9 Haziran 2019 Pazar

OPERASYON BÖLÜM 12

OPERASYON BÖLÜM 12



Yunanistan’ın Sırları 

“Abdullah Öcalan’ın bundan sonra büyükelçilikteki ikametiyle ilgili konular, yanındakilerin Yunanistan’a dönüşüyle ilgili olaylar, gizli diplomatik girişimlere konu teşkil etmektedir. Ülkemizin güvenliğini ilgilendiren bu konuları açıklamaktan sakınıyorum. Başka ilave edecek birşey yoktur.” 

Kalenderides ifadelerini burada kesiyor. Ama Öcalan olayı Yunanistan’da bakan devirmeye başlayınca işin rengi de değişiyor. Kalenderides yeniden ifade vermek zorunda kalıyor ve her şeyi anlatıyor: 

“3 mart 1999 cuma günü Atina’da saat 12.30’da ‘Sapfous 157 Numara Atina adresinde ikamet eden, 1960 doğumlu ve mesleği binbaşı olan, Helen ve Hıristiyan Ortodoks, Stavros oğlu Savvas Kalenderidis’in kendisine konuyla ilgili soru soruldu ve aşağıdaki şekilde cevap alındı: 

26 şubat 1999 tarihinde vermiş olduğum ve içeriğini onayladığım ifademe aşağıdakileri ekliyorum. 
Büyükelçilik ikâmetgâhına (Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliği) varıp yerleştikten sonra, Diakofotakis’le (Kenya’daki büyükelçilik başkâtibi) birlikte büyükelçiliğe geçip, Atina’ya yazılı mesaj gönderdik. EİP başkanına (Yunanistan gizli servis başkanı), yerleşmemizin sorunsuz bir şekilde gerçekleştiğini ve talimatın geri kalan kısmını tamamlamak amacıyla Güney Afrika’ya hareket hazırlığı yaptığımı belirttim. Burada (Güney Afrika Cumhuriyeti’nde), Abdullah Öcalan’a, bu ülke tarafından siyasî sığınma verilmesi için yapmam gerekenler vardı. 

Dışişleri Bakanlığı’ndan Papaioannou (Yunanistan Dışişleri bakanının diplomatik büro müdürü), bize, bundan böyle konuyla ilgili yazılı bir raporun kesinlikle gönderilmemesi talimatını verdi. 3 şubat 1999’da Costorlas’a (Yunanistan’ın Kenya büyükelçisi), Johannesburg’a (Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başkenti) 
hareket etmem gerektiğini belirttim. 4 şubat 1999 tarihi için yer ayırttım. O tarihte ‘Kenya Airways’ uçağıyla hareket etmek için havaalanına gittim. 

Sayın büyükelçi, Kenya Dışişleri Bakanlığı genel sekreteri tarafından bakanlığa çağrılmıştı. Saat 12.00’de uçacak olan uçağı, havaalanında beklerken, Kenya Dışişleri Bakanlığı’nda görüşmesini tamamlayan büyükelçi, saat 11.00’de havaalanına gelip, bizi buldu. Havaalanında Diakofotakis ve Aristidou’yla (Apo’yla birlikte Kenya’ya gelen Güney Kıbrıslı esrarengiz işadamı) birlikteydik. Sayın büyükelçi, Katourima’nın (Kenya Dışişleri Bakanlığı genel sekreteri), kendisine, The Nation gazetesinde yer alan ve Öcalan’ın 2 şubat 1999 
tarihinde Yunanistan’dan hareket ettiğini belirten bir yazıyı gösterip, görüşlerini sorduğunu bize nakletti.” 

Meraklı Kenyalılar 

“Büyükelçi, gazete haberindeki konudan haberi olmadığını söylemiş. Bu arada Kenyalılar, büyükelçiye, 1 şubat 1999 tarihinde gönderdiği, 5 yolcunun Nairobi’ye gelişiyle (Apo ve beraberindekilerin gelişi) ilgili notayı sormuşlar. 
Kenyalı yetkililer, daha çok benimle ve Aristidou’yla ilgilenmişler. Büyükelçi de onlara, bizim arazi ve bina eksperiişadamı olduğumuzu ifade etmiş. 

Saat 11.30’da arkadaşlarla vedalaşıp, biniş kartı aldım. Kartı alırken, gişedeki memur, yanına bir genç gelinceye kadar bekledi. Sonunda biniş kartını alıp, pasaport kontrolüne gittim. Çıkış kaşesini vurdular, ardından havaalanının 
bekleme salonuna geçtim. Orada, yanıma daha önce gişede gördüğüm genç görevli yaklaşıp, nazik bir şekilde kendisini takip etmemi istedi. Birlikte, güvenlik bürosuna gittik. Pasaportumu aldılar, beklememi söylediler. Kendilerine, herhangi bir problem olup olmadığını sorup, büyükelçiliğe telefon etmek istediğimi bildirdim. Bana, herhangi bir sorun olmadığını, telefon etmeye bir neden bulunmadığını söyledi. 

Pasaportumu alıp, bir büroya götürdüler. Beklediğim süre içerisinde bana, Kenya’ya niçin geldiğimi sorup, ‘Devletle ilgin var mı?’ dediler. Ben, kendilerine, gayrimenkulleri değerlendiren bir büroda çalıştığımı, Nairobi’ye, büyükelçiliğin 
satın almayı öngördüğü bir gayrimenkulü değerlendirmek amacıyla geldiğimi belirttim. 

Saat ilerledikçe yetkiliye, uçağı kaçırma tehlikesi bulunduğunu hatırlattım. Kendisi bana, biniş kartım olduğu için, uçağın beni bekleyeceğini söyleyip, rahatlattı. Büyükelçiliğe telefon etmek istedim; dış hat bulunmadığını belirtti. 

Saat 12.15 civarında pasaportumu iade ettiler. Bunun üzerine, ‘çıkış’a yöneldim. Orada ise, uçağın hareket ettiğini söylediler. Yetkili memur, benimle ilgilendi. Ancak, hangi büronun geciktirdiğini kendisine sorduğumda, geri çekilip gitti. 

Güvenlik bürosuna gittim, açıklama istedim. Bana, bir yalnışlık olduğunu, ücretsiz olarak giriş vizesi (Kenya’ya tekrar giriş vizesi) alabileceğimi söylediler. Pasaportumdaki çıkış kaşesini iptal ettiler. Dışarıya çıkıp, büyükelçiliğe 
telefon ettim, bu arada EİP başkanına, olayı aktardım. 

Diakofotakis’ten, beni gelip havaalanından almasını istedim. Kendisi gelmiş, ancak buluşamadık. 

Sonuçta, 

Rodezya’dan gelen iki Helen genciyle karşılaştık. Birlikte bir taksi kiralayıp, büyükelçiliğe gittik. Orada, ayrıntılı olarak olayı aktardım, bu arada genel bir durum değerlendirmesi yaptık. Bir sonraki gün tekrar hareket etmeye karar verdim. 

5 şubat 1999 günü sabahı Katourima, telefonla benim ve Aristidou’nun pasaportlarını istedi. Sayın büyükelçi, Aristidou’nun, yönünü bilmediği bir ülkeye gitmek üzere ayrıldığını söyledi. Kendisine, sadece benim pasaportum 
bulunduğunu belirtti. Katourima ile benim pasaportumu 8 şubat pazartesi günü Diakofotakis’in götürmesi için anlaştılar. 

Hemen EİP başkanına telefon edip, hareketimin birtakım zorluklar yüzünden pazartesi gününe kadar geciktiğini, buradan çıkışımın mümkün olup olamayacağı konusunda tereddütlerim bulunduğunu belirttim. Güney Afrika’ya, benim 
yerime başka bir kişinin gönderilmesi gereğini düşünüp düşünmediğini sordum.” 

MGK, Yunanlı casusu korkuttu 

“O gün, İnternet’ten bir İstanbul gazetesi ile Almanya’nın Frankfurt kentinde yayımlanan Özgür Gündem gazetesindeki Günay Aslan imzalı ‘Öcalan’la İlgili No.2’ başlıklı makaleyi aldım. Abdullah Öcalan, bu makaleyi okuduktan sonra havaya fırladı. Gerçekte bir bilgi bülteni şeklinde olan bu makale, Öcalan’a tuzak kurulduğu, garanti edilmiş güvenceler olmadan, bulunduğu yeri terk etmesi halinde yok olmaya gideceği mesajını veriyordu. 

Öcalan’ın bana belirttiğine göre, Şam’dan kovulmadan önce eylül 1998 tarihinde yayımlanan ‘Öcalan’la İlgili No.1’ başlıklı makaleyle de yine kendisi karşılaşacağı tehlikeler konusunda uyarılmış. Bu koşullar altında 5 şubat 1999 tarihli makale, bundan sonraki tutumunda belirleyici rol oynadı. 

Hemen Nairobi’deki Yunanistan Büyükelçiliği’ne hitaben, kendisine siyasî sığınma verilmesi için dilekçe yazdı. 

Bunu, büyükelçiye resmen takdim etti. Büyükelçi şaşırdı, Öcalan’a kesin bir dille Nairobi’deki bir çiftliğe yerleştirilmesi konusundaki anlaşma hatırlatıldı. Ayrıca, kendisinin de bildiği birçok malum nedenlerden dolayı ülkemiz tarafından 
kendisine siyasî sığınma sağlanması konusundaki kesin tutum, tekrar söz konusu edildi. 

