31 Ocak 2020 Cuma

Değişen Dünya Dengelerinde Türkiyenin Konumu,

Değişen Dünya Dengelerinde Türkiyenin Konumu,



Süleyman ŞENSOY 
25 Eki 2010 

Değişen Dünya Dengelerinde Türkiye’nin Konumu
Röportaj

    1990’lara kadar, hepimizin bildiği gibi iki kutuplu bir dünya sistemi hüküm sürmekteydi ve Türkiye bu sistemde Batı Bloğunu tercih etmişti. Büyük oyuncuların ne yaptığına göre de herkes kendine bir rol biçmekteydi ve büyük oyuncuların dışındakilerin yapabilecekleri oldukça sınırlıydı....

1990’lara kadar, hepimizin bildiği gibi iki kutuplu bir dünya sistemi hüküm sürmekteydi ve Türkiye bu sistemde Batı Bloğunu tercih etmişti. Büyük oyuncuların ne yaptığına göre de herkes kendine bir rol biçmekteydi ve büyük oyuncuların dışındakilerin yapabilecekleri oldukça sınırlıydı.

1990’lardan sonra, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin tek süper güç olduğu düşünülmeye başlanmışsa da özellikle 11 Eylül 2001’den sonra bunun doğru olmadığı anlaşılmıştır. 11 Eylül olayları dünyada çok boyutlu bir sistemin şekillenmekte olduğunu ve yeni güç dengelerinin kurulmakta olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde ABD ve AB dışında Rusya, Çin, Hindistan ve Rusya gibi teknoloji ve insan kaynağı olarak benzer donanımlara sahip güçlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Ayrıca Brezilya, Türkiye, Meksika gibi bir takım bölgesel güçler de uluslararası alanda kendilerini hissettirmeye başlamışlardır. Bu çok kutupluluk uluslararası ilişkileri çok bilinmeyenli denklem haline getirmiş ve uluslararası alandaki oyuncuları çok boyutlu politikalar geliştirmeye zorlamıştır.

Küreselleşmenin gelişmesiyle birlikte ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılıklar artmıştır. Kendi iç dinamikleri sağlam olan ülkelerde bu bağımlılık görece daha düşüktür. Söz konusu bağımlılıklar pazar paylarını artırma, enerji ve mineral kaynaklardan daha fazla pay alma mücadelelerini ve bölgesel düzeylerde ekonomik ya da stratejik ittifak arayışlarını hızlandırmaktadır.

Küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla ile birlikte uluslararası terörizm, örgütlü suçlar, adaletsiz gelir dağılımı, küresel ısınmaya bağlı iklim değişikleri, demokrasi ve insan hakları ihlalleri, enerji arz güvenliği, etnik ve dinsel çatışmalar, küresel salgın hastalıklar, küresel ısınma, kitle imha silahları v.b. sorunlar uluslararası gündemi daha fazla işgal etmeye başlamış, güvenlik konseptinin yeniden ele alınmasını gerektirmiş ve bu durum da ilişkiler ağını biraz daha karmaşık hale getirmiştir.

Küresel ekonomi açısından son dönemde iki nokta ön plana çıkmaktadır: İlk olarak, dünya ekonomisi aç gözlülükle yapılan büyük hataları artık taşıyamaz hale gelmiştir. İkincisi ise, dünyadaki iktisadi pasta hızla Doğu’ya doğru kaymaktadır. Doğuda yükselen güçlerin iktisadi anlayışlarındaki ve uygulamalarındaki farklılıklar durumu daha da karmaşıklaşmaktadır. Doğu’daki ekonomik güçler ekonomik gelişmelerini ivme kaybetmeksizin agresif olarak sürdürmeye çalışırlarken, Batılı ekonomiler küresel alanda sahip oldukları ekonomik mevzileri koruma arayışındadırlar. Dünya ekonomisinin geleceği ile ilgili analizlerden anlaşılacağı üzere, 21. yüzyılın önemli finans, mal ve bilgi akışı ABD-Avrupa-Asya üçgeni üzerinde yoğunlaşacaktır. 4,5 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğü ile Latin Amerika Karayipler ve 53 ülkenin bulunduğu Afrika ise ekonomik fırsat alanı olarak çok boyutlu güç sistematiğinde büyük bir rekabete sahne olmaktadır. Genelde Avrupa’nın ve özelde AB’nin ekonomik alan temelinde küresel bir güç olarak diğer bölgelerle rekabet edebilmek için giriştiği mücadelenin ana güzergâhlarından birisi olan Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelere yönelik kısa-orta ve uzun vadeli planlamaları beraberinde getirmekte ve bu bölgelere dönük özgün stratejik politikalar geliştirmeyi mecbur kılmaktadır.

Bu çok boyutlu güç sistematiği ve insan kaynağına dayanan yine çok boyutlu rekabet içerisinde her dönem çok güçlü olan ama 10 yıldır çok daha güçlü ve stratejik hale gelen bir kavram ön plana çıkmıştır: Kamu diplomasisi. Artık uluslararası ilişkilerde devletlerin belirleyici rolü devam etmekle birlikte iş dünyasına bağlı örgütler, sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları, üniversiteler, sportif veya kültürel kurumlar dışişleri bakanlıklarının ve hükümetlerin aldıkları siyasi kararları destekleyici ve hızlandırıcı adeta zemini inşa eden işlevler üstlenmektedirler. Ulusal, bölgesel ve küresel kuruluşlar aracılığıyla kamu diplomasisini daha etkin olarak kullanmak önümüzdeki dönem açısından büyük önem kazanmıştır.

Türkiye çok güçlü geçmişi ve devlet geleneği olan birkaç ülkeden birisi olması itibarıyla kendi bulunduğu coğrafya içerisinde hem jeostratejik hem de medeniyet perspektifi olarak çok önemli bir konum işgal etmektedir. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu bölgeleri ile doğal coğrafi, ekonomik, kültürel bağlara sahip olan Türkiye yaklaşık 200 yıldır sürdürmekte olduğu batı tecrübesi de göz önünde bulundurulduğunda Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları ile doğrudan ve özgün ilişkiler ağına sahip belki de tek ülke konumundadır.

Türkiye son dönemde filizlenmekte olan çok kutuplu uluslararası sistemle paralel olarak çok boyutlu dış politika izlemeye çalışmaktadır. Bu bağlamda Bazı Asya -Afrika ülkeleri ve Ortadoğu ülkeleri ile ani bir canlanma yaşandığı görülmektedir. Çok kutupluluk rekabetin çok fazla arttığı sofistike bir dönemi peşinden getirmektedir. Türkiye son on yıldan fazla bir süredir, dünyada dengelerin değiştiğini görmüş durumdadır. Önümüzdeki yıllarda yapılacak olan tercihler, yatırımlar ve insan kaynağı konusundaki kazanımlar, yüzyılın kalanında Türkiye’nin nasıl bir konum kazanacağı konusunda belirleyici olacaktır. Son iki yüzyıllık içe kapanma Türkiye’de aşılması gereken çok sayıda “zihinsel eşik” inşa etmiştir. Hem kurumsal hem de sosyal olarak bu zihinsel eşiklerin sağlıklı geçilmesi ancak aynı misyonu ve vizyonu benimseyen sofistike insan kaynağı ile mümkün olacaktır.

Girmiş olduğumuz bu dönemde Türkiye, Soğuk Savaş koşullarının dayattığı kendi içinde donuklaşmış ve sürekli denge politikaları izleyen bir ülke konumundan uzaklaşmak ve çok boyutlu dış politikanın gereklilikleri doğrultusunda kendi gelişimini, yakın kuşağından başlamak üzere Kafkaslar’da, Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Afrika’da, Orta Asya’da, Asya’nın diğer bölgelerinde, Latin Amerika ve Karayipler’de, yani Batı Avrupa ve ABD dışındaki bölgelerde de kademeli olarak güçlendirmek durumundadır. Bu çerçevede Türkiye kendi gücünün sınırlarını da çok iyi belirlemeli ve elindeki imkanları optimum verim alacak şekilde kullanmalıdır. İçinde yaşadığımız yüzyılda uluslararası ilişkilerin çok kutuplu bir dünya düzeni çerçevesinde işleyeceğini kabul edersek, Türkiye’nin hem iç hem de dış dinamiklerinin, bu dengelerin değişimine paralel biçimde oluşan tabloya iyi uyum sağlayacağı ön görülebilir. Eğer Türkiye bu iç ve dış dinamikleri doğru okuyamaz ve enerjisini kendi içindeki gerilim ve kırılma alanlarında tüketecek olursa, uluslararası güç dengelerinin değişmesi halinde yeni ortaya çıkan güçlerin etkisi altında kalabilir. Dolayısıyla Türkiye’nin saygın, etkin bir devlet olarak gücünü artırabilmesi ve uluslararası alanda kendine yakışan bir konum elde edebilmesi için iç dinamikleri ile uluslararası konumu arasında anlamlı bir bütünlük oluşturması ve sağlam bir duruş sahibi olması gerekmektedir. Bunu sağlayacak en temel unsurlar ise, ekonomi ve kültürdür. Sermaye birikiminin oluşması ve çalışma çağındaki 49 milyon beş yüz bin kişiye istihdam sağlanabilmesi için ihracat ekonomisi olmak ve öncelikleri iyi belirlenmiş çok boyutlu politika izlemek zorundayız. Yine engin medeniyet tecrübesine sahip olduğumuz kültürel değerleri yaşanılarak temsil edilen bir hayat tarzına dönüştürebilirsek Türkiye’yi dünyanın cazibe merkezi olarak inşa etmemiz mümkün olacaktır.

Bir ülkenin uluslararası alanda gücünü pekiştirebilmesi ve güç olabilmesi için 7 parametreden söz etmek mümkündür. Birincisi, dış ticaret açığı vermemesi, ikincisi bütçe açığı vermemesi, üçüncüsü, borçlanma oranının GSMH’nın %25’ini mümkünse geçmemesi, dördüncüsü yüksek teknoloji ürün gamına sahip olması, beşincisi barışçıl amaçlarla nükleer teknolojiye sahip olması, altıncısı savunma sanayinin kendine yeterli olması, mümkünse ihracat yapabilme durumunda olması, yedincisi ise kişi başına düşen milli gelirin gelişmiş dünya ekonomilerine yakın bir durumda olması ve milli gelirini adaletli bir şekilde kendi halkına dağıtabilecek kapasiteye sahip olması. Bu hem ülkemiz, hem başka ülkeler için bir değerlendirme vasıtası olabilir. Biz bu yedi parametrenin ne kadarında sağlamsak, o kadarında bölgesel gücüz, ne kadar eksiğimiz varsa, o kadar gitmemiz gereken yol var; sessiz ve gereksiz gürültülerden uzak olarak… “Türkiye’nin bu parametreleri kazanması gerekiyor ve bu kazanım sürecini de ısrarlı bir şekilde ve toplumsal katılımla sağlaması gerekiyor. Çünkü Doğu geleneğinde çok başarılı yönetimlere ya da liderlere olan güven ve ihtiyaç, çoğu zaman aleyhte sonuçlanıyor. Başarılı bir yönetici, parti, hükümet toplumsal katılımı sağlamadan belli bir ilerleme kaydetmiş olsa da, halk katılımı olmadığı için ondan sonra gelen ve söz konusu sinerjiyi paylaşmayan bir başka yönetici ya da yönetim tarafından bu kazanımlar bir süre sonra kaybedilebiliyor. Türkiye’nin yakın tarihi bu anlamda birçok örnekle dolu.”

