir o vizyon, açın lütfen?

İnanın kolay değil, çok ayrıntılı bir şekilde planlanması, bütün devlet kurumlarının olasılıkları hesaplaması gerekir. Ama gördüğümüz bir şey var ki bu süreç bize çok zarar veriyor. Suriye’deki mevcut durum katlanılabilir bir durum değil. Güvenlik, ekonomik, siyasal, diplomatik anlamda elimizi ayağımızı bağlıyor. Durum sürdükçe her alanda önceliğiniz hale geliyor. Ama Amerika sizinle iş yapmıyor, aksine PYD’yi destekliyor, öte yandan siz Rusya’yla, İran’la sorun yaşıyorsunuz. Ne yapmak gerektiği konusunda bence üç seçenek var. İlki bunu devam ettirmek. Ki bu bize çok zarar veriyor. İkincisi tamamen masayı ters çevirmek, üçüncüsü daha riskli ama daha az maliyetli bir şey.

SURİYE’DE DENKLEM DIŞINA ÇIKALIM

Açalım bunları. Hangi masayı ters çevirmekten bahsediyorsunuz?

Suriye resminde masayı baştan aşağı ters çevirmek. Suriye’de baştan beri ağır maliyet yükleniyoruz. İlk başlarda çok ağır değildi ama arttı. Mülteciler de terör de öyle. Türkiye’nin birincil önceliği Suriye’de savaşa dahil olmamaktı, hala olmamalı, dolayısıyla Türkiye tamamen resmin dışına çıkıp “ben devre dışıyım, bundan sonra kim ne yaparsa yapsın” diyebilir.

Yani ilkesel tutumunu ve vicdani sorumluluğunu da geride bırakarak mı?

Vicdani bir durum yok çünkü sivil kalmadı Suriye’de, alabileceğimiz herkesi aldık. Mesela Amerika Rusya’nın Halep’i geçmesini istemiyor. Halep’te kilitledi Rusya’yı. Muhaliflerin yeterince destek görmediği kuzeyde, Rusya’nın Halep’i geçebilme ihtimali sizce Amerikalıları tedirgin etmez mi? Bence eder.

RUSYA İLE KONUŞURSAK ABD HAREKETE GEÇER

Ne yapar Amerika bu durumda?

Mecburen bir şeyler yapmaya çalışır. Türkiye’yle yapar, Rusya’ya karşı yapar… Türkiye’nin kuzeydeki varlığı, desteği Amerika için güvenlidir. Ama bu durum karşılığında Amerika bize ne veriyor? Hiçbir şey vermiyor. Bu yüzden Türkiye “Ben de o zaman bütün Suriye politikamı baştan yazıyorum, hiç bir sorumluluk almıyorum” demeli. “Mülteciler Avrupa’ya mı gitmek istiyor, buyursunlar gitsinler, ben devre dışıyım ”demeli. “Müttefiklerimden alabileceğim desteği almıyorum” diyerek tavrını koymalı. Çok riskli bir şeyden bahsediyorum evet. Basında yansıması çok olabilir, Amerika’nın destekçileri olabilir, yeniden Türkiye aleyhtarı kampanya başlayabilir vs. Ama şu resmi bozmak, Türkiye’nin de karşılık verebileceğini göstermek ve diğerlerini resme dahil edebilmek için yapılabilecek manevralardandır.

PYD’YE KARŞI TÜRKİYE’NİN YANINDA ABD YOKSA RUSYA VAR

İkinci seçenek neydi?

Türkiye’nin Suriye’de hedef değiştirdiğini biliyoruz. İlk hedef Esed’ti, şimdiki hedef PYD. Türkiye’nin Suriye ile ilgili bir sorunu varsa o da PYD’dir artık.

ESED HEDEFİMİZ OLAMAZ, ARTIK SINIR KOMŞUMUZ BİLE DEĞİL

Esed Türkiye’nin kırmızıçizgisi olmaktan çıktı mı?

Esed ile sınır bile paylaşmıyoruz artık, neden hedefimiz olsun ki? Şimdilerde Rusya’yla yakınlaşma konuşuluyor ama bu yakınlaşma özür dileyerek olmaz. Rusya’ya yakınlaşmak ancak kapalı kapılar arkasında, Rusya’dan bir şey alıp Rusya’ya bir şey vermek ile olur. Siyaseten, gerçekten sonuç üretecek şekilde. Mesela Rusya’dan PYD’yi nasıl alırsınız? Rusya ile PYD’ye yapabileceğiniz bir operasyonun anlaşmasını nasıl yaparsınız? Bunları düşünmeliyiz. Budur Rusya ile yakınlaşmak.

Nedir bunu mümkün kılan?

Halep’in kuzeyi meselesini düşünürseniz, olabilecek şeylerdir bunlar. Ama ben meselenin özür çerçevesinde konuşulmaması gerektiğini düşünüyorum. Gerçek, somut bir pazarlığa oturtulursa ancak anlamlı olabilir. Öbür taraftan bizim hala Rusya’dan, Amerika’dan çok rahatsız olan bir İran seçeneğimiz var.

TÜRKİYE İRAN VE RUSYA İLE KONUŞMALI

Son haftalarda PKK’dan da rahatsız İran, PKK’nın İran kolu PJAK eylemlere başladı İran’da?

İran’la konuşmaya başlarsanız, Rusya da sizinle o kadar konuşur, siz ne kadar Rusya ile konuşursanız Amerika da sizinle o kadar konuşur. Yüksek retoriği bir kenara bırakıp somut sonuçlar üreten adımlar atmak gerek. Bazen risk almak, masayı ters çevirmek, ben yokum arkadaş diyebilmek gerekiyor. Amerikalılara “siz PYD’ye destek mi veriyorsunuz, biz de Rusya ile beraber PYD’nin alanına müdahil oluyoruz” diyebilmek, demek gerekiyor. Bunu Amerikalılara göstermek bile yeterli bir pazarlık olurdu.

RUSYA’YA AMERİKA İZİN VERDİ

Tüm bu süreçte Rusya, Suriye’ye girerken Amerika tarafından maliyetin kendisine ödetilmek istendiğini göremedi mi peki?

ABD, Rusya’ya müsaade etti Amerika’nın vuramadığı örgütleri vurması için. Rusya başından beri Lazkiye ve çevresini bırakmayacaktı. Orası tehlikeye düşmeye başlayınca, Amerika’dan da yeşil ışık alınca girdi. Amerika izin vermeseydi Rusya Suriye’ye giremezdi. Rusya girdikten sonra da Amerika istese de Rusya’yı Suriye’den çıkaramaz. Çünkü basit bir denklemi var Suriye’nin: Rusya nükleer güç. Girmeden engelleyebilirsiniz ama girdikten sonra çıkaramazsınız.

Ama Rusya açısından Suriye’ye girmenin maliyeti Rusya’nın planlarının üstünde olmadı mı? Amerika Rusya’yı Suriye’ye bilerek, rakibini zayıflatIP yormak için soktu denebilir mi?

Rakibi evet yoruyor, mesela Halep’e kadar gelmesine müsaade etti sonrasına izin vermiyor. Amerika aynı şeyi Türkiye’ye de yapıyor, müttefiklerine de yapıyor. Herkes birbirine yapıyor aslında. İran da PKK’ya destek vererek Türkiye’yi zayıflatmaya çalışıyor. Ama Amerika’nın yaptığı daha fazla. Amerika küresel bir güç çünkü, uluslararası operasyonlar yapan tek devlet. Küresel operasyon yapmak demek kaç tane nükleer füzeniz olursa olsun başka bir şey demektir. Yüksek teknoloji bir tek Amerika’da var. Bu gerçekliği tanımamız lazım. Dolayısıyla Suriye’de Amerika müsaade etmeseydi Rusya giremezdi.

ABD İÇİN TEK ÖNEMLİ ŞEY; ABD’NİN GÜVENDE OLMASIDIR

Amerika Rusya’ya neden müsaade etti?

Rusya ile çatışmaya devam ederken bu kitlenmişlik durumu devam etsin diye. Bu kitlenmiş devam ediyordu ama Amerika baktı ki Rusya çatır çatır devam ediyor. Halep’i de düşürürse resim değişir. Amerika’nın şu an Suriye’de savaş sonrasına dair bir planı hakikaten yok. Ama asıl plan zaten çözümsüzlük. Çatışma sürdükçe Amerikan ana karası da “güvendeyiz, dikkatimizi başka yerlere yönlendirebiliriz” diyor.

OBAMA POLİTİKASI YENİ BAŞKANLA DEĞİŞMEZ

Şu an önümüzdeki dönem için kıpırdanmalar olsa da bu sürdürülemez durum sürecek, öyle mi?

Evet çünkü bakın, ne Trump ne Clinton’ın herhangi bir planı yok Suriye’ye dair. İkisi de seçim kampanyasında Obama dönemini baş aşağı etmesi gerekirken Obama’yı Suriye’de başarısızlıkla suçlamıyor. Obama gelirken Bush’a karşı “vergi verenlerin parasını başka yerlere gömmeyin” diyordu Bugün Trump da aynı şeyi söylüyor. “Paramızı orada harcamayalım” diyor. Hem Amerikalıların böyle bir tutarlılığı vardır hem Obama politikası devlet düzeyinde kabul gördü. Pentagon’un hazırladığı dokümanlarda vardır, maliyetsiz dış politika meselesi ve devlet politikası haline dönüşmeye başladı.

PKK-PYD FIRAT’IN BATISINA GEÇEMEZ, DOĞUSU DA SORUNDUR

Suriye’deki durum değişti, PYD-PKK artık orada fiziken de var ve Türkiye’nin uyarılarına rağmen Amerika’nın gözetiminde Fırat’ın batısına da geçecek gibi?

Batısına geçemeyecekler. Böyle bir şey yok, geçmemesi lazım. Baştan beri Cenevre’yi ele alalım. Türkiye ile müzakerelerde bulunup, diplomatik ziyaretler yapıyorlar. Diyor ki “Cenevre’ye PYD’de gelsin”. Türkiye hayır diyor. Fakat onlar karşılığında ne diyor? “Gelsin bir şey olmaz, biz size yeni teknolojik silahlar veririz”. Çocuk mu kandırıyorsunuz? Böyle bir mantık var mı? Türkiye reddediyor ama öyle bir baskı var ki Türkiye’nin üzerinde 3-5 senedir. Her seferinde salam keser gibi ince ince, Türkiye’den biraz daha taviz koparıyorlar. Bu ilişki biçimi çok sorunludur. Türkiye’nin bu durumu bozması gerekiyor. Aslında sadece Fırat’ın batısı değil Fırat’ın doğusu da bizim için çok değerli.

ABD SURİYE’DE PKK DEVLETİ KURUYOR

Türkiye Fırat’ın doğusunun PYD-PKK’ya ait olduğunu kabullendi mi ki?

Bakın o resim hala ters çevrilebilir. Rusya ve İran ile ağlarımızı arttırarak bu resim tersine çevrilebilir ve Amerika’ya bunun bedeli ödetilir. Bu söylediğim şeylerin çok riskli ve maliyetli olduğunu kabul ediyorum fakat şimdi ki durum risksizmiş gibi görünmesine rağmen daha maliyetli ve uzun vadede canımızı yakacak şeylerdir.

Amerika Türkiye’nin sınırında bir PKK devleti mi oluşturuyor?