Türkiye Millî Güvenlik Kurulu’nun, ocak ayının sonundan itibaren, Abdullah Öcalan’a her türlü korumayı sağlayacak komşu ülkelere karşı kuvvet kullanma kararı ortadaydı. Türkiye’deki askerî olguyu çok iyi bildiğim için, içinde bulunduğumuz bu durum ortaya çıkarsa, Türkiye’nin sözlü tehditlerle yetinmeyeceğini Öcalan’a hatırlattım. Özet olarak, olayların böyle bir boyuta gelmesi durumunda, tarihte cereyan edecek olan en aptal savaşın çıkabileceğini 
belirttim. 

Öcalan bana, Türkiye’nin, Yunanistan’ın geriye adım attığını bilip, blöf yaptığını söyledi. Ama, kendisi de bir noktaya kadar ikna oldu. Dilekçesinin Yunanistan’a gönderilmesini istedi. Bu arada, Yunanistan tarafından güvenli bir ülkeye gönderilinceye kadar, Kenya’dan hareket etmeme kararı aldı. 

Bu sırada büyükelçi, Öcalan’ın dilekçesini alıp, konuyu Diakofotakis’le müzakere etti. Büyükelçi, dilekçeyi kabul etmeme yetkisinin bulunmadığına karar verdi. Daha sonra, söz konusu dilekçeyi Dışişleri Bakanlığı Özel Bürosu’na 
hitaben yazdığı bir yazıya ekleyip, Nairobi’de bulunan Yunanlı diplomat Kampitsis aracılığıyla Atina’ya gönderdi. 

5 şubat 1999 tarihinde EİP başkanına telefon edip, Atina’ya gönderilen dilekçeden söz ettim. Bunu, kendisinin de görmesi gereğini vurguladım. Olayların gidişinde değişiklik olduğunu söyleyip, şu anda ortaya çıkan yeni durumu anlaması için, Günay Aslan’ın makalesini okuması gereğini vurguladım.” 

Öcalan Sığınma istiyor 

“Bu arada, durumdan rahatsız olan büyükelçi, Öcalan’a siyasî sığınma ve diplomatik pasaport verilmesi için arayışa geçti. 
Ardından, Atina’ya telefon edip, Papaioannou’ya, Seyşel Adaları’yla güçlü bağları bulunan bir arkadaşının telefonunu verdi. 

Dışişleri Bakanlığı, büyükelçinin arkadaşıyla irtibat kurmuş. Daha sonra, Öcalan’ın gerçek kimlik bilgileri açıklanmadan belirli bir ücret karşılığında Seyşeller’de konaklayabileceğini öğrendik. Aristidou’nun Seyşeller’e geçmesine, büyükelçinin önerdiği arkadaşının da Nairobi’de bizi ziyaret etmesine karar verildi. 
Öte yandan, Papaioannou’dan duyduğuma göre, Yunanistan’ın Güney Afrika’daki büyükelçisi, Öcalan’a siyasî sığınma verilmesi için temaslar yürütüyormuş. Bu arada Aristidou, amacın gerçekleşmesi için Seyşeller’e verilmek üzere Yunan hükûmetinden para bulmak için çalışıyordu. Sonunda, Yunanistan’dan para bulamayıp, Avrupa’ya gitti. 

Kendisinin söylediğine göre, Kürt örgütleri bir milyon dolar vermiş. 

EİP başkanı, Öcalan’ın korunması için iki şahsı Nairobi’ye gönderdi. 

Bunu, Aristidou ayarlamış. Ancak, Nairobi’ye gelenler, Yunanistan göçmen pasaportuna sahip olduklarından, giriş yapamayıp, geri döndüler. Onların yerine, Dilan ve Nurcan (Öcalan’ın kadın korumaları Şemse Dilan Kılıç ve Nurcan Derya) geldiler. 

11 şubat 1999 perşembe günü durum şöyleydi: o ana kadar Öcalan grubunun Yunanistan’la olan tüm iletişimleri şahsen tarafımdan büyük bir titizlikle denetlendi. Büyükelçilik konutunda şehirlerarası telefon yoktu. Bu arada, uydu 
telefonu hiçbir şekilde kullanılmadı. Telefon haberleşmesi ise, şu şekilde oluyordu: Öcalan’ın şifreli talimatlarını Melsa’ya (Apo’yla birlikte Kenya’ya giden PKK’lı kadın militan) söylüyordum. Onun bu mesajları Rozerin’e Yunanca 
aktarmasını istiyordum. O ana kadar benim yokluğumda hiçbir telefon görüşmesi yapılmadığı gibi, Yunanca’dan başka bir dil de kullanılmadı.Yine o ana kadar Avrupa’daki sorumludan ve Kenya’ya giremeyen şahıslardan başka hiçbir Kürt, 
Öcalan’ın yerini bilmiyordu. 

O günlerde benimle birlikte konuya dahil olan diğer görevliler, hareketlerimizin herhangi bir şekilde izlendiğini fark etmedik. Özellikle, arabada giderken dikkat ediyordum, ama hiçbir zaman bir takip hissetmedim. Durumu, EİP başkanına aktardım. Perşembe gününden itibaren Öcalan’ın ‘ulusal renkler’den (Yunanistan Büyükelçiliği Konutu’ndan) dışarıya çıkarılması amacıyla baskılar artmaya başladı. Doğal olarak, Atina’nın bu konudaki talimatları, zorunlu argümanlarla desteklenerek en ufak ayrıntısına kadar Öcalan’a aktarılıyordu. 

Öcalan’ı ikna etmekte güçlük çekiyorduk. Öcalan, kendisine siyasî sığınma verecek ülkenin geçerli pasaportu eline ulaşmadan konutu terk etmiyeceğini vurgulamaktaydı. Ayrıca, Nairobi’den uzaklaşması için ülkemizden (Yunanistan) 
ve Kenya makamlarından güvenlik garantisi verilmesini de istiyordu. 

Bu arada, Öcalan taraftarı kişiler, büyükelçiliğe sunmuş oldukları dilekçenin meşrulaşmasını sağlamak amacıyla avukatlarından yardım talep ettiler. Yunanistan’dan ve Avrupa’dan avukatlar beklemeye başladılar. EİP’ye ve Dışişleri Bakanlığı’na da bu konuyla ilgili bilgi verdik. Cuma günü ilk kez tutumumuz değişti. Dışişleri Bakanlığı ve EİP, Öcalan’ın metropolitlik konutlarına (Nairobi’deki Ortodoks Metropolitlik Tesisleri) yerleştirilmesi talimatı verdi. 

Bu arada, Seyşel Adaları’na cuma günü saat 10.00’da ulaşan Aristidou’dan, diplomatik pasaport sağlanmasıyla ilgili muallak cevaplar geldi.” 

13. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

OPERASYON BÖLÜM 11

OPERASYON BÖLÜM 11



Acil Uçuş 

“Uçakta Öcalan’ın daha önce Atina’dan Moskova’ya (Öcalan’ın Suriye’den kaçışının ardından) götürülmesi sırasında tanıdığım bir pilot ile tanımadığım bir yardımcı pilot bulunuyordu. Uçakta, Öcalan’ın dışında Melsa ile Zorz adındaki Kıbrıslı bir işadamı ve Hollandalı bir avukat oturmaktaydı. Bu avukat, Öcalan’ın vekâlet verdiği Britte’nin eşiydi. 

Naksakis’i getirmiş olan pilota, hareket saatimizi sordum, 23.30’da gidileceğini söyledi. Hareket emrinin acil olarak verilip verilmediği konusundaki soruma da ‘Evet, acil’ dedi. Pilot, devletin gizli bir işiyle ilgili olarak görevli olduğunu 
belirtti, kasım ayında Öcalan’la Atina’dan Moskova’ya yaptığımız yolculuğu örnek olarak gösterdi. 

Öcalan, bana, Yunanistan’a geliş nedenlerini şöyle anlattı: ‘Perşembe akşamı KGB yetkilileri, beni ziyaret etti. 

Üzerinde fotoğrafım bulunan sahte bir Rus pasaportu verdiler. Ardından da ertesi gün sabah saat 08.00’de beni zorla Şam’a giden uçağa bindireceklerini söylediler. Şam’daki tanıdıklarımızla görüştüm. Onlara, Ruslar’ın kararını bildirdim. 

Suriyeliler, bana tekrar Suriye’ye girdiğim takdirde tutuklanıp, Türkiye’ye teslim edileceğimi belirttiler. Daha sonra Rozerin’e telefon ederek, cuma sabahı bir uçak ayarlayıp, beni Rusya’dan Atina’ya getirin, dedim.’ 

Öcalan’ın bu açıklamalarından sonra, KGB’nin (Rus gizli servisi), EİP’yi niçin haberdar etmediğini düşündüm. 

Çünkü, her iki gizli servis arasında iletişim kanalları bulunmaktaydı. Ülkemizin (Yunanistan), KGB tarafından bilgilendirilmeme konusu benim için önemliydi. 

Öcalan ve beraberindekilerle birlikte Atina’dan havalanıp, saat 18.00’de Minsk’e (Beyaz Rusya’nın başkenti) ulaştık. Orada, Riga’dan (Letonya’nın başkenti) gelecek ‘Antonov’ tipi bir uçağı bekledik. Bu uçakla, Hollanda’nın Rotterdam şehrine gidecektik. Bu planın esin kaynağı Zorz’du. Isı dışarıda -19 dereceydi. Beklediğimiz uçağın rötarı devam ediyordu. Önce saat 23.00’te geleceğini belirttiler. Zorz uçaktan çıkıp, telefonla bilgi aldı. Sonuçta, bizi Rotterdam’a götürecek uçağa iniş izni verilmediğini 01.00’de öğrendik. 03.00’te tekrar Atina’ya döndük.” 

Korfu Adası 

“Atina Havaalanı’nda bizi EİP başkanı ile öteki EİP yetkilileri karşıladı. Bir kahve içtikten sonra tekrar bilmediğim bir istikamete hareket ettik. Bizimle birlikte seyahat eden Hollandalı, Hellinikon Havaalanı’nda gruptan ayrıldı. Bu defa 
uçağa İsveç vatandaşı ve Kürt kökenli bir şahıs ile Polis Müdürü Tzovaras bindi. 
Saat 05.30’da Kerkira’ya (Korfu Adası) ulaştık. Güvenli bir yere yerleştik. Öcalan, orada istirahate çekildi, biz de kendisini ülkeden (Yunanistan) çıkarma planlarını görüştük. 

Bu arada bazı kişileri, hemen İtalya’ya gönderdim. Gerekirse onların, Öcalan’ı İtalya kıyılarında karşılamaları için tedbir almalarını planladım. Ayrıca, Öcalan’ı İtalya’ya 2,5 saatte götürecek bir sürat teknesi bulduk.” 

Öcalan Kararsız 

“Abdullah Öcalan, Sırbistan’a, hatta Arnavutluk’a gitmek istiyordu. Daha sonra saat 17.00’de Kurum başkanından Zorz’a telefon geldi. Bu yeni karar, Öcalan’a şu şekilde nakledildi: ‘İlk aşamada, Afrika’daki bir ülkeye götürüleceksiniz. Orada, ülkemizin sorumluluğu altında konaklayacaksınız. Bu arada Güney Afrika’dan sizin için siyasî sığınma hakkı ayarlanacak. Daha sonra Güney Afrika’ya gönderileceksiniz.’ 

İşin başında gideceğimiz Afrika’daki ara ülke bana bildirilmedi. Ancak Zorz, Öcalan’ın kulağına bunu fısıldadı. 

Koridorda ayakta duran Öcalan, bana doğru dönerek, ‘Fikrin nedir?’ diye bir soru yöneltti. Ben kendisine, planın tamamını bilmediğim için fikir belirtemeyeceğimi söyledim. Bu arada Zorz, EİP başkanına, Öcalan’ın kararsızlığını 
bildirdi. 
Biraz sonra başkan bana telefon ederek şunları söyledi: ‘Öcalan’a baskı yap, hareket planını kabul etsin. Gideceği yerde Yunan devletinin resmî koruması altında bulunacak. Sığınma hakkı onaylandığı zaman biz onu Güney Afrika’ya 
götüreceğiz. Söyle.’ Telefonu kapatıp, başkanın ifade ettiği planı Öcalan’a aktardım. O da bana görüşümü sordu. Ben de kendisine, gidilecek yeri bilmediğimi, ancak resmî Yunan koruması altında tutulacağını, bunun bir teminat olduğunu kendisine söyledim. Bu arada Öcalan’a, şöyle bir değerlendirmede bulundum: ‘Bu yeni gelişme, ülkemizin sizin şahsınıza ve genel olarak Kürt sorununa yönelik bir politika değişikliğini ifade ediyor.’ Çünkü ben ilk kez böyle bir kararı duyuyordum. 

Abdullah Öcalan, fikrimi dikkatle dinledi, belirli bir süre ısrarla gözlerime baktı ve ‘Gidiyoruz’ dedi.” 

Öcalan Kenya kararını anlatıyor., 

Kalenderides’in anlatımlarını burada kesip, Abdullah Öcalan’ı dinlemekte fayda var: 

“Seni hemen Kenya’ya gönderelim dediler. Böylece bir Kenya modelinin hazırlandığını gördüm. Bu arada beni Korfu Adası’na götürüp getirdiler. Burada dikkat çeken husus Kenya’nın tesadüfen seçilmediği, planlı olarak seçildiğidir. Avrupa’daki olmazlar ve Yunan hükûmetinin bu tutumu karşısında Kenya’ya gitmek zorunda kaldım. 2 şubat 1999 günü sempatizanlardan İbrahim isimli arkadaşla ve Yunanlıların yine o küçük uçağıyla Kenya’ya hareket ettim. Kenya’da Yunan Büyükelçiliği görevlileri bizi alarak Yunan Büyükelçisi Kostulas’ın evine götürdüler. Önce bana pasaport çıkartıp Güney Afrika’ya göndereceklerini söylediler, bu bir vaatti ancak günler geçmesine rağmen bu pasaport gelmedi, daha sonra benim başka bir eve yerleştirileceğim söylendi. Bende bunun benim için büyük tehlike olduğunu, korumasız bir yere gidemeyeceğimi söyledim, evden ayrılmadım ve yazılı olarak iltica talebinde bulundum. 

Büyükelçi ‘hay hay memnuniyetle’ dediği halde benim dilekçeme cevap vermedi. Benim Kenya’ya gelişimden bir iki gün sonra da Dilan kod adlı Şemsi Kılıç Kenya’ya geldi, olaylara şahittir.” 

Kenya Kıskacı 

“Giderek benim büyükelçilik evinden ayrılmam konusunda baskı arttı. Hatta zorla çıkaracaklarını söylediler ve beni bu evden çıkarmak için Yunanistan’dan dört kişilik bir ekip göndermişler. Bizde çıkmayız gerekirse kendimizi 
savunuruz dedik. Kendi çapımızda tedbirler alarak çatışmayı da göze alarak direnişe hazırlandık, ancak bu dört kişilik ekip bekledi, bize karşı harekete geçmedi. Son gün Yunan büyükelçisi, Kenya Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı, evvela büyükelçi davete uymayacağını bildirdi, bilahare araba gönderdiler, büyükelçi Dışişleri Bakanlığı’na gitti. Dönüşte bana istediğim bir ülkeye gidebileceğimi bu ülkelerin Güney Afrika veya Hollanda olabileceğini söyledi. Yunan hükûmetinin de Hollanda’nın beni kabul etmeye hazır olduğunu bildirdiğini ifade etti. Ertesi gün, 15 şubat 1999 günü beni havaalanına götürmek için Kenyalı bir yetkili geldi, Yunan büyükelçisi de beni kendisinin ve kendi arabasıyla havaalanına götüreceğini söyledi. Aralarında münakaşa çıktı, neticede Yunan büyükelçisi kendi toprağında, kendi misafirini, kendi arabasıyla götüremedi. Beni Kenyalı yetkilinin arabasına tek başıma bindirdiler. Havaalanına getirdiler. Ben zaten neticeyi anlamıştım. Bindirildiğim uçakta enterne edildim. Bindirildiğim bu uçağın hangi ülkenin uçağı olduğunu bilmiyordum.” 

Kenya’daki Rum: Lazaros Mavros 

Öcalan’ın anlatımlarını burada Kalenderides’inkilerle karşılaştırdığımızda hemen hemen aynı olduğunu görüyoruz. 

Ama Kalenderides daha fazla ayrıntı veriyor: 

“Ben, ara istasyonla (Kenya) ilgili en ufak bir şey duymamıştım. 
Kerkira’dan, Afrika’daki ara istasyona hareket saati 17.30’du. Bu arada Tzovaras, havaalanına gitti. Orada iki televizyon kamerası bulunuyormuş. Onları, usulüne uygun bir şekilde havaalanından uzaklaştırmaya çalışmış, ama başaramamış. Saat 20.30’da bineceğimiz uçağa karartma uygulandı. Biz de farları kapalı otomobillerle havaalanına gittik. İbrahim (Öcalan’la Kenya’ya giden İsveç pasaportlu İbrahim Ayas), Öcalan ve Melsa’nın içinde bulunduğu ‘Land Rover’ marka araba hızla uçağa yaklaştı, şoför uçağın kanadını görmedi ve doğrudan üzerine çakıldı. Kanat, ön camdan içeri girdi, yüzüme kadar geldi. Korunmak için ellerimi öne uzatınca, iki elimin avuç içinden yaralandım. 
Daha sonra bir eve gidip, sahil güvenliğe ait bir tekneyle İgumenitsa’ya geçtik. Oradan karayoluyla havaalanına gittik. Yabancı bir şirketin özel uçağına binerek, saat 04.30’da Afrika’nın ara ülkesine hareket ettik. Uçakta, Kenya’nın 
başkenti Nairobi’ye gittiğimizi öğrendim. 

Kerkira’da olduğumuz sırada, uçak yolcularının isimleri ve pasaport numaraları istenmişti. Bunları yazıp, faksla Atina’ya gönderdim. Bu isimleri, gideceğimiz ülke giriş vizelerinin ayarlanması için oradaki büyükelçimize göndereceklerini belirttiler. Abdullah Öcalan, Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) makamlarına ait ‘Lazaros Mavros’ adına düzenlenmiş sahte bir pasaportla seyahat ediyordu. 

Nairobi’ye vardık, bizi Yunanistan Büyükelçiliği Kâtibi Diakofotakis karşıladı. Kontrollerden normal olarak geçtik, büyükelçilik otomobillerine binip, büyükelçilik ikâmetgâhına hareket ettik. 


12. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

OPERASYON BÖLÜM 10

OPERASYON BÖLÜM 10



KİTABIN Dördüncü Bölümü 


Atina’nın Açmazı.,

Abdullah Öcalan’ı 2 şubat 1999 günü Kenya’ya kadar götüren Yunan gizli servis ajanı Savvas Kalenderidis’in 26 şubat 1999 ve 3 mart 1999 tarihlerinde Atina Asliye Hukuk Mahkemesi’nde ifade verdi. 

Savvas Kalenderidis ‘in bir solukta okunan, ifadesi Öcalan’ın yarım bıraktıklarını tamamlıyor: 

Casus Anlatıyor 

“Yeminli tanık ifadesi: Sapfous 157 Numara Atina adresinde ikamet eden, 1960 doğumlu ve mesleği binbaşı olan, Helen ve Hıristiyan Ortodoks, Stavros oğlu Savvas Kalenderidis, 26 şubat 1999 cuma günü saat 23.00’te soruşturma 
memuru İoannis Sakellakou ve kâtibe Fotini Ntaskaanni’nin de tanıklığında, Atina Asliye Hukuk Savcısı Hristos Markoannis’in huzuruna çıktı. 

Yukarıdaki kimlik bilgileri, kendisi tarafından gösterilen Milli Savunma Bakanlığı tarafından verilme 12.06.1989 tarih ve 16113 sayılı kimlik belgesine dayanılarak yazıldı. Sağ elini İncil üzerine koyarak, Ceza Yargılama Usul Kanunu’nun 218. ve 219. maddelerine uygun olarak yemin etti. Kendisine, İçişleri ve Kamu Düzeni Bakanlığı tarafından Abdullah Öcalan’ın yasadışı şekilde Yunanistan’a gelişi ve ikameti hakkında tanık olarak dinlenmesi amacıyla gerekli iznin verildiği hatırlatıldı. Soruşturmanın devamında, olası diğer konuların ortaya çıkması durumunda kendisine Ceza Uygulama Usul Kanunu’nun 212.maddesinin 1.paragrafının, d fıkrası hükümleri hatırlatıldı. (Tanığa, konuşmama hakkı veren madde.) 

Şu şekilde cevap verdi: Binbaşıyım ve 1992 yılından beri EİP’de (Yunan gizli servisi) görev yapıyorum. 

Hatırlatılanları tamamen anladım. İtalyan makamları tarafından, Abdullah Öcalan’ın özgür bir kişi olarak değerlendirmesinden sonra, kendisine o ülkeden ayrılması için resmî makamlar tarafından baskı yapılıyordu. 
Bunun üzerine Öcalan’ın yasadışı yollardan Yunanistan’a gelme olasılığını değerlendirdim. Bu değerlendirmelerimi ve korkularımı, Kurum’un (Yunan gizli servisi) Başkanı’na Haralambos Stavrakakis aktardım. Kendisine, hükûmeti 
aydınlatacak bir yazı hazırlamamız için teklifte bulundu. 

Öneriler, Öcalan’ın yasadışı olarak ülkeye gelmesi durumunda, hazır çözümleri içeriyordu. Teklif, Kurum başkanı tarafından reddedildi. Öcalan’ın İtalya’dan Rusya’ya hareket etmesinden biraz önce, geceyarısı saat 01.00 civarında 
tarihini hatırlayamadığım bir gece, Naksakis’ten (Andonis Naksakis, emekli bir deniz subayı, fanatik bir Türk düşmanı) bir telefon aldım. Naksakis, benden, Öcalan’ın Yunanistan’a yasadışı ve habersiz olarak getirilmesi çabalarına 
katılmamı istiyordu. Hemen Kurum başkanına telefon edip, Naksakis’in niyetini bildirdim. Daha sonra Badouvas (Kostas Badouvas, PASOK eski milletvekili. Öcalan’ın Yunanistan’daki hamilerinden. Bu eyleminden dolayı daha sonra partisiden ihraç edildi) tarafından da telefon edildi. Bu arada aynı amaçla EİP başkanına da telefon edilmiş. 

Sonuçta, Öcalan’ın Yunanistan’a girişine engel olundu. 

Abdullah Öcalan İtalya’dan, bilinmeyen bir istikamete gitmek üzere ayrıldı. Başta Rusya’ya geçeceği ve Dağlık Karabağ’a (Ermenilerin işgali altında bulunan Azerbaycan toprakları) gideceği şeklinde söylentiler vardı. EİP başkanı, 
29 ocak 1999 cuma günü saat 13.40’ta bir yurtdışı gezisinde bulunduğu sırada beni telefonla arayarak, elindeki bilgilere göre, Ruslar’ın, Öcalan’a Rusya’yı terk etmesi için baskı yaptıklarını söyledi. 
Öcalan’ın, Yunanistan’a gelmeyi düşünmemesine rağmen, bizim dikkatli olmamız gerektiğini belirtti. Ben, Öcalan’la ilgili bu hususları biliyordum.” 

Davetsiz Misafir 

“Aynı gün saat 19.40 civarında işten henüz eve girdiğim bir sırada, EİP başkan yardımcısından telefon geldi. Bana, yeni gelişmeler olduğunu ve Kurum’a dönmem gerektiğini söyledi. Başkan yardımcısı, aynı gün öğleden sonra, 
başkanın bana telefonda söylediklerini tekrarlamıştı. Hemen Kurum’a döndüm. Orada, başkan yardımcısının odasında Naksakis, Rozerin ve Pirro’nun birlikte, zannedersem Egeo şirketine ait özel bir uçakla Petersburg’dan geldiklerini 
öğrendim. Kesin olmayan bilgilere göre, gerekli gümrük işlemleri yapılmadan dördüncü bir şahsın VİP salonuna sokulduğunu, aynı şahsın daha sonra siyah renkli ‘Cadillac’ veya benzeri özel bir otomobile bindiğini tespit ettim. 

Söz konusu otomobile havaalanından ayrılışta büyük bir ihtimalle beyaz renkli ‘Hundai’ marka iki otomobil refakat etmiş. Dördüncü şahsın A.Öcalan olup olmadığı konusunda kesin bilgi yoktu. Bu arada başkan yardımcısıyla anlaşarak, 
kendisinin bürosundan, durumu aydınlığa kavuşturmak için Naksakis ve Rozerin’le (Rozerin Laser, uzun yıllar Yunanistan’da siyasî göçmen olarak yaşayan ve PKK’nın Yunanistan sorumluluğunu yapan bayan) görüşmeye çalıştım. Öcalan’ın Yunanistan’a gelip gelmediği konusu ile bulunduğu yeri tespit etmek amacıyla Naksakis’e telefon edip, kendisini iknaya çalıştım. Naksakis, bunu kesinlikle reddetti. Konuyla ilgili olarak bana aynen şunları söyledi: ‘Bana, ne dediğini anlamıyorum...’ Bu arada elimize geçmiş olan pasaport fotokopilerini kullanarak, kendisini tekrar ikna etmek istedim, şu cevabı verdi: ‘Bu, hiçbir şey ifade etmez. Ne dediğini yine anlamıyorum...’ Naksakis, aynı konuyla ilgili 
olarak başka çevrelerden de telefonlar edildiğini ve baskı gördüğünü belirtti.” 

Yunanistan Telaşta 

“Sabah saat 03.30 civarında tamamen kontrolden çıkmış olan Naksakis, kendisini bir daha telefonda rahatsız etmememi kesin bir dille söyledi. 

Eldeki tüm bilgilere göre, Yunanistan’a girmiş olan Öcalan’ı başka yöntemlerle tespit etmek amacıyla bütün gece başkan yardımcısının bürosunda kaldım. 

Saat 03.30 civarında başkan, Öcalan’ın saklandığı yeri tespit edebilmemiz için Rozerin’e telefon etmemi istedi. Rozerin’e ettiğim telefona Melsa (Melsa Deniz, Öcalan’la Kenya’ya giden PKK’lı bayan militanlardan biri) çıktı. Rozerin’in uyuduğunu söyledi. Uyandırmasını istedim. Bana, ‘yapamam’ dedi. Sonuçta, o gece Rozerin’le görüşemedim. 

Ertesi gün sabah saatlerinde Naksakis telefon edip, kendinden geçmiş bir halde, iki-üç polisin yakınında bulunduğunu söyleyip, onlardan şikâyetçi oldu. Kendisine, sakin olmasını ve onlarla konuşmasını söyledim. O ise, panik halinde savcıya ve Kamu Düzeni bakanının yaverine telefon edeceğini belirtti. Ayrıca, tansiyonunun yükseldiğini, Deniz Hastanesi’ne götürülmek için ambulansa telefon edeceğini belirtti. Ben de kendisine, yatağa uzanmasını ve bir 
ilaç alarak sakinleşmesini tavsiye ettim. 

