2 Ağustos 2018 Perşembe

Bugün bile birçok kişi Doğu Perinçek’i “ Kemalist ” sanmaktadır!

Bugün bile birçok kişi Doğu Perinçek’i 
“ Kemalist ” sanmaktadır!


Serdar ANT

23 Temmuz 2011 tarihinde çeşitli internet sitelerinde Sinan Meydan’ın bir yazısı yayınlandı:
“Cemil Koçak’ın Pişkinliği: Kürt Özerklik İsteklerine Atatürk’ü Alet Etme Kurnazlığı”
Başlıktan da anlaşılacağı gibi tarihçi Cemil Koçak’ı eleştiren bir yazı bu… Ama Sinan Meydan’ın isabetle saptadığı gerçek başlığın ikinci kısmında somutlaşıyor:
“Kürt Özerklik İsteklerine Atatürk’ü Alet Etme Kurnazlığı”
Evet, söz konusu olan tam da budur. Bugün ayrılıkçı Kürtçülüğün bağımsızlığa giden yolda dönemsel bir hedef olarak benimsediği özerkliği, toplumun gözünde meşru kılmak için Atatürk alet edilmek istenmektedir. PKK’nın demokratik özerklik taleplerine bir anlamda tarihsel meşruiyet kazandırmaktır amaçlanan… Sinan Meydan da bu işe soyunmuş olan tarihçilerden Cemil Koçak ile hesaplaşıyor!
Sinan Meydan’a göre “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” iddiası bir yalandır. “7 Nisan 2011′de yazdığım “O yalanı Artık Söyleyemeyecekler” adlı bir yazıda “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” yalanını bütün boyutlarıyla gözler önüne sermiş ve bu yalanı söyleyenlerden birinin de “büyük tarihçi” Cemil Koçak olduğunu belirtmiştim.” diyor Sinan Meydan… Gerçekten de Sinan Meydan’ın “O yalanı Artık Söyleyemeyecekler” başlıklı makalesi okunmalıdır. Bu aydınlatıcı ve yetkin çalışmayı herkese öneririm.
Ne var ki, Sinan Meydan Cemil Koçak’ı eleştirirken, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında Kürtlere Özerklik verdiğini iddia eden Doğu Perinçek ile ilgili tek kelime etmiyor! “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” lafı bir yalansa (ki bana göre de bir yalandır) o zaman bu yalanın kuyruklusunu Doğu Perinçek söylüyor. Hatta bu konuda bir kitap bile yazdı Doğu Perinçek:
Kemalist Devrim 4: Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası…
Ama Sinan Meydan “O yalanı Artık Söyleyemeyecekler” başlıklı yazısında şunları söylüyor:
“…Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyen “Kürtçülerin” ağzında sakız olan bu yalanı gündeme getirenler arasında Prof. Dr. Cemil Koçak ve -sonradan vazgeçmiş olsa da- Doğu Perinçek de vardır.”
Sinan Meydan, Doğu Perinçek’in Atatürk’ün Kürtlere özerklik sözü verdiği iddiasından vazgeçtiğini nereden biliyor? Ne yazık ki bu konuda bir kaynak belirtmemiş. Öyle anlaşılıyor ki Sinan Meydan’ın Doğu Perinçek’in tutumu hakkında söylediği bir gerçek olmaktan ziyade bir beklentidir. Zira Sinan Meydan’ın “O Yalanı Artık Söyleyemeyecekler” başlıklı makalesini yazdığı 4 Nisan 2011 tarihinde de Doğu Perinçek’in bu konudaki iddialarının yer aldığı “Kemalist Devrim 4: Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası” başlıklı kitabı kitapçı raflarındaydı ve partililerce okuması öneriliyordu. Daha ilginci, Doğu Perinçek de bu konudaki görüşlerinden vazgeçmediğini Aydınlık’taki köşesinden kamuoyuna ilan etti. Sinan Meydan’ın Doğu Perinçek’i aklamaya yönelik satırlarının üzerinden yaklaşık iki ay sonra, 31 Mayıs 2011 tarihli Aydınlık gazetesinde, “Özerklik Kimin Programı” başlıklı yazısında aynen şunları söylüyordu:
“Özerklik çağımızda tek başına bir program değildir; başka programlara eklemlenir. Örneğin İngilizler Cihan Savaşı’nın sonunda Kürtlere özerklik vaat ettiler. Sevr Anlaşması bunu öngörüyordu. Mustafa Kemal Paşa da İngiliz’in özerklik vaadinin karşısına, Türkiye’nin ‘şuralarla özerk idare’ programıyla çıktı. Bunun en önemli resmi belgesi TBMM vekiller heyetinin ‘Kürtlere mahalli idare’ kararıdır. 27 Haziran 1920 tarihlidir ve TBMM gizli celse zabıtlarında yayınlanmıştır. Tam metni ve açıklaması, Kemalist Devrim-4 Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası başlıklı kitabımdan incelenebilir. Atatürk 1921 Anayasası’nın şuralar yönetimini de ‘ahalisi Kürt olan vilayetlerin kendi kendilerine muhtar olarak idare etmeleri’ diye açıklamıştır.
İngilizlerin Kürtlere özerkliği ile Atatürk’ün başında bulunduğu milli hükümetin Kürtlere özerkliği birbirine karşıt programlardı. İngiliz emperyalizmi bölmek için özerklik vaat ediyordu; Mustafa Kemal yönetimi ise birleştirmek için! Özerklik, tarihte emperyalist programının da parçası olmuştur; emperyalizme karşı bağımsızlık ve demokrasi programının da… İçeriden bakarsanız, ağalara şeyhlere de özerklik verebilirsiniz, emekçi halkı temsil eden yönetimlere de… Nitekim sömürge yönetimlerinde de yerel özerklik uygulamaları görülüyor. Buna karşılık Sovyetler birliği, Yugoslavya ve halen Çin Halk Cumhuriyeti’nde de özerklik deneyimleri yaşanıyor.” (Aydınlık, 31.5.2011)
Görüldüğü gibi Doğu Perinçek, hâlâ Atatürk’ün Kürtlere özerklik vaat ettiğini söylüyor. Sinan Meydan’ın iddia ettiği gibi bu görüşlerinden vazgeçmiş değil!
Ne var ki Cemil Koçak’ı eleştiren Sinan Meydan, her ne hikmetse Doğu Perinçek’in iddiaları karşısında susuyor!
Neden?
Cemil Koçak’ın tarihçiliğinin kimin hizmetinde olduğu, hazretin yazdığı gazeteden, çalıştığı kurumdan belli zaten… Dolayısıyla Cemil Koçak’ın pişkinliğini vurgulamak, bir bakıma “Amerika’yı yeniden keşfetmek” ya da “malumu ilan” oluyor.
Ama Doğu Perinçek’in ulusal saflardaki etkinliği ve Kemalizm üzerine ipotek kurma çabaları ortadayken, “ Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdiyalanını yinelemesi karşısında suskun kalmak nasıl değerlendirilmelidir?
Sinan Meydan’ın öncelikle eleştirmesi gereken Cemil Koçak gibi Atatürk karşıtları mıdır, yoksa Doğu Perinçek gibiler midir? Cemil Koçak ne derse desin, kendini Cumhuriyetçi ve Kemalist olarak niteleyen birçok kişi üzerinde fazla bir etkisi olamayacaktır. Ama “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” yalanını hâlâ ısrarla yineleyen Doğu Perinçek için aynı şeyi söylemek oldukça zordur. Bugün bile birçok kişi Doğu Perinçek’i “Kemalist” sanmaktadır!
Sonuçta Sinan Meydan’ın Cemil Koçak’ı eleştirirken Doğu Perinçek’in benzer savları karşısında suskunluğunu koruması hayli düşündürücüdür.
Atatürkçü Yazılar için tıkla:

***

Doğu Perinçek'in “ 2000 Model Öcalan ”ı…

Doğu Perinçek'in “ 2000 Model Öcalan ”ı… 

Serdar ANT

Çarşamba Temmmuz 06, 2011 19:09
DOĞU PERİNÇEK’İN “2000 MODEL ÖCALAN”I…

Serdar Ant

Meğer Abdullah Öcalan’a ne büyük haksızlık etmişiz, nasıl da günahını almışız! “Bebek katili” dedik, “eli kanlı katil” dedik, “emperyalizmin maşası vatan haini” dedik, kısacası demediğimizi bırakmadık! Meğer ne kadar ayıp etmişiz, ne büyük bir haksızlık yapmışız! 

