29 Mayıs 2017 Pazartesi

Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Türkler BÖLÜM 2



Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Türkler  BÖLÜM 2

100. Yılında I. Dünya Savaşı Tanzimat Fermanı ( 3 Kasım 1839 ) 

II. Mahmut’un 1839’da ölmesi üzerine yerine oğlu Abdülmecit geçti. Abdülmecit tahta çıktığında (1839) Osmanlı Devleti, Mehmet Ali Paşanın  yarattığı Mısır bunalımıyla karşılaşmıştı. Osmanlı ordusu Nizip’te Mehmet Ali Paşaya yenilmiş, donanması da teslim olmuştu. Mısır sorunu kısa zamanda bir Avrupa sorunu durumuna geldi. Devlet bu şartlarda ya Mehmet Ali Paşanın eline geçecek ya da Rusya, Hünkâr İskelesi Antlaşması’na  uyarak Osmanlı devletini himayesi altına almaya kalkacaktı. Abdülmecit bu durumdan kurtulmak için güvendiği kişileri göreve getirmeye çalıştı. 

Bunların başında da Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Mustafa Reşit Paşa geliyordu. Mustafa Reşit Paşa, Londra ve Paris büyük elçiliklerinde 
bulunmuştu, Avrupa devletlerinin Osmanlı siyaseti hakkında bilgi ve deneyim sahibiydi. Mustafa Reşit Paşa, ülkeyi bu durumdan kurtarmak için  Avrupalı devletleri kazanmanın şart olduğunu anlattı. Bunun için ülkede şimdiye kadar yapılanların ötesinde daha köklü bir ıslahatın gerçekleştirilmesi  gerektiğini bildirdi. Mustafa Reşit Paşa İngiltere ve Fransa’nın siyasi desteğini sağlamak, Osmanlı Devleti’ne batılı anlamda bir biçim vermek, Fransız İhtilali’yle ortaya çıkan insan hakları ilkelerini Osmanlı halkı için de uygulamak, batılı devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmalarını engellemek amacıyla Tanzimat Fermanı’nı hazırladı. Tanzimat Fermanı (Gülhane Hattı Hûmayunu), 3 Kasım 1839’da, padişahın, yabancı ülke elçilerinin ve halkın katıldığı bir toplantıda Mustafa Reşit Paşa tarafından okundu6. Tanzimat Fermanı ile padişah ilk kez tebaasının can, mal ve namus güvenliği konusunda güvence veriyordu. Tanzimat Fermanında ayrıca Kur’ana ve şeriata, yasalara uyulması istenmiştir. 
Tanzimat fermanın başlıca maddeleri şöyledir: 

· Askerlik süresinin 4-5 yıl ile sınırlandırılması ve nöbetleşe askerlik yöntemine geçilmesi, 
· Verginin herkesten gücü ölçüsünde alınması, zulüm ve baskı yapılmaması, 
· Yargılamaların açık olarak yapılması, 
· Açık ve kapalı idam cezalarının (Şeriata göre hüküm olmadıkça) yasaklanması, 
· Hiç kimsenin ırz ve namusuna saldırılamaması, 
· Mal ve can güvenliğinin sağlanması, 
· Çeşitli konularda, Meclis-i Ahkâm-ı Adliye, Bakanlar ve devlet büyüklerinin toplanarak görüşlerini açıkça söyleyebilecekleri; vergi, can ve mal güvenliği konularında gerekli yasaların bu kurumlarda düzenlenmesi, 
· Askerlikle ilgili sorunların Bab-ı Serasker Dar-ı Şurası’nda görüşülerek kanunlaştıktan sonra padişahın onayına sunulması, Padişahın şeriat 
  yasalarına uyacağına dair yemin etmesi, 
· Yasalara uymayanların vezir, ulema vb. de olsa cezalandırılacağı, bunun için özel bir ceza yasasının hazırlanması, 
· Bütün memurların maaşa bağlanması, rüşvetin yasaklanması, 
· Bu fermanın Osmanlı halklarına ve elçiliklere duyurulması. 