Nereye kadar götüreceğini veya ne istediğini bilmiyorum ama süreç oraya doğru gidiyor. Sürece kabaca gözlem üzerinden baktığımızda PKK-PYD bir siyasal varlık orada yaratılmak isteniyor. Ne kadar çok aktör varsa bölgede Amerika’nın o kadar işine geliyor, dolayısıyla bir KCK devleti kurulmasını da muhtemelen tercih ediyor Amerika. Bunu zorluyor.

PYD OPERASYON YAPMALI TÜRKİYE!

Bunu zorlarken PKK ile mücadele eden Türkiye’nin buna daha fazla tahammül göstermeyeceğini ve bu zorlamanın Türkiye’yi kopuş noktasına getireceğini değerlendiremiyor mu Amerika? Mesele tam da o! Çünkü Rusya’ya, İran’a, Mısır’a, İsrail’e karşı yalnız kalır Türkiye diye düşündüğü için terslik yapamayacağını düşünüyor ama artık bizim başka sorular sormamız gerekiyor. Bu soruların tam doğru sorular olması gerekmiyor. Amerika gelmiyor değil mi? Madem Amerika gelmiyor, hiç gelmeyecek o zaman neden biz PYD’ye operasyon yapamıyoruz? Bakalım bu durumda Amerika ne yapacak? O yoksa o zaman biz bir PYD operasyonu yapalım. Eğer yaptığımızda geliyorsa, buyursun gelsin o zaman. Bu tür spekülatif soruları sorabilmeliyiz çünkü ağır bir sıkışmışlık hali var. Ve her türlü sorunun sorulması gerekiyor çünkü hiç bir şartta gelmiyorsa PYD ile baş başa kaldık demektir.

PYD-PKK’YI BARZANİ’NİN KDP’SİNE BENZETMEK YANLIŞTIR

Spekülatif bir soru da şu olabilir, Türkiye ABD’ye rağmen herşeyi yıkıp PYD ile bir ilişki kurar mı?

Kuramaz. PYD Türkiye’nin müttefiki mi olacak? Mümkün değil. PYD’nin kimliğini oluşturan şey TC zıtlığıdır. Ontolojik varlık sebebidir.

Kuzey Irak’ta Barzani yönetimiyle yaşanan sürecin son hali üzerinden Kuzey Suriye için de bir benzerlik kuruluyor?

O tamamen yanlış bir analoji. Birincisi Barzani PKK’dan başka bir aktördür. PYD’de KCK’nın altındadır, organik olarak PKK ile aynı aktördür. İkincisi Barzani ile bugün böyle oluşumuz yarın böyle olacağımız anlamına gelmez. Barzani ile sabit bir ilişki yoktur. Barzani de çok mecbur kaldığı için bizimle beraber, yoksa karakaşımıza karagözümüze değil. “Bunlar bizim Türk kardeşlerimiz ya da Kürt kardeşlerimiz” diye değil. Arap kardeşlerimiz de var, Fars kardeşlerimiz de var.

PKK DA DAİŞ GİBİ IRAK’TAN SURİYE’YE GEÇTİ

Obama’nın Suriye özel temsilcisinin McGurk’un açıklaması vardı on gün önce; Kuzey Irak’tan Kuzey Suriye’ye insani yardım amaçlı kapılar açıldı, şeklinde. Barzani PYD ile işbirliğine mi giriyor?

PKK Kandil’den kalktı Suriye’ye gitti zaten, Suriye bütün terör örgütlerinin aktığı bir yer haline geldi. İŞİD Irak’ın Sünni şehirlerinde doğdu. Suriye’ye gitti. PKK da Suriye’ye gitti. beslenebilmesi için daha uygun bir zemine sahip çünkü Suriye.

AB TÜRKİYE’Yİ İSTEMİYOR, BU AÇIK

AB’ye geçelim. İngiltere’de referandumdan AB’den ayrılma kararı çıktı. Türkiye AB’den kopuşun gerekçesi yapılınca Cumhurbaşkanı Erdoğan da “gerekirse biz de referanduma gideriz” dedi. Taktik mi gerçek mi bu açıklama?

Bazı şeyleri açık konuşmak lazım. AB’de bizi aldatmaya çalışıyor. Vizesiz kabul antlaşması mesela, Türkiye’deki şartları göz önüne alarak Davutoğlu’na destek gibi küçük uyanıklıklar yapıyordu Avrupa. Net bir şekilde şunu görmemiz lazım, onlar hakikaten Türkiye’yi AB’de görmek istemiyorlar. Nedir AB’nin katılım şartı? Üç tane kriter var, Bulgaristan tamamlıyor, Türkiye tamamlamıyor mu? Bunlar hikâye. Vizesiz seyahat en önemli meseleydi, Türkiye’yi ilgilendiren aslında başka anlaşmalar da var onunla birlikte. Haziran’a doğru AB, bizi demokratik olmamakla suçlar diye bekliyordum. Almanya‘da Ermeni soykırım tasarısından tutun da, terörle mücadeleye kadar, aynen öyle oldu. AB’den gelen ifadeler bu ilişkiyi koparmaya yönelik. İnatçı bir Türkiye Avrupa’yı çok rahatsız ediyor. İlişkiyi koparmadan, “iyi o zaman, ben de şunu yaparım, bekliyorum burada” diyen Türkiye Avrupa’yı rahatsız ediyor. Türkiye “lanet olsun ben gidiyorum” deseydi, Avrupa’nın işine gelecekti.

AMERİKA’NIN ÇEKİLİŞİ AB’Yİ ETKİLEDİ

AB projesinin tükendiği, birliğin dağılacağı öngörüleri var?

Amerika’nın Ortadoğu’dan çekilmesi değil sadece Amerika’nın dünyadan çekilmesi durumu var burada. Bu durum sadece Ortadoğu’yu değil, Avrupa’yı da etkiledi. Almanya’nın Rusya’yla sorunu, Fransa’nın Ortadoğu politikası gibi, AB’de birbiriyle sorun yaşamaya başladı. Ama Avrupa’da istikrarın tarihi daha eski olduğu için AB’yi mümkün kılan şey Almanların, Fransızların birbirlerini çok sevmesi değildir, Almanya’nın Amerikan işgali altında olmasıdır. Soğuk savaş boyunca Avrupa Birliğini yükselten şey, Almanya’nın işgal altında olmasaydı. Fransa 1950’lerde Almanya’dan korkardı. Fransa’nın 2008’de yazdığı güvenlik belgesiyle 2013’te yazdığı güvenlik belgesi aynı değil. 2009 yılı itibari ile Fransa NATO’ya üye oldu. Çünkü Fransa için AB Projesi bitti.

ÇATIŞMA, GERGİNLİK VE REKABET DÖNEMİ GELİYOR

Türkiye’nin AB’ye girme konusunda hevesi kalmadı. Yorgunluktan çok AB idealinin gevşemesi dolayısıyla Türkiye’nin de bu istekten uzaklaşması süreci mi yaşıyoruz?

Ama bambaşka bir resim çıkar, AB için Türkiye değerlenir. Ama dünyada güç kenara doğru gittikçe uluslararası örgütlerin işe yaramasını beklememek lazım. AB’nin devletler arası sıcak ilişkiyi kontrol etmesini beklememek lazım. İkilemlerin arttığı bir dönemdeyiz, çatışmalı, gergin, rekabetçi ilişkiler dönemindeyiz. O yüzden Arap Baharına ne neden olduysa İngiltere’nin çıkışına da o neden oldu.

YENİ BAŞBAKAN YENİ DÖNEM İÇİN AVANTAJ

Bu gidişatta hiçbir şey statik değil ve bu değişkenliğe Türkiye’nin de kendini ayarlaması gerekiyor?


Başbakan Binali Yıldırım’ın söylediği şey yeni bir başlangıç. Başbakan ve hükümet değişti, Türkiye, yeni atacağı adımlara da bir meşruiyet kazandırmış oldu. Dersiniz ki “Rusya ile şöyle mi olmuştu, bunu bir oturalım konuşalım tekrar”. Dolayısıyla Türkiye’nin yeni bir vizyon belirlemesi için uygun bir zamandayız. Daha somut hedeflere yönelen ve yeni dönemin şartları göz önünde bulundurulan bir vizyon. Dikkat edin çok iyiydik, ortak bakanlar kurulu toplantısı yapıyorduk, konsolosluklar açıyorduk, Nijer de kuyu açıyorduk, İran’la süperdik, Suriye ile süperdik. Ne geçti elimize, ona bakmak lazım.

TÜRKİYE REEL SOMUT SİYASETE ODAKLANMALI

Uzun vadede getirisi olmayacak mı bu politakanın?

Uluslararası ilişkilerde uzun vadeli hesap yok. Bugün ne alıp veriyorsanız odur, hiç bir uluslararası aktör, uzun vadeli hesap yapmaz. 
Nüfuz artırmak güç artırmak demek değildir. Benim size güç kullanamadan bir şeyi yaptırabilme kabiliyetimdir. Bunun sahada bir gerçekliği yok. 
Esed üzerinde nüfuzunuz olabilir ama deseniz ki “görevden ayrıl”, ayrılır mı sizce? İran üzerinde nüfuzunuz olabilir, ama dersiniz ki nükleer silahları bırak, 
niye bıraksın. Patinaj budur. Nüfuz artırmak pozitif ve somut sonuçlar üretmeyen bir durum. Nüfuz artırmak uluslararası alanda en büyük tuzaktır, gereksiz yere düşman biriktirmek demektir. Ben sizin üzerinizde nüfuzumu artırıyorsam, bir başkası bana düşman oluyor, ben nüfuz artırırken de sizden hiç bir şey elde etmiyorum. Yarın beni satarsınız. Ama onun düşmanlığını elde etmiş olurum. Bir konsolosluk açmaya harcadığınız para, o ülke ile yaptığınız dış ticaretten daha yüksekse zarardasınız demektir. Bunun arkasında ilkeler var kardeşlik var o da başka bir hikâye. Türkiye’nin daha reel somut yerlere odaklanması gerekiyor.

DIŞ POLİTİKADA DAVUTOĞLU DÖNEMİ KAPANACAK

Bahşettiğiniz vizyoner dış politika dönemi Davutoğlu dönemine denk geliyor, bu politika ona mı aitti?

Tabi ki Davutoğlu’nun dış politika vizyonuydu bu. Davutoğlu’nun danışman ve bakan olarak da geniş yetkileri vardı. Uygulanışta belki ufak farklılıklar vardır ama bu Davutoğlu’nun vizyonudur diyebiliriz.

Sonuçta o yetkiyi veren bir irade var ama?

Demokrasilerde bunun kuralı bellidir, siz danışman ya da bakana yetki verirsiniz ama hesabı lider veya parti öder. Halk bunu ağır bir hesap olarak düşünmüyor demek ki, bundan memnun ama biz dış politika olarak böyle olmasa, şöyle olsa deme özgürlüğüne sahibiz. Onu da liderler değerlendirecektir.

O zaman başbakan değişiminde dış politika değişikliği zarureti de vardı öyle mi?

Liderler dış politikayı ve uluslararası sistemi şekillendiriyormuş gibi düşünülür ama aslında uluslararası sistem liderleri şekillendirir. 1870’lerde muazzam dış politika takip eden, yeni dönemde Almanya’yı güçlendiren Bismarck, Almanya güçlendikten sonra Almanya’nın başında duramazdı. Yeni sistem, yeni lider talep etti ve Bismarck ne kadar başarılı bir stratejisyen olursa olsun ikinci Wilhelm’e karşı iktidarını kaybetti. Dolayısıyla uluslararası sistem, kimin geleceğini, içerde bile kimin seçileceğini ciddi anlamda etkiler. Tek belirleyendir demiyorum ama ciddi anlamda etkiler. Dolayısıyla yeni şartlar, yeni vizyon gerektiriyor zaten. Dolayısıyla o vizyon var mı yok mu ayrı bir tartışma ama yeni dönemin vizyonu bu değil.