Türkiye, eğer saydığımız yedi noktada güçlenir çok boyutlu bir dış politika anlayışı geliştirebilirse, küresel sorunlarda da sözü dinlenen hatırı sayılır bölgesel bir güç haline gelebilir. Türkiye’nin bu çok boyutlu güç sistematiği oluşurken dünyanın diğer bölgeleriyle ilgili önceliklerini doğru sıralaması gerekir. Avrupa Birliği üyeliği bizim için bir devlet politikasıdır ve birinci önceliktir. Aslında hiçbir ülkenin çok kutuplu şekillenen dünya sistematiği içinde tek boyutlu politika yapmak gibi bir lüksü yoktur; bu intiharla eş anlamlıdır. Türkiye’nin sadece AB merkezli bir dış politika izlemesi, orta ve uzun vadede Türkiye’nin intiharı demektir ve hiçbir ülke bu riski almaz.

Türkiye dış politikasındaki öncelik sıralamasını sağlıklı bir biçimde tespit etmeli ve bunun için sürdürülebilir bir uygulama zemini oluşturmalıdır. Türkiye son dönemde bu anlamda epey mesafe almıştır. 

Ama bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kurumsal altyapı ile ilgili eksikliklerin giderilmesi, hem sivil hem resmi, bütün kanalların etkin olarak çalışması gerekmektedir. Türkiye, 21. yüzyıla girdiğimiz bu dönemde geçmişin klasik anlayışını bir tarafa bırakarak siyasetçilerine, iş adamlarına, akademisyenlerine, sanatçılarına ve yeni yetişen nesillerine dış dünyaya açılmaları konusunda ciddi destek vermek durumundadır. Kuşkusuz dışa yönelik açılımların gerekliliği kadar yurtdışından içe doğru bir çekim gücü oluşturulması da kaçınılmaz bir zorunluluktur. Yine Türkiye; tüm bu dönüşüm ve değişim süreci yönetilirken “devlet aklı”nı korumalı ve millet-devlet olmanın parametrelerini hem fiziksek hem de zihinsel olarak güçlendirmelidir.

MÜSİAD Yükselen Değer Türkiye Araştırması Raporu
1. Bölüm; Uluslararası İlişkiler / Dış Politika, s. 109.

İstanbul, Ekim 2010
ISBN 978-605-4383-03-0

https://tasam.org/tr-TR/Icerik/44/degisen_dunya_dengelerinde_turkiyenin_konumu

***

Latin Amerika'da Sonbahar.,

Latin Amerika'da Sonbahar.,




Yazar: Kubilayhan ERMAN 

Giriş 

   Türkiye iç gündeminin hızla değişmesi ve dış politikada genel olarak Ortadoğu ile yakın çevrenin öne çıkması nedeniyle geçtiğimiz sonbaharda Latin Amerika merkezli birçok gelişme Türk basınında çok az yer buldu. Ancak bu gelişmelerin en azından bir kısmı kısa ve uzun vadede küresel etkiler yapabilme potansiyelini barındıran gelişmelerdi. Latin Amerika Kıtası’nın dünyadaki öneminin arttığına dair alışılmış söylemler son süreçteki gelişmeleri yansıtmakta yetersiz kalmakta dır. Zira günümüzde, yeni siyasi ve ekonomik birlikteliklerin ortaya çıkması, kıtalar arası entegrasyon politikaları ve tek merkezli küresel politikalara karşı alternatif projelerin ele alınması gibi Latin Amerika’yı da kapsayan politik yaklaşımların arttığını görüyoruz.

    Latin Amerika dışında ABD, Çin ve Rusya ise başat aktörler olarak yeni sürece etki etme çabalarını sürdürmektedirler. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Brezilya-ABD ilişkilerinde dinleme krizine bağlı olarak ortaya çıkan ani değişim ile Venezuela ve Çin arasında bazı yeni anlaşmaların imzalanması geçtiğimiz sonbaharın iki önemli gelişmesi olarak dikkat çekmektedir. 


    Dinleme Krizi ve Brezilya-ABD İlişkilerinde Gerilim Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff ve bazı üst düzey devlet görevlilerinin telefon görüşmeleri ile elektronik posta iletişimlerinin ABD Ulusal Güvenlik Servisi 
tarafından izlendiği bilgileri eylül ayının başında ortaya çıkmıştır. Ardından Brezilya milli petrol şirketi Petrobras’ın da benzer şekilde takip edildiğine dair kanıtların elde edilmesi üzerine Başkan Dilma Rousseff ABD’den konuya ilişkin bir açıklama istemiştir. Rousseff ayrıca ABD Ulusal Güvenlik Servisi’nin bu tür faaliyetlerini durduracağına dair garanti verilmesini ve ülkesinden özür dilenmesini de talep etmiştir.[1] 

    ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA)’nın eski çalışanı Edward Snowden tarafından dünyanın diğer birçok ülkesinde yürütülen benzer dinleme-izleme faaliyetlerinin ifşa edildiği bir dönemde Brezilya’daki örneği özgün kılan ise Başkan Rousseff’in Ekim ayında ABD’ye yapacağı resmi ziyareti iptal etmesi olmuştur. 

Rousseff’in telefonla görüştüğü Obama tarafından ziyaretin yapılması konusunda ikna edilmeye çalışılması, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin meseleyi görüşmek için Brezilya’ya gitmesi sonuç vermemiş, ABD’nin konuya ilişkin yaptığı resmi açıklama ise Brezilya yönetimi tarafından tatminkâr bulunmamıştır. Rousseff yönetiminin gösterdiği bu tepkinin, özellikle gelişmekte olan ülkelerde 
Brezilya’nın yükselişini kullanarak Çin’in nüfuzunu sınırlandırmaya çalışan ABD açısından olumsuz sonuçlar doğurması söz konusudur.[2] 

   Zira Rusya’nın Edward Snowden’e kapılarını açması ve Suriye krizinin çözümünde belirleyici aktör olarak öne çıkması gibi ABD aleyhine gelişen sürece Brezilya’daki dinleme iddialarının neden olduğu gelişmelerin eklenmesi ABD’nin dünya genelindeki nüfuzunun değişmeye başladığına dair yeni bir işaret olmuştur.[3] 

   Bir Devlet başkanının başka bir ülkeye yapacağı resmi ziyaretin iptal edilmesi nin devletler arası ilişkilerde sembolik anlamları vardır. Ancak tepkinin sembolik olması onun öneminin düşük ve yansımalarının az olacağı anlamına gelmemekte dir. Aksine Brezilya örneğinde, iptal edilen ziyaretin 1995 yılından beri 
ABD’ye yapılacak ilk devlet başkanı ziyareti olması, Dilma Roussef yönetimi tarafından gösterilen tepkinin ciddiyetine işaret etmektedir. Belki de ABD’de ilk defa bir devlet başkanı ziyaretinin resmi akşam yemeği ilan edilmesinin ardından iptal edilmiştir. Rousseff döneminin başladığı 2011 yılından beri iyileşme
kaydeden Brezilya-ABD ilişkilerinin içinde bulunulan süreçte ciddi yara aldığı ortadadır. Bu gelişme iki ülke arasındaki yakınlaşmayı olumsuz etkileyecektir. ABD Ulusal Güvenlik Servisi odaklı dinleme iddialarından kaynaklanan etkilerin sadece Brezilya ile sınırlı kalmayacağı da açıktır. Bu gelişme, Latin Amerika’da geçmişten bugüne ABD’ye karşı beslenen güvensizlik hislerinin artmasına da neden olacaktır.[4] 

   Dolayısıyla önümüzdeki süreçte ABD’nin kıta ile ilişkilerini düzeltmek için daha fazla diplomatik çaba göstermesi gerekecektir. 

Öte yandan, ABD ziyaretinin dinleme skandalı nedeniyle iptal edilmesi Dilma Rousseff’in siyasi geleceğine olumlu katkı yapan bir adım olmuştur. Rousseff bu aşamada hem bölgesel bir lider olarak öne çıkarken hem de ülkesinde kendisine yönelik destek artmıştır.[5] Rousseff’in böyle bir kararı almış olmasının yanı 
sıra ABD’ye karşı benimsediği politik tutumu sürdürmesi durumunda 2015 yılında yapılacak başkanlık seçimlerinde Brezilya’da artan orta sınıftan daha fazla destek alacağı değerlendirilmeye başlamıştır. Orta sınıfın Brezilya’da gelecek seçim sonuçlarını belirleyeceği dikkate alındığında[6] Dilma Roussef’in daha 
şimdiden ülkesindeki siyasi rakiplerine karşı önemli bir üstünlük elde ettiğini söylemek mümkündür. 

Brezilya ve ABD arasında dinleme iddiaları nedeniyle ortaya çıkan diplomatik krizin, sadece Brezilya tarafının kararına bağlı olarak resmi devlet ziyaretinin iptal edilmesi ile bitmeyeceği aşikârdır. Bu süreçte iki ülke arasındaki ekonomik-ticari ilişkilerin de ciddi şekilde etkileneceği beklenmektedir. Zira bunun ilk 
işareti Brezilya hükümeti tarafından yine eylül ayı içerinde verilmiştir. Dinleme iddialarının ortaya çıkmasından önce Brezilya Hava Kuvvetleri uçak filosunun yenilenmesi kapsamında ABD merkezli faaliyet gösteren Boeing firması tarafından 36 adet dördüncü nesil FX-2 savaş uçağının 4 milyar ABD doları 
karşılığında Brezilya’ya satılmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. 

   Ancak Dilma Rousseff eylül ayında FX-2 uçakları alımının 2015 yılında yapılacak başkanlık seçimleri sonrasına bırakıldığını açıklamıştır. Bu karar ise başta Rusya olmak üzere diğer bazı ülkeleri Brezilya’ya uçak satışı konusunda 
cesaretlendirmiştir.[7] 

Dilma Rousseff yönetiminin ABD Ulusal Güvenlik Servisi’nin izleme faaliyetlerine karşı diğer bir tepkisi de başta Google, Facebook ve Twitter olmak üzere internet şirketlerinin Brezilya’daki kullanıcılardan elde ettikleri bilgilerin bu ülkede depolanmasını sağlayacak bir yasa çıkarılması yönünde çalışmalara 
başlaması olmuştur. Brezilya’nın internet güvenliği konusundaki diğer bir girişimi de 2014 yılı Nisan ayında Rio’da “casusluğa karşı internet gizliliği” konulu bir konferansa ev sahipliği yapacak olmasıdır.[8] 

Brezilya ayrıca Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ile birlikte BRICS yapısı bünyesinde sürdürülen ABD’den bağımsız alternatif bir internet ağı oluşturulması projesi içerisinde de yer almaktadır. Saniyede 12,8 terabit kapasiteye sahip 34.000 km uzunluğundaki fiber optik kablo vasıtasıyla BRICS ülkelerini 
birbirine bağlamayı amaçlayan bu alternatif iletişim projesinin 2015 yılının ikinci yarısında bitirilmesi amaçlanmıştır.[9] 

Venezuela Devlet Başkanı’nın Çin Ziyareti., 

Latin Amerika’da bu dönemde öne çıkan diğer bir gelişme ise Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Çin’e yaptığı resmi ziyarettir. Özellikle Venezuela’da muhalefetin eleştirileri ve Maduro yönetiminin Çin’e gidişte kullanılacak uçuş güzergahı üzerindeki Porto Rico hava sahasının kullanılması konusunda ABD ile yaşadığı polemik ardından başlayan ziyaret Venezuela ve Çin arasında bazı önemli anlaşmaların imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. 

Devlet Başkanı ve heyetini Çin’e götürecek uçağın Porto Rico hava sahasından geçişinin ABD tarafından engellendiği iddiaları çerçevesinde Venezuela ve ABD arasında yaşanan diplomatik çekişmenin ardından Nicolás Maduro 20 Eylül sabahı Pekin’e gelmişti. Ancak Venezuela’daki muhalefet bir yandan Maduro’nun “dolarları bitirdiği için Çin’e gittiği” söylemini kullanarak hem ülke ekonomisinin içinde bulunduğu kötü durumu hem de bu ziyareti eleştirirken diğer yandan Venezuela devlet başkanlığına ait Airbus tipi uçak yerine Cubana Hava Yollarına ait bir uçakla ve daha fazla masrafla Çin’e gidilmesi çerçevesinde yeni bir tartışma başlatmıştı.[10]

Pekin’de 21-22 Eylül 2013’te gerçekleştirilen görüşmeler ve 12. Üst Düzey Karma Komisyonu çalışmaları sonucunda Venezuela ve Çin arasında finans sağlanması, eğitim ve kültür, vize süreleri, bilim ve teknoloji, inovasyon, uydu sistemlerinde kullanılacak bilgi ve parça değişimi, telekomünikasyon, madencilik ve petrol, her iki ülkede fakirliğin azaltılması, tarım, inşaat ve altyapı gibi alanlarda yirmi yedi yeni anlaşma imzalanmıştır.[11] 

Böylelikle Venezuela yönetiminin konut, tarım sektörü, sanayi, ulaştırma, elektrik ve madencilik, bilim, sağlık ve teknoloji alanlarında kullanmak üzere Çin Kredi Bankası’ndan 5 milyar dolar kredi alabilmesinin yolu açılmıştır. İki ülke arasındaki stratejik ittifakın güçlendirilmesine yönelik açıklamalara fırsat olan bu ziyaret sonucunda Çin’in Venezuela’da 20 milyar dolarlık yatırım yapması da 
karara bağlanmıştır.[12]

Venezuela Devlet Başkanı’nın Çin ziyareti farklı kesimlerde değişik değerlen dirmelere yol açmıştır. Venezuela’nın artan ekonomik sorunlarına kaynak sağlamak amacıyla sadece Çin’e başvurabileceği, bu ülkenin Venezuela için tek finans kaynağı olduğu kabulünden yola çıkarak yapılan değerlendirmelere göre bahsekonu anlaşmalar sürpriz değildir.[13] 

   Bu ziyaret ve yapılan anlaşmalar her iki taraf için de kazançlı sonuçlar içermektedir. Genel olarak bakıldığında, Venezuela’da sosyal projeler için acil hale gelen kredi ve ekonominin yabancı sermaye ihtiyacı Çin sayesinde önemli ölçüde giderilirken Venezuela da daha fazla petrol sağlayarak Çin’in enerji ihtiyacına çare olacaktır.[14] 

Ancak iki ülke arasında yapılan anlaşmaların Çin’e daha fazla kazanç sağlayacağı değerlendirilmektedir. Venezuela Çin tarafından sağlanan kaynak ile alt yapı ve temel tüketim maddesi ihtiyaçlarını Çin pazarından karşılarken bir yandan da bu ülkeye petrol göndermeye devam edecektir. Çin hem üretimini paraya dönüştürecek hem de enerji sorununa iyi bir çözüm bulacaktır. Böylelikle Venezuela ile gelişen ekonomik ilişkiler Çin’in ülke ekonomisini canlandırmaya katkı sağlayacaktır.[15] 

   Öte yandan Çin’in Latin Amerika’daki her yeni ekonomik girişimi aynı zamanda bu kıtada nüfuzunun artması anlamına gelmektedir. Çin özellikle 2005 yılından sonra bu konuda ciddi mesafeler kaydetmiştir.

Sonuç 

Brezilya ve Venezuela uluslararası alanda izledikleri politikalar nedeniyle Latin Amerika’da öne çıkan iki ülkedir. Yükselen ekonomisi sayesinde uluslararası ekonomik ve politik meselelerde söz sahibi olmaya başlayan Brezilya, ABD Ulusal Güvenlik Servisi merkezli dinleme iddialarına beklenenden daha sert bir 
tepki vermiştir. ABD tarafından etkili ve tatminkâr bir girişimde bulunulmadıkça krizin etkilerinin 2015 yılına kadar süreceği değerlendirilmektedir. Brezilya’nın bu bağlamda ABD ile ekonomik ve politik bakımdan gerilimli bir sürece girmesi Rusya ve Çin gibi diğer küresel aktörlerin kıtadaki girişimlerini cesaretlen direbilecektir. Bu açıdan son olarak Venezuela ile yaptığı anlaşmalarda da olduğu gibi Çin’in gittikçe daha avantajlı bir konuma geldiğini söylemek mümkündür. 
Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Çin’e yaptığı ilk resmi ziyarette imzalanan kredi ve yatırım anlaşmalarının getirileri, ekonomik sorunlar nedeniyle zor günler geçiren Venezuela’nın kısa vadede nefes almasını sağlayacaktır. Öte yandan Venezuela ile yaptığı anlaşmalar Çin’e ticaret ve enerji alanında önemli ekonomik kazançlar getirecektir. Dahası Çin Latin Amerika’daki nüfuzunu artırma anlamında iyi bir adım daha atmış durumdadır. 

KAYNAKLAR;

[1]Brazil and the United States, More in sorrow than anger, 18.09.2013, The Economist, 
http://www.economist.com/blogs/americasview/2013/09/brazil-and-united-states, Erişim Tarihi: 22.11.2013 
[2]Simon ROMERO, Brazil’s Leader Postpones State Visit to Washington Over Spying, 17.09.2013, 
http://www.nytimes.com/2013/09/18/world/americas/brazils-leader-postpones-state-visit-to-us.html?_r=0,   Erişim Tarihi: 22.11.2013 
[3]Carl MeachamWhat Does President Rousseff’s Postponement Mean for the United States? 
http://csis.org/publication/what-does-president-rousseffs-postponement-mean-united-states, Erişim Tarihi: 
23.11.2013 
[4]Dilma Rousseff Cancels U.S. Trips Over Claims Of NSA Spying On Brazil's President, 
18.09.2013, http://www.huffingtonpost.com/2013/09/17/rouseff-cancels-us-trip_n_3941973.html; 
B r a z i l S p u r n s U . S . S t a t e V i s i t I n v i t a t i o n O v e r N S A S p y i n g , 
http://world.time.com/2013/09/17/brazil-spurns-u-s-state-visit-invitation-over-nsa-spying/; 
Taylor Barnes, Guess who's (not) coming to state dinner: Brazil could cancel over NSA, 06. 09. 2013, 
http://www.csmonitor.com/layout/set/r14/World/Americas/2013/0906/Guess-who-s-not-coming-to-state-din 
ner-Brazil-could-cancel-over-NSA, Erişim Tarihi: 23.11.2013 
[5]Carl Meacham, The Non-State Visit: What's Next for U.S.-Brazil Relations?, 22.10.2013, 
http://csis.org/publication/non-state-visit-what-next-us-brazil-relations, Erişim Tarihi: 23.11.2013 
[6]Paulo Sotero, While only a postponement, Dilma can come out winning twice, 09/18/2013, 
http://brazilportal.wordpress.com/2013/09/18/while-only-a-postponement-dilma-can-come-out-winning-twice/, 23.11.2013 
[7]Carl Meacham, The Non-State Visit: What's Next for U.S.-Brazil Relations?, 22.10.2013, 
http://csis.org/publication/non-state-visit-what-next-us-brazil-relations, Erişim Tarihi: 23.11.2013 
[8]Estaban Israel, Anthony Boadle, Brazil to insist on local Internet data storage after U.S. spying, 
28.10.2013, http://www.reuters.com/article/2013/10/28/net-us-brazil-internet-idUSBRE99R10Q20131028,   Erişim tarihi: 24.11.2013 
[9] www.bricscable.com/network/; BRICS crea su propia Internet alternativa, 23.09.2013, 
http://www.urgente24.com/219008-brics-crea-su-propia-internet-alternativa, 23.11.2013 
[10]Alejandro Rodríguez Rodríguez, Visita de Maduro a China: Una nueva victoria de la diplomacia 
v e n e z o l a n a , 2 4 . 0 9 . 2 0 1 3 , 
http://www.cubadebate.cu/opinion/2013/09/24/visita-de-maduro-a-china-una-nueva-victoria-de-la-diplomacia-venezolana/;   
Jairo Márquez Lugo (Redactor), Maduro a China en Cubana de Aviación: ¿dónde está el avión presidencial ? 20.09.2013, 
http://entresocios.net/ciudadanos/maduro-a-china-en-cubana-de-aviacion-donde-esta-el-avion-presidencial, Erişim Tarihleri: 21.11.2013 
[ 1 1 ] V e n e z u e l a y C h i n a a f i a n z a n c o o p e r a c i ó n e s t r a t é g i c a , 
http://www.mre.gov.ve/index.php?option=com_content&view=category&layout=blog&id=387&Itemid=5 
51, Erişim Tarihi: 22.11.2013. 
[12]Venezuela y China firman acuerdos por más de 20.000 millones de dólares, 22.11.2013, 
http://www.eluniversal.com/nacional-y-politica/130922/venezuela-y-china-firman-acuerdos-pormas-
de-20000-millones-de-dolares, Erişim Tarihi: 22.11.2013 
[ 1 3 ] J u a n N a g e l , V e n e z u e l a ' s M a n c h u r i a n P r e s i d e n t , 2 6 . 0 9 . 2 0 1 3 , 
http://transitions.foreignpolicy.com/posts/2013/09/26/venezuelas_manchurian_president, Erişim Tarihi: 
22.11.2013 
[14]Riordan Roett Vd., Was Maduro's Recent Trip to China a Success?, 30.09.2013, 
http://www.thedialogue.org/page.cfm?pageID=32&pubID=3394, 22.11.2013 
[ 1 5 ] J u a n N a g e l , V e n e z u e l a ' s M a n c h u r i a n P r e s i d e n t , 2 6 . 0 9 . 2 0 1 3 , 
http://transitions.foreignpolicy.com/posts/2013/09/26/venezuelas_manchurian_president, Erişim Tarihi: 22.11.2013 