Tanzimat Fermanı’nın Önemi; 

• Tanzimat Fermanı ile Osmanlı padişahı ilk kez kendi gücünün üstünde kanun gücü olduğunu kabul etmiş, padişahın hakları sınırlandırılmıştır. 
• Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nin anayasal düzene geçişinin ilk aşamasını oluşturmuştur. 
• Sorunlarını tek başına çözemeyeceğini anlayan Osmanlı Devleti, bu fermanla Avrupa ile dost geçinme amacını gütmüştür. 
• Tanzimat Fermanı ile getirilen yenilikler, önceki düzenlemelerden farklıdır. Bu ferman ile ilk kez insan hakları konusunda yenilikler yapılmıştır. 
• Tanzimat Fermanı ile kazanılan haklar bir halk hareketi sonucu değil, padişahın isteği ile verilmiştir (Bu yönü ile de Amerika ve Fransa’daki 
fermanlardan farklılık gösterir). 

Bütün bu haklara rağmen Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimler memnuniyetsizliklerini protestolarla bildirmişlerdir. Müslüman halk ile hala eşit haklara sahip olmadıklarını ilan ederek Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’ne baskı yapmalarını istemişlerdir. Tanzimat Fermanı’yla padişahın yetkileri sınırlandırılıyor ve yasanın üstünlüğü ilkesi benimseniyordu. Ayrıca ferman, birey hakları ve hukuk devleti düşüncesinin oluşması yönünden de ilk adım sayılmıştır. Tanzimat, kendinden önce yapılmış olan yenilik hareketlerinin bir tekrarı değildir, yeni bazı prensipler getirmiş, batılılaşmayı sistemleştirmeye çalışmıştır. Bu haklar fermanda yer almış, uygulayıcılar ve toplum kesiminde inandırıcı bulunmamıştır. 

Ayrıca Fransız İhtilali’yle ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkisiyle ayrı dinlerden ve milliyetlerden olanların bir arada yaşaması zorlaşmıştı. 
Sonuçta fermandan sonra azınlıklar bağımsızlık istekleriyle ayaklandılar. 

Tanzimat Fermanı’ndan sonra Fransız kanunlarından esinlenerek Ceza Kanunu ve Ticaret Kanunu hazırlanmıştır. Osmanlıdaki Şeriat, Cemaat ve Kapitülasyon mahkemelerinin yanında Ticaret Karma Mahkemesi ve Asliye Karma Mahkemesi kuruldu. İltizam ve Aşar vergisinin toplama usulünde değişikliğe gidilerek vergilerin bundan sonra maliye memurları tarafından toplanmasına karar verildi. Bu dönemde ilk defa kâğıt para basılmışsa da paraların karşılığı olmadığından değeri düşük kaldı. Bu dönemde Padişah Abdülmecit’in emriyle eğitime dair yenilikler de yapıldı. 

1845 yılından itibaren düzenlenen bir kanunla medreselerin dışında devletin kontrolü altında darülfünun kurulması, ortaokullar açılması, ilkokulların 
ulemanın kontrolünden alınarak devlet tarafından kontrol edilmesi kararlaştırıldı. Eğitim işlerini düzenlemek için Meclis-i Daim-i Maarif-i Umumiye kuruldu7. 

Osmanlı tarihinde bu fermanın ilanıyla başlayan ve Birinci Meşrutiyet’in ilanına kadar süren döneme (1839-1876) Tanzimat Dönemi ve bu esaslar içinde ıslahat ve yenilik yapılması işine de Tanzimat-ı Hayriye denir. Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra, onun esaslarına göre ıslahata başlandı. 

Fermanın esaslarının Anadolu ve Rumeli’de de iyice anlaşılması için özel memurlar gönderildi. Ferman halka anlatıldı. Osmanlı Devleti, Tanzimat Fermanı’nda Avrupa devletlerinden beklentisi açısından amacına ulaşamadı. Avrupalılar Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmaya devam ettiler. Mısır Meselesi, 15 Temmuz 1840’da İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya devletlerinin Londra’da bir araya gelerek aldıkları kararlarla yeniden 
gündeme taşındı. Bu devletler, aralarında yaptıkları analaşmayla Mısır’ı yönetme hakkının Mehmet Ali Paşaya ancak veraset yoluyla verilebileceğini, 
Güney Suriye ve Akka’nın da kendisine verilebileceğini belirttiler. Mehmet Ali Paşa, Fransa’ya güvenerek bu şartları kabul etmedi. 

Bunun üzerine Osmanlı Devleti ve İngiltere, Mısır’a savaş açtı. Mehmet Ali Paşa bu savaşta yenildi ve 1840’da yapılan anlaşmayla Mısır, veraset yoluyla 
yönetilmesi şartıyla Mehmet Ali Paşaya bırakıldı. Suriye ise Mısır’ın egemenliğinden alındı. Mısır meselesi Avrupalı devletlerin Osmanlı üzerinde 
hâkimiyetlerini kurmaya çalıştıkları ve bunda da başarılı oldukları bir olaydır. Mısır meselesinin ardından 1841’de Boğazlar meselesinin görüşülüp karara bağlandığı Londra Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Osmanlılar önceden olduğu gibi Boğazları barış zamanında da savaş gemilerinin geçişine kapalı tutacak, barış içerisinde bulunduğu devletlerin hafif savaş gemilerine özel fermanla Boğazlardan geçiş izni verilecekti. 

Bu şartlar Rusya’nın güvenliğini sağlamış oluyordu. Bu antlaşmaya rağmen Ruslar Osmanlılar üzerindeki emellerinden vazgeçmediler ve 1853 Kırım 
Savaşı bunun en iyi örneklerinden birisini teşkil etmiştir. 

Kırım Savaşı (1853 - 1856) 

Tanzimat Fermanı, Avrupalı devletlerin azınlıkları bahane ederek Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışma girişimlerini belli bir süre durdurmuştu. 
Fakat bu dönemde Mısır ve Boğazlar sorununun İngiltere’nin yararına sonuçlanması Rusya’nın işine gelmemişti. Çar I. Nikola, İngiltere’nin Osmanlı 
Devleti’yle ilişkilerini bozmak için harekete geçti. Hasta Adam olarak nitelediği Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşmayı önerdi. Ancak İngiltere, Osmanlı Devleti üzerindeki etkinliğini kaybetmemek için bu öneriyi kabul etmedi. Bunun üzerine Çar I. Nikola, Kutsal Yerler Sorunu’nu ortaya attı. 

Osmanlı ülkelerinde yaşayan tüm Ortodoksların korunmasının Rusya’ya verilmesini; Kudüs ve çevresindeki kutsal yerlerin dini yönetiminin de 
Ortodoks Kilisesi’ne bırakılmasını istedi. Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa’ya da danışarak çarın önerilerini geri çevirdi. Bunun üzerine Rus ordusu Eflak ve Boğdan’a girdi. Rus donanması ise Sinop’u topa tuttu ve Türk donanmasını batırdı (1853). Tuna’yı gecen Rus birlikleri Dobruca’ya kadar ilerlediler. Ancak Silistre’de Türk savunmasıyla karşılaştılar. Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki savaş, Avrupalı devletleri tedirgin ediyor ve devletlerarası daha büyük bir savaşın çıkmasından çekiniliyordu. Bu nedenle 1853’de Avusturya, Prusya, Fransa ve İngiltere temsilcilerinin katılımıyla Viyana’da bir toplantı düzenlendi. Bu toplantı sonucunda Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki barışın sağlanmasını isteyen bir nota hazırlandı. 

Rusya bu notayı kabul ederken, Osmanlı Devleti bazı değişikliklerin yapılması kaydıyla notayı kabul edeceğini bildirdi. Osmanlı Devleti’nin isteklerini Rusya’nın kabul etmemesi üzerine savaş bir süre daha devam etti. Osmanlı donanmasına ait bir filonun Sinop’ta Ruslar tarafından yakılması üzerine Boğazların Rusya tarafından işgal edilmesi tehlikesine karşın İngiltere ve Fransa, Rusya’ya nota vererek işgal ettiği toprakları Osmanlılara geri vermesini ve Osmanlı egemenliği altındaki Ortodoks tebaanın hamiliğini istemekten vazgeçmesini istediler. Rusya’nın bu talepleri kabul etmemesi üzerine de Fransız ve İngiliz donanmaları İstanbul önlerine gelerek Boğazların güvenliğini sağladılar ve 12 Mart 1854’te Rusya’ya savaş ilan ettiler. Bağlaşıklar, Rusya’yı barışa zorlamak için savaşı Kırım’da yoğunlaştırdılar. Sivastopol zorlu bir kuşatmadan sonra ele geçirildi. Bu 
arada Çar I. Nikola’nın ölümü üzerine yerine gecen Çar II. Aleksandr barış yapmaya hazır olduğunu bildirdi. Savaş sonunda bağlaşıklar Paris’te 
toplandılar. Antlaşma koşulları görüşülürken Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti’nden bir kanunla bütün vatandaşlarına din, mezhep farkı gözetmeksizin 
eşit haklar vermesini, herkesin kanun önünde eşit sayılmasını, Hıristiyanların da devlet memurluğuna kabul edilmesini, karma mahkemelerin kurulmasını, 
Hıristiyan vatandaşların mahkemelerde şahitliğinin kabul edilmesini ve Hıristiyan vatandaşların ödedikleri vergiyi kaldırmasını istemişlerdir. Bu istekler aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale anlamını da taşıyordu. Osmanlı Devleti antlaşma koşullarından daha fazla yararlanmak için antlaşma imzalanmadan önce Hıristiyan tebaanın haklarını içeren Islahat Fermanı’nı ilan etti (1856). Osmanlı Devleti, Kırım Savaşı’ndaki başarısıyla “Hasta Adam” olmadığını Ruslara ispatlamıştı. Osmanlı Devleti, Paris’te ilk defa devletlerarası bir kongreye eşit haklarla katılmış oldu. Fakat kongrede Osmanlıların beklediği kararlar çıkmadı ve yenilgiye uğratılmış devlet muamelesi gördü. Fransa kendi çıkarları doğrultusunda Rusya’nın yanında yer aldı8. Bu nedenle Osmanlılar ıslahatlar yapmak mecburiyetinde kaldılar. Paris Kongresi 30 Mart 1856’da 
sonuçlandı ve Paris Antlaşması imzalandı9. Bu antlaşmaya göre; 

• Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayılacak ve Avrupa Devletler Hukuku’ndan yararlanacak, 
• Osmanlının toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı Avrupa devletleri tarafından garanti altına alınacak, 
• İki taraf savaş sırasında aldıkları yerleri geri verecek, 
• Boğazlar, 1841 Londra Sözleşmesi’ne göre yönetilecek, bütün devletlerin savaş gemilerine kapatılacak. 
• Karadeniz tarafsız hâle getirilecek, ticaret gemilerine serbest, savaş gemilerine kapalı tutulacaktı. Osmanlı Devleti ve Rusya, Karadeniz’de tersane kuramayacak ve savaş gemisi bulunduramayacaklar. 
• Rusya, gelecekte Hıristiyan ahalinin çıkarı için müdahalede bulunmayacak. Çünkü Osmanlı Devleti bu anlaşma öncesinde Hıristiyan ahalinin haklarını korumayı kabul ettiğini bildiren Islahat Fermanı’nı yayınlamış ve bu fermanı anlaşmayı imzalayan devletlere göndermişti. 
• Eflâk ve Boğdan muhtariyetini elde edecek, bu devletlerin iç işlerine, hiçbir devlet karışmayacak. 
• Tuna Nehri’nde gidiş geliş serbest olacak ve üye devletler tarafından oluşturulacak bir komisyon tarafından kontrol edilecek. 
• Osmanlı Devleti’nin ilan ettiği “1856 Islahat Fermanı” Avrupalı devletlerce dikkate alınacak, fakat bu devletler fermanın uygulamasına ve Osmanlının iç işlerine karışmayacak. 

Paris Antlaşması’yla Rusya, Osmanlı Devleti üzerindeki emellerinden bir süre için vazgeçmek zorunda kaldı. Balkanlarda yayılma olanağını büyük ölçüde yitirdi. Küçük Kaynarca Antlaşması’nın Rusya’ya, Osmanlı uyruğundaki Ortodoksların çıkarlarını koruma hakkı veren maddesi geçersiz kaldı. Osmanlı Devleti toprak bütünlüğünü kendi gücüyle koruyamayacağını resmen kabul etmiş oldu. Osmanlı ve Avrupa devletleri Rusya’nın sıcak denizlere inme politikasının önüne set çekmiş oldular. Kırım Savaşı sonucunda Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri konseyine kabul edilmiş oldu.

Fakat bu savaş Osmanlıları ekonomik ve siyasi açıdan oldukça fazla yıpratmıştı. Savaş sonrasında düzenlenen kongrede Osmanlı Devleti’nin iç işlerine 
müdahale edilmeyeceği karara bağlanmışsa da Islahat Fermanı’nın ilan edilmesi başlı başına iç içlerine müdahale olarak nitelendirilebilir. 
Ayrıca Kırım Savaşı sırasında 1854’de ilk kez İngiltere’den dış borç aldı. Bu borçlar zamanla Osmanlı Devleti’nin mali bakımdan da Avrupa’ya bağlanmasına 
neden olmuştur. Avrupalı devletlere sağlanan kapitülasyonlar zamanla siyasi ayrıcalıkları da beraberinde getirdi. Osmanlı Devleti, Avrupa’dan aldığı borçları ödeyemediğinden Avrupa’nın iç işlerine yaptığı müdahaleleri de engelleyemez duruma geldi. 

Islahat Fermanı (1856) 

Islahat Fermanı, Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan İngiltere, Avusturya ve Fransa’nın dayatmasıyla Kırım Savaşı sürerken hazırlandı. Ferman, Paris Antlaşması öncesinde Osmanlı Devleti’nin yenileştirme programı olarak Avrupalı devletlere sunuldu. Fermanın hazırlanmasında Osmanlı nazırları Ali Paşa ve Fuat Paşa ile İngiliz ve Fransız elçileri birlikte çalıştılar. 

Tanzimat Fermanı gibi Islahat Fermanı da yeni bir düzenin ilkelerini genel çizgileriyle ortaya koyan bir programdı. Tanzimat’la başlayan Osmanlı kurumlarındaki modernleşme, Islahat Fermanı’yla da sürdürüldü. Tanzimat Fermanı’nda yapılacağı söylenen yenilik esasları bir kez daha belirlendi. 
Ancak bu fermana asıl özelliğini kazandıran Hıristiyan tebaaya yönelik hakları içermesidir. Islahat Fermanı’na göre tebaanın, din ve mezhep farkı gözetilmek sizin yasa önünde eşit olduğu kabul edildi. Herkes devlet memuru olma hakkı elde etti. Vergi adaleti öngörüldü. Gayrimüslimler de Müslümanlar gibi devlet memurluklarına girebilecekler ve her çeşit okulda okuyabileceklerdi. Askerlik hizmetini yerine getireceklerdi. Yabancılar vergilerini vermek koşuluyla mal mülk sahibi olabileceklerdi. Mahkemeler açık yapılacak; ticaret, ceza ve hukuk davaları için karma mahkemeler kurulacaktı 10. Fermanın genel maddeleri şöyledir: 

· Tanzimat Fermanı’nda okunduğu gibi din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin bütün tebaanın can, mal ve namusunun korunacağı, uygula mada etkili önlemlerin alınacağı, 
· Hıristiyan ve diğer gayrimüslim halka tanınan ayrıcalıkların sürdürüleceği, çağın gerektirdiği ıslahatların yapılacağı, 
· Patrikhanelerde kurulacak meclislerde; yapılacak yeniliklerin tartışılması, önerilerin padişaha sunulması, 
· Din adamlarına, Fatih Sultan Mehmet tarafından verilen hak ve ayrıcalıkların iyileştirilmesi, 
· Din adamlarının halktan aldıkları caize ve aidatların yasaklanması ve bunların maaşa bağlanması. Hıristiyan rahiplerin menkul ve gayrimenkullerine 
  dokunulmaması, 
· Her cemaatin yönetiminin dinî liderinin başkanlığında o topluluğun halkınca seçilecek üyelerden oluşan meclise bırakılması, 
· Aynı mezhepten olanların okul, mezarlık, hastane vb. kurumları yapmaları ve onarmaları konusunda hükümetten izin almaları, 
· Farklı din, mezhep ve cinsten olanlarla ilgili olarak yazışmalarda kullanılan ayıp, ar ve namusa dokunacak deyim ve sözlerin yasaklanması, 
· Din ve mezhep özgürlüğü, ayin özgürlüğü tanınması. İnsanların bunlardan dolayı cezalandırılmamaları, kimsenin din ve mezhep değiştirmeye  zorlanmaması, 
· Din ve mezhep farkı gözetmeksizin bütün tebaanın devlet memuriyetine girebilmeleri, askerî ve sivil okullara kabul edilmeleri, 
· Her cemaatin okul açabilmesi, ancak bu okulların eğitim yöntemlerinin, padişah tarafından üyeleri atanan bir maarif meclisi tarafından denetlenmesi, 
· Farklı din ve mezhepten olan kişilerin aralarındaki ticaret ve cinayetle ilgili davaların çeşitli divanlara havale edilmesi. Bu divanlar tarafından 
seçilecek meclislerin açık olacağı, davaların (vali, kadı ve gayrimüslimlerin davalarında patriklerin bulunabilmesi şartıyla) açık görülmesi, 
· Ceza ve ticaret yasalarının tercüme edilerek ilan edilmesi, 
· İnsan haklarının iyileştirilmesi, 
· Eziyet, işkence ve cerimenin yasaklanması, bunları yapan memurların cezalandırılması, 
· Vergi eşitliğinin sağlanması, 
· Müslüman olmayanların askerlik için bedel-i nakdi ödemeleri, 
· Yabancıların emlak sahibi olabilmeleri, 
· Aşar konusundaki suiistimallerin kaldırılması, 
· Devlet memurlarının ve meclis üyelerinin iltizamlık yapmalarının yasaklanması, 
· Cemaat başkanları ile padişahın seçtiği bir memurun Meclis-i Vala’da üye olarak bulunabilmesi, 
· Bankaların açılması, 
· Ziraat ve ticaretin geliştirilmesi için engellerin kaldırılması, Avrupa’nın bilim ve sermayesinden yararlanılması. 

Islahat çalışmaları yapıldığı sırada hükümet ve padişah da kurumsal reformlar yapmaya devam etmiştir. Öncelikle Maarif Nezareti, Encümen-i  Daniş, ortaokul, mesleki okullar ve teknik okulların açılmasına yönelik düzenlemeler yapıldı. Bu dönemde İltizam usulü kaldırıldı. Padişah, yayınladığı  fermanı koruyacağına dair yemin ederek, kendisinden üstün bir gücün varlığını kabul etmiştir. Islahat Fermanı'nın amacı; Osmanlı vatandaşlarını din ve ırk ayrımı gözetilmeksizin kaynaştırmak ve bir Osmanlı toplumu yaratmaktı. Fakat Tanzimat Fermanı'nda olduğu gibi Islahat Fermanı da Avrupa devletlerinin Osmanlının iç işlerine karışmasını önleyemedi. 

Hatta daha da artmasına neden oldu. Daha çok gayrimüslimler için hazırlandığı bilinen Islahat Fermanı, Müslümanlarca hoş karşılanmadığı gibi gayrimüslimlerce de iyi karşılanmadı. Islahat Fermanı uygulama sonucu olarak istenilen başarıya ulaşamadı. Çünkü devlet ve millet çıkarlarına uygun hazırlanmamıştı. 1857’de çıkarılan Arazi Kanunnamesiyle yabancıların toprak edinmesine izin verildi11. Avrupalı şirketlere demiryolu yapma imtiyazı verildi. Bu faaliyetler aslında Osmanlı Devleti’nin sömürgeleştirilme çabalarıydı. Bu dönemde Nizamiye ve Ticariye Mahkemeleri kuruldu. 
Hukuk siteminin tek çatı altında toplanması amacıyla Mecelle hazırlandı. Tanzimat Fermanı’ndan sonra Fransız ticaret ve ceza kanunları tercüme 
edilerek Osmanlı hukuk sistemine adapte edildi. Fakat toplumsal yapıyı düzenleyecek bir kanunun eksikliği vardı. Çünkü Osmanlı toplumu farklı 
din ve mezhepten oluşan insanları barındırıyordu. Bu farklı din, ırk ve mezhepten insanların tamamını kapsayacak bir toplumsal hukuk oluşturulması 
ihtiyacı dolayısıyla 1867’de Sadrazam Ali Paşa, devletin ileri gelenleriyle bir çalışma başlattı. Ali Paşa, Fransız Medeni Kanunu’nun tercüme edilerek uygulanabileceğini savunuyordu. Fakat Ahmet Cevdet Paşa, Fransız Medeni Kanunu’nun Osmanlı Devleti’nin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamayacağını, bu nedenle Osmanlı Devleti’ne ait yeni bir medeni kanunun hazırlanabileceğini ifade etti. Ahmet Cevdet Paşa bu düşüncelerle çalışmalar başladı ve öncelikli olarak fıkıh kitaplarını inceledi. Mecelle komisyonu kurarak her din, ırk ve mezhebi kapsayacak düzenlemeler üzerinde çalışmaya başladı. 1868’de Divan-ı Ahkâm-ı Adliye kuruldu. Mecelle Komisyonu yeni medeni kanunu hazırlarken Hanefi mezhebinin uygulamalarını temel almış ve 16 kitaptan oluşan yeni kanun 1878’de son kitabın yayımlanmasıyla tamamlanmıştır12. Türk Medeni Kanunu olarak da adlan-dırılabilecek Mecelle’de birey, aile ve miras hukukuna dair düzenlemeler yer almamıştır. Bu nedenle de toplumun ihtiyaçlarına tam olarak karşılık veremese de hem şeri hem de nizamiye mahkemelerinde uygulanmıştır. 