Uluslararası sistem Erdoğan’ı hedef alıyor ve Erdoğansız Türkiye hayal ediyor. Tam da bu dönemde Avrupa’yla Davutoğlu’nun, Amerika’yla Davutoğlu’nun, Almanya’yla Davutoğlu’nun,Erdoğan’ı dışarıda tutacak şekilde kurmaya çalıştığı bir süreç vardı. Bunu nasıl yorumlamak lazım?

En prestijli organlar bile açıktan Erdoğan düşmanlığı yapıyor. New York Times, The Guardian gibi yayınlar zaten yapıyorlardı ama Foreign Policy, Foreign Affairs gibi altı ayda bir çıkan yarı akademik dergilerde bile ‘Erdoğan sorunuyla nasıl ilgilenmeliyiz’ diye saçma sapan yazılar çıkıyor. Öyle bir düşmanlık var ki bu kadar üst düzey bir dergi bile kinini kontrol edemiyor. Çünkü Erdoğan’dan rahatsızlar. Bu sebeple, bunun adı Ahmet Davutoğlu olmuş,  Abdullah Gül olmuş,  Kemal Kılıçdaroğlu olmuş çok da önemli değil. Kiminle işbirliği içinde olabilecekse onunla olmak istiyor. Çünkü Erdoğan’ı göndermek istiyorlar.Gerisini düşünmüyorlar. Dolayısıyla böyle Erdoğan’a rakip olabilecek her türlü aktöre destek sunulabileceğini bilmek lazım.

Erdoğan’ı açıkça hedef alan bir küresel sistem var, evet. Ama Erdoğan seçilip yetkilendirilmiş ve halkın arkasında durduğu meşru bir lider. Bu hedef alış ne kadar daha böyle sürdürülebilir?

Çok sürdürülemez miş gibi duruyor ama 3-5 senedir de sürüyor bu ilişki biçimi. Bugün onu konuştuk yani Türkiye,  PYD’ye karşı bir operasyon yaparsa  Amerika ne yapar. Cumhurbaşkanı’nın ailevi konuşmalarını basına mı sızdırır? Gezi parkında olay mı  düzenler? HDP’ye, PYD’ye destek mi verir? Ne yapar yani, daha fazla ne yapsın. Biz bunların hepsini gördük. Görmediğimiz bir şey kaldı mı? Çıkıp suikast mı düzenleyecekler? Buraya kadar mıdır? Amerika neyi  yapmadı ki şimdiye kadar neden korkacağız ki daha fazla? Bunu da düşünmemiz lazım. Bu çok fazla, bazı şeyleri göz ardı eden cesur bir değerlendirme olabilir ama diğer taraftan da neyi yaptıysa da Erdoğan’ı  daha fazla güçlendirmekten başka bir sonuç almadı. Bu çok sinir bozucudur. Gezi olayları, paralel olayları falan olmasaydı Tayyip Erdoğan bu kadar tek başına bir lider olarak çıkar mıydı ortaya? Parti ilk ortaya çıktığında 4-5 kişiden bahsediliyor ama şimdi bütün dikkat ve tek bahsedilen bütün odak nokta oraya yönlendirilince o da bir lider olarak rolünü iyi oynadı ve kendisini vazgeçilmez bir lider haline getirdi ve dolayısıyla size sıkıcı gelebilir ama  sizin de bunda ciddi bir payınız var. 
Bu sürdürülebilir mi? Ben  3-4 senede sürdürülemeyeceğini düşünmüştüm ama bir taraf yıkmaya çalışmaktan vazgeçmedi, bir tarafta yıkılmamaktan vazgeçmedi. Bu yüzden sürdü. Nereye kadar sürer? Emin olun bilmiyorum ama burada daha fazla yapılabilecek bir şey kaldığını da düşünmüyorum her şey denendi. Belki bir gün uluslararası sistemde bir dönüşüm olur ve Erdoğan çok tercih edilebilir. Tarih bunların hepsini bize gösterdi.

[Röportaj: Fadime Özkan]
[Star, 27 Haziran 2016]

https://www.setav.org/abd-suriyede-pkk-devleti-kuruyor/


***

ABD Suriyede PKK Devleti Kuruyor., BÖLÜM 1



ABD Suriyede PKK Devleti Kuruyor., 
BÖLÜM 1


Hasan B. Yalçın,
27 Haziran 2016



Bush döneminde çok agresif, tek taraflı ve sert bir şekilde girilen Ortadoğu'da Amerika bugün bu maliyeti başkalarının üzerine yıkmaya çalışıyor.

Başbakan Binali Yıldırım “daha az düşman, daha çok dost” sözü, iç siyaset kadar dış politikada değişimin parolası olarak da yorumlandı. Öte yandan PKKilişkileri nedeniyle Türkiye-ABD ilişkileri, üyelik ve mülteci ikircikliği nedeniyle Türkiye-AB ilişkileri gergin. Bu esnada Türkiye ilişkisiz olduğu Rusya ve İsrail ile konuşma halinde. Ne oluyor, yeni bir dönemin eşiğinde miyiz?

Türkiye’nin son on yılına bir dış politika vizyonu damgasını vurdu. İnsanlar bunu farklı biçimlerde değerlendiriyor. Kimisi sıfır sorun politikası, kimisi komşularla iyi geçinme politikası, kimisi ekonomik entegrasyon dedi. Planlanan bir dış politikadır diyen de oldu, yeni Osmanlıcılık diyen de, eksen kayması diyen de. Bütün halinde baktığınızda ortada bir vizyon vardı. Ortadoğu’da Türkiye’yi daha merkezi bir aktör yapmaya yönelik ve odağını oldukça geniş tutan, bunun için de mesela diplomasiyi, karşılıklı ziyaretleri, ekonomik ilişkileri tercih eden ve ağları geliştirmeye çalışan bir vizyondu. Türkiye’nin nüfuz alanını genişletmeye çalışan bir dış politika perspektifi vardı. Bunun 2010-2011 yılına kadar çok sorunsuzca işlediğini gördük. Afrika açılımından, yeni konsolosluklar açmaktan, THY ile o taraflara açılmaktan, TİKA, Yurtdışı Türkler Başkanlığı ile yapılan açılımlara kadar Türkiye’nin yeni bir söylem, yeni bir dış politika perspektifi geliştirdiğini ve demokratikleşme söylemleriyle de bir çok ülkeye de örnek teşkil edebileceğine dair çok okuma vardır.

TÜRKİYE DIŞ POLİTİKASINI TIKAYAN ARAP BAHARI DEĞİL

Türkiye’nin bu vizyonu Arap Baharı ile mi sonlandı?

Bunun sonunu Arap Baharının getirdiğiyle ilgili okumaya kesinlikle katılmıyorum.

Arap Baharını Türkiye’nin bu vizyonu mu tetikledi peki?

Hayır, o da değil bence. Aslında benim bu ikisine de dair söyleyeceğim şey, bir üçüncü sebep. Aslında Arap Baharını tetikleyen şey de, Türkiye’nin o vizyonu sürdüremeyip bir dış politika tıkanıklığına girmesine sebep de çok basit bir uluslararası denklemdir. Uluslararası ilişkiler çalışanları için çok bilinip en fazla söylenilen şeydir ama günlük meseleleri yorumlarken de en fazla unutulan şeydir.

AMERİKA’NIN HEGEMONİK İSTİKRARI SAYESİNDE

Nedir?
Mesele basitçe “hegemonik istikrar” kavramında gizlidir. Ortadoğu’da 2003’den 2010’a kadar bir Amerikan hegemonyası vardı. Amerika bir mahallenin kabadayısı gibi, o mahallenin en merkezi yerinde olduğu için diğer ülkeler birbirlerinden güvenlik tehditleri hissetmiyorlardı. Sistem istikrarlıydı. Mahallenin bir kabadayısı var ve o diğerleri onu sevmese de sataşmaya cesaret gösteremez. Ama İran ile Türkiye, Türkiye ile Suriye, Suriye ile Suudi Arabistan, Suudi Arabistan ile Mısır birbirlerinden de güvenlik tehdidi hissetmezler bu sayede. Dolayısıyla 2003-2010 arasında Türkiye’nin o açılımlarını yapabilmesini sağlayan şey aslında Amerika’nın bizim Ortadoğulular olarak hiç istemediğimiz bölgedeki Amerikan varlığıydı.

AMERİKA BÖLGEDEN AYRILDI, ORTADOĞU KARIŞTI

Ama mahalleyi de o kabadayı mahvetti?

Evet Irak’ta milyonarca insanın hayatına mal oluyor, bölgeyi karıştırıyor, sorunlar çıkartıyor. Demokratikleşme olacaktıysa bile ket vuruyor, terörü bölgeye taşıyor. Yan etki olarak da devletlerarası ilişkilerin daha istikrarlı yürümesine sebep oluyor. Uluslararası istikrar denilen bu kamu faydasını Amerika ürettiği ve maliyetine Amerika katlandığı, diğer ülkeler de böyle bir güvenlikçi maliyet üstlenmek zorunda olmadıkları için, kendileri başka alanlara yatırım yapabiliyorlardı. Asıl mesele buydu. Amerika’nın 2010-2011 Irak’tan çekilmesinin ardından sistem çöktü. Ondan önce bu sayede İran’nın nükleer müzakerelerinde İran’la beraber Amerika’ya karşı oy kullanabilirsiniz. Ama Amerika’nın gittiği günün ertesinde Kürecik’e kalkan koydurursunuz. Öncesinde Suriye’de ortak bakanlar kurulu toplantısı yaparken sonrasında Suriye’de olaylar depreştiğinde, biz bir tarafı tutalım çünkü işin sonu karmaşaya gider, güvenlik tehdidi olmasın, diye davranmaya başlarsınız. Dolayısıyla o güvenlik maliyetini kendiniz üstlenmek zorunda olduğunuz için güvenliğinizi artırmaya çalışırsınız. Diğer taraf da güvenliğini artırmaya çalışır. Sizin artmış güvenliğiniz diğer taraf için güvensizliktir. Dolayısıyla bu bir spiral, kendi kendini yaratır. Bir güvensizlik ortamı kendi kendine doğar.

SURİYE TÜRKİYE YÜZÜNDEN Mİ BU HALDE?

2011 sonrasında bölgenin durumuna dair Türkiye’de yapılan siyasi okumalardan biri şunu iddia eder: “Suriye’nin bu halde olmasının sebebi Türkiye’nin yanlış dış politikasıdır”?

Çok ideolojik bir okuma bu. Birilerinin birilerini suçlamak, muhalefet yapmak için yaptığı bir okumadır. Halbuki net: Sistemden Amerika çekildiği için bu oldu. Türkiye’nin bu kadar uluslararası bir sistemi etkileyebilecek, bozabilecek bir etkisi yok, çarpan etkisi de yok. Türkiye’nin kendince öncelikleri var ve o öncelikleri takip ediyor. O dönemlerde Türkiye çok daha geniş bir perspektiften takip ediyordu bunu. Ama artık güvenlikçi söylemlerinin arttığı yeni dönemde Türkiye o tür bir ajanda takip edemez. Ama Suriye savaşının erken döneminde hala o ajandayı takip etmek gibi bir sorun vardı.

