29 Mayıs 2017 Pazartesi

“ Türk Veraset Savaşı ” nın 100. yılı


“ Türk Veraset Savaşı ” nın 100. yılı 


Sunuş / D. Mehmet Doğan 

“ Türk Veraset Savaşı ”nın yüzüncü yılındayız! Birinci Dünya Savaşı’nın İngiliz literatüründeki adlarından biri bu! “ Türk imparatorluğu ” yıkılacak, mirası 
paylaşılacak. Böylece Ortadoğu’da kalıcı barış sağlanacak! (Yani Osmanlı Arazisi sömürgeleştirilecek ) 

Osmanlı Devleti kendini “ Devlet-i Aliyye ” ( Yüce Devlet ) olarak adlandırırdı, Batılılar Türk İmparatorluğu...

Bu Devletin Haçlı Zihninde nasıl bir yeri olduğu  kolaylıkla tahmin edilebilir. 

Sekiz asır önce Haçlılar Kudüs ve çevresine 90 yıl hükümran olmuşlar. Haçlıları, Anadolu’da Selçuklular engellemeseydi, kim bilir neler olurdu. 

Belki Mekke’ye kadar giderlerdi! Onları Kudüs’ten söken, Selçuklu’nun Şam Atabeyliğinin devamı olan Eyyübilerin şanlı hükümdarı Salahaddin’dir 
(1187). Son Haçlı kalıntılarını bölgeden temizleyen ise, 1291’de Akka’yı ele geçiren Memlûk hükümdarı Baybars’tır. Osmanlı ise Haçlı saldırısını tersine 
çeviren, batıya doğru ilerleyerek Orta Avrupa’ya hâkimiyetini yayan devlettir. O yüzden Batılılar, “ Ne zaman ki Türkler Avrupa’ya ayak bastı, Şark meselesi 
başladı ” derler. 

“ Şark Meselesi ”, 19. Yüzyılın bitmez tükenmez siyasî sorunudur. Yunan İsyanı, Sırp İsyanı, Karadağ İsyanı, Bulgar İsyanı...ve arkasından kurulan devletler...
Akim kalan Ermeni İsyanı…Hepsinin ardında batılı sömürgeciler ve bilhassa İngiltere vardır. 

İngiltere, 19. Yüzyılın başında Rusya büyük bir güç haline gelerek kendi sömürge bölgelerini veya nüfuz alanlarını tehdit etmeye yönelince, Osmanlı  Devleti’ni ölmeyecek kadar yaşatmak siyasetine yöneldi. Bunun bize yansıması “Tanzimat”tır. Tanzimat, Devlet’in padişahın ve geleneksel güçlerin devreden 
çıkarılarak batıcı bürokratlar eliyle yönetilmesi dönemidir. Bu sistem Abdülmecid döneminde işlemiş, Abdülaziz döneminde arıza vermeye başlamıştır. 

Bunun üzerine Abdülaziz bir darbe ile tahttan indirilmiş, intihar süsü verilerek katledilmiştir. Batıcı bürokrasi 5. Murad’ı padişah yapmış,  fakat aklî dengesi yerinde olmadığı için, tahtta tutamamış, şehzade Abdülhamid’e razı olmak zorunda kılmıştır. 

2. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’nin meşrutî idareye geçmesini ve Kanun-ı Esasi (Anayasa)’yi kabul etti. Bürokratik elitin tepesindeki Mithad Paşa doymaz 
ihtirası ile Rusyayla savaşı tahrik etti. Bu savaş onun sonu oldu. Osmanlı Devleti ağır hasar gördü. Padişah, Meclis’i feshetti. Anayasayı iptal etmediyse  de, uygulamak için pek istekli görünmedi. Bu arada Avrupa’da Almanya birliğini sağlayarak büyük bir güç olarak ortaya çıktı ve Fransa’yı mağlub etti. 
Dünya hâkimi İngiltere karşısında böyle bir gücün varlığı Abdülhamid’in farklı bir siyaset takip etmesine fırsat verdi. İslâm dünyası ile ilişkileri geliştirdi. 
Osmanlı Hilafeti ilk defa onun zamanında görünür hale geldi. 

İngilizler İslâm dünyasının uyanışı korkusuyla siyasetlerini değiştirdiler, Rusya ile yakınlaştılar. Osmanlı devletini yıkıp mirasını paylaşma projesine  daha sonra Fransa ve İtalya’yı da kattılar. Savaş “İtilaf devletleri” denilen ülkeler tarafından kazanıldı. Plan uygulamaya konulacakken, Rusya’da ihtilal  oldu. Bolşevikler iktidarı ele geçirince Çarların imzaladığı anlaşmaları tanımadıklarını ilan ettiler. Bu vesile ile Osmanlı Devleti’ni paylaşma anlaşmalarından  haberimiz oldu! O zamana kadar her şey “ Komplo teorisi ”nden ibaretti! 

