Birinci Dünya Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Birinci Dünya Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2019 Perşembe

Konvansiyonel Savaş Devri Geride mi Kaldı? BÖLÜM 2

Konvansiyonel Savaş Devri Geride mi Kaldı? BÖLÜM 2



Bütçe 

Devletlerin sürekli güvenlik arayışı, savaşın doğasından kaynaklanır. Çünkü 
Worrell’in (2011: 50) tespitiyle, tüm savaşları bitireceğine inanılan bir savaş (Birinci Dünya Savaşı) veya belirli bir düşmana karşı elde edilen kesin bir zafer (SSCB’nin çöküşü) başka savaşların hazırlayıcısı olmuştur. Ne var ki devletler, güvenliklerini sağlamak üzere sınırsız kaynaklara sahip değildir ve bu durum, kaynakların etkili ve verimli kullanılmasını zorunlu kılar. Savunma planlama sürecinin amaçlarından biri de budur; kriz, çatışma ya da savaş anında atılacak her bir merminin hem hedefi, hem de maliyeti bir sistematik dahilinde ortaya konulmalıdır. 

Plan ve programların hayata geçirilmesine yönelik ana çerçeveyi çizen savunma 
bütçesi, kaynak planlaması süreci ile ilintilidir. Kaynak planlaması ile ulusal çıkarlar, hedefler ve tehdit algılamaları arasında da sıkı bir ilişki mevcuttur. Davis (1994: 45), savunma harcamalarının algılanan tehdit düzeyi ve yetenekler ile olan ilişkisini ortaya koyduğu çalışmasında, ulusal çıkarların fazla kapsamlı olmadığı ve bu çıkarlara yönelik tehditlerin de düşük seviyede bulunduğu durumlarda, bütçe düzeyinin de düşük seviyede kaldığını belirtir. Çatışmaların maliyeti arttıkça, alınan siyasî ve askerî kararlar ile bu kararların arkasındaki paradigma daha yoğun sorgulanmaktadır. 

Öte yandan, tespit edilen paradigma üzerine inşa edilen güvenlik politikası, beliren tehditlere cevap verecek bütçe esnekliğine sahip olmadığı takdirde Şekil 2.’deki başarı alanının giderek daralması da kaçınılmaz hale gelmektedir. 
Hiçbir harekât sınırsız maliyet özgürlüğüne sahip değildir; öyleyse etkililik 
(efficiency)gelecek öngörülerinin şekillendiği sürecin gerçekçiliğinde aranmalı dır. Aksi halde, oluşturulan senaryoların kapsamadığı gri alanların başka aktörlerce süratle doldurulması sürpriz olmayacaktır. 


Yakın geçmişteki bazı çatışmaların tahminin maliyetlerinin yer aldığı 
Tablo2.’deki veriler, istenen son durum ile kaynaklar arasındaki dengenin önemini vurgulamaktadır. Tabloda gösterilen farklı ölçek ve boyuttaki çatışmalardan sadece dört tanesi (Panama 1989, Irak 1991, Kosova 1999, Afganistan 2001-2003) başlangıçta belirlenen stratejik hedefe ulaşılmasıyla neticelenmiştir. Kaynakların etkili kullanımının kamuoyu desteği ile doğrudan ilişkili olduğu düşünüldüğünde, ekonomik yönden kırılgan yapıya sahip ülkelerde oluşan kamuoyu hassasiyetinin, savunma harcamalarının etkililiğini daha da önemli hale getirmesi beklenir. 

Ekonomik durum, ulusal güvenlik stratejisinin dinamizminin de teminatıdır. 
Bu dinamizmi muhafaza adına, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde askerî harcamaların kısılması, personel sayısının azaltılması gibi niceliksel uygulamalar yoğunluk kazanmıştır. Nicelik üstünlüğünün idamesine yönelik zorluklar, sayısal 
mukayeselerden uzaklaşarak niteliğe yatırım yapmayı dikte etmiş, Türkiye de bu süreci askerî güç dengesini muhafaza etmek koşuluyla tecrübe etmiştir. Konvansiyonel paradigma temeline oturan askerî güç dengesi, karşıt kuvvete denk bir gücün hazır bulundurulmasını esas almış, söz konusu tehdit tabanlı yaklaşım zaman içinde nicelik-teknoloji-insan gücü bağlamında yeniden yorumlanarak yetenek tabanlı anlayışa doğru evrilmeye başlamıştır. 1990’lı yılların ortalarındaki “iki buçuk savaş” stratejisi (Elekdağ, 1996), askerî harcamalara ayrılan payın küçülmesiyle birlikte güncellenmiş ve farklı spektrum daki tehditlerle baş edebilecek yetenekleri kazanma gayretleri yoğunluk kazanmıştır. 

Teknoloji 

Savaş, politik amaçlar için icra edilen, organize bir şiddettir (Gray, 2005: 30). 
Bu şiddet eyleminde kullanılan gücün maksadı, Clausewitz’in ifadesiyle, “düşmana isteklerimizi kabul ettirmektir.” Masadan kimin galip ayrılacağını belirleyen bu bilek güreşi, tarihi süreç içerisinde farklı biçimler almış ve odağın nicelikten niteliğe kaymasıyla birlikte teknolojiyi yeniden keşfetmiştir. 1896 yılındaki İngiltere-Zanzibar Savaşı’nı 45 dakikada sonlandıran ağır bombardımanın yarattığı etkinin benzerini, bugün farklı yöntemlerle oluşturmak mümkündür. Bununla birlikte, Mısır’ın 1000 tank ve 100 bin askerle katıldığı Altı Gün Savaşı’nın ve/veya 1982 Falkland Savaşı gibi 42 gün sürecek uzun soluklu bir mücadelenin gerçekleşme olasılığı varlığını korumakta, üstelik kapsamı (KBRN silahlarının kullanımıyla) genişleyerek daha ürkütücü bir hal alma olasılığı da bulunmaktadır. Büyük yıkımlara yol açabilen nükleer silahlar, geçmişin konvansiyonel savaşlarında operatif ve stratejik hedeflere ulaşma vasıtası olarak düşünülmüştür. Konvansiyonel bir savaşın hasmın sırtını yere getirmeyeceğini değerlendiren ülkeler, KBRN silah ve teknolojilerini caydırıcı bir güç olarak ellerinde tutma eğiliminde olmuşlardır. Bu eğilim varlığını koruduğu müddetçe, tehdidin doğasını tümüyle değiştirebilecek güçtedir. 


Teknolojik üstünlük ile ulusal güvenlik stratejisi ve tehdit algıları arasında karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Yüksek teknolojiye yönelik yatırımlar ve bunların sonucundaki ilerlemeler, konsept ve doktrinleri etkileyerek “nasıl bir savaş?” sorusunun cevabına girdi teşkil etmektedir. Harbin “nasıl” boyutuna ilişkin her türlü tahayyül mevcut imkan ve kabiliyetlerin tesiri altında kaldığından, sahip olunan teknolojik güç gelecek öngörülerini, güvenlik ihtiyacını ve tehdit algılarını da etkilemektedir. Bu kapsamda ulusal güvenlik stratejisinin tespiti ile başlayan planlama faaliyetlerinde önemli yer işgal eden Planlama, Programlama, Bütçeleme ve Uygulama (PPBUS) sürecinde; yeni teknolojilerin kazanımı, modernizasyon, ARGE gibi alanlara ilişkin yol haritaları belirlenir. Ülkenin ekonomik durumu ile orantılı biçimde gelişen teknolojik düzey, özellikle tedarik safhasında kaynakların ne yönde kullanılacağına ilişkin önemli ipucu niteliğindedir. 

Sınırlı kaynaklar, belirsizlik alanlarının mümkün olduğu ölçüde azaltılmasını 
ve başarı alanını genişletecek yatırımlar yapılmasını gerekli kılar. Çünkü gelişen 
teknoloji savaş ihtimalini zayıflat mamakta, aksine şiddet düzeyini artırmaktadır. 
Devletler arası konvansiyonel savaş ihtimalinin halen daha geçerli olduğunu savunan Gray (2005: 178), bu tezini, “yükselen güçlerin, bölgelerinde daha etkili olmak isteyeceğine ve bunun da endişe ve gerginliği besleyeceğine” dayandırır.

Öyleyse sorulması gereken soru, “Gelecekte devletler arası konvansiyonel bir savaş olabileceğine inanıyor muyuz?” yerine, “Gelecekte bu türlü bir savaş olmayacağını varsaymanın maliyetine katlanabilir miyiz?” olmalıdır (Gray, 2005: 187). Tehdit tabanlı planlama yaklaşımının esnekliğe imkan tanımayan katı doğasına alternatif olarak geliştirilen yetenek tabanlı yaklaşım, söz konusu soruya rasyonel bir cevap bulma adına planlamacılara önemli katkılar sağlamaktadır. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Berlin Duvarı’nın yıkılması, ardından Doğu Avrupa’daki bürokratik yapıların 
çökmesi, dünyadaki dengelerin hızlı bir değişim sürecine girdiğinin habercisi olmuştur. 
Kısa bir süre sonra, bürokratik rejimlerin merkezi ve baskın gücü olan 
SSCB’nin de dağılmasıyla birlikte dünyadaki politik dengeler sarsılmış, zamanın 
ABD Başkanı George Bush’un “yeni dünya düzeni” olarak tanımladığı bu yeni 
dönem Fukuyama ve Huntington’ın tezlerinin çarpışmasına da tanıklık etmiştir. 
SSCB’nin sahneden çekilmesiyle, ABD ekonomik, askerî, teknolojik ve siyasî olarak tek kutuplu hale gelen dünyada üstünlüğünü pekiştirme mücadelesi verirken, güçler arasındaki hegemonya savaşı bazen örtülü, bazen açık olarak süregelmiştir. 
Dengelerin değişmesi ve kartların yeniden karılması yine silahlanma ve savaş anlamına gelmiş; bu önü alınamaz tırmanış soyut düşmanlar ve her an saldırı tehlikesi ile yüz yüze bulunan ülkeler ile George Orwell’in “1984” adlı romanını anımsatan tarzda cereyan etmiştir. Küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte eski korkular, biçim değiştirerek derinleşmiş, ama tamamen kaybolmamıştır. Eski korkulardan en bilineni; büyük ölçekli bir konvansiyonel savaş tehlikesi, günümüz öngörülerindeki yerini, bir korku olarak değilse de korumaktadır. 

Konvansiyonel savaş devrinin geride kaldığı yönündeki yargı, değerler ve algılar 
temelinde biçimlenir. Devletler, gelecek öngörülerini inşa ederken bu değer ve 
algılardan yola çıkarlar. Ulusal güvenlik stratejisi, tehdit değerlendirmeleri, jeopolitik, bütçe ve teknoloji ile bahse konu algılar arasında iki yönlü bir etkileşim söz konusudur. Bu faktörler; bir yandan konvansiyonel savaş öngörülerini ve güvenlik paradigmalarını etkilerken, diğer yandan tarihsel bir süreç içerisinde ve demografik, ekonomik, kültürel etmenler eliyle şekillenen algıların etkisi altında kalırlar. 
Bu nedenle, geleceğin tahayyülü tek bir senaryoya bağlı kalmayan, çok yönlü ve esnek bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Gray’in (2014: 120) haklı tespitiyle, tarih okumalarının gösterdiği şey savaşların önceden kestirilemeyeceği, öyle olsa bile ne türde cereyan edeceğinin kesin olarak bilinemeyeceği gerçeğidir. Bu nedenle savaşlar, önceden yazılmış bir senaryoyu imkansız kalan, ölümcül ve interaktif bir tiyatrodan ibarettir. 

Ulusal güvenlik stratejileri planlamacılar için kılavuz niteliğindedir. Strateji, 
siviller ve askerlerin müşterek resmi ne şekilde gördüğünün somutlaşmış ifadesi 
olarak, gelecek tahayyüllerini ete kemiğe büründürür ve tehdit algısına son şeklini verir. Devletlerin ulusal güvenlik stratejileri incelendiğinde, Soğuk Savaş’ın son bulması ile birlikte giderek zayıflayan konvansiyonel tehdit değerlendirmesinin, planlamacıların tahayyül ufkunu bütünüyle terk etmediği görülmektedir (örn. İngiltere, Hindistan, Almanya). 

Bir diğer belirleyici faktör olarak jeopolitik, stratejiyi ve tehdit değerlen dirme lerini aynı ölçüde etkilemektedir. İki kutuplu yapının dağılmasıyla oluşan güvenlik boşlukları, coğrafya ile güvenlik ilişkisini bir kez daha gündeme taşımıştır. Coğrafya, askerî yeteneklerin tespitinde de önemli rol oynamaktadır. Bu kapsamda örneğin tankların doktrindeki kullanımı ile topografya arasında önemli bir bağıntı vardır. Bilhassa İkinci Dünya Savaşı ile birlikte konvansiyonel muharebelerin vazgeçilmezi olan tanklar, tehdit paradigmalarındaki değişimden fazlasıyla etkilenmiştir. 

Smith’in tespitiyle (2006: 1-2), tankların tanklarla savaştığı, topçu ve hava 
kuvvetleri ile desteklenen zırhlı birliklerin manevra yaptığı ve tankların belirleyici unsur olduğu en son savaş, Golan Tepeleri ve Sina Çölü’ndeki 1973 Arap-İsrail Savaşı olmuş, o tarihten bu yana binlerce tank üretilmiş ve devletler tarafından satın alınmıştır. Öyle ki 1991 yılına gelinceye dek, NATO’nun 23 bin, Varşova Paktı’nın ise yaklaşık 52 bin tanka sahip olduğu tahmin edilmekteydi. Tanklar, 1991 ve 2003 Irak Savaşında, 2000 yılında Çeçenistan’da kullanılmaya devam etmiş; fakat konvansiyonel doktrinde öngörüldüğü şekliyle, harekâtta belirleyici faktör ve hedefi ele geçiren stratejik ihtiyat olarak kullanımı uzunca zamandır gerçekleşmemiştir. 

Elbette bu, gelecekte olmayacağı anlamına gelmemektedir. 

Günümüzde asimetrik tehditler ve bilhassa terörizmle mücadele, planlamacıların 
gündemini yoğun olarak işgal etmekteyse de, konvansiyonel bir savaş olasılığı 
da göz ardı edilmemelidir. Yüksek maliyetlerinden dolayı böylesi savaşların artık 
gerçekçi olmadığı ve güncelliğini yitirdiği iddiası 11 Eylül saldırıları ile birlikte 
güçlense bile, konvansiyonel savaş konseptinin tarihe karıştığını söylemek ihtiyatlı bir yaklaşım değildir. Uluslararası sistemin değişken dinamikleri, bu savaşları her zaman için mümkün kılmaktadır. 

Askerî planlamacıları bekleyen belirsizlikler; dost ve düşman unsurların, savaşın 
türünün ve zamanının belirlenmesidir. Tüm bu belirsizlikler içinde en zoru zamanlamanın kestirilmesi dir. Dost ve düşman unsurların tanımlanması, diplomasinin görece yavaş gelişen/dönüşen seyri nedeniyle daha kolaydır. Ne tür bir savaş ile karşılaşılacağını belirleyen temel etmen ise, çevresel faktörlerdeki değişim hızı olacaktır. 

(Toft ve Imlay, 2006: 1-2). Öyleyse geleceğe ilişkin öngörüler, bu hıza ayak 
uydurabilecek esneklik ve uyumluluğa sahip olmalıdır. Güvenlik ortamının doğasında var olan belirsizliğin düzeyi, öngörülere ve öngörülerle şekillenen hazırlık seviyelerine doğrudan etki etmektedir. Hazırlıksız yakalanmanın maliyeti ağırdır. Soğuk Savaş döneminde savaşılacak taraf(lar)ın ve dolayısıyla planların belli olması dahi, ABD’nin, Kore ve Vietnam gibi öngörülmemiş krizlerle baş etmek zorunda kalmasını engelleyememiştir. 

Günümüzde bazı savaş türleri, modası geçmiş gibi görünse de bunlar tarih sahnesinden tamamen çekilmemişler dir. Çatışma ortamlarını besleyen ve büyüten koşulların her zaman değişebileceğini hatırdan uzak tutmamak gerekir. Bu değişim gerçekleştiğinde, bugün “eski moda” olarak görülen savaşlar yeniden sahneye çıkabilecektir (Gray, 2005: 36; Biddle, 2004: 6). 

Çünkü gelecekte savaşların ne tür bir biçim alacağı kesin olarak hiçbir zaman bilinemeyecektir. En azından onlarla yüzleşinceye kadar... 

Kaynakça 

2015 National Security Strategy (2015). 
https://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy.pdf    Adresinden alınmıştır. 

A Strong Britain in an Age of Uncertainty: The National Security Strategy (2010). 
https://www.gov.uk/government/uploads/system/uploads/attachment_data/file 
/61936/national-security-strategy.pdf (Erişim: 24 Ocak 2015). 

Ankersen, C. (2014).The Politics of Civil-Military Cooperation: Canada in Bosnia, Kosovo, and Afghanistan, Hampshire: Palgrave Macmillan. 

Art, R. (1997). American Defense Policy, İçinde P. Hays ve diğerleri (Ed.), “To 
What Ends Military Power?”, London: The John Hopkins University Press. 

Biddle, S. (2004). Military Power: Explaining Victory and Defeat in Modern Battle, New Jersey: Princeton University Press. 

Creveld, M. (2005). The Oxford History of Modern War. İçinde C.Townsheld 
(Ed.), Technology and War II: From Nuclear Statement to Terrorism, New York: Oxford University Press. 

Davis, P. (1994). New Challenges for Defense Planning, Rethinking How Much 
is Enough. İçinde P.Davis (Ed.) Planning Under Uncertainty Then and Now: 
Paradigms Lost and Paradigms Emerging, RAND National Defense Research Institute. 

Davis, P.(2002).Analytic Architecture for Capabilities-Based Planning, Mission-
System Analysis, and Transformation, Santa Monica: RAND Corporation. 

Dixit, K.C. (2010). Sub-Conventional Warfare: Requirements, Impact and Way 
Ahead,Journal of Defence Studies, Vol.4, No.1, 120-134. 

Elekdağ, Ş. (1996). 2 ½ War Strategy, Perceptions,Mart-Mayıs 1996. 

French White Paper on Defence and National Security (2013). 
http://www.defense.gouv.fr/english/portail-defense (Erişim: 24 Ocak 2015). 

Gray, S. (2005). Another Bloody Century,London: Weidenfeld&Nicolson. 

Gray, S. (2014). Strategy & Defence Planning: Meeting the Challenge of Uncertainty, New York: Oxford University Press. 

Heidelberg Institute for International Conflict Research (2015). Conflict Barometer 2014, 
http://www.hiik.de/en/konfliktbarometer/pdf/ConflictBarometer_2014.pdf     (Erişim: 18 Ocak 2015). 

İsen, G. (2004). ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya. İçinde T.Ateş 
(Ed.), Amerikan Birliğinin Irak Yazı-Turası: Gücün Gerçeği mi, Gerçeğin Gücümü?,Ankara: Ümit Yayıncılık. 

Japan National Security Strategy (2013). http://www.cas.go.jp/jp/ 
siryou/131217anzenhoshou/nss-e.pdf (Erişim: 22 Ocak 2015). 

Jervis, R. (1984). Strategy and Nuclear Deterrence. İçinde S.Miller (Ed.), Deterrence and Perception, New Jersey: Princeton University Press. 

Kaplan, R. (2013).The Revenge of Geography: What the Map Tells Us About Coming Conflicts and the Battle Against Fate, New York: Random House. 

Knight, A. (2008). Civil-Military Cooperation in Post-Conflict Operations: Emerging Theory and Practice. İçinde C.Ankersen (Ed.), Civil-Military Cooperation and Human Security, Abingdon: Routledge. 

Moskos, C. (2000). The Postmodern Military: Armed Forces after the Cold War. 
İçinde C.Moskos, J.A.Williams, D.R.Segal (Ed.), Armed Forces after the Cold 
War, New York: Oxford University Press. 

Russia’s National Security Strategy to 2020(2009). http://www.isn.ethz.ch/DigitalLibrary/Publications/Detail/?id=154915 
(Erişim: 20 Ocak 2015). 

Savunma Politikası veTürk Silahlı Kuvvetleri (Beyaz Kitap 93). (1993). Ankara: 
Milli Savunma Bakanlığı. 

Savunma Politikası veTürk Silahlı Kuvvetleri (Beyaz Kitap 2000).(2000). Ankara: Milli Savunma Bakanlığı. 

Schnabel, A. ve Krupanski, M. (2014). Evolving Internal Roles of the Armed Forces: Lessons for Building Partner Capacity, Prism, Vol.4, No.4, 119-137. 

Securing an Open Society: Canada’s National Security Policy (2004). http://publications.
gc.ca/collections/Collection/CP22-77-2004E.pdf (Erişim: 24 Ocak 2015). 

Smith, R. (2006). The Utility of Force: The Art of War in the Modern World, London: Penguin Books. 

The National Security Strategy: Sharing a Common Project (2013). 
https://www.enisa.europa.eu/activities/Resilience-and-CIIP/national-cyber-se-
curity-strategies-ncsss/ES2_NCSS.pdf (Erişim: 27 Ocak 2015). 

Toft, M. ve Imlay T. (2006). The Fog of Peace and War Planning: Military and 
Strategic Planning Under Uncertainty. İçinde T.Imlay ve M.Toft (Ed.), Strategic 
and Military Planning Under the Fog of Peace, New York: Routledge. 

Townshend, C. (2005). The Oxford History of Modern War. İçinde C.Townsheld 
(Ed.), Introduction, New York: Oxford University Press. 

Türkiye’nin Savunma Politikaları ve Silahlı Kuvvetler’in Yapısı (Beyaz Kitap 1987).  (1987). Ankara: Milli Savunma Bakanlığı. 

White Paper 2006 on German Security Policy and the Future of Bundeswehr(2006). 
http://www.london.diplo.de/contentblob/1549496/Daten/78114/ 
German_security_defence_summary.pdf (Erişim: 24 Ocak 2015). 

White Paper on Defence and the Armed Forces of the Republic of the Bulgaria(2010). 
http://www.mod.bg/en/doc/misc/20101130_WP_EN.pdf 
(Erişim: 04 Ocak 2015). 

Wight, L. (2012). Airpower Dollars and Sense: Retjhinking the Relative Costs of 
Combat,Joint Forces Quarterly,66, 54-61. 

Winters, H., Galloway, G., Reynolds, W.J. ve Ryhne, D. (1998). Battling the Elements: Weather and Terrain in the Conduct of War, Baltimore: John Hopkins University Press. 

Worrell, M. (2011). Why Nations Go to War: A Sociology of Military Conflict, New York: Routledge. Millî Güvenlik ve Askerî Bilimler Akademik Dergisi 
İlkbahar-Spring 2015, Cilt/2, Sayı/No 6, 23-42 

***

25 Kasım 2018 Pazar

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 8

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 8,





İngiliz-Fransız görüşmelerinin başladığı sıralarda Sykes, De Bunsen Komitesi raporunun teslimi ardından çıktığı Ortadoğu seyahatinden henüz dönmüştür. 
Kahire’de anlatılan El Faruki masalına ve İngiliz-Fransız rekabetine gönülden inanan Sykes, Fransa’nın Suriye emellerinden çekinip isyan etmekten korkan Arapların rahatlatılması için, ilk önce Fransızlarla anlaşılması gerektiğine inanmıştır. Diğer taraftan Kuzey Afrika’da çok öncelere dayanan ve Fransa’nın İngiltere’nin Mısır ve Sudan üzerindeki hâkimiyetini, İngiltere’nin ise Fransa’nın Fas üzerindeki hâkimiyetini tanıdığı ‘Entente Cordiale’ ile sonuçlanan ve yeniden canlanacağı öngörülen İngiliz-Fransız gerilimini aşmanın, ancak bu görüşmelerle mümkün olabileceğini düşünüyordu.81 
Sykes, 16 Aralık’ta Savaş Komitesi’ne verdiği bilgide; gereken destek sağlanıp önlem alınmazsa, Şerif’in öldürülebileceğini ve yerine geçecek olan kişinin İttihat ve Terakki’nin adamı olmakla kalmayıp Arap isyanı ile ilgili bütün hazırlığı 
boşa çıkaracağını ifade etmiştir.82 Aynı toplantıda kabine üyelerine Suriye haritasını göstererek Akka’dan Kerkük’e bir hat çizmiş ve bu hattın güneyinde kalan kısmı İngilizlerin kontrol etmesi gerektiğini söylemiştir. Donanma komutanı Arthur Balfour, öncelikle Mısır’daki durumun güçlendirilmesi gerekçesiyle plana şüpheyle yaklaşırken, Savaş Bakanı Kitchener, öneriye sıcak bakmakla kalmayıp, çizginin Hayfa’dan başlatılması gerektiğini ve böylece Arapların İngiliz kontrolü altına gireceğini belirtmiştir.83 

Bu fikirlerle kabinenin gözüne giren Sykes, Picot ile yürütülen görüşmelerin tıkanması sebebiyle bu çıkmazı aşmak için hükümet tarafından Nicolson’un yerine atanmıştır.84 Bundan sonraki görüşmeler Sykes ile Picot arasında yapılacaktır. Sykes, görüşmelerde görevlendirilmesinin akabinde, Kitchener’ın askeri danışmanı Albay Fitzgerald’a gidişatla ilgili bir rapor vermiştir.85 Sykes’ın aktardığına göre, Kitchener’ın askeri danışmanı Fitzgerald’la kendisini tanıştıran dışişlerinden Lancelot Oliphant’tır ve bu sayede Sykes, Kitchener’ın doğu işlerindeki danışmanı olmuştur.86 
Yine Sykes’ın aktardığına göre, savaş komitesi ile yapılan aynı toplantıda, Balfour’un Fransızlarla nasıl bir anlaşma yapmak istediği yöndeki sorusuna Sykes, Kudüs bölgesinden farklı olarak Hayfa’nın güneyinde, Fransızlarla Arap devleti arasında kalan bir bölgeyi İngiliz kuşağı olarak tutmak istediğini belirtmiştir. Sykes ayrıca İngiltere’nin, Filistin’i topraklarına katmasını istiyordu87 ki Katolik anlayışa sahip bir Hristiyan neferin, bunun aksini düşünmesi beklenemezdi. 

Picot’a göre İngilizler, Mısır ve Mezopotamya’dan gelen haberler dolayısıyla panikteydiler ve bu durum avantaja çevrilebilirdi. Bu amaçla Cambon’un da hemfikir olduğu bir plan dâhilinde Fransız cevabı geciktirilmeden önce Arap devletinin, Fransa’nın Suriye’deki çıkarlarına ters düştüğü gerekçesiyle duyulan şok ve öfke ifade edilecek, karşı tarafın orijinal planını değiştirmesi için yeterli direnç gösterildikten sonra İngilizlerin, Fransa için öngördükleri ayrıcalıkla nüfuz ve ekonomik bölgeleri açıklaması beklenecektir.88 21 Aralık’ta yapılan ikinci görüşmeler sırasında Picot, yukarıda bahsedilen strateji gereği, İngilizlerin Araplarla el sıkışma mecburiyetinden faydalanarak Fransa’nın kontrol edeceği bölgenin büyüklüğünde azalmaya razı olmakla birlikte Fransız nüfuz alanının Musul’a kadar uzatılmasını talep etmiştir. 

Arthur Nicolson ise gelecekte Arap devletinin bir parçası olacak Lübnan’ı İngiltere’nin istediğini belirtmiştir.89 Bu durumda, tarafların görüşmeleri yeniden tıkanmış ve öğleden önceki toplantıdan bir sonuç alınamamıştır. Bu tıkanmadan sonra Savaş Komitesi’nin ve dolayısıyla Kitchener’ın temsilcisi Sykes, Picot ile yapılacak görüşmelere temsilci olarak katılacaktır. Bu sayede Sykes, önceden kabine üyelerine Downing Street 10 numarada teklif ettiği planı uygulama fırsatı yakalamıştır. 