“Sayın”(!) Öcalan, meğer bir “Kemalist” imiş neredeyse… “Solun lideri” olma konusunda gerçekten de CHP lideri Kılıçdaroğlu’na rakip imiş! Kemalizm, ordu ve Cumhuriyet tarihi üzerine ne kadar isabetli değerlendirmeler yapmış, ne güzel şeyler söylemiş, ama bizim haberimiz bile olmamış işte! Cehalet ne kadar kötü bir şey, insanı nasıl da yanıltıyor, gördünüz mü? 

Allah’tan Doğu Perinçek ve Aydınlık dergisi var! Böylece biz de en sonunda hatamızı gördük, Türklere ve Kürtlere yol gösteren, keramet buyuran böyle büyük bir herifin, pardon liderin kıymetini en sonunda anladık! 

Aslında bizim de bir günahımız yok hani! PKK’nın yayın organı Serxwebun dergisini okusaydık, “Sayın” Öcalan’a bu kadar haksızlık yapar mıydık hiç? Biz de ondan feyz alırdık! Gerçi dağa çıkıp gerilla merilla olmazdık, ama sanırım bu kadar nankör de olmazdık! Ama dedim ya, PKK’nın yayın organı Serxwebun dergisi, her sabah bizim bakkal Ahmet Efendi’ye gelmiyor ki alıp okuyalım! 

Bizim bakkala Serxwebun gelmiyor, ama Aydınlık geliyor! Neyse ki Doğu Perinçek, Aydınlık gazetesinde iki yazı yazdı, bizim gibi kendini Kemalist sanan, ama aslında bir türlü Doğu Perinçek ve Öcalan kadar Kemalist olamayan herkesi irşat etti, doğru yolu gösterdi. Tabii Perinçek, bizim gibi kör cahil olmadığından, PKK’nın Serxwebun isimli yayın organını, bir yerlerden bir şekilde bulup, (herhalde Silivri cezaevinde değil) okuyabildiğinden Öcalan’ın Kemalizm konusunda aslında ne kadar sıcak düşüncelere sahip olduğunu cümle âleme ilan etti! 

Doğu Perinçek’in Serxwebun dergisinden alıntılayarak ballandıra ballandıra anlattığı Öcalan’ın Kemalizm, Kürt isyanları ve ordu konusundaki görüşlerini aşağıda aktaracağım. Gerçi Öcalan bu görüşleri 11 yıl önce, 2000 yılında dile getirmiş. Ne var ki sonra, Perinçek’e göre “ABD-İsrail projesinin aleti haline gelmiş”, “ABD-İsrail güdümlü AKP iktidarının avucuna düşmüş.” Ama en sonunda Perinçek’ten öğrendik ki, en azından 2000 yılında Öcalan ne kadar da da sağduyulu hareket ediyormuş! 

Şimdi kimi kendini bilmezler, “Kürdümüzü” kucaklamak istemeyen “ırkçılar” ve tabii “Gladyo safında olanlar”, Öcalan’ın bütün bu söylediklerine inanmayıp, “ulan herif yakalanınca korkudan ne yapacağını şaşırdı, attığı bütün o taklaların nedeni asılacağım korkusuydu” falan diyebilirler. Ama siz o bölücülere inanmayın sakın. Onlar ne demokrasi istiyor ne barış… Onların “Kürdümüz” diye bir derdi de yok! Hepsi “ırkçı” zaten!

Keşke Öcalan bugün de 2000 yılında düşündüğü gibi düşünse, yine öyle davransa… Perinçek’in altını çizdiği gibi “ABD-İsrail projesinin aleti” olmasa, “ABD-İsrail güdümlü AKP iktidarının avucuna düşmüş” bulunmasa da biz de Doğu Perinçek gibi onu bağrımıza bassak! En azından onun, Öcalan’ın 2000’li yıllardaki görüşlerini ulusalcı-Kemalist saflarda pazarlamaya çalıştığı gibi bizler de aynı şeyleri yapabilsek… Ne güzel olurdu değil mi?

Artık Öcalan tekrar 2000 yılında konuştuğu şekilde davranır mı bilmiyorum, ama Doğu Perinçek, tam 11 yıl sonra, 2011 yılında yeniden Öcalan’ı keşfettiğine göre, sanırım Öcalan’ın 2000 yılında ifade ettiği bu görüşleri bugün savunuyor demektir! Aksi geçerli olsa, durduk yerde Perinçek, Öcalan’ın 2000 yılındaki görüşlerini neden iki gündür Aydınlık gazetesinde ballandıra ballandıra anlatsın ki?

Şimdi gelelim Öcalan’ın 2000 yılında PKK’nın yayın organı Serxwebun dergisinin 222. sayısında söylediklerine… Tekrar söylüyorum, Allah Doğu Perinçek’ten razı olsun, onun, Aydınlık gazetesinin 2 ve 3 Temmuz tarihli sayılarında yayınlanan yazıları olmasaydı, biz Öcalan’ın kerametini nasıl öğrenecektik ki?

Önce 2 Temmuz tarihli Aydınlık’ta yayınlanan “Öcalan 2000’de Şeyh Sait konusunda ne diyordu?” başlıklı yazısından okuyalım. Dikkat, “Sayın” Öcalan konuşuyor:

    İsyanlar tarihi iyi bilinmeli ve doğru algılanmalıdır. Geçmişte yaşanan isyanlar ilkel milliyetçiliğe dayalıdır. Bazıları benim için ‘Kemalizme kayıyor’ diyebilirler. Kemalizm düşmanlığı Kürtlerin lehine değildir. İlk Kürt isyanları Batı’ya dayanıyordu. Söylemek istediğim şuydu: O dönemde hem Kürtler üzerinde hem de Türkler üzerinde emperyalizmin oyunu vardı. O zamanki isyanlara önderlik edenler bunu göremediler. Önderlerin gerici yanlarını görmek istediler. Bu oyun hâlâ devam ediyor.

    İsyan Kürt egemenlerinin yaklaşımıdır. Barzani ve Talabani’ye dikkat edilmeli. Kürt halkını da Kemalizm’i de bu hale getiren isyanlardır. 1919-24 sürecini anlatan Doğu Perinçek’in kitabı mutlaka okunmalı. Mustafa Kemal, 1919’da Kürtlere bütün özgürlükleri tanıyacaktı. ‘Oyuna gelmeyin’ dedi. ‘Kürdistan devleti kurma oyununa, Ermeni devleti kurma oyununa gelmeyin’ dedi. Cumhuriyetle birlikte Kürtlerin bütün özgürlüklerini tanınacaktı. Doğrudur, Atatürk stratejik açıdan yaklaştı. 1924’e kadar sürdü.

1919-24 sürecini anlatan Doğu Perinçek’in kitabı mutlaka okunmalı” dediğine göre, anlaşılan Öcalan kitabı pek beğenmiş! Nasıl beğenmesin ki? “Ortak kimlik Türkiyelilik olmalıdır.” “Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmelidir.” “Yine anayasada belirlenmelidir ki, Türkiye… Cumhuriyet'in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır." “…her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır." “Ana dille laik ve demokratik eğitim görmek… Anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmelidir." “Genel af…” gibi öneriler, Öcalan’ın övgüsünü yaptığı Perinçek’in kitabında yer almıyor mu?

3 Temmuz tarihli Aydınlık’ta yer alan “11 yıl önce Öcalan’a göre Kemalizm ve Ordu” başlıklı yazıda da Öcalan taklalarına devam ediyor:

    “Sorguda bir askeri yetkili ‘bu oyunu, bu kardeş kavgasını bozacağız’ demişti. Ben buna değer verdim ve ‘varım’ dedim. ‘Zaten yıllardır yapmaya çalıştığımız da budur’ dedim. Aslında Kemalizm, yani 1919-24 yılları arasındaki çizgi uygulanmadı. Bunda isyan etme var, kendini pazarlama ve oyuna gelme var.

    Fakat feodal aşiret önderlikleri, emperyalistlerin yedeği olmaktan kurtulamadılar. Tarihteki yanlışları düzeltmek de bize düşüyor. Bizim bu süreçte yaptığımız da budur. Geçenlerde bana Mustafa Kemal’in o dönemdeki konuşmalarını derleyen Doğu Perinçek’in bir kitabını verdiler. (Doğu Perinçek’in Kemalist Devrim-4 / Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası) O konuşmaları inceledim. Ancak orada söylenenler uygulanamadı.

    Görüyorsunuz en değme Kemalistler harcandı. Bu cinayetlerde İran’dan medet umuyorlardı. Son derece duyarlı olunmalıdır. 28 Şubat süreci önemlidir. Aslında Kemalizm’i, yeniden incelemek gerekir. Kemalizm’de Kürtlere yer olduğu kesindir. Kemalizm’in güncelleştirilmesini iyi irdelemeliyiz. Kemalistlerle ilişki geliştirin, onlar da dönüşüyorlar. Birlikte Mustafa Kemal’in sözleriyle yürüyelim. Geçmişte böyle söylemediysem, bu benim eksiğimdi.

    Kemalizm artık 1925’lerdeki Kemalizm değildir. Kemalizm’de de demokratikleşme var. 28 Şubat sürecinde olan şey, Kemalizm’in demokratik öngörüye gelmesidir. Bu dönemde güç dengesinden rahatsız olan gerici kesim var. 

    28 Şubat süreci tümüyle demokratik uzlaşmadır, demiyorum, ama tezlerin karşılıklı uzlaşasıdır. Beş-on yıl sürer. Yüzde 100 evet ya da hayır demek mümkün değildir. Savunmamda bunları söyledim. Bunlar öylesine söylenmiş sözler değildir. Anayasa değişiyor, seçim ve partiler yasası değişiyor. PKK’da değişiyor. Sonuç uzlaşmadır. Bu bir çizgidir. Yaşadığımız süreci böyle derinleştireceğiz. Yaşadığım ve sağlığım elverişli olduğu sürece bunu pratikleştireceğim.

    Türk ordusu ile karşı karşıya gelmemek için özen gösterilmelidir. Yoksa çözüm zorlaşır. Genelkurmay Başkanı’nın daha önce Eylül 1999’da yaptığı geniş bir açıklama vardı. Ben o açıklamayı önemsiyorum. Ordu ve diğer kurumlar içinde de farklı görüşler var. Fakat biz orduda gelişecek asıl çizgiyle bu sorunu çözmek istiyoruz.”


***


Doğu Perinçek’in yaptığı bu alıntılar, aslında bir tür Abdullah Öcalan reklamıdır! 1989-90 yıllında çektirilen o malum Perinçek-Öcalan resimlerinin 2011 versiyonudur! 

Öcalan 2000 yılında böyle düşünüyordu, ama daha sonra “ABD-İsrail projesinin aleti haline geldi”, “ABD-İsrail güdümlü AKP iktidarının avucuna düştü” demek bugün hiçbir geçerliliği olmayan bir gerekçedir. Perinçek ve onun gibi düşünenlere sormak gerek:

Öcalan, 2000’den önce, mesela 90’lı yıllarda kimsenin aleti değil miydi peki? Öcalan ve PKK, 2000’den önce kimsenin avucunda değil miydi sanki? PKK, 2000 yılına kadar “bağımsız Kürdistan” için savaşıyor, kan döküyor, terör yapıyordu! Ama Öcalan 1999’da yakalanınca(!) birden bire hidayete erdi ve keramet buyurmaya başladı! Sonra da ABD ve İsrail işe karşıtı ve Öcalan da onların aleti oldu!

Doğu Perinçek’in senaryosu bu mudur? Bilmem ki bu masala inanacak kaç kişi yaşıyor bu ülkede?

Şimdi Doğu Perinçek’in örtük bir şekilde övgüsünü yaptığı “2000 yılının Öcalan’ı” bugün yeniden zuhur etse ve yukarıda aktardığımız şekilde konuşmaya başlasa Doğu Perinçek ve Cumhuriyet Güçbirliği adı altında onun peşine takılanlar ne yapacaklar acaba?

Öcalan ve PKK ile kucaklaşacak mısınız?

Anayasa değişiyor, seçim ve partiler yasası değişiyor. PKK’da değişiyor. Sonuç uzlaşmadır. Bu bir çizgidir. Yaşadığımız süreci böyle derinleştireceğiz” diyen Öcalan gibi siz de uzlaşıp derinleşecek misiniz?

Peki, o uzlaşma hangi noktada olacak? 

Öcalan’ın “okunmalı” diyerek önerdiği Perinçek’in kitabında belirtilen noktalarda mı mesela?

Ortak kimlik Türkiyelilik olmalı” mı diyeceksiniz? 

Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmeli” mi diyeceksiniz?

Türkiye, Cumhuriyet'in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır" mı diyeceksiniz?

Her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır" mı diyeceksiniz?

Ana dille laik ve demokratik eğitim görmek Anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmelidir" mi diyeceksiniz?

Genel af” mı talep edeceksiniz?

Böyle mi olacak ABD-İsrail projelerine alet olmamak?

İyi de bugün ABD-İsrail projesine alet olan PKK-BDP bu hedefleri elde etmeye çalışmıyor mu?

İşçi Partililer bu sorulara yanıt vermezler. Ama “Cumhuriyet için Güçbirliği yapıyoruz” diyen, “Atatürk’te birleştik” laflarıyla avlananlar acaba çıkıp bu soruları soracak kadar cesaret sahibi mi? Yoksa Kemalist-ulusalcı yazar ve aydın olarak ortalıkta dolaşanlar, “Aydınlık’ta yazım yayınlanmaz” ya da “Ulusal Kanal’da programların askıya alınır” korkusuyla veya İP kuyruğuna takılmış kimi gazeteler “sözleşmemi iptal eder” kaygısıyla üç maymunları oynamaya devam mı edecekler ?

Aydınları Korkak olan Milletler Ezilmeye mahkûmdur.

3.7.2011




25 Temmuz 2018 Çarşamba

‘Bu Ülke’de daha ne Olması gerekiyor?





‘Bu Ülke’de daha ne Olması gerekiyor?


Adnan İslamoğulları

Türkiye Cumhuriyeti devletinin artık ‘varlık’ ve ‘bağımsızlık’ ve ‘bütünlük’ ve dahi bunlara bağlı olarak ciddi ‘hayâtiyet’ tehlikesi içinde olduğunu görmek için ‘bu ülke’ de daha ne olması gerekiyor?
Ortadoğu’da ‘süper güç’ olma iddiasındaki Türkiye’ye, İmralı’dan, Kandil’den ve bunların TBMM’deki ‘siyâsî bürosu’ olarak çalışan BDP’den her gün bir başka racon kesildiğini ve Türkiye’nin bir devlet olarak alenen tehdit edildiğini görmek için daha ne olması gerekiyor?   
İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de ‘efsâne yazan’ polisin ve cümle güvenlik güçlerinin Güneydoğu’da süt dökmüş kediye dönüştürüldüğünü ve bölgenin âdeta PKK’ya terk edildiğini, PKK’nın bölgede yaptığı korucu infazlarıyla hesap gördüğünü ve bölgedeki psikolojik hâkimiyetini günden günde tahkim ettiğini görmek için ‘bu ülke’de daha ne olması gerekiyor?
‘Barış süreci’ adı altında başlatılan ihânet siyâsetiyle birlikte ülkemizde güçlenen hissin ‘barış’ değil ‘bölüme’ olduğunu ve o sürecin dağa çıkışı hızlandırdığını, yalnızca geçtiğimiz hafta dağa çıkanların sayısının 300-400 kişi olduğunu görmek için ‘bu ülke’de daha ne olması gerekiyor?
PKK’nın silah bırakarak çekilmesinin tamamen göstermelik olduğunu, sınır dışına çekildiği söylenen örgüt mensuplarının bİr nev’i rehabilitasyona çekilen emekliliği gelmiş kadrolar olduğunu ve PKK’nın zinde güçlerinin iktidardan devşirdiği yüksek bir moralle üstelik kuvvet toplayarak dağlardaki varlıklarını devam ettirdiğini görmek için ‘bu ülke’de daha ne olması gerekiyor?
Bölünmenin hukukî alt yapısının bile hazırlanıp, on yıllık tutukluluk hâlinin kaldırılmasının KCK tutuklularına tahliye yolunu açtığının, Murat Karayılan’ın  “Apo’nun yardımcılarının ve sekreterlerinin olması gerekir”  sözlerinden Türkiye Cumhuriyeti devleti için PKK’nın artık bir terör örgütü değil, diplomatik bir muhatap hâline geldiğini görmek için ‘bu ülke’de daha ne olması gerekiyor?
PKK’nın kendi ‘polis gücü’nü oluşturarak, bölgedeki asâyişi kontrolü altına aldığını, bölgede yapılan yayla şenliklerine dağdaki PKK’lıların jiplerle alınarak getirildiğini, onlara kürsü verildiğini ve yine aynı jiplerle sırtlarında silahları olduğu halde dağa götürüldüklerini, dağın taşın PKK flamaları ve Apo posterleriyle doldurulduğunu, bölgedeki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sahipliğinin kâğıt üzerinde (o da şimdilik) kaldığını görmek için için ‘bu ülke’de daha ne olması gerekiyor?  
Apo’yu ‘barış elçisi’ yapıp, PKK’yı da yüzyılın en kanlı terör örgütü olmaktan çıkararak ‘kültürel hak arayıcısı’ hâline getirenin BDP ve PKK değil, aslında bizzat ‘AKP iktidârı’ olduğunu görmek için ‘bu ülke’de daha ne olması gerekiyor? 
İstiklâl marşında istifini bozmadan oturan kaymakamların, 10. Yıl marşını ‘faşist’ olarak niteleyip, HAKPAR’ın 4. Kongresinde ‘Her şey özgür Kürdistan için’ sloganları arasında saygı duruşunda Kürt marşı ‘Ey Rakib’e tâzîm ile eşlik eden Salih Kapusuz, İhsan Arslan ve Abdurrahman Kurt’un KCK Yürütme Konseyi üyesi değil, AKP Genel Başkan yardımcısı, AKP milletvekilleri ve AKP bürokratları olduğunu görmek için ‘bu ülke’de daha ne olması gerekiyor? 
İlk iftarını Suriyeli mültecilerle açan ve mültecilere,  “Vahid vahid Suri, Türki vahid”  sloganları attıran Davutoğlu’nun ve Kerkük’te şehit edilen ve Doğu Türkistan’da katliama mâruz kalan Türklere bir tâziyeyi bile çok gören Hükümetin duyarsızlığını, Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Basın Sözcüsü Abdullah Tümtürk’in   “Lûtfen cuma hutbelerinize ve vaazlarınıza bizi de ekleyin”  çağrısına kulak tıkayan Diyânet’in çirkin sessizliğini görmek için ‘bu ülke’de daha ne olması gerekiyor? 
Ve bütün bunların üzerine,  “Daha son sözümüzü söylemedik”  diyen bir Muhalefet Partisi Genel Başkanından şaka gibi bir açıklama: 
Başbakana yönelik  “Apo sana büyü mü yaptı?”  diye soran ve ülkeye ihanetle ithâm eden, anayasa değişikliklerini  “bölünme anayasası”  olarak yorumlayan, miting meydanlarında asıp-kesen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cemil Çiçek’le yaptığı son görüşmeden sonra anayasa değişikliğinin  “çok hayırlı bir çalışma”  olduğunu ve  “MHP’nin bu hayırlı çalışmanın devamından yana”  olduğunu söyledi. 

Bu ülke’de daha ne olması gerekiyor?

****

Sokağın Dilini Kesen Zalimler...

Sokağın Dilini Kesen Zalimler...


Hikmet Çetikaya


Zamanın saatinden yaşanıyor bu ölümler, acılar, gözyaşları.
Bir duygu yağmuru sabahın şafağında kördüğüm olmuş yılların getirdiği o yalnızlığını, bir ağacın dalında sarıp sarmalıyor.
Güneş yavaş yavaş yükselirken biri gökten ateşi çalıyor sanki.
Kararıyor her yer!

O çalınan ateş bir çocuğun ölümü...

Toprağa verilen 19 yaşındaki Ali İsmail, acılı bir anne ve baba...
Eskişehir’de, Ankara’da, İstanbul’da yüzlerce yaralı, gözaltı, tutuklu...
Bir fidan, üç anne...
Faili meçhul cinayetlere, yargısız infazlara alıştırılmış bir toplum birbirine düşman edilmek isteniyor.
Bunun adı demokrasi ve özgürlük!
Başbakan MÜSİAD’ın iftar yemeğinde sesleniyor:
“Siz de mi korkuyorsunuz yoksa?.. Bu Gezi Park’ı Direnişi’nin ne olduğunu turnusol kâğıdı gibi ortaya çıkaracağız...”

***

Bir Gözdağı!

Yıldırma!

Zaten televizyon ekranlarında Gezi Parkı, Tahrir Alanı, Mısır’daki darbe özleştiriliyor!
Yafta hazır!

Darbe tabanı hazırlamak için işi 27 Mayıs 1960 öncesine, Kızılay olaylarına dek götürenler bile var!
Oysa bir başbakanın dilinde 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz, Adana’da köprüden düşerek ölen polisimiz, kâğıt toplayan 13 yaşındaki çocuk olmalıydı...
Ne bileyim; Eskişehir’de biber gazından, tazyikli sudan, gaz bombasından kurtulmak için kaçarken sopalarla kıyasıya dövdüler 19 yaşındaki Ali İsmail’i...
Ailelerine başsağlığı dilemeliydi...
19 yaşındaki üniversiteli genç Ali İsmail dövüldüğü saatlerde MOBESE kameralarının neden çalışmadığının soruşturulacağını...
Oysa görüntüler ortaya çıkmıştı bile...

***

Umutla umutsuzluğun, sevgiyle sevgisizliğin o derin çukurunda nice kıyımları yaşayan toplum, kana kan intikam tohumlarıyla bugünkü yere geldi.
Ulusalcılık kavramını bile anlamayıp gözlerini açıp kapayana dek derin milliyetçiliğin batağına düştü...
AKP iktidarına karşı çıkan “derin milliyetçiler”, bir güzel ulusalcılığı kullanıp yurtseverlik kavramını tekellerine aldı.
Tehlikeli bir tırmanış solu bile etkiledi...
Sosyal demokrat partiler içinde de filizlenen bu kör düşüncenin Gezi Parkı Direnişi’yle kırılacağını düşünmüştüm.

Olmadı!

Emeğin örgütlü gücü, sendikal hak ve özgürlükler, çevre bilinci...
O derin milliyetçiliği AKP eline geçirmiş, sivil, evde zor tuttuğu seçmeniyle bir bakıma “intikam mangaları”nı harekete geçirmişti.
Bunun lamı cimi yok!
Sol kendi içinde yeni bir yapılanmayla; sosyal demokratlar, “sosyal demokrasi” kavramını içselleştirerek yurtseverliğin “derin milliyetçilik” olmadığını anlatarak, yeni bir yol haritası çizebilir seçimler öncesi.

***

Bu bilinç, demokrasi ve özgürlüklerin yolunu açar...
Sermaye-emek çelişkisi pusula olur!
AKP muhalifleri olan “sözde ulusalcı” o “derin milliyetçiler” özellikle CHP’den pılısını pırtısını toplayıp eski yuvalarına döner.
Kimse kimseyi darbecilikle suçlayamaz!
Suçlayana gençler, emekçiler, aydınlar gereken yanıtı verir!
Bugün gerçek yurtseverler, solcular, sosyalistler, devrimciler baskı altındadır.
Gerçek yurtseverler zindanlardadır...
Gezi Parkı eylemleriyle birlikte Türkiye genelinde “cadı avı” başlamıştır.
Beni Mısır’da yaşananlardan daha fazla Türkiye’de yaşadıklarımız ilgilendiriyor.
Oradaki açık darbedir.
Peki, Türkiye’de yaşadıklarımız ve yaşananlara ne diyeceğiz?
Sokağın dilinin kesen zalimleri ne yapacağız...
Eli palalı, bıçaklı, sopalı haydutları...

***

Eskişehir’de öldürülen Ali İsmail için İstanbul Kocamustafapaşa’da yapılan anma toplantısına “eli sopalı ve bıçaklı” intikam mangaları saldırıyor, “Yarın da gelirseniz öldürürüz, leşleri sayamazsınız” diye gözdağı veriyorlar.
Kimden güç alıyor intikam mangaları?
O katiller, caniler niçin yakalanmıyor?
Eli palalı saldırgan ise yurtdışına kaçmış!
Demek ki parası var!
Tutuklanacağını birileri söylemiş...
Şimdi soruyorum:
“İntikam mangaları, komandoları burada, devlet nerede?”



***

İyi Tanıyın..


İyi Tanıyın..


Rifat Serdaroğlu


Vatanı satanları, Türkiye’nin belli bir bölgesini kendi siyasi hesapları uğruna
PKK Narko-Terör örgütüne peşkeş çekenleri, kendilerine verilen kanunsuz emirlere uyup Türk Ordusunu kışlasına kapatanları, PKK’nın yayın organı gibi çalışıp Türk Milletinin moral gücünü tahrip eden medya kuruluşlarının yönetici ve sahiplerini, olanları komşu ülkeden bakar gibi seyreden Yüksek Yargıyı,
Oğluna usulsüz olarak verilen bir memuriyet karşılığında “Cumhuriyeti” satan hainleri iyi tanıyın.
Vatan savunması için hiçbir şey yapmayıp sadece seyretmenin düşmanla işbirliği yapmakla eşdeğer tutulacağını, özellikle görevini yapmayan muhalefet partilerinin birinci derecede sorumlu olacaklarını lütfen hiç unutmayın,
iyi hatırlayın.
AKP, basiretsiz ve dirayetsiz tutumuyla maalesef ülkeyi bir iç savaşın kapısına getirdi. Hür dünya ülkeleri arasında itibarı kalmayan Erdoğan, siyasi tarihe “terörü bitiren adam” olarak geçebilme hayalinin bittiğini görmüş, Eşbaşkanı tarafından atıldığı “Kürtçülük Kuyusundan” çıkamayacağını anlamış ve son çare olarak “Benden sonra tufan” anlayışıyla yıkıp-yakıp, öyle gitme yolunu seçmiştir.
Erdoğan ve Türkiye’nin PKK Narko-Terör örgütüne peşkeş çekilmesi için çalışanlar, şu gerçeği er-geç anlayacaklardır;
Burası, M.Ö 13 Bin yılından bu yana Türklerin vatanıdır ve öyle kalacaktır. Kürtçü-Bölücüler, Barzani tohumları hesaplaşmak istiyorlarsa, bu hesaplaşma yapılacaktır.
Bizler, yani bu toprakları vatan kabul edenler, etnik kökeni-inancı-dili-dini-
rengi-cinsi ne olursa olsun, “Ne Mutlu Türküm Diyene” ilkesini kabul edenler,
Türk Bayrağından başka bir bayrak istemeyenler, bu oyunu bozacağız.
Hem de demokratik yolla ve kimsenin burnunu kanatmadan bozacağız.
Eline silah almayan, bu cennet vatanın çocuklarını öldürmeyen herkese söyleyecek sözümüz, verecek gönlümüz ve birlikte geçireceğimiz zamanımız vardır.

Değerli Okurlar;

Hangi görüşten olursanız olun, bizler çözümü Türk Milletinin önüne koyuncaya kadar geçecek zaman, izleme ve tanıma zamanıdır.
-Kimler üç kuruşluk menfaat uğruna, Türk Vatanının kutsallarına saldırıyor!
-Kimler bir makam uğruna, içinden çıktığı mübarek ocağı hançerliyor!
-Kimler TSK’nın kahramanlarına kahpece tuzaklar kurup, vatan evlatlarının zindanlarda çürütülmesine geçit vermiş!
-Kimler rütbeleri arttıkça, kendileri küçülmüş, ufacık kalmışlar!
-Kimler Türk Vatanının, uluslararası tefeciler tarafından soyulmasına çanak tutuyor!
-Kimler yaranmak ve para uğruna, kutsal dinimizin ve milyarlarca dolarlık servetin üzerine oturup, yabancı istihbarat örgütlerine uşaklık ediyor!
-Kimler Türkiye’nin “Milli” bir kuruluşu olan istihbarat örgütünü, uyuşturucu baronu bir caninin kucağına atıyor!
-Kimler Türk Milletinden aldığı gücü, biber gazı-sopa ve polis copu olarak milletin kafasında kullanıyor, bunların hepsini iyi tanıyın ve hem gönlünüze hem de beyninize bu isimleri kazıyın.
Yarın, Türk Milleti yine düze çıktığında, yanınıza ilk gelecekler bunlar olacak.
Bunları iyi tanıyın, hiç unutmayın. Yüzlerine tükürmek için!


***




Barış Süreci, Bu Mu?


Barış Süreci, Bu Mu?

Melih Aşık

PKK’nin iki numarası Murat Karayılan hükümete ültimatom veriyor:
“Herkes bilmeli ki, önümüzdeki bir hafta çok önemlidir. Türk devletinin şu anki gibi tavrı devam ederse süreç tıkanır.”
Önümüzdeki hafta ne olacak? Ankara’nın Apo ile ilgili tavrı mı belirlenecek?
Biz bilmiyoruz... Pazarlığı yürütenler biliyor... Karayılan devam ediyor:
“Halkımız daha fazla kurumsallaşmalı ve kendini korumalı. Öz savunmasını güçlendirmeli.”
Dün internet sitelerine bir fotograf düşüyor... Faraşin Yaylası’nda bir cenaze töreninde topluluğu uzun namlulu silahlarıyla PKK’liler koruyor. BDP Van Milletvekili Nazmi Gür, Van Belediye Başkanı Bekir Kaya ile PKK’nin Van eyalet sorumlusu Simko Derik de cenazede (PKK’nin koruması altında) hazır bulunuyor.
PKK 8 Mayıs’ta çekilmeye başladı... Gazetelere çekilme fotoğrafları yollandı. Meğer aldatmacaymış. Başbakan iki hafta önce örgütün ancak yüzde 15’inin ülkeyi terk ettiğini söyledi. Hemen ardından AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu barış sürecinde 2200 gencin dağa çıkarıldığını bildirdi. PKK çekiliyor gibi yaparak Doğu’ya daha fazla yerleşiyor... Bu arada artık fiili olarak kendi toprağında gibi hareket ediyor. Türk devlet güçleri ise ortada görünmüyor. Sanki bölge PKK’ye bırakılmış. Barış süreci bu muydu?

Palalı Nanik yaptı 

Taksim’de pala ile sağa sola saldıran şahıs eşi ve çocuğunu almış THY uçağı ile Fas’a gitmiş.
İyi güzel de, “Palalı” işleri bozulmuş iflas noktasına gelmiş bir esnaf değil miydi?
Hatta büyüklerimiz! onun palalı vahşetini, içinde bulunduğu sıkıntı nedeniyle gösterdiği demokratik tepki olarak değerlendirmemiş miydi?
İflas noktasındaki Palalı, parayı nereden buldu da eşi ve çocuğuyla Fas seyahatine çıktı? 
Yoksa o da 24 maaş ikramiye mi aldı?
Palalı ilk çıkarıldığı mahkemece serbest bırakılmıştı...
Kulislere, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in bu serbest bırakma kararına öfkelendiği haberi sızdı...
Palalı, muhtemelen Bakan’ın el altından baskısı sonucu, ikinci kez mahkemeye çıkarıldı.
Yargıç bu defa da “kaçma ihtimali yok” diyerek Palalı’yı salıverdi. Düşününüz ki eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Mustafa Balbay veya Tuncay Özkan’ın kaçma ihtimali var. Palalı’nın yok...
Sonunda bir başka mahkeme yakalama kararı çıkardı... Bu defa da anlaşıldı ki... Palalı aranırken Atatürk Havaalanı’ndan çıkış yaparak ver elini Kazablanka demiş...
Yargı öylesine kriz içinde ki... Kelimelerle tarifi mümkün değil...
Mobese
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya, Kabataş’ta saldırıya uğradığı iddia edilen türbanlı kadınla ilgili mobese kayıtları soruluyor:
- Öyle bir mobese görüntüsü yok, ben öyle bir görüntü izlemedim, diyor...
Oysa türbanlı Z.D. ile röportaj yapan Star yazarı Elif Çakır:
- Valiliğin, emniyetin elinde mobese kayıtları mevcut, diye yazmıştı...
Z.D. röportajda Elif Çakır’a ayrıca şöyle diyor:
“Bir amcaydı sanırım müdahale etmeye çalıştı onu da öldüresiye dövdüler kızıyla birlikte.”
Bu amca ve kızından da ne şikâyet var, ne haber...
100 kişinin gerçekleştirdiği saldırının tek bir kaydı ve tanığı yok. Ama bu yüzden yer yerinden oynuyor.
Eskişehir Valisi
“Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüne neden olan darp olayını kesinlikle polis yapmamıştır” diyor. Vali “Kesinlikle” dediğine göre katliamla ilgili elde kesin kanıt var demektir, açıklansın!


***

YETTİ.,

Akif Kökçe

Yetti
103 Aydın Demokrasi bildirisi yayımlamış... Demokrasi diye PKK taleplerini dile getiriyorlar.
Bu “aydın”ların isimlerine bakıyorsunuz...
Çoğu referandumda “Yetmez ama evet” oyu verenler.
Bugünkü yarı dikta rejiminin temeline harç koyanlar yani...
Demokrasiye katkıda bulunmadan önce...
Acaba bir “özür” dilemeyi akıllarına getirmezler mi?

SUUD

Suudi Arabistan’dan ilginç bir haber... İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınlayarak Müslüman olmayanları, ramazan boyunca kamuya açık olmayan yerlerde yiyip içmemeleri konusunda uyardı. Bu uyarıyı dinlemeyenlerin iş akti feshedilecek hatta sınır dışı edilebilecekler... Arabistan’da çoğu Asyalı 8 milyon yabancı yaşıyor.


Araplara demokrasi mi geldi? 
Metin Özkan 
Tahrir Meydanı'nda
Yüz binlerce insan
Günlerce toplandı,
Bir sürü insan öldü,
Sonra, "Arap Baharı" geldi.

***
Aradan bir yıl geçti,
Yüz binlerce insan,
Yine Tahrir Meydanı'nda toplandı,
Yine insanlar öldü,
Ancak bu defa, "Arap Baharı" gitti.

***
Şimdi merak edilen şu;
Bu bahar neden geldi?
Ya da neden gitti?
Dahası insanlar neden öldü ve ölüyor?
Cevap;
Cevap yok.
Zaten cevap olsaydı,
Binlerce yıldır,
Milyonlarca insan,
Bir avuç muktedirin iktidarı için ölmezdi.

***
İnsanlığın bitmeyen trajedisi,
Ne yazık ki yazgısını,
Hep başka ellere bırakmış olmasıdır.
Dini otorite
Laik otorite
Askeri otorite
Sivil otorite
Hepsi aynı kapıya çıkıyor;
Koşulsuz itaat.

***
Her defasında aynı fotoğraf,
Sorun
Demokrasi sorunu değil,
Sorun;
Temel hak ve özgürlükleri sınırlandırma sorunu.
O nedenle insan otorite önünde bir kere diz çökünce,
Bir daha asla doğrulamıyor.

***
Mısırda durum düzelmeyecek gibi,
En azından kısa südre düzelmesini beklemek mümkün değildir,
Ortada bir gerçek var ki,
O da "Arap Baharı" başladığı gibi bitti.
Ne varlığı,
Ne de yokluğu Araplara demokrasi getirmedi.

***
Darbeden sonra Mısır'a,
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt'ten
Toplam 16 milyar Dolar dış yardım yapılsa da,
Mısır'da durum kısa sürede düzeleceğe benzemiyor.
Korkum şudur ki,
Bu şekilde devam edersek,
Yani Müslümanlar birbirini kırmaya devam ederse,
Müslümanların ülkelerini çok kötü günler beklemektedir. 


***

Hukukun Miladı...


Hukukun Miladı...



Yavuz Selim Demirağ

Ankara’da hâkimlerin olup olmadığına dair endişe 15 Temmuz’da Yargıtay’da başlayacak duruşmalarda belli olacak... Yıllardır sinsice ilerleyen kadrolaşma, özel yetkili mahkemeler ve 12 Eylül referandumuyla zirveye çıktı. Başbakan Erdoğan, özel yasalar çıkarıp MİT’i kurtarmaya, yüksek yargıda 20 yıl şartı getirerek vaziyeti kotarmaya çalışsa da hukuk adına vahamet devam ediyor. 
Ethem Sarısülük’ü öldüren polisin koruma altına alınması, Gezi gösterileri esnasında katledilen gençlerin faili meçhul bırakılması, vatandaşlarımızın gözlerini çıkaran, beyin kanaması geçirten personel ile ilgili yaptırım uygulanmayışı adaletin kötü yola düştüğüne dair düşünceleri tetikliyor.
Yargıtay kararlarının içtihat niteliğinde olduğu bilinir. Yüksek yargının vereceği karar yerel mahkemeleri kesin olarak bağlayacağı için 15 Temmuz’un Türk Hukukunun miladı olacağı kanaatindeyim. Her ne kadar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin yedi üyesi malum HSYK tarafından atanmış olsa da, mahkeme heyetinin evrensel hukuk kurallarını zorlamayacağına inanmak istiyorum.
Beş yıldır Silivri’deki hukuksuzluğu benim kadar yakından takip eden bir gazeteci olmadığının altını çizmek istiyorum. Günlerce süren gizli tanık ve şizofren tiplerin beyanlarını dinledim.  
120 milyon sayfayı bulan Ümraniye dosyalarını tek tek incelemek eşyanın tabiatına aykırı. Ve bu dava 5 Ağustos’ta büyük ihtimal kararını açıklayacak. Sözde Balyoz içler acısı. Savunma haklarını kısıtlanması, tanık taleplerinin reddi, bilirkişi raporlarının hiçe sayılması daha başından usul hataları ile kararın bozulması şart.  
Digital terör ürünü sahte belgelerin bir bir foyasını meydana çıkaran zanlılara karşı, heyetin verdiği karar hukuk tarihine kara sayfa olarak geçti bile. İki çocuk annesi Güllü Salkaya için  “babalık haklarından men” kararı terazinin ne denli hassas olduğunu ortaya koyan küçük ayrıntıdır.
Pazartesi günü başlayacak olan duruşmalarda sanıklar olmayacak. Sadece avukatları bulunacak. Tamamı ile görüşmek mümkün değil lakin Hasdal ve Hadımköy’dekilerin bazılarıyla görüştüm. Artık kocaman bir aile haline geldiğimiz avukatları ve yakınlarıyla konuştum. Her şeyden önce umut bitmiş değil. Lakin “Askeri okullarda izin kağıdımızı elimize almadan izine çıkabileceğimize inanmazdık. Tahliye edilip, birkaç gün sonra tutuklanmaya da alıştık. İçeride rehin olarak tutulduğumuzu da biliyoruz. Pazarlık sadece ülke içinde sürmüyor. Uluslararası boyutu da var. Açılım, saçılım derken bölücü başının İmralı’daki durumu... Şimdilik eve çıkarılan Öcalan’ın serbest bırakılması için doktor raporu planlarını milletimiz biliyor. Ada’nın sekreter, hizmetçi talepleri gerçekleşirse kimse şaşırmasın. Bebek katilinin serbest kalıp TBMM’de siyaset yapmasına dair beklentilerin gerçekleşmeyeceğini kimse garanti edemiyor” mealindeki düşüncelerini okuyucularımızla paylaşmış olalım. 

***
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının tebliğnamesi de ilginç. 69 sanığın cezalarının bozulma talebinin aynı zamanda beraat anlamını taşıyıp, taşımadığı meçhul. Öte yandan eski kuvvet komutanları dahil çok sayıda zanlının cezalarının onanması yolundaki talebi anlamak da mümkün değil. Tahminlerime göre usulden bozulacak, dosya özel yetkili mahkemeye iade edilecek bu sırada bazı tahliyeleri beklemek iyimserlik olur. Anayasa Mahkemesinin beş yıldan fazla tutukluluğu bozmasına rağmen  “bir yıllık süre” de olduğu gibi git-gel en az bir yıl. Öcalan serbest kalırsa, genel anlamdaki af ile hapishaneler boşalabilir. 

***
Pazartesi Yargıtay’daki duruşmayı izlemeye başlıyorum. Notlarımızı paylaşacağız elbet.



***

Bu Kafayla Anayasa!




Bu Kafayla Anayasa!


Ali Sirmen


Ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz, o da biliyor, herkes biliyor:
Türkiye siyasetine egemen bu kafayla demokratik anayasa falan olmaz.
Bu gerçeği herkes biliyor, ama oyun sürüyor. Başbakan çağrı yapıyor:
- Gelin üzerinde anlaşılan 48 maddeyi bir haftada çıkaralım!
Ana muhalefet lideri de, hayır demiyor, kapıyı açık bırakıyor:
- Komisyon bu yönde karar alırsa biz de destekleriz.
Bir danışıklı dövüş ki herkes neyin ne olduğunun farkında.
Tüm sorun oyunbozanlık etmiş olmamak, masadan kaçtı görüntüsü vermemek...
Kimileri çıkıp ahkâm kesiyorlar:
- En büyük sorunu sivil bir anayasadır. Metin üstünde anlaşılsın mesele kalmaz!
Bu anayasa fetişisti kafa elli yılı aşkın süredir egemen. 
27 Mayıs’ı yapanlar, yeni ve özgürlükçü bir anayasayı yürürlüğe koyarlarsa her şeyin çözüleceğini sandılar. 1961 Anayasası’nı Kurucu Meclis’e hazırlatıp halkoyuna sundular, yürürlüğe soktular.
Ama beklenen değişiklik olmadı.
Kavganın odak noktası, “yeni bir anayasa yapalım”dan, “bu anayasa bu bünyeye uyuyor mu”ya kaydı.
Herkes şaşırmıştı. Yeni anayasa yapılmıştı. Ama sorunlar aşılmamıştı.

***
Azgelişmiş demokrasinin iyi niyetli anayasa fetişisti kafası, çağı yanıtlayan bir anayasa metni hazırlanıp, yürürlüğe konursa her şeyin çözüleceğini sanır. 
Ve de tabii ki, yanılır.
Çünkü anayasalar, neden değil, sonuçturlar.
Kısacası gelişmiş toplumlar, çağdaş anayasaları olduğu için gelişmiş değillerdir, tam tersine gelişmiş oldukları için öyle anayasalara sahiptirler.
Yoksa demokrasi yolunun başındaki bir topluma, tepeden inme bir çağdaş anayasa verin de, bakın bakalım, o toplum kendiliğinden çağdaşlaşıyor mu?
Anayasalar, kanunlar hiyerarşisinde, en üst basamakta yer alan, devletin temel kurumlarını düzenleyen yasal metinler olmanın ötesinde, herkesin ve de özellikle iktidardakiler gibi düşünmeyen, davranmayan ve hissetmeyenlerin de özgürlüklerinin güvenceleri olan toplumsal mutabakat senetleridir.
Anayasalar, iktidarın yetkilerinin altını çizen değil, sınırlarını çizen mutabakatların güven senetleridir.
Çağdaş anayasalar kimsenin ötekileştirilmediği, yöneticinin keyfine göre kimsenin temel hak ve özgürlüğünün kısıtlanmadığı metinlerdir.

***
Anayasanın amacı, iktidarın erkini değil, o erkin karşısında kamunun ve de bireyin özgürlüğünü güvenceye almaktır.
Bu özelliği olmayan metinler, temel yasalar olarak çıkarlar, ama çağdaş anlamda anayasa olamazlar.
Franco’nun da anayasası vardı. Ama “anayasa”dan murat o mudur?
Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran, temel hak ve özgürlükleri hiçe sayan, yargı bağımsızlığını tanımayan metinlere ancak diktaların temel yasası denir, ama gerçekte onlar, toplumların anasını ağlatan yasalardır.
Uzlaşma Komisyonu 48 madde üzerinde anlaşmış. 
Türkiye’nin bu siyasi ortamında uzlaşma kurumu kulağa nasıl geliyor dersiniz?
Herkesi ötekileyen, bir siyasi iktidarla, demokrasinin temel kavramları üzerinde uzlaşmak imkânı yokken, sistemin nasıl işleyeceğini düzenleyen metinde nasıl uzlaşacaksınız?
Bu kafayla en gelişmiş anayasayı alsanız, orasına burasına, birkaç “ancak” birkaç “ama” ekleyerek, sisteminizin aynası bir metin çıkarırsınız sadece
Şu gerçeği görelim: Elde var olan anayasayı bile daha beter hale sokan bu kafa demokratik bir anayasa falan yapamaz.
Türkiye’nin sorunu bir anayasa metni sorunu değil, kafa sorunudur.
Türkiye’ye egemen olan kafayla demokratik anayasa yapılamaz.
Kimse kimseyi kandırmasın!
Kimse de kanıp olmayacak duaya “amin”i yapıştırmasın!
Bitsin bu maskeli balo!


***

Yine Tasa Anayasa…


Yine Tasa Anayasa…


Hasan Pulur

İlk tanıştığımızda “Teşkilat-ı Esasiye” kanunuydu. Her konuda ikiye bölünmeyi marifet sananlardan bir kısmı böyle derken CHP’liler “Anayasa” derlerdi, bize göre doğrusu da buydu. Sonra birdenbire “Teşkilat-ı Esasiye” gitti, “Anayasa” geldi oturdu.
İlahi kavga başlamıştı.
“Şimdi tasa/Anayasa!” dedik ya!
Hem de ne tasa!

***
Meclis Başkanı Cemil Çiçek helak oldu, lakin bize öyle bir fıkra anlattı ki!
Adamın biri falan kasabaya yaya giderse kaç dakika süreceğini sormuş, cevap yok! Bir daha sormuş yine cevap yok, kızmış, “yahu ağzını açıp bir şey söylesene!..”
Öbürü boynunu bükmüş.
“Yürü de yürüyüşünü göreyim ona göre bir tahmin yaparım!”
Cemil Çiçek, Anayasa için böyle dedi.
“Kimsenin yürüdüğü yok, tahmin istiyorlar.”
Oysa konu bize göre Anayasa değil!

***
Ya ne?
Kusura bakmayın ama, maksat yeni Anayasa ise 1980 modeli “darbe” yapımı Anayasa’yı değiştirirler.
Demek ki Anayasa’dan memnunlar...

***
Hem şimdi başka işleri var, eli sopalı ya da palalı adamlar ortaya salıyorlar, bir genç daha öldürüldü! Gezi olaylarında mimledikleri mimar ve mühendisler durumuyla ilgileniyor!
Nasıl ilgi olduğunu anlamışsınızdır herhalde...

***
Taksim Gezi olayları sırasında polisin biber gazından kaçıp, Divan Oteli’ne sığınanların hesabını sormayacaklar mı?!!
Canını kurtarmak isteyenlere kapılarını açtı diye birkaç uydurma fotoğrafla, oteli mühimmat deposu ilan edecekler.
Ayıptır ayıp!
Hani “Seksenler”in “Butik Ali”si, “Bana her şeyi söyleyin de şunu söylemeyin!” der ya!
Ne derseniz deyin ama “Koç Ailesi”ne “terörist koruyucusu” demeyin.
Laftan lafa geçiyoruz.

***
Anayasa Mahkemesi, 10 yıldan fazla tutukluluğu öngören maddeyi iptal etti.
Bir de süre koydu, bir yıldan sonra uygulanır.
Adam tutuklu, tahliye olması gerekmiyor mu?
Hayır, bir yıl sonra...
Hem maddeyi Anayasa’ya aykırı diye iptal edeceksiniz, ama bir yıl içeride bekleteceksiniz.
Bu nasıl bir mantık.
Kanun iptal edilmiş, Anayasa’ya aykırı bulunmuş, lakin sen hele bir yıl daha yat da!
Anayasa Mahkemesi Başkanı da işin farkında olmadı ki takdiri hakimlere bırakıyor.
Velhasıl böyle işte!

“Yine tasa/Anayasa!”

***

Palalı., Direnişçi olsa bunlar olurdu!

Palalı.,  Direnişçi olsa bunlar olurdu! 



SABAHATTİN ÖNKİBAR



Mazallah Palalı-Satırlı o AKP militanı Gezi Parkı direnişçisi olsa ne olurdu biliyor munuz?

- Aydınlık ve bir kaç gazete hariç bütün matbuat tam sayfa palalı resmi ile çıkar ve Gezi Parkı direnişine karşı küfür yarışı başlatırlardı.
- Yandaş haber kanallarında bu konuda her akşam tartışma programları yapılırdı.
- Tayyip Erdoğan elinde pala ve satır fotoğrafı abartısız günlerce mugalata yapardı.
- AKP’li belediyeler “Işte Demokrasimizin katili” diye palalı afişler bastırıp şehirlerini donatırdı.
- Polis o görüntü sonrasında hemen bir örgüt ismi uydurup evlere baskın verip onlarca kişiyi gözaltına alırdı.
- Yargı sadece palalıyı değil, ona o fikri verdi-teşvik etti-örgütledi ve pala ile satırı temin etti gerekçeleri ile onlarca kişiyi tutuklardı!
CHP ile MHP’ye mahalli seçim önerileri
Kılıçdaroğlu-Bahçeli ikilisi ile CHP ve MHP’in şaha kalkması çok zor ancak çıkmayan candan ümit kesilmez misali başka yolu yok, Türkiye’yi kaostan kurtarma ve AKP’yi gönderme zeminini inşa adına Mahalli Genel seçimlerinde yine bu iki partiye destek kaçınılmazdır.
Bize göre mahalli genel seçim sürecinde CHP ile MHP’nin yapması gerekenlerden bir kaçı şudur:
1) Seçim 1989’da Özal’a karşı yapıldığı gibi Tayyip Erdoğan’a karşı referanduma dönüştürmeli ve bütün kampanyayı Erdoğan’ın ceberrutluğu eksenine oturtmalı yani Tayyip Erdoğan birlikte yaşamayı sabote eden ve kargaşa yaratan bir imaj ile özdeşleştirilmelidir.
2) Hem CHP hem MHP, AKP ve PKK dışındaki bütün muhalif unsurlarla lafla değil fiili olarak kolkola girmeli ve herkesin oy verebileceği ortak adaylar istişarelerle belirlenmeli, Belediye Meclis listeleri öyle oluşturulmalı. Mahalli seçimlere parti bayrağı ile değil Milli Cephe anlayışı ile girilmelidir.
3) CHP ve MHP Sadettin Tantan, Aytaç Durak, Ümit Özdağ, Ümit Kocasakal, Uğur Dündar, Ufuk Söylemez, Zekeriya Beyaz, Can Ataklı, Haluk Dural gibi her kesimden oy alabilecek isimleri listelerine taşımalıdır.
4) Seçime kısa bir süre kala AKP’li belediyelerin yaptığı yolsuzluklarla ayırımcılıklar kamuoyu ilgisini çekecek metotlarla ifşa edilmelidir.
5) CHP ile MHP açıktan ilan edemeseler de birbirini güç ve iddia durumlarına göre bölge-bölge destekleyeceği bilinmeli bu şekilde de genel seçim öncesi milli koalisyon modeli inşa edilmelidir.
Yüzde 20 küsur Milli Irade midir?
Mursi’nin Mısır’daki karşılığı yüzde 20 küsurdur ki ilk turda aldığı sonuç ortada yani alaşağı edilen Mübarek’in adamını bile ancak bir puanla geçebilmiş.
Sonrasında yüzde 51 yüzde 49 olması ise zorunlu tercihin sonucu. Buradan hareketle Mursi eşittir Milli Irade ya da Mısır’ın yarısı demek doğru değil zira yapılan Anayasa oylamasına bile halkın ancak yüzde 30’u katılmış.
Türkiye’de de Tayyip Erdoğan Istanbul’a yüzde 20 küsurla Belediye Başkanı seçilmişti.
2002 seçimlerinde ise aldığı oy yüzde 34 ama Parlamentodaki temsili yüzde 67 oldu.
Söyleyin bu tablo ile Tayyip Milli Iradeyi temsil etti denilebilir mi?
Peki ya 2007 ve 2001 sonuçları mı?
Daha önce de yazdık o seçimler Kenan Evren’in referandumu misali güdümlü yani kirlidir zira hatırlayın o süreçlerde taşlar bağlanmış köpekler sürüler halinde salınmıştı, dolayısı ile eşit bir kampanya yapma imkanı yoktu.
Dinle Tayyip’in zabiti!
Genel Yayın Yönetmenimiz Ilker Yücel’in verdiği bilgiye göre Istanbul’da 47. Motorize Piyade Alayının kantinlerinde Atatürk‘ümüze deccal ve şeytan diyen gazeteler bile satılırken Aydınlık’a yasak getirilmiş!
Belli ki bu karar Tayyip’ten terfi ya da taltif bekleyen Vahdettin artığı omuzu kalabalık işbirlikçi bir zabitin eseri!
Kim bu emri verdi bilmem ama her kimse bilsin ki hukuk, tarih ve ahlak önünde bunun hesabını verecek ve atası Vahdettin misali maskesi inip tarihin lanetine muhatap kalacaktır.
Şuraya bakar mısınız, Atatürk’ün Ordusunda Atatürk ve Milli-Üniter devleti için kellesini koyup mücadele veren ve her gün bedeller ödeyen Aydınlık böylesi karanlıklarla yüz yüze!
Ama yılmak yok zira biliyoruz ki aydınlığa en yakın olan zaman dilimi karanlığın en kesif olduğu an yani bugündür!
10. yıl marşına otur, PKK marşına kalk!
Iki fotoğraf:
Birincisi Kırkpınar’dan!
Başpehlivanlık güreşlerinin ödül fon müziği onuncu yıl marşıydı.
Ama heyhaaat AKP’liler bu marş çalınırken proteso için halkın tersine ayağa kalkmadı!
Peki ama neden?
Türklüğe olan düşmanca bakıştan mı?
Öyle ya 10. yıl marşının her şeyi Türk!
Ve bir başka fotoğraf ki merkezinde AKP’nin sakallı mebusu Salih Kapusuz var.
Ve o Kapusuz Türk bayrağının olmadığı ve istiklal marşının okunmadığı PKK bayrakları ile süslü bölücü bir toplantısında PKK marşı çalınırken ayağa fırlayıp düğmesini iliklemiş ki bu iddia şahsıma değil MHP’li Oktay Vural’a aittir ve beyanına göre elinde görüntüler var. Yorum sizindir...

***

Müslüman - Erkek - Kardeşler!


Müslüman - Erkek - Kardeşler!



Hulki Cevizoğlu

Geçen yazımda, “Atatürk’ün kalemi” Falih Rıfkı Atay’ın 50 yıl önceki, uyarılarına yer vermiştim.
Kimileri, Falih Rıfkı’ya ağır eleştirilerde bulundu.
Bugün, farklı kalemlere yer vereceğim. Bakalım, aynı çevreler bunlara ne diyecek?

*  
Bizim iktidar ve yandaşları, Mısır’daki “karekök darbeler” içinde işine geleni beğeniyor, gelmeyeni ağır eleştiriyor.
Acaba ne kadar samimiler bu konuda?
(“Karakök darbe”, darbenin karekökü demek. Yani, darbe üstüne darbe!. Hüsnü Mübarek’e, Mursi’ye ve ondan önce Firavunlara kadar giden darbeler demek.)
(Başbakan Erdoğan diyor ya, “Darbe kime yapılırsa yapılsın karşısındayız!” Herhalde, Musa’nın arkadaşı Firavun’a yaptığı darbeyi kastetmiyor!)

Bizim iktidar zümresi, yandaş kalemleri ve örnek aldıkları fikir önderleri darbeler konusunda bakınız neler demişti?
Nazlı Ilıcak (aynı zamanda eski AKP mv.):
“(10 Ekim 1980) Darbe Türk halkının müdafaasıdır, idamlar bu müdafaanın neticesidir. 
‘Kadife eldivenli’ vasfını daima koruma, müsamaha ve iyi niyet her zaman devam etmelidir. Çünkü bu bizim son şansımızdır. Kaybedeceğimiz şey, demokrasiden de, hürriyetlerden de önemlidir. Haysiyetimizin istiklal ve istikbalimizin teminatı olan anavatandır.” 
Ilıcakların gazetesi Tercüman’ın manşeti:
“Yeni anayasa hazırlanacak. Ordu mecbur kaldı.” 
Hürriyet’in manşeti:
“Atatürk yolunda devam!” 


Necip Fazıl Kısakürek:

“Malum darbelerden biri değildir. 
Bu hareket olmasaydı, yıl değil ay değil, belki hafta ve gün hesabiyle Türkiye’nin çöküşü gerçekleşebilirdi...
12 Eylül 1980 milli ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı istidadındadır. 
12 Eylül 1980 müdahalesi ancak ‘millet için’ formülüyle ifade edilebilir.
Hükümetten ziyade, onu mefluç kılan (felç eden) partilere ve fesad ocağına döndürdükleri Meclis’e yönelik bir davranış.
Hedefi de, ... gayet tabii olarak ‘devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama’ atılışı. (Kısakürek’in ardılı Erdoğan, bugün bu maddeyi kanundan çıkardı. -HC)
Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah!..”  

*

Başbakan Erdoğan, Mısır’daki “Müslüman Kardeşler” (İhvanü’l Müslimin)  örgütünü savunuyor bugün. 
Dini Kavramlar Sözlüğü’ne baktım. Kastedilen “tüm kardeşler” değil, yalnızca “erkek Müslümanlar!” imiş.
Neyse, bakalım Müslüman kardeşliği mümkün mü?
Mehmet Akif Ersoy konuşuyor:
“Hani Müslümanlık, bir uhuvvet (kardeşlik) husule getirecekti. Nerede? 
Her tarafta Müslümanlık cehalet, Müslümanlar ise sefalet içinde mahvolup gidiyor... 
Müslümanların hepsi cahil; Arabı cahil, Türkü cahil, Kürdü cahil, Arnavutu cahil, hepsi cahil. Hepimiz igvaata (kışkırtmaya) kapılıyoruz...
Biz cehaletimiz yüzünden dini bu hâle getirdik. Din de bizi bu hâle getirdi. İslam dini bir miskinlik (uyuşukluk) dini oldu.”  


Akif, Mısır’a, üniversitedeki görevine tekrar döndükten sonra yazdığı bir mektupta ise Mısır hakkında şöyle diyor:
“Mısır’da 11 yıl kaldım. Fakat 11 saat daha kalsaydım artık çıldırırdım.
Sana halisane (içtenlikle) bir fikrimi söyleyeyim mi;
İnsanlık da Türkiye’de, milliyetçilik de Türkiye’de, Müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik de Türkiye’de... (Milliyetçiliği Erdoğan duymasın!-HC)
Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp, O’na (Mustafa Kemal’e) versin.” 


Darbeye ve darbecilere karşıymışlar!
Kenan Evren’le okul açılışlarına katılan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ne diyor:
“Mısır’la ilişkilerimizi kesmedik. Kesmeyi de düşünmüyoruz!” 
Hani nerede kaldı Müslüman kardeşliği?..


***