06.12.2013 18:10 Tarihinde indirilmiştir


https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/amerika-arastirmalari-merkezi/latin-amerikada-sonbahar




26 Ocak 2020 Pazar

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 6

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE,  BÖLÜM 6



5.2. Muhtemel Senaryolar

Suriye krizinin seyrine ilişkin dört muhtemel senaryodan bahsedilebilir. Birincisi 
Suriye’de kurulabilecek bir geçiş hükümeti ile krizin aşılmasıdır. İkincisi 
Esed rejiminin ağır silah sistemleriyle takviye edilecek Özgür Suriye Ordusu 
veya uluslararası bir müdahale ile devrilmesidir. Üçüncü muhtemel senaryo 
Suriye krizinin sürüncemede kalmaya devam etmesi ve ülkenin parçalanma 
sürecine girmesidir. Dördüncüsü ise iç çatışmaların devam etmesine rağmen 
Baas rejiminin mukavemetini sürdürmesi ve konumunu muhafaza etmesidir.

Suriye krizindeki ilk muhtemel senaryo, ülkedeki çatışmalara son verebilecek 
bir geçiş hükümetinin kurulmasıdır. Suriye’de Esed rejimi içinden katliamlara 
doğrudan bulaşmamış Baas yöneticilerinin katılacağı, ülkedeki farklı etnik ve 
dini unsurların temsil edildiği bir geçiş hükümeti kurulabilir. Bu nitelikteki 
bir geçiş hükümeti ile Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Geçiş hükümeti seçeneği Rusya’nın girişimiyle gündeme gelmiş, 
30 Haziran 2012 tarihinde İsviçre’nin Cenevre kentinde Suriye sorunu üzerine 
gerçekleştirilen toplantıda katılımcı devletler tarafından değerlendirilmiştir. 
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin yanında Türkiye, Irak, Kuveyt 
ve Katar’ın katılımıyla gerçekleştirilen Cenevre toplantısında, Suriye’de kurulacak ulusal birlik hükümeti ile krizin çözüme kavuşturulabileceği kanaati öne çıkmıştır.

Batılı devletler ve Rusya arasında Beşşar Esed’in iktidardaki konumu ile ilgili 
anlaşmazlık devam etse de geçiş hükümeti konusunda bir mutabakat ortaya 
çıktığı fark edilmiştir. Türkiye, Rusya’nın desteklediği bu çözümü onaylamıştır. 
Geçiş hükümeti seçeneğinin uygulanabilir bir öneri olduğunu kabul eden 
Türkiye, Cenevre’deki görüşmelerde geçiş hükümetinin oluşturulmasına dönük 
ortaya konan yol haritasının önemli olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Suriye 
Ulusal Konseyi de geçiş hükümeti önerisine sıcak baktığını, katliamlara 
karışmamış Baas Partisi mensuplarının geçiş hükümetinde yer alabileceğini 
beyan etmiştir.

Taraflar arasındaki mutabakata zarar vermeyecek başarılı bir geçiş hükümeti 
tesis edilebilirse Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Başarılı bir geçiş hükümeti, Beşşar Esed ve yakınlarının iktidardan uzaklaştırılması ve insan hakları ihlallerine bulaşmamış Baas rejimi mensuplarının Suriye’de tesis edilecek çoğulcu sistemin bir parçası olarak kalmasıyla gerçekleştirilebilir. 

Ancak geçiş hükümeti seçeneği aynı zamanda bazı olumsuz sonuçlar doğurabilecek dinamikler ihtiva etmektedir. 

Geçiş hükümetinin muhalefetin yeterince temsil edilmediği, Baas yöneticilerinin ağırlıkta olduğu ve katliamlara iştirak etmiş isimlerin yer aldığı bir yapı arz etmesi ihtimali vardır. 
Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda geçiş hükümeti otoriter eğilimlerini 
muhafaza eden Baas rejiminin ayakta kalmasına hizmet edebilir. Böylece geçiş 
sürecinde Suriye krizine son verebilecek ulusal uzlaşı akamete uğrayabilir 
ve taraflar arası çatışmalar tekrar başlayabilir.

Başlangıçta Rusya’nın tutumu nedeniyle ön plana çıkan, Türkiye ve Suriye 
Ulusal Konseyi tarafından da uygulanabilir olarak değerlendirilen geçiş 
hükümeti senaryosunun gerçekleşme ihtimali Suriyeli muhaliflerin Doha 
Kongresi’nde aldığı kararlarla zayıflamıştır. Bu senaryo, Doha Kongresi’nin 
ardından Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Esed 
rejimiyle hiçbir şekilde diyaloga girilmeyeceği ve müzakere edilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla gündemdeki önceliğini yitirmiştir.

Suriye krizinde ikinci muhtemel senaryo, Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesi dir. 

Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ise iki farklı şekilde 
gerçekleşebileceği beklenmektedir. Birincisi ülkede devam eden iç savaşta 
Esed rejiminin daha iyi teşkilatlanmış bir Suriye muhalefeti ve daha güçlü 
bir Özgür Suriye Ordusu tarafından iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Artan dış 
yardımlarla Özgür Suriye Ordusu’nun Baas rejimine bağlı güvenlik güçlerini 
dengeleyebilecek ölçüde desteklenmesi ile böyle bir netice sağlanabilir. Esed 
rejimi, Suriye’ye doğrudan bir dış müdahale olmadan ağır silah sistemlerine 
sahip Özgür Suriye Ordusu tarafından devrilebilir.

Baas rejiminin, askeri donanımı daha güçlü muhalif unsurlarca devrilmesi 
Esed sonrası Suriye’nin istikrarını zedeleyebilecek gelişmelere yol açabilir. 
Suriye’ye sokulacak ağır silah sistemlerinin denetimi ve takibindeki zorluklar, 
bu silahların kullanımıyla ilgili sorunlar doğurabilir. Suriye genelinde Baas 
rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu’na bağlı faaliyet gösteren silahlı gruplar 
daha fazla silahlandırılırsa Esed’in devrilmesinden sonra birbiriyle mücadeleye 
girişebilir. Muhalif silahlı gruplar arasında iktidara nüfuz etme noktasında 
ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar ülkede iç çatışmalara neden olabilir. 
İç çatışmaların İsrail’e tehdit oluşturabilecek şekle dönüşmesi durumunda ise 
Batılı devletlerin Suriye’deki yeniden yapılanma sürecine verdiği destek kesilebilir.

Esed rejiminin daha fazla silahlandırılmış bir Özgür Suriye Ordusu tarafından 
devrilmesi aynı zamanda Suriye’deki devlet sisteminin çökmesi anlamına gelecektir. 

Rejimin devrilmesi bir süre daha devam edecek çatışmalar sonucunda 
gerçekleşebilecek, Suriye’nin kamu idaresi, kamu hizmetleri ve güvenlik 
altyapısı tahrip edilmiş olacaktır. Muhalif silahlı grupların silahsızlandırılması 
Suriye’deki yeni iktidarın önünde ciddi bir problem olarak kalacak, devlet 
sisteminin yeniden tesisi, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması uzun süre 
alacaktır. Muhalefetin artırılan dış yardımlarla ve daha fazla silahlandırılmasıyla 
Esed rejimini bertaraf edebilecek düzeyde güçlendirilmesi neticede Suriye’nin geleceğini olumsuz etkileyebilecektir.

Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ikinci şekli ise Özgür Suriye 
Ordusu daha fazla silahlandırılmadan uluslararası bir dış müdahale yapılmasıdır. 
Suriye’de Esed rejimini devirebilecek dış müdahale BM kararıyla ya da 
Kosova’da olduğu gibi katliamı engelleme hedefiyle oluşturulan uluslararası 
koalisyon kuvvetlerince icra edilebilir. Müdahale, oluşturulacak uluslararası 
koalisyon kuvvetlerinin Suriye’de bir kara harekâtına girişmeden Esed rejimine 
bağlı hava unsurlarını, füze sistemlerini ve zırhlı birliklerini etkisiz hale getirmesi 
şeklinde yürütülebilir. Libya’dakine benzer biçimde tasarlanabilecek 
Suriye’ye müdahale görevi sonucunda Esed iktidarına bağlı güvenlik güçleri 
büyük ölçüde tahrip edilecek, psikolojik üstünlüğü elde eden Özgür Suriye 
Ordusu Baas rejimini devirebilecek tir.

Kapsamlı bir hava harekâtı niteliğinde icra edilecek müdahale ile Suriye’deki 
kriz daha az can kaybı ile nihayete erecek, muhalif grupların ağır silahlarla 
teçhiz edilmesine gerek kalmaksızın krizin çözümü istikametinde mesafe 
alınabilecektir. Bu nitelikteki bir dış müdahalenin muhalif silahlı grupların 
silahlandırılmasından daha az maliyetli olabileceği ve daha kısa sürede sonuca 
gidilmesini sağlayacağı da değerlendirilebilir. Nitekim hava kuvvetleri ve 
savunma sistemleri yok edilen Esed rejimi karşısında Özgür Suriye Ordusu 
kısa zamanda üstünlüğü ele geçirebilecektir. Özgür Suriye Ordusu’nun daha 
fazla silahlandırılmasına gerek kalmadan Baas rejiminin devrilmesi ise Esed 
sonrası Suriye’de istikrarın teminini kolaylaştıracaktır.

Baas rejiminin dış müdahale neticesinde devrilmesi, Esed sonrası Suriye’deki 
yeni iktidarı mutedil hareket etmeye teşvik edecektir. Uluslararası sistemin 
desteğiyle iktidara gelen unsurlar, Suriye’de azınlık konumundaki unsurların 
temsilinde demokratik normların işletilmesi yönünde irade gösterecektir.

Suriye krizinde üçüncü muhtemel senaryo, iç savaştaki tarafların birbirine üstünlük sağlayamaması ve krizin uzamasıdır. Krizin uzaması, Suriye’de fiili 
parçalanma sürecini hazırlayabilecek şartları ortaya çıkarabilir. Suriye, Sünni 
çoğunluğun dâhil olduğu ayrı bir yönetim, kuzeyde Kürt yönetimi ve batıda 
Lazkiye merkezli bir Nusayri yönetimi olmak üzere üç bölgeye parçalanma 
riskiyle karşı karşıya kalabilir. Sünni çoğunluğun idaresinde kalacak bölgede 
Müslüman Kardeşler ve Selefi unsurların iktidarda yer alabileceği tahmin edilmektedir. 

Mısır’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’le Suudi Arabistan’ın 
desteklediği Selefi unsurlar arasında iktidar mücadelesi de yaşanabilir.

Nusayri azınlığın batıda kuracağı devlette Nusayri-Hıristiyan birlikteliği oluşması 
beklenebilir. Ancak böyle bir devletin Sünni çoğunlukla mücadele etmek 
durumunda kalacağı, uluslararası düzeyde tanınma sorunu yaşayabileceği ve 
uzun vadede ayakta kalma olasılığının düşük olduğu değerlendirilmektedir. 
Suriye’nin parçalanması ile kuzeyde ise Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesinin 
ortaya çıkma ihtimali vardır. PKK/KCK terör örgütü ve PYD ekseninde 
kurulabilecek bir yönetim Türkiye’ye tehdit teşkil edebilir. Suriye’nin kuzeyi 
ikinci Kandil konumuna gelebilir ve Türkiye hem Irak hem de Suriye sınırında 
aynı anda terörle mücadele etmek mecburiyetinde kalabilir. Kuzeyde böyle 
bir devletleşme süreci Talabani, Barzani ve PKK/KCK arasında da Suriye 
Kürtleri üzerinde nüfuz mücadelesine yol açabilir.

Dördüncü muhtemel senaryo uzayan çatışmalara rağmen Baas rejiminin varlığını sürdürmesidir. Baas rejimi bölgesel ölçekte İran, Irak ve Hizbullah’tan, 
küresel ölçekte ise Rusya ve Çin’den aldığı destekle ayakta kalabilir. Özgür 
Suriye Ordusu’na gerekli donanım ve silah sistemleri sağlanmazsa ve uluslararası müdahale seçeneği uygulamaya dönüşmezse bu ihtimal gerçekleşebilir. 

Esed rejiminin ayakta kalması durumunda Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça 
problemli bir sürece girebileceği değerlendirilebilir. Tahran-Şam-Bağdat-
Hizbullah eksenindeki Şii bloğu belirginleşebilir ve bölgede Sünni-Şii gerilimi 
temayüz edebilir.

Bütün senaryolar dikkate alındığında Türkiye için en uygun hareket tarzı Batılı 
müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmektir. Esed rejimine bağlı hareket 
eden güvenlik güçlerine karşı uluslararası bir hava harekâtının icrası durumunda 
Türkiye sıcak çatışmaya girmeden harekâta lojistik destek sağlamakla 
yetinmeli dir. Türk diplomasisinin sıklet merkezi Suriye halkına ulaştırılacak 
insani yardım olmalıdır. Türkiye daha çok Suriye’nin yeniden yapılandırılması 
alanında ön plana çıkmalıdır.

Krizin geleceğine ilişkin dört muhtemel senaryo arasında Türkiye açısından en 
olumsuz sonucu doğurabilecek süreçler Suriye’nin parçalanması şeklinde öngörülen üçüncü senaryo ve Baas rejiminin ayakta kalması olarak değerlendirilen dördüncü senaryodur. Üçüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi Orta Doğu’da Kürt meselesini bölgeselleştirebilir. Türkiye, Kürt meselesi ve PKK/KCK terör örgütüyle mücadelede teyakkuzda kalmalı, örgütün Suriye’nin kuzeyine yerleşmesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Gerek üçüncü gerekse dördüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi ise Orta Doğu’da Sünni-Şii gerilimine zemin hazırlayabilir. İran liderliğindeki Şii blok karşısında Suudi 
Arabistan ve Katar öncülüğünde bir Sünni blok belirebilir. Türkiye böyle bir 
durumda Sünni-Şii geriliminde taraf olmaktan kaçınmalı, Sünni blok içinde 
Şii bloğa karşı bir duruş sergilemekten uzak durmalıdır.

Sonuç

Arap uyanışı sürecinde Türkiye’nin güney sınırında ortaya çıkan Suriye kriziyle 
ilgilenmesi doğaldır. Başta sığınmacılar meselesi olmak üzere krizin 
doğurduğu sonuçlar Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. 
Ankara’nın krizin çözümüne yönelik irade göstermesi ve Arap devletleriyle 
birlikte diplomatik girişimlerde bulunması makul bir hareket tarzıdır. Ancak 
Suriye krizinin başladığı dönemden bu yana geçen zaman içinde Türkiye 
söylem ve eylemleriyle çözüm sürecinin değil sorunun tarafı haline gelmiştir. 
Orta Doğu’da krizle birlikte belirginleşen Şii-Sünni geriliminde Türkiye’nin 
Sünni blokta yer aldığı yönünde bir izlenim ortaya çıkmıştır. Türk karar mercileri 
Suriye krizinin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini 
öngörememiş, Esed rejiminin güçlü bir dış destek alarak mukavemet gösterebileceğini değerlendirememiştir.

Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini alan kriz, Orta Doğu’da 
İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin öncülüğündeki Arap devletleri 
arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte demokratikleşme hareketlerini 
destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimleri müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış, Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esed rejimi Rusya, Çin, İran, Irak ve Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir.

Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece Suriye ile sınırlı bir 
mesele olmadığını dikkate almalıdır. Türkiye, krize yönelik politika geliştirirken 
ve uygularken Suriye üzerindeki 6 temel parametreyi göz önünde bulundurmalıdır. 

Birinci parametre Türkiye/Suriye eksenindedir. Türkiye/Suriye ekseninde iki ülkenin tarihi ve akrabalık bağları, komşuluk münasebetleri, ekonomik ilişkileri ve PKK-PYD sorunu hesaba katılmalıdır. İkinci parametre Türkiye/Suriye/ABD-İsrail eksenindeki siyasi ve askeri boyuttur. ABD’nin Orta Doğu politikasında İsrail’in güvenliğinin oldukça önemli olduğu hatırda tutulmalıdır. Üçüncü parametre Türkiye/Suriye/NATO-ABD-Fransa eksenindedir ve siyasidir. Türkiye krizde Batılı müttefikleri ve NATO ile eş güdüm sağlamalıdır. Dördüncü parametre Türkiye/Suriye/Rusya hattındadır. Bu parametrenin siyasi ve güvenlik boyutları vardır. Beşinci parametre Türkiye/Suriye/Birleşmiş Milletler (Rusya ve Çin) ekseninde siyasidir. Altıncı parametre Türkiye/Suriye/İran hattındadır ve siyasi, güvenlik ve ekonomik boyutlar ihtiva etmektedir.

Türkiye Suriye krizindeki konumunu bu altı parametreyi dikkate alarak belirlemelidir. 

Türkiye, mevcut yeteneklerinin üzerinde sorumluluk almaktan çekinmeli, krizin yönetiminde Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmelidir. Suriye ile sıcak bir savaşa girmekten uzak durulmalıdır. Esed rejiminin devrilmesine yönelik bir dış müdahale durumunda ise Türkiye harekâta sadece lojistik destek ve insani yardım konusunda destek vermelidir.

Türkiye’deki sığınmacı sayısının artışını yavaşlatabilmek amacıyla, Suriye 
toprakları içinde oluşturulacak kamplarda barınma imkânları oluşturulabilmesi 
için BM’nin harekete geçirilmesine yönelik girişimler sürdürülmelidir. 

Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar ile Türkiye’nin 
orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki hassasiyet dikkate 
alınarak Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye’de konuşlandırılması gerekmektedir.

Türkiye’deki sığınmacıların kaldığı konteynerkent ve çadırkentlerde güvenlik 
denetimi sıkı tutulmalı, kamplarda sürekli asayiş sağlanmalıdır. Türkiye, sığınmacıların bulunduğu illerin sınırlarındaki denetimi artırmalı, Esed rejimine bağlı istihbarat unsurlarının kamplara girmesini engellemeye yönelik tedbirler almalıdır.

Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki 
faaliyetlerini teyakkuzla takip etmeli ancak Suriyeli Kürtleri karşısına almamalıdır. 

Ankara Suriye’nin toprak bütünlüğü yanında Suriyeli Kürtlerin demokratik 
hak ve özgürlük taleplerini ve muhalefette temsilini desteklemelidir. 
Türkiye, Suriyeli Kürtler ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır.

Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesine yönelik girişimleri desteklemeli, 
Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal 
Koalisyonu’nun diplomatik etkinliğine katkıda bulunmalıdır. Türkiye, kriz 
sürecinde altyapı sistemleri ve kamu kurumları tahrip olan Suriye’nin yeniden 
inşasına odaklanmalı, enerjisini bu doğrultuda sarf etmelidir.

Kaynakça

“Ahrar El-Şam Tugayları”, Erişim tarihi: 15 Eylül 2012, 
http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3.

Akyürek, Salih ve Cengiz Yılmaz, Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış. Ankara: BİLGESAM, 2012.

“Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide” (Suriye Ulusal Konseyi Yeni 
Teşkilatını İlan Etti), Al Jazeera, 6 Kasım 2012, Erişim tarihi: 10 Kasım 2012, 
http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-
46c2a2b5ab66.

“Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni”, 
http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477.

“Cevad El-Beşiti, El-Beşiti, Cevad, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary”, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
Middle East,18 Nisan 2011, Erişim tarihi: 25 Haziran 2011, 
http://www.middle-east-online. com/?id=108817.

“El-Jamia El-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Surywel-Muarada Hilal 15 Yawum” (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 
15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), Radyo SAWA,16 Ekim 2011, Erişim tarihi: 15 Mart 2012, 
http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html.

“El-Jeyshel Sury El-Hur” (Özgür Suriye Ordusu), Wikipedia, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, http://ar.wikipedia.org.

“El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), Carnegie Middle East Center, 20 Haziran 2012, 20 Mayıs 2012, 
http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504.

“El-Şami, Esad, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury” (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 
15 Temmuz 2007, Odabasham,10.07.2012,
http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448.

“Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye 
İla Surye” (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün 
Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), Jaridatak,10 Şubat 2012, Erişim tarihi: 24 Şubat 2012, 
http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/Ar5324.htm.

“Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen 
Lahu” (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi 
Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), Al Arabiya, 29 Mart 2011, Erişim tarihi: 12 Temmuz 2012, 
http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html.

Gordon, R. Michael, “Iran Supplying Syrian Military Via Iraqi Airspace”, 
4 Eylül 2012, Erişim tarihi: 29 Ekim 2012, 
http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0.

Gündüz, Rahmi, “Baskı Artırılsın Çağrısı”, Anadolu Ajansı, 6 Temmuz 2012, 
Erişim tarihi: 10 Temmuz 2012, 
http://www.aa.com.tr/tr/dunya/62915---quot-suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi.

“Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury” (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), Syrian Council, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, 
http://ar.syriancouncil.org/structure.html.

“Interview With Syrian President Bashar al-Assad”, The Wall Street Journal, 
31 Ocak 2011, Erişim tarihi: 10 Ağustos 2012, 
http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052748703833204576114712441122894.

“Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, 
The Guardian, 16 Eylül 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, 
http://www.theguardian.com/world/2012/sep/16/iran-middleeast.

“İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi” (Suriye Muhalefeti 
Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), CNN, 12 
Kasım 2011, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012, 
http://arabic.cnn.com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html.

“Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” Yakın Doğu Haber, 20 Mart 2013, Erişim tarihi: 25 Mart 2013, 
http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html.

“Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye” (Suriye’de 
Savaşan Silahlı Gruplar Kimdir), Russia Today, Erişim tarihi: 18 Eylül 2012, 
http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/.

“Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, Hürriyet, 24 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp.

“Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- Muarada El-Suryye” (Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri 
Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), New Syria, 11 Şubat 2012, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012, 
http://new-syria.com/formainpage/analytics/15665.

“Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi”, Cihan, 18 Ağustos 2011, Erişim tarihi: 11 Mayıs 2012, 
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= .

“Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, 
http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-under-old-contracts.aspx.

“Suriye’den Flaş Karar”, Sabah, 27 Mart 2012, Erişim tarihi: 25 Mayıs 2012, 
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden-flas-karar.

“Suriye Türkmen Ordusunun Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri”, 
Youtube, 12 Eylül 2012, Erişim tarihi: 25 Eylül 2012, 
http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg.

“Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım”, Ntvmsnbc, 29 Eylül 2012, 
Erişim tarihi: 29 Eylül 2012, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/.

“Suriye-Türkiye İlişkileri”, Wikipedia, Erişim tarihi: 11 Ağustos 2012, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri.

Semin, Ali, “Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı”, Bilge Adamlar 
Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 19 Nisan 2011, Erişim tarihi: 
25 Kasım 2012, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.

Semin, Ali, “Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı”, Stratejik Düşünce 
Enstitüsü, 9 Kasım 2009, Erişim tarihi: 8 Ağustos 2012, 
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx.

“Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 Bini Geçti”, TRT Haber, 22 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, 
http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html.

“Tanklar Hama’ya Girdi”, CNN Türk, 31 Temmuz 2011, Erişim tarihi: 10 Ekim 2011, 
http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar-hamaya-girdi.

“Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-
Meclis El-Şaab Garb Kurdustani” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı 
Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), Kurdistan Regional 
Government, 11 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 11 Temmuz 2012, 
http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646.

“Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Erişim tarihi: 10 Eylül 2012, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa.

“Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, 23 Aralık 2009, Erişim tarihi: 11 Kasım 2012, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa.

“Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı”, Haber7, 15 Ağustos 2012, 
Erişim tarihi: 1 Kasım 2012, 
http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi.


DİPNOTLAR;

1 Interview With Syrian President Bashar al-Assad, Wall Street Journal, 
http://online. wsj.com/article/SB10001424052748703833204576114712441122894.html, Erişim:10.08.2012
2 Cevad El-Beşiti, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
http://www.middle-east-online. com/?id=108817, Erişim: 25.06.2012 
3 Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen Lahu (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), 
http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html,    Erişim: 12.07.2012
4 Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni için bakınız: 
http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477
5 “Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım 2012, 
http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-under-old-contracts.aspx , Erişim: 08.11.2012
6 “Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, The Guardian, 16 Eylül 2012, 
http://www.guardian.co.uk/world/2012/sep/16/iran- middleeast,     Erişim: 08.11.2012 
7 Baskı Artırılsın Çağrısı, Anadolu Ajansı, 
http://www.aa.com.tr/tr/tag/62915---quot- suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi 
8 Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), 
http://ar.syriancouncil.org/structure.html,    Erişim: 15.07.2012
9 İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi (Suriye Muhalefeti Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), 
http://arabic.cnn. com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html, Erişim: 12.11.2012
10 Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide (Suriye Ulusal Konseyi Yeni Teşkilatını İlan Etti), 
http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-46c2a2b5ab66 , Erişim: 10.11.2012
11 Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- Muarada El-Suryye 
(Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), 
http://new-syria.com/formainpage/ analytics/15665, Erişim: 12.11.2012
12 “Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” 
http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html 
13 El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), 
http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504 , Erişim: 20.05.2012
14 A.g.e.
15 El-Jeyshel Sury El-Hur (Özgür Suriye Ordusu), 
http://ar.wikipedia.org ,    Erişim: 15.07.2012
16 Kendilerini genelde Tabur veya Tugay olarak tanıtan bu silahlı birliklerin milis sayılarında bir standart yoktur. Silahlı birliklerin milis sayıları 10-15 ile 1000 arasında değişmektedir.
17 Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye (Suriye’de SavaşanSilahlı Gruplar Kimdir), 
http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/ 
18 Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı, 
http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi,Erişim, Erişim: 01.11.2012
19 Suriye Türkmen Ordusu Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri, 
http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg , Erişim: 25.09.2012
20 Ahrar El-Şam Tugayları , 
http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3 ,    Erişim: 15.09.2012
21 Sukurul-Şam Tugayı’nın Resmi Sitesi, 
http://www.shamfalcons.net/ar/page/about- sham-falcons.php,    Erişim: 23.09.2012
22 Michael R. Gordon, Iran Supplying Syrian Military via Iraqi Airspace, 4 Eylül 2012, 
http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0,     Erişim: 29.10.2012
23 Tanklar Hama’ya Girdi, http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar- hamaya-girdi , Erişim: 10.10.2011
24 Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye İla Surye (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), 
http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/ Ar5324.htm, Erişim: 24.02.2012
25 El-Jamia EL-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Sury wel-Muarada 
Hilal 15 Yawum (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html , Erişim: 15.03.2012
26 Suriye’den Flaş Karar, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden- flas-karar, 
Erişim: 25.05.2012
27 ABD Başkanı Barack Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi, 
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= ,    Erişim: 11.05.2012
28 Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/ ,     Erişim: 29.09.2012
29 “Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp,    Erişim: 25.07.2013.
30 Esad El-Şami, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 
http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448,      Erişim: 15.07.2012
31 Suriye-Türkiye İlişkileri, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri ,    Erişim: 11.08.2012
32 Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi, 22-23 Aralık, Şam 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa ,    Erişim: 11.11.2012
33 Ali Semin, Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı, 19 Nisan 2011, BİLGESAM, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu- analizler&Itemid=150, Erişim: 
25.11.2012
34 Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 bini geçti, 
http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html, Erişim: 25.07.2013.
35 Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-Meclis El-Şaab Garb Kurdustani (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), 
http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646, Erişim: 11.07.2012
36 Ali Semin, Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı, 
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx , Erişim: 8.08.2012
37 Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa, Erişim: 10.09.2012
38 Salih Akyürek ve Cengiz Yılmaz, “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış”, (Ankara: BİLGESAM, 2012), 8, 12, 10.

***

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 5

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE,  BÖLÜM 5




Şam ile ilişkilerin gelişmeye başladığı 2000’li yıllardan itibaren Türk liderlerin 
Suriyeli muhataplarına demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi 
doğrultusunda reform tavsiye ettiği bilinmektedir. 2011 yılı başında Arap uyanışı süreci ortaya çıktığında ve Mart ayında Suriye’de halk kitleleri reform 
talebiyle gösteri yürüyüşleri düzenlemeye başlayınca, Türkiye reform çağrılarını 
kamuoyu önünde dile getirmeye başlamıştır. Ankara, Suriye’de sağlıklı 
bir reform süreci yürütülebilmesi için Esed iktidarıyla temasa geçmiş, Şam 
yönetimine kararlı bir şekilde reform telkininde bulunmuştur. Dışişleri Bakanı 
Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan Şam’ı ziyaret etmiş, Beşşar 
Esed’i reformlara teşvik etmiştir. Suriye’de kitlesel gösterilerin yaygınlaşma 
eğilimi gösterdiği 2011 yılının bahar aylarında Türkiye diplomatik temsilciler 
göndermeyi sürdürerek Esed rejimini demokratikleşme doğrultusunda reform 
yapması için cesaretlendirmeye devam etmiştir.

Ancak Türkiye’nin girişimleri Esed rejimi üzerinde etkili olmamış, Baas iktidarı 
ülkedeki halk hareketinin şiddet yoluyla bastırılması gerektiği yönündeki 
duruşunda ısrar etmiştir. Esed rejiminin ülkedeki Baas Partisinin iktidar 
tekeline son vermeye dönük somut bir adım atmaması, kitlesel halk gösterilerini 
silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya yönelmesi ile Türkiye’nin tutumu 
değişmeye başlamıştır. Diplomatik girişimlerin ardından Esed rejiminin 
tutumunu ilk elden dinleyen ve rejimin ülkedeki halk hareketine bakışının 
değişmeyeceğini anlayan Türkiye, Şam yönetimiyle ilişkilerini askıya almıştır. 
Suriye’deki muhalefet hareketinin ülke geneline yayılması ve silahlı bir 
ayaklanmaya dönüşmesi neticesinde ise Türkiye açıkça Esed rejimi aleyhinde 
tavır geliştirmiştir.

Türkiye, Suriye’deki demokratikleşme sürecine dâhil olabilecekleri kanaatiyle 
muhalif unsurlarla da temas kurmuş, muhalefetin toplantılarına ev sahipliği 
yapmıştır. Türkiye, Esed iktidarına yönelik tutumunu Ağustos ayı içinde 
değiştirdikten sonra muhalefeti Baas rejimine alternatif olarak görmeye başlamış ve bu doğrultuda hareket etmiştir. Suriye muhalefeti, 31 Mayıs 2011 
tarihinde Antalya’da ve 23 Ağustos’ta İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de ilk 
etapta düzenlediği iki toplantının ardından tek çatı altında birleşmeyi kararlaştırmıştır. 
Aynı dönemde (Temmuz 2011) Özgür Suriye Ordusu da kurulmuş, 
Suriye’deki kitlesel yürüyüşler silahlı ayaklanma halini almıştır. Suriyeli muhaliflerin devam eden Türkiye toplantıları neticesinde 2 Ekim 2011’de muhalefeti temsil edecek Suriye Ulusal Konseyi Burhan Galyon başkanlığında 
kurulmuştur. Türkiye böylece Suriye muhalefetinin tanınmasına ve tek çatı 
altında toplanmasına destek olmuş, muhalefeti Esed rejimine karşı destekleme ye başlamıştır. Ankara, Tunus’da Bin Ali iktidarının, Mısır’da Mübarek 
yönetiminin ve Libya’da Kaddafi rejiminin yıkıldığı bir dönemde Suriyeli 
muhalefetin de Esed rejimine karşı sonuç alabileceğini değerlendirmiş, Suriye 
krizi politikasını bu doğrultuda belirlemiştir.

Esed iktidarının silahlı kuvvete başvurması sonucunda iç çatışmaların başladığı 
Suriye’deki kriz, İran’ın ve Arap Birliği’nin müdahil olmasıyla bölgesel 
bir anlaşmazlık haline gelmiştir. Esed rejiminin Arap Birliği’nin hazırladığı 
çözüm planına riayet etmemesi üzerine Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. 
Bu gelişmeyi müteakip, Türkiye de bu ülkeye karşı tek taraflı yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Türkiye tek taraflı yaptırımlarla Arap Birliği ile birlikte 
hareket ederek Esed rejimi üzerindeki uluslararası baskıyı artırmaya çalışmıştır.

Türkiye’nin 30 Kasım 2011 tarihinde 9 madde halinde açıkladığı yaptırımlar kapsamında;

• Suriye’de halkıyla barışık bir yönetim kurulana kadar Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının askıya alındığını,
• Baas iktidarında halka karşı şiddete başvuran kişilerin Türkiye’ye seyahatlerinin yasaklandığını ve Türkiye’deki mal varlıklarının dondurulacağını, 
Esed rejiminin kuvvetli destekçisi konumundaki bazı işadamlarına da benzer tedbirlerin getirileceğini,
• Suriye ordusuna her türlü askeri malzemenin satış ve tedarikinin durdurulacağını,
• Türkiye üzerinden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin önleneceğini,
• Suriye Merkez Bankası ile ilişkilerin durdurulacağını,
• Suriye hükümetinin Türkiye’deki finansal mal varlıklarının dondurulacağını,
• Suriye hükümeti ile kredi ilişkilerinin durdurulacağını,
• Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulacağını,
• Suriye’deki altyapı projelerinin finansmanı için imzalanan Eximbank kredi anlaşmasının askıya alındığını duyurmuştur.

2012 yılının Ocak-Şubat döneminde Arap Birliği tarafından BM’ye taşınan Suriye krizinin küresel bir anlaşmazlığa dönüştüğü anlaşılmış, Türkiye bu süreçte Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiği yönündeki yaklaşımını sürdürmüştür. 

Esed iktidarı da rejime bağlı güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirilen 
eylemlerde Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında Türkiye’yi de suçlamaya 
başlamıştır. Türkiye’nin muhalefet hareketiyle sürdürdüğü temaslara karşılık 
Esed rejiminin bu dönemde PKK/KCK terör örgütü lideriyle irtibat kurduğu 
ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/KCK güdümündeki PYD’ye serbestlik tanıdığı 
yönündeki haberler basına yansımaya başlamıştır. 

Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-4 tipi savaş uçağı, 22 Haziran 2012 tarihinde 
Malatya’dan havalandıktan sonra Akdeniz üzerinde uluslararası hava 
sahasında Esed rejimine bağlı kuvvetler tarafından düşürülmüştür. Keşif amacıyla silahsız uçan uçağın uluslararası hava sahasında düşürülmesi ve iki Türk pilotun şehit olmasını müteakip Türkiye, Suriye’ye karşı “angajman” kurallarını değiştirmiş, Türk kara ve hava sahasına yaklaşan Suriyeli unsurların hedef alınacağını beyan etmiştir.

Bu dönemde Türkiye, krizin iç savaş halini almasıyla büyüyen sığınmacılar 
sorununa karşı Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulabileceği yönündeki 
kanaatini NATO’nun ve BM’nin gündemine taşımış, batılı müttefiklerinden 
bu konuda destek talep etmiştir. Tampon bölge önerisi Fransa tarafından 
desteklenirken, ABD öneriye temkinli yaklaşmış, Rusya ise böyle bir uygulamaya karşı çıkmıştır.

Suriye ordusuna ait topçu birliklerinden 3 Ekim 2012 tarihinde atılan top mermilerinin Türkiye sınırları içinde Akçakale’ye düşmesi neticesinde 5 Türk 
vatandaşı hayatını kaybetmiş ve 10 kişi yaralanmıştır. Uçak krizinden farklı 
olarak bu saldırılara misli ile mukabele edilmiş, atışın yapıldığı noktalardaki 
hedefler Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Şam’ın 
kaza olduğunu iddia ettiği ancak tekrar etmeye devam eden saldırıların ardından Türkiye, Suriye’ye karşı caydırıcı olmak maksadıyla Meclis’te hükümete bir yıl süre ile yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere kararını almıştır. 

Türkiye bu dönemde Suriye kaynaklı tehditlere karşı ayrıca NATO’dan 
savunma amaçlı Patriot füze sistemi talep etmiştir. Türkiye’nin talebinin kabul 
edilmesiyle gönderilen Patriot hava savunma sistemi Suriye sınırına konuşlandırılmıştır. 

Suriye krizi, sınırdaki yerleşim merkezlerine düşen top mermilerinin yanında 
Türkiye’de terör eylemlerine de yol açmaya başlamıştır. Daha önce sınır kapılarında meydana gelen bombalı saldırılardan sonra Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 tarihinde düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıda 51 kişi 
ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. Saldırıda 452 işyeri, 293 konut, 62 araç ve 11 
kamu binası patlamadan dolayı hasar görmüştür. 

Esed rejiminin, protesto yürüyüşü yapan Suriye vatandaşlarına ateş açmasıyla 
derinleşen ve muhalefetin silahlanmasıyla iç savaşa dönüşen kriz Türkiye’yi 
doğrudan etkilemektedir. Sığınmacılar sorunu, Esed rejiminin PKK/KCK terör 
örgütüne sağladığı himaye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ayrılıkçı eğilimler 
ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin kesintiye uğraması Suriye’deki 
krizin Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Türkiye-İran-Irak hattındaki gelişmeler de krizin dolaylı etkileri olarak değerlendirilebilir.

Suriye krizi Türkiye’nin güneyinde bir sığınmacı sorununu beraberinde getirmiştir. 
Çatışmadan kaçan Suriye vatandaşları komşu ülkeler Türkiye, Lübnan, 
Ürdün ve Irak’a sığınmaktadır. Hâlihazırda bu dört ülkeye giriş yapmış olan 
2 milyon civarında Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye’ye giriş yapan 
sığınmacı sayısı ise Ankara’nın psikolojik sınır olarak tespit ettiği 100 bini 
aşmış ve katlanarak artmıştır. Türkiye hukuki ve ahlaki açıdan doğru olanı 
yaparak güney komşusundaki iç savaştan kaçan Suriyelileri kabul etmeye devam etmektedir. Ancak sığınmacılar meselesi Türkiye’de ciddi bir mali külfete 
yol açtığı gibi özellikle Suriye sınırına yakın illerde güvenlik sorununa 
dönüşebilmektedir. Suriye’deki çatışmaların uzaması halinde, sığınmacıların 
Türkiye’ye maliyeti önemli ölçüde artabilir ve sığınmacıların barındığı bölgelerin 
güvenliği problemli hale gelebilir.

Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacı sayısı Afet ve Acil Durum Yönetimi 
Başkanlığı’nın (AFAD) 22 Temmuz 2013 tarihli verilerine göre 500 bini aşmış 
durumdadır. Türkiye’deki sığınmacılar Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, 
Kahramanmaraş, Osmaniye ve Adıyaman’da yer alan çadırkent ve konteyner kentlerde barındırılmaktadır. Çadır kent ve konteyner kentler dışında Türkiye’deki çeşitli hastanelerde refakatçi, hasta ve yaralı olarak 100’lerce Suriye vatandaşı bulunduğu bilinmektedir.34

Suriyeli sığınmacı sayısı resmi kaynaklarca 500 bini aşkın olarak tespit edilse 
de yapılan tahminlere göre Türkiye’de resmi ve gayri resmi olarak Esed rejiminden kaçan yaklaşık 600 bin civarında sığınmacı bulunmaktadır. Suriyeli 
sığınmacıların büyük bölümü çadırkent veya konteynerkent kurulan 7 ilde barındırılırken bir bölümü de Türkiye’nin çeşitli bölgelerine kendi imkânlarıyla 
yerleşmiştir. Bu durum muvacehesinde Türkiye, topraklarına daha fazla sığınmacı girişini önlemek için NATO’nun ve BM’nin gündemine taşıdığı tampon 
bölge talebini kararlılıkla dile getirmeye devam etmeli, Suriyelilere üçüncü 
ülkelerde mülteci statüsünün verilmesi için çaba sarf etmelidir.

Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar ülke ekonomisine ciddi bir yük oluşturmaktadır. 

Türkiye AFAD koordinasyonuyla sığınmacıların insani yardım ihtiyaçlarını karşılamakta, sığınmacılara barınma, yiyecek, sağlık, güvenlik, eğitim, haberleşme ve bankacılık hizmetleri sunmaktadır. Sığınmacı sayısındaki 
artış dikkate alındığında, Suriyeli sığınmacılar meselesinin Türkiye’ye 
getirdiği mali yükün giderek artacağı değerlendirilebilir. Çadırkentlerin bulunduğu sınır illerine Suriye’den kaçak yollarla sokulan ürünler ise yerli esnafı 
olumsuz etkilemektedir. Türkiye bu nedenle sığınmacıların barındırıldığı 
illerin sınırlarını daha sıkı denetlemelidir.

Suriyeli sığınmacılar meselesi, Türkiye’de çadırkent ve konteynerkentlerin 
yer aldığı bölgelerde güvenlik riskleri doğurmuştur. Sığınmacıların kaldığı 
kamplardaki hadiseler bu risklere işaret etmektedir. 27 Ekim 2012 tarihinde 
Kahramanmaraş’ta Suriyelilerin kaldığı çadırkentte giyim yardımlarının kendilerine ulaştırılmadığını iddia eden sığınmacılar ile görevliler arasında çıkan 
tartışma 2’si polis 3 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır. Kamplar içinde 
adi suçlarla mücadele ve asayişin sağlanması Türkiye için önemli bir sorundur. 
Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için kurulan kampları sıkı şekilde denetleyebilmeli, 
silahlı muhaliflerin kamplara giriş yapmasına izin verilmemelidir. 

Kamplara yerleşen Suriye vatandaşlarının kimlikleri daha sıkı denetlenmeli, 
Esed rejimine bağlı istihbarat görevlilerinin kamplara sızmasının önüne geçilmelidir.