Gerçekte Fransız tarafı da Sykes’tan farklı düşünmüyordu. Onların da çok çeşitli aşiretlerden oluşan farklı mezheplere mensup çölde yaşayan Arapların, doğrudan kontrolüyle ilgilenecek durumları yoktu. Amaçları, kendi atayacakları prenslerle, nüfuzu altındaki Arapları dolaylı yoldan yönetmek ve Suriye sahili, Lübnan, Filistin ve Kilikya bölgesinde doğrudan kontrolü altında ekonomik kaygıları ağır basan bir koloni oluşturmaktı. Öte taraftan Arapların bu paylaşımla ilgili bazı bilgilere sonradan vakıf olup strateji geliştirdiklerine ilişkin söylentiler de mevcuttur. Bunlardan en dikkat çekicisi, Faysal’ın çevresindekilerden birisinin, Şerif’in Faysal’a yazdığı mektupta gördüğünü iddia ettiği şeylerdir. Bu mektupta yazılanlara göre Şerif, Arap devleti bir deniz gücü kurana kadar Fransa’nın Suriye sahilini koruyacağını ve bunun karşılığında her yıl belli bir bedeli Arap devletine ödeyeceğini iddia etmektedir.90 

Sykes, 21 Aralık’ta tıkanan görüşmelerin öğleden sonraki oturumuna katılmıştır. Picot’nun Arap teklifi karşısında Musul’u alma girişimine karşılık, İngiliz 
kontrol bölgesi ile Rusya arasında tampon bölge oluşturmak isteyen Sykes’ın da aynı yeri Fransız kontrolüne bırakma planları vardı ki bu görüş, müzakerelerden çok önce De Bunsen toplantıları sırasında benimsenmiştir.91 Böyle bir durumda taraflar pazarlık masasına yansıtmasalar da en son kabullenecekleri plan, birbiriyle büyük ölçüde uyuşuyordu. Bu nedenle görüşmelerin bu aşamadan sonra hızlanması kaçınılmaz olmuştur. 21 Aralık’taki toplantıda daha çok Lübnan’ın durumu üzerine görüşmeler yapılırken, Musul ve Kerkük’ün Fransız nüfuzunda olup olmaması gelecek toplantılara bırakılmıştır.92 Fransa’nın Musul iddiasına ek olarak, etki alanını Kerkük’e doğru uzatmak istemesinin nedeni, zengin petrol yataklarıdır. İngiliz tarafı da aynı bölgeyi hem ekonomik hem de stratejik gerekçelerle elinde tutmak istemiştir. 

Nihai olarak Mezopotamya’nın kontrolü İngiliz tarafında kalırken, Musul’un tampon bölge olarak Fransa’nın denetime girmesi planlanmıştır. Şam, Hama, Humus ve Halep’in batısındaki topraklar Akdeniz sahiliyle birlikte Fransızlara ayrılmıştır. Bahsi geçen bu dört vilayet ve güneyi, Sykes’ın 16 Aralık’ta kabine toplantısında çizmeyi önerdiği hatta kadar, Fransız nüfuzu altında ilerde kurulması öngörülen Arap devletine bırakılmıştır. Ancak Picot ve Cambon’un muhtemel yaklaşımına göre Şerif’in sözde egemenliği, Fransa’nın siyasi ve ekonomik etkinliğinin gölgesinde kalacaktır. Kitchener’ın İskenderun’u alma teklifine karşılık, Sykes’ın istediği Hayfa ve Akka limanları İngiltere’ye bırakılacaktır. Bu limanlarla, İngilizlerin nüfuzu altındaki Mezopotamya arasında bir tren yolu yapma hakkını Sykes antlaşmaya yansıtmıştır. 

Fransa, doğrudan Suriye’nin sahil bölgesini ve Kilikya’nın tamamını, dolaylı olarak da Halep, Hama, Humus ve Şam’ı içine alan Arap Devleti’ni kontrolü altında tutmasına karşılık, Filistin’in Suriye’nin bir parçası olduğu fikrinden vazgeçmiştir. Bu durumda Fransız sömürgecilerin la Syrie integrale’ projesi sekteye uğramıştır. Her iki tarafın Filistin’i üzerindeki ısrarlı tavrı, bu bölgenin uluslararası bir yönetime tâbi olmasının yolunu açmıştır. 

Antlaşma haritasında yer alan maviye boyalı kısım, direkt Fransız yönetiminde kalacak toprakları ifade etmekte olup, bu bölgeleri Levanten sahili, Kilikya’nın tamamı oluşturuyordu.93 İngiltere’nin doğrudan yönetimi altında olacak bölgeler ise kırmızıya boyanmıştı ve bu bölgeler, İran Körfezi’nin üst kısmından başlayarak Bağdat’ın kuzeyine kadar uzanan topraklardan meydana geliyordu.94 Bu iki doğrudan yönetim arasında kalan topraklar da Sykes’ın belirttiği hat tarafından ortadan ikiye bölünmüştür ki her doğrudan yönetimin sınırındaki alan, o ülkenin nüfuz bölgesini işaret ediyordu. Bu paylaşım İngiliz devlet adamlarının Ortadoğu halklarına bakışını yansıtması açısından dikkat çekicidir. Hüseyin ile yapılan görüşmelere rağmen hiç olmazsa plebisit şartına bağlanabilecek Arapların özyönetimini öngören bir bölgeye ne haritada ne de antlaşmada rastlanabilir. Ne de olsa Grey, Austen Chamberlain’e Kahire tarafından verilen sözler konusunda kaygılanmamasını, ‘bunların hiç gerçekleşmeyecek hayali şatolar olduğunu’ söylemiştir.95 Yine Grey ve arkadaşlarının, Araplar dâhil, koyu tenli halkların kendi kendilerini yönetme becerisinden duydukları kuşkuyla, ‘beyaz adamın yükü’ kavramının anlamını Sykes-Picot Antlaşması’na yansıttıkları kolayca anlaşılabilir. 

Uluslararası yönetime bırakılan Filistin ise kahverengiye boyanmıştır. Bu bölgede İngiltere’nin payına düşen Akka ve Hayfa limanları, öngörülen demiryolunun 
yapımıyla, Mezopotamya’yı Akdeniz’e bağlamış olacaktır. Bu hat boyunca ayrılan nüfuz bölgeleri ve direkt yönetim alanlarının, Hindistan ulaşımını karadan ve 
denizden kesintisiz olarak sağlaması düşünülüyordu. Böylece İngiltere, De Bunsen Komitesi kararlarına da uygun olarak Hindistan yolunun güvenliğini sağlamakla kalmayarak, muhtemel tehdit olan Rusya ile arasına bir diğer süper güç olan Fransa’yı alarak Rusya’nın Güney siyasetinin önünü de kesmeyi başarmış oluyordu. Öte yandan Sykes’ın Kahire’deki arkadaşları Clayton ve Storrs, Suriye’yi kendileri yönetmek istediğinden ve Sykes’ı bu amaçla yönlendirdiklerinden Suriye’deki Fransız himayesinden rahatsız olmuşlardır.96 Daha sonra Sykes ve Picot, anlaşmaya son halini vermek ve Rusya’nın da onayını almak için Petrograd’a gitmişlerdir. Rusya’nın amacı, kendi nüfuz sahasını Anadolu’ya doğru genişletmek, İstanbul ve Boğazlar üstünde söz sahibi olmaktı. Ancak bu bölgelerin bir kısmı Fransız nüfuzu altına bırakılıyordu. Buna ek olarak Rusya, Fransız etki alanının İran’a kadar uzanmasına karşı çıkıyordu.97 Yine bu görüşmelerde Kerkük vilayeti üzerindeki iddialarından vazgeçmesi karşılığında, Sivas-Harput-Kayseri bölgesi Fransa’ya verilirken Van, Bitlis, Erzurum ve Trabzon Rusya’ya veriliyordu.98 

Pazarlıkların neticesinde Rusya isteklerini büyük ölçüde elde etmeyi başarmıştı. Antlaşmaya göre Rusya’ya düşen topraklar haritada sarıya boyanmıştı.99 

* Kelime anlamını göğe yükselmek olarak ifade edebileceğimiz bu terim diasporadaki Yahudilerin Filistin’e dönüşü için kullanılmıştır. 

Son olarak Filistin’in siyasi durumunun Sykes-Picot Antlaşması’yla geldiği noktadan bahsetmek gerekecektir. Her üç semavi din için de kutsal kabul edilen Kudüs kentinin bulunduğu Filistin bölgesine, XIX. Yüzyıl ile birlikte büyük Yahudi göçleri yaşanmıştır. 1882’deki birinci Aliyah’ta* 7.000, 1904’teki ikinci Aliyah’ta 33.000 Yahudi Filistin’e göç etmiş ve savaş başlamadan Filistin’deki toplam Yahudi nüfusu 85000’i bulmuştur.100 Fransızlar, Siyonist davaya kuşkulu baktığı için bu ülkeden gelebilecek siyasi desteğin ihtimali düşüktür. İngiliz tarafı, antlaşmanın nihai halinden memnun olmamakla birlikte, Filistin’in belirsiz durumundan da memnun olmamışlardır. Antlaşmada, Yahudilerin durumuyla ilgili bir karara varılmamıştır. Zaten Sykes, Petrograd’a hareket etmeden önce, 
Yahudi olan İçişleri Bakanı Herbert Samuel’den, Siyonizm hakkında bilgi almıştır.101 Herbert Samuel, Ocak 1915’te Filistin’in geleceğine ilişkin hazırladığı raporda, İngiliz himayesindeki Yahudi Filistin’ini savunmuştur. 

Buna ek olarak Sykes Rusya’dayken, İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Petersburg’daki elçiliğine gönderdiği telgrafta Filistin’deki Yahudi yerleşiminin desteklenmesini öngören bir bildirinin yayınlanması teklifinin dışişlerine yapıldığını belirtmiştir. Bildiri teklifini hazırlayan kişinin, 16 Aralık 1915’teki Sykes’ın Filistin’i İngiltere’nin kontrol etmesi gerektiğini söylediği savaş komitesi toplantısında hazır bulunan Hugh O’Beirne’nin olması, not edilmesi gereken bir husustur.102 
Savaşın seyrinin İtilaf Devletleri açısından kötü gitmesi, İngilizleri yeni arayışlara yönlendirmiştir. Fransızların, Büyük Suriye projesinin ayrılmaz bir parçası olan 
Filistin’in en azından karşı tarafa bırakılamayacağı fikri, Sykes-Picot’a yansımıştır. Ancak bu durumda İngiltere’yi bir anlaşmazlık durumunda bu bölgeye bağlayan en azından uluslararası kontrolde söz hakkı olması dışında bir politik argüman yoktur. Sykes-Picot ile İngilizler, Filistin’e kanca atmanın kapısını aralamış ancak öldürücü darbe henüz indirilememiştir. 
Yüzyıllardan beri Hıristiyan ordularının hayallerini süsleyen Kudüs fatihliği konusu önemli bir husustur. Kudüs’ün alınması uluslararası bir prestiji de beraberinde getirecektir. Asquith’in ardından başbakan olan Lloyd George da aynı hayalleri görmüş olup, George’a göre Hıristiyanlığın kutsal yerlerinden Zeytin Dağı, Kudüs ve Beytüllahim* gibi bölgelerin, Ateist Fransa’ya bırakılması rezalet olurdu.103 Sykes ise Kitchener’ın aksine başından beri İngiltere’nin Filistin’i ilhak etmesinden yana olmuştur. 

* Hristiyan İnancına göre Hazreti İsa’nın bu kentte doğduğuna inanılır.

Sykes, Siyonist davasının desteklenmesi talebini içeren telgraftan haberdar olduktan sonra Picot ile Petrograd’ta Filistin konusunu görüşmüş ve Picot’un bu 
duruma olan tepkisini dışişlerine bildirmiştir. Fransız işbirliğini, Filistin’in elde edilmesinden o an için öncelikli gören Dışişleri Bakanı Grey ve onun daimi müsteşarı Nicolson, bu konuları Picot ile görüşmemesi konusunda Sykes’ı uyarmıştır.104 
Fransız Başbakanı Aristide Briand, 25 Mart 1916’da Ruslarla başlayan gizli görüşmelerde 26 Nisan’da anlaşmaya varmış ve Ruslar, Filistin’de Fransız hâkimiyetini tanıyacaklarını ve İngilizlere karşı Fransızları destekleyeceklerini taahhüt etmişlerdir.105 Filistin konusunda Sykes’ı sert şekilde uyaran Grey, Herbert Samuel’e daha yakın durmaktadır. 

Zira Sykes-Picot’un sonuçlandırılmasından hemen sonra, Amerikan borsasında Rusların savaş için para toplamasını engelleyen ve Amerikan kamuoyunun ve yönetiminin Almanya’ya karşı kazanılmasında etkin olacağı öngörülen Yahudilerin sempatisini kazanmak için bir bildiri yayınlanmasına Fransa’nın tepkisinin ne olacağını araştırmasını Paris’teki İngiliz elçisinden rica etmiştir.106 Zaten Sykes’a göre Britanya’nın amaçlarının meşrulaştırılmasında müttefiklerin eline muhteşem bir silah verecek olan Yahudi Filistin’i ile İngiliz Filistin’i birbirini tamamlayan planlardır.107 William L. Cleveland ve Martin Bunton’a göre İngilizler, Amerika, Rusya ve Almanya Yahudilerinin sempatisini kazanmak ve Süveyş Kanalı’na bitişik olan bölgenin kontrolünü sağlamak için Siyonist Filistin Davası’na arka çıkmışlardır.108 

Mayir Verete’ye göre ise İngilizler, Filistin’i istedikleri için Siyonizm’i Filistin’in işgalini meşrulaştırmada kullanmışlardır.109 

Sykes-Picot Antlaşması’nın hemen ardından gelişen olaylar ve Balfour Deklarasyonu ile resmiyet kazanan Siyonist Filistin’ine İngiliz desteğinin nedenleri konusunda birçok teori mevcuttur. Bu noktadan sonra yaşanan gelişmeler araştırma konumuzun dışına çıkmaktadır ancak bizi ilgilendiren tarafı sonradan yaşanan bu gelişmelerle Sykes-Picot Antlaşması’ndaki hükmün bağlantısının ne olabileceği hususudur. Fransa Suriye’deki tarihi iddialarının resmen kabulü noktasında ‘Tam Suriye’ hedefinden bir süreliğine ayrılmış olabilir. 