Osmanlı Devleti, yapmış olduğu düzenlemelerle Avrupalı devletlerin iç işlerine müdahale etmesinin önüne geçmek istemiştir. Osmanlı hükümeti yapmış olduğu düzenlemelere ek olarak ekonomik anlamda yeni atılımlar yapmak istemiş ve bunun için de Avrupa sermayesine başvurmuştur. 
Hatta çoğu zaman Avrupalı devletler veya bankerlerden borç alarak ekonomisini düzeltmeye çalışmıştır. Dışarıdan Avrupa sermayesini kullanan  Osmanlı içeride de yeni vergi kalemleriyle kendisine kaynak oluşturmaya çalışmıştır. Bu düzenlemeler her ne kadar önceleri başarılı olmuşsa da yapılan savaşlar hazinenin dengesini bozmuş ve hükümet ekonominin kontrolünü kaybetmiştir. Kırım Savaşı nedeniyle 24 Ağustos 1854’de Londra’da Palmer, Paris’te Goldschimid ile anlaşma yapılmış ve yıllık %5 faizle 3 milyon İngiliz lirası (yaklaşık 330 milyon kuruş) borç para alınmıştır. 1855’de  Roschild’den %4 faizle 5 milyon İngiliz lirası (yaklaşık 545 milyon kuruş) borç alınmıştır. 1858 ve 1860 yıllarında yeniden borçlanmaya gidildi13. Bu  borçlar sebebiyle Osmanlı Devleti, Avrupa’ya bağımlı hale geldi. 1875 yılında alınan borçların ödenememesi sonucunda devlet iflas ettiğini açıkladı. 

Sultan Abdülmecit, Osmanlı Devleti’nde yaptığı yenileşme faaliyetleriyle devletin ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda gelişeceğini ve Avrupalı  devletlerle yarışabileceğini düşünmüştü. Fakat yapılan yenilikler sırasında hem Avrupa’ya yüklü miktarda borçlanılmış hem de yenilenen kurumların  halka geri dönüşü uzun sürdüğü için halk arasında bütün suç Sultan Abdülmecit’e yöneltilmişti. Devletin içine düştüğü bütün sorunların tek  sorumlusunun Sultan Abdülmecit olduğunu düşünen bazı kişiler padişahı tahttan indirmek için 1859’da gizli bir cemiyet bile kurmuşlardı. Fakat bu  cemiyetin üyeleri yakalanmış ve Kuleli Kışlası’nda sorgulanarak cezalandırılmışlardır. Bu olay Osmanlı tarihinde “Kuleli Olayı” olarak geçmektedir. 
Devleti borçlanması sonucunda iflas etmesi II. Abdülhamit Döneminde 1881’de Muharrem Kararnamesi ile Duyun-u Umumiye İdaresi’nin kurulmasını  kabul etmesiyle sonuçlanmıştır14. Bu idare alacaklı tarafların kurduğu ve bütünüyle özerk bir yönetime sahip kuruluştu. Bu kuruluş Osmanlı,  İngiliz, Fransız, Alman, Avusturyalı, İtalyan ve Galatalı Bankerlerin temsilcisinin yönettiği borç toplama bürosu olarak çalışmıştır. Bu idare aracılığıyla  Osmanlıların en önemli gelir kaynaklarına ait vergiler toplanmış ve devlet içinde devlet statüsü kazanmıştır. Osmanlı Devleti Avrupalıların  yarı sömürgesi durumuna düşmüştür. 

Tanzimat Fermanıyla başlayan ve Islahat Fermanıyla devam eden köklü yenileşme hareketleri devletin çöküşüne engel olamamıştır. Yapılan yeniliklerin birçoğu uygulanamamıştır. Bunun uygulanmasında görevli devlet yöneticileri de bu konuda ısrarcı olmamışlardır. Belki de bu durum Cumhuriyet kurulduktan sonra köklü inkılâplara girişen Mustafa Kemal Atatürk’e de örnek teşkil etmiştir. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder