2 Aralık 2018 Pazar

ABD Düğmeye Bastı Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor,

ABD Düğmeye Bastı Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor,



Cahit Armağan DİLEK
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                       
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
20 Ekim 2014 Pazartesi

IŞİD'in Irak ve Suriye'de başlattığı işgaller kapsamında Türkiye sınırının hemen 
dibindeki Suriye'nin Ayn El-Arab (Kobani) kentini Türkiye ve dünya gündeminde 
uzunca süredir en üstte tutanların (PKK/KCK) Büyük Kürdistan'a giden yoldaki 
beklentileri hayata geçmeye başladı. Özellikle yaklaşık son on gündür meydana 
gelen görüşmeler trafiği ve açıklamalar bunları ortaya koymaktadır. 

Kobani Bahaneli Terör

Türkiye'de PKK/KCK/HDP'nin çağrısıyla Kobani'yi savunduğu söylenen PYD/YPG'ye yardımın önün açılması (daha doğrusu sınırda serbest bir koridorun açılarak sorgusuz sualsiz her türlü insan ve malzemenin, silahın geliş-geçiş yapabilmesi) dayatmasıyla Türkiye bir terör dalgasına maruz bırakıldı. Bu terör dalgası hükümetin HDP üzerinden İmralı'daki Öcalan'a ulaşmak zorunda kalmasıyla PKK/KCK/Öcalan cephesi terörle bir şeyler alabileceklerini bir kez daha gördü. 

Ve bunun üzerine Öcalan'dan terörü sona erdirmekle ilgili değil çözüm süreciyle 
ilgili diyalog ve müzakerenin hızlandırması çağrısı (yani aslında hükümete eğer 
müzakere şartları oluşmazsa yani benim şartlarım değişmezse terör devam eder tehdididir) geldi. Nitekim hükümetin gündeminin en üst konusu Öcalan'ın 
şartlarının iyileştirilmesi oldu.

Bununla eş zamanlı yürüyen diğer konuda yani Türkiye'nin IŞİD'e karşı 
oluşturulan koalisyona girmesi bağlamında Suriyeli muhaliflerin eğitilip-donatılması projesine PYD/YPG'nin dolayısıyla PKK'nın da alınıp 
alınmayacağı tartışılmaktaydı. PYD'nin PKK'nın uzantısı olması nedeniyle hem 
Türkiye hem ABD görünürde tereddüt yaşamış, çelişkili açıklamalar yapmışlardı.

ÖSO Devre Dışı, Suriye'nin Kuzeyinde Esas Muhalif Güç Kürtler 

İşte tam bu sırada hızlı gelişmeler oldu. ABD kararını vermiş ve harekete 
geçmişti yani düğmeye basmıştı sanki. Önce ABD'nin 2012'den bu yana PYD ile 
dolaylı görüşmeler yapmış olduğu basına sızdı. Sonra bizzat Amerikan Dışişleri 
Bakanlığı PYD ile bu hafta doğrudan görüşmeye başladıklarını ve hatta Kobani'de istihbarat paylaştıklarını açıkladı. PYD sözcüsü bir adım daha ileri giderek ABD ile Kobani'deki Kürtlere (yani PYD'ye) askeri yardımın nasıl yapılacağını görüştüklerini açıkladı.

Amerikan Dışişlerinin açıkladığı bu faaliyetlerle hemen hemen aynı zaman 
diliminde konuyla ilgili başka gelişmeler de oldu. Obama'nın özel temsilci 
sıfatıyla IŞİD stratejisinin koordinatörlük görevine getirdiği (E) Org. John 
Allen göreviyle ilgili olarak Türkiye dahil bölge ülkelerine yaptığı ziyaret 
sonrasında değerlendirmelerde bulunmak üzere geçen Çarşamba günü basın 
toplantısı yaptı. Allen basın toplantısında, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve ılımlı 
muhaliflerin nasıl bir yapı oluşturacağıyla ilgili sorular üzerine: "ÖSO ile 
resmi bir koordinasyonumuz yok. Eğiteceğimiz ılımlı muhalifleri ÖSO'nun içine 
katma gibi düşüncemiz de yok." dedi. Allen, Suriye'de siyasi muhalefeti 
güçlendirmek için ABD ve koalisyon ortaklarının çalışmakta olduğunu, bu siyasi 
muhalefetle bağlantılı "güvenilir bir kara kuvvetinin" de oluşturulacağını, 
ancak bu kuvvetin çok dikkatli incelemelerle seçilerek oluşturulacağını 
açıkladı. Yani Allen ABD'nin ÖSO'yu devreden çıkaracağını ve yerine başka bir 
ortak koyacağını açıklıyordu. Allen'in söyledikleri aslında ABD'nin sadece PYD 
konusunu değil daha geniş yelpazede ve sonuçları Türkiye'deki süreci de 
etkileyecek şekilde Barzani-Kobani-PYD(PKK) konusuna el attığını gösteriyordu.

ABD-Suriye'nin Kuzeyi-Irak'ın Kuzeyini Görüşüyor

Peki bu güvenilir kara kuvvetinin bel kemiğini kim oluşturacaktı? ABD ne 
planlıyordu? İşte bunun cevabı da geçen bir hafta on gün içinde Irak'ın 
kuzeyindeki görüşmeler ve toplantılarda saklı. Bunlarla ilgili haberler önce 
Barzani yönetimine yakın haber sitelerinde daha sonra bölge ve dünya genelindeki haber ajanslarınca yayımlandı. Buna göre;

- Suriyeli bütün Kürt parti temsilcilerinin (PYD'li Salih Müslüm dahil) 
Barzani'nin çağrısıyla Dohuk'ta Suriyeli Kürtlerin birliğinin oluşturulmasına 
yönelik  olarak geçen hafta başında toplantılar yaptılar. Bu toplantı ABD'nin 
yönlendirmesiyle yapılıyordu ve toplantılara Amerikan Dışişleri Bakanlığı 
yetkilileri de katılıyordu. ABD, Suriye'deki Kürtlere yardım etmek için bir şart 
koymuştu, o da Suriyeli Kürtlerin hepsinin (PYD dahil) tek bir yapı içinde 
birleşmesiydi. (Böylece PYD/YPG'ye verilecek yardım doğrudan verilmemiş olacak ve Türkiye'nin muhtemel tepkileri önlenmiş olacaktı. Esasen PYD/YPG, ABD'nin terör örgütleri listesinde değildi, dolayısıyla kendi iç hukukları açısından bir sıkıntı yoktu; ama Türkiye ile ilişkilerin gerilmesini de istemiyorlardı.) Ve 
toplantının liderliğini de Suriye'nin kuzeyinde PKK öncüğünde oluşturulan kanton yönetimlerine ve PYD/YPG'ye karşı tutum sergilemiş olan Barzani yapıyor, aynı Barzani PYD'ye silah yardımı yaptıklarını da açıklıyordu. Buradaki en can alıcı nokta Suriye'nin kuzeyinde Kürtleri bir araya getirme (Suriye Kürdistanı ya da Batı Kürdistan) projesinin liderliğinin Barzani'ye verilmesine PYD'den  ve dolayısıyla PKK/KCK/Öcalan cephesinden hiçbir itiraz gelmemiş olmasıdır. Bu durum bütün bunların Öcalan'ın ve Kandil'in bilgisi dahilinde gerçekleşmiş olduğunu da göstermektedir.

- Nitekim bu haberleri veren haber sitelerinde Suriyeli Birlik Kürt Partisi 
Genel Sekreterine atfen Suriyeli Kürtlerin Ankara’daki ABD Büyükelçisi ile de 
bir araya geldikleri, görüşmede Rojava’daki Kürtler için potansiyel ABD ve 
uluslararası destek üzerinde durulduğu da bildiriliyordu. Aynı haberlerde 
ABD’nin desteğini alabilmeleri için Kürt gruplarının birlikte çalışması 
gerektiğinin söylendiği, bu maksatla Duhok’ta Suriyeli Kürt gruplar arasında 
geniş kapsamlı bir toplantı yapıldığı, ayrıca grupların Kürt bölgelerini 
savunmak için ortak bir güç oluşturulması olasılığını görüştükleri de 
açıklanıyordu.

