3 Ekim 2018 Çarşamba

MGK'DAKİ HARİTAYA SIĞMAYAN ÖZBEK ÇOCUK


MGK'DAKİ HARİTAYA SIĞMAYAN ÖZBEK ÇOCUK 



Behiç Gürcihan
Kategori: Siyaset
2005-05-27

Hiç Dikkat ettiniz mi bilmiyorum; 

Devlet Büyüklerimizin periyodik olarak toplandığı MGK Salonunun bir duvarında Türkiye haritası bulunur.

Sınırlarına hapsedilmekle kalmayıp, Sınırlarının tartışılır hale gelmesine engel olamayan; adalet girdabına düşmüş bir devletin en sembolik görüntüsüdür o harita.

Nasıl mı...

İsterseniz Biraz geriden alalım...

Dünyada; Kendisine yönelik psikolojik harp operasyonuna müdahale edemeyen tek MGK olarak tarihe geçen ve resmi TESEV vari bir yapıya kavuşan Milli Güvenlik Kurumu 
bazı eblehler tarafından "derin devlet" diye lanse edilip, karalandı ve İsmet Berkan gibi isimler bu işi; MGK'nın "derin devlet" olarak suikast işlediği iddialarını alenen 
gazetelerin manşetinden yazmasına kadar vardırdı. 

Halbuki; MGK derin devlet değil; üst devlettir. 

Hele hele; bizim devlet yapımız gibi, birbiri ile iletişim kurma özürlüsü; yabancı devletlerin istihbarat birimlerinin desteği ile birbiri hakkında istihbarat toplamayı beceri zanneden kurumların oluşturduğu bir devlet yapısında; 

MGK gibi kurumlar; üst devlet olarak işlev görür. 

Daha doğrusu olması gerekirdi...

Ama kendi devletini dikta; başkalarının devletini " Think-Tank" zanneden kadrolu eblehler üzerinden yürütülen bir psikolojik operasyonla bertaraf edildi ve AKP iktidarı ile uyumlu yeni Başkan'ın idaresinde; küresel plana senkronize edilmiş halde YENİ GÖREV üstleneceği günlere hazırlanıyor. 

Türkiye Cumhuriyeti'ni; toplumu, ekonomisi ve devleti ile birlikte "önce paralize et sonra ele geçir" stratejisinin uygulayıcıları; Türk Devleti'nin üst konseyi olan bu yapıyı "Derin Devlet" imgesi üzerinden çatlatıp, küresel plana senkron kadrolara teslim ettiler. 

Hayrlara vesile olur inşallah...

Ve MGK'nın sekreterya görevi sunduğu Milli Güvenlik Kurulu işte size yazının başında sözettiğim salonda toplanıyor.

Bu Cumhuriyetin vatandaşları olarak bizler bu salonu her seferinde televizyonlarda görüyor ve yöneticilerimizin önlerinde portakal suyu dolu sürahiler; ciddi ve vakur duruşları içimize su serpiyor. Emin ellerde olduğumuz hissine kapılıyoruz. 

Fakat o salonun bir ayrıntısı var ki; 

Ben de yeni Fark ettim; içimize düştüğümüz ataletin bu gizli habercisini...

Yazının başında söz ettiğim o haritayı...

Bir düşünün...

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin; elinde her türlü gücü tutan yöneticilerisiniz...

Arkanızda 70 milyonluk bir MİLLET...

Altınızda borundan altınına her türlü doğal zenginliği barındıran lebi derya bir TOPRAK ve  Geçmişinizde Koca bir TARİH var...

Önünüzde ise; sadece Türkiye haritası duruyor. Öyle bir harita ki; 

MGK'nın enlemesine dikdörtgen şeklindeki duvarına o devasa boyuna rağmen adeta sıkıştırılmış...

Baktığınızda, bırakın Balkanları, Ortadoğu'yu, Kafkasları; sınırın bir kaç yüz mil ötesini bile göremiyorsunuz. 

Devletin en üst konseyinde önünüze dünya haritasını koymamak ile; soydaşlarının başına bomba yağarken; ABD'nin izni olmadan sınır ötesine bir helikopter sokamamak arasında bir bağ var mı bilemem...
Ama çalıştığı ortamda önüne dünya haritası asmayan bir başka devlet konseyi olduğunu sanmıyorum desem çok da iddialı konuşmuş olmam sanırım. 

Aslında yukarıdaki cümlede MGK salonunun ikinci ayrıntısı yatıyor. 

Devlet "büyüklerimiz" MGK'da; ülkenin geleceği adına "çalışmak" için toplanmıyorlar. 

Bizim büyüklerimiz; aynı devletin ortak çalışma yapmak için biraraya gelmiş birimleri gibi değil; sanki farklı devletlerin temsilcileriymiş gibi;  çalışma formatında değil; diplomasi formatında toplanıyorlar. 

Bizim MGK'nın oturma/masa düzeni; birbirine resmi söylem/duruş okuyarak, diplomasi yapan devletlerin uluslararası toplantılarınki ile aynı. 
Bir masa etrafında eğilip kafa yoranların değil;  Bir masa etrafında cepheleşip, beyan verenlerin mekanı ile karşı karşıyayız. 

Bu durumlarda aklıma hep Mustafa Kemal'in yanında İsmet İnönü ve diğer devlet erkanı bir harita üzerine kapanmış çalışan halini gösteren fotoğraf geliyor. 

Fotoğraftan; önlerindeki haritanın ne haritası olduğu belli olmuyor... ama ne haritası olursa olsun; zamanın emperyal güçlerine rağmen; 
altlarında külüstür arabalar; üstlerinde bir pardesü ve önlerinde içecek sudan başka bir şey bulamayacak konumda iken; parçalanmış bir haritayı birleştirme hayali kuran DEVLETİ özlüyorum.

Bu özlemim; Son model makam arabaları ile toplantıya gelip; deri koltuklarında oturmuş, önlerinde portakal suyu; koskoca Cumhuriyet'in toplantı salonuna bir dünya haritası bile asamayan; 
ve bu harita üzerine eğilip kendi sınırlarını çizemeyen bir DEVLETİ gördükçe daha da artıyor. 

O DEVLETi; 

Sadece Ben değil; Üzerinde Türk bayrağı bulunan jipin arkasından siper alan Özbek özel timlerinin kurşunu ile hayatını kaybeden Özbek çocuk da özlüyor...
Ama o çocuğun doğduğu ve öldüğü toprak bizim DEVLET'in haritasında gözükmüyor.

B.G.

http://acikistihbarat.com/Haberler/1001-Haberler-MGK



***

MOBİUS DÜZLEMİNE MAHKUM KARINCALAR


MOBİUS DÜZLEMİNE MAHKUM KARINCALAR 


Behiç Gürcihan



Üzerinde karıncaların yürürken resmettiği bu düzlemin İsmi ise Mobius düzlemi. 

Matematikçi Ferdinand Mobius (1790-1868) ve Alman matematikçi Johann Benedict Listing (1808-1882) 'in birbirinden bağımsız olarak düşündükleri bu düzlemi; 

Elinize bir kağıt Şeridini alıp; Kağıdı kıvırıp, Uçları birbirine yapıştırarak elde edebilirsiniz. 

Bunu yaptığınızda normalde iki yüzü olan bir kağıdı tek yüzlü haline getirmiş olursunuz ve böyle bir düzlem üzerinde karıncaları koyduğunuzda o karıncalar sonsuza kadar hiç bir engelle karşılaşmadan yürüyebilirler. 

Sizden bu Düzlemi bir kaç saniye İncelemenizi rica ediyorum.

Üç boyutlu düşünme yeteneğinden ve ayağa kalkıp çevresini bütün boyutları ile algılama yeteneğinden yoksun bir karınca; 

böyle bir düzleme hapsedildiği noktada; sürekli bir yere gittiğini zannederek sonsuz bir kısır döngüye sokulabilir. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yönetim kadrosunda bulunanları izledikçe aklıma hep Escher'in bu resmi geliyor.

Geçenlerde Ankara'da bir toplantıya davet edildim. 

Görevde Dışişleri mensuplarının yanısıra, E mekli büyükelçilerin de bulunduğu bu toplantıda; "Nasıl bir Irak İstiyoruz" konusu ele alındı. 

Irak politikamızı teslim ettiğimiz beyinlerin, önlerine konan seçenekler arasından ehven-i şer'i seçmenin ötesinde bir potansiyellerinin olmadığını bu toplantıda bir kere daha net bir şekilde gördüm. 

Hapsedildiği düzlemden çıkamayan karınca yürüyüşleri ile yönetilen devletin kadroları; 

"Nasıl bir Irak" İstediklerini; tartışırken duramayıp sordum; 


bir kaç yüz metre ötenizdeki ABD Büyükelçiliğine yasa taslakları fakslanıp, görüşleri sorulurken; 

Bırakın Irak'a Anayasa belirlemeyi; ikinci bir sınır kapısı açacak iradeyi bile gösteremezken; 

Bırakın Irak'ta; bir Türk devleti olan KKTC'nin Cumhurbaşkanlığı koltuğuna; siyasi kariyerini Türkiye Cumhuriyeti'ne küfretmek üzere kuran Talat oturmuşken; 

Kırmızı pasaport verip başımıza çıkarttığınız aşiret ağaları; Ankara-Mersin-Diyarbakır üçgeninde rant şebekeleri kurup, Türkiye'de siyaset satın almaya başlamışken;

burada nasıl bir Irak istiyoruz diye tartışırken kendinizi naif bulmuyor musunuz?

Soru netti; cevaplar ise "Haklısınız ama" ile başlayan; "konjonktürel zorluklardan ve imkansızlıklardan" sözeden hapsedilmiş zihniyetlerin cevapları idi. 

Bu zihniyetten; iyiniyetli olsa dahi; en fazla ehven-i şer milliyetçisi çıkabileceğini söylemek için kahin olmak gerekmez. 

Bu toplantı sonrasında bir kez daha gördüm ki; 

Bu devleti bizim adına yönetme durumunda olan kadroların hepsi önlerine konan Mobius düzlemine mahkum karıncalar...

Binyıllık üniformayı üzerinde taşıdığını unutup; Milli Egemenliği "ucundan azcık" tartışmaya açanlar;

NATO; 

Hazine Bürokratları IMF; Devletin diğer bürokratları; Medya ve Avanesi ile birlikte AB; İsimli Mobius düzleminde karıncalar misali yürüyüp duruyorlar.

Mobius düzleminin "İslamcı" tarafından yürümeye başlayıp; iktidarın kapıları tek tek önünde açıldıkça İslamcı yüzeyin AB yüzeyine dönüşmesi ile kendini iktidar koltuğunda bulunan Tayyip Erdoğan'ın mevcut ruh hali; "yürü yürü aynı yerde dönüp duruyoruz" psikolojisine kapılan bir karıncanınkinden farklı olmasa gerek. 

Keza; 

Aylardır sağından, solundan tartışıp durduğumuz BOP'da; 

Milletin önüne atılmış; insanı, taraf da olsanız, karşısında da dursanız, hakim gücün parametreleri ile düşünmeye zorlayan ve bu düzlemin ötesine taşıyamayan bir Mobius düzlemi. 

Bu düzleme mahkum bir zihniyetin; düzlemin yaratıcılarının makro planı dışına çıkabileceğini beklemek için hayli naif ve iyimser olmak gerekiyor. 

Bu tarz düzlemlerin ötesinde düşünmenin gerekliliğine dikkat çekenler ve "karıncalara" içine düştükleri çıkmazı işaret edenler ise "komploculukla" suçlanıyor. 

Dengeleri bozmayan ve ister tez, ister anti-tez tarafında olsun, tabldot tablonun çevresinde dönen söylem ve eylemler ise küresel ve yerel gündemin bir noktasında mutlaka kendine bir köşe buluyor. 

Mobius teorileri ne kadar aykırı olursa olsun; en makul "komplo teorilerine" tercih ediliyor.

Sayın Okuyucu; 

Sürülmek İstediğimiz çıkmazı mevcut zihniyetle aşamayacağımız her geçen gün gözümüzün önünde Berraklaşmaktadır. 

Gün; Ehven-i Şer anlayışını bırakıp;

Bütün "Konjonktürel" açıklamalar ve özürler den sıyrılıp;  önümüze konulan Mobius düzlemlerin den sıyrılma günüdür. 

Bunu; Her ağızlarını açışlarında, Türkiye'nin yüz binlerce milyar dolar borcundan söz eden;  AB-D'nin bombalarına, gücüne felik bir hayranlık duyan;

İyi niyetli dahi olsa tek boyutlu düşünmenin ötesine geçemeyen ve Milletimiz ve coğrafyamız adına ancak "karınca" kararınca çözüm üretmekten başka bir ufka sahip olmayan kadroların başarması mümkün değildir. 

19 Mayıs; bu karınca yürüyüşünü terk etme cesaretini gösteren bir Liderin ve kadrolarının; tarihi boyunca karınca yürüyüşüne mahkum olmamış bir Millet'dan aldığı güçle bize hediye ettiği bir armağandır. 

Geçen yüzyılın Mobius düzlemleri ile bugünkiler benzer dinamiklere sahiptir. Bu düzlemler üzerinden yürümeye ikna edilmiş karıncalar da. 

İş Başa Düşmüştür. 

B.G. 

http://acikistihbarat.com/Haberler/987-Haberler-MOB%C4%B0US%20D%C3%9CZLEM%C4%B0NE%20MAHKUM%20KARINCALAR%20-%20Behi%C3%A7%20G%C3%BCrcihan

***

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ BÖLÜM 4

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ  BÖLÜM 4



1950 yılında sektörel dağılım açısından GSMH’nin %40,9’u tarım, %13,1’i sanayi ve %45,9’u da hizmet sektöründen oluşmaktadır. 1960 yılında ise tarım payı %40,9’dan %37,5’e gerilemiştir. Buna karşın, sanayi sektörünün GSMH içerisindeki payı ise %13,1’den %15,7’ye yükselmiştir. 1960 yılına 
gelindiğinde GSMH’nin %37,5’i tarım, %15,7’si sanayi ve %46,8’i hizmet sektöründen oluşmaktadır. 


5. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME 


Bu çalışmada, DP’nin iktidarda olduğu 1950-1960 yılları arasında uygulanan tarım politikaları ve bu politikalar sonucunda Türkiye ekonomisinde meydana gelen değişimler incelenmiştir. DP iktidarı tarafından uygulanan iktisat politikaları tarım, sanayi, kamu sektörü, yabancı sermaye, dış ticaret ve 
istihdam başlıkları altında ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. 

Çalışma kapsamında, tarım sektörüne yönelik olarak; Tarımsal ürün ekim alanları, tarımsal ürün üretim miktarları, tarımsal ürünlerde çiftçinin eline geçen fiyatlar, çiftçinin eline geçen fiyatlarda artış, traktör, biçerdöver sayıları, canlı hayvan sayısı, süt üretim miktarı ve tarımsal kredi miktarları ele alınarak DP 
döneminde tarım sektörünün gelişimi değerlendirilmiştir. 

Genel bir değerlendirme ortaya konulması amacıyla, çalışma kapsamında ele alınan verilerin 1950 ve 1960 yılı değerleri ve söz konusu değişkenlerde meydana gelen değişim aşağıdaki tabloda bir arada sunulmaktadır. İlk olarak Tablo 10’da, DP döneminde tarım alanında 10 yılda yaşanan gelişmeler 
görülmektedir. Buna göre; tarım alanlarında %20 - % 84 arasında bir artış yaşanmıştır. Örneğin; diğer meyveler, içecek ve baharat bitkileri alanında %20,06, bağ alanında %39,39, tahıllar ve diğer bitkisel ürünler alanında %59,97 ve zeytin ağaçlarının kapladığı alanda da %84,51 artış yaşanmıştır. Buna ilaveten; başta şeker pancarı, patates ve mercimek olmak üzere tüm temel tarım ürünlerinin ekim alanında da önemli artışlar yaşanmıştır. Örneğin; 1960 yılında ekim alanları 1950 yılı ile karşılaştırıldığında buğdayda %71,99, arpada %49,10, mısırda %17,20, kuru fasulyede %36,90, mercimekte %103,92, nohutta %12,98, pamukta %38,61, şeker pancarında %298,03, tütünde %54,47 ve son olarak patateste %113,33 artış göstermiştir. Tarım alanlarındaki artış sonucunda söz konusu ürünlerin üretim miktarlarında da büyük artışlar yaşanmıştır. Tabloda görüldüğü üzere; tarım ürünlerinin üretim 
miktarında %13 ile %412 arasında bir artış yaşandığı görülmektedir. Özellikle şeker pancarı üretiminde %412,78 artış dikkat çekicidir. Benzer şekilde, 10 yıllık dönemde buğday, nohut, patates, arpa, mısır ve kuru fasulye üretim miktarlarında da büyük artışlar yaşanmıştır. Yaşanan bu artışta tarım sektöründe yaşanan makineleşme ve traktör-biçerdöver kullanımının yaygınlaşmasının yanı sıra, söz konusu malların o dönemde dünya piyasalarına arzının getirdiği kolaylıkların da etkili olduğu söylenebilir. 

DP döneminde, tarımsal üretimde çiftçinin eline geçen fiyatlarda da artış yaşanmıştır. Tablo 10’da, temel tarım ürünlerinde çiftçinin eline geçen fiyatlarda meydana gelen artış bir arada sunulmaktadır. Buna göre; çiftçinin eline geçen fiyatlarda ortalama %166’lık bir artış yaşanmıştır. Özellikle buğday, tütün, arpa, 
mısır, patates, nohut ve mercimek üreticisinin eline geçen fiyatlar 2-3 kat artış göstermiştir. Ancak bu dönemde pamuk üreticisinin çok olumsuz etkilendiği de görülmektedir. 10 yıllık dönemde pamuk fiyatları neredeyse hiç değişmemiş, 1950 yılında 2,12 TL olan pamuk fiyatı 1960 yılında sadece %4,71 artışlar 
2,22 TL olmuştur. Tarım ürünlerine ilaveten, canlı hayvan ve süt üretiminde de büyük artış yaşanmıştır. 

DP döneminde, 10 yıl sonunda koyun, keçi, sığır ve manda sayısında %20 - %49 oranında bir artış yaşanmıştır. Aynı dönemde süt üretiminde de %32’lik bir artış yaşanmıştır. 







Tablo 10. Tarım Göstergeleri Açısından Dönemin Genel Değerlendirmesi GÖSTERGE Birim 1950 Yılı 1960 Yılı Değişim (%) 


(*) 1952 yılı rakamlarıdır.Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 


DP döneminin ilk 4 yılında GSMH’da çok yüksek bir büyüme hızı yakalanmıştır. Ancak 1954’ten sonra ekonomik büyümede ciddi bir yavaşlama görülmektedir. 1950-1954 yılları arasında GSMH yıllık ortalama %11,3 büyümüştür. Hatta 2. Dünya Savaşı sonrası dönem olarak 1946-1953 yılları arasında da GSMH 1949 yılı hariç sürekli büyümüştür ve sekiz yıllık dönemde ekonomik büyüme yıllık ortalama %10 düzeyinde gerçekleşmiştir. Ancak 1954 yılından sonra 1954-1960 arası dönemde ekonomik büyüme yıllık ortalama %4’e kadar gerilemiştir. Her ne kadar %4’lük büyüme de iyi bir ekonomik büyüme olsa da, bu oran, savaş sonrası dönemden beri %10’luk yüksek büyüme temposuna alışmış olan toplumsal gruplar tarafından bir durgunluk dönemi olarak algılanmıştır. 
DP döneminde, tarıma ve tarımsal üretime her alanda destek verilmiş ve bu destekler sonucunda tarım sektöründe 10 yıllık dönemde önemli gelişmeler yaşanmış ve tarımsal üretimde çok ciddi bir artış yaşanmıştır. 

Bu gelişmelerin başında da tarımda makineleşme ve traktör kullanımının yaygılaşması gelmektedir. Traktör kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte tarımsal ekim alanlarında ve tarımsal üretim miktarlarında büyük artışlar yaşanmıştır. Tarım sektöründe yaşanan bu olumlu gelişmeler sayesinde DP hükümeti, çiftçi ve köylü sınıfın büyük desteğini almayı başarmıştır. 

6. KAYNAKÇA 

Akandere, Osman. (2003), “Bir Demokrasi Beyannamesi Olarak Dörtlü Takrir’in Amacı ve Mahiyeti”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı.9, (5-26). 
Akyıldız, Hüseyin - Eroğlu, Ömer (2004), “Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Uygulanan İktisat Politikaları”, 
Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt.9, Sayı.1, (43-62). 
Albayrak, Mevlüt (2004), Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Phoenix Yayınları, Ankara. 
Altan, Mehmet (1986), Süperler ve Türkiye, Afa Yayınları, İstanbul. 
Bakan, Selahaddin - Özdemir, Hikmet (2013), “Türkiye’de 1946-1960 Dönemi İktidar-Muhalefet İlişkileri: Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Demokrat Parti (DP)’ye Karşı”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt.14, Sayı.1, (373-397). 
Baytal, Yaşar (2007), “Demokrat Parti Dönemi Ekonomi Politikaları (1950-1957)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı.40, (545-567). 
Bingöl, Yılmaz - Akgün, Şener (2005), “Demokratlıktan Muhafazakar Demokratlığa: Demokrat Parti ile Adalet ve Kalkınma Partisinin Karşılaştırılmalı Bir Analizi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı.9, (1-33). 
BMHP - Birinci Menderes Hükümeti Programı, 
     http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP19.htm   (Erişim Tarihi: 17.12.2013). 
Boratav, Korkut (2004), Türkiye İktisat Tarihi (1908-2002), 8. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara. 
Bozdağ, İsmet (1975), Demokrat Parti ve Ötekiler, Kervan Yayınları, İstanbul. 
Bulut, Sedef (2009), “27 Mayıs 1960'tan Günümüze Paylaşılamayan Demokrat Parti Miras”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı.19, (73-90). 
Çalık, Ümit (2012), “Demokrat Parti Dönemi İktisat Politikalarına Yeni Bir Yaklaşım”, Liberal Düşünce, Yıl.17, Sayı.65, (187-197). 
Demir, Şerif (2010), Türk Siyasi Tarihinde Adnan Menderes, Paraf Yayınları, İstanbul. 
Dikilitaş, Osman Sait (2007), Demokrat Parti Hükümetlerinin Sosyo-Ekonomik Alandaki İcraatları (1950-1960), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, , Konya. Dinç, Sait (2004), Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Nobel Kitabevi, Adana. DMHP - Dördüncü Menderes Hükümeti Programı, 
      http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP22.htm  (Erişim Tarihi: 17.12.2013). 
Duman, Doğan (2013), 1929 Dünya Ekonomik Krizi ve Ulusal Ekonomiyi Güçlendirme Mücadelesinde Kadınlar”, Turkish Studies, Cilt.8, Sayı.5, (211-224). 
Eraslan, Cezmi (2002), Atatürk’ten Sonra Türkiye’nin İç Politikası, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt.2, Atam Yayınları, Ankara. 
Erdoğan, Zeynel (2008), 1950-1960 Döneminde Türkiye’de İzlenen İktisat Politikalarının Analizi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, , İstanbul. İMHP - İkinci Menderes Hükümeti Programı, 
     http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP20.htm     (Erişim Tarihi: 17.12.2013). 
Kahraman, Hasan Bülent (2010), Türk Siyasetinin Yapısal Analizi 2 - 1920/1960, Agora Kitaplığı, İstanbul. 
Karakaya, Elveda (2008), Birinci Demokrat Parti Hükümeti Döneminde Tüketicilerin Tüketim 
Eğilimlerini Belirleyen Genel Koşullar ve Fiyatlar, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül 
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, , İzmir. 
Oktar, Suat - Varlı, Arzu (2010), “Türkiye’de 1950-54 Döneminde Demokrat Parti’nin Tarım Politikası”, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt.28, Sayı.1, (1-22). 
Öçal, Tezer (2005), Türkiye Ekonomisi, 2. Basım, Savaş Yayınevi, Ankara. 
Özer, Sevilay (2014), “Demokrat Parti Dönemi Zirai Makineleşme Hareketi ve Sonuçları”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı.31, (61-80). 
Özgüven, Ali (2002), “Türkiye İktisat Kongresi (17 Şubat – 4 Mart 1923)”, Journal of Istanbul Kültür University, Sayı.2, (109-124). 
Takım, Abdullah (2012), “Demokrat Parti Döneminde Uygulanan Ekonomi Politikaları ve Sonuçları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt.67, No.2, (157-187). 
Tarım, Elif (2006), Political Economy During the Democrat Party Era and Turkey's Development Efforts, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. 
Taş, Mahir (2004), “Menderes Döneminin Ekonomi Politiği ve 1958 İstikrar Programı”, Mevzuat Dergisi, Yıl.7, Sayı.76. 
Toker, Metin (1998), Demokrasinin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973 Tek Partiden Çok Partiye 1944-1950, Bilgi Yayınları, Ankara. 
Toy, Erkan (2009), Demokrat Parti Döneminde Yabancı Sermaye ve Yatırımlar (1950-1960), 
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara. 
Tufan, Zübeyir (2011), “Dünyadaki ve Türkiye’deki Krizlerin Ortaya Çıkış Nedenleri ve Ekonomik 
Kalkınmaya Etkisi”, Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt.4, Sayı.1, (56-80). 
ÜMHP - Üçüncü Menderes Hükümeti Programı, 
        http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP21.htm    (Erişim  Tarihi: 17.12.2013). 
Yetim, Ahmet (2008), “İzmir İktisat Kongresi’nin 85. Yılında Türkiye Ekonomisinin Geldiği Nokta”, ARGE Bülten, Şubat, (18-24). 



***

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ BÖLÜM 3


DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ  BÖLÜM 3


1950-1960 döneminde pamuk, şeker pancarı, tütün ve patates ekim alanına ilişkin gelişmeler aşağıdaki tabloda sunulmaktadır. bu dönemde, pamuk ekim alanında %38,6 artış yaşanarak 448 bin hektardan 621 bin hektara çıkmıştır. Aynı dönemde şeker pancarı ekim alanında ise 3 kat (%298) artış yaşanmış ve 51 bin hektardan 203 bin hektara ulaşmıştır. Tütün ve patates ekim alanlarındaki artış da sırasıyla %54,5 ve %113 olarak gerçekleşmiştir. 


Tablo 5. Seçilmiş Diğer Tarım Ürünlerinin Ekim Alanı (1950-1960) 
Ekim Alanı (Bin Hektar) Üretim Miktarı (Ton) 

Bu ürünlerin üretim miktarlarına bakıldığında da; özellikle şeker pancarı üretiminde çok büyük bir artış olmakla birlikte tüm ürünlerde bir artış yaşandığı görülmektedir. 1950-1960 döneminde pamuk üretimi 118.377 tondan %48,3 artışla 175.500 tona ulaşmıştır. Şeker pancarı üretimi ise 855.066 tondan %305,7 artışla 3.468.900 tona yükselmiştir. Tütün üretimi de bazı dönemlerde üretim miktarı azalmış olmakla birlikte, genel olarak 10 yıllık dönemde tütün üretimi 93.328 tondan %49,3 artışla 139.343 ton olmuştur. 

Son olarak; patates üretimi de %131,3 artışla 605.221 tondan 1.400.000 tona yükselmiştir. 

Aşağıdaki tabloda, tarım sektöründeki bir diğer değişken olarak, söz konusu dönemde çiftçinin eline geçen fiyatlar ortaya koyulmaktadır. DP döneminde tüm seçilmiş tarım ürünlerinin fiyatlarında değişik oranlarda artışlar yaşanmıştır. DP döneminin başlangıcında 1 kg arpa 0,18 TL, 1 kg buğday 0,28 TL, 1 kg 
mısır 0,20 TL, 1 kg kuru fasulye 0,40 TL, 1 kg mercimek 0,35 TL, 1 kg nohut 0,30 TL, 1 kg pamuk 2,12 TL, 1 kg şeker pancarı 0,09 TL, 1 kg tütün 2,06 TL ve 1 kg patatesi 0,20 TL’dir. 1960 yılına gelindiğinde arpanın fiyatı 0,49 TL, buğday 0,59 TL, mısır 0,53 TL, kuru fasulye 1,65 TL, mercimek 1,42 TL, nohut 
1,02 TL, pamuk 2,22 TL, şeker pancarı 0,15 TL, tütün 4,39 TL ve patates 0,55 TL olmuştur. 


Tablo 6. Seçilmiş Tarım Ürünlerinde Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlar, TL/kg (1950-1960) Yıllar 
Arpa Buğday Mısır Kuru Fasulye Mercimek Nohut Pamuk Şeker Pancarı Tütün Patates 

Tarım ürünlerinin 1950-1960 dönemindeki fiyat değişimleri aşağıdaki grafikte daha açıkça görülebilmektedir. Söz konusu dönemde dikkati çeken ilk husus, 1950 yılında pamuk ve tütün fiyatları aynı seviyede (pamuk 2,12 TL, tütün 2,06 TL) iken, 1960 yılına gelindiğinde tütün fiyatlarındaki artış pamuk fiyatlarındaki artıştan çok fazla olmuştur. 1960 yılında pamuğun fiyatı 2,22 TL iken, tütün fiyatı 4,39 TL olmuştur. Buna ilaveten, grafikte dikkat çekici bir diğer husus da, pamuk ve tütün dışındaki diğer tarım ürünlerinin fiyatlarının 1956 yılına kadar görece sabit iken, 1956 yılından itibaren fiyatlarda hızlı bir artış yaşandığıdır. 


Şekil 2. Bazı Tarım Ürünlerinde Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlar (1950-1960) 
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 

DP döneminde, çiftçinin eline geçen fiyatlar açısından fiyatı en çok artan ürün kuru fasulye (%312,5), fiyatı en az artan ürün ise pamuk (%4,72) olmuştur. Aynı dönemde arpa fiyatları %172, buğday fiyatları %111, mısır fiyatları %165, mercimek fiyatları %306, nohut fiyatları %240, şeker pancarı fiyatları %67, 
tütün fiyatları %113 ve patates fiyatları da %175 artış göstermiştir. 


Şekil 3.Bazı Tarım Ürünlerinde Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlarda Değişim (1950-1960) 
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 


Söz konusu dönemde tarım alanında kullanılan traktör ve biçerdöver sayılarına bakıldığında önemli bir artış yaşandığı görülmektedir. 1952 yılında Türkiye’de 31.415 adet traktör ve 3.222 adet biçerdöver bulunmaktadır. 1952 yılından itibaren traktör sayısında hızlı bir artış yaşanmış ve dönem sonuna gelindiğinde 1960 yılında traktör sayısı 42.136’ya ulaşmıştır. Benzer şekilde, biçerdöver sayısında da 1952-1960 arası dönemde %72 artış yaşanarak 1960 yılı sonunda biçerdöver sayısı 5.554’e ulaşmıştır. 

Ancak dikkat edilecek olursa; traktör sayısında 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren bir düşüş olduğu görülmektedir. 1956 yılından traktör sayısındaki artış sadece 417 iken, özellikle 1957-1958 yıllarında traktör sayısından bir azalış söz konusudur. DP döneminin ikinci yarısından itibaren başlayan ithalat zorluklarının traktör parçası alımına da yansıması bunun en önemli nedenidir. Buna ilaveten, traktör kullanımı, bakım ve onarımı, sürücü desteği gibi yan hizmetlerin az olması; nitelikli işgücü, gübreleme ve sulama gibi alanlardaki gelişmeler de traktör sayısıyla aynı oranda olmadığı için traktörden alınan verimde düşüş olmuştur. Tarımda önemli ölçüde kantitatif ve kalitatif gelişmeler olmasına rağmen, köylünün teknik bilgi seviyesi istenilen ölçüde geliştirilmediği için tarıma giren makineler bir süre sonra üretim dışında kalmıştır (Erdoğan, 2008: 90-91). 


Şekil 4. Traktör ve Biçerdöver Sayısı (1950-1960) 
(a) Traktör Sayısı     (b) Biçerdöver Sayısı 

Kaynak: TÜİK, 2012: 206’dan alınan verilerden yararlanılarak yazar tarafından oluşturulmuştur. DP hükümeti, hükümet programında da belirtildiği üzere hayvancılığa büyük önem vermiştir. Bu kapsamda, dönem içersinde canlı hayvan sayıları aşağıdaki tabloda sunulmaktadır. 


Tablo 7. Canlı Hayvan Sayısıve Süt Üretimi (1950-1960) Canlı Hayvan Sayısı Süt Üretimi Yıllar Koyun Keçi Sığır Manda Miktar (Ton) 

Tablodan da görüldüğü üzere, 1950-1960 döneminde canlı hayvan sayısın da ciddi artış yaşanmıştır. Söz konusu dönemde, koyun sayısı 23 milyondan 34,4 milyona, keçi sayısı 184 milyondan 24,6 milyona, sığır sayısı 10,1 milyondan 12,4 milyona ve manda sayısı da 947 binden 1,1 milyona yükselmiştir. Genel 
olarak, 1950-1960 döneminde koyun sayısında %49,30, keçi sayısında %33,40, sığır sayısında %22,84 ve manda sayısında %20,28 artış meydan gelmiştir. Hayvancılıkta meydana gelen artışın bir sonucu olarak, süt üretiminde de önemli miktarlarda artış kaydedilmiştir. 1950 yılında 3.172.735 ton olan süt üretimi, 
1960 yılında 800 bin tondan fazla artarak 4.192.320 tona yükselmiştir. 
Yıllar itibariyle değişim oranlarında ise bir dalgalanma görülmektedir. 1951 ve 1952 yıllarında artış gösteren süt üretimi, 1953 yılında %3, 1954 yılında da %24 düşüş göstermiştir. 1955 yılında %35 gibi yüksek bir artış kaydeden süt üretimi, sonraki yıllarda tekrar düşüş göstermiştir. Genel olarak, 1950-1960 döneminde süt üretimi ortalama yıllık %4 artış göstermiştir. 