Rusya’nın denklemden çekilmesi, paylaşmayı önleyemedi, farklılaştırdı. Osmanlı Devleti kendi halkına yıktırıldıktan sonra Lozan’da “Yakın Şark İşleri  Konferansı” toplandı. Mağlup Yunanistan bile galipler safında idi! İngilizler konferansı istedikleri gibi yönlendirdiler, 1919’de ilan ettikleri Türkiye sınırlarını  tanıdılar. Osmanlı’nın tarihten gelen hukukunu yok saydılar. Biz de bunu kabul ettik. Türkiye’den ayrılan topraklarda halkın kendi kaderini tayin etmesi konusunda bile sesimizi yükseltemedik. 

Mütehakkim Avrupa’nın İngiltere öncülüğünde “Şark meselesi”ni güya halleden sahte barışının bütün dünyayı tehdit eden emperyalist bozguncu bir 
yapılanma olduğunu bugün daha açık olarak görüyoruz. 1. Dünya Harbi’nin sonunda esas itibarıyla Osmanlı ülkesinin paylaşımı ve parçalanması gerçekleştirilmiş, merkez topraklarında kurulacak devletin sınırlarının tesbiti yanında bu devletin manevî etki alanlarının da yok edilmesi hedeflenmiştir. 

2010’lu yıllar, 1910’lu yıllara bir hayli benziyor. ABD Suriye konusunda Rusya ile ittifak oluşturuyor. Bunun Türkiye’nin, en uzun sınırlara sahip olduğu 
komşu ülke üzerindeki muhtemel tesirini engellemek amaçlı olmadığı iddia edilebilir mi? 

Ortadoğu kavramı içinde bulunan ülkeler kan ve ateş içinde. Tunus, Libya, Mısır…Kuzey Afrika kuşağının içinde bulunduğu durum yanında, Irak ve 
Suriye (ve Lübnan)’da çatışmalar bitmek bilmiyor. Türkiye’nin yükselen yıldızı kafaları karıştırıyor. Türkiye’de fizikî bir savaş yok, fakat görünen o ki, 
arkaplanda savaşı aratmayacak bir çatışma var ve bu çatışma içeriden bazı manivelalar kullanılarak derinleştirilmek isteniyor. 

1.Dünya Savaşı’nın önemli, 2. Dünya savaşının ise başlıca aktörlerinden Winston Churchill, Harbin başlangıcının yirminci yıldönümünde (4 
Ağustos 1934) Daily Mail gazetesinde bir makale yayınlar. “Elli sene hazırlık yapıldıktan sonra patlak veren büyük felaketten beri yirmi sene geçti. 
Bu yirmi sene içinde çok çetin bir yol yürüdük. Silahla kazanılan en mükemmel zaferi kazanmış olmalarına rağmen galip devletler harpten evvelki 
zamandan daha ziyade endişede ve ihtimal daha büyük tehlike karşısında bulunuyorlar. Yaptıkları fedakârlıkların ve kazandıkları zaferlerin neticesi 
yeni korkulardan ibaret kalmıştır. Harbe nihayet vermek için yapılan ve Avrupa’nın yetişmiş erkek nüfusunu imha eden Büyük Harp, bugün mukadderatımız hesabına daha korkunç akıbetlerin mevcudiyetine cümlemizi ikna etmiştir.” 

Yarım asırlık hazırlıktan sonra yapılan savaş, 1. Dünya Harbi! Dünyanın emperyalist güçleri, aralarında nihaî bir hesaplaşma olacağını biliyor ve 
ona göre hazırlıklarını yapıyor. Aynı yazıda, 20 sene evvel harbin milletlere dehşet verici, fakat aynı zamanda “sihirli ve asil bir tecrübe” alarak 
sunulduğu belirtiliyor. 1930’larda ise harp her türlü yaldızdan ve romantik süslerden sıyrılmış durumdadır. 

Buna rağmen harp yaklaştıkça yaklaşmaktadır! 

Sebep? Elli yıllık hazırlıktan sonra “ Savaşa son veren savaş ” akabinde yapılan hatalar. 

Çörçil Cihan Harbi sırasında İngiltere’nin Bahriye Nazırı’dır, 2. Dünya Harbi sırasında Başbakan. 2. Dünya Savaşı sonrasında yayınlanan hatıralarına, 
1. Harpten sonra galiplerin çılgınlıklarını anlatarak başlar. 