BÖLGEDE DEMOKRATİK TALEP HİLALİ DÜŞÜRÜLDÜ

Peki neden takip etti, adapte mi olamadı Türkiye yeni duruma?

Yani şöyle olur, sistem dönüşür ona devletlerin ayak uydurması biraz zaman alır. Mesela Suriye’de çatışmalar başladığında Türkiye’nin ilk pozisyonu demokratikleşme taraftarıydı. Büyük kitlelerin talepleri iktidara gelsin, Suriye’ de dönüşüm yaşansın. O dönemi hatırlayın. Arap Baharının başladığı Tunus düşüyor, Mısır düşüyor, Libya düşüyor, hepsi bir bir düşüyor. Türkiye’den Tunus’a kadar bir hilal kuruldu. O zincirin son halkası Suriye idi. Eğer Suriye de demokratikleşme tarafına düşmüş olsaydı bütün resim Türkiye lehine çok ciddi anlamda dönüşmüş olacaktı. Ama sonra ne oldu? Bunun birileri için çok ciddi bir sorun olduğu düşünüldüğü için Mısır’da Mursi indirildi, Sisi’nin yolu açıldı. Libya ikiye bölündü, Suriye iç savaşa gark edildi, Yemen karmakarışık bir hale geldi. Yani bütün o devrim denilenler tersine döndü, ki devrim değildi.

YİNE, YENİDEN “BÖL PARÇALA YÖNET”

Arap Baharındaki siyasi değişimler devrim değilse neydi?

Mursi nasıl geldiyse öyle gitti aslında. Mursi’nin gelmesini sağlayan sokak hareketleri yürüyor, Mübarek gitmeli fikri batı kamuoylarında dillendiriliyordu. Fakat sonra Mursi ve benzerlerinin iktidara gelmesi ciddi sorun olarak görüldü. Refah sınır kapısının falan açılıvermesi kaldırılabilecek sonuçlar değildi. Çok ileri gidiyor, bu olmamalı dendi. Bütün bölge tek bir tarafa verilmemeli dendiği andan itibaren de İran ve Rusya’nın önü açıldı bölgede. Sisi’nin önü açıldı, Gannuşi’nin kolu kanadı kırıldı. Aslında yapılan şey tipik bir “böl parçala yönet”tir. Yeni aktörleri devreye sokarak bir mücadele alanı yaratılmasıdır. Bunun öyle bir yerlerde Masonik kafalarla, külahlar giyerek, gizli yeminler edilerek yapması gerekmiyor. Çok basit bir şekilde yaparsınız. Amerika, Mısır’da Sisi darbesi gerçekleşmeye başladığında üç gün konuşmayıp dördüncü gün “Mısır’ın istikrarı için gereklidir” diyorsa darbeye hem meşruiyet hem destek sağlamıştır. Bu bile o ordunun darbeyi gerçekleştirmesi için yeterli sebeptir.

FACEBOOK’LA, TWİTTER’LA DEVRİM OLSAYDI TÜRKİYE’DE OLURDU

Bu destek sadece bir kaç cümleyle sınırlı mıdır yoksa bizatihi bir el işlemiştir?

Gizli istihbaratlar neler yapar, sahada ne kadar destek sağlanır bilemem ama Bin Ali neden gitti Tunus’tan? Gitmezdi oysa. Arap sokaklarında ilk defa bir genç kendini yakmadı. Arap sokakları, ilk defa isyan etmedi. Facebook etkisi diyorlar. Facebook vb. şeylerin devrim getirmediğine en güzel örnek Türkiye Gezi örneğidir. Facebook, Twitter’la devrim ayaklanma falan olmaz. Onlar hikâyedir. Bin Ali’nin Tunus’tan çıkmasını sağlayan nedir? Bin Ali her zaman ki gibi askeri sokağa çıkarır, bir kaç insan öldürür ve sokak hareketlerini yani değişimi engellerdi. Ama Obama arayıp da “kusura bakma arkadaş, askeri sokağa çıkaramazsın” dediğinin ertesi günü Bin Ali Suudi Arabistan’a kaçtı. Mısır’da orduya Mübarek’in yanında olmayacaksın dendiği anda Mübarek develi adamlara mahkûm kalır. Hepsini gördük. İşte Libya’da hükümeti deviremeyince Gidip Tobruk’ta yeni hükümet kurdular.

BUSH DA OBAMA DA AYNI POLİTİKAYI GÜTTÜ

Bütün bu müdahalelerin sahibinin Amerika olduğunu mu anlıyoruz buradan?

Bakın Obama yönetiminin takip ettiği bir dış politika var. O dış politika Bush dönemini baş aşağı etmeye yönelik. Bush döneminde çok agresif, tek taraflı ve sert bir şekilde girilen Ortadoğu’da Amerika bugün bu maliyeti başkalarının üzerine yıkmaya çalışıyor. İkisi de aynı derecede agresif dış politikadır ama. Sadece stilleri, tarzları farklıdır. Bush’un stili askeri yöntemler kullanarak, önleyici müdahale ile, Obama’nınkisi ise beleşçilik de denebilecek “mevzilenme stratejisi”dir. Suriye’de İran’ın karşısına çıkma görevini Türkiye’nin ve Suudi Arabistan’ın üzerine atarsanız, Rusya’nın karşısına çıkma görevini Türkiye’nin üstüne atarsanız bunlar birbirini yerken siz de kenarda güçlenirsiniz.

TÜM TERÖR ÖRGÜTLERİNİ SURİYE’DE TOPLADILAR

Hem sizin dediğiniz olur hem de taş atıp eliniz yorulmaz?

Kesinlikle. Cenevre benzeri toplantılarda Amerika hep kenarda. Bakın Amerika, Suriye gibi bir ortamı Irakta yaşatabilmek, yani dünyanın dört bir tarafındaki terörist örgütleri bir noktaya toparlayabilmek için milyarlarca dolar harcadı. Irak’ta bunu yaptılar ve Irak’ı istikrarsızlaştırdalar. Bütün terör örgütleri oraya toplandı. Çeçenistan’daki cihatçı örgütlerin hepsi Irak’a gelmişti. Şimdi nereye geldi? Hepsi Suriye’de! Neden? Orası artık bir terör cenneti. O terör cennetinde kimler savaşıyor? Hizbullah ile DAEŞ. Hizbullah ile Nusra. Bunlar birbirleri ile savaşmasa kimle savaşacak? Amerika ile Batı ile savaşacaklar.

BATIDA TERÖR BATI İÇİN KATLANILABİLİR BİR MALİYET

Bumerang kendilerine de dönüyor ama?

Bu katlanabilir bir maliyettir, Batılılar açısından. Ama neticede bütün terör örgütlerinin bugün Suriye’de birbirini katlediyor olması ve Amerika’nın rakibi sayılabilecek bütün devletlerin birbirlerini dengeleyerek Amerika’yı rahat bırakması gibi bir durum yaşanıyor.

AMERİKA KENARA BİLEREK ÇEKİLDİ

Amerika açısından bakıldığında Obama siyaseti Bush siyasetinden daha akıllıca o halde?

Tabi canım kendi adına çok daha agresif, çok daha başarılıdır. Obama’nın izolasyoncu olması, mevzilenme stratejisi yeni bir strateji değil aslında. Amerikalıların yüzyıllardır hep bildikleri dile getirdikleri yöntemlerden biridir. Çünkü Amerika etrafı okyanuslarla çevrili, güvenli bir bölgededir, dolayısıyla ulusal güvenliği tehlikede değildir. Amerika için asıl sorun uluslararası güvenliği nasıl sağlayacağız meselesidir. Doğrudan müdahil olarak mı, Amerika’nın üstünlüğünü her yerde tek taraflı güçle göstererek mi? Bu Bush sitili. Yoksa uluslararası kurumları kullanarak daha tilkice bir meşruiyet zemininde işleri yöneterek mi? Yoksa seçici angajman denilen sadece gerekli yerleri, Basra Körfezindeki petrol yatakları, Filipinler’deki geçiş hatları, Panama’daki bilmem neyi gibi noktasal operasyonlarla mı? Yoksa Obama’nın yaptığı gibi Amerika’nın tamamen kenara çekilip herkesin birbirlerini dengelediği bir sistemle mi?

ABD’DE DEMOKRAT BAŞKAN TÜRKİYE İÇİN DERT DEMEK

Obama ilk geldiğinde, ABD Bush dönemine göre tüm bu coğrafyaya Ortadoğu’ya daha ılımlı yaklaşacak, köklerinde Müslümanlık var dendi. Yurt dışı ziyaretlerine ilk Türkiye ve Mısır’labaşlaması buna yoruldu vs. Ama böyle olmayınca da giderayak “Obama bir hayal kırıklığı” deniyor. Fazla naif ve gerçeklerden uzak mı buluyorsunuz bu bakışı?

İnsanlar bunu nasıl üretiyor, bilmiyorum. Ama Obama’nın Ortadoğu’ya barış ve istikrar getirmek diye bir derdi yok. Amerikalıların genelde şöyle bir anlayışı vardır. Bunlar bizim gibi demokratik değerleri, liberal değerleri özümsemedikleri için kavga ediyorlar. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Amerikalıların Avrupalılara dair de böyle bir düşüncesi vardı. Bugün Ortadoğululara dair düşünceleri budur. Demokratikleşirlerse barışı sağlayacak, daha ılımlaşacaklar ve barış olacak. Buna inanmış, ılımlı muhalefetin yolunu açmış olabilirler erken dönemde ama beklenen sonuçların doğmadığını gördüğü anda da Obama yönetimiyle bunun yolunu kapadılar. Amerika’da ne zaman bir demokrat iktidara gelse Türkiye’nin başı belaya girer. Ne zaman bir Cumhuriyetçi gelse Türkiye’nin önü açılır. Genelde böyledir. Biz de genelde söylemleri daha hoş, barışçıl diye demokratları severiz.

YENİ BAŞKANLA HİÇ BİR ŞEY DEĞİŞMEZ

Peki, yeni başkan ile birlikte Obama siyaseti değişecek mi? Tramp ya da Clinton’a göre?

Çok beklememek lazım. Trump gibi yarım akıllı biri bile gelse Amerikan başkanları dış politikada çok etkilidir. Yetkileri vardır. Kendi rengini koyar, ekipleri koyar politikaya. Ama Soğuk Savaşın bittiği günden bu yana bütün Amerikan başkanlarının dış politikalarındaki ortak özellikler çıkartılabilir. Ortak özellikleri farklılıklarından fazladır. Neyi kastediyorum? Hepsi agresiftir, hepsi Soğuk Savaş döneminde olduğundan çok daha fazla dünyaya şekil vermeye yöneliktir. Clinton döneminde biraz daha gitgel ile olmuştur bu. Somali’ye git gel, Kosova’ya git gel, Bosna’ya git gel. Baba Bush döneminde yeni dünya düzenidir. Yeni dünya düzeni diye git işgal et ile. Oğul Bush döneminde git vur dönüştür şeklinde. Obama döneminde ise sert bir Amerika’nın gücünü artırmak, başkalarının güçsüzleştirmek şeklinde. Temel fikir bu olduğu için aslında her biri agresif politikadır.

AMERİKA’NIN DEMOKRASİ EŞİĞİ

Agresif olmayan Amerikan politikası nedir?

Mesela Soğuk Savaş boyunca Amerika’nın kullandığı strateji dengeleme stratejisidir. Sovyetlerdeki gücü kes, soğuk savaş sonrası dönüştür. 1970’lerde yumuşama döneminde de silahlanmayı engelle, karşı tarafı böl, kendini güçlendir değil, karşıyı zayıflat. Soğuk Savaş sonrası bütün ortak özellikleri, sistemin güç dağılımıyla alakalı. Tarz farklılıkları hepsinde var ama. Birisi tek taraflılığı, birisi çok taraflılığı ön planda tutarak yapar. Ama demokrasiye inanırlar. Demokrasiye de bir yere kadar inanırlar. Hamas geliyorsa inanmazlar mesela. Hamas iktidara geliyorsa o demokrasi değildir onlar göre.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

3 Kasım 2018 Cumartesi

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 9

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 9



 26.02.2011: SANIK: MUSTAFA KEMAL'İ KULLANIN, KİMSE KARŞI DURAMAZ!:

 Ergenekon sanıklarının Atatürk'ün ardına saklanarak savunma yapma çabaları iyice dikkat çekti. Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin ajandasındaki el yazılı notlardan biri de buydu: 'Mustafa Kemal'i kullanın, ona kimse karşı duramaz.' Çelebi, mahkemedeki savunmasında ajandasındaki stratejiyi bire bir uyguluyor. Terör örgütüne üye olmakla suçlanan sanık, savunmasında sürekli Mustafa Kemal'in askeri olduğunu anlatıyor. Diğer bir Ergenekon sanığı yarbay Mustafa Dönmez de birkaç gün önceki duruşmada, 'Suçum, Mustafa Kemal'in yolunda olmaktır!' demişti.

 28.02.2011: Silahlı saldırı: Hedef Balyoz hakimi mi?:

Balyoz davasına bakan hakim ve savcılarla aynı sitede oturan İstanbul Bölge İdare Mahkemesi hakimi E.A.'nın otomobiline uzun namlulu silahla ateş açıldığı ortaya çıktı. Otomobilin sağ arka kapısında mermi çekirdeği bulunan Hakim E.A., 'Otomobilim Balyoz hakimi Ali Efendi Peksak'ın aracı ile aynı renk ve modelde. Büyük ihtimal benim aracımı Balyoz hakiminin aracı zannedip ateş açtılar' dedi. Olay Ergenekon'un henüz tespit edilemeyen idhar (yedek) kadrolarını akla getirdi.

 05.03.2011: Odatv'cilerin 'itiraf' korkusu:

Oda TV'de yapılan aramalarda ele geçirilen belgeler, Soner Yalçın ve ekibinin sadece gazetecilik yapmadığı yönündeki görüşleri destekler nitelikte. Belgelerden birinde Ergenekon sanıklarıyla ilgili tutulan notlar yer alıyor. Ergenekon sanıklarının itiraflarda bulunmaması için bazı önlemler alınmış. İşte o notlardan çarpıcı başlıklar: 'Sanıklardan bazıları çok şey biliyor. Bir itiraf furyası başlarsa bütün kategoriler aynı anda çöker. Bu nokta çok ciddi, daha önce de aktardık.'

 07.03.2011: Karanlık odada medya yapılanması:

Soner Yalçın'ın sahibi olduğu Odatv'ye yönelik Ergenekon operasyonunda ele geçirilen 'Ulusal Medya 2010' isimli belge yasadışı derin yapılanmaların medyayı şekillendirmek için planlama yaptığını ortaya koydu. Belgede Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmaların boşa çıkarılması için medyada yapılması gerekenler bir bir anlatıldı.

09.03.2011: Medya büyükanıtları: Gerçekten tanır mısınız?:

Gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınmasına ilk andan itibaren bir takım medyada gösterilen tepkiler. İki hafta boyunca yürütülen ve demokrat bazı gazetecilerin de şaşırtıcı şekilde alet olduğu kamuoyunu yanıltma girişimleri dikkat çekti.

 17.03.2011: Erzincan köylerindeki silahların sırrı çözülüyor:

1993'te Alevi-Sünni çatışması için Erzincan'da köylülere dağıtılan silahlarla ilgili önemli belgelere ulaşıldı. Dönemin Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in 2009'da başlatılan soruşturmayı nasıl yürüttüğünü gösteren belgelere göre, dosya terör suçu yerine Ateşli Silahlar Yasası kapsamına alınmış. Cihaner, olayın özel yetkili savcıya bildirilmemesi için talimat vermiş. Mühimmatta 3 LAW ve bombalar da var.

 18.03.2011: Avukattan duruşmada inanılmaz CD tezgahı:

Balyoz davasında şok bir gelişme yaşandı. Sanıklardan Çetin Doğan’ın avukatı Hüseyin Ersöz, savunmasını sunduğu sırada talebi üzerine mahkeme duruşmaya ara verdi. Mahkeme heyetinin duruşma salonundan çıkmasından sonra hakimlerin görülen davayla ilgili klasörleri ve şahsi bilgisayarları kürsüde olmasına rağmen, avukat Ersöz kürsüdeki telefonun altına gizlice CD yerleştirdi. Duruşmaya yeniden başlanıldığında da söz alan avukat Ersöz, savunmasına bir mizansen ile devam edeceğini bildirerek, "Kürsüdeki telefonun altında bir CD var. Bu CD’nin oradan alınıp bilgisayara takılmasını talep ediyorum" şeklinde beyanda bulundu. Avukat Hüseyin Ersöz, "Beşiktaş adliyesinde bir savcı bana bir bilgi verdi. Sizin hakkınızda belgeler verdi, açıklamalar yaptı. Bunlar da CD'de yer alıyor. Sizin şu anda masanın üzerinde beyaz bir dosya varsayalım. CD bu dosyanın altında." dedi. Avukat Ersöz, daha sonra da duruşma mübaşiri Aydın Arslan'dan bu CD'yi almasını istedi. Hüseyin Ersöz daha sonra da bizzat kendisi heyetin oturduğu kürsüden beyaz bir dosyadan CD'yi çıkardı. Ersöz CD'yi Mahkeme başkanı Diken'e, bilgisayarına takması için uzattı. Ancak Başkan Diken CD'yi Ersözün kendi bilgisayarına takmasını söyledi. Ersöz, bilgisayarına taktığı CD içerisinde "Sayın başkan", "Zamanın ötesinden gelenler", "Ömer" ve "Aliefendi" adlı dosyalar olduğunu gösterdi. Ersöz, "Sayın başkan" klasörünün 2003 yılında oluşturulduğunu, diğer belgelerin hepsinin de 5.03.2003 tarihinde oluşturulduğu gösterdi. Ersöz, "Bunu içinde de mahkemenin aldığı kararların hükümet tarafından ve bazı medya organlarında olumlu karşılandığını belirten bir sayfalık metin yer alıyor." dedi. Bunun üzerine Başkan Ömer Diken "Burada mahkeme başkanını hedef alıyorsunuz. Böyle savunma yapamazsınız" şeklinde uyarıda bulundu. Ersöz'e sert tepki gösteren mahkeme heyeti suç duyurusunda da bulundu.

 18.03.2011: Baykal Ergenekon savcıları göreve çağırdı ama ifade vermiyor:

 CHP esli lideri Deniz Baykal, Oda TV muhabiri İklim Bayraktar'ın taciz iddialarının ardından yeni bir komplo ile karşı karşıya olduğunu ileri sürmüş ve savcıları göreve çağırmıştı. Savcılık da harekete geçerek kendisiyle birlikte Kemal Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin'i ifade vermeye davet etti. Ancak Baykal, gitmeyeceğini açıkladı. Savcılıktan kendisiyle ilgili belgeleri talep eden Baykal'ın bu talebi reddedildi. Konunun Ergenekon'la bağlantılı olmadığını iddia eden Baykal, kaset olayının Ergenekon soruşturması kapsamında ele alınmasını istemediğini de belli etti. Baykal'ın bazı bilgilerin ortaya çıkmasından çekindiği ileri sürülüyor.

 22.03.2011: Baskınları etkisiz bırakmak için Ergenekon'un telsizli haberalma sistemi:

 Ergenekon'un tutuklu sanığı Prof. Mehmet Haberal'ı Kardiyoloji'de kaldığı günlerde hiç yalnız bırakmayan adamlarının ilginç bir erken uyarı sistemi kurduğu anlaşıldı. Haberal'ın adamlarının savcı ve polis gibi davetsiz misafirlere karşı kurduğu anlaşılan telsiz tabanlı sistem vasıtasıyla Haberal'ın refakatçisi ve doktorlarının uyarıldığı, kazanılan dakikalar içerisinde Haberal'ın odasındaki suç unsuru taşıyan tüm materyallerin refakatçinin kaldığı diğer bir odaya taşınıp dolaba kilitlendiği anlaşıldı.

11.04.2011: Tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın 'imamın ordusu' adlı kitabı neyi örtüyor:

 Taraf gazetesinden Mehmet Baransu köşe yazısında Ergenekon soruşturmasında örgüt emriyle Ergenekon soruşturmasını karartma amaçlı kitap yazdığı gerekçesiyle tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın kitabını analiz ediyor. Hanefi Avcı'nın kitabıyla kıyaslama yapan Baransu, Şık'ın kitabında da Ergenekon ve benzer soruşturmalardaki gerçeklerin ortaya çıkartılmasının engellenme ve saptırma çabasının var olduğunu işliyor. Şık'ın kitabı talimatla yazıldığına dair savcılık iddiaları mahkeme kararıyla da doğrulanmıştı. Ahmet Şık'ın 'İmamın Ordusu' adlı kitap taslağına el konulmasına yönelik itiraz 12. Ağır Ceza mahkemesince 30.03.2011 tarihinde oy birliğiyle reddedilmiş, iki sayfalık karar metninde kitapla ilgili şok tespitlerde bulunulmuştu.

 12.04.2011: Ergenekon sanığının anne ve kardeşinden tanığa tehdit telefonu:

 Ergenekon davasında şok ifade veren tanık Esra Gökçimen, kendisi ve oğluna yönelik çok ağır tehditler aldığını söyledi. Sanık Gülaltay'ın kardeşi Emre ve annesi Solmaz Gülaltay tarafından telefonla arandığını belirten Gökçimen, "Önce Emre ile çok kısa konuştuk. Ardından da Solmaz Gülaltay ile 5-10 dakika kadar görüştük. Bana bu davanın da biteceğini ve benimle bir sorunlarının olmadığını söyledi. Ben de hiç kimsenin devletten daha üstün olamayacağını söyledim. Bunun üzerine Semih Tufan Gülaltay aleyhine verdiğim ifadeyi geri almazsam aynı odada oğluma öyle bir şey yaparlarmış ki tekerlekli sandalyeye mahkum ederlermiş. Bizi çok ağır şekilde ölümle tehdit etti. O davada şikayetimi geri çekince her şey bitecek zannetmiştim. Ama bitmedi. Vicdanım, bu duruma daha fazla izin vermediği için de gerçekleri anlatmak zorunda kaldım." diye konuştu. Mahkeme heyeti, daha önce tehditler nedeniyle ifadesini değiştirmek zorunda kaldığını belirten tanık Gökçimen'in tanık koruma programına alınmasını kararlaştırdı. Ergenekon sanığı Tufan Gülaltay'ın yanında çalıştığı öğrenilen Gökçimen'in, Muzaffer Tekin'in sık sık geldiğini, Danıştay saldırısından 2 gün önce de Tekin'in yanında 4-5 kişilik grupla Gülaltay'ın ofisine geldiğini ve saatlerce toplantı yaptıklarını, Alparslan Arslan'ın da olaydan önce bu binaya kalabalık bir grupla geldiğini gördüğünü'' söylediği ortaya çıktı. Gökçimen ifadesinde, 'cinayetin olduğu gün Ulusal Birlik isimli internet sitesinde Muzaffer Tekin, Alparslan Arslan, 2 de Mahmut isimli kurucu üyenin siteden isminin silindiğini' belirtmiş. Danıştay saldırısının Ergenekon örgütünün işi olduğunu gösterebilecek çok önemli bir gelişme olan bu ifadenin Ergenekon davasını büyük ölçüde etkileyeceği sanılıyor. Ve bu nedenle de mahkemenin tanık Gökçimen için 'tanık koruma yasası'nın uygulanmasına karar verdiği anlaşılıyor.

 14.04.2011: Avukat Ergül gizli tanığın kimliğini açıkladı:

Birinci ''Ergenekon'' davasında, sesi ve görüntüsü değiştirilerek duruşma salonuna yansıtılan gizli tanık ''Aydın-1'''in kimliği sanık avukatlarından Vural Ergül tarafından açıklandı. Ergül, ''Aydın-1''in gazeteci İ.A. olduğunu ileri sürdü. Savcı, duruşma sırasında gizli tanığın kimliğini açıkladığı gerekçesiyle avukat Vural Ergül hakkında işlem yapılması için duruşma tutanaklarının Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesini talep ederek, gizli tanığın da tanık koruma kanunu kapsamına alınmasını istedi.

 19.04.2011: Balyoz'da 3.ret: Hakimler arasında gerilim:

İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 'Balyoz Planı' davasındaki 162 sanığın tutukluluk hallerinin kaldırılması yönündeki taleplerini 3. kez oy çokluğuyla reddetti. Balyoz davasında üçüncü kez şerh koyan ve sanıkların serbest bırakılmaları gerektiğini ifade eden mahkeme başkanı Şeref Akçay, hem kendi üyelerini, hem de Balyoz davasına bakan mahkemeye inanılmaz eleştiriler getirdi. Akçay üye hakimleri nezaketsizlikle suçlarken, adliyede kendisine selam verilmenin dahi kesildiğini iddia etti. Üye hakimler Metin Özçelik ve Birol Bilen ise kendi mahkemelerinin eski kararlarından örnekler vererek başkan Akçay'ın ihsas-ı reyde bulunduğunu belirtti. Başkan Akçay'ın muhalefet şerhlerinden cesaret alan genelkurmay '6 Nisan Muhtırası' olarak nitelendirilen şok bir bildiri ile tutukluluk kararlarını anlayamadığını belirtmişti.

 22.04.2011: Ergenekon sanıklarından tanıklara ve hakimlere tehditler:

 Ergenekon davasında söz alan tutuklu sanık Semih Tufan Gülaltay, Danıştay saldırısı ile Ergenekon'un bağını gösterecek şekilde kendisi aleyhinde şok ifade veren tanık Esra Gökçimen'in yalan söylediğini iddia etti ve mahkemenin bu yalanlara müsade etmemesini istedi. 'İzin vermeniz durumunda Türkiye'nin zarar görmesine neden olursunuz. Mahkemenin vereceği karardan kimse memnun olmazsa Türkiye kaosa sürüklenir.' diyen Gülaltay, tanık Gökçimen'in tanık koruma programından faydalanması konusunda mahkemenin aldığı kararı da eleştirdi. Bugünkü duruşmada birçok Ergenekon sanığı ile hakimler arasında daha önceki duruşmalarda yaşanmadığı kadar sert ve yoğun tartışmalar yaşandı.

23.04.2011: Ergenekon sanığı Cihaner'i kurtarmak için skandal YSK komplosu:

 YSK üyesi yüksek hakimler Hüseyin Eken ile Kırdar Özsoylu'nun, Cihaner'in CHP'den aday gösterilmesi için önce YSK'yı, sonra da CHP'yi yönlendirdiği iddia ediliyor. YSK, CHP'yi Cihaner'e adeta mecbur bırakmış. Cihaner'in aday gösterilmemesinden sonra harekete geçen YSK, geçmiş kararlarının ve teamülün tersine CHP'ye önce 'kontenjan adayı' gösterme uyarısında bulundu, daha sonra önerilen adayları da veto ederek Cihaner'den başka seçenek bırakmadı. Bu iki hakimin, Ergenekon kapsamında yargılanan İlhan Cihaner'in Yargıtay ve Danıştay'daki davalarına baktığı ve eski Başsavcı'nın lehine kararlar verdiği belirlendi. Eski Başsavcı Cihaner'i fotokopi skandalıyla bile olsa kurtarmaya kararlı görünen yüksek yargının şimdi de onu milletvekili yapmak için gayret içerisinde olduğu anlaşılıyor.

 28.04.2011: Balyoz ortaya çıkarsa B planı: Şifre:

ÖSYM'de günlerdir aranan şifre anahtarı Balyoz belgelerinde bulundu. Balyoz davasını sulandırmaya çalışanların 'Yazışmalar hatalı, askeri yazışma kurallarına uymuyor' türünden iddiaları fos çıktı. Emekli Albay Büyük'te ele geçirilen yeni Balyoz belgeleri, yazışmalarda kasıtlı hata yapıldığını ortaya koydu. Balyozcuların yakalanmamak için kullandıkları kodlu hata sistemini deşifre eden belgelerde planların deşifre edilmesi halinde yapılacaklar sıralanıyor. Yapılacak hataların ve anlamlarının belirlendiği bir şifre anahtarı da hazırlanmış. Herşeye rağmen Balyoz'un ortaya çıkması durumunda açılacak bir soruşturmayı engelleme ve örtbas da düşünülmüş. Bu C planı için askeri savcı Zeki Üçok görevlendirilmiş.

29.04.2011: Soru sormayın, sanıklar kalp krizi geçirebilir!:

Balyoz davasında 12 Eylül 1980 darbesine ilişkin sanık Şükrü Sarışık'a yöneltilen bazı sorular, sanık ve avukatların tepkisine neden oldu. Çapraz sorgusunda 12 Eylül darbesini savunmaya başlayan Sarışık'a bu konuyla ilgili soru soran savcıya sanıklar tepki gösterdi, 12 Eylül'le ilgili soru sorulmamasını istedi. Sanıkların 12 Eylül'ü savunmalarını gerekçe gösteren savcı da sorularında ısrar etti. Duruşmanın ilerleyen saatlerinde sanık avukatlarının bir itirazı ise şok etti. Müvekkillerinin kalp krizi geçirebileceğini, bu nedenle soru sorulmamasını isteyen avukatlara mahkeme başkanı tepki gösterdi: 'Bu sorulardan kimse kalp krizinden ölmez.'

 29.04.2011: Balyoz yakınlarından karşı iddialar:

Sabah yazarı Nazlı Ilıcak'ı ziyaret eden Balyoz sanıklarının yakınları, davadaki delillerin sahte ve kurgu olduğunu iddia ettiler. Ilıcak çarpıcı köşe yazısında, bu iddiaları ve kendi görüşünü örneklerle işliyor.

 05.05.2011: Aydınlıkçılara 'Hedef Gösterme' cezası:

Ergenekon davası tutuksuz sanıklarından Aydınlık dergisi İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya ile derginin sorumlu müdürü Ruhsar Şenoğlu, emniyet müdürleri Ali Fuat Yılmazer ve Mutlu Ekizoğlu'nu 'terör örgütlerine hedef göstermek' suçundan 10'ar ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hakan Karaali tarafından hazırlanan iddianamede, Aydınlık Dergisi'nde 23.08.2009'da sanık Ufuk Akkaya imzasıyla yayınlanan 'Fethullahçı Çete Mercek Altında Sahte Belgenin Anahtarı Üç Polis' başlıklı habere ilişkin müştekilerin hedef gösterildikleri iddiasıyla şikayet dilekçesi verdikleri anlatıldı. Söz konusu haberde İrtica ile Mücadele Eylem Planı adı altında TSK'yı yıpratmaya yönelik sahte bir belge hazırlandığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi'nde açıklanan bu belgenin bazı sabıkalılar kullanılarak Serdar Öztürk'ün ofisine yerleştirildiği ve o dönemde Terörle Mücadele Şube Müdürü olarak görev yapan müştekiler tarafından basına sızdırıldığı iddialarının yer aldığı kaydediliyordu.

 06.05.2011: Yurtdışında denilen sanıklar Balyoz toplantısında çıktı:

Balyoz davasının 5.05.2011 tarihinde görülen duruşmasında sanıklar Hakan Dereli ve Aytekin Candemir'in 2002-2003 yıllarında yurtdışında görevlendirme tarihlerinin TSK tarafından mahkemeye 'sehven' yanlış bildirildiği belirtildi. Böylece, Balyoz plan semineri ve çalışmaları sürerken söz konusu sanıkların yurtdışında olduğu ifadesi yalanlanmış oldu. Bu konu, davayı itibarsızlaştırmak isteyen çevreler tarafından propaganda malzemesi olarak kullanıyordu.

 16.05.2011: Haberal'dan doktorlara suç duyurusu:

CHP Zonguldak milletvekili adayı Ergenekon davası tutuklu sanıklardan Prof. Dr. Mehmet Haberal, kendisinin sağlıklı olduğunu belirten raporları nedeniyle Adli Tıp Kurumu Başkanı ve doktorları ile Mehmet Akif Ersoy Göğüs ve Kalp Cerrahisi Eğitim ve Araştırma hastanesi doktorları hakkında suç duyurusunda bulundu. Haberal'ın hastaneye sevk için tekrar başvuruya hazırlandığı da belirtiliyor.

 25.05.2011: Cihaner'in derinliğini, gizli tanık da doğruladı:

Islak İmzalı Kontrgerilla belgesi davasının dünkü duruşmasında ifade veren Gizli Tanık 'Efe' şok açıklamalarda bulundu. Erzincan'da yaklaşık 15 albayın katıldığı bir toplantıda Albay Dursun Çiçek'i gördüğünü ve kesin şekilde teşhis ettiğini kaydeden Efe, Konak Mazlum Oteli'nde kalan Çiçek'in kaydı silinemeyince, isim benzerliği olan 1977 doğumlu bir kişinin kimlik bilgileriyle kayıtların değiştirildiğini iddia etti. Gizli tanığın verdiği bilgilerden, ıslak imzalı komplonun Erzincan'da uygulanmasında İlhan Cihaner'in başrolde olduğu anlaşılıyor. İlhan Cihaner'in ne kadar derin bir kişi olduğu, Yargıtay'ın onun davasını skandal şekilde kendi bünyesine almasında, izlendiğini faksla bildirmesinde, Denizli'den milletvekili adayı gösterilmesi için YSK'daki üyelerini devreye sokmasıyla anlaşıldı. Hatırlanacağı gibi İlhan Cihaner'in Ergenekon soruşturmasında birkaç ay sonra başlattığı cemaatler soruşturmasının amacının da, iktidara kadar tırmandırarak Ergenekon soruşturmasını çökertmek olduğu iddia edilmişti.

 06.06.2011: 'Elimde görmüş olduğunuz şu boru parçası' planlı mı?:

Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un, Kurmay Albay Dursun Çiçek'in ıslak imzası olan 'Kaos Planı' ve Poyrazköy'deki kazılarda bulunan law silahlarıyla ilgili 'kağıt parçası, boru parçası' açıklamalarının bir planın parçası olduğu ortaya çıktı. Başbuğ'un soruşturmalara açıkça müdahale niteliğindeki skandal açıklamaları bunlarla da sınırlı değil. Gölcük'te ele geçirilen 'Proje' isimli belgede, soruşturmaların itibarsızlaştırılması ve kamuoyunun, TSK'nın açıklamalarıyla yönlendirilmesi öngörülüyor. Başbuğ'un açıklamalarının da bu planın bir parçası olduğu iddia ediliyor.

 08.06.2011: Genelkurmay 'Bilgi Notu'nu imha mı etti?:

Genelkurmay, 2007'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine askerlerin doğrudan müdahale ettiğini belgeleyen bilgi notunu bulamadığını iddia etmişti. Oysa iki yıl önce bu notu kabul ettiği ortaya çıktı. Sabah yazarı Nazlı Ilıcak bu çelişkiye dikkat çekerek çarpıcı bir ayrıntıyı hatırlatıyor. Islak imzalı kaos planı belgesinin ortaya çıkması üzerine Genelkurmay'da büyük bir evrak ve bilgisayar harddiskleri imhası yaşandığı ortaya çıkmıştı. Ilıcak, 367'yi belgeleyen bilgi notunun da imha edilen o evraklar arasında olabileceğini iddia ediyor. Savcıların işin peşini bırakmayacağını dile getiren Ilıcak, Yaşar Büyükanıt ile İlker Başbuğ'un yargılanmasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyor.

 23.06.2011: Balyoz'da organize şekilde tehdit ve beddua dolu savunmalar:

 Balyoz davasının bugünkü duruşmasında söz alan tutuklu sanık Çetin Doğan, mahkeme heyetine sert eleştiriler yöneltti. 'Bu kadar insanı burada tutmak cinayettir.Siz de bu cinayete ortak olmayın. Yoksa tarihin sizi ne ile anacağını ben dile getirmek istemiyorum. Atacağınız adımda vatana ihanet olduğunu unutmayın.' ifadesini kullandı. Diğer sanık Süha Tanyeri'nin, 'Ben ah etmem ama çok ah alıyorsunuz. Bugün yarın yakınlarınızın, ailenizin başına bir iş gelirse...' sözlerine ise Başkan Diken müdahale etti: 'Ne anlamda söylüyorsunuz? Ne olacak? Ne gelecek?' Duruşmada bir çok sanığın peşpeşe söz alarak beddua etmesi, mahkeme üzerinde psikolojik baskı kurma girişimi dikkat çekti. Sanıkların bu baskılarına mahkeme başkanı tepki gösterdi.

 28.06.2011: Biri Haberal'ı uyandırsın: Reddi hakim istedi:

Haberal, kendisinin geliştirdiği ancak referandumda halkın çökerttiği savunma stratejisini tekrar kullanmaya kalktı. İkinci 'Ergenekon' davası tutuklu sanığı Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın avukatları, tahliye taleplerinin reddine ilişkin itirazı inceleyecek olan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görevli 3 hakim için 'reddi hakim' talebinde bulundu. Dilekçede, Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın mahkemede görevli 3 hakim aleyhine tazminat davası açarak kazandığı, dolayısıyla bu hakimler ile Haberal arasında husumet bulunduğunun anlatıldığı öğrenildi. Ancak Haberal'ın bu talebinin kabul edilmesi mümkün görünmüyor

 30.06.2011: CHP'nin amacı Ergenekon davasını bitirmek:

Milletvekili seçilen tutuklu iki Ergenekon sanığı Mehmet Haberal ile Mustafa Balbay'ın mahkemelerce tahliye edilmemesi üzerine CHP'nin Meclis'i boykot etmesindeki asıl hedef tartışılırken, partinin yetkili isimlerinden bu konuda ipucu veren açıklamalar geldi. CHP'li İsa Gök'ün, 'Sadece Haberal ve Balbay değil, diğer Ergenekon tutuklularının da bırakılmasını istiyoruz.' sözleri hukukçular ve aydınlar tarafından 'Boykotun amacı Ergenekon davasını çökertmek.' şeklinde yorumlandı.

01.07.2011: Darbeci Baro da boykota katılmak istiyor:

Ergenekon ve benzer davaların savcı ve hakimlerine olan sert eleştirileri nedeniyle adı 'Ergenekon Barosu'na çıkan İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, şok bir çıkış yaptı. 'Artık daha cesur adımlar atılmalı' diyen Kocasakal, zamanı gelince Ergenekon ve Balyoz gibi özel yetkili mahkemelerde görülen davalara avukat vermemeyi düşündüğünü açıkladı. Meclis'te CHP ve BDP'lilerce başlatılan boykotun bir benzerinin böylece barolara da taşınacağı ve bu kritik davaların sabote edilmeye çalışılacağı ileri sürülüyor. Ve Baro, boykot planını 1 yıl sonra, 19.04.2012'deki Balyoz duruşmasında fiilen uygulamaya koydu. Bu boykot planı Balyoz davasının uzun süre kilitlenmesine neden oldu.

 02.07.2011: Ergenekon'a Genelkurmay kalkanı:

Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma Komutanı Tümgeneral Mutlu Arıkan'ın ortaya çıkan ses kaydındaki, 'Bunların yayınlanması uygun değildir.' diye yazmışız. O da tutanağa geçirmiş ve dolayısıyla onları koymamış oraya. Daha neler var...' şeklindeki sözleri, soruşturma sürecinde bazı belgelerin yargıdan gizlendiğini, Genelkurmay'ın Ergenekon ve benzer davaları engellemek için çaba harcadığını gözler önüne serdi.

 08.07.2011: Haberal'ın hakim inadı: Bir itiraz daha:

13, 14, 9 ve 10. Ağır Ceza mahkemelerinden ret cevabı almasına rağmen vazgeçmeyen Haberal, tahliye başvurusunu değerlendirecek heyetlerde tazminata hükmettirdiği hakimlerin yer almaması için bu kez de 11. Ağır Ceza'ya 'reddi hakim' başvurusu yaptı. CHP'den milletvekili seçilen Ergenekon davasının tutuklu sanığı Mehmet Haberal'ın avukatları, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Nurettin Ak'ın reddedilmesi talebinin kabul edilmemesine itiraz etti. Avukatları, Haberal kendisini tahliye edecek olanları buluncaya kadar hakim seçmeye devam etmekte kararlı olduğunu açıklamıştı.

25.07.2011: Ergenekon Barosu: Gizli tanıklık kalksın:

Kamuoyunda Ergenekon Barosu olarak nitelendirilen İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal gizli tanıklığın ve özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasını istedi. Kocasakal, Ergenekon sanıklarının avukatlığını yapan Vural Ergül'ün gizli tanıkların kimliğini açıklamasının da suç olmadığını, avukatların böyle bir özgürlüğü olduğunu savundu ve bunun bir savunma hakkı olduğunu iddia etti.

 27.07.2011: Danıştay saldırısının 2 tanığı kayıp:

Ergenekon davasına bakan mahkeme, Danıştay saldırısından 2 gün önce emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin ve Alparslan Arslan’ın Semih Tufan Gülaltay’ın şirketinde toplantı yaptıklarına şahit olan Muzaffer Gökçimen’e 28.01.2011 tarihinden beri ulaşamıyor. Gökçimen 150 gündür kayıp. Muzaffer Gökçimen'in eşi Esra Feride Gökçimen ise, davada tanıklık yapmış ve söz konusu toplantıyı doğrulamıştı. Kritik ifadeler vermesi ve tehditler alması üzerine Esra Gökçimen mahkeme tarafından tanık koruma programına alındı. Mahkeme, Danıştay saldırısı sonrası gözaltına alınan ancak serbest bırakılan Sinan Berberoğlu’na da 200 gündür ulaşamıyor. Muzaffer Gökçimen’in susturulmak istendiği, Sinan Berberoğlu’nun ise sanıklarla bağlantıları deşifre olduğu gerekçesiyle kaçtığı iddia ediliyor.

 04.08.2011: Polise attığı molotof elinde patladı:

Ergenekon sanığı Bedirhan Şinal'in 'Cumhuriyet'e attığım molotofları polis verdi' iddiası boş çıktı. Kamuoyunu yanıltmak için kurulan tezgahta adı geçen polislerin, Şinal'in cezaevinde ifadesini alan memurlar olduğu anlaşıldı. Polisleri hedef gösteren Şinal ve akıl hocalarının, Ergenekon'la birleştirilen Danıştay saldırısıyla ilgili savcılık iddialarını sulandırmayı hedeflediği belirtildi. Hiçbir somut delile dayanmadan 3,5 yıl sonra sadece isimler ortaya atarak, o isimleri ve tüm Ergenekon soruşturmalarını zan altında bırakmak amaçlı bu girişim inandırıcı bulunmamış, mahkeme, Şinal'in 'iddiaları araştırın, gerekirse başka isimler de veririm' talebini reddetmişti. Diğer taraftan Şinal'in polisleri suçlaması için baskı gördüğüne dair 12. Ağır Ceza'ya aylar önce ifade verdiği de ortaya çıktı.

11.08.2011: Askerden 'Karargah Evleri'ni örtbas planı:

Andıç iddianamesinin ek klasörlerine Ergenekon savcılarıyla görüşen askeri savcıların görüşme notları da girdi. Notlarda sivil savcılarca Ergenekon soruşturması kapsamında yürütülen İşçi Partisi-Karargah Evleri soruşturmasının kamuoyu nezdinde kanuni yollardan nasıl itibarsızlaştırılacağı, bunun için yandaş medyaya bilgi sızdırılacağı tek tek sıralanmış. Karargah Evleri soruşturmasının örtbas edilmesiyle ilgili şok bir ayrıntı daha ortaya çıktı. Ergenekon soruşturması sırasında askeri savcılığın Savcı Zekeriya Öz'e karargah evleri soruşturması dosyasını vermek istemediği, Öz'ün ısrarlı olması üzerine de ‘generallere soruşturma açılmaması kaydıyla' istenen dosyaları verdiği iddia edildi. Genelkurmay Askeri Savcılığı yetkilileriyle Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Özel Yetkili Savcılığı arasında İstanbul’da dönemin Başsavcıvekili Turan Çolakkadı’nın odasında yapılan toplantıya ilişkin askerlerce hazırlanan not da ek klasörlere girdi.

 12.08.2011: Generaller intihar etmemek için GATA'da:

'İnternet andıcı' davasının 14 sanığı hakkında yakalama kararı çıkmasının üzerinden 3 gün geçmesine rağmen aralarında Genelkurmay Adli Müşaviri Tümg. Hıfzı Çubuklu'nun da bulunduğu muvazzaf generaller teslim olmadı. Alınan bilgilere göre mahkemeye herhangi bir sağlık raporu da göndermediler. EDOK Komutanı Org. Nusret Taşdeler ile Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin'in ise GATA'ya yattığı iddia ediliyor. Taşdeler’in göğüs ağrısı, baş dönmesi ve halsizlik şikayetleri ile hastaneye sevk edildiği öğrenilirken, Pekin'in GATA'ya yatırılma gerekçesi ise oldukça ilginç: ‘İntihar düşüncesi ile kendine zarar verir.’ 14 kişiden şu ana kadar ikisi albay biri orgeneral, sadece 3 emekli subay teslim oldu.