Tarımsal üretimdeki artış ile orantılı olarak tarımsal istihdamda da önemli artışlar yaşanmıştır. 1950 yılında tarım, ormancılık, avcılık ve balıkçılık sektöründe 7,4 milyon kişi istihdam edilirken, 1960 yılında tarımda istihdam sayısı 8,3 milyona çıkmıştır. 


Şekil 5. Tarım Sektöründe İstihdam Sayısı, Bin Kişi (1950-1960) 
Kaynak: TÜİK, 2012: 137’den alınan verilerden yararlanılarak yazar tarafından oluşturulmuştur. 


Söz konusu dönemde tarım sektöründe istihdam artışı yıllar itibariyle 0,60 – 1,84 arasında değişmekle birlikte, tarımda istihdamın sürekli olarak arttığı görülmektedir. Tarım sektöründe 10 yıllık dönemde ortalama istihdam artışı %1,20 olarak gerçekleşmiştir. 1950-1955 yılları arasında tarımsal istihdamda artış oranı %1,72 – 1,84 düzeyinde iken, 1956 yılından itibaren tarımsal istihdamdaki artış oranı giderek yavaşlamış ve %0,61’e düşmüştür. 

1950 yılında, cari fiyatlar üzerinden tarımın GSMH’ya katkısı 4 milyar TL, sanayi sektörünün katkısı 1,4 milyar TL, hizmet sektörünün katkısı ise 4,2 milyar TL olmuştur. 1960 yılına gelindiğinde tarım sektörü cari fiyatlar üzerinden 17,6 milyar TL, sanayi sektörü 8 milyar TL, hizmet sektörü de 20,9 TL milyar TL 
büyüklüğe ulaşmıştır. Sabit fiyatlar üzerinden hesaplanan sektörel büyüklüklere bakıldığında; 1950 yılında tarım sektörünün GSMH’ya katkısı 15,7 milyar TL’den 1960 yılında 26,5 milyar TL’ye yükselmiştir. Sanayi sektörünün büyüklüğü ise 5 milyar TL’den 11,1 milyar TL’ye çıkarken, hizmet sektörünün büyüklüğü de 17,6 milyar TL’den 33,1 milyar TL’ye ulaşmıştır. 


Tablo 8. Sektörler İtibariyle Gayri Safi Milli Hasıla, Milyon TL (1950-1960) 

Dönem içerisinde, sabit fiyatlar açısından hesaplanan büyüklüklere göre, tüm sektörün 1960 yılı büyüklükleri, 1950 yılı büyüklüklerinin neredeyse 2 katına ulaşmıştır. 1950-1960 yılları arasında tarım sektöründe %68 büyüme, sanayi sektöründe %119, hizmet sektöründe de %87 artış yaşanmıştır. Sanayi 
ve hizmet sektörlerinin yıllar itibariyle düzenli olarak arttığı görülürken, tarım sektörünün istikrarsız bir büyüme sergilediği, 1954 yılında tarım sektörü büyüklüğünün 1953 yılına göre daha düşük olduğu görülmektedir. 

Tarımsal üretimde yaşanan artışlar ekonomik büyüme üzerinde de etkili olmuştur. Ne var ki, tarımsal üretim, iklim şartlarına bağlı olduğu için, iklim şartlarındaki değişmeler tarımsal üretimde ve milli gelirde çok büyük dalgalanmalara neden olmuştur. İklim şartlarının kötüye gitmesi nedeniyle tarımsal üretimde meydana gelen dalgalanmalar GSMH ve sınai hasılayı büyük ölçüde etkilemiş, bu nedenden dolayı da ekonomide istikrarsızlığın temel nedeni olmuştur (Erdoğan, 2008: 92). 


Şekil 6. Tarım Sektöründe Ekonomik Büyüme (1950-1960) 
Kaynak: TÜİK, 2012: 693’ten alınan verilerden yararlanılarak yazar tarafından oluşturulmuştur. 


Kalkınmada sanayileşmeye önem verilmekle birlikte DP iktidarının ilk yıllarında başarı daha çok -iklim şartlarının da elverişli gittiği göz önünde bulundurulacak olursa- tarım alanında görülmüştür (Bulut, 2009: 77). Tarım sektöründe 1950-1954 yılları arasında ortalama yıllık %12,25 büyüme gerçekleşmiştir. Bu 
yüksek büyüme hızında, Marshall yardımı kapsamında gelen traktörler, olumlu hava koşulları, Ziraat Bankası’nın tarımsal kredilerinde artış ve tabi ki 2. Dünya Savaşı’nın ermesi gibi unsurlar etkili olmuştur. Özellikle 1951 yılında tarım sektöründe ekonomik büyüme %19,8 ile rekor kırmıştır. 1954 yılında Kore 
konjonktürünün sona ermesi ve kötü hava koşulları nedeniyle tarım sektöründe - %13,9’luk bir küçülme gerçekleşmiştir. 1955 yılında itibaren tarım sektöründe sürekli ekonomik büyüme sağlanmıştır, ancak ekonomik büyümenin %10’u geçtiği yıl bulunmamaktadır. 1954-1960 yılları arasında tarım sektöründe 
ekonomik büyüme yıllık ortalama %2,74 düzeyindedir. Genel olarak bakıldığında ise; 1950-1960 döneminde tarım sektörü yıllık ortalama %6,2 büyüme gerçekleştirmiştir. 

Dönem içerisinde ekonominin sektörel yapısı da değişmiştir. Dönem içerisinde sanayi sektörünün genel olarak tarım sektöründen ve hizmet sektöründe daha fazla büyümesi sektörel yapının değişmesinde etkili olmuştur. Tarımın GSMH içerisindeki payı 1951 yılında cari fiyatlarla %44,8’e, sabit fiyatlarla %43,4’e 
kadar yükselirken, bu tarihten itibaren tarımın GSMH içerisindeki payı giderek azalmıştır. 1951 yılında sanayi sektörünün payı ise cari fiyatlarla %14,6’dan %13,5’e, sabit fiyatlarla %13,1’den %11,9’a gerilemiş, ancak daha sonrasında giderek artmıştır. 
  1960 yılına gelindiğinde cari fiyatlar üzerinden tarım sektörünün payı %37,9, sanayi sektörünün payı %17,2, hizmet sektörünün payı %44,9 olmuştur. Sabit fiyatlar üzerinden tarımın GSMH içerisindeki payı on yıllık dönemde %40,9’dan %37,5’e gerilerken, sanayi sektörünün payı %13,5’ten %15,7’ye, hizmet sektörünün payı da %45,9’dan %46,8’e yükselmiştir. 


Tablo 9. GSMH'nin Sektörel Dağılımı (1950-1960) Yıllar Cari Fiyatlarla Sabit Fiyatlarla 




***


DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ BÖLÜM 2

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ  BÖLÜM 2



4. DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE UYGULANAN TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ 

4.1. DP Hükümetinin Tarım Politikaları 

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte ekonomik kalkınma için yeterli kaynağa ve sermaye sahip olmayan Türkiye, tüm umudunu dış yardımlara bağlamıştı. Bu kapsamda, savaş sonrasında hazırlanan tüm plan ve programlar dış yardımların sağlanabilmesine yönelik olarak şekillenmişti. Bunun için, sanayileşme yerine tarım sektörü ağırlıklı olarak kalkınma gerekmekteydi. Nitekim, Türkiye’ye yapılacak yardımların değerlendirilmesi ve incelemeler yapılması amacıyla Türkiye’ye gelen ABD’li heyetler tarafından da Türkiye’nin tarım potansiyeli çok yüksek bir ülke olduğu ve üretimin arttırılabileceği vurgulanmıştır. Buna göre; tarıma dayalı bir kalkınma modeli çerçevesinde alınacak tüm dış yardımların tarım sektöründe yöneltilmesi gerekmekteydi (Oktar ve Varlı, 2010: 9). İç ve dış konjonktürde meydana gelen gelişmeler, DP Hükümeti’nin izleyeceği ekonomi politikalarının da şekillenmesinde doğrudan etkili olmuştur. DP dönemi öncesinde 1947 yılında Marshall yardımı neticesinde Türkiye’ye getirilen traktörler, tarımda makineleşme sağlanması ve bu sayede üretimin arttırılmasında etkisi olmuştur. DP Hükümeti öncesinde, 1947 Planı kapsamında belirlenen tarıma öncelik veren iktisat politikası, DP Hükümeti zamanında da benimsenmiştir (Oktar ve Varlı, 2010: 9). Buna ilaveten, DP döneminin başlangıcında yaşanan olumlu hava koşulları da tarım sektöründe meydana gelen üretim artışında etkili olmuştur (Taş, 2004). 

22.05.1950 - 09.03.1951 tarihleri arasında görevde kalan Birinci Menderes Hükümeti’nin hükümet programında iktisadi büyüme ve kalkınma konusunda şu ifadelere yer verilmiştir(BMHP, 2013): “Nüfusumuzun yüzde sekseni zirâatle meşgul bulunmakta, Türkiye'de zirâat milli ekonominin ticaretimizin ana kaynağını teşkil etmektedir. 
Bunun içindir ki milli gelirin artması ve her sahada kalkınmanın ana şartı bu temelin kuvvetlenmesi suretiyle mümkün  olabilecektir.” 

Buradan da görüldüğü üzere, Birinci Menderes Hükümeti iktisadi kalkınmasını tarımsal büyüme üzerine oturtmuştur. DP Hükümeti’nin tarım politikaları, I. Menderes Hükümeti Programı’nda şu şekilde yer almaktadır (BMHP, 2013): 

Zirâatın iktisâdi bünyemizin temelini teşkil ettiğini hiç bir zaman gözden uzak 
tutmayacağız. Eski iktidarın yaptığı gibi gösterişçi ve pahalıya mal olan bir devlet müessesesinin, karasaban ve kağnının mahkümu olan geri bir zirai bünye üzerine kurulamayacağı, kurulmak istendiği takdirde ise milli ekonomiyi takatsiz düşüreceği hakikatı daima hesap olunmak lazımdır. 

Zirâati ön plana alan böyle bir görüşle hareket ederek zirai kredi davasını zirâat alet ve vasıtaları meselelerini hastalık ve haşerelerle mücadele, iyi tohum ve tohumlar; ıslah mevzularını zirâat tekniğini ilerletme çarelerini ehemmiyetle yeni baştan gözden geçireceğiz. 

Küçük ve büyük sulama işlerine hız vermenin, verimi süratle artıran ve yeni yeni teşebbüslere geçmek imkânını veren bir mevzu olduğuna kaniiz. Topraklandırma işini daha emniyetli, pratik ve süratli usullere bağlamak niyetindeyiz. …zirâat bütçesini takviye etmek ve zirâatimizin ana davalarını teşkil eden yukarıda ifade ettiğimiz mevzuları memleket çapında olarak ele almak azmindeyiz. Sulama işleri gibi yol ve tarife meselelerini de zirâatimizle doğrudan doğruya alakalı mevzular addetmekteyiz. Hatta vergiler ve gümrük tarifeleri sistemleriyle zirâatimizi kuvvetlendirmenin çarelerini arayacağız. 

…Zirâat Bankasının sermayesini sözde değil hakikatte arttırmak lüzumuna kani 
bulunuyoruz. Yine kredi mevzuunda kooperatiflere daha fazla ehemmiyet vereceğiz. 09.03.1951 - 17.05.1954 tarihleri arasında görevde kalan İkinci Menderes Hükümeti’nin hükümet programında, bir önceki hükümet programında yer alan ifadelere yer verilmiş ve bu konuda “Demokrat Partinin ilk hükümeti ile yeni Hükümetin programı arasında esaslı bir değişiklik aramaya mahal 
olmadığı” ifadesine yer verilmiştir (İMHP, 2013). Bu kapsamda, tarımda makineleşmenin sağlanması, özel teşebbüse ağırlık verilmesi, iktisadi cihazlanmanın ve yatırımların arttırılması, yabancı sermayenin arttırılması ve devlet müdahalesinin azaltılma hususlarına yine öncelik verilmiştir. 
Dördüncü Menderes Hükümeti döneminde de önceki dönemlerde olduğu gibi kalkınmanın temel aracı olarak tarımsal kalkınma hedefi öncelikli olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda, 09.12.1955 - 25.11.1957 tarihleri arasında görevde kalan Dördüncü Menderes Hükümeti’nin hükümet programında iktisadi 
büyüme ve kalkınma konusunda şu ifadelere yer verilmiştir (DMHP, 2013) 
“Zirâat, milli ekonomimizin temelidir. Bir taraftan milletimizin beslenme ve giyinme ihtiyacını ve sanayimizin hammadesini temin ve diğer taraftan ihracatımızın da ana kaynağını teşkil eder. Aynı zamanda zirai kalkınmamız memlekette şimdiye kadar istihsâl ve istihlâki laşey mesabesinde olan ve milli ekonomimizde yeri çok ehemmiyetsiz bulunan nüfusumuzun en büyük kısmının yaşayış seviyesini yükseltecek ve onları nispi bir refaha kavuşturmak suretiyle memleketimizde içtimai adaleti tahakkuk ettirecek ve milli bünyemizi 
takviye edecektir.” 

“…bütün sahalardaki kalkınma gayret ve hareketlerimiz, ticaretimiz ve sanayileşmemiz, zirai kalkınmamızdan en geniş feyzini alacaktır. Şu cihet de unutulmamalıdır ki, zirai kalkınmamıza sarf edilecek gayretler ve bu sahada yapılacak envestismanlar bu sahanın tamamiyle bakir olması sebebiyle, verimlerin en yüksek seviyelerde elde edilmesini mümkün kılacak ve şüphe yoktur ki, zirai envestismanlar neticelerini diğer mevzulara nazaran çok 
kısa zamanda verecektir.” 

Tarımsal kalkınma ve diğer alanlardaki kalkınma amacıyla bu dönemden itibaren yol, liman, iskele inşası gibi konulara da önem verildiği görülmektedir. Bu kapsamda, hükümet programında şu hedeflere yer verilmektedir: 

“Zirai kalkınmamızla doğrudan doğruya alakalı olan bu mevzular yanında münâkale meselelerimizi ve karayollarımızı en kısa zamanda tekemmül ettirmeliyiz. Bunun yanında silolar, limanlar ve iskeleler inşası ve sair bayındırlık işleri de zirai kalkınmamızla, dolayısiyle fakat sıkı sıkıya alâkalı mevzular teşkil eder.” 

1950 Yılı’na kadar hızlı sanayileşme politikalarının etkisiyle tarım sektörü istenilen gelişmeyi gösterememiştir. DP döneminde ise “tarımsal kalkınmaya” öncelik verilmiştir. DP Hükümeti’nin tarım öncelikli kalkınma projesinin temelini ekilebilir tarımsal alanların arttırılması ve tarım sektörünün pazar ekonomisine daha büyük açılımının sağlanması ilkeleri oluşturmuştur (Oktar ve Varlı, 2010: 10). Bu kapsamda; zirai mücadele, köy sulama, kimyevi gübre ve toprak, bağcılık ve meyvecilik, çayır mera ve yem nebatları, hayvancılık, zirai öğretim ve bakım işleri konularına ağırlık verilmiştir (ÜMHP, 2013). DP Dönemi’nde hayvancılık konusunda da gelişmeler sağlanmıştır. Bu dönemde, kümes hayvanları ve yumurta üretimi, arıcılık ve bal üretimi, küçükbaş ve büyükbaş hayvanların üretiminde büyük artışlar yaşanmıştır. Hayvancılıkta meydana gelen yüksek artışlara bağlı olarak et, süt, yapağı, deri, kıl, tiftik üretimlerinde de artışlar yaşanmıştır (Albayrak, 2004: 339-340). 

Bu dönemde özellikle tarımda makineleşmenin artması konusunda önemli gelişmeler yaşanmıştır. İlkel denilebilecek araçlarla yapılan tarımsal üretim yerini makineli üretime bırakmış ve tarımda ciddi bir modernizasyon yaşanmıştır. Bu çerçevede, traktör kullanımı çok hızlı bir şekilde yaygınlaşmıştır. Tarımda makineleşme konusunda ABD’den gelen dış yardımların büyük etkisi olmuştur. 1950-1960 yılları arasında ABD dış yardımlarının yarısının tarımsal makineleşmeye ayrılmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, DP dönemi öncesinde Marshall yardımı çerçevesinde Türkiye’ye gönderilen traktörler 
tarımda makineleşmede hızlı gelişmenin ilk aşamasını oluşturmuştur. Marshall yardımı kapsamında yapılan yardımlar büyük ölçüde tarımsal malzeme ve mekanizasyondan oluşmuştur. Çünkü Marshall yardımının temel amacı tarımsal üretim kapasitesinin arttırılması ve karşılanmasıdır. Bu amacın 
gerçekleştirilebilmesi için de Türkiye’ye çok sayıda traktör ve pulluk gönderilmiştir. Tarımda hızlı makineleşmenin ilk etkisi ekime açılan arazinin genişlemesi ve tarımsal üretimdeki artış olmuştur (Öçal, 2005: 50-51; Oktar ve Varlı, 2010: 11). 

Tarımda makineleşme ve traktör sayısının artışından yalnızca Marshall yardımı değil aynı zamanda Ziraat Bankası tarafından verilen düşük faizli ve uzun vadeli kredi kolaylıkları da etkili olmuştur. Bu sayede, yalnızca büyük toprak sahipleri değil aynı zamanda küçük üreticiler de traktör alabilme imkanına kavuşmuştur 1950-1960 döneminde Ziraat Bankası tarafından verilen kredi miktarında 6 kata yakın bir artış yaşanmıştır (Oktar ve Varlı, 2010:12-13). 


Şekil 1. Ziraat Bankası Tarım Kredileri (1950-1960) 
Kaynak: Oktar ve Varlı, 2010: 13. 

Tarımı desteklemeye yönelik politikalar çerçevesinde bu dönemde tarımsal kredilerde de çok büyük artışlar yaşanmıştır (Bakınız: Şekil 1). Tarım kredi miktarı 1950 yılında 810 milyon TL iken, 1960 yılında 4,7 milyar TL’ye yükselmiştir. Tarım sektörü aynı zamanda taban fiyat uygulamaları ve destekleme alımları aracılığıyla da desteklenmiştir. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tarafından taban fiyatlarında, üreticiye önemli bir kâr marjı bırakılmıştır. Yüksek taban fiyat uygulamaları neticesinde bitkisel üretim çok büyük miktar artış göstermiş, ancak bunun sonucunda da meralar ve hayvancılık açısından nispeten bir gerileme söz konusu olmuştur (Erdoğan, 2008: 90). 

DP döneminde, tarım sektörüne sağlanan kredi olanaklarının genişletilmesi, karayolu ulaşımının geliştirilmesi ve tarım ürünleri fiyatlarının önceki yıllara göre daha çok desteklenmesiyle birlikte tarımdaki gelişme hız göstermiştir (Erdoğan, 2008: 91). 

Uygulanan politikalar neticesinde, DP Hükümeti’nin özellikle ilk 4 yılında olmak üzere genel olarak 1950-1960 yılları arasında tarım alanında çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1950-1954 yılları arasında tarımsal üretimde ciddi artışlar yaşanmış ve Türkiye, DP Hükümet programında belirtildiği üzere “yakın 
senelere kadar halkımızın yiyeceği ekmeklik buğdayı hariçten ithal ederken iki, üç sene gibi çok kısa bir devre zarfında hububat üreten memleketler arasında altıncı ve ihracatçı memleketler arasında da dördüncü” olmuştur. Bu dönemde, iyi hava koşulları ve Kore Savaşı’nın yarattığı dış konjonktür ile birlikte tarımsal üretim ve milli gelirde çok büyük artışlar yaşanmıştır. Benzer şekilde, o dönemde önemli bir ihracat ürünü olması nedeniyle pamuk üretiminde de sulama, gübreleme ve iyi tohumlukların yetiştirilmesine yönelik politikalar uygulanmış ve bunun sonucunda da Türkiye “Dünya Pamuk Üretiminde yedinci ve pamuk ihracatında da beşinci” sıraya gelmiştir (ÜMHP, 2013).
Tarımsal üretim artışı yıllık ortalama %13’ü bulmuş, tarım sektöründe çalışanların kişi başına reel geliri %46,5 oranında bir artış göstermiştir. Ancak, tarımsal nüfus içerisinde büyük toprak sahipleri ile küçük çiftçi çıkarlarının çatışması durumunda büyük toprak sahiplerinin çıkarlarına öncelik verilmiştir (Boratav, 2004: 105-106). 

Tarım alanında yaşanan bu gelişmelerin Türkiye ekonomisi açısından sadece tarımsal üretim anlamında etkileri olmamıştır. Tarımsal gelişmelerin etkisiyle Türkiye’de özel sermaye birikimi de hızlanmış ve bu gelişmeler özel bankacılık sektörünün gelişmesine de zemin hazırlamıştır. 

3.2. Tarım Sektörünün Gelişimi 

İlk olarak; 1950-1960 yılları arasında Türkiye’deki tarım alanlarına bakıldığında, 1950 yılında 14.542 bin hektar (14,5 milyon hektar) olan tahıl ve bitkisel ürün alanının 1960 yılında %60’a yakın bir artışla 23.264 bin hektara (23,2 milyon hektara) çıktığı görülmektedir. DP döneminin başlangıcında 608 bin hektar olan meyve, içecek ve baharat bitkileri ekim alanı ise 1960 yılında %20 artışla 720 bin hektara çıkmıştır. 1950 yılında 561 bin hektar olan bağ alanı ve 297 bin hektar olan zeytin ağaçları alanları ise 1960 yılında sırasıyla 782 bin hektar ve 548 bin hektar düzeyine ulaşmıştır. Dönem içerisinde bağ alanında %39, zeytin ağaçları alanında ise %85’e yakın artış yaşandığı görülmektedir. 


Tablo 2. Tarım Alanları, Bin Hektar (1950-1960) 


Aşağıdaki tabloda seçilmiş tahıl ürünlerinin ekim alanları sunulmaktadır. Tablodan da görüldüğü üzere, tahıl ve diğer bitkisel ürünler ekim alanları ağırlıklı olarak buğday ve arpa yetiştiriciliğinde kullanılmaktadır. 1950 yılında 4.477 bin hektar tarım alanı buğday ekiminde, 1.902 bin hektar tarım alanı arpa ekiminde, 593 bin hektar tarım alanı mısır ekiminde, 84 bin hektar tarım alanı kuru fasulye ekiminde, 51 bin hektar tarım alanı mercimek ekiminde ve 77 bin hektar tarım alanı da nohut ekiminde kullanılmaktadır. 1950-1960 yıllarını kapsayan dönemde söz konusu tahıl ürünlerinin ekim alanlarında önemli artışlar olduğu görülmektedir. DP döneminde buğday ekim alanları %72 artışla 7.700 bin hektara, arpa ekim alanları %49 artışla 2.836 bin hektara, mısır ekim alanı %17 artışla 697 bin hektara, kuru fasulye ekim alanı %37 artışla 115 bin hektara, mercimek ekim alanı %104 artışla 104 bin hektara ve nohut ekim alanı da %13 artışla 87 bin hektara ulaşmıştır. Bununla birlikte, dönem içerisinde tahıl ekim 
alanlarında dalgalanma olduğu da görülmektedir. Özellikle mısır ekim alanlarının 1954 yılından itibaren (1956 ve 1959 yılları hariç) azaldığı görülmektedir. 



Tablo 3.Bazı Tahıl Ürünlerinin Ekim Alanı, Bin Hektar (1950-1960) 
Yıllar Buğday, Arpa, Mısır, Kuru Fasulye, Mercimek, Nohut, 


1950-1960 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde tahıl ürünlerinin üretiminde de %130’a yaklaşan üretim artışları yaşanmıştır. 1950 yılında 3.871.926 ton buğday üretimi elde edilirken, 1960 yılında buğday üretimi %118 artışla 8.450.000 tona yükselmiştir. Buğday üretiminde en fazla artışın 1951 ve 1954 
yıllarında olduğu görülmektedir. Arpa üretimi de 1950 yılında 2.047.018 ton iken, 1960 yılında %80 artış yaşanarak 3.700.000 tona ulaşmıştır. 10 yıllık dönemde mısır üretiminde yaklaşık %74, kuru fasulye üretiminde %73, mercimek üretiminde %130, nohut üretiminde ise %14 artış yaşanmıştır. 


Tablo 4. Bazı Tahıl Ürünlerinin Üretim Miktarı, Ton (1950-1960) 
Yıllar Buğday, Arpa, Mısır, Kuru Fasulye, Mercimek, Nohut, 
Kaynak: TÜİK, 2012: 179-181. 



***

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ BÖLÜM 1


DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ  BÖLÜM 1


Başvuru Tarihi: 30.07.2015 
Kabul Tarihi: 26.03.2016 
DOI: 10.20875/sb.81206 
Zahide SUNGUR*
*Yüksek Lisans Mezunu, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, aydinzahide@hotmail.com 

ÖZET;
14 Mayıs 1950 seçimleri ile iktidara gelen Demokrat Parti (DP), Türk siyasi tarihinde olduğu kadar, ekonomi tarihi açısından da bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Bu çalışmada, DP döneminde Türkiye’de uygulanan tarım politikaları ve bu politikaların tarım sektörü ve genel olarak Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri araştırılmaktadır. Çalışma kapsamında, DP’nin iktidara geldiği 1950 
yılından, DP iktidarının sona erdiği 1960 yılına kadar geçen 10 yıllık sürede uygulanan ekonomi politikalarının etkileri, bu dönemi kapsayan veriler yardımıyla ortaya koyulmaktadır. Sektörel verilere ilaveten, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH), ekonomik büyüme, sektörel paylar ve sektörel büyüme hızları 
da analiz edilmektedir. 


1. GİRİŞ 
Ekonomi, politika ve toplum sürekli olarak birbiriyle ilişki içerisindedir. Bu ilişkinin en güzel örneği MaxWeber’in “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı eserinde çarpıcı bir şekilde ortaya koyulmaktadır. Ekonominin politika üzerinde, politikanın ekonomi üzerinde ve bu ikisinin de toplum üzerinde etkileri bulunmaktadır. Bu dinamikler arasındaki etkileşimler, toplumsal dönüşümlerde de rol oynamaktadır.Dünya tarihinde ekonomi-politika-toplumsal dönüşümler konusunda pek çok örnek bulunduğu gibi Türkiye’de de yakın tarihte birtakım örnekler bulunmaktadır. Bu bakımdan, yakın tarihte bir dönüm noktası olarak alınabilecek bir gelişme de Demokrat Parti (DP) hükümetinin iktidara 
gelmesidir. 

14 Mayıs 1950 seçimleri Türk siyasi tarihinde yeni bir aşamaya geçilmiştir. Bu seçimlerle birlikte, Türkiye’de Cumhuriyetin ilanını takip eden 27 yıllık süreçte devam eden tek parti dönemi son bulmuş ve demokrasi tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Bununla birlikte, Demokrat Parti (DP) öncesi dönemde uygulanan ekonomi politikaları da DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte büyük ölçüde değiştirilmiştir. Bu bakımdan DP iktidarı, Türk siyasi tarihi ve ekonomi tarihinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Bu dönemde, ekonomi politikası olarak, karma ekonomi modelinde çok fazla bir değişiklik yapılmadan, yeni görüş ve yaklaşımlar uygulanmaya başlamış, özel teşebbüsün geliştirilmesi ve faaliyet alanının genişletilmesi hususunda da çok önemli adımlar atılmış ve uygulanan iktisat politikaları, önceki dönemlerde uygulanan devletçi ve müdahaleci politikalardan oldukça farklı olmuştur. DP daha muhalefetteyken, devletçiliği ve devletin iktisadi hayata müdahalesini eleştirmiştir. Bu çerçevede, iktidarın ilk yıllarında, ekonomide serbestleşmeyi (liberalizasyonu) artıracak önlemler almıştır. Bu kapsamda, ithalat 1950’de %60-65 oranında serbestleşmiş, fiyat kontrolleri kaldırılmış, özel kesimin daha rahat kredi alabilmesi için banka kredi faizleri indirilmiş, KİT’lerin özelleştirileceği belirtilmiştir. Ne var ki, 1950 yılı Türkiye ekonomi tarihi açısından önemli bir tarih olmakla birlikte, DP’nin iktidarda olduğu 1950-1960 yılı arasında da 1954 yılı da ayrıca vurgulanması gereken bir yıldır. Uygulanan iktisat politikaları açısından 1954 yılına kadar liberalizasyon politikaları, ancak 1954 yılından sonra ise devletçi 
ve müdahaleci iktisat politikaları uygulanmıştır (Erdoğan, 2008: 46). 

Türk siyasi ve ekonomik tarihi konusunda Menderes ve DP dönemi üzerine Türkiye’de yapılmış pek çok çalışma bulunmaktadır. Konu ile ilgili olarak yapılan taramada, siyasi bilimler, tarih, din, eğitim, basın (gazetecilik), kamu yönetimi ve uluslar arası ilişkiler alanlarında olmak üzere bu konuda daha önce 
yapılmış çok sayıda çalışmaya rastlanmıştır. Ancak DP dönemi ekonomi politikaları, sosyo-ekonomik politikalar ve kalkınma çabaları üzerine yapılmış çalışma sayısı oldukça azdır. Örneğin, Tarım (2006) tarafından yapılan çalışmada, DP dönemindeki kalkınma çabaları, sermaye birikim modelinde yaşanan değişimler çerçevesinde ele alınmıştır. Yapılan çalışmada, DP dönemi, hızlı büyüme yılları olarak adlandırılan 1950-1954 dönemi ve ithal ikameci dönem olarak adlandırılan 1954 sonrası dönem olmak üzere iki ana başlıkta ele alınmıştır. Dikilitaş (2007) tarafından yapılan doktora tezinde, 1950-1960 yılları 
arasında DP Hükümetlerinin sosyo-ekonomik alandaki icraatları ele alınmıştır. 

Çalışma kapsamında, tarım, sanayi, eğitim, bayındırlık, ulaştırma, haberleşme, enerji ve su işleri alanlarındaki icraatlar incelenmiştir. Karakaya (2008) tarafından yapılan çalışmada, DP döneminde fiyat gelişmeleri araştırılmıştır. 

Ancak söz konusu çalışmada yalnızca Birinci Menderes Hükümeti (1950-1954 yılları) kapsanmıştır. Toy (2009) tarafından yapılan çalışmada ise, 1950-1960 yılları arasında DP döneminde Türkiye’deki yabancı sermaye yatırımları araştırılmıştır. Bu çalışmalara ilaveten, Baytal (2007), Oktar ve Varlı (2010), Çalık (2012), Takım (2012) ve Özer (2014) tarafından yapılan çalışmalarda da Demokrat Parti döneminde uygulanan çeşitli ekonomi politikaları incelenmiştir. 
Bu makalede, Menderes Hükümeti ve DP döneminde Türkiye’de uygulanan tarım politikaları ve bu politikaların tarım sektörü üzerindeki etkileri araştırılmaktadır. Bir diğer ifadeyle, izlenen politikaların başarısı ve etkinliği ele alınmaktadır. Çalışma kapsamında, tarım ve hayvancılık sektörüne yönelik olarak 10 yıllık (1950-1960) dönemde uygulanan politikaların etkileri, bu dönemi kapsayan veriler yardımıyla ortaya koyulmaktadır. Sektörel verilere ilaveten, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’da sektörel paylar, sektörel büyüme hızları da analiz edilmektedir. 

2. ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ, DEMOKRAT PARTİNİN KURULUŞU VE İKTİDARA GELİŞİ 

1945 yılında hazırlanan Toprak Reformu Kanunu ile bütçe görüşmelerinde yaşanan tartışmalar ülkemizde çok partili hayata geçişin kapılarını ve DP'nin kurulma sürecini başlatmıştır. Adnan Menderes ve Celal Bayar Toprak Reformu tasarısını şiddetle eleştirmiş ve yapılan oylamada Menderes ve Bayar ile birlikte Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ret oyu kullanmıştır. 

Bu kanuna muhalefet eden aynı milletvekilleri Bütçe Kanunu’na da muhalefet etmişlerdir. Muhalefet konusundaki bu ortaklık, muhalefeti birleşmeye ve 
taleplerini ortak hedefler çerçevesinde örgütlü ve sistematik bir şekilde savunmaya itmiştir. Bu dört milletvekili ülkedeki iç ve dış gelişmeleri değerlendirmek üzere bir araya gelmişler ve fikir birliği sağlamışlardır. Toprak Reformu Kanunu’na karşı çıkan dört milletvekili kendi aralarında düzenledikleri 
toplantılarda ülkenin demokratikleşmesi için ne yapılabileceği sorusuna yanıt aramış ve takrir verilmesi hususunda karar birliği sağlanmıştır (Demir, 2010: 62-64). 

7 Haziran 1945 tarihinde CHP Meclis Grup Başkanlığına, DP’nin kurucuları olacak olan dört milletvekilinin imzasını taşıyan bir takrir verilmiştir. Bu takrirde imzası olan milletvekilleri; Aydın milletvekili Adnan Menderes, İzmir Milletvekili Celâl Bayar, İçel milletvekili Refik Koraltan ve Kars milletvekili Fuat Köprülü’dür.Dört milletvekilinin CHP Meclis Grubu Başkanlığı’na verdikleri belgeye 
Dörtlü Takrir” isminin verilmesi, bu belgenin dört milletvekili tarafından verilmesi ve imzalanmış olmasıdır. Dörtlü Takrir’in liderliğini yürüten İzmir milletvekili eski Başbakanlardan Celal Bayar, gerek Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile ilgili görüşmeler esnasında gerekse Bütçe görüşmelerinde olumsuz 
oy vermiş ve bununla birlikte hiç konuşma yapmamış ve görüş açıklamamıştır (Bozdağ, 1975: 16-18). 

Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü tarafından “TBMM’nin hükümeti fiilen kontrol etmesi, kişiye Anayasa’da yazılı bulunan hak ve hürriyetlerin tanınması ve birden fazla partiye dayanan siyasi faaliyetlerin gelişmesine müsaade olunması” gibi istek ve tekliflerin yer aldığı “Dörtlü Takrir”, CHP Meclis Genel Kurulu tarafından 12 Haziran’da görüşülmeye başlanmıştır (Akandere, 2003: 11). CHP Meclis Grubu tarafından kapalı (gizli) oturumda görüşülen önergeparti meclis grubunca reddedilmiştir. 


Önergenin bu reddedilişi, önergeyi imzalayan milletvekilleri ile parti arasındaki bağın zayıflamasına neden olmuş ve ardından bu bağ kopmuştur. 21 Eylül tarihinde Menderes, Koraltan ve Köprülü partiden çıkarılmışlardır. Bayar ise 1 Aralık’ta istifa etmiştir. 

İnönü’nün 1 Kasım 1945 tarihli Meclis açılış konuşması DP’nin kurulma sürecini başlatmıştır. İnönü konuşmasında muhalefet partisinin gerekliliğine vurgu yapmış, Bayar ve arkadaşları arasında parti kurma fikri iyice belirmiştir. Vatan Gazetesi yazarı Ahmet Emin Yalman’ın Amerika’da liberal görüş yanlılarının kurdukları DP’den ilham alarak, yeni kurulan parti adının DP olması yönündeki teklifini Bayar kabul etmiştir (Bakan ve Özdemir, 2013: 377). Bayar, 1 Aralık 1945’te yeni bir parti kurulacağını açıklamış, İnönü’nün de desteği alınarak partinin altyapısı tamamlanmıştır.Ardından 4 Ocak 1946 tarihinde Parti adının DP olduğu açıklanmış, kuruluş dilekçesinin verilmesinden sonra kuruluş izni 
alınmış ve Celal Bayar Genel Başkan olarak seçilmiştir (Demir, 2010: 87). 
DP kuruluşundan hemen sonra son derece hızlı bir biçimde çalışmalar başlamış ve halk tarafından yoğun ilgi gören partiye basından da destek gelmiştir. CHP’nin tek parti rejimi sırasında devlet yönetiminde çok fazla ağırlığı olmayan taşra burjuvazisi, tüccar ve esnaf, “çarıklılar” diye çoğu zaman hor görülen köylü sınıfı, gelişen ticaret burjuvazisiyle büyük toprak ağaları arasındaki birlik DP’nin destekçileri olmuştur. 

Ayrıca tek parti hükümetinden hoşnutolmayan kesim de DP’yi desteklemiştir. DP kurulduktan hemen sonra halkla iletişime geçmeyi başarmış, çeşitli mitingler düzenleyerek halkla doğrudan iletişim kurmuştur. Mitinglerin yanında DP’liler halkla birebir görüşmüş ve buluşmuştur. DP’nin kuruluşunun üzerinden dört ay geçmeden ülkede yerel seçimlere ardından da genel seçimlere gidilmiştir. 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılan seçim Osmanlı’dan buyana yapılan ilk tek 
dereceli seçimdir (Eraslan, 2002: 538). 1946 seçimiyle Türkiye ilk kez çok partili seçim sürecine girmiştir. DP Seçimlere yaklaşık 1 ay kala seçimlerin yapılacağı 63 ilden ancak 34’ünde teşkilatlanabilmiş tir (Toker, 1998: 102). Açık oy, gizli tasnif sistemine göre yapılan seçimden CHP ezici bir üstünlükle çıkmış, DP ise Meclis’te oldukça kısıtlı sandalye elde etmiştir. DP 465 milletvekili için 273 
aday göstermiş ve 62 milletvekili kazanmıştır. CHP’nin milletvekili sayısı 390, Bağımsız adaylar ise 7 milletvekili kazanmışlardır (Eraslan, 2002: 538). Oy dağılımı açısından CHP yüzde 85,4, DP yüzde 13,1, Bağımsızlar yüzde 1,5 oranında oy almıştır. Fakat söz konusu durum CHP karşısında DP’nin her şeye 
rağmen bir zafer elde ettiği şeklinde yorumlanmıştır (Kahraman, 2010: 186). 
14 Mayıs 1950 seçimleri 16 Şubat 1950 tarih ve 5545 sayılı Milletvekilleri Seçim Kanunu’na göre yapılmıştır. Bu kanun demokratik koşullarda serbest seçimlerin yapılmasını sağlayan ilk seçim kanunudur. Bu kanun seçimlerin “tek dereceli”, “liste usulü çoğunluk”, tek dereceli gizli oy açık sayım ve çoğunluk sisteminden başka; en az beş ilden aday gösterebilen partilerin radyodan yararlanmalarını 
sağlamıştır (Albayrak, 2004: 155). Çoğunluk Sistemi gereğince oyların % 55’ini alan ve 408 milletvekili çıkaran DP seçimi kazanmıştır. CHP, % 41 oy almasına rağmen Çoğunluk Sistemi gereğince 69 milletvekili çıkartmış ve 27 yıllık siyasi iktidarı sona ermiştir. Türk Demokrasi tarihinde siyasal yönetimin özgür seçimlerle ve demokratik olarak halkın oylarıyla el değiştirmesi ve muhalefet partisinin iktidara gelmesi son derece anlamlı ve olumlu bir sayfa olmuştur (Dinç, 2004: 236). 


Tablo 1. 14 Mayıs 1950 Seçim Sonuçları 


14 Mayıs 1950 seçimleri sonucunda seçmen, sorunlarına çözüm için DP’yi seçmiştir. DP ilk iktidar döneminde öncelikle verdiği sözler üzerinde çalışmalarına ağırlık vermiştir. Bu dönemde özellikle ekonomi alanında önemli gelişmeler olmuş, uluslararası ortamın uygunluğu dolayısıyla tarım ihtiyacının 
artması, DP’nin seçmen tabanının önemli bir bölümünü oluşturan tarım kesimine verdiği desteklemeler, tarımda makineleşmenin artması ile sağlanan ek gelir tarım kesiminin yaşam seviyesini yükseltmiştir. DP iktidara geldiği andan itibaren çeşitli çalışmalarda bulunmuş özellikle tarım alanı dışında iktisadi 
teşebbüsleri ile milli gelirin %15 oranında artması yol ve köprü inşaatlarına önem verilmesi başarısının arkasındaki önemli etkenlerdir. Köylünün yaşamını büyük ölçüde değiştiren şeker çimento ve dokuma anındaki büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Ayrıca DP enflasyona karşı tarım ürünlerine yüksek fiyatlar 
vererek, çiftçinin borçlarını ödemiş ve nüfusun büyük bölümü kırsal kesimde olan halkın büyük bir bölümüne yatırım yapmıştır. Bütün bu olumlu gelişmeler özellikle köylü ve tarım kesimi alanında DP’ye adeta gönülden bağlı bir halk kitlesi yaratmıştı (Bulut, 2009: 78). 

3. DEMOKRAT PARTİ ÖNCESİ EKONOMİNİN VE TARIM SEKTÖRÜNÜN GENEL GÖRÜNÜMÜ 

Osmanlı Devleti’nde nüfusun %80’i doğrudan veya dolaylı olarak tarım ile uğraşmaktaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında da Türkiye geri kalmış bir tarım ülkesi görünümündedir. Milli gelirin yarıya yakın bir kısmı tarım sektöründen elde edilmektedir. 1920’li yıllarda Türkiye nüfusu yaklaşık 13 milyon olup, bunun 
büyük bir kısmı tarımla uğraşmaktadır. Ülke ekonomisine feodal bir yapı hakimdir. Köylünün %50’si topraksızdır ve küçük çiftçi olarak adlandırılan bu kesim kendi geçimini bile sağlayabilecek durumda değildir (Akyıldız ve Eroğlu, 2004: 44). 
   Aynı dönemde sanayi ise yok denecek kadar azdır. Ağırlıklı  olarak İstanbul ve İzmir’de yoğunlaşan sanayi oldukça zayıf ve sanayi sektöründe kullanılan tüm motorların toplam beygir gücü yaklaşık 21 bin beygir gücüdür. Ancak yapılan bir araştırmaya göre bundan 100 yıl kadar önce 1815 yılında İngiltere’de sanayi gücü Türkiye’nin 10 katı büyüklüğünde ve yaklaşık 210 bin beygir gücüdür (Altan, 1986: 27). 

1923 yılı itibariyle Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’nın dağılımına bakıldığında; tarım sektörünün GSMH içerisindeki payı %43,1, sanayi sektörünün payı %10,6 ve hizmet sektörünün payı da %46,3 düzeyindedir. Bununla birlikte, nüfusun %81’i tarım, %9’u sanayi, %10’u hizmet sektöründe istihdam edilmektedir (Yetim, 2008: 20).1926 yılında tarım GSMH içerisindeki payı %50’lere kadar çıkmakla birlikte, 1938 yılı Atatürk dönemi sonunda %44,4 olmuştur. 
1929 yılında başlayan ve “Büyük Buhran” olarak adlandırılan kriz, Kuzey Amerika ve Avrupa’yı merkez almasına rağmen, dünyanın geri kalanında da yıkıcı etkiler yaratmış ve o zamana kadar eşine rastlanmamış derecede işsizliğin, ekonomik daralmanın ve durgunluğun yaşanmasına neden olmuştur. 
Büyük kentlerde işsizler ve evsizler ordusu ortaya çıkmış, bunalımdan etkilenen pek çok ülkede inşaat faaliyetleri durmuş, tarım ürünlerinin fiyatlarında %40-60 arasında düşüşler yaşanmış, çiftçiler ve kırsal bölgede yaşayan nüfus çok kötü bir şekilde etkilenmiştir (Tufan, 2011: 58). Krizin Türkiye ekonomisi üzerinde asıl etkisi, tarım ürünleri ve hammadde fiyatlarındaki düşüş sonucunda yaşanmıştır. Özellikle yerli ihraç mallarının fiyatlarındaki büyük düşüşler Türkiye ekonomisini olumsuz etkilemiştir. 1929 – 1932 yılları arasında fındık fiyatları %73, buğday fiyatları %63, kuru incir fiyatları %52, tütün fiyatları %50, kuru üzüm fiyatları %49, pamuk fiyatları da %48 düşmüştür. 1925 – 1934 yılları arasındaki toplam fiyat düşüşü ise yaklaşık %81 olmuştur. Kilosu 70 kuruşa ihraç edilen tütünün fiyatı 30 kuruşa, 13,5 kuruşa ihraç edilen buğdayın fiyatı da 4 kuruşa düşmüştür. Yaşanan bu fiyat düşüşleri nedeniyle üreticinin elinde tohum parası bile geçemez olmuştur (Duman, 2013: 216). Tarım ürünlerindeki bu düşüş Türkiye’nin ihracat gelirinde büyük bir düşüşe yol açmış ve yaşanan diğer zararlarla birlikte 1929-1930 döneminde cari fiyatlarla GSMH %45 düşüş göstermiştir (Özgüven, 2002: 120). 

  1949 yılı sonunda ise tarım sektörünün GSMH içerisindeki payı %40,4’tür. Sanayi sektörü açısında ise; özellikle 1924-1925-1926 yıllarında sanayi sektörünün payının %8 seviyelerine düştüğü, 1938 yılı sonunda da %14,2 olduğu görülmektedir. 
  1943 yılında %16’ya kadar çıkan sanayi sektörünün payı ise 1949 yılı sonunda %13,1’e gerilemiş durumdadır. Hizmet sektörünün GSMH içerisindeki payı da dönem boyunca %38 - %46 arasında seyretmiş, 1949 yılı sonunda %46,5 olmuştur. Liberal dönem olarak adlandırılan 1923-1929 yılları arasında tarım büyümesi yaklaşık olarak yıllık ortalama %16, sanayi büyümesi %13,7, hizmet sektörü büyümesi de %11,8 olmuştur. 
  Devletçi dönem olarak adlandırılan 1930-1938 yılları arasında ise sektörel büyüme hızları tarım sektöründe yıllık ortalama %6,3, sanayi sektörü %7,5, hizmet sektörü %6,2 olarak gerçekleşmiştir. 1939-1945 yılları arasında (savaş yılları) tarım sektöründe %5,9 oranında küçülme yaşanmıştır. 
  Benzer şekilde sanayi sektöründe de aynı dönemde %7,5 küçülme yaşanmıştır. 1946 yılı ise istisnai bir yıl olarak tüm sektörlerde büyüme rekorlarının kırıldığı bir yıl olmuştur. 1946 yılında tarım sektörü %54,2, sanayi sektörü de %26,1 büyüme kaydetmiştir. Ancak bunun savaşın sona ermesi neticesinde yaşandığını ve savaş dönemi boyunca ortaya çıkan üretim kayıplarının telafisi olduğunu unutmamak gerekmektedir. Savaş dönemi boyunca silah altına alınan üretken işgücünün terhis olmasıyla birlikte tüm sektörlerde çok yüksek oranda büyüme artışları yaşanmıştır. Ne var ki 1947 yılından itibaren bu olumlu havanın da ortadan kalktığı görülmektedir. 
Genel olarak, sektörel büyüme hızlarında gerek iç gerek dış konjonktür nedeniyle bir istikrar sağlanamamış, sektörel büyüme hızları sürekli olarak dalgalı bir seyir izlemiştir. 1923-1949 yılları arasında tarım sektöründe ortalama olarak yıllık %5,6, sanayi sektöründe %6,2, hizmet sektöründe de %4,6 büyüme yaşanmıştır. Sektörel yapı açısından bir değerlendirme yapılacak olursa; sektörel yapının 

Cumhuriyetin ilanında 1949 yılına kadar çok fazla değişmediği görülmektedir. Netice itibariyle, Cumhuriyetin ilk yıllarında tarım ülkesi görünümünde olan Türkiye, DP dönemi öncesinde de yine tarım ülkesi görünümündedir. Atatürk döneminde ve daha sonraki dönemlerde uygulanan sanayileşme çabalarına rağmen, sanayi sektörünün payı 27 yıllık dönemde %10,6’dan %13,1’e çıkarılmış, tarım sektörünün payı ise %43,1’den %40,4’e düşmüştür. 


***


1 Ekim 2018 Pazartesi

Türkiye’nin AB Üyeliği: Endişe Veren Tavsiyeler

Türkiye’nin AB Üyeliği: Endişe Veren Tavsiyeler 


Doç. Dr. Necmettin AYGÜN 

“Türklerin Avrupa’dan çıkarılması haksız bir gasptan çok adaletin yerine getirilmesi anlamına gelecektir” sözü, 1794-1801 yılları arasında İngiltere’nin Savaş Bakanlığı’na Doğu Uzmanı olarak hizmet etmiş olan diplomat W. Eton’a aittir. Bu söz, Devrin Batılı Aydın Tipinin özelde Osmanlı, genelde ise Asya milletleri hakkındaki Oryantalist temelli düşüncelerini özetlemektedir. Bu yargıya sahip Avrupa’nın azınlıkları (Sırp, Yunan, Ermeni vb) peyder pey ayaklanmaya teşvik ederek Osmanlının yıkılışını sağladıkları ve böylece Avrupa’nın Türklerden/Müslümanlardan temizlenmesi sürecini gerçekleştirdikleri 
bilinmektedir. 

1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir müddet Balkan Paktı (1934) ve Sadabat Paktı (1938) gibi dostluk antlaşmaları ile sınırlarının güvenliğini sağlama alarak,  1683 Viyana bozgunundan beri kendisini yıkmak için her türlü hile ve iş birliği içerisinde olan Avrupa’ya bağımlı kalmadan varlığını devam ettirme mücadelesi  vermiştir. 

Ancak, Stalin Rusyasının toprak talebi ve artan tehditleri karşısında Türkiye, yeniden Avrupa’ya yaklaşmak zorunda kalmıştır. 1952’de NATO’ya girilmiş; 1959’da ise Avrupa Birliğine katılmak için başvuruda bulunulmuştur. Buna rağmen Avrupa, başvurudan tam 45 yıl sonra, 2004’de müzâkerelere 
başlama kararı alarak gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir. 

AB, İlerleme Raporu gibi raporlar ile Türkiye’den bazı yapısal değişiklikleri gerçekleştirmeyi istemektedir. AB akla-mantığa hitap eden bir çok değişikliği talep ederken, devletin varlığı ve birliği ile uyuşmayan bazı talepleri istemekten de geri durmamıştır. Buna mukabil müzâkerelerin ciddiyetini bozan bir konu öncelikle belirtilmelidir. Bu durum üyelik müzâkere sürecinin kesin bir tarihe bağlanmayarak müzâkerelerin önünün açık bırakılması anlayışı ile ilgilidir. Bu anlayış, Türkiye mümkün olduğu kadar uzunca bir süre aday olarak, tam üye olabilmek ümidi ile kapıda bekletilmeli ve böylece sürekli olarak Avrupa ekseninde kalması sağlanmalıdır eğilimini yansıtmaktadır. 

Bu düşüncenin arkasında hiç şüphesiz Türkiye’nin Kafkasya ve Hazar havzası petrol ve doğal gazı ile Basra Körfezi enerji kaynaklarının üzerinde 
konumlanmasının yanı sıra NATO’nun Ortadoğu’daki en önemli askerî gücü olması ile bağlantılıdır. 

Kısacası NATO üzerinden Türkiye’nin AB çıkarları  doğrultusunda yönlendirilmesi ve sürekli AB’nin etki alanı içinde kalması istenmekte dir. Bu vesile ile, son zamanlarda Türkiye’nin İran dâhil Orta doğu’daki komşuları ile ilişkilerini geliştirme siyaseti karşısında ülkemizdeki bazı yazar-çizerlerin Ülkenin ekseni kayıyor! ne oluyoruz? me’âlindeki hezeyânları ile gerçekte AB’nin çıkarlarına hizmet ettikleri ortaya çıkmaktadır. Tarihe mal olmuş bir takım meselelerin raporlara sokulmaya çalışılması ise kaygı ve endişe veren tavsiyeler olarak yorumlanmaktadır. 

Bu bağlamda: 

    -AB’ye girmeden önce Türkiye’nin tüm komşuları ile (Bunlar Müslüman olmayan Yunanistan ve Ermenistan’dır) ve özellikle de Kafkasya’daki komşuları ile (:Erm) mutlaka barışmalı ve uzlaşmalıdır. Başka bir Tavsiye Raporunda aynı konu ile ilgili olarak; Türkiye’nin (sözde) Ermeni soykırımını kabul etmesi, özür dilemesi ve tazminat vermesi beklenilmektedir denilerek, güyâ tarihinle barışmak düstûru temelinde Türkiye’nin açıkça 1915 Ermeni tehcirini soykırım olarak kabul etmesi ve buna dayalı olarak Ermenistan’ın toprak talebi gibi taleplerine Türkiye’nin karşılık vermesi istenmektedir. Bu talebin arkasında, Ermeni lobisinin güçlü olduğu Fransa’nın olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. İnsanın ar damarını çatlatan diğer bir tavsiye/beklenti ise şu şekildedir: 

-GAP Bölgesinde bulunan barajların (22 adet) ve su kaynakları olan Fırat ve Dicle nehirlerinin uluslararası bir idâre altına alınması tavsiye edilmekte ve bunun AB için önemli bir husus olduğu (:to become a major issue for the EU) vurgulanmaktadır. Şüphesiz bu tavsiye ile bölgede İsrail’in çıkarları gözetilmektedir. 
Burada Fırat ve Dicle nere Avrupa nere? diye bir soru sorulabilir. 
Ancak, Avrupa ve Amerika’da etkili olan Yahudi lobisinin baskısıyla bu maddenin ilgili raporlara eklendiğini tahmin etmek zor değildir. 

Neticede, İlerleme ve Tavsiye Raporlarında yer alan pek çok husustan sadece bir kaçı burada zikredilerek gidişatın vahameti ortaya konulmaya çalışılmıştır. Örf, 
âdet ve inançlardan taviz vermenin beklenildiği ifadesinin dahi Raporlara eklenmiş olması, AB’nin toplumsal yapımızı soysuzlaştırma gayreti içerisinde olduğunun göstergesi olmalıdır. Burada belirtildiği üzere AB ülkelerinin müzâkere sürecinde sıklıkla tarihe atıfta bulunarak soydaş ve dindaşlarını gözetir biçimde hareket etmeleri Avrupa’nın kendi siyasî ve kültürel yapısı/oluşumu ile uyumludur. Anlaşılan burada uyum sorunu yaşayan Türkiye’dir. Türkiye, AB’nin bu tür istekleri karşısındaki tavrını net olarak ortaya koyamamaktadır. Bu bağlamda yukarıda bahsi geçen hayatî mes’elelerin TV veya diğer basın organlarında acilen tartışmaya açılıp vatandaşın bilinçlendirilmesi, uygun tartışma ortamı oluşturulması; AB Raporlarında yer alan bu kabil tavsiyelerin neye karşılık geldiğinin açığa çıkarılması ve böylece zihinlerdeki tedirginliğin, bulanıklığın âcilen giderilmesi gerekmektedir1. 

1 İlgili konuda ayrıca Prof. Akgönenç’in Türk Yurdu (Kasım 2011) Dergisinde kaleme aldığı yazıya bakılabilir. 

(Bu yazı, 3 Şubat 2013’te serander.net’te yayımlanmıştır, bkz. 
http://www.serander.net/yazarlar/necmettin-aygun/1372-turkiyenin-ab-uyeligi-
endise-veren-tavsiyeler.html


***