- Bu toplantılarla bağlantılı olarak Salih Müslim'in Erbil ziyaretini müteakip 
Irak Kürt bölgesi parlamentosu Suriye'deki Kürt kantonlarını resmen tanıdığını 
açıkladı. Aynı karar metninde Barzani yönetimine de anılan kantonları tanıma ve 
buralara yardım etme çağrısı yapıldı.

Türkiye Bocalıyor 

ABD-Barzani-Kobani (PYD) üçgeninde bu gelişmeler yaşanırken Türkiye'de Kobani bahaneli terör gündemden düşmüş, hükümet İmralı'dan gelen tehditkar mesajlar karşısında Öcalan'ı müzakereye razı etmek için hapishane şartlarını iyileştirme konusuna odaklanmıştı. Bununla beraber her nedense IŞİD saldırıların yoğunlaştığı günlerin aksine ABD'nin Kobani çevresindeki IŞİD hedeflerine yönelik hava saldırıları artmış, IŞİD'ın ilerleyişi durma eğilimine girmişti. 

Böylece Kobani'ye yardım konusu da gündemde alt sıralara düşmüş, hükümet akil insanlar vasıtasıyla Öcalan'ı ön plana çıkarmaya başlamıştı. Diğer taraftan 
Türkiye'nin yönetiminde en üst makamlarda kafaların karıştığı, bırakın harekete 
geçmeyi nasıl bir pozisyon alınacağı konusunda da farklı görüşler vardı. 
Başbakan ve yardımcılarından Öcalan'ın şartlarının iyileştireceğinden, PYD 
ile görüştük bu bir anlamda onları meşru görmedir şeklinde açıklama gelirken; 
Cumhurbaşkanı: "PYD bir terör örgütüdür, Öcalan'ın şartlarında mevcut durumdan daha ileri yapacak bir şey olamaz" şeklinde açıklamalar yapıyordu. Diğer taraftan yine hükümet tarafından çözüm sürecinde PKK/KCK tarafının verilen hiçbir sözü yerine getirmedikleri; ama hükümetin süreçten vazgeçemeyeceği gibi tavizkar açıklamalar geliyordu. Bu yalpalamalar tabii ki hem PKK/KCK hem de bölgede inisiyatifi ele geçirmekte olan ABD tarafından bir zayıflık olarak görülüyor, ön alıcı karar ve uygulamalarla AKP hükümetini de facto durumlarla karşı karşıya bırakma şansı yakalıyorlardı.

ABD Kararını Veriyor

Anlaşılan o ki ABD, IŞİD'in Kobani'ye saldırısının (1) Türkiye'deki çözüm 
sürecini, (2) Kobani özelinde PYD/YPG'nin statüsü ya da Suriye'nin kuzeyindeki 
Kürtlerin statüsünü, (3) Eğitilecek Suriyeli ılımlı muhalifleri,  (4) 
Barzani'nin pozisyonunu, (5) Türkiye'nin çözüm süreci, IŞİD, ÖSO, PYD 
politikalarını hep birden birbirine bağlı ve çakışır hale getirdiğini ve 
inisiyatif alacak bir ABD'nin, IŞİD eliyle Ortadoğu'yu dizayn etmeye Kürtlerin 
yaşadığı bölgelerden başlayabileceğini gördü. Liderlik pozisyon almak değil 
karar verip uygulamaya geçmektir. İşte ABD de bu aşamada liderliğini gösterdi, 
Kobani merkezli olarak yukarıda belirtilen alanlarda meydana gelen gelişmelerin 
(kamuoyuna yansımayan perde arkası gizli görüşmeler ve mesaj trafiğinin de 
olduğunu düşünmeliyiz) son halini değerlendirdi, IŞİD sonrasında öngördüğü güç dengelerine göre kararını verdi ve harekete geçti. Konuyla ilgili diğer 
aktörlere de ABD'nin bu kararını ve uygulamalarını takip etmek düşüyor.

ABD'ye göre Suriye'nin kuzeyinde IŞİD'le mücadelede Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)'na güvenilmezdi. Çünkü ÖSO'nun yapısı uyumlu çalışmıyor, savaşma yetenekleri yok, en önemlisi El Kaide bağlantılı El Nusra cephesiyle alanda çok sık koordinasyonlara girdiği biliniyor. Dolayısıyla Suriye'de ılımlı muhaliflerin 
bel kemiği olamaz. Onun yerine Suriyeli Kürtler en iyi seçenektir. Çünkü komşu 
ülkelerdeki Kürtler destek alabilecekleri gibi IŞİD'in saldırılarının başladığı 
Haziran'dan bu yana dünya kamuoyunda mağdurluk ve kahramanlıklarıyla(!) öne çıktığından batılı ülkelerden de destek gelecektir. Zaten batılı ülkeler Barzani üzerinden Kürtlere yoğun bir askeri destek programı başlatmışlardı. Aslında IŞİD kriziyle birlikte ABD başta olmak üzere batılı ülkelerin öncelikle ve ağırlıkla Barzani yönetimine politik ve askeri destek yağdırmaya başlamaları onların bir IŞİD krizi beklentisinde olduklarını ve IŞİD sonrasında Kürtlerin yeni aktör olarak bölgede yer almasına önceden karar verdiklerini de gösterebilir. İki Irak savaşıyla Iraklı Kürtler devlet olma seviyesine getirilmiştir. Şimdi sıra 
Suriyeli Kürtlerdedir. Türkiye'de ise AKP'nin çözüm süreci politikasıyla 
Kürtlerin tek temsilcisi konumuna getirilen PKK/KCK vasıtasıyla bu iş zaten 
yapılmaktadır.

İşte Suriye'nin kuzeyindeki Kürtlerin bir araya getirilmesi de Barzani 
liderliğinde yapılırsa o desteğin Suriye'nin kuzeyine aktarılması da 
sağlanabilecektir. Ayrıca Suriyeli Kürtlerin birleşmesi o bölgenin hakim silahlı 
gücü PYD/YPG'nin de görünürde meşru bir yapının altına girmesini sağlayacağından PKK terör örgütüyle bağlantılı bir gruba da açıkça askeri destek verilmemiş olacaktır. Ayrıca PYD'nin bu şekilde desteklenmiş olması PKK/KCK yapısını da belirli ölçüde rahatlatacaktır. Ne de olsa Suriye'de kendi kolu olan PYD ılımlı muhaliflerin esas silahlı gücü olacak, sonunda bunun politik getirisi de mutlaka olacaktır. Ayrıca PKK tehdit/şantaj/terörle Öcalan'ın vazgeçilmez müzakereci olduğunu, bunun devamı için hapishane şartlarının iyileştirilmesini Türkiye'de hükümetin zaten öncelikli maddesi yapmıştır. PKK/KCK tarafının Öcalan'ın müzakere etme koşullarına kavuşturulmasından kasıtları Öcalan'ın hapishaneden çıkarılmasıdır. Süreci bizzat dizayn eden kişi olarak çözüm sürecinin bu rotaya gittiğini bilen ve hükümetin taleplerini birer birer karşıladığını gören Öcalan da özgür kalacağından emindir, bu sadece zamanlama meselesidir. Dolayısıyla Öcalan açısından şu aşamada Suriye'nin kuzeyindeki birlik oluşumuna Barzani'nin liderlik yapmasını sorun etmeye, süreçte hükümetle gereksiz kırılmalar yaratmaya gerek yoktur. Öcalan özgür kaldığında bu konu zaten tekrar ele alınacaktır. 

Diğer taraftan AKP hükümeti de Öcalan'ı fiziki özgürlüğüne daha da 
yakınlaştıracak yeni tedbirleri (Öcalan'ın istediği herkesle görüşmesi, doğrudan 
kamuoyuna mesaj verebilme vs) hayata geçirecek adımları hızlandırmıştır. Yani 
hem ABD'nin hem de Öcalan'ın öngörüleri tıkır tıkır işlemektedir.

Sonuç olarak;ABD Türkiye'nin dış politikasında ve terör örgütleriyle 
mücadelesinde zig zag çizen, istikrarsız ve kararsız tutumdan da faydalanarak 
PYD ile resmi görüşmeler başlatıp düğmeye resmen basmıştır. Bu kapsamda 
Suriye'nin kuzeyinde Kürtleri esas unsur olarak seçmiş, onlara eğer benden 
yardım istiyorsanız birlik olun mesajı vermiş, şimdilik Barzani'yi de bu işe göz 
kulak olması için görevlendirmiştir. ABD ayrıca, Suriye ve Irak'ta dış 
müdahaleyle yapılanı yani Kürtlere yeni topraklar kotarılarak bağımsız bir 
devlet olmalarının önün açılmasını ne de olsa Türkiye'de AKP iktidarının bilerek 
veya bilmeyerek izlediği politikalarla kendi elleriyle yaptığını görmektedir. 
Dolayısıyla ABD aldığı karar ve uygulamalarıyla Türkiye'deki süreci de kontrol 
altına alabilmekte, yönlendirebilmekte, kendi çıkarlarına uygun şekilde ve zaman diliminde gerçekleşmesine etki edebilmektedir.

Obama'nın IŞİD stratejisinin koordinatörü (E) Org. John Allen'in söylediği gibi 
ABD Suriye'de siyasi-askeri yapısı olan yeni bir ılımlı muhalefet 
hazırlamakta dır. İşte bu yeni gücün esasını ve liderliğini Suriyeli Kürtler 
yapacaktır. Bu da Suriye Kürdistanı'nın PKK/KCK cephesinin söylemiyle Batı 
Kürdistan'ın kurulmasıdır. Yine aynı cephenin Kuzey Kürdistan dediği Türkiye 
topraklarında ise, Öcalan'ın yönettiği çözüm süreciyle sonuca ulaşılacaktır. 
Onun sonucu da Öcalan'ın özgür kalmasıdır. Öcalan'ın özgür kalması Kuzey 
Kürdistan'ın kurulması demektir. Parçaların birer birer oluşturulması büyük 
resmi yani Büyük Kürdistan'ın oluşturulmasının önünü açmış olacaktır.  Çünkü 
sızan İmralı zabıtlarında Öcalan kendisini ziyarete gelenlere: "hükümete 
kendisiyle ilgili hiçbir talepte bulunmadığını, çünkü bu süreç tamamlandığında 
kendisi dahil herkesin özgür kalacağını" söylemektedir. Yukarıda anlatılan bütün 
gelişmeler de Türkiye'nin bekasına tehdit oluşturan bu sonuçların maalesef 
gerçekleşeceğinin birer göstergesidir. Bu durum aynı zamanda ABD liderliğindeki batı koalisyonun IŞİD stratejisinin yani IŞİD eliyle bölgeyi dizayn girişiminin ilk somut sonucu olacaktır.


Uzmanın Diğer Yazıları

  ABD'nin IŞİD konulu "Harp Oyunu"; IŞİD'le mücadelede neler olacak?  
  ABD Düğmeye Bastı: Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor 
  IŞİD tehdidinin "Kazananları" ve "Kaybedenleri" 
  IŞİD Eliyle Irak'ın Yeniden Dizaynı: Kerkük'ten Sonra Musul Barzani'ye Peşkeş 
  Mi Çekiliyor? 
  Türkiye'nin Cumhurbaşkanını Seçmek; Kim Seçilirse Ne Yapar, Hangi Kararları 
  Alır? 
  Başbakan'ın "Terörün Nedeni" Tanımlaması ve Türkiye'yi Bekleyen Tehlikeler 
  PKK'nın zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin 
  bölünüşünü ilan eden kanun 
  TSK Neden Hedef Alındı ve Nasıl Bertaraf Edildi? 
  Üç Kollu Gemi Halatı ve Yeni MİT Yasası 
  AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda 
  Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve 
  Cemaat 
  İki Buçuk Savaş Tehdidinden "İki Buçuk Devlet & İki Buçuk Hükümet Tehdidi"ne 
  Dönüşen Türkiye'nin Beka Sorunu 
  Amerikan İstihbaratının 2014 Yılı Küresel Tehdit Değerlendirmesi ve 
  Türkiye'nin Durumu 
  ABD-Romanya Stratejik Ortaklığı; ABD Artık Sürekli Karadeniz'de  
  ABD Enerji Alanında da Süper Güç Oluyor 
  Tokyo 2020; Küresel Güç Dengeleri ve Asya-Pasifik'in Yükselişi 
  Esad'ı Cezalandırmak ve Askeri Operasyonun Sürpriz Etkisi 
  Amerikan Ordusu Suriye’de Askeri Harekâta Hazır mı ve Sürdürebilir mi? 
  ABD Suriye'yi Neden Vurmalı, Neden Vurmamalı?  
  PKK Terör Örgütüyle Mücadelenin Mitleri 
  Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa: 
  PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2014/10/20/7829/abd-dugmeye-basti-bati-kurdistan-kuruluyor-ocalan-ozgur-kaliyor

..


RTE’nin Müjdelerizle Geldi 2014!...

RTE’nin Müjdelerizle Geldi 2014!...


Cüneyt Arcayürek

Her geçen gün bir önceki günü aratıyor. 

Oysa Başbakan’a bakılırsa ohooo Türkiye ve halk refaha doğru almış başını gidiyor. 

Her yeni yıl insanlarımıza daha bir zenginlik, daha ferah günler vaat ediyor. Yaşamsal sıkıntıların, bunalımların giderek azaldığı günler müjdeliyor.
Başbakan’ın ağzından ballar gibi akan bu sözleri dinliyor, rahatlıyorsunuz belki ve bir de uyanıyorsun ki, 1 Ocak sabahı hükümet, ne zorba rejimden geri adım atıyor, ne yaşam sıkıntılarının giderileceğini öngören kararlar açıklıyor ne de zamlardan... ekonomi ve mali baskın önlemlerinden bir adım geri atıyor!
İşit de inanma derler ya bazılarının sözlerine. 

Bu sözün doğruluğunu kanıtlama görevini üstlemiş bir başbakanı var bu ülkenin. 

Her sözü Allah’la başlayıp biten Başbakan, zamlara da Allah’ın emri gereğidir derse şaşıracak mısınız?

***
Bu iktidar zaten uzun zaman yeni yıl kutlamalarını İslama aykırı diye propaganda yapanlara sesini çıkarmayarak destek verdi
Halkın yollara, sokaklara dökülerek istediği gibi bağırıp eğlenmesine 
TOMA’larla, biber gazıyla müdahale etmedi, tabii bir geceliğine. 

31 Aralık’ın 1 Ocak’a bağlandığı gece zorbalığı hiçe saymanın tadını çıkardı halkımız ve öyle ki TV’ler, örneğin Kanal D, yılbaşı gecesinin ertesi akşam haberlerinde bütün önemli haberleri bir yana attı, 25 dakika yılbaşının, özellikle İstanbul’da, kısaca tüm Türkiye’de nasıl coşkuyla kutlanıldığını yayımladı.
Oysa o sabah orta sınıfa, ortanın altındaki milyonlara darbe vuran zamlar açıklanmış, yürürlüğe girmişti ama... ne gam Kanal D’ye ve diğerlerine...
Zamların halkın güncel, aylık hatta yıllık olanaklarına vurduğu darbeyi yorumlayan tek bir haber yayımlanmadı. 

Milyonları Etkileyen TV’ler bu kafayla giderlerse seçimlere... 

... RTE korkusundan sıyrılacak havayı nah yakalarlar demek geliyor insanın içinden!
***
Geçende particilik nedeniyle siyasal mantığını yitirmeyen bir muhalif milletvekili bana köyde kentte bire bir görüştüğü insanların, örneğin bir çifçinin, bu Başbakan’ın zamlarla canlarına okuduğunu söylediğini, ama yine gözlerinin içine bakarak aynı çiftçinin muhalefet partilerine oy vermeyeceğini belirttiğini anlattı. 

Benim Müslüman Vatandaşımdı, şaşırmadım. 

Toplum ayakta... İktidar elinde cop, yasa yoksa yeni yasa çıkararak demokratik hak ve özgürlüklere, yaşam sıkıntılarına zamlarla her gün yeni bir darbe vuruyor.
Böyle bir manzara çizen Batılı demokrasilerde böyle bir hükümet ve başbakanı acaba bir gün görevde kalabilir mi?
***
Bu ülkede üç ay önce, Taksim’deki sapanlı görüntüleri nedeniyle polis operasyonunda tutuklanan Emine Hanım gibi kadınlarımız, toplumsal bir güç olarak bu iktidarın lanetlediği, darbe dediği, suikast diye tanımladığı Gezi eylemlerinin sadece bir iki ağaç için değil, haksızlığa ve adaletsizliğe isyan olduğunu” ve Gezi eylemleri başlasa yine katılacaklarının açıklayıcı işaretlerini verebilseler... 

... ya da Edirne’de kendini çay içmeye davet ettirmeye çalıştığı evin hanımının “çay yok, evime gelmeniz de istenmez” diye balkonundan iktidar bakanına ve tabii iktidara duygularını ifade eden yanıtını örnek alarak kadınlarımız topyekûn harekete geçebilseler.....
Bu iktidar ne yaparsa yapsın, zorbalığını dikta rejimlerini aratmayacak düzeyde uygulasın; kadınlarımız, Edirne’deki hanımla Emine Hanım gibi davransalar...
... Oy yitirmeyeceği sanısıyla sandık da sandık diye meydan okuyan AKP iktidarına önce yerel sonra genel seçimlerde okkalı bir Osmanlı tokatıyla gidiş yolunu gösterebilirler.
***
Durup durup insanların özel yaşamlarına müdahale etmediklerini söyler başbakanları.
Oysa son zamlarla bir kez daha bir bakıma insanların yaşamlarına müdahalenin, hatta koşullarını yaşanmaz durumuna getirmenin dik âlâsı uygulamalar yapıyor.
Sigara adamın keyfi... Bira içip rahatlıyor... Sağlığını koruyoruz diyebiliyor...
Hadi canım sende!.. 

Sen bütçendeki açığı kapatmak amacıyla insanların güncel yaşamlarına bal gibi müdahale ediyorsun. 

Yakındır, bu zamların gerekçesini açıklarken halka hizmet verebilmeyi sağlamak için başka olanak bulamadığını söyleyebilir
Özel yeni uçaklara, makam arabalarına şuna buna hazineyi çarçur ettiğini örtmek için son zamları getirdim diyebilir mi?
Hatta uygulamaya koyduğu dolaylı dolaysız vergileri, aman ha bana hizmet diyen halk beni zamlara zorladı, diye de savunabilir
Her şey beklenir bu iktidardan...
... Demokrasinin temel kurallarını uygulamadan gayri!  


***

Paralel vatandaş

Paralel vatandaş!


Arslan Bulut,

Herkes  “devletin çivisi çıktı”  görüşünde hemfikir. Öyle ki devlet içinde paralel devletlerden, örgütlerden, çetelerden söz ediliyor. Şikâyetçi konumda olan da Başbakan! 

Yine Başbakan’ın en yakın adamı,  “Cemaat, milli orduya, MİT’e ve AKP’ye kumpas kurdu” diyor. Genelkurmay Başkanı, kendi mensuplarına yönelik suç delilleri üretmekle başlatılan operasyon hakkında ancak yedi yıl sonra suç duyurusunda bulunuyor.
Güneydoğu’da siyasi iktidarın “operasyon yapmayın” emrinin güvenlik güçlerince uygulanması sonucu, başka bir “paralel devlet” duruma hâkim oldu. 

***
Yolsuzluk operasyonunda bakan çocukları rüşvet paraları ile birlikte gözaltına alındı ama Başbakan, arama yapılan evde polis şefi evde tespih çekti ve lahmacun yedi diye yeri göğü inletiyor! Hepsi de AKP döneminde atanan polis müdürleri, şefleri darmadağın edildi. İktidar, savcıların başsavcılara ve adli kolluk görevi yapan polislerin, amirlerine bilgi vermesi şartını getiren, Anayasa, yasa ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir yönetmelik değişikliği yaptı. Danıştay, yürütmeyi durdurdu. İktidar bu defa yönetmelik yerine yasada değişiklik yapmaya hazırlanıyor!
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yönetmeliğin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyleyince, Başbakan, bunun Danıştay’a baskı yapmak ve Anayasa’yı çiğnemek olduğunu iddia etti. Kendisi Anayasa’ya aykırı yönetmelik çıkarıyor ama bunun dile getirilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyleyebiliyor!
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, yolsuzluk operasyonu yapan savcının gözaltı talimatlarını yerine getirmedi. İktidar, paralel devlet dediği, emniyet ve yargıyı devrettiği cemaate operasyon yapacak ama HSYK, Yargıtay, İstanbul, Ankara ve İzmir’in hâkim-savcı kadrolarını değiştirmeden adım bile atamayacağını biliyor. Paralel devlet de kilitlendi, çünkü adli kolluk görevi yapan polis, fiilen “Ben hükümetin emirlerini yerine getiririm, savcıların emrini uygulamam” demiş oluyor. 

***
Bunlar iç politikada Türkiye’nin gündemi... Dış politikada, Suriye, Irak, Mısır, İran, Ermenistan ve Bulgaristan ile yeni meseleler çıktı. Yunanistan ayrı bir dert...
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Suriye’nin Türkiye’yi “Teröristlere silah sağlıyor” diye resmen Birleşmiş Milletler’e şikâyet etmesinden hemen sonra Hatay’da İHH adlı yardım kuruluşuna ait füze dolu bir TIR yakalandı. Yakalayan polisler görevden alındı! CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, “Adana’dan gelen savcı Özcan Şişman’ın ısrarına rağmen adli kolluk görevi yapan jandarma, TIR’ı aramayı başaramadı. Hatay Valisinin yazılı talimatı üzerine TIR aranmadı” dedi! İHH, Mavi Marmara operasyonunda da başroldeydi! 

***
Şimdi bütün bunlar, devletin sadece çivisinin çıkmadığını, yasama, yürütme, yargı gibi temel sistemlerinin sigortalarının attığını, yeni takılan sigortaların yükü kaldıramadığını, kabloların, prizlerin yanmaya başladığını, evin büyük bir yangın tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Yeni İçişleri Bakanı Efkan Ala ise yargı sisteminin tamamen değiştirilmesi, jüri sisteminin getirilmesi ve “meslek dışı hâkimlik” modelinin uygulanmasını istedi! 

Yani, “Hukuk fakültesi okuyup, iki yıl staj yaptıktan sonra çeşitli kademelerden geçip, yüksek yargıya ve büyük şehirlerdeki görevlere atanan hâkim ve savcıların, paralel devlet adına hareket etmesini önleyemiyoruz, hâkimlik yetkisini vatandaşa verelim” demiş oluyor.
Partizan duygular içinde bulunan vatandaşa nasıl güvenilecek?
Zaten mesele, “Paralel Devlet” ten önce Coşkun Telciler’in son mesajında ifade ettiği gibi PKK ile müzakereleri savunan, Ermeni soykırımını tanımaya hazırlananlara ses çıkarmayan, Barzani ile gurur duyan, yolsuzlukları savunmak için mitinge kefen giyerek giden  “paralel vatandaş” tır!


***

Bu Ne Yüzsüzlük, Bu Ne Pişkinlik

Bu Ne Yüzsüzlük, Bu Ne Pişkinlik?


Mehmet Türker

İktidara mağdurları oynayarak geldiler!..
Türban mağduriyeti!..
Şiir okudum, hapse attılar” mağduriyeti!..
28 Şubat “darbe” mağduriyeti!..
Kapatma davası, falan filan mağduriyeti!..
Ve tam 11 yıl bu mağduriyetler üzerinden siyaset yaptılar…
Mağduriyet edebiyatının sermayesi tam bitmişti ki…
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonları yapıldı, iki bakan çocuğu ve Türkiye’nin en büyük kamu bankasının genel müdürü içeri atıldı!..
Aaa…
Bundan da mağduriyet çıkardılar!..

* * *
Bu işlerin en büyük ustası Zati Sungur idi…
Sonra Abrakadabra geldi…
Onlar şapkadan tavşan çıkarıyorlardı!..
Yeni ustalar da yolsuzluk ve rüşvetten “mağduriyet” çıkarmaya başladılar!..
Yolsuzluk ve rüşvet bir kenara atıldı, bunun ortaya çıkarılması darbe oldu!..
İktidarın TV’lerdeki palyaçoları ile basındaki yalaka ibişleri darbeleri sayıyorlar:
27 Mayıs…
12 Mart…
12 Eylül…
28 Şubat…
Ve 17 Aralık!..

* * *
Neden 17 Aralık?..

Çünkü dolar fırlamış, borsa çökmüş; tam da ekonomide çok iyi ilerlerken…
Malı götürenler götürmeye devam etsinler, aman ekonomi bozulmasın!..
İyi de, iddiaya göre malı götürenler arasında Ekonomi Bakanı’nın oğlu da var!..
O zaman, “Malı götürmenin zamanı mıdır?” diye babasına sorsaydı!..
Yıllardır neler geldi, neler geçti, neler gördük; ama böylesini hiç görmedik…
Türkiye’de malı götürenler değil de malı götürenlerin üzerine gitmek, yolsuzluk ve rüşveti açığa çıkarmak suç oldu, “darbe” oldu!..
* * *
Adamın evindeki ayakkabı kutularından 4.5 milyon dolar çıkıyor, bunun yakalanması “darbe” oluyor, zamanlaması “manidar” bulunuyor!..
Bakanın oğlunun Boğaz manzaralı “rezidansında” 6 büyük boy kasa ve milyonlar bulunuyor, “Vay neden baskın yaptın, neden o paraları buldun? Bunun adı darbedir” deniliyor!..
Darbeyse, bu durumda Tayyip Bey ve şürekası yine mağdurdur!..

* * *
Şapkadan tavşan çıkarmak kolay…
Bazı usulleri vardır, seyirciler uyutulur; bunu yapan sihirbaz çoktur!..
Ama seyircileri uyutarak yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan mağduriyet, hele hele darbe çıkartmak şimdiye kadar hiçbir usta sihirbazın harcı olmamıştı!..
Dünyada böyle bir sihirbaz yoktur!..
Çok şükür, o da bize nasip oldu!..
Ama seyirciler uyuyorsa, sihirbazların ne kabahati var?!.

Yeni bir skandal!..

Hatay’da Suriye’ye “insani yardım” taşıyan bir TIR durduruluyor, gıda balyalarının arasından silah, mühimmat, hücum yelekleri bulunuyor…
Dünyaya bir kez daha rezil oluyoruz!..
Türkiye son bir yılda sıklaşan ağır bir suçlama altında:

Türkiye, Suriye’de adam öldürüp kanını içen El Kaide gibi şeriatçı örgütlere silah akışı sağlıyor

Bu durum bir yana, son olayda Türkiye yeni bir skandalla sarsılıyor, Hatay Valiliği’nin yazılı emriyle Jandarma savcı talimatını dinlemeyerek ikinci bir aramayı yapmıyor, TIR saatler sonra yoluna devam edip gidiyor…
İlk aramayı yapıp silah ve mühimmat bulan polisler ise görevden alınıyor!..
Terörle Mücadele Savcısı, Türkiye’de ikinci defa adli kolluğa söz geçiremeyen yargı mensubu olarak çaresiz kalıyor ve tutanak tutmakla yetiniyor!..

* * *
Hatay’da önce polis tarafından çevrilen TIR’da silah, mühimmat, hücum yelekleri olduğu anlaşılıyor, fakat olaya Jandarma bölgesi olduğu için Jandarma müdahale ediyor, durumu Hatay Valiliği’ne bildiriyor, TIR’daki bir şahıs da kendini MİT görevlisi olarak tanıtıyor…

Daha sonra Jandarma’ya Hatay Valisi’nin imzasıyla yazılı bir talimat geliyor, yazıda “MİT’e ait bir aracın durdurulduğu, yoluna devam etmesi gerektiği” gibi ifadeler kullanılıyor!.. Jandarma da savcının talimatını dinlemeyerek serbest bırakıyor!..

Böylece yargı, adli kolluk ve mülki idareyle yine karşı karşıya geliyor!..
Birincisi, “değiştirilen adli kolluk yönetmeliğinin” yürütmesi Danıştay tarafından durdurulmasına rağmen, Jandarma operasyonu niçin Valiliğe bildiriyor?..

İkincisi, Valilik yazısına göre bu aracın içindekiler kurumun ihtiyacı olarak MİT’e ait ise silah, mühimmat ve hücum yelekleri niçin “gıda yardımı” olarak gösteriliyor ve Suriye istikametinde işi ne?..

Bu durum, MİT’in Suriye’deki El Kaide gibi kan içici şeriatçı örgütlere silah ve mühimmat sevkıyatı yaptığı kuşkularını kuvvetlendiriyor!..

Son olay ve bu iddialarla “hukuk devleti” kavramı bir kez daha çöküyor, dünyaya rezil oluyoruz!..

Durum çiçeği burnunda İçişleri Bakanı’na soruluyor verdiği cevap:

Herkes işine baksın

Bu ülkede daha başka ne beklersiniz?!..


***

Tayyip, Cemaat'i yenerse bunlar olur!

Tayyip, Cemaat'i yenerse bunlar olur!


Sabahattin Önkibar,

Cemaat gerçek bir örgüt, üstelik poliste elemanları olduğu için silahlı.
Devletin ciğerine oturan kanserli bir ur.

Bu tartışılamaz...

Ancak Tayyip'le Cemaat arasındaki kavgada Tayyip'in yanında saf tutmak büyük gaflettir.

Niçin mi?

Tayyip, Cemaat'e diz çöktürürse onu artık Allah'dan başka kimse durduramaz da ondan!..

Söyleyin Cemaat gibi milyar dolarları, milyon satan gazeteleri, çok izlenen televizyon kanalları, yüzlerce yargıcı, polis müdürü, onlarca valisi ve üst düzey bürokratı olan bir örgüte boyun eğdirecek Tayyip Erdoğan'a bundan böyle kim zerrecik olsun itiraz edebilir?
Cemaat'in yenildiği gün Türkiye Cumhuriyeti'nin adı fiilen Tayyiban Cumhuriyeti olacak!

Dolayısı ile bu kavganın galibi değil, mağlupları olmalı yani ikisi de yenilmelidir.
Doğrudur, Türkiye'nin bekası bağlamında asıl büyük tehdit cemaattir.
Ancak yakın tehdit de Tayyip Erdoğan'dır.
Fethullah Grubu cemaat de, Tayyip Erdoğan Grubu cemaat değil mi?
İmam Hatip dayanışması örgütsel bir tavır değil mi?
Oyuna ve gaza gelmek yok, ikisi ile de mücadeleye devam!
Çete'ye karşı kurulan Tayyip timi!

AKP'nin 320 küsür mebusu var ama Tayyip Erdoğan, Efkan Ala'yı İçişleri Bakanı yaptı niye acaba?

AKP'de bu soruyu soracak bir yürek yok, o zaman ben soruyorum niye?
Niyesi şudur:
Belli ki Tayyip Erdoğan, Efkan Ala'ya o vekillerin tamamından daha fazla güveniyor. Öyle olmasa müsteşarını bakan yapmazdı.

Peki bunun siyasi okuması mı?

Efkan Ala'nın kurulmaya çalışılan operasyon timine komutanlık edeceğidir.
Nitekim bütün kritik merkezlere onun yakın çevresinden atamalar yapılıyor.
Kabinedeki değişikliğe bakın, tamamı Tayyip Erdoğan'ın ağzına bakan isimler.
Sanki Bakanlar Kurulu değil de Fedailer mangası!

İkinci operasyona ne oldu?

Savcı operasyon için hatırlayın sarı zarfları Emniyet'e göndermiş lakin Emniyet bu emri çiğneyerek yargıya meydan okumuştu.

Aradan günler değil haftalar geçti tık yok.

Evet İstanbul'daki ikinci operasyondan söz ediyoruz.
Tayyip bu operasyonu unutturmak için örgüt ve çete mavraları yapıyor ama ortada bir cenaze yani kararı alınıp uygulanmayan bir yargı hükmü var.
Bu soruşturmaya getirilen savcılar bilsinler, bunun bir sorumluluğu var.
Aynı şekilde Başsavcı Çolakkadı bunun altından kalkamaz.
Göz göre göre delil karartılıyor, umursayan yok.
Ama Bilal'i nasıl ifadeye çağıralım demesinler.
Bu ülkede hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Bilal eğer suçlu ise o da bedel öder. Değilse de aklanır..

Çolakkadı göreve..

El Kadı ile Bilal'i İsrail mi buluşturdu?
Hangi taşı kaldırsan Bilal Erdoğan çıkıyor.
Dün sanal medyada bir fotoğraf, Bilal terörist Yasin El Kadı ile aynı masada!
Bu çocuğun böyle bir adamla ne işi olur?
Yoksa bu da mı İsrail tezgahı?
İki ismi AKP'ye komplo kurmak için İsrail mi buluşturdu acaba?
Keza pek çok yolsuzluk iddiasınının merkesinde yine Bilal var.
Var ama ifadesi bile alınamıyor.
Urfa Belediyesi bile çok zenginmiş gibi servet değerindeki arsasını Bilal'in vakfına bağışladı.

Peki Bilal'in soyadı Erdoğan olmasa Fakıbaba yapar mıydı bunu?

Elektrikçi Guvernör niye istifa etmiyor?

Adam ekonomist falan değil, elektrikçi.

ODTÜ'nun elektrik-elektronik bölümünden mezun ama bizden denilip Türkiye gibi bir ülkenin Merkez Bankasına Guvernör yapıldı.
Yapılınca da sadece kendini değil kurumunu rezil etti.
Çıktı ortaya Aralık sonunda dolar 1.920'nin altında olacak dedi.

Peki ne mi oldu?

Dolar dün 2.200'ye dayandı.
Böyle bir tabloda bu adamın hemen istifa etmesi gerekmiyor mu?
Öyle ya onun sözüne inanıp ithalat yapanlar sefilleri oynuyor.
Aynı şekilde dövizle işi olanlar o devlet taahhüdüne inananıp büyük zararlara uğradı.

Ben CHP ile MHP'nin yerinde olsam Merkez Bankasının kapısına dayanır, eylem yapardım.

***

Bir Ayakkabı Kutumuz Bile Yok,

                Bir Ayakkabı Kutumuz Bile Yok!


İsmet Özçelik

Yeni yılın ilk günü öğle saatlerine doğru büroya gitmek için dolmuşa bindim. Hemen önümdeki koltukta karı-koca olduğunu sandığım bir çift oturuyor. Hararetli hararetli tartışıyorlar. İster istemez kulak misafiri oldum.
Ekonomik sıkıntıları olduğu belli. Sıkıntılarına çare aradılar. Öyle koydular olmadı, böyle koydular olmadı. Formül üzerine formül geliştirmeye çalıştılar. Ama bir sonuca varamadılar. Sıkıntı ciddi ki farkında değillerdi. Dolmuştaki herkes durumdan haberdar oldu.

Birbirlerinin yüzüne baktılar. Sevgileri yüzlerinden okunuyordu. Kadın büyük bir aşkla erkeğe tekrar baktı. Biraz da işi mizaha vurarak, "Bir ayakkabı kutumuz bile yok" dedi.

Erkek gülümsedi. Göremedim ama belki de kadının elini daha sıkı tuttu. Arkasından da "Yok yok, AKP gitmeden bu işin içinden çıkmak zor" dedi. Kadın da umut ve sevgiyle erkeğe gülümseyerek başını omzuna yasladı.
Dolmuştaki yolcular birbirimize baktık. Garip bir mutlulukla bizler de birbirimize gülümsedik. Sanki herkes birbirine "Çözüm netleşiyor" der gibiydi...
***
Erdoğan'ın kadrolu mitingcileri

AKP, partideki paniği önlemek için yeni yöntemler geliştirmeye başladı. Trabzon ve Trakya'da meydanlar boş kalınca, "kadrolu motorize mitingciler"(!) oluşturdu. Bunun son örneği Manisa'da yaşandı.
Manisa'dan aradılar. Erdoğan'ın Akhisar, Demirci, Salihli mitinglerini anlattılar. Erdoğan'ın mitinglerden sonra belediyede ve yollarda oyalanması dikkatlerini çekmiş. Sonra işin aslını öğrenmişler. Erdoğan oralarda oyalanırken, "kadrolu motorize mitingciler" bir sonraki miting alanına yetişmeye çalışıyormuş. Bir yerden bir yere giderken, Başbakanın yolunu kesen, konvoyu durduran ekip de aynı amaçla hareket ediyormuş. Planın parçasıymış.

Çekimler ve kalabalıklar

AKP miting görüntülerinin televizyonlara ve gazetelere servisinde son derece profesyonel davranıyor. Küçük kalabalıklar dev mitingler gibi gösteriliyor. Konunun uzmanı kıdemli bir kameraman anlattı. "Bakın mitinglerde görüntüler hep AKP tarafından servis ediliyor. Canlı yayınlar AKP eliyle verilen görüntülerle yapılıyor. İşi şansa bırakmıyorlar. Çekim hileleri ile 5 bin kişi 50 bin kişi gibi gösteriliyor. Fotoğraflar da öyle" dedi.

AKP sıkıştıkça durumu kurtarmak için her yolu deniyor. "Seçim hileleri"nden sonra "görüntü hileleri" de gündemde.

***

Ayakkabı kutusu ve para sayma makinesi (!)

AKP açısından sıkıntılı iki nesne. "Ayakkabı kutusu" ve "para sayma makinesi." AKP'liler çok tedirgin. "Bu iki şeyi duyunca veya bir yerde görünce kahroluyoruz. Bankada işimiz oluyor. Görevli para saymaya başlayınca aklımıza bakan çocuklarının odalarında bulunan para sayma makineleri geliyor. Birisi bir laf çarptıracak diye ayakkabı dükkanına gidemez olduk" diyorlar.

"Para sayma makinesi ve ayakkabı kutusu" önümüzdeki iki yılın simgesi olmaya aday. Daha şimdiden meydanlara, "Para sayma makinesi ve ayakkabı kutusu" heykeli dikmek için girişimde bulunanlar var.
AKP, yolsuzluk ve rüşvet! Uyum mükemmel!
Bu uyumun gizlenmesi için neler yapılmadı ki! Ama artık kral çıplak. Herkes her şeyi görüyor. Hayırlara vesile olur inşallah!


 ***

Cumhurbaşkanı’na açık çağrı,

Cumhurbaşkanı’na açık çağrı,


Ahmet Hakan

SAYIN Cumhurbaşkanı...
En tepesinde bulunduğunuz ülke...
-Mahkeme kararlarının uygulanmadığı...
-Polisin, savcı talimatlarını kulak arkası ettiği...
-Yolsuzluk soruşturması yapan savcıların “çete elemanı” olarak ilan edildiği...
-Hâkim ve savcılara “Acaba Cemaatçi mi, hükümetçi mi” diye bakıldığı...
-Yargı kararına rağmen bazı kişilerin soruşturulmadığı...
-Bazı kişilerin “dokunulmaz” sayıldığı...
-“Yargı içinde çete var” iddiasının Başbakan tarafından en yüksek sesle dile getirildiği...
-Rüşvetin ve yolsuzluğun üzerinin kapatıldığı algısının tavan yaptığı...
-“İki bin kişilik çete var, hepsi temizlenecek” iddialarının havalarda uçuştuğu...
-Hükümet kanadından her gün “Yargıtay’da imam var, emniyette imam var, adliyede imam var” türü vahim iddiaların geldiği...
-Başbakan’ın istiklal mücadelesi ilan ettiği...
-Koskoca bakanların olup bitenleri “Amerikan komplosu” olarak açıkladığı...
-Ses çıkaran işadamının ümüğüne basıldığı...
-Ayakkabı kutusu gösteren vatandaşın karakollara çekildiği...
-Başbakan danışmanlarının “Ürpertici devlet gelenekleri vardır, benden hatırlatması” diyerek “Her an faili meçhule kurban gidebilirsiniz” imasında bulunduğu...
-Faili meçhul cinayetlerin ülkeye huzur getireceğini söyleyen iktidar yanlılarının olduğu...

-Herkesin herkesi tehdit ettiği...

-Ergenekon, KCK, Balyoz, Şike gibi davaların, “Biz bu davaların savcısıyız” diyen hükümet cephesi tarafından toptan çürüğe çıkarıldığı...
-Genelkurmay Başkanlığı’nın “Bizim elemanlara kumpas kurulmuş” diye suç duyurularında bulunduğu...
-Yaşanan derin krizden “genel af” havucu gösterilerek çıkış arandığı...
-Ekonominin allak bullak olduğu...
-Öfke çığlıklarının, intikam naralarının, savaş tamtamlarının her tarafı kapladığı...
-Huzursuzluğun, istikrarsızlığın, belirsizliğin, önünü görememenin her geçen gün daha da arttığı...
Bir ülke haline gelmiştir.

*
Sayın Cumhurbaşkanı...
Tablo budur.
Ve siz bu tablo içinde...
Sadece şu iki cümleyi söylüyorsunuz:
-BİR: Yargı bağımsızdır.
-İKİ: Paralel devlet olmaz.
Birinci cümleniz iktidar karşıtlarına, ikinci cümleniz ise iktidar yanlılarına atılmış birer plastik çiçek gibi...
Ve siz, plastik çiçekleri atmış olmanın verdiği rahatlık duygusuna yaslanarak gül gibi geçinip gidiyorsunuz.

*
Sayın Cumhurbaşkanı...

Memleketin içinde bulunduğu durum, “idare-i maslahatçı” bu iki cümle ile geçiştirilemeyecek kadar vahimdir.
Yargı alenen ve resmen çökmüştür... Hukuka olan inanç sıfırın altına inmiştir... Hükümet elle tutulmayan, başı sonu belirsiz soyut düşmanlara karşı istiklal savaşı ilan etmiştir... İç çekişmeler yukarıdan aşağıya herkesi etkilemiş, cepheleşme alabildiğine artmıştır... Kimsenin kimseye güveni kalmamıştır...
Ve siz, işte bu ahval ve şerait içinde sadece durumu geçiştirmeye, maslahatı idare etmeye çalışıyorsunuz.
Oysa bilmelisiniz ki...
Bu tür durumlarda cumhurbaşkanları her şeyi yapabilirler ama bir tek “idare-i maslahatçılık” yapamazlar.

*

Sayın Cumhurbaşkanı...

Eğer “Şu kriz daha da derinleşsin, nasıl olsa bu işin sonucu beni ön plana çıkarır, nasıl olsa sonuçta anahtarlar bana teslim edilir” diye düşünüyorsanız...
Fena halde yanılıyorsunuz.
Memleketin içine girdiği şu vahim tablo karşısında bile, sırf kişisel kariyerini tehlikeye atmamak için etkili ve hakkaniyetli bir tutum almaktan kaçındığı düşünülen bir devlet adamına hiçbir toplum anahtar falan teslim etmez.
Memleket toz duman olmuşken en küçük bir riski bile almaktan kaçınarak ikbali yakalayamazsınız, tersine siz de o toz duman arasında kaybolup gidersiniz.

*
Sayın Cumhurbaşkanı...

Ortada apaçık bir çürümüşlük, aleni bir kokuşmuşluk var.
Bu çürümüşlük ve kokuşmuşluk...
Siyaseti de, kurumları da, hükümeti de, Cemaat’i de, yargıyı da, emniyeti de, en üst düzey yargı kurumlarını da, istihbarat örgütünü de, cephe savaşları yürüten medyayı da, devletin valilerini de, Silahlı Kuvvetleri’ni de önüne katmış sürüklüyor.
Eğer derhal etkin bir tutum almazsanız, bu çürümüşlük ve kokuşmuşluk sizi de önüne katıp sürükleyecek.

*
Sayın Cumhurbaşkanı...
Hemen harekete geçin lütfen.
Anayasal görevlerinizi
yerine getirin.

***

Şarkıya fazla kaptırmış kendisini

Şarkıya fazla kaptırmış kendisini


Selcan Taşçı,

Kapatma Davası”ndan başlayıp  “AKP’yi hedef alan tehditler” diye nitelendirdiği bir dizi olayı sıraladıktan sonra “ama” diyor;

Eski Türkiye ile mücadele etmek suretiyle, Yeni Türkiye’yi inşa ettik...  O gün nasıl ki askeri vesayete karşı mücadele ettiysek bugün de cemaat vesayetine karşı mücadele ediyoruz...  BİZİM karşı olduğumuz Ahmet’in ya da Mehmet’in vesayeti değil, doğrudan vesayetçi yapıya karşıyız... Gülen hareketi kendi hesaplaşmasını yapıp (...) hukuksuz uygulamalara imza atmış olabilirler. Bu (...) BİZİM askeri vesayet ve Ergenekon’la mücadelemizin  yanlış olduğu anlamına gelmez. Peki bu BİZE bir mükellefiyet yükler mi? Yükler. (...) cemaat ele geçirmek istediği yerlere, Ergenekon bayrağını sallamak suretiyle sızdıysa bunu tasfiye etmek görevimiz olmalı. O nedenle diyorum ki, geçmişte askeri vesayete karşı mücadele verdik şimdi de cemaat vesayetine karşı mücadele edeceğiz.” 

Bu satırları yazan kişi Yalçın Akdoğan olsa anlarım; nihayetinde AKP milletvekili, Başbakan’ın Başdanışmanı.
Yiğit Bulut olsa -eski yazılarını hatırlayıp çok gülerim ama- anlarım; nihayetinde Başbakan’ın danışmanı.
Ne bileyim Yıldıray Oğur olsa, Hilal Kaplan olsa, Ahmet Taşgetiren olsa -kendilerine “ödenek” tahsis edilmişti- “akil”lik  kontenjanından “kadrolu” sayılabilirler; anlarım.
Ve fakat  “birinci çoğul şahıs”  ekiyle AKP’nin bütün eylemlerini sahiplenen, kendisini de bu siyasal yapıya dahil eden kişi iktidara yakın da olsa halihazırda bir gazetenin Ankara temsilcisi. Bir gazetecinin bir siyasi yapıdan taraf olmasını dahi aylarca-yıllarca tartışmış medyamızın, meslek örgütlerinin, şimdilerde gazetecilerin “parti sözcüsü” gibi, “biz” diye manifestolar döşenmesini garipsememesi de epey garip değil mi! Ya televizyon kanallarının “Biz” diyerek AKP’ye yakın değil; resmen dahil olduğunu beyan etmiş birine hâlâ “gazeteci” sıfatıyla “propaganda” yaptırmaya devam etmesi?!
Muhalefetteki siyasi partilerden herhangi biri, gazeteciliğini AKP’nin siyasi mücadelesine adadığını ilan eden bu zatı herhangi bir etkinliğine davet edebilir mi bundan böyle? Gazetecilik yapmaya mı geliyor, ajanlık için mi; emin olabilir mi?

***
Yazıyı yazarken fonda  “Beraber yürüdük biz bu yollarda...”  çalıyordu belli ki; şarkıya fazla kaptırmış kendini!
Abdülkadir Selvi’ye AKP yöneticisi, sözcüsü, milletvekili, danışmanı, personeli vs. olmadığını sadece  “gazeteci”  olduğunu hatırlatmalı bence biri. Hayır, her şey bir yana bu “yanılsama” sağlığı için de tehlikeli...

Aydını böyleyken, kızılır mı cahile,

Medyanın halleriyle başladık  madem, devamını da öyle getirelim bugün.
Akif Beki ile Aslı Aydıntaşbaş’ın kısır/sonuçlanmamaya mahkum tartışmalarından birine denk geldim dün sabah.
Hafta içi hemen her sabah göründükleri ekran, Türkiye’nin sayılı haber kanallarından biri; CNNTürk. İkisi de gazeteci, yani “haberdar etmek”  öncelikli vazifeleri.

Aydıntaşbaş, güya Başbakan’ın yılbaşı gecesi yayınlanan “Millete Hizmet Yolunda” konuşmasını yorumlayacak.

Birinin, hele ki gazeteciyse, hele ki milyonların karşısına çıkıp da fikir beyan edecekse, konuştuğu konuda asgari ölçüde -ki asgari bilgi de yetmez yoruma, derinlemesine incelemeli ki çözebilmiş olsun aslında ne anlama geldiği-nasıl anlaşılması gerektiğini- bilgi sahibi olması beklenir değil mi?
Bu hanımefendide o yok işte!

Millete Hizmet Yolunda konuşması üzerine bayağı iddialı bir tonda ahkâm kesiyor ama ilk cümle şöyle

Galiba daha önce başka bir adı vardı... Şimdi adı başka...” 

Haydaaaa; biliyorum bu esprinin de suyu çıktı ama bahçıvansın  biberin yok, gazetecisin haberin yok demekten başka ne söylenir şimdi buna!
Ulusa Sesleniş”ten “Millete Hizmet Yolunda”ya geçiş sırasında onca tartışıldı, sayısız köşe yazarı yazdı, bir dolu gürültü patırtı çıktı, ülkenin en köklü gazetelerinden birinin de yazarı olan Aslı Hanım’ın konuya alakası  “galiba adı başkaydı” derecesinde! Neyse yayın sırasında biri mesajla bildiriyor da öğreniyor “ne hakkında konuştuğu”nu!

Yorumun devamı şöyle:

Anladığım kadarıyla duaları referans gösteriyor...” 

Üzerine yorum yaptığı konuşmayı izlememiş bile yani; başka gazetecilerin yorumlarından anladığı kadarıyla yorumluyor!
Dünkü çocuk değil; Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl, NTV, Sabah, Habertürk, Akşam, Milliyet, SkyTürk’te çalışmış, Ankara ve Washington temsilcilikleri yapmış “tecrübeli” varsaydığımız gazetecinin, ülkemizde gazeteciliğin hali bu işte!
Aydını bu seviyede olan memlekette nasıl kızalım cahile, cahilin tercihlerine!

***

Raund Erdoğan’ın

Raund Erdoğan’ın


Melih Aşık,


Özdemir İnce dostumuz görüntüyü birkaç çizgiyle resmetmiş:

AKP ile Fethullah Cemaati el birliğiyle Cumhuriyeti yıktılar, bütün yapılarının temellerini dinamitlediler: Ne milli eğitim kaldı, ne laiklik ilkesi kaldı, ne erkler ayrılığı kaldı, ne özgür ve laik yargı, ne de Cumhuriyet’in polis teşkilatı kaldı. TSK zaten şamar oğlanına döndü... Cumhuriyet’ten sonra sıra geldi birbirlerini yıkmaya...”
Kavga kızışırken... Cemaat son günlerde belli bir telaş ve gerileme içinde görünüyor...

Bugün gazetesi patronu Akın İpek’in altın madeninin durdurulması... Poliste tayinler... Başbakan’a 2000 kişilik tasfiye listesi verildi haberleri... Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yargıda cemaat örgütlenmesine soruşturma başlatması... Genelkurmay’ın dün yaptığı yargı hakkındaki suç duyurusu... Başbakan’ın cemaate yönelik “ajan ve komplocu örgüt” suçlamalarının dış dünyadaki cemaat okulları ve benzeri yatırımları olumsuz etkileyecek olması... Bu zincirleme gelişmelerin Cemaat’i endişelendirmemesi imkansız.
Bu arada dört bakan ve çocukları hakkındaki rüşvet iddiaları Başbakan’ın “tezgahkomplo, ajan, örgüt, suikast” haykırışları arasında geri plana düştü... Başbakan’ın kavgada üstünlüğü ele geçirmesini konuşurken bir dostumuz dedi ki:

- İyi de hem Başbakan hem basın, Cemaat’in arkasında ABD’nin bulunduğunu söylüyor. Cemaat’in ezilmesine ABD sessiz mi kalacak? Ya da ABD yenilgiyi kabul edecek mi?
Bu da doğrudan AKP’yi ilgilendiren bir soru tabii...
Şahıs hükümeti!
Ziya Paşa’nın 1870 yılında Cenevre’de çıkardığı Hürriyet gazetesine yazdığı “İdare-i Cumhuriyye ve Hükümet-i Şahsiyye” başlıklı makale bugünkü nesile de ders verir nitelikte:
Cumhuriyet idaresinde padişah, imparator, sadrazam yoktur. Memleketin padişahı, imparatoru, kralı memleketin ahalisidir... Cumhuriyet idaresinden gazeteciler hükümeti koltuklamaya borçlu olmayıp kanun hükmü çerçevesinde her türlü tarizi (eleştiriyi) yazmaya yetkilidirler... Meclis üyelerinin hiçbirinde memuriyet üzerinden zengin olmakpara kazanmak kusuru olamaz. Cumhuriyet idaresinde bakanların entrikaları asla yürüyemez.

***
Şahıslara bağlı hükümetlerde bunların vükelası, müsteşarları unvanıyla bazıları iş başına geçerler. Sözde memleket bunların ceddinden miras kalmış çiftlik, halk da çiftlikteki damızlık gibi milyon halkı çalıştırırlar, soyarlar, ellerindekini alıp kendi safahatlarına harcarlar. Himaye ettiklerinden biri suçlu olsa kanunun pençesinden kurtarır, mahkemede haksız bir işi olsa haklı çıkartır, düşmanlık ettiği bir adamı asla suçu yokken hapsedip sürer, geçim yolunu ortadan kaldırır, sefalet çektirir. Şahıslara bağlı hükümetlerde gazeteciler işbaşındaki büyüklerin dalkavukluğuyla geçinirler. Hükümet bir fena işte bulunsa da gene övgülerini göklere çıkartırlar. Yapılan fenalığı iyilik gibi göstermeye çalışırlar. Zira asıl maksatları vatana ve millete hizmet olmayıp para kazanmaktır.

(Alpay Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, s. 42)

ÇAY

Bir iktidarın başına gelebilecek en acı olay nedir?
Koltuktan düşmek, diyebilirsiniz...
Ama daha kötüsü de var...
Halk deyimiyle..
Eşekten düşmüş gibi olmak...
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun başına gelen işte o...
Edirne’de mahalleleri gezerken evinin balkonunda çay içen bir aileye sesleniyor;
- Çayınız varsa biz de gelelim..

Balkondan ses:

- Evde çay yok, gelmeyin...

Türkiye gibi konukseverliğin zirveye vurduğu bir ülkede... Bir aile bir bakana böyle bir cevap veriyorsa, denecek ne kalıyor?
(Görmedik, demişler. İnanalım mı?)
1,6 milyar dolar ödenen savaş uçakları TSK’ye teslim edilmiyormuş.
Uçağın modeli “Awacs” mıydı, Awanacs mı?

***

Akif Kökçe

SEÇ

AKP iktidarının 11. yılında Türk halkının önüne konulan demokrasi seçeneklerini Müyesser Yıldız yazmış:

Erdoğan mı, Gül mü?
Erdoğan mı, Gülen mi?
AKP mi, Cemaat mi?
Cemaat mı, KCK / PKK mi?
AKP+PKK mı, CHP+Cemaat mi?
AKP hukuku mu, Cemaat hukuku mu?
Yolsuzluk mu, bölünme mi?
Aydınlık bir seçenek mi? Arayın ki bulasınız...

ŞÜKÜR

TMSF Hakan Şükür’ün Lig TV’deki yorumculuğuna son verdi.
AKP demokrasisinin doğal icraatı bu...
Biat etmekte hata mı yaptın? İktidar yanındayken karşı tarafa mı geçtin?
Cezalardan ceza beğeneceksin...
Üzerine vergiciler salınacak... Eğer devletle işin varsa işin elinden alınacak... Fırıncıya sana ekmek vermemesi bile söylenecek...
Devlet terbiyesi... Demokrasi ilkeleri... İnsan hakları...
Edep, adap... Hepsi hikaye...
Çünkü iktidarda kolayca gazaba gelen ve intikam duygusuyla sarmalanınca gözü hiçbir şey görmeyen bir iktidar var.

Tanrı sizi korusun.


***