Suriye’deki iç savaş PKK/KCK terör örgütüne ciddi bir dış destek doğur
muştur. Suriye’nin kuzeyindeki otorite boşluğu ve Esed rejiminin Türkiye’ye 
karşı örgüte destek vermeye yönelmesi PKK/KCK’ya bölgede hareket alanı 
sağlamıştır. Esed rejimi terör örgütünü ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki 
Kürtlerin muhalefete katılmasını engellemek maksadıyla kullanmakta, bu 
doğrultuda örgüte silah ve mühimmat tedarik etmektedir. PKK/KCK da Esed 
rejiminin sağladığı himaye ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda PYD ile 
birlikte varlık göstermekte, militan kaynağını Suriyeli Kürtlerden temin etmeye 
çalışmaktadır. Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan 
hedefleyen terör örgütü, PYD üzerinden bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik 
etmekte, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda kendi güdümünde ilk etapta 
özerk bir yönetim tesis etmeye çalışmaktadır. Bu açıdan terör örgütünün 
Suriye’de PYD adı altındaki faaliyetlerinin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne 
tehdit oluşturduğu değerlendirilmektedir.

Esed rejimi, PKK/KCK’yı destekleyerek ve ülkenin kuzeyinde terör örgütü 
güdümündeki Kürt oluşumuna müsaade ederek Suriye muhalefetine ev sahipliği 
yapan Türkiye’ye misillemede bulunmaya teşebbüs etmiştir. Beşşar Esed 
yönetiminin bölgedeki Kürt meselesini Türkiye’ye zarar verecek biçimde 
yönlendirdiği yönünde yayınlar yapılmaktadır. Esed rejimi, Suriye Kürtleri 
üzerinden Türk-Kürt veya Kürt-Kürt (Barzani-PKK&PYD) çatışması çıkarmak 
suretiyle Kürt sorununun bölgede farklı bir krize dönüşmesi doğrultusunda 
hareket edebilir. Nitekim Suriye Kürtlerindeki ayrılıkçı eğilim diğer 
taraftan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni harekete geçirmiş, Barzani 
Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında Suriye Kürtlerini birleştirmeye teşebbüs 
etmiştir. Barzani’nin girişimi Ankara’yı harekete geçirmiş, 1 Ağustos 
2012 tarihinde Davutoğlu beraberindeki heyetle Erbil’i ziyaret ederek Barzani 
ile görüşmüş, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumunun olası sonuçlarını ve 
Türkiye’nin hassasiyetlerini bildirmiştir.35

Suriye’deki kriz iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri durma noktasına 
getirmiştir. 2009’da Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin tesisiyle birçok 
alanda işbirliğine giden, karşılıklı vizeleri kaldıran iki ülkenin 36 kriz öncesindeki ikili ticaret hacmi hızlı bir büyüme trendi yakalamıştı.37 

Suriye’deki krizle birlikte Türkiye’nin bölgede başlattığı ekonomik bütünleşme 
süreci akim kalmış, iki ülke arasındaki ticari bağlar ciddi ölçüde zarar görmüştür. 

Türkiye’nin Arap dünyasına açılmasına imkân tanıyan Suriye’deki kara 
yolları kriz nedeniyle kapanmıştır. Suriye topraklarından geçen kara yollarının 
kapanması Türkiye’nin Arap dünyasıyla yürüttüğü ticarete zarar vermiştir.

Sığınmacılar meselesi, PKK/KCK terör örgütü sorunu ve Suriye’nin kuzeyindeki 
ayrılıkçı eğilimler, ikili ekonomik ilişkilerin asgari düzeye inmesi krizin 
Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Doğrudan etkilere ilave 
olarak Ankara’nın Tahran ve Bağdat’la olan ilişkilerindeki gelişmeler krizin 
Türkiye’yi dolaylı olarak da etkilediğine işaret etmektedir. Türkiye’nin Esed 
rejimine karşı muhalefet hareketini desteklemesi, bölgesel stratejisini Esed 
iktidarının ayakta kalmasına bağlayan İran’la ilişkileri olumsuz etkilemiştir. 
İranlı bazı üst düzey yetkililerin bu süreçte Türkiye’ye yönelik tehdit içerikli 
açıklamaları dikkat çekmiştir.

İran’ın, Suriye krizindeki tutumuna karşılık Türkiye’ye tepkisel bir duruş sergilediği ve PKK/KCK terör örgütünü tekrar desteklemeye başladığı yönünde 
haber ve yorumlar yayımlanmaktadır. İranlı istihbarat görevlilerinin Türkiye’deki 
askeri tesisler hakkında bilgi topladığı tespit edilmiş, bu bilgileri terör örgütüyle paylaştığına yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. İran’ın sınır karakollarından bazılarını geçici olarak PKK/KCK’ya tahsis ettiği ve terör örgütü militanlarının İran sınırından Türkiye’ye girerek eylem yapmalarına imkân sağladığı basına yansımıştır. İran’ın etkisiyle Irak’taki Maliki iktidarının da aynı dönemde Tarık Haşimi’nin Türkiye’ye sığınmasını gerekçe göstererek Ankara karşıtı politikalar izlemeye başladığı gözlemlenmiştir. Maliki iktidarının Türkiye ile ilişkilere zarar verebilecek girişimlerde bulunduğu, Türkiye’nin PKK/KCK terör örgütüyle mücadelesini zorlaştırabilecek adımlar atabileceği değerlendirilmekte dir. Bölgesel bir güç olması ve coğrafi yakınlığından ötürü Türkiye’nin Suriye krizine ilgi göstermesi doğaldır. Bununla birlikte Orta Doğu sorunlarının çözüm 
sürecine müdahil olan aktörleri sorunun parçası haline getirme özelliği sürekli 
hatırda tutulmalıdır. Türkiye, Suriye’deki krizin Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidarın değişmesi ile sonuçlanan süreçlerden farklı seyredebileceğini 
öngörememiş, krizde sorunun tarafı haline gelmeye başlamıştır. Ankara, 
iç dinamikleri bakımından iktidarı değişen Arap ülkelerinden belirgin ölçüde 
ayrılan Suriye’deki krizin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini 
değerlendirememiştir.

Türkiye-Suriye ilişkilerindeki kopuş, Türk dış politikasında tatbik edilmeye 
çalışılan “sıfır sorun” politikasının Orta Doğu gibi bir bölgede oldukça zor 
olduğunu göstermiştir. Nitekim Ankara’nın Esed rejimine karşı tavır alması 
neticesinde İran ve Irak’la ilişkilerde de problemler belirmeye başlamış, 
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle sorunsuz ilişkiler hedefi çarpıcı biçimde sekteye 
uğramıştır.

Türkiye, BM kararıyla Suriye sınırları içinde kurulacak tampon bölge fikrini 
desteklemeye devam etmelidir. Suriye’de kuzeyden 25 km derinlikte doğu-
batı doğrultusunda kurulacak bir tampon bölge, yerlerini terk etmek zorunda 
kalan vatandaşların ülke dışına çıkmadan güvenli bölgeye geçmesine imkân 
tanıyacak, Türkiye’nin sığınmacılar sorununa çözüm konusunda yardımcı olabilecektir. 

Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar dikkate 
alınarak Türkiye’nin orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki 
yetersizliğinin giderilmesi için Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilerek 
Türkiye topraklarında konuşlandırılması isabetli bir hareket tarzıdır. Patriotlar 
sayesinde caydırıcılık sağlanabilir ve fiili bir saldırı durumunda vahim sonuçların 
ortaya çıkması engellenebilir. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (BİLGESAM), uçak krizinin 
ardından yaptığı “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış” 
başlıklı anket çalışmasındaki sonuçlar dikkate değerdir. Ankette “Türkiye 
Suriye’deki muhalif gruplara destek olmalı mıdır, olmamalı mıdır?” sorusuna 
ise katılımcıların %59,1’i “destek olmamalıdır” şeklinde cevap verirken, 
%40,9’luk bir oran “desteklenmelidir” cevabını tercih etmiştir. “Türk uçağının 
düşürülmesi olayında Türkiye’nin tavrı ne olmalıydı?” sorusuna verilen 
cevaplarda “Türkiye’nin mevcut tavrı doğrudur” seçeneği %46,4 oranında 
işaretlenirken “Türkiye, NATO desteğini alarak müdahalede bulunmalıydı” 
cevabı %18,3 oranında desteklenmiştir. Anketteki “Hükümetin Suriye politikasını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna katılımcıların %45’i “ doğru buluyorum”  şeklinde cevap verirken %55’i “yanlış buluyorum” seçeneğini tercih 
etmiştir.38 Suriye krizindeki olaylar ve anket verileri dikkate alındığında 
Türkiye’nin sıcak savaştan kaçınmasının ve saldırılara misli ile mukabele etmesinin en makul seçenek olduğu değerlendirilmektedir.

Türkiye’nin sonuçlarından doğrudan etkilendiği Suriye krizi karşısında tamamen 
kayıtsız kalması mümkün değildir. Ancak Ankara’nın krizin çözümüne 
katkı sağlama hedefiyle, sürece imkân ve kabiliyetlerini aşabilecek düzeyde 
sorumluluklar üstlenerek dâhil olması da akılcı değildir. Krize askeri açıdan 
daha çok dâhil olması durumunda Türkiye, Suriye meselesinde sorunun belirgin 
bir tarafı haline gelecektir. Türkiye Suriye krizinde Esed rejimine karşı 
silahlı çatışmaya girerse, hem yerelde hem de bölgesel ve küresel düzeyde 
bir çatışma hattına dâhil olacak, İran’la karşı karşıya kalacağı gibi Rusya ve 
Çin’le olan iyi ilişkiler de zarar görebilecektir.

Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini takip etmeli 
ancak Suriye Kürtlerini karşısına almamalıdır. Ankara, Suriye’deki Kürtleri 
kendi tarafına çekmeli, kriz döneminde Kürtlerde ortaya çıkan kaygıları 
giderebilecek şekilde hareket etmelidir. Türkiye, Suriye Devrimi ve Muhalefet 
Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun temsil niteliğinin geliştirilmesine dönük 
girişimleri desteklemeli, başta Kürtler olmak üzere Suriye’deki diğer tüm unsurların muhalefet cephesinde temsil edilmesini sağlamalıdır. Türkiye, Suriye 
muhalefetinin birleştirilmesi yönünde irade göstermelidir.

Türkiye krize müdahalede insani boyutu ön planda tutmalı, muhtemel bir uluslararası koalisyonda silahlı çatışmadan ziyade insani yardım ve lojistik noktasında devreye girmelidir. Türkiye, dikkat ve enerjisini Esed sonrası Suriye’nin yeniden inşasına teksif etmeli, imkânlarını bu doğrultuda seferber etmelidir. 

Yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’nin büyük desteğini alan Suriye’deki 
yeni iktidarla birlikte ikili ilişkiler de oldukça güçlü olabilecektir.

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***