“1914 harbi bitince dünyanın hemen her tarafında şu ümit belirdi: Artık bundan sonra dünya yüzünde sulh hüküm sürecek...Eğer dürüst prensiplerle 
hareket edilseydi, sâlim bir idrakin makul icaplarına uygun bir basiretle yol alınsaydı, insanlık kolayca bu rüyasına kavuşabilirdi. 

“Harbe nihayet veren harb” sözü bütün dudaklarda dolaşıyordu. Hatta bu tatlı rüyayı gerçeğe çevirmek için harekete de geçilmişti. Amerikan devlet 
reisi Wilson, Milletler Cemiyeti mefhumunu bütün zihinlere hâkim kılmıştı. Bunu yaptığı sırada Birleşik Amerika Devleti’nin otoritesine dayanarak 
adım attığına herkes inanıyordu.” 

Cemiyet-Akvam veya Milletler Cemiyeti 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler’in babası. Güya savaşı önlemek için kurulmuş 
milletlerarası bir kurum. Peki işe yaradı mı? 

“ Savaşa son veren savaş ” tan sonra dünyanın manzarası: 
Osmanlı Devleti yıkıldı, Mirası paylaşıldı. Rus Çarlığı bolşevik ihtilali ile yıkıldı, yerine kapitalizm düşmanı Sovyetler Birliği kuruldu. 
Osmanlı mirasından Rusya’nın payına düşen alanla Türklere bırakılan kısım üzerinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. 

Çörçil’in, hatıralarını okuyanlar 1. Dünya Harbinin Sırf Avrupa harbinden ibaret olduğu kanaatine varır. Osmanlı varlığına son verilmesi, Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesi konularına hiç yer vermez. Harbin faiili Avrupa güçleridir, bunda şüphe yok. Failler ne uğruna savaşmıştır peki? Büyük sömürge güçleri, dünya hâkimiyeti için, dünyanın kaynaklarını kontrol etmek için, bilhassa Osmanlı hakimiyetindeki arazileri paylaşmak için savaşmıştır. Almanya kazansa idi, Osmanlı Devleti’nin durumu ne olurdu? O, bahsi diğer olmakla beraber, İngiltere’nin başı çektiği İtilaf tarafının kazanması, ardından Mütareke, Millî Mücadele ve Lozan müsameresi... 


20. Yüzyılın en önemli hadisesi 1. Dünya Harbi midir, savaş sürerken zuhur eden bolşevik ihtilali mi, Osmanlı Devleti’nin yıkılması mı? 

Osmanlı Devleti’nin yıkılması, İslâm dünyasının sıfıra müncer edilmesi, dünya siyasetinin Doğu Batı çatışması üzerinden kurulması 20. Yüzyılın en önemli 
hadisesidir. Bugün yeni bir dünyanın kurulması işte bu tarihle hesaplaşmadan mümkün değildir. 

“Savaşa son veren savaş”, “barışa son veren barış”la, yani galip batının oluşturduğu dünya düzeni ile günümüze kadar geldi. Yüz yıllık kirli savaşın 
biteceğine dair bir ümit yok. Anglo-Sakson hükümranlığı Ortadoğu’nun kendi sistemini kurmasının önündeki en büyük engel. Osmanlıyı kolaylıkla 
yıktılar, fakat yerine sürdürülebilir bir sistem kuramadılar/kurmadılar. İsrail İslâm dünyasının bağrına bir hançer gibi saplandı. İslam dünyasını 
bir asır diktatörler eliyle kontrol ettiler. Bazı diktatörlere karşı demokrasi getirmek iddiasıyla güç kullandılar, arkalarında diktatörlüklere rahmet 
okutacak şiddet ortamı bıraktılar. Kendi diktatörlerini dize getiren ülkelerde, demokrasinin işlememesi yönünde müdahil oldular. Suriye’de daha 
da kötüsünü yaptılar: Ülkenin tahrib olması, halkın yok edilmesi bahasına savaşın sürmesine göz yumdular. 

TYB Akademi’nin bu sayısı 1. Dünya Savaşı’na ayrıldı. 

Savaş öncesi ve sonrası ile ilgili yazılar yanında Mehmet Âkif’le ilgili iki yazı, İnkılâp Tarihi Dersleri’nin 80. yıl dönümü hakkında bir araştırma, zengin 
bir tartışma ve kitabiyat bölümümüz var. 

D. Mehmet Doğan 
www.tybakademi.com

tybakademi@gmail.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder