tarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2021 Pazartesi

ANADOLUDA BUGÜN

ANADOLUDA BUGÜN





Prof.Dr.Sait Yılmaz 

23 Ağustos 2019 

Yaklaşık altmış yaşlarındaki köylü kıyafetleri içindeki kadın, kızı ile birlikte bahçede kahvaltı yapıyor. Sonra kızı kahvaltıyı kaldırırken kadın, bahçeyi eşelemeye başlıyor. Biz onu karşı evden izlerken, birlikte çay içtiğimiz komşusu anlatıyor. Kadın aslında emekli banka müdürü ve büyük şehirden gelip, burada bahçeli bir ev almış. Kızı, büyük şehirde çalışıyor ama tatil için yanına gelmiş. Emekli geliri olan kadın, 600 kadar ceviz ağacı satın almış, ayrıca arıcılık da yapıyor. Ürünlerini pazarda satıyor. 

Birkaç gündür memleketim olan Yalvaç‟tayım, dostları dinlerken ortaya faydalı bir 
saha çalışması çıkıyor. Buraya makale yazmak için gelmedim ama çocukluğumun kahveci çırağı olarak geçtiği cennet Yalvaç ile özel bir gönül bağım var. Çalıştığım yaşlı kahvesinde dinlediklerim hayatıma yön verdi, Anadolu insanını tanıdım. Yalvaç, 21 bin 400 nüfuslu ve bir türlü büyüyemeyen, sürekli göç veren ve göç alan bir şehir. Bu ilçemizde yaşanan değişim aslında son 20 yılda Anadolu‟da neler olduğunun da tam bir portresi. 
„Anadolu‟da yaşamak zor‟ diye düşünüyor olabilirsiniz ama şehir-kasaba halkı için hayat zor değil, çünkü çalışmadan yaşamak için herkes bir yolunu bulmuş. Kimse üretime katkıda bulunacak bir işte çalışmıyor, ne de büyük projeler peşinde. “Acı Çeken Türkiye” başlıklı makalemde Türkiye‟nin sosyo-ekonomik olarak üç bölgeye ayrılmakta olduğunu anlatmıştım. Bu makalede, ikinci bölgeye yani Anadolu‟nun içlerinde yaşayan halkımızın yaşadıklarına değinmeye, onlara dokunmaya çalışacağız. 

 Üretim bitmiş?.. 

 Önce ekonomi boyutu ile yaşananları anlatmaya başlayalım. Eskiden yani bundan 20 sene öncesine kadar Anadolu‟da insanların üç tür gelir kaynağı vardı; 
- Tarım, 
- Hayvancılık ve 
- Zanaat (dericilik, kiremitçilik, keçecilik vb.). 
Bunların hepsi artık bitmiş yani yapılmıyor, yapılan da çok az ya da neredeyse hobi gibi görülüyor. Ortada esnaf var yani bakkal, fotoğrafçı, kasap vb. ama onlar zaten hiçbir zaman geçimlik gelir kaynağı olmaktan öte birer iş alanı olarak görülmedi. Caddeleri her yerde olduğu gibi artık cep telefonu bayileri-teknik servisleri, çiğ köfteciler, börekçiler sarmış. Tabii bir de çok bilindik düşük seviyeli sözde süper market zincirlerinin şubeleri. 

Şehrin kendine has güzelim yeşil görüntüsü ve o eski dükkânları kaybolmuş. 
 Köylü artık tarımla uğraşmıyor, yemyeşil tarlalarda yabani otlar ağaç gibi olmuş. 
Yalvaç‟ın en yeşil köyü olan Hisarardı‟nda Almanya‟dan ya da yazlığa gelen birkaç aile hobi olarak elma ya da salatalık yetiştiriyor. Hisarardı Köyü‟nde bulunan 10 bin dönüm çok verimli tarım alanının üç bin dönümü şimdiden yabancılara satılmış, yeşil alana yazlık ev yapsın diye. Şehrin oksijen ve su deposu olan Hisarardı‟nın yeşil alanları inşaatlara açılarak, şehrin geleceği de yok ediliyor. Üstelik madencilere saha açma illeti ve baraja su toplama merakı Hisarardı‟nın yeşil alanını her an yok edebilir. 
 Peki, neden tarımla uğraşmaktan vazgeçilmiş? Çünkü çok zahmetli ve elde ettiğin kazanç, masrafını karşılamıyor, emeğine değmiyor. Tohum ve mazot pahalı, traktör almaya yetecek paraları yok, üstelik tarlayı sürecek hayvan da yok. Diyelim ki üretim yaptınız, ürettiğiniz domates ya da salatalık bir hafta, hatta birkaç gün içinde satılmazsa çürüyor ve elinizde kalıyor. Bunu (soğuk hava deposunda) depolayacak ve pazarlayacak, üstelik rekabet edecek bir sisteme ihtiyaç var; Yalvaç‟ta bu yok. 

 Sadece birkaç köy üretim yapmak için direniyor. Çetince köyünde seracılık yapılıyor. 

Bundan 10 yıl önce Antalya‟ya çalışmak için gidenler seralarda iş bulmuşlar ve dönenler Çetince köyünde seracılığı başlatmışlar. Organik olan eski tohum ilaç ister, ama organik ürünler piyasada rekabet edemiyor. Hazırcılığa gidip dışarıdan gelen yeni tohum aldığınızda hastalık az, verim fazla ama fiyat yüksek. 
Şehir, tarım ve hayvancılığa oldukça müsait, cennetten bir köşe ama Yalvaç‟ta 
bulunan tarım alanlarının %80‟i el değiştirmiş. Köylerde bankalara borçlananların tarlalarına el konulmuş onlar da çareyi şehre gitmekte bulmuş. Köyden gelmişler ama şehre uyum sağlamak yerine şehri köylüleştiriyorlar. Zanaatkâr ve esnaf olan şehirlinin büyük bölümü ise çoktan kaçmış. Kalan yaşlıların deyimi ile şehri köyden gelen işe yaramaz insanlar doldurmuş. 
 Öte yandan mevcut tarım alanları miras yolu ile bölüne bölüne öyle parçalara ayrılmış ki, tarım yapmak akıl karı değil. Örneğin bir zamanlar Sait dedemden kalan büyük tarla önce altı çocuğuna, sonra da onların 4-5‟er çocuğuna bölünmüş durumda ve tabii bu paylaşım kolay yapılamadığı için diğer tarlalar gibi başıboş bekliyor. 
 Tarlaların küçülmesinin bir önemli sonucu da Traktör kullanımını verimsiz hale 
getirmesi. Bir yılda 240 gün çalışması gereken traktör ancak 90 gün işe yarıyor. 

Tarıma zarar veren diğer bir faktör ise domuzlarla mücadelede başarılı olmanın zorluğu olmuş. Tüm ürünü talan etmeleri çiftçiyi bıktırmış. 
Hayvancılık bitmiş denecek kadar az. Besicilik zor ve zahmetli bir iş ve bunu ancak bazı özel çiftlikler yapabiliyor. Duyduklarımızın çoğu iflas etmiş. Maliyetler (yem, aşı, veteriner vb.) çok yüksek. Hayvancılıkla uğraşanlar maliyetleri azaltmak için örgütlenmek zorunda. Yem ihtiyacının dışarıdan temini yerine yerinde üretilmesi bir çare olabilir. Küçük çiftliklerin aşı, veteriner gibi ihtiyaçları için ise bir ortak kullanım havuzu düşünülebilir. 

Göç, bitmek bilmez Göç.. 

On yıl önce 33 bin nüfusu olan Yalvaç‟ın merkez nüfusu bugün 21 bine düşmüş. 
Bunun 10 bini köyden göç edenler. Köylü kazanmayınca ve „köylüyü köyde tutacak‟ bir devlet politikamız olmayınca şehre ya da kasabaya gelmişler. Yalvaç nüfusu bir yandan sürekli iş bulmak için dışarı gidenlerle nüfus kaybederken, köyden gelenler mevcut nüfusun %45-50‟sine ulaşmışlar. Şehirde gezinenler köyden gelen gençler. Şehrin gerçek oturanlarının yerini köyden gelenler almış, kalanlar yaşlılar. Tarihinde hiç dış göç almayan Yalvaç Suriyeli ve Afganlılardan nasibini almış, sayıları bin kadar. 
Gerçek esnafı bitiren, isimlerini çok duyduğumuz büyük marketler olmuş. Kredi kartı ile yani borçlanarak ödeme kolaylığı marketleri tercih edilir hale getirmiş. 50-60 bin TL yatırım yaparak bir dükkân açan kişi, beş-altı ay sonra dükkânını kapatmak zorunda kalıyor. 

Bunun başlıca nedeni ticaret azlığı kadar, eğer bir dükkân biraz iş yaparsa hemen yanına aynı işi yapan başka dükkânların kurulması yani halkın deyimi ile „ortakçı çıkması‟. 
Her dört evden biri dolu, üçü boş. Bunlar da emekliler ve yurt dışında işçi olarak 
çalışanlar. Özetle, köylümüz tarlada, kırda, ovada çok yıprandı; yol yok, su yok, banyo yok, ürettiğinin getirisi yok. „Şehirde dört duvar arasında yaşayayım, yeter ki elim toprağa değmesin’ diyecek hale gelmiş. 

Çünkü şehirde yaşamak kolay; gezecek-dolaşacak yer yok, ulaşım masrafı yok, 
erzakını ve yakacağının bir kısmını bahçesinden karşılıyor. Biraz okumuş insan ise masabaşı iş istiyor, üretim sektöründe çalışmak istemiyor. Köyler büyük ölçüde boşalmaya başlayınca sağlık ocakları ve okullar da kapanmaya başlamış ve bu şehre göçü daha da hızlandırmış. 

Tabii iyi haberler de var. Örneğin bugünlerde doğal gazın şehirde dağıtımına 
başlanması. Hemen herkes evine doğal gaz bağlatmak ve proje için birilerine para ödemek telaşında. Böylece artık odun-kömür yakmadan ısınabilecek ve bu yüzden pek çok emekli artık memleketine dönmeyi tercih edebilecek. 
Ancak, ev fiyatları çok pahalı, hatta İstanbul‟dan bile pahalı; şehir merkezinde sıradan evler 400-500 bin TL civarında. Bu fiyatları verenler ise yurt dışında yaşayan Yalvaçlılar. En çok Yalvaçlı İstanbul‟da yaşıyor. İlk göç İstanbul‟a yapılmaya başlanmış, onu Ankara izlemişti. Bugünlerde ise göç için Antalya revaçta. 

Şehir yazları gelenlerle doluyor. Almanya ve Fransa gibi yerlerden memleket hasreti ile gelen yaklaşık 50 bin Yalvaçlı yaz döneminde birkaç ay şehre canlılık veriyor. Ancak, şehre yatırım yapacak kadar çok kazanmıyorlar. Hayalleri yeşillik bir yerde ev alıp, yazın bahçe ile uğraşmak, öyle de yapıyorlar. 

İnsanlar Nasıl geçiniyor? 

Tarım ve hayvancılık dışındaki gelir kaynağı olan, geleneksel birçok zanaat ölmek 
tarihe karışmış, geride resimler ve hatıralar kalmış. Tekstil, halıcılık, kaynakçılık, bakırcılık, kiremitçilik Yalvaç‟ta bir zamanlar çok revaçta idi ama bitmiş. 21 bin kişilik nüfusun yerlisi olan 10 bin kişi, zaman içinde birbiri ile evlene evlene nerede ise tamamen akraba olmuş. 

Dolayısı ile şehir ekonomisi büyük ölçüde kişisel ilişkilere bağlı gelmiş. Esnafın %80‟i de bu işi hobi olarak yapan emekliler. 

Peki, insanlar nasıl geçiniyor? Çalışmadan geçinmenin yolunu bulmuşlar. Öncelikle köyden gelenlere komşuları yardım ediyor. Ama asıl gelir kaynakları eski ifadesi ile FakFukFon yani Fakir-Fukara Fonu‟ndan dağıtılan paralar. FakFukFon‟dan yararlanan %30 kesim, büyük ölçüde köylerden gelenler. Devlet, köyünde tarlasını ipotek sonucu bankaya kaptırıp, şehre göç etmek zorunda kalan köylü isyanını böylece önlemiş. 
Özetle, aileden biri mutlaka devletten bir yerden maaş alıyor ya da emekli geliri var. 
Bahçeden erzakını karşılıyor ama parsını öncelikle içkiye harcıyor. Gezip-görmenin tadını bilmediği için daha çok kazanmayı ve bunun için çalışmayı istemiyor. Ailenin gençleri ise anne-babanın sırtından geçinirken, bahçeye bile gitmiyor. 
Köylünün elinden tarlası gitmiş ve borçsuz köylü yok. Fukara fonundan karı-kocanın her biri 700 TL aldığından Yalvaç şartlarında 1400 TL ile idare edebiliyorlar. Aslında bu yardım, 65 yaş ve üstü için planlamış ama Belediye Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ve muhtarlar yardım işini ayarlıyor. Yardım alacak üzerinde mal mülk göstermiyor. Kahvelerde oturanların %40-45‟i bu şekilde geçiniyorlar. 
Yaşlıların yastık-altı dediğimiz paraları var ama değerlendirilmiyor, ya gerçekten 
yastık altında ya da bankada yatıyor. Biraz parası olan ev alıyor ve kiraya vererek, kendine rant kapısı açıyor. İş yok, ekonomi yok ama herkes para biriktiriyor, parayı bu kesim saklıyor çünkü parasız kalmaktan korkuyor, kullanmıyor. 
Parası olan şehrine yatırım yapmıyor çünkü gelecek görmüyor. Geleceği yakın büyük şehir olan Antalya‟da görüyor. Evini oradan alıyor, çocuğunu okumak ve iş için oraya gönderiyor. Bu yüzden Antalya, son yıllarda özellikle Isparta, Burdur ve Karaman‟dan aldığı göçlerle çok kozmopolit bir vilayet haline geldi. 
Kahvelerde en revaçta sohbet konusu ise define arama. Bu, bir tür hayal tacirliği. Önce birisi elinde bir harita olduğunu ve beraber yaparlarsa çok zengin olacaklarını söylüyor. 
Adaylara sözde define haritasının fotokopi olan bir parçasını gösteriyor. Sonra diğer kişilerle birlikte 50-60 bin TL bir araya getirip, define kazmaya başlıyorlar. 
Birilerinin bulduğu bazı eski paraların hiçbir değerinin olmadığı anlaşılıyor. 
Anadolu‟daki tarihi eser kaçakçılığının arkasında aldatılan insanların değil, kilit konumda olan müze müdürlerinin olduğunu öğreniyoruz. Çünkü ne bulunursa ilk iş değerini öğrenmek için müze müdürüne danışmak oluyormuş. 

Kültürel bozulma.. 

İnsanlar ellerindeki kredi kartları ile borçlarını idare ederek yaşıyorlar. İpotek altındaki mal ve mülklerini kaybetmeleri de yakındır. Ekonomi olmayınca bundan aile düzeni de zarar görüyor. Türkiye‟nin en huzurlu 6‟ıncı şehri olan Yalvaç, son yıllarda aile cinayetleri ile anılıyor. Boşanmalar arttı. Bunun altında yatan asıl faktörün ekonomi yani geçim şartları. 

Erkek, evin ihtiyaçlarını karşılayamayınca, ekmeğin yanında pişirecek bir şeyler de alıp gelemeyince bir süre sonra kadın evden kendi anne-babasının yanında dönüyor. Erkek, bir süre içki ve hovardalıkla zaman geçiriyor. Sonra eşini evini döndürmek istediğinde ise geç oluyor. Bu durum, gözü dönmüş erkeğin cinayet işlemesine kadar varabiliyor. Pek çok evlilik sallantıda ve bu aşamalarda psikolog desteği gerekiyor. 
Sinemalar, kültür merkezleri kapanmış. Şehir kültürü yozlaşmış, insanlar çağdaş 
hayata değil, yoz eğlence kültürüne ve tüketici teknolojiye sarılmış. Atatürk‟ün kurduğu Halk Eğitim Merkezleri ya da Köy Enstitüleri gibi modernleşme araçları yok. Halkın televizyon dışında iki eğlencesi yaz aylarında yapılan festivaller ve konserler. 

Festivaller sözde yerli üretimi desteklemek için düzenlenir ama Yalvaç‟ta dışarıdan gelenler kendi ürünlerini satıyor yani şehrin kendi halkına gelir kaynağı olarak bir faydası yok. Sanatçı konserleri ise Anadolu‟da genellikle halkın kısıtlı parasına göz diken ve sonu gelmeyen diğer bir sektör. Yalvaç‟ta konserler halka bedava çünkü belediyeler tarafından ödeniyor. Tabii ki bu halkın vergileri ile toplanana para. 
Şehrin sakini olan yaşlılar ise kahvelerde bekliyor, tavla-okey oynuyor, gelen geçeni seyrediyor, sohbet edecek birini arıyor, camiye gidiyor, ikindi sonrası eve gidip-biraz uyuyup, akşam yemekten sonra soluğu gene kahvede alıyor. Şehirde 118 kahve var. Bunların önemli bir kısmında kumar oynanıyor. İnsanlar kredi ile aldığı parayı kumar yolu ile ödemeyi hayal ediyor. Kumar ve eğlenceye düşkünlük, parasızlık ile birleşince yakın zamanda hırsızlık ve fuhuş gibi suçların da kapısı çalınabilir. Şehirde uyuşturucu satışı da önemli bir suç sektörü haline gelmiş. 

Toplumsal hayat çıkmazda.. 

Biraz eğitimli kadınların beklentileri artmış. Bunda TV dizilerinin ve medyanın da 
etkisi çok. Erkeklere göre; kadınların beklentileri o kadar yüksek ki çok paraları olsa bile daha fazlasını isteyecekler. Kadınlar; gezmek, giyinmek, güzel evlerde oturmak, rahat ve konfor istiyor. Çok az da olsa eğitimli kadınların dernek kurma gibi gayretleri var. 
Büyük çoğunluktaki eğitimsiz ev kadınlarının sosyal hayatları yok, evden 
çıkamıyorlar, dışarıda bir yerde bir araya gelip oturamıyorlar. Kadına yönelik baskının arkasında erkeğin otorite yitirme korkusu var. Onlara el atan tarikat ve cemaatler akşamları kadınları hücre evlerde topluyorlar, dini sohbetler yapıyorlar. Düzenledikleri kermeslerde kadınlara börek vb. yiyecek görevi vererek toplanan paraları vakıflarına aktarıyorlar. 
Şehirde Menzil Grupları ve Süleymancılar etkin, Yazıcılar da var. Menzilciler mahalle içlerine kadar örgütlenmiş, kadınları yanına çekiyor, gençler için Adıyaman‟daki liderlerinin yanına ziyaretler düzenliyorlar. Süleymancılar ise yurtlar üzerinden öğrencilere el atmış. Yalvaç, Isparta ilinde nüfusuna göre en yüksek oranda FETÖ üyesi bulunduran ilçe imiş. Isparta ilindeki bilinen liderleri olan Topal Hafız lakaplı kişi, ev hapsine çıkmış ve biat edenleri kabule devam ediyor. Daha önceki seçimlerde FETÖ‟nün Isparta‟dan her seçimde bir 
iki milletvekili çıkardığı biliniyor. Bunlar içinde çok bilinen bir isim de var. 
Kadınlar, mahalle baskısı nedeni ile namaz kılıyorlar ama okudukları duaların 
anlamını bilmiyorlar. Aynı şekilde mahalle baskısı nedeni ile genç kızlar sokakta yok, olanlar ise büyük ölçüde kapalı. Kızlarımızda özgüven eksikliği var, geleceklerini sadece evlilik üzerine düşünmek zorundalar. 

Kızlar erken yaşta evlenmek zorunda. Çoğu bir üniversiteye kazanamadığı için bir 
tuhafiyeci yanında çalışabilirse, düğme kutularını yerleştirirlerse ne mutlu.. Şehir içinde dolaşan, pastanede oturan genç kıza kötü gözle bakılıyor. 

Erkeklere gelince, dört ayrı görüntüleri var. Camiye gidiyorlar çünkü mahalle baskısı var yani toplum içinden eleştiri gelmesini istemiyorlar. Ama aynı kişi Yalvaç‟ta „dindar‟ rolü oynarken, şehirden çıktığında yani gözlerden kaybolduğunda Eğirdir‟de „ayyaş‟, Isparta‟da „kumarbaz‟, Antalya‟da ise „hovarda‟ oluyor. 

Yalvaç gibi mütedeyyin bir şehirde bile Tekel rakamlarına göre ayda 800 bin TL, yılda 10 milyon TL değerinde içki satılıyor. İçki çok pahalandığı için bu rakamlara evde yapılanlar, dışarıdan getirilenler dâhil değil. Şehirden uzak yerlerde yapılan içkili partilerden sonra yaşanan ahlaksızca olayları sarhoşlukla açıklamak mümkün değil. 

Eğitim, Sağlık.. 

Şehrin okullarında eğitim geriye gitmiş. Benim mezun olduğum 1970‟li yıllaırın 
sonunda mezun olan herkes üniversitede bir yerlere girerdi şimdi %30‟a düşmüş. Eskiden eğitimin çok daha iyi olduğu tüm öğretmenlerinde mutabık olduğu bir konu. Ailelerin ve genç neslin şehri terk etmesinde eğitim zafiyetinin de önemli bir rolü var. 
Yalvaç halkı, şehir kurulduğundan beri mütedeyyin bir hayatı benimsemiş ama içinden çok önemli devlet adamları ve aydın insanlar yetiştirmiş. Ancak şehirde din, toplum hayatının ivmesi olmaya devam ediyor. İnsanlar cami ve kahve arasında yaşıyor. Cehalet ve kadercilik hayatı iyice yavaşlatmış. 
İnsanlar yeni bir şey yapmak, girişimci olmak istemiyor, birileri bizi gütsün diye 
bekliyor. Çalışmadan yaşamak istiyorlar ama beklentileri büyük, her şeyi hak etiklerini düşünüyorlar. Halk içinde kitap okuma oranı çok az, gazetelerin resimlerine bakıyorlar. 
Kütüphaneye 20 sene önce günde 100 kişi giderken, şimdi en fazla üç kişi gidiyor. Kelime dağarcığını yitirmiş, cümle kuramayan insanlarımız, bu boşluğu küfürlü kelimelerle dolduruyor. 
Şehirde kurulu bulunan dört adet Meslek Yüksek Okulu‟nun öğrencilerinin durumu şehirde bir yama gibi duruyor. Öğrenciler aslında şehirde özgürlük ve aksiyon sembolü.. 

Pastahaneden aldıkları simitleri yerken çay içecek paraları olmadığı için parklarda oturuyorlar.. 

Şehirdeki üniversite öğrencilerine ahlaki olarak kötü gözle bakıldığından öğrenci 
sayısı düşmeye başlamış. On sene önce 4 bin olan öğrenci sayısı bugün 2 bine düşmüş yani yarısı artık Yalvaç‟ı tercih etmiyor. Öğrenciler şehirde rahatsız olmuş, üniversitede ise hoca durmuyor. 
Sağlık konusuna gelince şehir hastanesinde doktor, pek fazla durmuyor. Genel halk sağlığı ile ilgili bir önleyici çalışma yok. Şehir suyundan kaynaklanan guatr ya da yaygın olan kanser, tansiyon gibi hastalıkların nedeni araştırılmıyor. İşin aslı kimse ne hastalığı olduğunu bile bilmiyor. Hastaların çoğu son ana kadar beklemekte ya da soluğu Isparta‟da almakta. 

Devlet ve siyaset.. 

Yalvaç halkı siyasetçiden umudu kesmiş, siyasetçi de şehri unutmuş. Siyasetçi şehre kayda değer hiçbir şey getirmemiş. Şehir azalan nüfusu nedeni ile yaklaşık 7-8 bin oyu temsil ediyor ve pek fazla umursanmıyor. Böyle olunca halk, hükümetten bir şey isteyemiyor zaten alamıyor. 

İktidara ait olmayan belediyeler genellikle borçludur. Alacaklarını alamaz, bir 
yerlerden para gelmez. Ancak, Yalvaç belediyesinin böyle bir sorunu yok. Şehir merkezindeki 300‟den fazla dükkânın sahibi ve onların kira gelirleri yanında su parası, çöp parası, belediye vergileri ile bütçesi fena değil. 

Zengin bir belediye var ama beceriksiz çünkü vizyonu yok. Yapılan en büyük yatırım, şehre şelale yapmak. Şehir genelinde çarpık yapılaşma almış başını yürümüş. Belediyecilikten her yeri betonlaştırma anlayan zihniyet, şehrin merkezi ve çevresindeki yeşilliği yok etmiş. 
Makyaj olsun diye parklar, mesire yerleri yapılmış. Saçma sapan yollar ve araç trafiği ile her yere park etmiş araçlar şehrin görüntüsünü bozuyor. 
Şehirlerdeki devlet daireleri başta belediyeler ve hastaneler olmak üzere İş-Kur 
üzerinden siyasi arpalık olarak yandaş kişilerle dolduruluyor. Bu da çalışmadan, üretmeden yaşamanın diğer bir kaynağını temsil ediyor. 
Antik Pisidia Antiokheia şehri gibi turizm imkânları var ama bu potansiyel iyi 
kullanılamıyor. Otel, pansiyon ve turistlerin zaman geçirebileceği mekân eksikliği var. Şehre gelen Japon turist, 1,5 saat ötede Eğirdir‟de konaklıyor. 
Diğer bir temel sorun ise ulaşım. Gece 9‟dan sonra özel arabanız dışında hiçbir yere gidecek otobüs, minibüs yok. Bu da şehirde yaşamı sönükleştiren ve göçü artıran diğer bir faktör. Kışın şehirde hayat tamamen ölüyor, yaşlılar bile kahveye gelmez oluyor. 

Sonuç.. 

Türkiye‟de ekmekle karın doyurma yani açlık sınırı 2 bin TL, açlığa giyecek gibi bazı temel ihtiyaçlarının eklendiği yoksulluk sınırı ise 7 bin TL ama Yalvaç‟ta insanlar genellikle açlık sınırının altında bir gelirle yaşıyorlar. Üstelik bundan şikâyet de etmiyorlar, kaderlerine razı olmuşlar. 

Pek çok Anadolu şehrinde de durumun farklı olmadığı söylenebilir. Son 20 yıla kadar kendi kendine yeten Anadolu ekonomisi bitti. Şehirlerimiz kasabaya ve kasabadan da köye dönüşme sürecine girdiler. Cennet şehrimiz Yalvaç, bunun en çarpıcı örneklerinden biri olmaya aday. 
Toprağı verimli, suyu bol Yalvaç‟ta tarım da hayvancılık da ölmüş. Bir zamanlar 
revaçta olan tekstil, kiremitçilik, halı dokuma ve dericilik de bitmiş. Hepsinin altında yatan temel neden ise üretim giderlerinin gelirleri karşılayamaması ve dışarının fiyatları ile rekabet edememesi. Üretmek yerine daha ucuza tüketmek yani hazırcılık tercih ediliyor. 

Domatesini, salatalığını üreten köylünün ürünü elinde kalmış ve hemen çürümüş, 
kimse soğuk hava deposu sağlamamış, pazarlamaya yardım etmemiş. Köylü, üretim için aldığı borçlarını ödeyemeyince bankalar tarlalara el koymuş, köylü şehre hücum etmiş. Yeşil alanlar bölünmüş, inşaata açılmaya başlanmış. 
Yalvaç‟ta durum böyle de diğerlerinde farklı mı? Eğirdir‟in bir avantajı yol imkânı ve göl kenarında olması ama oradan da iyi haberler gelmiyor. Gölü besleyen sular, yapılan baraj ve gölet çalışmaları, bilinçsizce yapılan sulama sondajları nedeni ile oldukça azaldı ve göl 30 m. çekildi. Tarım için kullanılan ilaçların da göle ulaşması ile gelir kaynağı Kerevit ve Sazan öldü. Isparta il merkezinin en önemli gelir kaynağı gül ürünleri. Rekabet edemeyince elde dokunan halı bitti, endüstriyel halıcılığa geçildi. Emekli şehri olan Isparta, civar illerden de emeklileri çekiyor yani pek çalışanı ve üreteni yok. 

Makalemizin sonunda çözüm için bazı önerilerde bulunmak istiyoruz. Ancak, bunlar makalenin hazırlık aşamasında sohbet ettiğimiz sevgili dostlarımızın ortak fikirleri. Diyorlar ki; devlet her şeyden önce; “Köylüyü köyde, şehirliyi şehirde tutma” politikası izlemelidir. 

Bununda başlıca yolu, şehirde ve köyde hem ekonominin canlanması hem de yaşam şartlarının iyileştirilmesidir. 

Bu insanları yerinde tutmanın tek yolu, para kazanması yani ürettiğini karlı bir şekilde satabilmesi. Halkın kazancını artıracak her yönetim ve proje destek görür. Bu kapsamda üç ayrı adreste tedbirlere başvurulabilir; 

(1) Devlet halkın ekonomik sorunlarına el atmalı; çiftçiyi desteklemeli, ürününe gelir getirecek fiyat vermeli, kooperatif yetmediği yerde depolamalı. Şehirde daha önce olduğu gibi istihdam yaratacak tekstil, kiremit, deri, meyve suyu fabrikaları kurulabilir, arıcılık desteklenebilir. 

(2) Tunceli‟de olduğu gibi aktif ve halkçı bir belediyecilik anlayışı ile bizzat  belediyeler bu işe öncülük edebilir. Yerel ürünler dışarıda pazarlanır, el sanatları desteklenir, halka meslek ve zanaat eğitimi verilebilir. 

(3) Kooperatifleşme; üreteciler örgütlenerek masrafları azaltacak tedbirler almalı, rekabet imkânları artırılmalı, depolama kapasitesi yaratılmalı ve yeni pazarlama kanalları oluşturulmalıdır. 

Organik ürünlerin bitmesi hastalıkları artıracak, iş hayatında bedensel çalışmanın azalması sağlık sorunlarımızı çoğaltmaya devam edecektir. 

Bu konularda da sağlık sektörümüz tedbirler üretmelidir. 

Son olarak kendi fikirlerimi söylemeliyim. 1400 yıldır süre gelen hayat şekli artık bir sona gelmektedir. Öncesindeki göçebe ve savaşçı hayat tarzı nasıl bitti ise kapitalizmin türevleri olan yaşam biçimlerinde de bir sona gelmekteyiz. İktidarın meşruiyeti, kapitalizm ve din‟in işbirliği üzerine kurulu ütopya artık bitti. Onlardan geri kalan distopyayı yani yozlaşmış bu hayatın resmini artık arşive kaldırmanın zamanı geldi. Her zaman olduğu gibi din adamları değil gene bilim insanları rehberlik ederse, insanlık ilerleyecektir. Sosyal bilimciler bu yeni hayatı siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yönleri ile yeniden yazmalıdır. 

Bu geçiş aşamasında öncelikle yapılması gereken ise tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçilmesidir. Devletimiz ve halkımız ancak böyle ayakta durabilir, bağımsız kalabilir. Ekonomi kadar diğer önemli bir acil tedbir gerektiren alan ise toplumsal yozlaşmanın önüne geçilmesidir. Ülkemizin çağdaşlaşması geriye dönmüştür, ülke saati geriye gitmektedir. Atatürk‟ün çizdiği yolda toplumun çağdaşlaşması ve çağdaş eğitim için kurumsal tedbirler acilen alınmalıdır. Türk insanı kaderciliğe değil, çalışmaya ve yeniliğe, aklın ve bilimin öncülüğünde başarmaya yönlendirilmelidir. 

Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. 

***

3 Ekim 2020 Cumartesi

YALANDAN BÜYÜME

YALANDAN BÜYÜME


Agah Oktay GÜNER

04 temmuz 2011
agahoktayguner@hotmail.com


“Yılandan korkma yalandan kork”  diyen ne doğru söylemiş. Ne yazık ki iktidarlar tarih boyunca çoğu kere yalanın mutluluğunu yaşamayı gerçeğin acılığına tercih etmiştir. Siyasi tarihin hemen her döneminde görülen bu durum adeta iktidarları madalyonun tek yüzüne bakarak kendi yalanlarıyla kendilerini de avutur hale getirmiştir. Son birkaç gündür Türkiye ekonomisinin yılın ilk çeyreğinde yüzde 11 büyümesi hükümet ve hükümetin medyadaki yakın çevresi tarafından büyük bir başarı gibi sunuluyor. Hâlbuki işin gerçeği bu gelişme, yıl içinde kaçınılmaz olarak yaşanacak bir kısım sert çöküşlerin habercisidir.


Türkiye 1980’den bu yana milli kaynaklara, milli üretime dayanan bu yolla ihracat yaparak kalkınmayı hedefleyen  “Planlı Kalkınma Anlayışı” nı terk etti. Geçen dönemde kademe kademe Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) devre dışı bırakılarak ülke neo liberal, muhafazakâr iktisat anlayışına teslim edildi.  Böylece Türkiye iktisadi gelişmesini  bütünüyle  uluslar arası tekelci sermayenin iradesine terk etti. Türkiye’ye bu anlayışı dikte ettiren ABD, AB, Dünya Bankası, IMF Türkiye’ye öncelikle  “ Sen sanayileşme! ”  emirlerini yerleştirdiler. Sanayileşmeyi terk eden Türkiye ikinci adımda “Tarımda küçül!” talimatını aldı. Yeni fabrikalar kurmayan, tarımda üretimi artırmak hedefinden uzaklaşan ülkemizde  işsizlik çığ gibi büyüdü. Bundan sonraki merhale özelleştirme adıyla cumhuriyetin bütün birikimlerinin satılması oldu. Bu gün ülke ekonomisi yüksek işsizlik, fevkalade büyük dış  açık, gelişmeye başlayan bütçe açığı gibi göstergelerle, dış dünyada yaşanmakta olan krizin de etkisiyle yeni sert düşüşlere doğru gidiyor.


Hükümet sorumluluğunu taşıyanlar görülmemiş kalkınma hızı davulunu bir kenara bırakıp yaklaşmakta olan fırtınanın tokmağını başlarında hissetmelidir.
Diyelim ki yüzde 11 büyümüşüz, milli gelir ve tüketime bakıyoruz, yüzde 12,1 büyümüş. Maaş ve ücretler yılın ilk çeyreğinde yüzde 3,8 oranında artmıştır. Tüketim harcamaları maaşların neredeyse üç misli  arttığına göre bu ancak yurttaşlarımızın geleceklerini  kredi kartlarıyla  ipotek altına  almalarından  başka bir mana ifade etmez. Bu büyüme açılan yeni fabrikaların iş alanları üzerinde gelişmiyor. Artış gözüken yatırımların çoğu ithal  mallarıdır. Bu büyüme yeni fabrikaların sağladığı istihdam imkanları  üzerinden bir büyüme de değildir. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise devamlı düşmekte ve yeni bir tehlikenin sinyalini vermektedir.


Hükümetin bütün ikazlara rağmen üzerinde durmadığı  cari açığı ele almasının zamanı neredeyse geçmek üzeredir. Nedense kamuoyuna devamlı ihracat rakamlarıyla övünmeyi siyasi prensip olarak benimseyen iktidar ithalattaki dörtnala giden artışı hiç dile getirmemiştir. İlk üç aydaki 56 milyar dolarlık ithalatın 20 milyar dolara varan kısmının işlenmiş sanayi mamul ara girdiler kaleminden oluşması, öte yandan üç aylık ithalatın içinde 5 milyar dolarla en büyük payı Çin’in almış olması  ekonomide sıkıntı yaratan durumun ithal enerji dışı alanlara da sıçradığını açıkça göstermektedir.


Diğer taraftan Türkiye’nin ihracat pazarındaki bazı gelişmeler de kaygı vericidir. İhracatımızın yaklaşık yarısının AB pazarlarına yapıldığını biliyoruz. AB ülkelerinde yaşanan ekonomik durgunluk da ihracatımızı olumsuz yönde etkileyebilir.
Bütün bunlara karşı sadece Merkez Bankası’nın kur-faiz tedbirleriyle karşı durulması mümkün değildir. Hatta bu politikada ısrar edilirse kur-faiz tedbirlerinin  ekonomideki yan etkileri faydalarını ortadan kaldırabilir.
Üçüncü aydan sonra yaşanan büyümedeki azalışın işsizliği artırmaması için  istihdam tedbirlerini düşünmenin zamanıdır.
Yalancı saadetleri  bir tarafa bırakalım. Ciddi bir plan ve program anlayışıyla içine girdiğimiz  dar boğazdan çıkacağımıza inanalım. Emperyalist sermaye çevrelerinin paşası olmayı bırakalım. Milli kaynaklara dayanan, üreten, mal bolluğu sağlayan kalkınma anlayışının kurtarıcımız olacağını bilelim.
Güçlüklerin başarının değerini artırdığını unutmayalım.

 https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yalandan-buyume-18925yy.htm


***

3 Ekim 2018 Çarşamba

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ BÖLÜM 4

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ  BÖLÜM 4



1950 yılında sektörel dağılım açısından GSMH’nin %40,9’u tarım, %13,1’i sanayi ve %45,9’u da hizmet sektöründen oluşmaktadır. 1960 yılında ise tarım payı %40,9’dan %37,5’e gerilemiştir. Buna karşın, sanayi sektörünün GSMH içerisindeki payı ise %13,1’den %15,7’ye yükselmiştir. 1960 yılına 
gelindiğinde GSMH’nin %37,5’i tarım, %15,7’si sanayi ve %46,8’i hizmet sektöründen oluşmaktadır. 


5. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME 


Bu çalışmada, DP’nin iktidarda olduğu 1950-1960 yılları arasında uygulanan tarım politikaları ve bu politikalar sonucunda Türkiye ekonomisinde meydana gelen değişimler incelenmiştir. DP iktidarı tarafından uygulanan iktisat politikaları tarım, sanayi, kamu sektörü, yabancı sermaye, dış ticaret ve 
istihdam başlıkları altında ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. 

Çalışma kapsamında, tarım sektörüne yönelik olarak; Tarımsal ürün ekim alanları, tarımsal ürün üretim miktarları, tarımsal ürünlerde çiftçinin eline geçen fiyatlar, çiftçinin eline geçen fiyatlarda artış, traktör, biçerdöver sayıları, canlı hayvan sayısı, süt üretim miktarı ve tarımsal kredi miktarları ele alınarak DP 
döneminde tarım sektörünün gelişimi değerlendirilmiştir. 

Genel bir değerlendirme ortaya konulması amacıyla, çalışma kapsamında ele alınan verilerin 1950 ve 1960 yılı değerleri ve söz konusu değişkenlerde meydana gelen değişim aşağıdaki tabloda bir arada sunulmaktadır. İlk olarak Tablo 10’da, DP döneminde tarım alanında 10 yılda yaşanan gelişmeler 
görülmektedir. Buna göre; tarım alanlarında %20 - % 84 arasında bir artış yaşanmıştır. Örneğin; diğer meyveler, içecek ve baharat bitkileri alanında %20,06, bağ alanında %39,39, tahıllar ve diğer bitkisel ürünler alanında %59,97 ve zeytin ağaçlarının kapladığı alanda da %84,51 artış yaşanmıştır. Buna ilaveten; başta şeker pancarı, patates ve mercimek olmak üzere tüm temel tarım ürünlerinin ekim alanında da önemli artışlar yaşanmıştır. Örneğin; 1960 yılında ekim alanları 1950 yılı ile karşılaştırıldığında buğdayda %71,99, arpada %49,10, mısırda %17,20, kuru fasulyede %36,90, mercimekte %103,92, nohutta %12,98, pamukta %38,61, şeker pancarında %298,03, tütünde %54,47 ve son olarak patateste %113,33 artış göstermiştir. Tarım alanlarındaki artış sonucunda söz konusu ürünlerin üretim miktarlarında da büyük artışlar yaşanmıştır. Tabloda görüldüğü üzere; tarım ürünlerinin üretim 
miktarında %13 ile %412 arasında bir artış yaşandığı görülmektedir. Özellikle şeker pancarı üretiminde %412,78 artış dikkat çekicidir. Benzer şekilde, 10 yıllık dönemde buğday, nohut, patates, arpa, mısır ve kuru fasulye üretim miktarlarında da büyük artışlar yaşanmıştır. Yaşanan bu artışta tarım sektöründe yaşanan makineleşme ve traktör-biçerdöver kullanımının yaygınlaşmasının yanı sıra, söz konusu malların o dönemde dünya piyasalarına arzının getirdiği kolaylıkların da etkili olduğu söylenebilir. 

DP döneminde, tarımsal üretimde çiftçinin eline geçen fiyatlarda da artış yaşanmıştır. Tablo 10’da, temel tarım ürünlerinde çiftçinin eline geçen fiyatlarda meydana gelen artış bir arada sunulmaktadır. Buna göre; çiftçinin eline geçen fiyatlarda ortalama %166’lık bir artış yaşanmıştır. Özellikle buğday, tütün, arpa, 
mısır, patates, nohut ve mercimek üreticisinin eline geçen fiyatlar 2-3 kat artış göstermiştir. Ancak bu dönemde pamuk üreticisinin çok olumsuz etkilendiği de görülmektedir. 10 yıllık dönemde pamuk fiyatları neredeyse hiç değişmemiş, 1950 yılında 2,12 TL olan pamuk fiyatı 1960 yılında sadece %4,71 artışlar 
2,22 TL olmuştur. Tarım ürünlerine ilaveten, canlı hayvan ve süt üretiminde de büyük artış yaşanmıştır. 

DP döneminde, 10 yıl sonunda koyun, keçi, sığır ve manda sayısında %20 - %49 oranında bir artış yaşanmıştır. Aynı dönemde süt üretiminde de %32’lik bir artış yaşanmıştır. 







Tablo 10. Tarım Göstergeleri Açısından Dönemin Genel Değerlendirmesi GÖSTERGE Birim 1950 Yılı 1960 Yılı Değişim (%) 


(*) 1952 yılı rakamlarıdır.Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 


DP döneminin ilk 4 yılında GSMH’da çok yüksek bir büyüme hızı yakalanmıştır. Ancak 1954’ten sonra ekonomik büyümede ciddi bir yavaşlama görülmektedir. 1950-1954 yılları arasında GSMH yıllık ortalama %11,3 büyümüştür. Hatta 2. Dünya Savaşı sonrası dönem olarak 1946-1953 yılları arasında da GSMH 1949 yılı hariç sürekli büyümüştür ve sekiz yıllık dönemde ekonomik büyüme yıllık ortalama %10 düzeyinde gerçekleşmiştir. Ancak 1954 yılından sonra 1954-1960 arası dönemde ekonomik büyüme yıllık ortalama %4’e kadar gerilemiştir. Her ne kadar %4’lük büyüme de iyi bir ekonomik büyüme olsa da, bu oran, savaş sonrası dönemden beri %10’luk yüksek büyüme temposuna alışmış olan toplumsal gruplar tarafından bir durgunluk dönemi olarak algılanmıştır. 
DP döneminde, tarıma ve tarımsal üretime her alanda destek verilmiş ve bu destekler sonucunda tarım sektöründe 10 yıllık dönemde önemli gelişmeler yaşanmış ve tarımsal üretimde çok ciddi bir artış yaşanmıştır. 

Bu gelişmelerin başında da tarımda makineleşme ve traktör kullanımının yaygılaşması gelmektedir. Traktör kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte tarımsal ekim alanlarında ve tarımsal üretim miktarlarında büyük artışlar yaşanmıştır. Tarım sektöründe yaşanan bu olumlu gelişmeler sayesinde DP hükümeti, çiftçi ve köylü sınıfın büyük desteğini almayı başarmıştır. 

6. KAYNAKÇA 

Akandere, Osman. (2003), “Bir Demokrasi Beyannamesi Olarak Dörtlü Takrir’in Amacı ve Mahiyeti”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı.9, (5-26). 
Akyıldız, Hüseyin - Eroğlu, Ömer (2004), “Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Uygulanan İktisat Politikaları”, 
Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt.9, Sayı.1, (43-62). 
Albayrak, Mevlüt (2004), Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Phoenix Yayınları, Ankara. 
Altan, Mehmet (1986), Süperler ve Türkiye, Afa Yayınları, İstanbul. 
Bakan, Selahaddin - Özdemir, Hikmet (2013), “Türkiye’de 1946-1960 Dönemi İktidar-Muhalefet İlişkileri: Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Demokrat Parti (DP)’ye Karşı”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt.14, Sayı.1, (373-397). 
Baytal, Yaşar (2007), “Demokrat Parti Dönemi Ekonomi Politikaları (1950-1957)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı.40, (545-567). 
Bingöl, Yılmaz - Akgün, Şener (2005), “Demokratlıktan Muhafazakar Demokratlığa: Demokrat Parti ile Adalet ve Kalkınma Partisinin Karşılaştırılmalı Bir Analizi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı.9, (1-33). 
BMHP - Birinci Menderes Hükümeti Programı, 
     http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP19.htm   (Erişim Tarihi: 17.12.2013). 
Boratav, Korkut (2004), Türkiye İktisat Tarihi (1908-2002), 8. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara. 
Bozdağ, İsmet (1975), Demokrat Parti ve Ötekiler, Kervan Yayınları, İstanbul. 
Bulut, Sedef (2009), “27 Mayıs 1960'tan Günümüze Paylaşılamayan Demokrat Parti Miras”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı.19, (73-90). 
Çalık, Ümit (2012), “Demokrat Parti Dönemi İktisat Politikalarına Yeni Bir Yaklaşım”, Liberal Düşünce, Yıl.17, Sayı.65, (187-197). 
Demir, Şerif (2010), Türk Siyasi Tarihinde Adnan Menderes, Paraf Yayınları, İstanbul. 
Dikilitaş, Osman Sait (2007), Demokrat Parti Hükümetlerinin Sosyo-Ekonomik Alandaki İcraatları (1950-1960), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, , Konya. Dinç, Sait (2004), Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Nobel Kitabevi, Adana. DMHP - Dördüncü Menderes Hükümeti Programı, 
      http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP22.htm  (Erişim Tarihi: 17.12.2013). 
Duman, Doğan (2013), 1929 Dünya Ekonomik Krizi ve Ulusal Ekonomiyi Güçlendirme Mücadelesinde Kadınlar”, Turkish Studies, Cilt.8, Sayı.5, (211-224). 
Eraslan, Cezmi (2002), Atatürk’ten Sonra Türkiye’nin İç Politikası, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt.2, Atam Yayınları, Ankara. 
Erdoğan, Zeynel (2008), 1950-1960 Döneminde Türkiye’de İzlenen İktisat Politikalarının Analizi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, , İstanbul. İMHP - İkinci Menderes Hükümeti Programı, 
     http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP20.htm     (Erişim Tarihi: 17.12.2013). 
Kahraman, Hasan Bülent (2010), Türk Siyasetinin Yapısal Analizi 2 - 1920/1960, Agora Kitaplığı, İstanbul. 
Karakaya, Elveda (2008), Birinci Demokrat Parti Hükümeti Döneminde Tüketicilerin Tüketim 
Eğilimlerini Belirleyen Genel Koşullar ve Fiyatlar, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül 
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, , İzmir. 
Oktar, Suat - Varlı, Arzu (2010), “Türkiye’de 1950-54 Döneminde Demokrat Parti’nin Tarım Politikası”, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt.28, Sayı.1, (1-22). 
Öçal, Tezer (2005), Türkiye Ekonomisi, 2. Basım, Savaş Yayınevi, Ankara. 
Özer, Sevilay (2014), “Demokrat Parti Dönemi Zirai Makineleşme Hareketi ve Sonuçları”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı.31, (61-80). 
Özgüven, Ali (2002), “Türkiye İktisat Kongresi (17 Şubat – 4 Mart 1923)”, Journal of Istanbul Kültür University, Sayı.2, (109-124). 
Takım, Abdullah (2012), “Demokrat Parti Döneminde Uygulanan Ekonomi Politikaları ve Sonuçları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt.67, No.2, (157-187). 
Tarım, Elif (2006), Political Economy During the Democrat Party Era and Turkey's Development Efforts, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. 
Taş, Mahir (2004), “Menderes Döneminin Ekonomi Politiği ve 1958 İstikrar Programı”, Mevzuat Dergisi, Yıl.7, Sayı.76. 
Toker, Metin (1998), Demokrasinin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973 Tek Partiden Çok Partiye 1944-1950, Bilgi Yayınları, Ankara. 
Toy, Erkan (2009), Demokrat Parti Döneminde Yabancı Sermaye ve Yatırımlar (1950-1960), 
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara. 
Tufan, Zübeyir (2011), “Dünyadaki ve Türkiye’deki Krizlerin Ortaya Çıkış Nedenleri ve Ekonomik 
Kalkınmaya Etkisi”, Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt.4, Sayı.1, (56-80). 
ÜMHP - Üçüncü Menderes Hükümeti Programı, 
        http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP21.htm    (Erişim  Tarihi: 17.12.2013). 
Yetim, Ahmet (2008), “İzmir İktisat Kongresi’nin 85. Yılında Türkiye Ekonomisinin Geldiği Nokta”, ARGE Bülten, Şubat, (18-24). 



***

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ BÖLÜM 3


DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ  BÖLÜM 3


1950-1960 döneminde pamuk, şeker pancarı, tütün ve patates ekim alanına ilişkin gelişmeler aşağıdaki tabloda sunulmaktadır. bu dönemde, pamuk ekim alanında %38,6 artış yaşanarak 448 bin hektardan 621 bin hektara çıkmıştır. Aynı dönemde şeker pancarı ekim alanında ise 3 kat (%298) artış yaşanmış ve 51 bin hektardan 203 bin hektara ulaşmıştır. Tütün ve patates ekim alanlarındaki artış da sırasıyla %54,5 ve %113 olarak gerçekleşmiştir. 


Tablo 5. Seçilmiş Diğer Tarım Ürünlerinin Ekim Alanı (1950-1960) 
Ekim Alanı (Bin Hektar) Üretim Miktarı (Ton) 

Bu ürünlerin üretim miktarlarına bakıldığında da; özellikle şeker pancarı üretiminde çok büyük bir artış olmakla birlikte tüm ürünlerde bir artış yaşandığı görülmektedir. 1950-1960 döneminde pamuk üretimi 118.377 tondan %48,3 artışla 175.500 tona ulaşmıştır. Şeker pancarı üretimi ise 855.066 tondan %305,7 artışla 3.468.900 tona yükselmiştir. Tütün üretimi de bazı dönemlerde üretim miktarı azalmış olmakla birlikte, genel olarak 10 yıllık dönemde tütün üretimi 93.328 tondan %49,3 artışla 139.343 ton olmuştur. 

Son olarak; patates üretimi de %131,3 artışla 605.221 tondan 1.400.000 tona yükselmiştir. 

Aşağıdaki tabloda, tarım sektöründeki bir diğer değişken olarak, söz konusu dönemde çiftçinin eline geçen fiyatlar ortaya koyulmaktadır. DP döneminde tüm seçilmiş tarım ürünlerinin fiyatlarında değişik oranlarda artışlar yaşanmıştır. DP döneminin başlangıcında 1 kg arpa 0,18 TL, 1 kg buğday 0,28 TL, 1 kg 
mısır 0,20 TL, 1 kg kuru fasulye 0,40 TL, 1 kg mercimek 0,35 TL, 1 kg nohut 0,30 TL, 1 kg pamuk 2,12 TL, 1 kg şeker pancarı 0,09 TL, 1 kg tütün 2,06 TL ve 1 kg patatesi 0,20 TL’dir. 1960 yılına gelindiğinde arpanın fiyatı 0,49 TL, buğday 0,59 TL, mısır 0,53 TL, kuru fasulye 1,65 TL, mercimek 1,42 TL, nohut 
1,02 TL, pamuk 2,22 TL, şeker pancarı 0,15 TL, tütün 4,39 TL ve patates 0,55 TL olmuştur. 


Tablo 6. Seçilmiş Tarım Ürünlerinde Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlar, TL/kg (1950-1960) Yıllar 
Arpa Buğday Mısır Kuru Fasulye Mercimek Nohut Pamuk Şeker Pancarı Tütün Patates 

Tarım ürünlerinin 1950-1960 dönemindeki fiyat değişimleri aşağıdaki grafikte daha açıkça görülebilmektedir. Söz konusu dönemde dikkati çeken ilk husus, 1950 yılında pamuk ve tütün fiyatları aynı seviyede (pamuk 2,12 TL, tütün 2,06 TL) iken, 1960 yılına gelindiğinde tütün fiyatlarındaki artış pamuk fiyatlarındaki artıştan çok fazla olmuştur. 1960 yılında pamuğun fiyatı 2,22 TL iken, tütün fiyatı 4,39 TL olmuştur. Buna ilaveten, grafikte dikkat çekici bir diğer husus da, pamuk ve tütün dışındaki diğer tarım ürünlerinin fiyatlarının 1956 yılına kadar görece sabit iken, 1956 yılından itibaren fiyatlarda hızlı bir artış yaşandığıdır. 


Şekil 2. Bazı Tarım Ürünlerinde Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlar (1950-1960) 
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 

DP döneminde, çiftçinin eline geçen fiyatlar açısından fiyatı en çok artan ürün kuru fasulye (%312,5), fiyatı en az artan ürün ise pamuk (%4,72) olmuştur. Aynı dönemde arpa fiyatları %172, buğday fiyatları %111, mısır fiyatları %165, mercimek fiyatları %306, nohut fiyatları %240, şeker pancarı fiyatları %67, 
tütün fiyatları %113 ve patates fiyatları da %175 artış göstermiştir. 


Şekil 3.Bazı Tarım Ürünlerinde Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlarda Değişim (1950-1960) 
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 


Söz konusu dönemde tarım alanında kullanılan traktör ve biçerdöver sayılarına bakıldığında önemli bir artış yaşandığı görülmektedir. 1952 yılında Türkiye’de 31.415 adet traktör ve 3.222 adet biçerdöver bulunmaktadır. 1952 yılından itibaren traktör sayısında hızlı bir artış yaşanmış ve dönem sonuna gelindiğinde 1960 yılında traktör sayısı 42.136’ya ulaşmıştır. Benzer şekilde, biçerdöver sayısında da 1952-1960 arası dönemde %72 artış yaşanarak 1960 yılı sonunda biçerdöver sayısı 5.554’e ulaşmıştır. 

Ancak dikkat edilecek olursa; traktör sayısında 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren bir düşüş olduğu görülmektedir. 1956 yılından traktör sayısındaki artış sadece 417 iken, özellikle 1957-1958 yıllarında traktör sayısından bir azalış söz konusudur. DP döneminin ikinci yarısından itibaren başlayan ithalat zorluklarının traktör parçası alımına da yansıması bunun en önemli nedenidir. Buna ilaveten, traktör kullanımı, bakım ve onarımı, sürücü desteği gibi yan hizmetlerin az olması; nitelikli işgücü, gübreleme ve sulama gibi alanlardaki gelişmeler de traktör sayısıyla aynı oranda olmadığı için traktörden alınan verimde düşüş olmuştur. Tarımda önemli ölçüde kantitatif ve kalitatif gelişmeler olmasına rağmen, köylünün teknik bilgi seviyesi istenilen ölçüde geliştirilmediği için tarıma giren makineler bir süre sonra üretim dışında kalmıştır (Erdoğan, 2008: 90-91). 


Şekil 4. Traktör ve Biçerdöver Sayısı (1950-1960) 
(a) Traktör Sayısı     (b) Biçerdöver Sayısı 

Kaynak: TÜİK, 2012: 206’dan alınan verilerden yararlanılarak yazar tarafından oluşturulmuştur. DP hükümeti, hükümet programında da belirtildiği üzere hayvancılığa büyük önem vermiştir. Bu kapsamda, dönem içersinde canlı hayvan sayıları aşağıdaki tabloda sunulmaktadır. 


Tablo 7. Canlı Hayvan Sayısıve Süt Üretimi (1950-1960) Canlı Hayvan Sayısı Süt Üretimi Yıllar Koyun Keçi Sığır Manda Miktar (Ton) 

Tablodan da görüldüğü üzere, 1950-1960 döneminde canlı hayvan sayısın da ciddi artış yaşanmıştır. Söz konusu dönemde, koyun sayısı 23 milyondan 34,4 milyona, keçi sayısı 184 milyondan 24,6 milyona, sığır sayısı 10,1 milyondan 12,4 milyona ve manda sayısı da 947 binden 1,1 milyona yükselmiştir. Genel 
olarak, 1950-1960 döneminde koyun sayısında %49,30, keçi sayısında %33,40, sığır sayısında %22,84 ve manda sayısında %20,28 artış meydan gelmiştir. Hayvancılıkta meydana gelen artışın bir sonucu olarak, süt üretiminde de önemli miktarlarda artış kaydedilmiştir. 1950 yılında 3.172.735 ton olan süt üretimi, 
1960 yılında 800 bin tondan fazla artarak 4.192.320 tona yükselmiştir. 
Yıllar itibariyle değişim oranlarında ise bir dalgalanma görülmektedir. 1951 ve 1952 yıllarında artış gösteren süt üretimi, 1953 yılında %3, 1954 yılında da %24 düşüş göstermiştir. 1955 yılında %35 gibi yüksek bir artış kaydeden süt üretimi, sonraki yıllarda tekrar düşüş göstermiştir. Genel olarak, 1950-1960 döneminde süt üretimi ortalama yıllık %4 artış göstermiştir. 

Tarımsal üretimdeki artış ile orantılı olarak tarımsal istihdamda da önemli artışlar yaşanmıştır. 1950 yılında tarım, ormancılık, avcılık ve balıkçılık sektöründe 7,4 milyon kişi istihdam edilirken, 1960 yılında tarımda istihdam sayısı 8,3 milyona çıkmıştır. 


Şekil 5. Tarım Sektöründe İstihdam Sayısı, Bin Kişi (1950-1960) 
Kaynak: TÜİK, 2012: 137’den alınan verilerden yararlanılarak yazar tarafından oluşturulmuştur. 


Söz konusu dönemde tarım sektöründe istihdam artışı yıllar itibariyle 0,60 – 1,84 arasında değişmekle birlikte, tarımda istihdamın sürekli olarak arttığı görülmektedir. Tarım sektöründe 10 yıllık dönemde ortalama istihdam artışı %1,20 olarak gerçekleşmiştir. 1950-1955 yılları arasında tarımsal istihdamda artış oranı %1,72 – 1,84 düzeyinde iken, 1956 yılından itibaren tarımsal istihdamdaki artış oranı giderek yavaşlamış ve %0,61’e düşmüştür. 

1950 yılında, cari fiyatlar üzerinden tarımın GSMH’ya katkısı 4 milyar TL, sanayi sektörünün katkısı 1,4 milyar TL, hizmet sektörünün katkısı ise 4,2 milyar TL olmuştur. 1960 yılına gelindiğinde tarım sektörü cari fiyatlar üzerinden 17,6 milyar TL, sanayi sektörü 8 milyar TL, hizmet sektörü de 20,9 TL milyar TL 
büyüklüğe ulaşmıştır. Sabit fiyatlar üzerinden hesaplanan sektörel büyüklüklere bakıldığında; 1950 yılında tarım sektörünün GSMH’ya katkısı 15,7 milyar TL’den 1960 yılında 26,5 milyar TL’ye yükselmiştir. Sanayi sektörünün büyüklüğü ise 5 milyar TL’den 11,1 milyar TL’ye çıkarken, hizmet sektörünün büyüklüğü de 17,6 milyar TL’den 33,1 milyar TL’ye ulaşmıştır. 


Tablo 8. Sektörler İtibariyle Gayri Safi Milli Hasıla, Milyon TL (1950-1960) 

Dönem içerisinde, sabit fiyatlar açısından hesaplanan büyüklüklere göre, tüm sektörün 1960 yılı büyüklükleri, 1950 yılı büyüklüklerinin neredeyse 2 katına ulaşmıştır. 1950-1960 yılları arasında tarım sektöründe %68 büyüme, sanayi sektöründe %119, hizmet sektöründe de %87 artış yaşanmıştır. Sanayi 
ve hizmet sektörlerinin yıllar itibariyle düzenli olarak arttığı görülürken, tarım sektörünün istikrarsız bir büyüme sergilediği, 1954 yılında tarım sektörü büyüklüğünün 1953 yılına göre daha düşük olduğu görülmektedir. 

Tarımsal üretimde yaşanan artışlar ekonomik büyüme üzerinde de etkili olmuştur. Ne var ki, tarımsal üretim, iklim şartlarına bağlı olduğu için, iklim şartlarındaki değişmeler tarımsal üretimde ve milli gelirde çok büyük dalgalanmalara neden olmuştur. İklim şartlarının kötüye gitmesi nedeniyle tarımsal üretimde meydana gelen dalgalanmalar GSMH ve sınai hasılayı büyük ölçüde etkilemiş, bu nedenden dolayı da ekonomide istikrarsızlığın temel nedeni olmuştur (Erdoğan, 2008: 92). 


Şekil 6. Tarım Sektöründe Ekonomik Büyüme (1950-1960) 
Kaynak: TÜİK, 2012: 693’ten alınan verilerden yararlanılarak yazar tarafından oluşturulmuştur. 


Kalkınmada sanayileşmeye önem verilmekle birlikte DP iktidarının ilk yıllarında başarı daha çok -iklim şartlarının da elverişli gittiği göz önünde bulundurulacak olursa- tarım alanında görülmüştür (Bulut, 2009: 77). Tarım sektöründe 1950-1954 yılları arasında ortalama yıllık %12,25 büyüme gerçekleşmiştir. Bu 
yüksek büyüme hızında, Marshall yardımı kapsamında gelen traktörler, olumlu hava koşulları, Ziraat Bankası’nın tarımsal kredilerinde artış ve tabi ki 2. Dünya Savaşı’nın ermesi gibi unsurlar etkili olmuştur. Özellikle 1951 yılında tarım sektöründe ekonomik büyüme %19,8 ile rekor kırmıştır. 1954 yılında Kore 
konjonktürünün sona ermesi ve kötü hava koşulları nedeniyle tarım sektöründe - %13,9’luk bir küçülme gerçekleşmiştir. 1955 yılında itibaren tarım sektöründe sürekli ekonomik büyüme sağlanmıştır, ancak ekonomik büyümenin %10’u geçtiği yıl bulunmamaktadır. 1954-1960 yılları arasında tarım sektöründe 
ekonomik büyüme yıllık ortalama %2,74 düzeyindedir. Genel olarak bakıldığında ise; 1950-1960 döneminde tarım sektörü yıllık ortalama %6,2 büyüme gerçekleştirmiştir. 

Dönem içerisinde ekonominin sektörel yapısı da değişmiştir. Dönem içerisinde sanayi sektörünün genel olarak tarım sektöründen ve hizmet sektöründe daha fazla büyümesi sektörel yapının değişmesinde etkili olmuştur. Tarımın GSMH içerisindeki payı 1951 yılında cari fiyatlarla %44,8’e, sabit fiyatlarla %43,4’e 
kadar yükselirken, bu tarihten itibaren tarımın GSMH içerisindeki payı giderek azalmıştır. 1951 yılında sanayi sektörünün payı ise cari fiyatlarla %14,6’dan %13,5’e, sabit fiyatlarla %13,1’den %11,9’a gerilemiş, ancak daha sonrasında giderek artmıştır. 
  1960 yılına gelindiğinde cari fiyatlar üzerinden tarım sektörünün payı %37,9, sanayi sektörünün payı %17,2, hizmet sektörünün payı %44,9 olmuştur. Sabit fiyatlar üzerinden tarımın GSMH içerisindeki payı on yıllık dönemde %40,9’dan %37,5’e gerilerken, sanayi sektörünün payı %13,5’ten %15,7’ye, hizmet sektörünün payı da %45,9’dan %46,8’e yükselmiştir. 


Tablo 9. GSMH'nin Sektörel Dağılımı (1950-1960) Yıllar Cari Fiyatlarla Sabit Fiyatlarla 




***


DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ BÖLÜM 2

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE (1950-1960) TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ  BÖLÜM 2



4. DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE UYGULANAN TARIM POLİTİKALARI VE ETKİLERİ 

4.1. DP Hükümetinin Tarım Politikaları 

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte ekonomik kalkınma için yeterli kaynağa ve sermaye sahip olmayan Türkiye, tüm umudunu dış yardımlara bağlamıştı. Bu kapsamda, savaş sonrasında hazırlanan tüm plan ve programlar dış yardımların sağlanabilmesine yönelik olarak şekillenmişti. Bunun için, sanayileşme yerine tarım sektörü ağırlıklı olarak kalkınma gerekmekteydi. Nitekim, Türkiye’ye yapılacak yardımların değerlendirilmesi ve incelemeler yapılması amacıyla Türkiye’ye gelen ABD’li heyetler tarafından da Türkiye’nin tarım potansiyeli çok yüksek bir ülke olduğu ve üretimin arttırılabileceği vurgulanmıştır. Buna göre; tarıma dayalı bir kalkınma modeli çerçevesinde alınacak tüm dış yardımların tarım sektöründe yöneltilmesi gerekmekteydi (Oktar ve Varlı, 2010: 9). İç ve dış konjonktürde meydana gelen gelişmeler, DP Hükümeti’nin izleyeceği ekonomi politikalarının da şekillenmesinde doğrudan etkili olmuştur. DP dönemi öncesinde 1947 yılında Marshall yardımı neticesinde Türkiye’ye getirilen traktörler, tarımda makineleşme sağlanması ve bu sayede üretimin arttırılmasında etkisi olmuştur. DP Hükümeti öncesinde, 1947 Planı kapsamında belirlenen tarıma öncelik veren iktisat politikası, DP Hükümeti zamanında da benimsenmiştir (Oktar ve Varlı, 2010: 9). Buna ilaveten, DP döneminin başlangıcında yaşanan olumlu hava koşulları da tarım sektöründe meydana gelen üretim artışında etkili olmuştur (Taş, 2004). 

22.05.1950 - 09.03.1951 tarihleri arasında görevde kalan Birinci Menderes Hükümeti’nin hükümet programında iktisadi büyüme ve kalkınma konusunda şu ifadelere yer verilmiştir(BMHP, 2013): “Nüfusumuzun yüzde sekseni zirâatle meşgul bulunmakta, Türkiye'de zirâat milli ekonominin ticaretimizin ana kaynağını teşkil etmektedir. 
Bunun içindir ki milli gelirin artması ve her sahada kalkınmanın ana şartı bu temelin kuvvetlenmesi suretiyle mümkün  olabilecektir.” 

Buradan da görüldüğü üzere, Birinci Menderes Hükümeti iktisadi kalkınmasını tarımsal büyüme üzerine oturtmuştur. DP Hükümeti’nin tarım politikaları, I. Menderes Hükümeti Programı’nda şu şekilde yer almaktadır (BMHP, 2013): 

Zirâatın iktisâdi bünyemizin temelini teşkil ettiğini hiç bir zaman gözden uzak 
tutmayacağız. Eski iktidarın yaptığı gibi gösterişçi ve pahalıya mal olan bir devlet müessesesinin, karasaban ve kağnının mahkümu olan geri bir zirai bünye üzerine kurulamayacağı, kurulmak istendiği takdirde ise milli ekonomiyi takatsiz düşüreceği hakikatı daima hesap olunmak lazımdır. 

Zirâati ön plana alan böyle bir görüşle hareket ederek zirai kredi davasını zirâat alet ve vasıtaları meselelerini hastalık ve haşerelerle mücadele, iyi tohum ve tohumlar; ıslah mevzularını zirâat tekniğini ilerletme çarelerini ehemmiyetle yeni baştan gözden geçireceğiz. 

Küçük ve büyük sulama işlerine hız vermenin, verimi süratle artıran ve yeni yeni teşebbüslere geçmek imkânını veren bir mevzu olduğuna kaniiz. Topraklandırma işini daha emniyetli, pratik ve süratli usullere bağlamak niyetindeyiz. …zirâat bütçesini takviye etmek ve zirâatimizin ana davalarını teşkil eden yukarıda ifade ettiğimiz mevzuları memleket çapında olarak ele almak azmindeyiz. Sulama işleri gibi yol ve tarife meselelerini de zirâatimizle doğrudan doğruya alakalı mevzular addetmekteyiz. Hatta vergiler ve gümrük tarifeleri sistemleriyle zirâatimizi kuvvetlendirmenin çarelerini arayacağız. 

…Zirâat Bankasının sermayesini sözde değil hakikatte arttırmak lüzumuna kani 
bulunuyoruz. Yine kredi mevzuunda kooperatiflere daha fazla ehemmiyet vereceğiz. 09.03.1951 - 17.05.1954 tarihleri arasında görevde kalan İkinci Menderes Hükümeti’nin hükümet programında, bir önceki hükümet programında yer alan ifadelere yer verilmiş ve bu konuda “Demokrat Partinin ilk hükümeti ile yeni Hükümetin programı arasında esaslı bir değişiklik aramaya mahal 
olmadığı” ifadesine yer verilmiştir (İMHP, 2013). Bu kapsamda, tarımda makineleşmenin sağlanması, özel teşebbüse ağırlık verilmesi, iktisadi cihazlanmanın ve yatırımların arttırılması, yabancı sermayenin arttırılması ve devlet müdahalesinin azaltılma hususlarına yine öncelik verilmiştir. 
Dördüncü Menderes Hükümeti döneminde de önceki dönemlerde olduğu gibi kalkınmanın temel aracı olarak tarımsal kalkınma hedefi öncelikli olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda, 09.12.1955 - 25.11.1957 tarihleri arasında görevde kalan Dördüncü Menderes Hükümeti’nin hükümet programında iktisadi 
büyüme ve kalkınma konusunda şu ifadelere yer verilmiştir (DMHP, 2013) 
“Zirâat, milli ekonomimizin temelidir. Bir taraftan milletimizin beslenme ve giyinme ihtiyacını ve sanayimizin hammadesini temin ve diğer taraftan ihracatımızın da ana kaynağını teşkil eder. Aynı zamanda zirai kalkınmamız memlekette şimdiye kadar istihsâl ve istihlâki laşey mesabesinde olan ve milli ekonomimizde yeri çok ehemmiyetsiz bulunan nüfusumuzun en büyük kısmının yaşayış seviyesini yükseltecek ve onları nispi bir refaha kavuşturmak suretiyle memleketimizde içtimai adaleti tahakkuk ettirecek ve milli bünyemizi 
takviye edecektir.” 

“…bütün sahalardaki kalkınma gayret ve hareketlerimiz, ticaretimiz ve sanayileşmemiz, zirai kalkınmamızdan en geniş feyzini alacaktır. Şu cihet de unutulmamalıdır ki, zirai kalkınmamıza sarf edilecek gayretler ve bu sahada yapılacak envestismanlar bu sahanın tamamiyle bakir olması sebebiyle, verimlerin en yüksek seviyelerde elde edilmesini mümkün kılacak ve şüphe yoktur ki, zirai envestismanlar neticelerini diğer mevzulara nazaran çok 
kısa zamanda verecektir.” 

Tarımsal kalkınma ve diğer alanlardaki kalkınma amacıyla bu dönemden itibaren yol, liman, iskele inşası gibi konulara da önem verildiği görülmektedir. Bu kapsamda, hükümet programında şu hedeflere yer verilmektedir: 

“Zirai kalkınmamızla doğrudan doğruya alakalı olan bu mevzular yanında münâkale meselelerimizi ve karayollarımızı en kısa zamanda tekemmül ettirmeliyiz. Bunun yanında silolar, limanlar ve iskeleler inşası ve sair bayındırlık işleri de zirai kalkınmamızla, dolayısiyle fakat sıkı sıkıya alâkalı mevzular teşkil eder.” 

1950 Yılı’na kadar hızlı sanayileşme politikalarının etkisiyle tarım sektörü istenilen gelişmeyi gösterememiştir. DP döneminde ise “tarımsal kalkınmaya” öncelik verilmiştir. DP Hükümeti’nin tarım öncelikli kalkınma projesinin temelini ekilebilir tarımsal alanların arttırılması ve tarım sektörünün pazar ekonomisine daha büyük açılımının sağlanması ilkeleri oluşturmuştur (Oktar ve Varlı, 2010: 10). Bu kapsamda; zirai mücadele, köy sulama, kimyevi gübre ve toprak, bağcılık ve meyvecilik, çayır mera ve yem nebatları, hayvancılık, zirai öğretim ve bakım işleri konularına ağırlık verilmiştir (ÜMHP, 2013). DP Dönemi’nde hayvancılık konusunda da gelişmeler sağlanmıştır. Bu dönemde, kümes hayvanları ve yumurta üretimi, arıcılık ve bal üretimi, küçükbaş ve büyükbaş hayvanların üretiminde büyük artışlar yaşanmıştır. Hayvancılıkta meydana gelen yüksek artışlara bağlı olarak et, süt, yapağı, deri, kıl, tiftik üretimlerinde de artışlar yaşanmıştır (Albayrak, 2004: 339-340). 

Bu dönemde özellikle tarımda makineleşmenin artması konusunda önemli gelişmeler yaşanmıştır. İlkel denilebilecek araçlarla yapılan tarımsal üretim yerini makineli üretime bırakmış ve tarımda ciddi bir modernizasyon yaşanmıştır. Bu çerçevede, traktör kullanımı çok hızlı bir şekilde yaygınlaşmıştır. Tarımda makineleşme konusunda ABD’den gelen dış yardımların büyük etkisi olmuştur. 1950-1960 yılları arasında ABD dış yardımlarının yarısının tarımsal makineleşmeye ayrılmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, DP dönemi öncesinde Marshall yardımı çerçevesinde Türkiye’ye gönderilen traktörler 
tarımda makineleşmede hızlı gelişmenin ilk aşamasını oluşturmuştur. Marshall yardımı kapsamında yapılan yardımlar büyük ölçüde tarımsal malzeme ve mekanizasyondan oluşmuştur. Çünkü Marshall yardımının temel amacı tarımsal üretim kapasitesinin arttırılması ve karşılanmasıdır. Bu amacın 
gerçekleştirilebilmesi için de Türkiye’ye çok sayıda traktör ve pulluk gönderilmiştir. Tarımda hızlı makineleşmenin ilk etkisi ekime açılan arazinin genişlemesi ve tarımsal üretimdeki artış olmuştur (Öçal, 2005: 50-51; Oktar ve Varlı, 2010: 11). 

Tarımda makineleşme ve traktör sayısının artışından yalnızca Marshall yardımı değil aynı zamanda Ziraat Bankası tarafından verilen düşük faizli ve uzun vadeli kredi kolaylıkları da etkili olmuştur. Bu sayede, yalnızca büyük toprak sahipleri değil aynı zamanda küçük üreticiler de traktör alabilme imkanına kavuşmuştur 1950-1960 döneminde Ziraat Bankası tarafından verilen kredi miktarında 6 kata yakın bir artış yaşanmıştır (Oktar ve Varlı, 2010:12-13). 


Şekil 1. Ziraat Bankası Tarım Kredileri (1950-1960) 
Kaynak: Oktar ve Varlı, 2010: 13. 

Tarımı desteklemeye yönelik politikalar çerçevesinde bu dönemde tarımsal kredilerde de çok büyük artışlar yaşanmıştır (Bakınız: Şekil 1). Tarım kredi miktarı 1950 yılında 810 milyon TL iken, 1960 yılında 4,7 milyar TL’ye yükselmiştir. Tarım sektörü aynı zamanda taban fiyat uygulamaları ve destekleme alımları aracılığıyla da desteklenmiştir. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tarafından taban fiyatlarında, üreticiye önemli bir kâr marjı bırakılmıştır. Yüksek taban fiyat uygulamaları neticesinde bitkisel üretim çok büyük miktar artış göstermiş, ancak bunun sonucunda da meralar ve hayvancılık açısından nispeten bir gerileme söz konusu olmuştur (Erdoğan, 2008: 90). 

DP döneminde, tarım sektörüne sağlanan kredi olanaklarının genişletilmesi, karayolu ulaşımının geliştirilmesi ve tarım ürünleri fiyatlarının önceki yıllara göre daha çok desteklenmesiyle birlikte tarımdaki gelişme hız göstermiştir (Erdoğan, 2008: 91). 

Uygulanan politikalar neticesinde, DP Hükümeti’nin özellikle ilk 4 yılında olmak üzere genel olarak 1950-1960 yılları arasında tarım alanında çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1950-1954 yılları arasında tarımsal üretimde ciddi artışlar yaşanmış ve Türkiye, DP Hükümet programında belirtildiği üzere “yakın 
senelere kadar halkımızın yiyeceği ekmeklik buğdayı hariçten ithal ederken iki, üç sene gibi çok kısa bir devre zarfında hububat üreten memleketler arasında altıncı ve ihracatçı memleketler arasında da dördüncü” olmuştur. Bu dönemde, iyi hava koşulları ve Kore Savaşı’nın yarattığı dış konjonktür ile birlikte tarımsal üretim ve milli gelirde çok büyük artışlar yaşanmıştır. Benzer şekilde, o dönemde önemli bir ihracat ürünü olması nedeniyle pamuk üretiminde de sulama, gübreleme ve iyi tohumlukların yetiştirilmesine yönelik politikalar uygulanmış ve bunun sonucunda da Türkiye “Dünya Pamuk Üretiminde yedinci ve pamuk ihracatında da beşinci” sıraya gelmiştir (ÜMHP, 2013).
Tarımsal üretim artışı yıllık ortalama %13’ü bulmuş, tarım sektöründe çalışanların kişi başına reel geliri %46,5 oranında bir artış göstermiştir. Ancak, tarımsal nüfus içerisinde büyük toprak sahipleri ile küçük çiftçi çıkarlarının çatışması durumunda büyük toprak sahiplerinin çıkarlarına öncelik verilmiştir (Boratav, 2004: 105-106). 

Tarım alanında yaşanan bu gelişmelerin Türkiye ekonomisi açısından sadece tarımsal üretim anlamında etkileri olmamıştır. Tarımsal gelişmelerin etkisiyle Türkiye’de özel sermaye birikimi de hızlanmış ve bu gelişmeler özel bankacılık sektörünün gelişmesine de zemin hazırlamıştır. 

3.2. Tarım Sektörünün Gelişimi 

İlk olarak; 1950-1960 yılları arasında Türkiye’deki tarım alanlarına bakıldığında, 1950 yılında 14.542 bin hektar (14,5 milyon hektar) olan tahıl ve bitkisel ürün alanının 1960 yılında %60’a yakın bir artışla 23.264 bin hektara (23,2 milyon hektara) çıktığı görülmektedir. DP döneminin başlangıcında 608 bin hektar olan meyve, içecek ve baharat bitkileri ekim alanı ise 1960 yılında %20 artışla 720 bin hektara çıkmıştır. 1950 yılında 561 bin hektar olan bağ alanı ve 297 bin hektar olan zeytin ağaçları alanları ise 1960 yılında sırasıyla 782 bin hektar ve 548 bin hektar düzeyine ulaşmıştır. Dönem içerisinde bağ alanında %39, zeytin ağaçları alanında ise %85’e yakın artış yaşandığı görülmektedir. 


Tablo 2. Tarım Alanları, Bin Hektar (1950-1960) 


Aşağıdaki tabloda seçilmiş tahıl ürünlerinin ekim alanları sunulmaktadır. Tablodan da görüldüğü üzere, tahıl ve diğer bitkisel ürünler ekim alanları ağırlıklı olarak buğday ve arpa yetiştiriciliğinde kullanılmaktadır. 1950 yılında 4.477 bin hektar tarım alanı buğday ekiminde, 1.902 bin hektar tarım alanı arpa ekiminde, 593 bin hektar tarım alanı mısır ekiminde, 84 bin hektar tarım alanı kuru fasulye ekiminde, 51 bin hektar tarım alanı mercimek ekiminde ve 77 bin hektar tarım alanı da nohut ekiminde kullanılmaktadır. 1950-1960 yıllarını kapsayan dönemde söz konusu tahıl ürünlerinin ekim alanlarında önemli artışlar olduğu görülmektedir. DP döneminde buğday ekim alanları %72 artışla 7.700 bin hektara, arpa ekim alanları %49 artışla 2.836 bin hektara, mısır ekim alanı %17 artışla 697 bin hektara, kuru fasulye ekim alanı %37 artışla 115 bin hektara, mercimek ekim alanı %104 artışla 104 bin hektara ve nohut ekim alanı da %13 artışla 87 bin hektara ulaşmıştır. Bununla birlikte, dönem içerisinde tahıl ekim 
alanlarında dalgalanma olduğu da görülmektedir. Özellikle mısır ekim alanlarının 1954 yılından itibaren (1956 ve 1959 yılları hariç) azaldığı görülmektedir. 



Tablo 3.Bazı Tahıl Ürünlerinin Ekim Alanı, Bin Hektar (1950-1960) 
Yıllar Buğday, Arpa, Mısır, Kuru Fasulye, Mercimek, Nohut, 


1950-1960 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde tahıl ürünlerinin üretiminde de %130’a yaklaşan üretim artışları yaşanmıştır. 1950 yılında 3.871.926 ton buğday üretimi elde edilirken, 1960 yılında buğday üretimi %118 artışla 8.450.000 tona yükselmiştir. Buğday üretiminde en fazla artışın 1951 ve 1954 
yıllarında olduğu görülmektedir. Arpa üretimi de 1950 yılında 2.047.018 ton iken, 1960 yılında %80 artış yaşanarak 3.700.000 tona ulaşmıştır. 10 yıllık dönemde mısır üretiminde yaklaşık %74, kuru fasulye üretiminde %73, mercimek üretiminde %130, nohut üretiminde ise %14 artış yaşanmıştır. 


Tablo 4. Bazı Tahıl Ürünlerinin Üretim Miktarı, Ton (1950-1960) 
Yıllar Buğday, Arpa, Mısır, Kuru Fasulye, Mercimek, Nohut, 
Kaynak: TÜİK, 2012: 179-181. 



***