Ancak Rusya ile sonradan yaptıkları pazarlıkta bu amaçlarından tam olarak vazgeçmediklerini anlıyoruz. Bu noktada İngiliz tarafını daha öncesinde belirttiğimiz gibi Filistin’e bağlayan, uluslararası yönetimde yer alma hakkı ve askeri güçten başka bir şey yoktur. Ve hatta Filistin, Sykes-Picot Antlaşması’yla elde ettiği Hayfa ve Akka limanları ile Mezopotamya arasında engel oluşturmakta olup, Fransızların ya da başka bir gücün sonradan burayı kontrolüne geçirmesi, Süveyş Kanalı’nı ve hatta Hindistan’ın yakın kara ve deniz yolu güvenliğini tehlikeye düşürebilirdi. Yahudilerin bu anlamda İngilizlerin himayesinde bölgeye yerleştirilip daha sonrasında İngiliz çıkarlarına hizmet etmek için kullanılabileceği düşünülmüş olabilir. Sykes-Picot adıyla anılan İngiliz-Fransız görüşmeleri, bu politikaların uygulanmasından önce Filistin konusunda İngiliz niyetini belirtmesi ve sonrasında oluşturulabilecek politikalar için zemin hazırlaması bakımından anlamlıdır. 

SONUÇ 

Sykes-Picot Antlaşması, 

Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ve Fransa öncülüğünde hazırlanan ve Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmeyi amaçlayan gizli bir antlaşmadır. Bu antlaşma neticesinde, Osmanlı topraklarının büyük bir kısmı; İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında paylaştırılırken, İmparatorluğun Arap coğrafyasında bağımsız bir Arap devletinin kurulması planlanmıştır. 
İngiltere, Fransa ve Rusya arasında gerçekleştirilen mektup teatisi neticesinde şekillenen antlaşmadan İtalya ve Japonya da haberdar edilmiştir. Antlaşma sonucunda hazırlanan haritaya (ek 2) bakıldığında, bu haritanın ileride yapılacak birçok belgeye zemin oluşturduğu görülmektedir. Balfour Deklarasyonu, Paris Barış Antlaşması, Sevr Antlaşması ve San Remo Konferansı bunların en bilinenleridir. 

Ayrıca Birinci Dünya Savaşı boyunca İngiltere müttefiklerine ve diğer ülkelere bu belge çerçevesinde bir siyasi davranış geliştirmiştir. 

Sykes-Picot Antlaşması olarak tarihte yerini alan bu antlaşmayla, taraflar bölgeyi doğrudan idare etme niyetine girmişlerdir. Sömürge yönetiminde yetişmiş 
kişilerin çizdiği haritada, bölgenin beşeri, siyasi, dini ve coğrafi yapısından ziyade sömürgeci devletlerin çıkarları dikkate alınmıştır. Haritaya göre şekillendirilmeye 
çalışılan siyasi yapılar bölgeyi, uzun yıllar etkisi altına alacak milliyetçilik, mezhep çatışmaları ve kimlik sorunları başta olmak üzere birçok siyasi, sosyal, dini ve askeri sorunlar yumağı içinde debelenmeye itmiştir. Diğer bir ifadeyle Sykes-Picot Antlaşması’nı planlayan zihniyet, bölgeyi kaosa sürüklemiştir. 

Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan sorunların temelinde, İngiltere ve Fransa’nın bölgesel çıkarlarının oynamış olduğu kilit rol göz ardı edilemez bir gerçek olarak 
karşımızda durmaktadır. Bu bağlamda Sykes-Picot Antlaşması, uluslararası ilişkilerin realist dünyasının ‘böl ve yönet’ metodunun tarihteki en güzel örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Ayrıca, İngiltere ‘Büyük Arap Krallığı’ vaadiyle desteğini kazandığı Şerif Hüseyin önderliğindeki Arapları, Sykes-Picot Antlaşması ile aldatmış, onlara verdiği sözü boşa çıkarmıştır. 

Sykes-Picot Antlaşması’nda önemli olan İngiltere ve Fransa’nın bölgesel çıkarlarını azami ölçüde gerçekleştirmektir. Fakat bu yapılırken bölgedeki güç dengesinin de aynı ölçüde korunmasına özen gösterilmiştir. 
Mesela, 1878 yılında Kıbrıs’ın idaresini ele geçiren İngiltere, adayı 5 Kasım 1914 tarihinde ilhak etmesine rağmen Sykes-Picot Antlaşması’nda Fransa’nın bölgesel güvenliğini ve çıkarlarını korumak adına Fransız Hükümeti’nin rızasını almaksızın, Kıbrıs’ın herhangi bir üçüncü güce bırakılması hususunda görüşmelere gitmeyeceğini taahhüt etmiştir. 

Son olarak, Sykes-Picot Antlaşması tam olarak uygulanmasa bile, yüzyıllardır bölgede hâkim olan dengeyi bozan ilk uluslararası belge olması bakımından çok 
önemlidir. Bu antlaşma ve sonrasında buna eklenen bazı antlaşmalar, Avrupalı güçlerin Küçük Asya olarak tabir ettikleri bölgede toprak iddialarını yansıtması açısından oldukça dikkat çekicidir. Savaş sonrasında ortaya çıkan Sevr Antlaşması ve Anadolu’daki işgallerin bu antlaşmadaki toprak iddialarıyla benzerlik gösterdiği ve aynı düşüncenin bir ürünü olduğu, hatırda tu-tulması gereken bir husustur. 

 KAYNAKÇA 

Ahmad, Feroz, “War and Society Under the Young Turks, 1908-1918”, Review (Fernand Braudel Center) Vol. 11, No.2, Ottoman Empire: Ninteenth-
Century Transformations (Spring, 1988), pp. 265-286. 

Anderson, Matthew Smith, Doğu Sorunu 1774-1923, Uluslararası İlişkiler Üzerine Bir İnceleme, Çev. İdil Eser, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010. 

Andrew, C. M., Kanya-Forstner, A.S., “The French Colonial Party and French Colonial War Aims, 1914-1918”, The Historical Journal, Vol. 17, 
No.1(Mar., 1974), pp. 79-106. 

Barr, James, A Line in the Sand: The Anglo-French Struggle for the Middle East, 1914-1948, W.W. Norton&Company, New York, 2012. 

Cleveland, William L., BURTON, Martin, A History of the Modern Middle East, Westview Press, Philadelphia, 2009. 

Djalili, Mohammad-Reza, KELLNER, Thierry, İran’ın Son İki Yüzyıllık Tarihi, Çev. Reşat Uzmen, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2011. 

Fitzgerald, Edward Peter, “France’s Middle Eastern Ambitions, Sykes-Picot Negotiations, and Oil Fields of Mosul, 1915-1918”, The Journal of Modern 
History, Vol. 66, No. 4(Dec., 1994), pp. 697-725. 

Fromkin, David, Barışa Son Veren Barış, Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı 1914-1922, Çev. Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul, 1993. 

Helmreich, Paul C., Sevr Entrikaları, Büyük Güçler, Maşalar, Gizli Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi, Çev. Şerif Erol, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996. 

Kedourie, Elie, “Cairo and Khartoum on the Arab Question, 1915-18”, The Historical Journal, Vol. 7, No: 2(1964), pp. 280-297. 

Kedourie, Elie, Arabic Political Memoirs and other studies, Frank Cass, London, 1974. 

Kedourie, Elie, England and The Middle East, The Destruction of the Ottoman Empire 1914-1921, Mansell Publishing Limited, London, 1987. 

Kent, Marian, The Great Powers and the End of the Ottoman Empire, Frank Cass, London, 1996. 

Klieman, Aaron S., “Britain War Aims in the Middle East in 1915”, Journal of Contemporary History, Vol. 3, No. 3 The Middle East(July, 1968), pp. 237-251. 

Leslie, Shane, Mark Sykes His Life And Letters, Cassell And Company, LTD, London, 1923. 

Levene, Mark, “The Balfour Declaration: A Case of Mistaken Identity”, The English Historical Review, Vol. 107, No. 422 (Jan., 1992), pp. 54-77. 

Nevakivi, Jukka, Britain, France and Arab Middle East 1914-1920, University London Historical Study, The Athlone Press, London, 1969. 

RİSLEY II, Dart Brooks, British Interests and the Partition of Mosul, BA Thesis, The University of Texas at Austin, May 2010. 

Rothwell, V. H., “Mesopotamia in British 
War Aims, 1914-1918”, The Histori-
cal Journal, Vol. 13, No. 2 (Jun., 
1970), pp. 273-294. 

Schneer, Jonathan, Balfour Deklarasyonu, Arap-İsrail Çatışmasının Kökenleri, Çev. Ali Cevat Akkoyunlu, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2011. 

Şahin, İsmail, Şahin, Cemile, Yüce, “Birinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Irak’ta Devlet Kurma Çabaları”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, C. 8, S. 15, Kış 2014, ss. 105-132. 


EKLER 

EK 1: Sykes-Picot Antlaşması110 

110 CAB 24/9/71, Nisan 1917. 
Sir Edward Grey’in Cambon’a Mektubu 

(Gizli.) 
Dışişleri Bakanlığı, 16 Mayıs 1916 

Ekselansları, 

Bu ayın dokuzunda göndermiş olduğunuz mektubunuzu almak şerefine nail oldum. Mektubunuzda, Fransa Hükümeti’nin müstakbel bir Arap devletinin ya da Devletler Konfederasyonu’nun ve Suriye’nin Fransız çıkarlarının hâkim bulunduğu bölgelerinin sınırlarını kabul ettiğini; ama bunun, Londra ve Petrograd’taki son görüşmelerden çıkan sonuçlar gibi belirli koşullarla birlikte olacağını ifade ediyorsunuz. 

Ekselanslarına cevaben şunu belirtmeyi şeref sayarım ki, projenin şimdiki haliyle olduğu gibi kabul edilmesi, İngiliz çıkarlarından kayda değer ölçüde feragat edilmesi anlamına gelecektir; ama Majesteleri’nin Hükümeti Türkiye’de daha münasip bir iç siyasi ortam yaratılmasının Müttefik davasına sağlayacağı yararı gördüğü için, şu anda varılan anlaşmayı kabul etmeye hazırdırlar. Şu şartla ki; Arapların işbirliği güvence altında olacak, Araplar koşulları yerine getirecek ve Humus, Hama, Şam ve Halep şehirlerini ellerinde tutacaklardır. 

O halde, Fransız ve İngiliz Hükümetleri karşılıklı olarak şunları anlamaktadır: 

1. Fransa ve İngiltere ilişikteki haritada (A) ve (B) olarak işaretlenen bölgelerde, bir Arap liderin hükümdarlığı altında bağımsız bir Arap Devletini ya da bir 
Arap Devletler Konfederasyonu’nu tanıyacak ve destekleyeceklerdir. Fransa (A) bölgesinde, İngiltere (B) bölgesinde yerel fonlar ve girişim hakkı önceliğine 
sahip olacaklardır. Arap Devleti’nin ya da Arap Devletler Konfederasyonu’nun talebi üzerine Fransa sadece (A) bölgesinde, İngiltere sadece (B) bölgesinde yabancı memur ya da danışman sağlayabileceklerdir. 

2. Mavi alanda Fransa’ya, kırmızı alanda İngiltere’ye arzu ettikleri ve Arap Devleti ya da Arap Devletler Konfederasyonu için uygun olduğunu düşündükleri, doğrudan ya da dolaylı idareyi ya da denetimi kurmalarına izin verilecektir. 

3. Kahverengi bölgede uluslararası bir idare tesis edilecektir. Bu idarenin biçimine Rusya, ardından diğer Müttefikler ve Mekke Şerifi’nin temsilcileriyle incelemeler yapıldıktan sonra karar verilecektir. 

4. İngiltere’ye, 
1) Hayfa ve Akka limanları, 
2) (A) bölgesindeki Fırat ve Dicle’den (B) bölgesine su tedariki garantisi verilecektir. Majesteleri‘nin Hükümeti, önceden Fransız Hükümeti’nin rızasını almaksızın, 

Kıbrıs’ın herhangi bir üçüncü güce bırakılması hususunda görüşmelere gitmeyeceğini taahhüt eder. 

5. İngiliz ticareti hususunda, İskenderun serbest liman olacak ve İngiliz gemiciliği ya da malları için fiyat ayrımı olmayacaktır. Fransa’nın malları için, bu mallar mavi bölge, (A) bölgesi ya da (B) bölgesinden yola çıksalar ya da buralara gelseler de, Hayfa’da ve kahverengi bölgede kalan İngiliz demir yollarında serbest geçiş hakkı olacaktır. Fransız mallarına hiçbir demiryolu üzerinde ya da Fransız gemilerine mezkûr bölgelere hizmet veren hiçbir limanda, dolaylı ya da doğrudan, ayrım yapılmayacaktır. 

EK 2

6. Fırat Vadisi yoluyla Bağdat’ı Halep’e bağlayan bir demiryolu hattı tamamlanana ve sonra sadece iki hükümetin karşılıklı rızası sağlanana kadar, Bağdat Demiryolu (A) bölgesinde güneye doğru Musul’un ilerisine ve (B) bölgesinde kuzeye doğru Samara’nın ilerisine uzatılmayacaktır. 

7. İngiltere Hayfa’yı (B) bölgesine bağlayan bir demiryolu yapımı idaresi ve tek sahibi olma hakkına sahip olacaktır. Böyle bir hattı her zaman için askeri sevkiyat amacıyla kullanmak hakkı bakidir. 

İki hükümet tarafından da anlaşılmalıdır ki, bu hat Bağdat ve Hayfa’nın demiryoluyla birbirlerine bağlanmasını kolaylaştırmak için olacaktır. Şu da ayrıca bilinmelidir ki, şayet mühendislikten kaynaklanan zorluklar ve bu bağlantı hattını kahverengi bölgede tutmasının getirdiği masraflar projeyi uygulanamaz kılarsa, Fransa Hükümeti bahsi geçen demiryolunun (B) bölgesine ulaşmadan önce Banias-Keis Marib-Salkhad Tell Otsda-Mesmie güzergâhını kat etme olasılığını değerlendirmeye hazır olacaktır. 

8. Hâlihazırdaki Türk gümrük tarifeleri, (A) ve (B) bölgelerinin yanı sıra tüm mavi ve kırmızı alanlarda da yirmi yıl süreyle yürürlükte kalacak ve iki güç arasında anlaşma sağlanmaksızın gümrük resmi oranlarında bir artış ya da kıymet üzerinden belirlenen oranlardan başka oranlara dönüşüm yapılmayacaktır. 

Yukarda bahsi geçen bölgelerin hiçbiri arasında gümrük sınırı olmayacaktır. Bölgeye gelen mallara uygulanabilecek gümrük vergileri limanda toplanacak ve bölge idaresine teslim edilecektir. 

9. Fransız Hükümeti hiçbir suretle, mavi bölgedeki haklarını Arap Devleti ya da Arap Devletler Konfederasyonu dışında bir üçüncü güce, Majesteleri’nin Hükümeti’yle önceden anlaşma sağlamadan vermeyecek ve bu hususta görüşmelere girmeyecektir. Majesteleri’nin Hükümeti de kırmızı bölgeye ilişkin olarak Fransız Hükümeti karşısında benzer taahhüdü üstlenecektir. 

10. İngiliz ve Fransız Hükümetleri, Arap Devleti’nin hamileri olarak, Arabistan yarımadasında toprak edinmeyecek ve bir üçüncü gücün toprak edinmesine rıza 
göstermeyeceklerdir. Bunun yanı sıra, bir üçüncü gücün, Kızıldeniz’in doğu kıyısında ya da adalarında deniz üssü kurmasına da rıza gösterilmeyecektir. Öte yandan, bu, Türklerin son zamanlarda sergilediği saldırganlığın sonucu olarak zorunluluk arz edebileceği üzere, Aden hududunda düzenlemeler yapılmasına engel değildir. 

11. Arap Devleti ya da Arap Devletler Konfederasyonu’nun sınırlarına ilişkin görüşmeler, bugüne kadar olduğu gibi iki güç adına aynı vasıtayla sürdürülecektir. 

12. Arap topraklarına silah ithalini denetlemeye yönelik önlemler iki Hükümet tarafından değerlendirilecektir. 

Anlaşmayı tamamlamak adına şunu da belirtmeyi şeref addederim ki; Majesteleri’nin Hükümeti Rus Hükümeti’ne, bu ikincisiyle Ekselanslarının Hükümeti’nin 26 Nisan tarihinde yaptığına benzer biçimde, Hükümet mektuplarının değiş tokuşunu teklif etmektedir. Bu mektupların nüshaları, değiş tokuş gerçekleşir gerçekleşmez, 

Ekselanslarımıza iletilecektir. Ekselanslarınıza şunu da hatırlatmak isterim ki; bu anlaşmanın sonuca bağlanmasıyla birlikte, pratik nedenlerle, İtalya ve Müttefikler arasında 26 Nisan 1915 tarihinde yapılan anlaşmanın 9. Maddesine göre, İtalya’nın Asya Türkiye’si üzerinde yapılacak herhangi bir taksimat ya da yeniden düzenlemede pay hakkı sorunu doğmaktadır. Majesteleri’nin Hükümeti ayrıca Japon Hükümeti’nin de şu anda varılan anlaşmadan haberdar edilmesi gerektiğini düşünmektedir. 

Bilgilerinize sunarım. 
E. GREY 


EK 2: Sykes-Picot Antlaşması’nı Gösterir Harita 




BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

81 Barr, a.g.e., s. 8. 
82 Schneer, a.g.e., s. 72. 
83 Barr, a.g.e., s. 7. 
84 Fromkin, a.g.e., s. 181. 
85, Elie Kedourie, Arabic Political Memoirs and other studies, Frank Cass, London, 1974, s. 238. 
86 Elie Kedourie, Arabic Political Memoirs and other studies, s. 236. 
87 Elie Kedourie, Arabic Political Memoirs and other studies, s. 238. 
88 Fitzgerald, a.g.e., s. 712. 
89 Barr, a.g.e., s. 25. 
90 Elie Kedourie, England and The Middle East…, s. 39. 
91 Fromkin, a.g.e., s. 184. 
92 Fitzgerald, a.g.e., s. 714. 
93 CAB 24/45/17, 14 Mart 1918. 
94 CAB 24/5/3, 06 Şubat 1918. 
95 Fromkin, a.g.e., s. 178. 
96 Fromkin, a.g.e., s. 186. 
97 Anderson, a.g.e., s. 349. 
98 Anderson, a.g.e., s. 349. 
99 CAB 24/45/17, 14 Mart 1918. 
100 Schneer, a.g.e., s. 34-5. 
101 Fromkin, a.g.e., s. 189. 
102 Elie Kedourie, Arabic Political Memoirs and other studies, s. 238. 
103 Barr, a.g.e., s. 29. 
104 Elie Kedourie, Arabic Political Memoirs and other studies, s. 239. 
105 Fromkin, a.g.e., s. 189. 
106 Barr, a.g.e., s. 28. 
107 Elie Kedourie, Arabic Political Memoirs and other studies, s. 240. 
108 William L. Cleveland, Martin Burton, A History of the Modern Middle East, Westview Press, Philadelphia, 2009, s. 163. 
109 Mark Levene, “The Balfour Declaration: A Case of Mistaken Identity”, The English Historical Review, Vol. 107, No. 422 (Jan., 1992), pp. 54-77, s. 55. 

9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 7

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 7




Yrd. Doç. Dr. İsmail ŞAHİN 
Karabük Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü 

Yrd. Doç. Dr. Cemile ŞAHİN 
Karabük Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü 

İsmail ŞÜKÜR 
Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi 

Yayın Süreci 
Yayın Geliş Tarihi 
Yayınlanma Tarihi 
21.07.2015 
17.10.2015 

Özet 

Bu araştırmanın amacı Sykes-Picot Antlaşması hakkında bilimsel bir çalışma ortaya koymaktır. Modern Ortadoğu’nun oluşturulmasında önemli bir belge niteliğinde olan bu antlaşmanın bugüne kadar etraflıca araştırılıp bilimsel bir uslupla ortaya konmamış olması çalışmanın ana gerekçesini oluşturmaktadır. Yerli ve yabancı bilimsel kaynaklar ışığında hazırlanan bu çalışma, antlaşmanın tüm süreçlerini ve tarafların tutumlarını dönemin kayda değer olayları bağlamında incelemeye çalışmıştır. 

Aynı zamanda bu çalışma, antlaşmanın mimarlarına da ayrıca yer ayırmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın en hareketli döneminde gizli bir şekilde kaleme alınan Sykes-Picot Antlaşması’nda tarafların yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri görülmüştür. 

Bu bağlamda, bölgenin sosyokültürel ve sosyoekonomik yapısı dikkate alınmamıştır. Bölgede önemli çıkarları bulunan İngiltere’nin eş zamanlı olarak hem Araplarla hem de Fransızlarla gizli görüşmeler yaptığı ve nihayetinde Şerif Hüseyin önderliğindeki Arapları muğlak sözlerle oyalayıp, onlara vaat ettiği sözleri yerine getirmediği tespit edilmiştir. Diğer taraftan İngiltere, Rusya’nınSıcak Denizlere İnme” şeklinde özetlenebilecek Güney siyasetini engelleyebilmek adına Fransa’yı kullanmıştır. 

Bu amaçla İngiltere, Sykes-Picot Antlaşması yoluyla, Rusya ile arasına Fransa’yı yerleştirmiştir. Ayrıca çalışma göstermiştir ki, dönemin büyük güçleri İngiltere, Fransa ve Rusya bölgesel çıkarları uğruna yerel halkları bir piyon olarak kullanmaktan çekinmemişlerdir. Araplar, Ermeniler ve Yahudiler büyük güçlerin bu satranç oyununda edilgen unsurlar/piyonlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Sykes-Picot Antlaşmasının bölgenin doğal düzenini altüst ederek, uzun yıllar kaosun hüküm süreceği bir yapı inşa ettiği bu çalışmanın ana iddiasını oluşturmaktadır. 

Anahtar Kelimeler: Sykes-Picot Antlaşması, Ortadoğu, İngiltere, Arap İsyanı, Şerif Hüseyin, 

GİRİŞ 

İngiliz siyaseti, yeryüzüne yayılmış çıkarlarından dolayı 19. yüzyıl boyunca çok yönlü olmuştur. İlkesel olarak daima mutlak çıkarlarından yana olan İngiltere, 
kurmuş olduğu çıkar oyununun içinde Osmanlı Devleti’ni bir piyon olarak tutmuş ve kendi çıkarlarını korumak için potansiyel tehlike olarak gördüğü Rusya ile arasında, bir tampon olarak kullanmaya çalışmıştır. 

Hindistan ve Hindistan yolunun kara ve deniz yolu ulaşım güzergâhının güvenliğinin nasıl sağlanacağı konusundaki ara tampon devleti ayakta tutma politikası, İngiliz başbakanlarından Palmerston’un icadı sayılabilir.1 İngilizlerin Osmanlı Devleti’ni, Kırım Savaşı’nda destekleyerek, Asya’da bir Rus üstünlüğünü dengelemeye çalışması, bu duruma örnek olarak gösterilebilir. 


20.yüzyıl ile birlikte Büyük Oyun* olarak adlandırılan bu politika farklı bir boyut kazanmıştır. Öncesinde Çarlık Rusya ve Britanya arasında oynanan Ön Asya’daki liderlik mücadelesi, bölgede emperyalist etkinliğini artıran Almanya karşısında bu iki gücün ittifak yapmasına zemin hazırlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya’daki toprakları üzerinde yaşayan Türk olmayan halkların, Büyük Oyun içinde yeni piyonlar olarak kullanılabileceği fikri, batılı büyük güçlerin ve özellikle de İngiltere’nin en belirgin yeni stratejilerinden biri olarak önem kazanmıştır. İşte bu noktada Sykes-Picot görüşmeleri karşımıza çıkmaktadır. İstanbul Antlaşması ile tanınan Boğazlar ve İstanbul üzerindeki Rus çıkarları, diğer iki müttefik, İngiltere ve Fransa’nın kendi çıkarlarını savaş sonrası için koruma arzusunu doğurmuştur. Sykes-Picot, bu anlamda müttefik güçlerin birbirlerinin çıkarlarını tanıma belgesi olarak da kabul edilebilir. 

*Büyük Oyun* teriminin çıkış noktası Orta Asya’da Rus- İngiliz hâkimiyet mücadelesidir. Öncesinde bölgede nüfuz mücadelesine girişen taraflar yaklaşan 
Alman tehdidine karşı 1907’de anlaştılar. Bu tarihli İngiliz-Rus antlaşması iki tarafın Tibet, Afganistan ve İran’daki nüfuz alanlarını belirliyordu. Ayrıntılı bilgi 
için bakınız: Djalili Mohammad-Reza, Kellner Thierry, İran’ın Son İki Yüzyıllık Tarihi, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2011, s. 47. 


Buna ek olarak, Filistin’in siyasi durumu ile ilgili varılan antlaşma da bu belgenin dikkat çekici bir diğer boyutudur. Harici maddeler daha çok ekonomik, stratejik, askeri ve benzeri birçok kaygının işareti olarak görülebilecekken, Filistin’de öngörülen uluslararası yönetimin tek başına bu gerekçelerle açıklanması beklenmemelidir. 

Bu açıdan bölgede yaşanan hızlı gelişmeler ve değişiklikler ve bunlara bağlı olarak oluşturulan politikalar, I. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında had safhaya ulaşmıştır. Tarihin akışında bu belgenin önemine atfen sorulacak şu soru bu çalışmanın aradığı cevaplardan belki de en önemlisi sayılabilir. 
Küçük Asya.2 Antlaşması’nda Filistin’in siyasi statüsünün büyük devletlerin ortak kararıyla belirlenmesinin Balfour Deklarasyonu’na giden yolda anlamı nedir? 
Bu amaçla çalışmada antlaşmanın vücuda getiriliş süreci aşamalarıyla incelenerek tarafların hedefleri analiz edilmiştir. Ayrıca adından da anlaşılacağı üzere bazı siyasi figürlerin antlaşma müzakerelerinin yürütülmesi sırasındaki rolü üzerinde durulmuştur. 

De Bunsen Komitesi ve Sykes-Picot Antlaşması 

Bilindiği üzere Sykes-Picot Antlaşması, İngiltere ve Fransa arasında Mayıs 1916’da imza edilmiştir. Daha sonra bu halkaya Rusya da dâhil olmuştur. Antlaşma ismini, İngiliz müzakereci Sir Mark Sykes ve onun Fransız muhatabı François Georges Picot’dan almıştır. Antlaşma, tarafların daha önceden yaptıkları çalışmalardan beslenmiştir. İngiltere tarafından gelişmeleri ele aldığımızda, “De Bunsen” komitesinin varlığı ve çalışmaları önem arz etmektedir. İngiltere’nin Türkiye’nin Asya’daki toprakları üzerindeki taleplerini belirlemek üzere oluşturulan ve başında Sir Maurice De Bunsen olan komite, Başbakan Asquith 
tarafından Nisan 1915’te oluşturulmuştur.3 

Komite’de ilgili bakanlık ve dairelerden birer kişi olduğu gibi, ayrıca Savaş Bakanı Lord Kitchener, Sykes’ı kendi özel temsilcisi sıfatıyla komitede görevlendirmiştir. 




Varlıklı bir aileden gelen Sykes, 1911’de Muhafazakâr bir vekil olarak Avam Kamarası’na girmiş,4 1913’te de 6. Baronet olarak Sledmere’deki mülklerin mirasını alarak babasının yerine geçmiştir. Sykes’ı diğerlerinden farklı kılan şey, onun kısa zaman içinde yaptığı Doğu seyahatleri ve bu seyahatlerden edindiği bilgilerdir. İlk seyahatini henüz on bir yaşındayken ailesiyle birlikte 1890’da Mısır, Lübnan ve Kudüs’e yapan Sykes, daha sonra İstanbul’da fahri ateşe olarak görev yapmıştır.5 

Çıktığı Doğu seyahatleri sayesinde Osmanlı İdaresi’nde yaşayan farklı etnik ve dini grupları tanıma fırsatı bulmuştur. Seyahatlerini yazıya dökmüş ve kitaplaştırmıştır.6 
Bu sebeple Sir Mark Sykes’ın bilgileri, yaklaşan I. Dünya Savaşı sırasında oluşturulacak politikalar açısından oldukça önemli görülmüştür. 
Sykes’ın savaştan önce sarf ettiği şu cümleler, İngiliz dış politikasını anlayabilmek açısından oldukça önemlidir: ‘‘Londra’dan Kalküta’ya kadar uzanan alanda İngilizlerin sonsuz çıkarı vardır. Barışta ya da savaşta karadan, denizden veya kanaldan olan iletişimimiz asla kopmamalıdır.’’7 

Buna ek olarak Türk yanlısı olarak bilinen arkadaşı meclis üyesi Aubrey Herbert’e yazmış olduğu mektup bile Sykes-Picot Antlaşması’nın genel hatlarını gözler önüne sermesi bakımından önemlidir. Mektubun konu ile ilgili kısmı şu şekildedir; 

Mektubundan hala Türk yanlısı olduğunu anladım. Politikan tümüyle yanlış. Türkiye diye bir şey artık var olmamalı. İzmir Yunanlıların olacaktır. Adana İtalyan, Güney Toroslar ve Kuzey Suriye Fransız, Filistin ve Mezopotamya İngiliz ve geri kalan, İstanbul dâhil Rusya (...) Ayasofya’da Te Deum ve Ömer Camii’nde bir Nunch Dimittis okuyacağım. Bunu bütün kahraman küçük ulusların şerefine Galce, Lehçe, Keltçe ve Ermenice okuyacağız...8 

Savaş sırasında müttefikler arası yaşanacak olası derin ayrılıklar, Almanya karşısında sıkıntıya neden olabileceğinden, yukarıdaki mektupta da geçtiği gibi Rusya için öngörülen İstanbul ve Boğazlar konusu, Mart 1915’te İstanbul Antlaşması’yla karara bağlanmıştır.9 Daha önceleri, İngiliz ticareti ve stratejisi için güçlü ve birleşik bir Türk İmparatorluğunun gereğine inanan Sykes, 1914’te savaşın patlak vermesi ve Osmanlı’nın Almanya ile birlikte Fransa ve 
İngiltere’ye karşı savaşa girmesiyle, bu fikrini değiştirmiştir.10 Komitenin kurulmasından önce İngiliz politikacılar, izlenecek yol ile ilgili fikir ayrılıkları yaşamışlardır. 

Savaş Bakanlığı ve Hindistan’daki İngiliz yönetimi arasında, Mezopotamya ve çevresinin savaş sonrası pozisyonu ile ilgili fikir ayrılıkları olup, Hindistan’dan sorumlu devlet bakanı Lord Crewe’nin, Bağdat ve Basra’nın doğrudan Hindistan’a bağlanması gerektiği fikrini dahi ortaya attığı görülmektedir.11 Komitenin öncelikli hedefinin, Savaş Bakanlığı ve Hindistan hükümeti arasındaki bu görüş ayrılıklarını belirleyip en doğru kararı verme konusunda, her kesimin görüşünden faydalanma olduğu söylenebilir. 

İşte bu noktada, Savaş Bakanı ve onun komitedeki temsilcisi Sir Mark Sykes’ın düşünceleri büyük önem taşımaktadır. Öncesinde Mısır Valisi olan Feldmareşal Horatio Herbert Kitchener, Deniz Kuvvetleri Komutanı Churchill’in tavsiyesiyle, o an için işlerin iyi gitmediği Savaş Bakanlığı’na, 1914 yılı Ağustos’unda atanmıştır.12 Kitchener, Rus hedeflerinin kendisinde yarattığı etkiden olacak ki, Mezopotamya bölgesinin İngiltere’ye bağlanmasından yana bir tavır sergilemiş tir. Churchill de onunla aynı fikri paylaşmakla kalmayıp, Rusya’nın İstanbul’u kontrol etmesi durumunda oluşan tehdidi dengelemek için İskenderun Limanı’nın alınıp, tarihi Babil sınırının Akdeniz’e kadar uzatılması gerektiğini savunmuş tur.13  Nedenleri daha önceden belirtildiği üzere Komite’nin nihai kararının belirlenmesinde, Kitchener ve onun temsilcisi Sykes’ın düşüncelerinin etkisi kaçınılmazdır. Tabi ki o dönemin reelpolitik atmosferinin, bu kararların alınmasını kaçınılmaz kıldığı da yadsınamaz. 

De Bunsen Komitesi, 29 sayfalık nihai raporunu 1915 Nisan ve Haziran ayları arasında yapılan 13 ayrı toplantı sonunda tamamlamıştır.14 Raporun öncelikli amacı, mevcut durumun tespit edilmesi ve böylece Majesteleri hükümetinin önündeki seçeneklerin, getirileri ile götürülerinin hesaplanmasıdır.15 İngiliz hükümetinin, Osmanlı ülkesi konusunda Rus iddialarını kabul etmesi, en azından ülkenin bir kısmının bölünmesi anlamına geldiğinin tespiti, rapora yansımıştır. Fransızların ise Kilikya ile Kutsal Yerler ve Filistin dâhil Suriye’yi kendi hakkına düşecek bölgeler olarak gördüğü raporda ifade edilmiştir.16 

İskenderun’un, Fransa’ya bırakılması öngörülürken, Hayfa, Britanya’nın nüfuz bölgesinde yer alacaktır.17 Kitchener, İskenderun’u istemesine rağmen, Sykes’ın isteğiyle seçilen Hayfa, Mezopotamya’yı Akdeniz’e bağlayacak demiryolunun liman kenti olarak düşünülmüştür.18 
Komite, Fransız emellerini önlemek için geleneksel Ortodoks Rusya ve Katolik Fransa rekabetine güvenirken, Hicaz’ın kaderi ise, Mekke Şerifi Hüseyin’in İtilaf Güçleri’nin yanında yer alıp almamasına göre değişecektir. Ayrıca Filistin, ya İngiliz himayesinde olacak ya da özel bir yönetime devredilecektir.19 Komite, bunların yanında dokuz alt başlıkta bazı talepleri de sıralamıştır.20 Bu başlıklar maddeler halinde şu şekilde özetlenebilir: 

1. İran Körfezi’nde İngiltere’nin pozisyonunun tanınması ve sağlamlaştırılması, 
2.Türkiye’ye ait olacak bölgelerde İngilizticaretine dezavantaj oluşturacak ayrıcalıkların önlenmesi, 
3. İngiliz ticaretinin mevcut pazarlardaki konumunun güçlendirilmesi, 
4. Mekke Şerifi Hüseyin’e ve diğer Arap Şeyhlerine verilen sözlerin tutulması, 
5.Sulama işlerinin inşası ve nehir ulaşımı,petrol üretimi gibi konulardaki işletmelerin gelişim güvenliğinin sağlanması, 
6. Hindistan kolonisi için de muhtemel tarım alanı olabilecek sulanan Mezopotamya’nın tahıl arzının geliştirilmesi, 
7. Doğu Akdeniz ve İran Körfezi’nde İngiltere’nin stratejik pozisyonunun ve İngiliz iletişim güvenliğinin korunması, 
8. Arabistan ve kutsal yerlerin bağımsız Müslüman idareye tâbi olması, 
9. Ermenistan sorununun çözümü ve Hıristiyan âleminin kutsal yerleri ve Filistin konusunda uzlaşılması.21 



Komite, Sykes’ın muhtemel etkisiyle Osmanlı Devleti’nin savaş sonrasında öngörülen siyasi yapısının alternatiflerini şu şekilde açıklamıştır: 


1. Osmanlı Devleti’nin İtilaf devletlerince ilhakı, 
2. İmparatorluğun nüfuz bölgelerine ayrılması, 
3. Osmanlı İmparatorluğu’nu olduğu gibi bırakmak ama hükümetini tâbi kılmak, 
4. Devletin federe yapılara bölünerek yerinden yönetilmesi.22 

Dönemin baskın politik yapısı, Osmanlı Devleti’nin ilhakı planını arzulamasına rağmen Komite, öncelikle müttefikler arasında sürtüşmelere neden olabileceği ve sonrasında özellikle İngiliz tarafına fazladan ek sorumluluk ve maliyet getireceği kaygısıyla, bu planının uygulanmasını uygun bulmamıştır.23 
Bunun yerine Komite, merkeziyetçi yapısı bulunmayan Osmanlı Devleti’nin Asya’daki topraklarında; Suriye, Filistin, Ermenistan, Anadolu ve Mezopotamya (Irak) olmak üzere beş federe devletin kurulmasını önermiştir.24 Son planın esnek oluşu, taraflara birçok avantaj sağlayacaktır. Buna göre İngiltere, bu planın uygulanması durumunda herhangi bir ek mali ve askeri bir yükümlülüğün altına girmekten kurtulacak, ilerde oluşabilecek şartlara göre Filistin ve Irak eyaletlerinin kendi kontrolünde bağımsızlığını veya ilhakını ilan edebilecek ya da nüfuz alanına katabilecektir.25 

   Komitenin bu raporu hiçbir zaman İngiliz Hükümeti tarafından tam olarak uygulanmamıştır. Ancak komitenin aldığı kararlar, İngiliz politika yapıcılarının niyetlerini göstermesi bakımından önemlidir. Sykes-Picot Antlaşması’nın İngiltere açısından ön hazırlığı niteliğinde olan bu rapor, Osmanlı Devleti’nin öteden beri savunulan toprak bütünlüğünün, artık İngiliz siyasetçilerinin tamamıyla gündeminden düştüğünün somut bir delili olarak yorumlanabilir. 
Raporun genel ağırlığı İran Körfezi üzerine26 olduğundan, Körfezin kontrolü için yukardan gelecek tehlikeye karşı, kuzey ve çevre bölgesinin kontrol edilmesi ve bu bölgenin Akdeniz’deki bir liman kentiyle bağlantısının oluşturulmak istenmesi, bu durumu izah edebilir. Ancak Sykes aynı fikirde değildir. 3 Mayıs 1915’te, Britanya’nın sadece İran Körfezi’ndeki konumunu garanti eden bir yaklaşımın, Doğu politikası için yetersiz olduğunu Komite’ye bildirmiştir.27 Sykes’ın rehberliğinde oluşturulan komite raporunun, 30 Haziran 1915’te teslim edilmesinden sonra Kitchener, Sykes’tan, Ortadoğu’nun her yerine gitmesini ve kendisine bölgenin durumu hakkında bilgi vermesini istemiştir.28 

    Altı ay süren yolculuk boyunca Sykes, iki kere Mısır’a, Mezopotamya’ya, Balkanlar’a ve Hindistan’a gitmiştir.29 Seyahatleri sırasında De Bunsen Komitesi’nin tavsiye ettiği politikaları anlatmaması düşünülemez. Savaş öncesinden tanıştığı Ronald Storrs, onu, Gilbert Clayton ile tanıştırmış ve Sykes, bu ikilinin ve Wingate’in, Mısır yönetimi lehine geliştirilmesi planlanan Ortadoğu politikasına ikna olmuştur.30 Mısır’dan edindiği önemli bir izlenim ise, Ortadoğu’da bir İngiliz-Fransız rekabetinin söz konusu olduğudur. Sonrasında bu durumla baş etmek için girişimlerde bulunmuş ve ayrıca 1915 yılı sonunda İngiltere’ye döndüğünde bölgedeki politikaları ve propagandayı koordine edecek Kahire İstihbarat Dairesi’ne bağlı Arap Bürosu’nun kurulmasına ön ayak olmuştur.31 

Fransız Yaklaşımı ve Sykes-Picot Antlaşması 

Fransızlar, kendilerini ‘Şark’ın büyük Hıristiyan gücü’ olarak görmüşlerdir.32 Tarihi ve dini bağları nedeniyle Doğu Akdeniz kıyılarında yaşayan Hıristiyan halklara ilgi duyan ve bölgeyi kendi nüfuz alanı olarak gören Fransa, bu emelini gerçekleştirmek için müttefiklerinden farklı davranmamıştır. Ancak, bu politikanın benimsenmesinden önce Fransızların genel yaklaşımı, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması fakat bu bütünlükte Fransız etkisinin varlığı olmuştur.33 

   Osmanlı ülkesindeki yatırımlarının, bu politikanın oluşmasında belirleyici olduğu söylenebilir. Ancak, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bölgede dengeler değişmiş ve ortaya çıkan yeni koşullar, Fransa’nın Doğu politikasını yeniden gözden geçirmesine sebep olmuştur. Aslında Fransızlar, Rusya’nın bölgesel iddialarının kabul edilmesi ve akabinde Osmanlı ile savaşın kızıştığı Çanakkale Muharebeleri ve yaşanan ağır kayıplara kadar, Osmanlı topraklarında radikal bir değişiklik istememişlerdir.34 

Savaş sırasında ortaya çıkan Rusya’nın, Boğazlar ve İstanbul konusundaki taleplerinden ve İngiltere’nin bunu kabullenmeye hazır oluşundan, büyükelçisi vasıtasıyla anında haberdar olan Fransa Dışişleri Bakanı Delcasse, kabineyi aynı hızla ve doygunlukla bilgilendirememiş, sonuçta talepler hükümetin önüne geldiğinde quid pro quo’ya razı olmaktan başka seçeneği kalmamıştır.35 

Bunun yanında Fransız Asya Komitesi, oluşan quid pro quo durumundan önce, Suriye ve Kilikya’nın Fransız hâkimiyetine girmesi yönündeki politikayı benimsemeye başlamıştır.36 Ayrıca Fransız Sömürge Partisinin hedefleri arasında, Batı Afrika’da Alman ve İngiliz yerleşimlerini ele geçirmekten başka, Türk İmparatorluğu’ndaki emperyalist çıkarlarını tehdit eden oluşumları defetmek de vardır.37 Bu çıkarların merkezini ağırlıklı olarak, Suriye ve İskenderun bölgesi oluşturmakta olup, Fransız sömürgecilere göre, Suriye bölgesi içerisinde Filistin de yer almıştır. 

*Fransız sömürge hedefleri, kabine tarafından değil sömürge partisi ve onun yabancı ve koloni yönetimlerindeki sempatizanları tarafından oluşturuluyordu. 
Ayrıntılı bilgi için bkz: C. M. Andrew, A. S. Kanya-Forstner, “The French Colonial Party and French Colonial War Aims, 1914-1918”, The Historical Journal, Vol. 17, No.1(Mar., 1974), pp. 79-106, s. 79. 

Bu algının müttefiklerce de kabulü için oluşturulan “la Syrie integral” kampanyasına, 1915 baharı ve yazında Sömürge Partisi’nin diğer grupları da katılmıştır.38 
Fransızlar tarafından, İngilizlerin Levanten Akdeniz sahilindeki tek taraflı askeri hareketleri, Türk İmparatorluğu’nun saldırgan tavrından daha ciddiye alınmıştır.39 
Elbette karşı tarafta da benzer görüşler vardır. Sonradan Arabistanlı Lawrence adıyla ünlenecek Arap Bürosu ajanı Albay Thomas Edward Lawrence, savaşın ilk 
dönemlerinde İngiliz donanması istihbaratında çalışan David Hogarth’a* 22 Mart 1915’te, “Suriye konusunda düşman, Türkler değil Fransızlardır” diye yazmıştır.40 
Diğer yandan Fransız tarafının, 1914’ten önce Musul bölgesindeki petrol varlığı ile ilgili olarak yapılan araştırmaların ve yazılan raporların sonucundan haberdar olduğu anlaşılmaktadır.41 

Ancak, 20 Mart 1915’te Dışişleri Bakanı Delcasse’nin, Londra ve Roma’daki Fransız elçiliklerine gönderdiği Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimiyle ilgili görüşlerini içeren bilgi notunda, Musul bölgesinin ilhak hedefleri arasında gösterildiğini içeren bir ibareye rastlanılmamıştır.42 

*Arkeolog olan Hogarth, savaşın ilk dönemlerinde İngiliz donanması istihbaratı adına çalışırken 1916’dan itibaren Arap Bürosu’nun gayri resmi önderi olarak 
Kahire’de görev yaptı. Ayrıntılı bilgi için bkz: Schneer, a.g.e., s. 15. 

Rusya’nın, İstanbul ve çevresinden daha fazla toprak talebinde bulunacağı ve İngiltere’nin Fırat ve Dicle Irmağı bölgesini Mezopotamya’nın kuzey sınırına kadar isteyeceği görüşüne karşılık Fransa, Konya’dan başlayarak Anadolu Platosu boyunca uzanan Bağdat hattı istikametinde olan merkezi bölgeleri, Kuzey Mezopotamya sınırına kadar almak istemiştir.43 Fransa’nın bahsi geçen çıkarlarının müttefiklerce tescil edilmesi gerektiğini içeren görüşme teklifi, Fransa’nın Londra büyükelçisi Cambon aracılığıyla İngiltere Dışişleri bakanı Grey’e 23 Mart’ta iletilmiştir. Ancak Grey, hükümetinin bu konuda hazırlığı bulunmadığı ve zamanlamayı erken bulduğu gerekçesiyle teklifi geri çevirmiştir.44 

Cambon tarafından yapılan teklif ile De Bunsen Komitesi’nin kurulması, kronolojik bakımdan ardışıklık göstermektedir. Bu açıdan bakılacak olursa Cambon’un teklifi, İngiliz tarafında bu konuda hazırlıklar yapılması için, De Bunsen Komitesi’nin kurulması sürecini başlatmış olabilir. 

Sykes-Picot görüşmeleri öncesinde Fransa’nın genel olarak amacı; Filistin, Doğu Akdeniz sahili ve iç kesimlerini kapsayan Suriye bölgesiyle İskenderun ve çevresini ilhak etmektir. Hatta Fransa Donanma Bakanı Victor Augagneur, mevkidaşı Winston Churchill ile 26 Ocak 1915’te yaptığı bir toplantıda Çanakkale Seferine katılma şartını, İngilizlerin İskenderun bölgesine yerleşme planlarından vazgeçmesine bağlamıştır.45 
Fransız Asya Komitesi ise 1915 Temmuzunda Filistin dâhil, Suriye ve Kilikya’nın ilhakını önermiştir.46 

Hüseyin McMohan Mektuplaşması 



Sykes-Picot Antlaşması, her ne kadar dönemin üç büyük gücü arasında şekillenen bir antlaşma olsa bile, görüşmelerin bir diğer boyutu da Mekke Şerifi Hüseyin ile Mısır Yüksek Komiseri McMohan arasında gerçekleşen mektup alışverişidir. 
McMohan-Hüseyin görüşmeleri gerçekleşmeden evvel bölgede bazı önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bunların başında, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, 23 Ocak 1913 günü Babıali Baskını’yla hükümeti ele geçirmesi olayının ardından ortaya koyduğu merkeziyetçi politikalar gelmektedir.47 İttihat ve Terakki’nin merkeziyetçi yapısından rahatsız olup özerklik talebiyle kurulan El-Ahit ve El-Fettat gibi gizli derneklerin üyeleri arasında, Osmanlı ordusunda görev yapan Arap subaylar da yer almıştır.48 
Mekke Şerifi’nin oğlu Faysal, daha sonra bu gizli örgütlerle Şam’da babasının talimatıyla temas kurmuş ve aralarında aldıkları kararla kendi öngördükleri Arap Krallığı’nın sınırlarını çizen Şam Protokolü’nü kabul etmişlerdir.49 
Şam protokolünün sınırlarından ve kendisine verilen destekten haberdar olan Şerif, McMohan’a gönderdiği 30 Ağustos 1915 tarihli mektubuna bu protokolde öngörülen sınırları aynen aktarmış ancak bu talepler, Kahire’de fazlasıyla abartılı bulunmuştur.50 Arap tarafında Şerif, merkezi Osmanlı himayesinden sıyrılıp büyük güçlerin korumasında bir Arap Krallığı ve olursa Halifelik hayal ederken, İngiliz tarafının tamamıyla askeri gerekçelerle  konjoktürel olarak Araplara yanaştığı iddia edilebilir. 

McMohan’ın aktardığına göre, Dışişleri kendisinden; o zamanlar Osmanlı ordusunun birçok cephede önemli bir kısmını oluşturan Arap askerlerini ve mümkünse cephe gerisinde Osmanlı tebaasının bir bölümünü oluşturan Arapları savaşın dışına çekmek ve Osmanlı otoritesine isyan edip, İngiliz safında yer almalarını sağlamak için Şerif ile iletişime geçmesini istemiştir.51 Aynı süreçte Osmanlı Halifesi cihat ilan etmiş ancak Şerif, muhtemel İngiliz saldırısını bahane ederek bu çağrıya olumlu cevap vermemiştir. Wingate’e göre Osmanlı tarafından uygulanan ve Hindistan bölgesinde de muhtemel tehlikelere neden olabilecek Panislamizm politikasına karşı dengeleyici güç olarak kullanılabilecek Panarabizm politikası, Şerif’in taleplerine cevap verilerek gerçekleştirilebilecektir.52 Kahire’de Clayton ve Hartum’daki Wingate’e göre Şerif, halifeliğin gerektirdiği bütün özelliklere sahiptir ve Sudan uleması da Hüseyin konusunda aynı fikirdedir.53 

Bu durumda Kahire’deki İngiliz yönetiminin amacı, Halifeliği, savaşın kazanılması durumunda Rusya’ya kalacak İstanbul’dan alıp İngilizlerin daha kolay 
yönlendirebileceği Ortadoğu bölgesinde bir Arap şeyhine vermek olarak yorumlanabilir. Zaten Kahire’deki görevi sırasında Kitchener ve adamları, Hüseyin’in oğlu Abdullah ile yaptığı görüşmelerde, Şerif’in ve oğullarının niyetini açıkça anlamışlardır.54 Sonrasında savaş bakanı olarak görev yapacak olan Kitchener’ın Hicaz’ın nabzı olan bu gücü, Çanakkale Cephesi’ndeki başarısızlık durumunda daha etkin bir şekilde kullanmak istemesi, savaş stratejisine uygun bir davranış olacaktır. 

Şerif’i böyle planlar yapmaya iten gelişmelerden birisi de Babıali’nin kendisini bertaraf etmeye yönelik planlar yaptığından haberdar olmasıdır.55 

Zaten oğlu Faysal’ı Osmanlı’yı bu fikrinden vazgeçirmek için İstanbul’a göndermiş ve aynı seyahat sırasında Faysal, babasının talimatı ile Suriye’deki gizli Arap derneklerinin Şerif’e olan desteğini yoklamıştır. Ortaya çıkan Şam protokolünden, McMohan’a gönderilen mektup vasıtasıyla haberdar olan Kitchener’ın, daha önceden niyetlerine bizzat şahit olduğu Arap tarafını ve Şerif’in şahsında birleştiği düşünülen Arap kamuoyunu, İngiliz vaatleriyle kendi tarafına yönlendirmek istemesi doğaldır. 

İşin diğer boyutu ise, Sykes’ın, De Bunsen Komitesi raporunun tamamlanması  sonra Ortadoğu gezisi sırasında Kahire’de el-Faruki adında bir Osmanlı Arap 
subayının verdiği ifadelerden, Clayton aracılığıyla haberdar olmasıdır. Bu subay, Suriye’deki Osmanlı Komutanı Cemal Paşa tarafından sadakatinden şüphe duyularak Çanakkale Cephesi’ne gönderilen Arap kökenli subaylardan birisidir ve cephedeyken firar ederek İngiliz tarafına geçmiş ve daha sonra Mısır’a gelerek Kahire İstihbarat Başkanı Gilbert Clayton tarafından sorgulanmıştır.56 Bu kişinin verdiği ifadelerle, Şerif’in İngilizler’den talep ettiği toprakların birbiriyle örtüşmesi Kahire’dekileri fazlasıyla telaşlandırmıştır. 

Faruki’nin gizli örgütlerin ve Şerif’in temsilcisi olduğu yönündeki yanlış algı, İngiliz politikasını şekillendirirken, Faysal’ın bu şahsı tanımadığı henüz bilinmiyordu.



Haritadan anlaşıldığı üzere Şam Protokolüne göre Şerif’in arzuladığı ve McMohan’a gönderdiği mektubunda yer alan sınırlar; Sina Yarımadası’ndan başlayıp tüm Arap Yarımadası’nı, Suriye’nin Akdeniz sahili ile Hama, Humus, Halep, Şam, İskenderun, Basra ve Bağdat bölgelerini de kapsıyordu. Faruki’nin ifadelerine göre Arap isyancılar da bu toprakları, kurulacak krallığın içinde tutmakta kararlı davranmışlardır.57 Hatta Türkler ve Almanlar durumdan haberdar olup taleplere olumlu cevap verme eğiliminde olmuşlardır.58 

Faruki’nin ifadelerinin abartılı olduğu aşikâr olmasına rağmen, Kahire istihbaratının ve dolayısıyla Sykes’ın, verilen ifadelere inanmaya dünden hazır olmaları, öngördükleri politikalarla da uyuşmuştur.59 Öte taraftan bu taleplerin Fransız çıkarlarıyla ters düşmesi, İngiltere’nin baş etmesi gereken bir başka konu olduğundan McMohan, Hüseyin’e gönderdiği 24 Ekim 1915 tarihli mektubunda, Mersin ve İskenderun bölgeleri ile Şam, Hama, Humus ve Halep’in batısında kalan toprakları, öngörülen krallığın sınırlarından çıkarmayı önermiştir.60 

18 Ekim’de de Londra’yı uyaran McMohan, Arapların yol ayrımında olduklarını ve acele davranıp onları memnun edecek bir garanti verilmezse Almanların ve Türklerin kucaklarına itileceklerini belirtmiştir.61 Dışişleri Bakanı Edward Grey, McMohan’a cevaben gönderdiği 20 Ekim tarihli telgrafta ise Suriye’nin sınırları ve Şerif’in hak iddia ettiği bölgelerin sınırları hakkında, mümkün olduğu kadar belirsiz davranmasını istemiştir. 

McMohan da bu direktiflere uyarak gönderdiği 24 Ekim tarihli mektubunda, Grey’den aldığı yetkiyi de kullanarak, İran Körfezi çevresi ve Suriye sahili hariç Şerif’in bölgedeki iddialarını Britanya’nın tanıyabileceğini bildirmiştir.62 Fakat bu cevaplar hiçbir zaman Şerif’i memnun etmemiştir. Bu yazışmalardaki temel İngiliz politikası, görüşmeleri mümkün olduğu kadar uzatarak Arap isteklerini verilen umutlarla canlı tutmak, bu başarılamazsa bile, hiç olmazsa İngiltere’ye karşı bir mücadelenin içine girmelerinin önünü kesmek şeklinde değerlendirile bilir. McMohan aracılığıyla Şerif ile görüşülmesine ve bulanık vaatlerde bulunulmasına ses çıkarmayan Dışişleri Bakanlığı, kendi kaynaklarından aldığı bilgilere de güvenerek Arapların isyan etmeyeceğine inanmıştır.63 Gerçekte ise durum çok karışıktır. 
Şerif’in iddia ettiği gibi bir birlik ve hareketten söz etmek neredeyse imkânsızdır.64 İran Körfezi hinterlandı İngiliz çıkarlarının karşılığı iken Suriye ve Filistin, Fransa’nın hak iddia ettiği bölgelerdir. Geriye kalan Arap Yarımadası’nda ise İngiltere’nin anlaştığı İbn Suud gibi Şerif’in rakibi liderler de vardır.65 Savaşın tüm hızıyla sürdüğü bir ortamda Ortadoğu’da var olan karmaşık ilişkiler yumağını çözme çabası olarak tanımlayabileceğimiz Sykes-Picot Antlaşması, birbiriyle çatışan talepleri nihai bir sonuca ulaştıramasa da en azından savaşın şiddetinin dayanılmaz boyuta ulaştığı ve risklerin arttığı bir dönemde taraflara nefes alma imkânı sağlamıştır. Yukarıdaki bahse konu açmazlar bu antlaşmayla bir çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır.  

Sykes-Picot Görüşmeleri ve Nihai Antlaşma 

Buraya kadar anlatılan sürecin önemli bir kısmı ve Sykes-Picot görüşmeleri, aslında aynı zaman dilimlerine denk gelmektedir. Hüseyin ile McMohan yazışmaları devam ederken İngilizler ile Fransızlar, Londra’da Ortadoğu haritasına şekil vermeye çalışıyorlardı. Fransız tarafının Kahire büyükelçisi Defrance vasıtasıyla, Hüseyin ile yapılan görüşmelerden haberdar olduğu anlaşılmaktadır.66 Ayrıca Grey, Cambon’a Britanya’nın Hüseyin ile olan yazışmalarını anlattıktan sonra Fransa’nın Suriye’deki çıkarlarını belirlemek üzere Londra’ya bir temsilci göndermesini istemiştir.67 21 Ekim tarihli bu görüşme, Hüseyin ile ilgili talimatın McMohan’a telgrafla gönderildiği 20 Ekim tarihinden bir gün sonraya denk gelir, ki bu durum İngilizlerin görüşmeler için hazır olduğunun bir işareti olarak düşünülebilir. 

Gerçekte liberal Asquith ve onun aynı çizgideki Dışişleri Bakanı Grey, Ortadoğu’da maliyet getirecek yeni yükümlülükler altına girme taraftarı değildir. Fakat Rusya’nın İstanbul, Fransa’nın Suriye konusundaki tasarrufları, İngilizleri de kendi pozisyonunu belirlemeye itmiştir.68 Savaşın başlarında İran Körfezi ve çevresine Hindistan üzerinden yapılan seferlerin, bölgedeki İngiliz destekli Arap şeyhlerini rahatlatmak ve Abadan petrollerini güvence altına almak maksadıyla olduğu bilinmektedir.69 İngiliz Dışişleri Bakanı Grey, İngiliz Kahire yönetiminin başındaki McMohan ile Mekke Şerifi Hüseyin arasındaki görüşmelerden, Fransız tarafının haberdar olduğunu fark etmiştir. Bu durumda, İngiliz himayesindeki Arap devleti ile Fransız çıkarlarının altının oyulabileceği fikrinin karşı tarafta benimsenmesi durumunun, Grey’i Fransızlarla, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması üzerine resmi görüşmeler yapmaya ittiği söylenebilir.70 

Cambon, Grey’den görüşme teklifini aldığında, müzakerelerde Fransız temsilcisi olarak aklından geçen isim Georges François Picot idi.71 Babası Fransız Afrika 
Komitesi’nin kurucusu, abisi Fransız Asya Komitesi’nin saymanı olan Picot, savaştan önce Beyrut konsolosuyken o dönemde Paris’in Londra Büyükelçiliği’nde başkâtip olarak görev yapmaktaydı.72 Bu bilgilere bakarak Picot’un aklından geçen hayalleri tahmin etmek zor değildir. Fransız Asya Komitesi, Suriye’nin Fransız toprağı olduğunu öne sürmekle kalmıyor, bu sınırların içine Filistin’i de katmaktan çekinmiyordu. Picot’un görüşmeler boyunca savunacağı haklar, Senato’da Fransız Suriye’si lideri Pierre Etienne Flandin’in, 1915’te yayınladığı Suriye ve Filistin konulu raporda dile getirilmiştir. Bu raporda, Fransa için Suriye’nin ekonomik, tarihi, stratejik konulardaki hayati öneminden bahsedilerek, Filistin ile birlikte Fransız toprağı olarak kabul edilmesi talep edilmiştir.73 Ayrıca rapor, Suriye sahilinde doğrudan hâkimiyet sağlayıp bu bölgeyi Musul’a kadar uzatmayı amaçlıyordu.74 Picot’a göre Fransa, Osmanlı’nın ortadan kalkmasıyla kaybedeceği ayrıcalıklı konumunu, Büyük Suriye la Syria integrale ile tazmin edebilirdi. 

Fransızların Büyük Suriye’si, güneyde Filistin’den kuzeyde Toros Dağları’na ve doğuda Musul’a kadar uzanıyor ve böylece yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla 
kendine yeten büyük bir Suriye kolonisi oluşturulması planlanıyordu.75 Picot’un Londra’ya ulaşmasıyla, ilki 23 Kasım’da Whitehall’da yapılan görüşmelerde, 
İngiltere’yi Dışişleri, Hindistan ve Savaş Bakanlığı’ndan katılan üyeler temsil etmiştir.76 

Picot, Filistin ve Suriye’yi, Fransa için isterken, Musul, Bağdat ve Basra’nın Arapları memnun edebileceğini öne sürüyordu. 

Kurnazca davranan Picot, Fransız nüfuz alanındaki Musul’u Araplar için feda ederken İngilizleri de Bağdat ve Basra konusunda aynı fedakârlığı yapmaya teşvik etmiştir.77 İngiliz heyetinin başında bulunan Dışişleri Bakanlığı daimi müsteşarı Arthur Nicolson, Picot’un taleplerine, Fransa’nın dolaylı yönetim ve ayrıcalıklı nüfuz yetkisinin getireceği ekonomik haklarla memnun olabileceğini belirterek cevap vermiştir.78 Aynı toplantıda İngiliz yetkililer, Picot’a, Hüseyin ile yapılan görüşmelerden ve öngörülen Arap ayaklanmasından bahsetmişlerdir.79 Bu görüşmeler sırasında Picot, Nicolson’un istediği şeyin, Fransa’nın çıkarlarını sınırlandıracak Hüseyin yönetimindeki Arap devletine Fransız desteğini sağlamak olduğunu fark etmiştir. Zaten İngiliz görüşmeci grubu, Suriye’de kurulması öngörülen Arap devletine Fransız desteğini sağlamak için 13 Kasım’da çalışmalara başlamıştır.80 Yapılan ilk görüşmelerde Picot’un taktiği, mümkün olduğu kadar uzlaşmaz davranıp, talepleri geniş tutmak ve böylece sonraki görüşmeler için pazarlık alanı kazanmaktır. Ancak, İngiliz görüşmecilerin Fransız çıkarlarıyla uyuşmaz niyetleri ve Picot’un uzlaşmaz tavrı yüzünden ilk görüşmeler bir sonuç alınamadan tamamlanmıştır. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı 1914-1922, Çev., Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul, 1993, s. 15. 
2 Sykes- Picot anlaşmasının bir diğer adı ‘‘Küçük Asya Antlaşması’’dır. 
3 Aaron S. Klieman, “Britain War Aims in the Middle East in 1915”, Journal of Contemporary History, Vol. 3, No. 3, The Middle East (July, 1968), pp. 237-251, s. 237. 
4 Fromkin, a.g.e., s. 137. 
5 James Barr, A Line in the Sand: The Anglo-French Struggle for the Middle East, 1914-1948, W.W. Norton &Company, New York, 2012, s. 4. 
6 Shane Leslie, Mark Sykes His Life And Letters, Cassell And Company, LTD, London, 1923, s. 86-116. 
7 Leslie, a.g.e., s. 234. 
8 Fromkin, a.g.e., s. 140. 
9 Geniş bir okuma için Bkz: Alexander Lyon Macfie, The Eastern Question 1774-1923, Routledge, New York, 2014. 
10 James Barr, A Line in the Sand: The Anglo-French Struggle for the Middle East, 1914-1948, W.W. Norton &Company, New York, 2012, s. 3. 
11 Dart Brooks Risley II, British Interests and the Partition of Mosul, BA Thesis, The University of Texas at Austin, May 2010, s. 30. 
12 Fromkin, a.g.e., s. 69-70. 
13 Risley II, a.g.e., s. 33. 
14 Aaron S. Klieman, “Britain War Aims in the Middle East in 1915”, Journal of Contemporary History, Vol. 3, No. 3, The Middle East(July, 1968), pp. 237-251, s. 237. 
15 CAB 24/159/49, 13 Mart 1923. 
16 Klieman, a.g.e., s. 242-43. 
17 Risley II, a.g.e., s. 37. 
18 Fromkin, a.g.e., s. 140. 
19 Klieman, a.g.e., s. 243. 
20 CAB 24/159/49, 13 Mart 1923. 
21 Klieman, a.g.e., s. 244. 
22 Fromkin, a.g.e., s. 139. 
23 Klieman, a.g.e., s. 244. 
24 Fromkin, a.g.e., s. 140. 
25 Klieman, a.g.e., s. 249. 
26 Klieman, a.g.e., s. 245. 
27 V. H. Rothwell, “Mesopotamia in British War Aims, 1914-1918”, The Historical Journal, Vol. 13, No. 2 (Jun., 1970), pp. 273-294, s. 278. 
28 Jonathan Schneer, Balfour Deklarasyonu, Arap-İsrail Çatışmasının Kökenleri, Çev. Ali Cevat Akkoyunlu, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 70. 
29 Fromkin, a.g.e., s. 160. 
30 Fromkin, a.g.e., s. 161. 
31 Fromkin, a.g.e., s. 161-2. 
32 Paul C. Helmreich, Sevr Entrikaları, Büyük Güçler, Maşalar, Gizli Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi, Çev. Şerif Erol, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996, s. 10. 
33 C. M. Andrew, A. S. Kanya-Forstner, “The French Colonial Party and French Colonial War Aims, 1914-1918”, The Historical Journal, Vol. 17, No.1(Mar., 1974), pp. 79-106, s. 80. 
34 Marian Kent, The Great Powers and the End of the Ottoman Empire, Frank Cass, London, 1996, s. 156. 
35 C. M. Andrew, A. S. Kanya-Forstner, a.g.e., s. 82. 
36 C. M. Andrew, A. S. Kanya-Forstner, a.g.e., s. 83. 
37 C. M. Andrew, A. S. Kanya-Forstner, a.g.e., s. 81. 
38 C. M. Andrew, A. S. Kanya-Forstner, a.g.e., s. 83. 
39 C. M. Andrew, A. S. Kanya-Forstner, a.g.e., s. 82. 
40 Elie Kedourie, England and The Middle East, The Destruction of the Ottoman Empire 1914-1921, Mansell Publishing Limited, London, 1987, s. 98. 
41 Edward Peter Fitzgerald, “France’s Middle Eastern Ambitions, Sykes-Picot Negotiations, and Oil Fields of Mosul, 1915-1918”, The Journal of Modern History, Vol. 
66, No. 4 (Dec., 1994), pp. 697-725, s. 700-703. 
42 Fitzgerald, a.g.e., s. 703. 
43 Fitzgerald, a.g.e., s. 703. 
44 Matthew Smith Anderson, Doğu Sorunu 1774-1923, Uluslararası İlişkiler Üzerine Bir İnceleme, Çev. İdil Eser, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 348. 
45 C. M. Andrew, A. S. Kanya-Forstner, a.g.e., s. 82. 
46 Kent, a.g.e., s. 156. 
47 Feroz Ahmad, “War and Society Under the Young Turks, 1908-1918”, Review (Fernand Braudel Center) Vol. 11, No.2, Ottoman Empire: Ninteenth-Century 
Transformations (Spring, 1988), pp.265-286, s. 267. 
48 Schneer, a.g.e., s. 45. 
49 Schneer, a.g.e., s. 77. 
50 CAB 24/68/86, Kasım 1918. 
51 Elie Kedourie, “Cairo and Khartoum on the Arab Question, 1915-18”, The Historical Journal, Vol. 7, No: 2(1964), pp. 280-297, s. 281. 
52 CAB 24/68/86, Kasım 1918. 
53 Elie Kedourie, “Cairo and Khartoum on the Arab Question, 1915-18”, s. 283. 
54 Schneer, a.g.e., s. 55. 
55 Fromkin, a.g.e., s. 166. 
56 Elie Kedourie, England and The Middle East…, s. 36-7. 
57 CAB 24/68/86, Kasım 1918. 
58 Schneer, a.g.e., s. 85.
59 Barr, a.g.e., s. 19. 
60 CAB 24/68/86, Kasım 1918. 
61 Barr, a.g.e., s. 19. 
62 Barr, a.g.e., s. 20. 
63 Fromkin, a.g.e., s. 178. 
64 Dönemin şartlarını değerlendiren bir çalışma için bkz: İsmail Şahin, Cemile Şahin, Samet Yüce, “Birinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Irak’ta Devlet 
Kurma Çabaları”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, C. 8, S. 15, Kış 2014, ss. 105-132. 
65 Fromkin, a.g.e., s. 176. 
66 Barr, a.g.e., s. 22. 
67 Barr, a.g.e., s. 21.
68 Elie Kedourie, England and The Middle East…, s. 35. 
69 Elie Kedourie, England and The Middle East…, s. 29. 
70 Fitzgerald, a.g.e., s. 707. 
71 Fitzgerald, a.g.e., s. 708. 
72 Schneer, a.g.e., s. 100. 
73 Fromkin, a.g.e., s. 182. 
74 Fromkin, a.g.e., s. 182. 
75 Fitzgerald, a.g.e., s. 709. 
76 Schneer, a.g.e., s. 101. 
77 Elie Kedourie, “Cairo and Khartoum on the Arab Question, 1915-18”, s. 287. 
78 Fitzgerald, a.g.e., s. 710. 
79 Schneer, a.g.e., s. 101. 
80 Fitzgerald, a.g.e., s. 710. 

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***