Benim açımdan, öğleden sonra Öcalan’ı tespit etme çabaları azaldı. Akşam saatlerinde, Öcalan’la bir randevu ayarlandığını öğrendim. Ama bu randevunun nerede olacağını bilmiyordum. EİP başkanının, bu randevuya gitmek amacıyla yurtdışından gelmesini bekliyorduk. Hava koşulları kötü olduğu için başkan gelmekte gecikti. Saat 23.00 civarında Tümgeneral Roubis’in Öcalan’la görüşmeye gideceğini öğrendim. Roubis, Kurumumuzdan, tercüman çevirmen 
istedi. 

Ben, çevirmenlik yapabilecek durumdaydım. Ancak, başkanın bana ihtiyacı olma ihtimaline karşı bir başka çevirmen bulmaya çalıştık. Önerim üzerine, EİP daimi kadrosundan memur Mihalis Lioumis bu iş için görevlendirildi. 

EİP başkanı ise, saat 01.00 civarında havaalanına gelmiş. Doğrudan Öcalan’la randevusuna hareket etmiş. Öcalan’la görüşüp görüşmediğini bilmiyorum. 
Pazar, sabah saat 07.00’de uyumaya gittim. Saat 09.30’da Polis Müdürü Tzovaras (Atina emniyet müdürü) telefon edip, Öcalan’la sohbet etmemi istedi. Ancak, gideceğimiz yeri bilmiyorduk. Öcalan, yalnızmış. Benim, kendisiyle 
oturup sohbet etmem isteniyormuş. Evde bulduğum bazı Türkçe kitapları yanıma alıp, Kurum’a gittim. Öcalan’la ne kadar birlikte olacağımızı bilmediğim için bu kitapları gerekli olur diye yanıma aldım. Motosikletimle EİP’ye gittim, orada Kurum’a ait bir otomobile bindim, şoför, beni ‘Agios Andreas Tesisleri’ne götürdü. Orada, Tzovaras ve hangi kurumdan olduğunu bilmediğim bir polis vardı. Ancak bu görevli, EİP’den değildi. 

Öcalan’ı salonda bulup, kendisine selam verdim. Bu arada tipik sorular yönelttim. Kendisi, bir önceki gece yaptığı görüşmelerden söz etti. Öcalan’la Türkçe konuşuyorduk. Tahminen bir saat birlikte oturduk. Ardından Tzovaras, bir arabayla Hellinikon Havaalanı’na (Atina havaalanı) gideceğimizi söyledi. Saat 12.30 civarında havaalanına gittik. Orada bulunan EİP başkanı, bana, Öcalan’la birlikte önce Minsk’e, ardından da Hollanda’ya gideceğimizi bildirdi. Ancak, 
kesinlikle uçaktan inmemem talimatını verdi.” 

11. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


****

OPERASYON BÖLÜM 9

OPERASYON BÖLÜM 9



Tayfun Talipoğlu Öcalan’la görüşüyor 

Abdullah Öcalan’ın İtalya’da ortaya çıkması, Türkiye’de bomba etkisi yarattı. İtalya’nın, Öcalan’a yönelik tutumu, PKK hareketinin siyasallaştırılması olarak özetlenebilirdi. Bu konuda Avrupa’nın desteğini alacağından son derece emin 
olan İtalya, Öcalan’la Kürt oyununda masada bir yer kapmak için çabalıyordu. 
Bu sırada Öcalan’ın durumu neydi? Bu konuda en iyi bilgi sahibi kişiler arasında gazeteci Tayfun Talipoğlu bulunuyor. 

Talipoğlu o tarihte Öcalan’ı ziyaret etmişti. Yaptığı ropörtajı yayımlayamadı. Bu ropörtajın tamamını ekler bölümünde okuyabileceksiniz. Talipoğlu’yla o günlerin Öcalan’ını konuştum. 

Talipoğlu’na göre “Abdullah Öcalan Roma’da rahat değildi. Her şeyden önce kendisi de bunun farkındaydı. Hatta ben oda hapsine alışığım 15 senedir böyle yaşıyorum” diye konuşuyormuş. 

Talipoğlu’nun Aktardıkları şöyle: 

“Uzun güvenlik aranmalarından sonra İtalyanların kuş uçurmadığı Öcalan’ın bulunduğu evden içeri girdik. 

Yanımda küçük kamerayı götürmüştüm içeriye almadılar. Teybimi almadılar, hiçbir şey almadılar. Görüşme sırasında bizim bir helikopterimiz düşmüş ve 17 er şehit olmuş... Aynı gün de bunu Med TV veriyordu. Orayı açtı. Med TV’de 
beraber izledik, gözleri doldu. Ben dedi üzülüyorum, kim ölse üzülüyorum dedi. Bu da yanlış tabiî dedi. Ama çok üstümüze geliyorlar dedi. Bizim herhangi bir toprak talebimiz yok dedi. Gerilla son anda karar verir, gerilla ne yapacağına karar vermez dedi. Bana ben dedi Urfa’da bir köylü çocuğuydum. İşte geldim Ankara’ya. Ankara’dan kaçtım sonra Urfa’ya. Urfa’dan sonra Elazığ’da bir polis Urfa’da olduğumu öğreniyor, yakalayacağız diyor. Bu haber üzerine Türkiye’den kaçışını anlattı. Suriye’de kendisine nokta imha yapacağız dendiği için çıkıp Rusya’ya gittiğini aktardı. Oda hapsine 15 yıldır alışığım Rusya’da da aynı şey oldu diye konuştu. Ama artık işte ben de barışı özlüyorum diyordu ve her iki lafının biri barış dan söz ediyordu. 

Yeter ki bu barışa ve bana Türkiye Cumhuriyeti inansın, bu işi düzelteceğiz. Çünkü bu savaşın kazananı yok; yani kan dökülmeye devam ediyor biçiminde konuştu. Çok önemli bir lafı var orda, şimdi anımsıyorum: Tamam 30 000 adam öldü, 30 000 adam öldü diyorsunuz, dedi. Yani bir 30 000 daha mı ölsün? Ne istiyorsunuz ? Yani artık bırakalım diyorum. 30 000 şehit kanı var deniyor ama bunların zaten 27 000’i Kürt çocuk. Onlar da var bunların içinde dedi. Hepsi şehit, hepsi bizim çocuklarımız ama yani bir daha mı ölsünler dedi. 

Amerika’yla temas kuramamaktan yakınıyordu. Bağlantı noktası eskiden varmış da şimdi buradan bir türlü yanıt alamamaktan yakınıyordu.” 

Roma Cezaevi gibi 

Roma’da sıkışıp avcılarını beklemekte olan Öcalan’ın düşündükleri, duyguları böyleydi. Sahipsizdi. 

Roma’da sıkışan sadece Öcalan değildi. İtalya Başbakanı D’Alema da Öcalan konusunda çıkış yolu arıyordu. 

Çareyi Galatasaray ile Juventus’un İstanbul’da yapacakları maçta arayacaktı. Ama Roma’daki hesap Ankara’da tutmadı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ince diplomasiyi anlattı: 

“Ülkeden ayrıldı ondan sonra işte İtalya hikâyesi çıktı. İtalya’da yakalandığı zaman biz ilk aşamada çok ümitlenmiştik .İtalya’da en azından yargılanacağını suçlu muamelesi göreceğini filan bekliyorduk.Bir süre sonra İnal Batu’yla, oradaki büyükelçimizle temaslarımızda İtalyan halkının uçta olmadığını İtalyan hükûmetinin bazı unsurlarının buna siyasî mülteci hakkı tanınması için kulis yaptıklarını söyledi. Zaten misafir muamelesi yapmaya başladılar.” 

Apo Diplomasisi, Juventus-Galatasaray Pazarlığı 

“Bir de D’Alema’dan ilginç bir haber geldi. ‘Galatasaray, Juventus maçı var ben İstanbul’a geleceğim, İstanbul’da oturalım sizinle bu işi konuşalım. İtalyanlarla çalışan bazı özel sektör kuruluşları boykot uyguluyorlar, halkınızda da 
infial var İtalya’ya karşı, bu konuda görüşelim’ diye. 

Ben onu samimi görmedim.   

Sanki ateşimizi almak için yapıyor gibi geldi bana. Ben ‘Gelsin Ankara’ya görüşelim ben İstanbul’a maç için gitmeyeceğim’ dedim. Aslında maça da gitmek istiyordum. Ama bu gelişme dolayısıyla gitmedim.” 

Roma’da işler iyice karışmıştı.Öcalan Roma’dan da kaçmak zorundaydı. Çünkü Almanya kendisine güvence sağlayamamıştı. İtalya yalnız kalmıştı, sıkışmıştı. Amerika bastırmaktaydı. Türkiye ayaktaydı. 

Öcalan yeniden bir uçağa bindi...Artık sona doğru hızla yol almaktaydı: 

Meçhule Kalkan Uçak 

“İtalya’dan çıkmadan evvel Rozalin vasıtasıyla Güney Kıbrıs’tan kırmızı pasaport temin ettim ve kendi fotoğrafımı yapıştırdım. İtalya’dan kendimiz bir uçak tuttuk. Bu uçağı onların yardımıyla bulduk. Masrafını biz ödedik. Yanımda 
Roma temsilcimiz Ahmet Yaman olduğu halde Moskova’nın 4,5 km kuzeyinde Rovinrant Havaalanı’na geldik. Bu işi benim Rusya temsilcim olan Mahir kod adlı Numan Uçar organize etmiş, ancak Rusya daha önce en az bir ay hatta 6 ay 
kalabilir diye vaatte bulundukları halde yine çok ters bir tutum içine girdiler. Büyük zorluklar çıkardılar, bana seni Suriye’ye göndereceğiz dediler. Kendilerine Suriye zaten kabul etmiyor. Ya savaş çıkar ya da seni Türkiye’ye teslim 
ederiz diyorlar, buna rağmen beni nasıl Suriye’ye gönderirsiniz dedim. 
Zorluk çıkarmak şeklindeki tutumları devam etti. 

Halbuki isteseler güvendikleri bir ülkeye gönderebilirlerdi. Rusya’nın bu tutumu üzerine tekrar Rozalin’le irtibat kurdum. Rozalin Yunanistan’a gelebileceğimi söyledi ve kendisi Rusya’ya geldi. Birlikte 29 ocak 1999 tarihinde Rusya’dan ayrıldık. Rozalin Rusya’ya yani benim yanıma yine küçük bir uçakla geldi. Yanında Badouvas ve Nagazakis isimli iki Yunanlı vardı. Bu uçakta zannederim Yunan gizli servisine aitti. Bana, Badouvas ve Nagazakis büyük güvence verdiler. Yunanistan’a kabul edileceğimi söylediler. Yunanistan’a geldik dost görünen bu insanlarla bir gün dolaştık, ancak yetkili ve sorumlu durumunda olan Dimitris beni görünce yeniden hırçınlaştı derhal gönderileceğimi söyledi ve benim Minsk üzerinden Hollanda’ya gönderileceğim söylendi, kendi uçaklarıyla beni Minsk Havaalanı’na getirip bıraktılar. Bu havaalanında dondurucu soğukta 4 saat bekledim. Bu duruma Avrupa ülkeleri karar almış, beni Hollanda’ya götüreceklerini söyledikleri uçak bir türlü gelmedi. Böylece beni ortada bıraktılar. Bu bekleme sırasında beni ısrarla uçaktan indirmek istediler. Beni uçaktan indirerek bu havaalanında bırakmak ve büyük bir tehlike karşısında kalmamı istediler. Bende ısrarla uçaktan inmek istemedim. Bu olay 31 ocağı 1 şubata bağlayan gece cereyan etti. 

Bu sırada bütün Avrupa havaalanlarının uyarıldığını duydum. Belçika benzer bir küçük uçağa karşı bir tane F-16 kaldırmış. 

Belçika’nın bu davranışı daha sonra skandal olarak değerlendirildi. Pirimakov aynı gün bütün bağlı ülkelere kabul edilmeyeceğimi bildirmiş. Sonuçta mecburen tekrar Yunanistan’a dönme gereği doğdu. Yunanistan’da Dimitris tarafından çok daha kötü bir şekilde karşılandım.” 

Öcalan’a yolculuğunun bu kısmında eşlik eden bir kişi daha vardı.Olayın kahramanlarından olan bir Yunanlı casus. Savvas Kalenderidis. 

O da Türkiye’de görev yaptığı dönemlerde başarılı olmuş bir casus. İzmir’de görev yaparken Türkiye’ye ilişkin askerî gizli bilgilere ulaşabilen Kalenderidis Türkiye’de casusluk suçlamasından mahkûm olduktan sonra Yunanistan’a 
dönmüştü. Öcalan operasyonunda onun anlattıkları da büyük boşlukları dolduruyor. 

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

OPERASYON BÖLÜM 8

OPERASYON BÖLÜM 8



Yunanistan kurtuluş kapısı mı? 

Öcalan, Suriye’den kovulduğunda, kendisini taşıyan uçağın indiği Yunanistan’da büyük bir sevgiyle karşılaşacağını sanarken yanıldığını çok geçmeden anladı ve şöyle anlattı: 

“Yunanistan’a geldiğimizde o zamana kadar bana büyük ilgi gösteren PKK’ya dost olduğunu ifade eden Yunanistan, son derece kötü yüzünü gösterdi. Bana 3 saat içinde ya geldiğin yere geri döneceksin veya istediğin yere gideceksin dediler. Bu arada Rozerin Yunan gizli servisinden Dimitri’yle görüştü Yunanistan’dan ayrıldık” 

Öcalan’ın Yunanistan’da barınamama nedeni Amerika’ydı.Bir yandan Yunan gizli servisi, diğer yandan Dışişleri Bakanlığı Amerika’nın büyük baskısı altında tutuluyordu. Yunanistan teröre destek veren ülke olarak ilan edilecekti. 

İlişkiler askıya alınacaktı. Amerika’nın tutumundan korkan Yunanlılar, Öcalan’ı bindirdikleri ilk uçakla daha geleli üç saat bile olmadan sınır dışı ettiler. Hem de iltica dilekçesine bile bakmadan. Öcalan doğruca Jirinovski’ye Moskova’ya 
postalanıyordu. Kızgınlıktan çok, yıkılmış bir adam hali vardı üzerinde: 

Ayının İninde 

“Moskova’ya gitmeden evvel Yunanistan’a iltica talebinde bulundum ama kabul edilmedi. Moskova’da Jirinovski kanalıyla temasa geçtim, zaten beni davet etmişlerdi. Mitropano beni Suriye’deyken de davet etmişti. Bu Mitropano, 
Jirinovski’nin partisine mensup bir şahıstır. 33 gün süre içerisinde bunların bulduğu evde kaldım. Bu süre içerisinde Ariski isimli iç güvenlik sorumlusu olan şahısla temaslarda bulundum. Duma 298 oyla benim Rusya’da kalmamı bir 
çekimser oya karşılık kabul ettiği halde Başbakan Primakov anlayamadığım bir nedenle bu kararı uygulatmadı. 33 gün sonra Rusya’dan ayrılmak zorunda kaldım.” 

MİT Bırakmıyor 

Öcalan, aslında kaçış oyununda Ruslara sığınarak kendisini saklamayı başarmıştı. Ama onu yine kendi alışkanlıkları ele verdi. Yanında taşıdığı çanta tipi bir uydu telefon aracılığıyla sürekli görüşmeler yapıyordu. Bu görüşmeleri 
Amerika’nın teknik takip yapan gizli servisi NSA tarafından saptanınca yeri belirlenmiş oldu. CİA, Öcalan’ın Rusya’da bulunduğunu MİT’e bildirdi. Hem de Moskova’nın ne kadar uzağında olduğunu da aktardı. 

Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, Rus büyükelçisini makamına çağırarak durumu aktardı. Elçi bizde yok derken, aldığı adres karşısında şaşkın, geri döndü. Mesut Yılmaz görüşmenin ayrıntılarını şöyle anlattı: 

Rus Elçinin Utancı 

“Apo’nun Suriye’yi terk ettiğini bana MİT bildirdi.Bana Rusya’ya gittiğini söylediler. Ben ‘Rusya’ya gittiğini söylemeniz yeterli değil bana nereye gittiğini söyleyin’ dedim. 

Hakikaten Şenkal Atasagun bir gün sonra bana Amerikalıların telefon konuşmalarını dinleyip Öcalan’ın bulunduğu yerin koordinatlarını bulduğunu söyleyip, Öcalan’ın koordinatlarını verdi. Ben o sırada Rus elçisini çağırdım. ‘Sizde olduğunu biliyoruz. Ya teslim etmenizi ya da tutuklamanızı istiyoruz. 
Bu insan şu kadar insanın ölümünden sorumludur, çağımızın en büyük teröristlerinden birisidir’ dedim. ‘Rusya devletinden bizim talebimiz budur’, dedim. Büyükelçi bana ‘Ben bunu teyit edebilecek durumda değilim, ama hemen konuşacağım Rusya’daki yetkili makamlara bildireceğim, size de yanıt vereceğim’ dedi ve gitti. 

Şimdi tam hatırlamıyorum ya iki gün sonra ya üç gün sonra benden randevu isteyerek geldi ve ‘Yaptığımız araştırmada Rus hükûmetinin bilgisi dahilinde şu anda Rusya’da bulunmamaktadır.’ Ben de kendisine ‘Ben size söylemiştim biz 
Rusya da olup olmadığını sormuyoruz sadece Rusya’dan verilmesini istiyoruz ya da tutuklanmasını istiyoruz. Ben size koordinatlarını vereyim şurda şurda bulunuyor. Moskova’nın bilmem kaç kilometre dışında şu isimli bir kasabada şu 
koordinatlarda kalıyor’ diyerek kendisine notu verdim. Bozuldu tabiî. Aldı gitti onu, ertesi gün beni ziyarete gelen gazeteciler vardı onlara söyledim, onlar da gazeteye bastı. Ondan sonra artık inkâr etme imkânları kalmadı.

Bundan sonra Rus büyükelçisi dedi ki, ‘Hükûmet dışında bazı güçler var, parlamenterlerden bu adama destek olanlar var, onun için işimiz zor, ama şunu bilin ki, Başbakan Primakov bu konuda size yardımcı olmak için elinden geleni yapacağını söylememi istedi.’ 

Sonra Cumhuriyet’in yıldönümü için dışişleri bakanları gelmişti. Bana Primakov’un bir mesajını getirdi orada da aynı şeyleri söylüyordu . Neticede bizim baskımız sonucu Ruslar buna ülkeden gitmesi için baskı yaptılar.” 

Rusya’dan Kaçış. 

Rusya’da milliyetçi unsurların temsilcisi olan eski KGB ajanı ve Türkiye uzmanı Vilademir Jirinovski’nin Öcalan’dan aldığı paralar da onu kurtarmaya yetmemişti. Baskı büyüktü. Türkiye Rusya’nın üzerine çalışırken, Amerika tutumunu kararlılıkla koruyordu. Öcalan istenmeyen kişiydi. Oradan oraya kaçmak durumunda olan Öcalan başına gelenleri ve gelecekleri henüz kavrayamamıştı. Olayları yorumlayamıyor, sadece kaçıyordu. Yaşadıkları üzerinde hiçbir kontrolü yoktu:

“33 gün sonra Rusya’dan ayrılmak zorunda kaldım. Avrupa temsilciliğimiz vasıtasıyla İtalya’dan davet alıp almadığımı araştırdım. Nitekim bana ‘yeniden yapılanma’ adı altındaki bir oluşuma mensup olan gerek muhalefet gerekse iktidardaki bazı milletvekillerinin daveti olduğunu söylediler. Esasen bu milletvekillerinden Mandovani yanında bir arkadaşıyla Suriye’ye gelerek daha evvel benimle görüşmüştü. Bunu üzerine yanımda Roma temsilcim Ahmet 
Yaman olduğu halde bir Rus yolcu uçağıyla Roma’ya geldim.” 

Kanlı Makarna 

“İtalya’da siyasî iltica talebim kabul edilmesini beklerken tutuklama olayı gündeme geldi, hastane adı altında bir tecrit yerine konuldum. Daha sonra Adalet Bakanlığı benim serbest kaldığımı belirtti ancak ben Roma yakınında 
Cehennem Vadisi denilen bir evde kalmaya başladım. Burada kalmamı söylediler. İltica talebim konusunda belirsizlik devam etti. Bazen kabul edecek gibi bir davranış gösterdiler daha sonra iltica talebimin kabulünü beklemeye aldılar halen de bu talebim askıdadır. Daha önce gerek İtalya gerekse Avrupa devletleri her gün yüzlerce Kürt’ün siyasî bile olmayan iltica taleplerini kabul ederken, benim siyasî olan iltica talebimi kabul etmediler. Giderek üzerimdeki baskı arttı. Kaç kurtul şeklinde bana karşı olan bir tutum göstermeye başladılar. Bu baskılar karşısında İtalya’dan ayrılmam ve tekrar Moskova’ya gitmem gündeme geldi. Şunu da belirtmek istiyorum. Yunanistan’dan Rusya’ya küçük bir uçakla gittim. Bu Yunan istihbarat servisinin özel bir uçağıydı. İtalya’da toplam 66 gün kaldıktan sonra 16 ocak 1999 günü İtalya’dan ayrıldım. İtalya’da kaldığım süre zarfında Tayfun Talipoğlu isimli bir gazeteci geldi kendisi ile röportaj yaptım. Daha sonra Milliyet gazetesinden Nilgün Cerrahoğlu geldi, bununla da fazla kapsamlı olmayan bir röportaj yaptık, bilahare Haluk Gerger isimli doçent gelerek benimle görüştü, bunun dışında Avrupa’da bulunan Kürtler, Avrupa milletvekilleri, heyetler, gazeteciler geldiler görüşmeler yaptık.” 


9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

OPERASYON BÖLÜM 7

OPERASYON BÖLÜM 7


Mesut Yılmaz bir Dönemin gizli tarihini açıklıyor 

Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ile Öcalan yakalandıktan ve hakkındaki idam kararı Yargıtay’da onandıktan sonra bu konuda çok özel bir söyleşi yapma fırsatım oldu. Yılmaz bu söyleşide Öcalan’la ilgili gelişmeleri şöyle anlattı: 

“Ben aslında Öcalan Suriye’yi terk etmeden çok önce, sanırım 6 ay önce, Milli Güvenlik Kurulu’nda bu işin mutlaka Suriye üzerine baskıyı yoğunlaştırmak yoluyla çözümleneceğini dile getirdim. 

Ama o tarihte belli bir konsensus oluşmamıştı. Sonra komuta kademesinde bir değişiklik oldu. 

Yine bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yemek yedik. Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş Paşa bana, ‘Bölgede görev yaptığını bu işin tek çözüm yolunun Suriye üzerine baskı yapmak olduğunu; Suriye’nin ancak sert dilden anlayacağını aksi takdirde PKK ve Öcalan himayesinin devam edeceğini’ söyledi. Ben ilk defa orada bu konuda artık bir devlet politikasının oluşabileceğini 
düşündüm. Hatay’a, Hatay’ın kurtuluşu için gittiğimde bu mesajı verdim.Çok sert konuştum. Türkiye’nin bu konuda gerekli her şeyi yapabileceğini söyledim. Bir süre sonra da bana gayrı resmi yollardan Suriye Dışişleri Bakanı Şara’dan 
sitem mesajı geldi: ‘Dostum Yılmaz bizi savaşla tehdit ediyor’ diye. Arkasından Kara Kuvvetleri Komutanımız sınırda denetim yaptı. 

Arkasından Cumhurbaşkanı’nın Meclis’in açılışında Suriye’ye dönük çok sert mesajları oldu. Baktık ki bu girişimlerimiz Suriye üzerinde sonuç vermeye başladı. İran ve sonra Mısır, Hüsnü Mübarek devreye girdi. Mübarek hatta Ankara’ya geldi arabuluculuk için bizimle görüşme yaptı.O görüşme de biz, Cumhurbaşkanı ve ben de kesinlikle bu işi çözmek kararında olduğumuzu, bunun için savaşmayı göze aldığımızı çok kesin dille söyledik. Mübarek ve dışişleri bakanı hemen Ankara’dan Şam’a gittiler. O tarihten sonra Şam hükûmetinin Öcalan üzerindeki baskısı çok arttı. MİT telefon konuşmalarını takip ediyordu ve biz Apo’nun Suriye’yi terk edeceğini, terk etmesinin gün meselesi olduğunu biliyorduk. O telefon konuşmalarından önce Irak’ta Saddam Hüseyin’in kontrolündeki bölgeye gitmesi ihtimali kuvvetliydi. Oradaki PKK’lılarla irtibat içindeydi. Fakat daha sonra oraya gitmek yerine ayrılıp Rusya’ya gitti.” 

Amerika ve İsrail Kartları 

Peki bu süreç içinde Amerikalılar hiç devreye girmiş miydi? 

Dönemin Başbakanı Yılmaz yanıt verdi: 

“Amerikalılar devreye sadece MİT kanalıyla devredeydiler. Direkt bizimle hiçbir temasları olmadı. Ama ben Rus elçisiyle görüşmemden sonra Amerikan elçisini çağırıp bilgi verdim. Almanya elçisini de çağırdım ona da bilgi verdim. 
Ama resmen bize hükûmet kanalıyla bir şey gelmedi.” 

Peki İsrail ile Öcalan konusunda daha önceden yapılan anlaşmalar hiç gündeme gelmemiş miydi? İsrail ile Türkiye arasında Öcalan hakkında neler yapılmıştı? Yılmaz bu konuya da açıklık getirdi:

“Yine hükûmet olarak devreye girmedi. Ama ben eylül ayında New York’ta o zaman ki İsrail başbakanıyla yaptığım baş başa görüşmemde bu konuyu dile getirdim. Kendisi de bana yardımcı olmayı vaat etti. Ondan sonra MİT 
müsteşarımız İsrail’e gitti. Karşılıklı yardımlaşma yoğunlaşmıştı.Ben İsrail ziyaretimi New York’a gitmeden önce gerçekleştirmiştim. İsrail’de yine gazetecilerin bir sorusu üzerine İsrail’i ziyaret etmemin Suriye’yi çok tahrik ettiği konusunda Arap gazeteciler sorular sordular. Ben de hiç umurumuz da değil Suriye’nin tepkisi diye sert çıktım. Bir ay sonra New York’ta Natenyahu’yla çok iyi ilişki kurduk. New York’ta Türk evine geldi bizi ziyaret etti.Orda baş başa 
görüşmede Suriye üzerinde baskıyı devam ettireceğimizi, kendilerinden de bize yardımcı olmalarını istedim. O da bana yardımcı olmayı vaat etti. MİT müsteşarının ziyareti bunun üzerine gerçekleşti, ben gönderdim.” 

Suriye Sıkışınca 

Tarih ağlarını örerken ve açıklamalar üst üste gelirken Abdullah Öcalan Suriyeli yetkililerin “Ya Türkiye ile savaşacağız, ya da seni Türkiye’ye teslim edeceğiz” büyük baskısı sonucu Şam’ı terk etmesinin zamanının geldiğini anladı. 

Öcalan’ın Suriye serüveni aslında Ortadoğu ve Türkiye üzerinde hiç bitmeyen büyük oyunlar açısından iyi incelenmesi gereken bir olay. Çünkü dün Öcalan’la kullanılan bu senaryonun yarın bir başkası için kullandırılmayacağının garantisi hiçbir zaman yok. 

Öcalan Suriye serüvenini de sorgusu sırasında anlattı. Bu noktada onu dinlemekte fayda var sanıyorum: 

Neden Suriye ? 

“1979 yılı temmuz ayında benim kuryem olan Suruçlu Ethem Akcan isimli kuryemle birlikte Suriye’ye geçtik. 

Ethem Akcan alanı çok iyi tanıyan bir elemandı, onunla birlikte geçişi yaptık. Evvela Suruç’un karşısına düşen Kobani denilen kasabada Ethem’in amcası olan Ömer Muhtar’ın evinde bir müddet kaldık. Bu arada Filistin Örgütü’yle irtibat 
kurarak bu örgütten ‘Demokratik Cephe kimliği’ elde ettik. Temin ettiğimiz bu kimliklerle Lübnan’a geçtik. Filistin Örgütü bize Bekaa Vadisi’nde yer verdi. Bu yeri kendi kampımız haline getirdik. Giderek örgüte bağlı elemanları burada topladım. Burada kendi eğitimimizi kendimiz yaptık. Her ne kadar Filistin Örgütü bizleri kendi askerleri gibi görüyorlardıysa da biz kendimizi ve onlardan ayrı olduğumuzu kabul ettirdik. Bu kampta üç yıl faaliyet gösterdik. Helve 
adı verilen bu kampa daha sonra Mahsun Korkmaz Akademisi ismini verdik. 1992 yılında Türkiye’den bugünküne benzer baskılar gelmesi üzerine ve aynı zamanda Kuzey Irak’ta bizim için faaliyet alanları doğması ve dolayısıyla 
Bekaa Vadisi’nin eski işlevini kaybetmesi üzerine Suriye’ye geçtim. Önce Hafız Esad’ın kardeşi Cemil Esad’la ilişki kurdum. Cemil Esad sosyal ilişkileri geliştiren ve kuran bir insandır. Suriye bizi siyasetten hiçbir zaman kabul etmedi. 

Sosyal ilişkiler çerçevesinde kabul etti. Cemil Esad’ı bayramlarda ziyarete giderdim. Bu arada bizim Şam’da büyük bir tüccar olarak tanıdığımız Ağa kod adlı Mervan Zerki’yle yoğun ilişkilerimiz sonucunda bu şahsın ‘El-Muhaberat’ 
denilen Suriye istihbarat servisinin elemanı olduğunu öğrendim. Mervan Zerk aslen Erzurumlu olan Kürt kökenli bir insandır. Dolayısıyla Mervan Zerki Suriye istihbaratı ve devletiyle aramızda bir halka oluşturuyordu. Suriye bizi resmen 
ve siyasetten tanımamakla, kendisinden sorulduğumuzda bizde Apo kod adlı Abdullah Öcalan isimli birisi yoktur diyebiliyordu. Yani Suriye’nin bizi siyasetten tanımaması ve sosyal ilişkiler içinde tanıması kendi açısından aldığı bir 
tedbirdir. Mervan Zerki ile ben Suriye’den ayrıldıktan sonra Al-Tecalma, Al-Vatan, El-Demokrasiye (Ulusal Demokratik Birlik) adı altında bir parti kurdu ve kurduğu bu partiyle PKK’nın mirasına konarak bizim çekilmemizden sonra Suriye’deki çok geniş olan Kürt potansiyeli toparladı. Biz Suriye’ye geldiğimiz zaman kalabalık olduğumuz için geniş evler satın almış veya kiralamıştık. Daha sonra bu evleri parti okullarına çevirdik. 
Bir Kürtçe eğitim bir de Türkçe eğitim yapan okul açtık, Suriye makamlarına ise hastalarımız ve sakatlarımız var bu evler bize lazım dedik, onlarda bu görüntü altında müsaade ettiler, ancak zaman zaman El-Muherabat’ın elemanları okullarımıza geliyorlar ve   denetliyorlardı. Şam’da ikamet ettiğim evi de kendim satın aldım. Korumamızı da kendimiz yaptık. Suriye hükûmeti uzaktan gözetleme yapmış olabilir. Suriye’de bulunduğum süre içerisinde Ali Ammar adına tanzim edilmiş Demokratik Cephe kimliğiyle dolaştım. 1992 sonunda 09 ekim 1998 tarihine kadar ağırlıklı olarak Şam’da kaldım, zaman zaman 
Lübnan’a da gittim. Benim okullarım biraz şehrin dışında kalır, Kürtçe ve Türkçe eğitim yapan iki okul ile birlikte burada bir evim daha vardır, bir de şehir merkezinde bir evim vardır.” 

Suriye’den Çıkmadan önce 

“Türkiye’nin baskısı üzerine Suriye hükûmeti bana ‘Ya Türkiye ile aramızda savaş çıkar veya biz seni yakalar Türkiye’ye teslim ederiz, tercih yapmak zorundasın’ dedi. Bu tebliği bana Ağa kod adlı Mervan Zerki yaptı. Bizde Yunanistan formülünü tercih ettik. Suriye’den çıkmadan evvel örgüt arşivini Şam’da bulunan Kürtlere dağıttık. Bu arşiv halen onlarca Kürt’ün evinde bulunmaktadır. O tarihte iki milyon iki yüz elli bin dolar param vardı. 50 000 dolarını yanıma aldım 2 milyon 200 bin dolarını Delil isimli adamıma bıraktım. Delil rastgele bir temsilcimdir. Delil’in esas ismini bilmiyorum. Diyarbakırlıdır, eşinin kod adı Mizgin’dir. Onunda ismini bilmiyorum. Delil’in Suriye’yi terk edeceğini zannetmiyorum. Sıkışırsa Kuzey Irak’a gider.” 

Abdullah Sarıkurt 

“1993 süreci Türkiye için bir tarihî fırsattı, Türkiye’nin çok barışçı bir çözüm yolu imkânı idi. Türkiye’nin cumhurbaşkanı düzeyinde en yüksek yetkilisinin kabulü vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri de pratikte iyi niyetini göstermişti. Ancak bu süreç işlemedi. Yetersizlik nedeniyle ve Özal’ında ölümüyle bu süreç bozuldu. Özal’ın 
ölümünden sonra ailesine çektiğim başsağlığı mesajını tarih bu sürecin haklılığını kanıtlayacak ve aynı noktaya gelecektir. Yani Özal’ın başlattığı sürece tekrar gelinecektir demiştim. Nitekim 01 eylül 1998’de yeniden ateşkes ilan ettik. 

09 ekim 1998 günü yanımda Yunanca bilen ve Yunanistan temsilcisi olan Rozerin kod adlı Ayfer Kaya olduğu halde bir Suriye uçağıyla çıkış yaptım. Çıkmadan evvel Avrupa temsilciliğinden bana Abdullah Sarıkurt adına düzenlenmiş bir pasaport temin ettim. Pasaporta kendi fotoğrafımı yapıştırdım.” 

Kuş Kafesini arıyor 

Abdullah Öcalan için Suriye’yi terk etmek sonun başlangıcı olmuştu. Öcalan ölümü göze alarak Türkiye’de dağlarda dolaşan, Kuzay Irak’ta, Suriye’de veya İran’da kamplarda bulunan Kürt gençleri gibi değil de rahata doğru kanat açmayı yeğlemişti. Suriye’de kafesinin kapısı açılan kuş, kendisine yeni kafes olarak Avrupa’yı seçmişti. Rahat edecekti. Korunacaktı. O güne değin Avrupa’nın verdiği destekler onu rahatlatıyordu. Acı gerçekle çok geçmeden karşılaşacaktı. Ama daha görmesi gerekenler vardı. Gerçi yakalanıp hakkında idam kararı verildikten sonra bu konuda kendisini şöyle savundu: 

‘‘Suriye’den Avrupa’ya çıkmamı şöyle açıklayabilirim: dağa çıksaydım birey olarak benim için kurtuluş olabilirdi. 

Benim için 40 yıllık bir hayal olan dağı tercih etmedim. Çünkü dağa çıkar çıkmaz durum daha derinleşirdi. Halk ve hareketin bundan dolayı zorlanacağını biliyordum. Avrupa’yı da çok kapalı buldum. İtalya’da kalmakta ısrar etseydim 
kalabilirdim. İnsanın onuru üzerine oynama tehlikesini görünce oradan ayrıldım. Bundan sonra Kenya sürecini de bir çeşit kadercilik olarak değerlendiriyorum. Adeta kafam donmuştu. Uçaktaki o barış sözcüğünü kullanmam da yeni bir 
sürecin başlangıcı oluyordu.” 

Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkışı konusunda Türkiye’ye ilk bilgi hem Amerikan kaynakları hem de Mossad tarafından ulaştırıldı. PKK lideri artık Suriye sığınağından mahrumdu. 

8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***