 14.08.2011: Soruşturmaları sanıklar uzatıyor, davalar uzuyor diye de şikayet ediyorlar:

 Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde çok tartışılan konulardan biri yargılamanın uzaması. Sanıklar, avukatları ve medya, yargılama sürecinin yavaş ilerlemesi ve tutukluluğun cezaya dönüşmesi eleştirilerini getiriyor. Ancak AK Parti hükümetine yönelik kara propaganda yapılan internet siteleriyle ilgili 'internet andıcı' iddianamesinin ek klasörlerinde yer alan yazışmalar, konunun farklı bir boyutunu gözler önüne seriyor. Yazışmalara göre, soruşturmayı uzatanlar bizzat şüphelilerin kendisi. Bir çok şüpheli ifadeye çağrıldığı halde aynı anda hastalanarak ya da başka mazeretlerle ifadeye gelmedi. İddianamenin tamamlanması bu nedenle uzun sürdü.

 15.08.2011: Mahkemeye hakaretlerde ilk ceza Veli Küçük'e:

Ergenekon, Balyoz, kaos planı gibi davalarda sanıkların mahkeme heyeti ve savcılara yönelik söz ve davranışları sürekli eleştiri konusuydu. Duruşmalarda, talepler kısmında söz alan sanıklar, mahkeme heyetini açıktan hedef göstermekten çekinmiyor, savcılara ağır hakaretlerde bulunuyordu. Hakimleri, 'çocuklarınızı düşünün' diyerek tehdit eden sanıklar bile oldu. Savcılar, vatana ihanetle suçlandı, ağır hakaretlere uğradı. Söz konusu hakaretlerden bazıları savcı ve hakimlerin suç duyurusu üzerine yargıya taşındı. Hakkında dava açılan isimlerden emekli Tuğgeneral Veli Küçük, ilk cezasını aldı. Küçük, hakimlere ve savcılara hakaret ettiği gerekçesiyle 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı. En üst sınırdan verilen cezada, hiçbir indirime de gidilmedi. Ayrıca, hakaret sebebiyle tutuklu sanık Kemal Aydın ve tutuksuz sanık Semih Tufan Gülaltay'ın da aralarında bulunduğu bazı sanıklara da cezalar verildi.  Silivri 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararda Küçük'ün 2009 yılındaki duruşmalarda, özel yetkili savcılar Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın için sarf ettiği 'şerefsizler, .. çocukları, bulunmuş kişiler, tarikatçılar, ABD ve Avrupa Birliği'nin satılmış hain maşaları' gibi sözlerin savunma sınırlarını aştığı ifade edildi. Ayrıca Veli Küçük, 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Sedat Sami Haşıloğlu'na yönelik 'sorguya sevk edilenleri dinlemiyor, onlar konuşurken esniyor, gizli tanıklara nasıl ifade vermeleri gerektiğini anlatıyor' ifadeleri sebebiyle de cezaya çarptırıldı. Veli Küçük, 1918 yılında vatanseverlerin Damat Ferit komplolarıyla Bekir Ağa bölüğüne konulması gibi, 2008'de de kendilerinin Silivrihane'ye gönderildiği benzetmesini yapmıştı. Savcıların soruşturmayı talimatla yürüttüğü, cezaevinden yalancı tanık bulduğu, suç uydurduğu ithamında bulunmuştu. Bu söylemleri değerlendiren Silivri 1. Sulh Ceza Mahkemesi, Küçük'ün anlattıklarının dava konusu ile hukuki ve mantıki bir bağlantı içerisinde olmadığının, gerçek ve somut vakalara dayanmadığı için de savunma dokunulmazlığı kapsamı içerisinde değerlendirilemeyeceğinin altını çizdi. Veli Küçük, Birinci Ergenekon davasının 4.08.2009 tarihli 103., 23.10.2009 tarihli 119., 26.10.2010 tarihli 164., 11.03.2011 tarihli 177. ve 22.04.2011 tarihli 183. duruşmalarında mahkeme heyeti ile savcılara ağır eleştiri, itham ve hakaretlerde bulunmuştu. 

 15.08.2011: İkinci Balyoz davası reddi hakimle başladı:

Balyoz Darbe Planı hakkında açılan 2. dava bugün görülmeye başladı. Duruşmanın başlamasıyla birlikte söz alan sanık avukatları reddi hakim talebinde bulundu. Duruşmada daha sonra Orgeneral Bilgin Balanlı savunmasını okudu. Duruşmaya verilen aranın ardından kararı açıklayan mahkeme heyeti, reddi hakim talebinin değerlendirilmesi için dava dosyasının üst mahkemeye gönderilmesine, duruşmanın da 3.10.2011 gününe ertelenmesine karar verdi. Balanlı'nın, savunmasında, davanın en kısa sürede sonuçlandırılmasını istemesine karşın, çok sayıda diğer sanığın reddihakim talebinde bulunarak davayı yavaşlatması ise dikkatlerden kaçmadı.

18.08.2011: Balyoz davasında savcı ve hakimlere tehdit:

Balyoz davasının bugünkü duruşmasında sanık avukatları mahkeme heyetini açıkça tehdit etti, savcıyı TSK düşmanlığı ile suçladı. Duruşmada çapraz sorgusu yapılan bir sanığa soru yönelten sanık avukatının,  'Onun da zamanı gelecek. zamanı gelince onlara soracağız' diyerek savcı ve hakimlere sataşması üzerine mahkeme başkanı, 'Zamanı geldiğinde demekle kastınız nedir? Bu davanın tersine döneceğini, İddianameyi hazırlayan savcılar ile yargılamayı yapanların yargılanacağını mı demek istiyorsunuz?" diye sordu. Avukat Eren'in "Evet" cevabı üzerine Başkan Diken "Bizi tehdit ediyorsunuz yani?" dedi. Avukat Eren'in, yargılamaların ters döneceğine inanıyorum." sözü üzerine Başkan Diken, "Bizi tehdit mi ediyorsunuz?" diye sordu. Bunun üzerine Avukat Kürşat Veli Eren, sözlerini değiştirdiğini belirterek "O zaman sözlerimi değiştiriyorum ve yürekten böyle olmasını dilediğimi söylüyorum." diye konuştu. Türk milleti adına yargılama yaptıklarını belirten Başkan Ömer Diken, "Hesabını veremeyeceğimiz hiçbir şeyin altına imza atmayız. Sizin sözlerinizi tehdit olarak kabul ediyoruz." dedi. Duruşmada ayrıca, savcının bir sanığa sorduğu, "Levent Bektaş'a ait flash bellekte sizin de isminizin geçtiği bazı word belgeleri bulunuyor. Bu konuda söyleyecekleriniz var mı?" sorusuna müdahale eden sanık avukatı, "Savcı taraflı davranıyor. Niyetini biliyoruz. Ordudan ne kadar nefret ettiğini, davanın ilk başından beri bellidir. Madem bu soruları soracaktınız da neden savcılık aşamasında sormadınız?" diye yüksek sesle çıkışınca savcı ve mahkeme başkanı, sanıklara her aşamada soru sorulabileceğini belirterek tepki gösterdiler. Savcı ayrıca hakaret için suç duyurusunda bulunulmasını istedi.

 19.08.2011: Gölcük Belgeleri: AKP telefonlarını sızdıralım:

Faaliyetini sürdüren Ergenekon medyasına operasyon.. İşçi Partisi, Ulusal Kanal ve Aydınlık Gazetesi’ne yönelik operasyonlarda 9 kişi gözaltına alındı. Ergenekon soruşturması kapsamında gerçekleştirilen operasyonların gerekçesi, devlet yetkililerinin resmi telefon görüşmelerini yasadışı şekilde gizlice kaydederek yayınlama. Gölcük Donanma Komutanlığı'nda Başbakan Erdoğan dahil AK Partililerin telefonlarının dinlenmesi ve yandaş medyaya sızdırılmasını içeren belgelerin de ortaya çıktığı, İşçi Partisi, Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesine yönelik operasyonların bu belgeler üzerine başlatıldığı iddia edildi. Belgelerin Ergenekon üyelerinin yasadışı telefon dinlemeleri yaptığı ve bunları kendisine yakın yayın organlarında yayınlattığını içerdiği belirtiliyor. İşçi partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal’a yapılan polis baskınının, bu belgenin ortaya çıkarılmasından sonra gerçekleştirildiği, gözaltıların da, yayınlanan ses kayıtlarının Ergenekon’un eylemleri arasında değerlendirilmesi sonucu olduğu öne sürülüyor. Belgelerde örgütün hareket tarzı şu şekilde aktarılıyor: “AKP’nin her türlü faaliyetine doğrudan mani olmak veya mani olacak güçleri yaratarak birlikte eyleme geçmek.” Belgelerde AK Parti iktidarının tehdit oluşturduğu belirtiliyor. Belgenin tehdit kısmında “Tehdit bellidir. Ancak niyetlerini tesbit edebilmek için bilgi toplamaya ihtiyaç vardır” tespitinde bulunuluyor ve bunun için yapılacaklar sıralanıyor. Bilgi toplamada “Jandarma Genel Komutanlığı’nın istihbarat imkanlarını arttırmanın” önemi anlatılıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Annan Planı ile ilgili telefon konuşmaları, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in borçlara af getiren yasayla ilgili telefon konuşmaları ile AB Bakanı Egemen Bağış ile ilgili yasadışı elde edilmiş telefon kayıtlarının 12 Haziran seçimleri öncesinde Ergenekon örgütü talimatları doğrultusunda Ulusal Kanal ve Aydınlık Gazetesi’nde yayınlandığı ileri sürülüyor. İki yıl önce de, 20.10.2009 tarihinde Doğu Perinçek'in İşçi Partisi'ne bağlı yayın organları olan Aydınlık Dergisi ve Ulusal Kanal televizyonunda Ergenekon soruşturması kapsamında aramalar yapılmıştı. Yaklaşık üç hafta sonra, 8.11.2009'da da Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ve Ulusal Kanal İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya gözaltına alınmıştı. Bu iki yayın organına yapılan operasyonların, Başbakan Erdoğan'ın KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile yaptığı ve yasadışı şekilde gizlice kaydedilmiş telefon görüşmesini yayınlamaları olduğu ortaya çıkmıştı. Soruşturma, Ergenekon kapsamındaki ıslak imzalı 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı' soruşturması ile birleştirildi. İddianamenin kabulüyle de Aydınlık ve Ulusal Kanal yöneticileri Ergenekon kapsamındaki 'Islak İmza' davası sanıkları arasında yerlerini aldı. Ergenekon tarafından 2004'te yapılan gizli dinlemenin örgüt üyeliğiyle yargılanan Perinçek'in Aydınlık dergisinde yayınlanması, örgütün halen faal olduğunu, üzerindeki şaşkınlığı attığını, savunma konumundan saldırı konumuna geçtiğini ve elde ettiği gizli bilgileri servis etmeye başladığını gösterdiği şeklinde yorumlanıyor. İlerleyen günlerde İşçi Partisi, Aydınlık Gazetesi, Ulusal Kanal ve gözaltına alınanların evlerinde yapılan aramalarda çok önemli belgelerin bulunduğu ortaya çıktı. Ele geçen dokümanlar ve dijital verilerde, ülkeyi kaosa sürükleyecek örgüt yönlendirmeli bilgiler, Ergenekon’un medya yapılanmasına dair notlar yer alıyor.


10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***