uluslararası örgütler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
uluslararası örgütler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? TAKDİM VE AÇILIŞ

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK?  TAKDİM VE AÇILIŞ





TAKDİM 
Sadece birkaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte olduğu muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi. 
Halihazırda, tek bir milleti dahi teğet geçmeyen COVID-19 milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye kadar yüzbinlerce can aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan etkileşimi neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa da, maalesef toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor. 

Şu veya bu şekilde, COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi. Bütün ülkeler bu sürece dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak mücadelemizi kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu kritik zamanı krizin üstesinden gelmek için birlikte çalışarak kullanmak zorundayız. Zaman, farklılıklarımızı bir kenara bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği için rekabet yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır. 
Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde, virüsü kontrol altında tutmak ve Türk halkı üzerindeki etkilerini en aza indirmek için gerekli tüm adımları atmakta dır. Kurumlarımızın yorulmak bilmeyen çabaları ve vatandaşlarımızın çok değerli desteği sayesinde pandeminin zirve noktasını geride bırakmayı başardık ve normalleşmeye doğru ilerliyoruz. Pandeminin başlangıcından bu yana diğer ülkelerle ve ilgili uluslararası kuruluşlarla çabalarımızı koordine ediyor ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Ayrıca, diğer ülkelere destek sağlıyor ve küresel çabalara katkıda bulunuyoruz. 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bu süreçte şüphesiz önemli bir rol oynamakta. Ülkemizdeki ve dünyanın dört bir yanındaki özverili diplomatlarımız, yurtdışındaki vatandaşlarımıza ve yabancı meslektaşlarına ulaşarak çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Bakanlığımızın yeni kurulan Koordinasyon ve Destek Merkezi COVID-19’la ilgili operasyonumuzu yönlendirirken, 7 gün 24 saat esasına göre çalışan Çağrı Merkezimiz vatandaşlarımızdan gelen binlerce yardım talebini etkin bir şekilde işleme alarak sonuçlandırıyor. Şimdiye kadar, 130 ülkeden 85.000'in üzerinde vatandaşımız yurdumuza getirildi ve önümüzdeki haftalarda birçoğunun daha güvenli bir şekilde geri dönüşü için gerekli düzenlemeleri 
yapıyoruz. 

Halkımızın sağlığına öncelik veriyor ve bu doğrultuda konsolosluk çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynı zamanda, şekillenmekte olan yeni jeopolitik ortama hazır olmak zorundayız. COVID-19 küresel siyasi ve ekonomik düzeni nasıl etkiliyor? COVID-19 sonrası dünya nasıl bir yer olacak? Yeni uluslararası ortam hangi fırsat ve tehditleri beraberinde getirecek? Bir yandan beyin fırtınası yapıp bu sorular üzerinde düşünürken, diğer yandan bu hususlara ilişkin değerlendirmelerinden faydalanmak amacıyla değerli uzman ve akademisyenlere ulaştık. Bakanlığımız ile akademik dünya arasında bir köprü görevi gören Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) akademik düşünceyi Bakanlığımıza etkin biçimde taşıyor. SAM birkaç hafta önce “COVID-19 Sonrası Küresel Sistem: Eski Sorunlar, Yeni Trendler” ismini taşıyan ve 26 değerli Türk akademisyenin makalelerini içeren bir kitap yayımladı. Vakitlice hazırlanan, ilgi çeken ve aydınlatıcı bu kitabın ülkemizdeki karar vericiler ve düşünürlerin masalarında daha şimdiden yer bulmasından memnuniyet duyuyoruz. 

SAM daha sonra aynı soruları dünyanın farklı yerlerinden bir grup öndegelen entelektüele yöneltti ve “COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?” isimli kitap, tüm bu beyin gücünden istifade edilmek suretiyle ortaya çıktı. 

Hiç düşünmeksizin bu kitabı, pandeminin neden olduğu kaydadeğer jeopolitik belirsizlik döneminde karar alıcıları destekleyecek en önemli akademik çalışmalar dan biri olarak tanımlayabiliriz. Yazarların her birine vizyonlarını bizimle 
paylaştıkları için teşekkür ediyorum. Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran ile SAM ekibine özenli çalışmaları ve Antalya Diplomasi Forumu’na kitabın hayata geçirilmesi sürecindeki kaydadeğer katkıları için ayrıca teşekkürleri mi sunuyorum. Bu kitapta paylaşılan tüm fikirlerin, hepimiz için daha iyi bir gelecek sağlamaya matuf çabalarımızda bize yardımcı olacağına inanıyorum. 

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı 

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? 

***


COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL YÖNETİŞİM 

Prof. Richard FALK

Princeton Üniversitesi Albert G. Milbank Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörü ve Kaliforniya Üniversitesi Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı, 

ABD Küresel Yönetişim, Uluslararasıcılık, Uluslararası Örgütler, ABD-Çin Rekabeti, Çok Taraflılık,Jeopolitik, Biyolojik Tehditler,
 
Giriş 

COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişim hakkında tahminlerde bulunurken hem temkinli hem de net olmak önem taşımaktadır. Temkinli olunmalıdır. Zira Koronavirüs salgınının ne zaman biteceği de dahil olmak üzere birçok belirsizlik bulunmaktadır. Salgın ekonomi tamamen yeniden açıldığında mı bitecektir? Birçok ülkeye dağıtılmak üzere bir aşı geliştirilip hazır olduğunda mı? Ulusal hükümetler, DSÖ veya BM Genel Sekreteri tarafından bittiği ilan edildiğinde mi? Yoksa ekonomi ve toplumsal kalıplar yeniden normal göründüğünde mi? 

Küresel yönetişim için alternatif gelecekler tasarlanırken, özellikle de beklentiler, gerekli olanlar ve arzu edilenler arasındaki ayırımı belirlerken net olmak da aynı derecede önem taşımaktadır. Net olmak küresel yönetişimle, halihazırda 
işleyen devlet merkezli dünya düzeninin koşullu ve yapısal eksikliklerini birbirinden ayırmakla da ilgilidir. Örneğin, dünya düzeninin önemli bir boyutu olan küresel liderliğin kalitesi ABD ve Çin'in tutumlarına ve yönetim önceliklerine, ayrıca 
BM Genel Sekreteri gibi önemli ahlaki otorite figürlerinin ve güçlü özel sektör menfaatlerinin etkilerine bağlıdır. Buna karşılık, COVID-19 krizinin yanı sıra iklim değişikliği, küresel göç ve uzun süren iç kargaşalardan oluşan ortak sınamaları 
çözmek için gerekli olan küresel işbirliğine ulaşmada yaşanan başarısızlıklar, sorun çözme konusunda yaşanan koşullu ve yapısal sınırlamalara işaret etmektedir. Devletler, özellikle de daha büyük ve daha varlıklı olanlar, küresel ve insani çıkarları göz önünde bulundurma konusunda isteksiz olmakta ve ulusal çıkarın kendilerine hizmet eden tanımlarını benimsemektedir. 

Bu nedenle küresel sınamalara karşı yapılan yönetişim müdahaleleri genel olarak hayal kırıcı olmaktadır. 

Dijitalleşmenin bölgesel olmayan karşılıklı bağlılığı ile milliyetçiliğin bölgesel zihniyeti arasındaki uyumsuzluk başka bir gerilim kaynağıdır. Belki de küresel yönetişime ilişkin en ciddi gerilimler, birkaç siyasi aktörün jeopolitik manevraları 
(örneğin, Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi üyeleri) ile yasalar karşısında daha hesap verebilir hale getirilen normal devletler arasındaki etkileşimden kaynaklanmaktadır. Bu faktörler II. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük yönetişim sınaması olarak aniden ortaya çıkan COVID-19’dan çok önce de mevcuttu. 

COVID-19’dan Çıkarılacak Yönetişim Dersleri 

Yönetişime ilişkin COVID-19’un ortaya koyduğu en açık ders, küresel ölçekli sınamalara dair büyük belirsizlik dönemine, istikrarsız dünya düzenine ve zamanlaması bilinemiyor olmakla birlikte yaklaşan tehditlere karşı yeterince 
hazırlıklı olunmadığıdır. Bu duruma iki farklı müdahale yolu mevcuttur. Birincisi, hükümetler ve halk tarafından, salgının önümüzdeki dönemde sağlık dışı konulara olası etkileri göz ardı edilerek, gelecekteki yeni salgınlarla daha etkili müdahale 
için sağlık politikalarının ve kapasitesinin daha merkezi hale getirilmesine duyulan ihtiyacın kabul edilmesidir. Bu yaklaşım, generallerin gelecekteki savaşlar için planlar yapmak yerine son savaşın hatalarını düzelttiklerine ilişkin tarihi kabule 
uygun olacaktır. 
Egemen devletlerin siyasi liderlerinin kısa vadeli performanslarıyla değerlendirilme leri ve bu liderlerin görev sürelerinin gelecekte ortaya çıkacak tehlikelerin somutlaşmasından önce sona ereceğini varsayma eğiliminde olmaları nedeniyle küresel yönetişim bağlamında sorunlar ortaya çıkmaktadır. 
Küresel sağlıkla ilgili olumlu düzenlemeler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) bütçesinin, bağımsızlığının ve yetkisinin salgınlar hakkında uyarı, tedaviye ilişkin öneriler ve güvenilir bilgi sunabilmesini temin etmek için büyük ölçüde artırılması nı hedeflemelidir. Bu aynı zamanda, özellikle ekonomik açıdan daha zor durumda olan ülkelerde eş zamanlı adımlar atmak ve sorunlarla mücadelede bilgi, yetenek ve maliyet paylaşımıyla işbirliğine dayalı usuller ve yetenekler geliştirmek anlamını taşımaktadır. Fiiliyatta bu, kriz yönetimine vurgu yapan küresel sağlık politikasına ilişkin iyi yönetişim uygulamalarını belirleyecek ve uygulayacak ölçüde yeterli düzeyde finanse edilmiş küresel yeterlilik anlamına gelmektedir. 

Bu tür olumlu düzenlemelerin yerine getirilmesi halinde, uluslararası kurumları güçlendirme, egemen devletlerin yeteneklerini artırma ve tüm sosyal etkileşim seviyelerinde önceden hazırlık ve işbirliği düzenlemelerine duyulan ihtiyacın farkına varma arasında bir uyum sağlanabilecektir. 

Bu bağlamda, devlet merkezli dünya düzeninin uyarlanabilir politika potansiyeli, küresel yönetişim yapılarında herhangi bir temel değişikliğe ihtiyaç duyulmadan harekete geçirilecektir. 
Bu politika odaklı yaklaşımın başarısı, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere önde gelen ülkelerin uyguladığı küresel liderliğin kalitesine de bağlı olacaktır. Temel endişe, ABD’nin küresel etkisinin, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde olduğu gibi anlayış ve taahhütler açısından uluslararası nitelikte mi, yoksa Trump’ın başkanlığı döneminde olduğu gibi içe dönük ve ulusal nitelikte mi olacağıdır. Bu hususta, 2020’de Trump’ın dört yıl için bir kez daha seçilip seçilmemesi gibi muğlaklık arz eden faktörler, COVID-19 krizi sona erdikten sonra küresel liderliğin yönünü saptamada belirleyici olabilecektir. Ayrıca, milliyetçi yönelimin salgın etkisini yitirdikçe devam etmesi, hatta güçlenmesi halinde Afrika ve Asya’daki ittifaklar da dahil olmak üzere diğer siyasi güçleri liderlik boşluğunu doldurmaya teşvik etmesi mümkündür.

    Milliyetçiliğin bunun yanında öngörülemeyen birçok sonuçla birlikte dünya ekonomisinde güçlü bir küreselleşme karşıtı eğilime yol açma olasılığı da bulunmaktadır. 

Sağlık Sektörünün Ötesinde. 

COVID-19 hususunda geniş ölçüde paylaşılan “hepimiz birlikteyiz” anlayışının, iklim değişikliği, nükleer silahlar, küresel göç, aşırı yoksulluk ve biyolojik çeşitlilik kaybı sorunlarına daha fazla küresel müdahaleyi olanaklı kılıp kılmayacağı sorusu önem taşımaktadır. Sağlık sektöründe yaşanan hızlı ve derin değişikliklerden alınan derslerin sağlık alanının dışında uygulanması, öncelikle, daha küresel ve geleceğe yönelik liderliğin ortaya çıkıp çıkmamasına bağlı olacak. Ancak, bu bile alışılagelmiş işleyişe dönülmesi baskısını yaratan kemikleşmiş belirli ekonomik çıkarlara sahip muhalefetin üstesinden gelinmesinde yeterli olmayabilecektir. 
Sağlık sektörünün iyileştirilmesi ve uluslararasılaştırılması konusunda belirli bir dirençle karşılaşılsa da, fosil yakıtların, savunma sanayinin, robotbilim ve otomasyonun düzenlenmesi hususlarındaki direnç çok daha güçlü olacaktır. 

Bu nedenle, COVID-19 deneyiminin sağlık dışı konularda politika oluşturma sürecinde dikkate alınmasını sağlamak, sadece devletler düzeyindeki ileri görüşlü liderliğe değil, küresel tehditlere karşı uzun süreli ve insani bir yaklaşım arayan 
popüler hareketler üzerinden toplumsal baskı oluşturulmasına da bağlı olacaktır. Bunun etkili olması halinde, Paris İklim Değişikliği Anlaşması (2015) ve İran Nükleer Program Anlaşması’nda (JCPOA) (2015) ön plana çıkarılan bu tür 
işbirliği yaklaşımlarının yeniden inşasını ve geliştirilmesini kolaylaştıracak enternasyonalizmi ve çok taraflı anlaşmaları destekleyen yeni bir siyasi atmosfer ortaya çıkabilir. 
Esas itibarıyla, COVID-19 sonrası beklentiler, siyasi uyum potansiyelinin, en endişe verici küresel sınamaları azaltmak ve böylece devlet merkezli küresel yönetişime olan güveni yeniden inşa etmek için yeterli düzeyde artırılıp 
artırılamayacağı ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, bu beklentiler “dünya hükümeti” veya “devlet sonrası dünya düzeni” gibi yenilikçi dünya düzenine ilişkin kavramlar vasıtasıyla güçlü işbirliği ve kontrol mekanizmalarından ibaret küresel yönetişimin dönüştürülmesi anlamına gelmemektedir. 
Diğer küresel tehditler özellikle varlıklı toplumları doğrudan hedef alırsa, küresel yönetişime daha jeopolitik bir yaklaşım, yenilenmiş bir ABD enternasyonalizmi veya çevre ya da ekonomiye ilişkin acil bir durum karşısında Çin ile ABD ya 
da Rusya ve ABD’yi bir araya getiren yeni koalisyonlar altında ortaya çıkma olasılığı taşımaktadır. Bu da küresel yönetişimin jeopolitikte ve stratejilerini her zaman devletlerarası diplomasi ve uluslararası hukukun kısıtlamaları dışında kalarak sürdürmüş olan büyük güçlerin rolünde yapısal bir değişim anlamına gelmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve daha az ölçüde Çin sınırlarının çok ötesine uzanan bir mevcudiyet ve nüfuzla “küresel devletler” olarak algılanmakta dır, ancak siyasi çerçeve ağırlıklı olarak “devlet merkezli” olmaya devam etmektedir. 

COVID-19 sonrası dönem için üretilen makul senaryolarda, devlet merkezli dünyaya ve jeopolitik boyutlarına karşı yapısal bir sınama için yeterli bir gerekçe bulunmamaktadır. Küresel yönetişimin mevcut biçimine ilişkin üzerinde en çok tartışılan yapısal özellikler kapitalizmin son aşaması olan neoliberalizmin eşitsizliği ve küresel ısınmayı tetiklediğine yönelik iddialar ile ultra-milliyetçiliğin, 21. yüzyılın gerçekleri göz önüne alındığında gerici bir devlet davranış biçimi olduğuna dair görüştür. 

Sonuç 

COVID-19 salgınının ortaya çıkmasının hepimiz için büyük bir şaşkınlık yaratmasına benzer bir şekilde, COVID-19 sonrası dönemde de insanlığın muazzam bir belirsizlik içinde yaşadığını bir kez daha hatırlatan büyük sürprizlerle 
karşılaşacağız. Bu bilinçle, küresel yönetişime en mantıklı yaklaşım ihtiyatlı davranmayı gerektirir. İhtiyat için en iyi rehber, ilk aşamada tehditlerin derecelerine ilişkin kesinlik aramadan, bilimsel bilgi ve ilgili uzmanları dikkate alan tedbirli olma ilkesidir. Liderlerimiz tedbirli olma ilkesini uygulayan politikalarla rehberlik etmeyi öğrenirlerse, bu COVID-19 deneyiminden çıkarılacak en büyük ders olacaktır. 


***

COVID-19 SONRASI, KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER.,

COVID-19 SONRASI, KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER.,




COVID-19 SONRASI KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER: AÇIK SORULAR, GEÇİCİ VARSAYIMLAR* 

Avrupa Birliği, Uluslararası Örgütler, Çatışmalar, ABD-Çin Rekabeti, Yumuşak Güç Rekabeti, Jeopolitik, Prof. Volker PERTHES,

* Bu makale ilk olarak 31 Mart 2020 tarihinde German Institute for International and Security Affairs (SWP) isimli kuruluşun web sitesinde yayımlanmıştır. 
Prof. Volker PERTHES , Almanya Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) Direktörü ve Yönetim Kurulu Başkanı, Almanya 

     Bu zamana kadar yaşanan her bir küresel krizin, uluslararası sistem ile onun yapıları, normları ve kurumları üzerinde etkisi olmuştur. Dünya savaşları ve 
sonrasında sırasıyla kurulan Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler Örgütü’ne kadar geri gitmemize gerek yoktur. 
Bu yüzyıl içerisinde, 11 Eylül 2001 saldırıları devlet dışı aktörlerle mücadelede uluslararası hukuk ve devlet uygulamalarını değiştirmiştir. 
2008 mali krizi ile birlikte G20, bir Maliye Bakanları kulübünden ziyade uluslararası politikanın daha az tartışmalı olan bazı alanlarında yumuşak bir yönlendirme rolü üstlenen üst düzey bir yapıya dönüştürülmüştür. 
Korona krizi sonrası için kesin ifadelerde bulunmak için henüz çok erken. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganı sürekli kullanılmakta ve tekrarlanmakta fakat neredeyse her zaman yanlış çıkmaktadır. Uluslararası politikada “Korona ile” ve “Korona’dan sonra” neyin değişebileceğini sormak daha mantıklıdır. Ancak bu aşamada kesin cevaplardan ziyade geçici varsayımlara varılabilir. 

Korona krizinin, ABD’nin Çin’i “ayrıştırma” çabalarını hızlandırması ve böylece sektörel bazda küreselleşme karşıtı eğilimleri teşvik etmesi olasıdır. Bununla birlikte, uluslararası ilişkilerin bazı alanlarında yeni “küresellik” biçimleri de ortaya çıkabilir. Krizin daha geniş jeopolitik etkisinin - yani uluslararası düzenin gelişimi, devletlerarası rekabet, çatışma ve işbirliği üzerindeki etkisinin - tek tip bir genel görünüm oluşturma olasılığı oldukça düşüktür. 
    Dünyanın pandemi sonrası durumu, siyasi irade, liderlik ve uluslararası aktörlerin işbirliği yapma yeteneğine bağlı olacaktır. 

Pandemi, bazı yorumcuların da ifade ettiği gibi, çok taraflı işbirliğini azaltacak ve kurallara dayalı uluslararası düzeni daha da zayıflatacak mı? Birçok devlet başlangıçta krize tek taraflı olarak tepki verdi ve böyle davranmaya devam edebilir. Kriz, etkin ve küresel bir işbirliği ihtiyacının önemini göstermesine rağmen, tutarsız ve çelişkili gelişmelerin meydana gelmesi tutarlı bir model oluşumundan daha muhtemeldir. Milliyetçi liderler bile Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) gerekliliğini veya aşı ile ilgili bilgi veya araştırma paylaşımındaki işbirliğinin önemini tartışmamaktadır. Bu nedenle, Birleşmiş Milletler ve bölgesel kuruluşların gelecekte sağlık sistemlerine ve halk sağlığı hizmetlerine daha fazla önem 
vereceği, buna daha bağlayıcı kurallar alabilme yetkisi verilmesi ve kaynak aktarımı yapılması ile DSÖ’nün güçlendirilmesin eşlik edebileceği düşünülebilir. Neticede, bazı ülkelerdeki zayıf sağlık sistemleri başkaları için açık tehdit oluşturmaktadır. 
     
    Korona Krizi ve Uluslararası İlişkiler: 

Açık Sorular, Geçici Varsayımlar Halihazırdaki mevcut dönem başkanlıkları yönetimindeki G7 veya G20 oluşumlarından çok taraflı işbirliğini güçlendirmek adına önemli bir girişim beklememeliyiz. 

Bununla birlikte, halk sağlığıyla ilgili konuların, klasik güvenlik sorunlarıyla ilişkilendirilmeksizin BM Güvenlik Konseyi gündemine alınması daha kolay hale 
gelecektir. Artık küresel sağlığın uluslararası barış ve güvenlikle doğrudan ilişkili olduğuna şüphe yoktur. 
Korona krizinin büyük güç çatışmaları üzerinde, özellikle de daha önce uluslararası politikanın yeni temel paradigması olarak nitelendirdiğim ABD ile Çin arasındaki 
rekabet üzerinde, bir etkisi olacak mı? Pandemi bu tür rekabetleri kesinlikle azaltmayacak. Başta ABD ile Çin olmak üzere büyük güçler arasında işbirliğinin ve açık çatışmanın uluslararası politikanın tamamen ayrı formları olmaktan ziyade yan yana ilerlemesi daha muhtemeldir. Çin ve Batılı devletler arasındaki ideolojik anlaşmazlığın daha keskin hale geleceğini varsayabiliriz. Aslında bu, farklı hükümet sistemleri arasındaki rekabet ve devlet ile toplum arasındaki ilişkiyle ilgilidir. 
Başlangıçta salgını gizlediği için eleştirilere maruz kalan Çin, şimdi otoriter sistemini krizle başa çıkmak için demokratik devletlerinkinden daha uygun bir model olarak sunuyor. Çin ayrıca İtalya’ya ve krizden ciddi şekilde etkilenen diğer ülkelere organize bir şekilde yaptığı yardım sevkiyatlarıyla “yumuşak güç” kazanıyor. Buna karşın, Amerika Birleşik Devletleri, iyi niyetli süper güç imajını daha da zayıflatıyor. Vaşington, pandemiye karşı uluslararası bir müdahaleyi koordine etmek için nüfuzunu kullanmak bile istemedi. Bilakis, Başkan Trump ülkesini milliyetçi bir münzevi olarak lanse etti. Buna bağlı olarak, “yalnızca ABD için” aşı üretimini güvence altına almak adına bir Alman ilaç şirketini satın alma girişiminde bulunuldu ve İran’a tek taraflı yaptırımların en azından geçici olarak hafifletilmesi reddedildi. 

Virüs, savaşları ve iç çatışmaları kontrol altına almaya yardımcı olacak mı? Muhtemelen hayır. Halen şiddetli çatışmaların yaşandığı ve yüksek oranda savunmasız nüfus gruplarına sahip ülkeler de pandemiden sert bir şekilde etkilenecek. En kötüsü, fazlasıyla parçalanmış devletlerdeki iç çatışma hatları daha da derinleşecektir. BM Genel Sekreteri’nin “silahlı çatışmayı durdurma” ve bunun yerine COVID-19 ile savaşmaya odaklanma çağrısı, sadece Filipinler’de olumlu sonuç verdi. Bu çağrı, Libya, Yemen ve Suriye’nin yanı sıra DAEŞ veya Boko Haram’dan yanıt bulamadı. Kuzey Kore de füze testlerine devam ediyor. 
Pandeminin bölgesel güç çatışmaları üzerindeki etkisinin benzer şekilde zayıf kalma ihtimali oldukça yüksek. 
Buna rağmen, sorumluluk duygusu olan hükümetler mevcut durumu güven artırıcı önlemleri artırmak için kullanabilirler. 
Nitekim, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, İran’a yardım sevkiyatı yaptılar. Üst düzey bir Emirlik yetkilisi bana bunun bir defaya mahsus bir durum olmadığını ifade ederken “acil durumlarda İran’a daha önce de yardımcı olduk ve İran kesinlikle bizim için aynısını yapardı. Ancak bu tür eylemleri siyasi uzlaşmaya çevirmeyi başaramadık” dedi. Genel olarak uluslararası toplum, kriz diplomasisine veya çatışmaların çözümü için çaba göstermeye daha az zaman ve özen gösterecektir. Pandeminin en acil konu olduğu günümüzde açıkça görülen bu durum hükümetlerin kriz ve durgunluğun sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışacakları ileriki zamanlarda da büyük bir olasılıkla devam edecektir. Bununla birlikte, 
halihazırda birçok fakir ve zayıf devletin sağlık ile ilgili sorunlarını kontrol altına alamadan ekonomik krize girme ihtimalleri yüksektir. Daha zengin devletler fakir devletlerin borçlarını hafifletmeye karar verebilirler. Ancak muhtemelen insani acil durumlar ve istikrar önlemleri için yardım tedariki hususunda, mültecilere yardım için BMMYK’ye destekte bulunmada veya BM misyonları için para ve insan gücü sağlamada daha az istekli olacaklarını göreceğiz. 
Peki ya Avrupa? Ne Vaşington ne de Pekin küresel sorunlara ortak çözümler bulmak konusunda çok fazla enerji harcamayacaktır. Burada, ilk adımı AB, Kanada, Kore, Endonezya, Meksika ve diğer benzer düşünceye sahip çok taraflılığı destekleyen ülkeler atacaklardır. Çin, ABD veya Rusya, diğer ülkelerin, örneğin küresel sağlık politikalarına ilişkin, uygulanabilir tekliflerde bulunmaları halinde işbirliği yapabilirler fakat kapsayıcı çok taraflı çabalara öncülük etmeleri pek olası değildir. 
Krizin, AB ve üye ülkeler arasındaki uyumu güçlendirmesi mümkün ancak kesin değildir. Neticede biraz gecikmeli de olsa AB, ciddi şekilde etkilenen üye devletler için hızlı bir şekilde destek tedbirleri aldı. AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in söylediği gibi, uluslararası konumundan dolayı AB, gücün dilini yeniden öğrenmek zorunda kalacak. 

Avrupa’nın gücünün ve çekiciliğinin dayanışma üzerine kurulu olduğunu özellikle bu gibi zamanlarda unutmamak gerekir. 


***


11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 SONRASI, REKABETÇİ ÇOK TARAFLILIĞA DOĞRU

COVID-19 SONRASI,  REKABETÇİ ÇOK TARAFLILIĞA DOĞRU 




Prof. C. Raja MOHAN 
Singapur Ulusal Üniversitesi Güney Asya Çalışmaları Enstitüsü Başkanı, 
Singapur 

 
Çok Taraflılık, Uluslararası Örgütler, Rusya, Çin, Prof.C.Raja MOHAN 

Çok taraflı kurumlarda derinleşen kriz konusunda, dünyanın onlara tam da en çok ihtiyaç duyduğu anda, endişelenmek için birkaç neden bulunmaktadır. 

Nihayetinde, iklim değişikliği gibi sınamalar veya COVID-19 benzeri pandemiler birlikte hareket etmemizi gerektirmektedir. 

Ancak egemen devletlerin oluşturduğu bir dünyada kolektif bir eylemde bulunmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Hatta büyük güçlerin rekabeti dünyayı sardığında bu durum daha da zorlaşmaktadır. 
ABD ve Çin küresel düzenin hakimiyeti için mücadele ederken, diğer uluslar birçok çok taraflı kurumun dağıtılması ve yeniden inşasına hazırlanmalıdır. Rekabetçi çok taraflılık, uluslararası sistemin yeni bir özelliği değildir. Çok taraflılığın sonu da henüz gelmemiştir. 
Birinci Dünya Savaşı, 1919 yılında Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına yol açmıştır. Bununla birlikte, ana akım siyaset bilimi, aynı yıl kurulan başka bir kurumun - Komintern veya Komünist Enternasyonal -varlığını unutmuştur. 

Milletler Cemiyeti’ne girmeyi reddeden Komünist Rusya, dünya komünizmini ve küresel işbirliğini geliştirmek için Komintern’i çok farklı bir politik temel üzerine kurmuştur. 
Hem Milletler Cemiyeti hem de Komintern, dünya halkları arasındaki işbirliğine yönelik ortaya çıkan kurumlar ve hareketler üzerine inşa edilmiştir. 
Her ikisi de devlet sistemini - biri liberal enternasyonalizm, diğeri sosyalist dayanışma yoluyla - aşmaya çalışmıştır. Her ikisinin de çökmesi uzun 
sürmemiştir. 
İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden doğan Birleşmiş Milletler, Milletler Cemiyeti ’nden ders almış ve kolektif güvenlik yanılsamalarından kurtulmuştur. 
Başka bir tanıdık kavram üzerine - saldırıya uğrayanlar için göğüs gerecek ve yerleşik kuralları ihlal edenleri cezalandıracak büyük güçlerin “ittifakı” üzerine - tasarlanmıştır. 
Bir ittifak, tanımı gereği, fikir birliği ile yürütülür. Bu aynı zamanda herhangi bir ittifakın önemli bir zayıflığıdır. İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan ittifak hemen ardından dağılınca BM Güvenlik Konseyi’ni bir ittifak olarak sürdürmek zorlaşmıştır. Müttefikler rakiplere dönüşmüştür. 
Vaşington ve Moskova, Soğuk Savaş sırasında BMGK’da herhangi bir konu hakkında nadiren mutabık kalmıştır. Rekabetçi çok taraflılık yaklaşımları bu 
iki gücün kurduğu rakip kurumlara da yansımıştır. 

Rekabetçi Çok Taraflılığa Doğru 

Avrupa iki yıkıcı savaştan sonra işbirliğine dayalı bir güvenlik düzeni beklentisi içinde olduysa da ABD liderliğindeki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü ve Sovyet destekli Varşova Paktı anlaşmazlığa girdiği için elde ettiği tek şey bölgenin 
yeniden askerileştirilmesi olmuştur. 

Rekabet sadece güvenlik kurumlarıyla sınırlı kalmamıştır. Ekonomik cepheye doğru genişlemiştir. 
ABD, Bretton Woods kurumlarını ve Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması’nı oluşturmuştur. Sovyetler ise sosyalist milletler için Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’ni kurmuştur. ABD-Sovyet rekabeti kurumların ötesinde, insan toplumlarının mümkün olan en iyi düzenine ilişkin çok farklı felsefi varsayımlara dayanmaktadır. 

BM rekabetçi çok taraflılığın ortasında birbirine karşı siyasi puanlar kazanılan bir alan haline gelmiştir. BM yalnızca iki bloktan biri yıkıldığında kurucularının vaadini 
yerine getirmek için hazır görünmüştür. Batı ile entegrasyon konusunda hevesli olan Rusya işbirliğine açık hale gelmiştir. Yıkıcı iç çatışmalardan çıkan Çin, Birleşmiş Milletler’de dikkat çekmeme eğiliminde olmuştur. 

Zafer kazanmış olan Batı 1990’larda BM sistemi için kökten yeni bir gündem geliştirmeyi gözetmiştir. Atlantik’teki liberal enternasyonalistler BM’yi büyük güçler ittifakından sözde başarısız devletlerin içişleri de dahil olmak üzere herhangi bir yerdeki herhangi bir sorunu çözecek uluslar üstü bir organizasyona dönüştürmek istemiştir. 

Ekonomik cephede, Rusya ve Çin’deki kapitalizme kayış Batı’nın kalkınma modeline daha fazla meydan okuma olmadığı anlamına gelmekteydi. Amerika ve Avrupa, Çin ve Rusya pazarlarına genişlemeye ve bunları Batılı ekonomik 
düzene entegre etmeye odaklanmıştı. Dijital alandaki yeni teknolojik gelişmeler, özgürlüklerin sınırsızca yaşandığı ve sınırların olmadığı bir dünyaya ve yeni koşullara uyum sağlamaktan başka seçeneği olmayan devletlerin rolünün 
istikrarlı bir şekilde azalmasına yönelik umutları artırmıştır. 

Bununla birlikte, uluslar üstü bir dünyaya ilişkin hayaller 20. yüzyılda son bulmuştur. ABD, 21. yüzyılın ilk on yılında takip ettiği tek taraflılık ile öne geçerken, özellikle Rusya ve Çin olmak üzere diğer güçler ve yeri geldiğinde Avrupa kıvranmaya başlamıştır. Rusya Batı ile entegrasyon umutlarını azalttığı, Çin ise iç siyasi düzenini ABD’nin dış müdahalelerinden korumak konusunda her zamankinden daha kararlı hale geldiği için büyük güçler arasındaki fay hatları yeniden ortaya çıkmaya başlamıştır. Her ikisi de dünyadaki öz kaynaklarını ABD’ye bırakmakta isteksiz olmuştur ve mevcut çok taraflı kurumlarda 
el ele vermiş ve kendi kurumlarını kurmuşlardır. ABD, Rusya ve Çin arasındaki farklılıklar 2010’larda tam anlamıyla gerginliklere dönüşmüş, BMGK’nın bir ittifak ya da kolektif bir güvenlik sistemi olarak hareket etmesi zorlaşmıştır. 

Çin’in ticari alanda yükselişi ve ABD ile artan ticaret fazlası ABD’de ters bir siyasi etki yaratmıştır. Çin’in küresel ticaret sistemiyle kendi lehine oynadığı iddiası ABD’de güç kazanmıştır. Bu algı, Pekin’in Asya’daki Amerikan ittifaklarını 
baltaladığına ve ABD’nin küresel önceliğini tehdit ettiğine yönelik Vaşington’da ortaya çıkan korkularla birleşmiştir. 
1990’larda ortaya çıkan işbirliğine dayalı çok taraflılığın koşulları uzun zaman önce değişmiştir. Bunun yerine, rekabetçi çok taraflılığa çanak tutacak güçlü şartlar ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin, BRICS forumunu Amerika’nın tek kutuplu cazibesini köreltmek için desteklemiştir. Ayrıca, Amerikan hegemonyasının Avrasya üzerinde yayılmasını önlemek amacıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’nü de ortaklaşa desteklemişlerdir. Rusya, eski Sovyet Cumhuriyetlerini tek bir çatıda toplamak için kendi Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü kurmuştur. 

Rekabetçi Çok Taraflılığa Doğru 

ABD ise, dört büyük Asya demokrasisini (ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya) bir araya getiren “Dörtlü Güvenlik Diyaloğu” (Quad) gibi yeni mekanizmalar 
geliştirmektedir. Trump NATO müttefikleriyle askeri ittifakın eşit paylaşılmayan yükü üzerine tartışırken, Avrupalılar “stratejik özerklik”ten bahsetmekte ve AB şemsiyesi altında güvenlik işbirliğini artırmaya çalışmaktadır. 

Çin, yeni çok taraflı mekanizmalar inşa etme konusunda daha başarılı olmuştur. Ruslar siyasete odaklanırken, Çinliler bugün Pekin’e önemli bir stratejik fayda sağlayan ekonomi üzerinde yoğunlaşmıştır. BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası 
Şangay’da bulunmaktadır. Asya Altyapı Kalkınma Bankası ise Pekin’dedir. Çin’in devasa Kuşak ve Yol Girişimi muhtemelen Bretton Woods Kurumları ve BM sistemi dışındaki tek büyük ekonomik yapıdır. 

Tek taraflılık ve çok taraflılık arasındaki denge hakkında kendi içinde çatışan ABD egemen çevreleri, şimdi Çin’in mevcut uluslararası kurumlardaki konumunu hızla 
güçlendirdiğini ve bunların dışında yeni mekanizmalar inşa ettiğini fark etmiştir. Vaşington’da bazıları DSÖ’ye bir alternatif oluşturmaktan bahsederken, Pekin adıgeçen BM Ajansı’ndaki artan etkisini gözler önüne sermekte ve yeni bir girişim olan 

“Küresel Sağlık İpek Yolu”nu geliştirmektedir. 

Vaşington geriye çekilirken, DTÖ, DSÖ, NAFTA ve NATO gibi eski kurumların kurallarını yeniden düzenleme gücüne hala sahip olduğuna inanmaktadır. Ancak bunun garantisi yoktur. Çünkü Çin kaynaklı güvenlik tehditleri ve Pekin ile ekonomik ayrışmanın faydaları konusunda ABD siyasi sistemi içinde derin bölünmeler mevcuttur. 

Bununla birlikte, dünya çok taraflı kurumları şekillendirmek için yoğun bir rekabet dönemine girmektedir. 

Ancak ABD, Çin’i Sovyetler Birliği’nden çok daha çetin bir sınama olarak görecektir. Pekin, dünyanın ikinci büyük ekonomisini yönetmektedir. Batı’daki bölünmelerden faydalanma konusunda Sovyet Rusya’dan daha etkili olmuş, 
Batı dışındaki dünyanın büyük bölümünde nüfuz elde etmekte başarılı olmuştur. Artan Çin-ABD rekabeti, diğer milletler üzerinde kesinlikle bir baskı oluşturmakta, ancak aynı zamanda orta güçteki ülkelerin çok taraflı kurumlardaki kararları etkileyebilmeleri nin önünü açma kapasitesine de sahip görünmektedir. 


***

COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM

 COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM 



COVID-19 Sonrası, Yeni Normal Küresel Yönetişim,  Bretton Woods Oyunun kuralları Toplantısı, Dr. Ammar OMRAN KAHF,
Küresel Yönetişim, Ekonomi, Uluslararası Örgütler, Ulus Devlet, Türkiye, 


Dr. Ammar OMRAN KAHF
Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı, Suriye, 



SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

COVID-19 pandemisi küresel siyasi ve ekonomik yapılardaki fay hatlarını ortaya çıkarmıştır. Salgın sadece sağlık ve ekonomi alanlarında bir krize neden olmamış aynı zamanda çeşitli küresel yönetişim yapılarının ve mekanizmalarının sorgulanmasına yol açmıştır. 
Bu salgının hem etkisi hem de kapsamı yönünden küresel yönetişim ve ekonomide II. Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş bir dönüm noktası olduğu kabul edilebilir. Ekonomik anlamda 2008-09 Ekonomik Krizi’ni geçmiştir. Siyasi olarak da küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık üzerine kurulu tedarik zincirlerini daha korumacı tedbirler lehine sorgulanır hale getirmiştir. “Yeni normalin” ne olacağı salgının ne kadar uzun ve hangi şiddette süreceğinin yanı sıra, küresel güçlerin önümüzdeki süreçte ayrışma ve rekabet veya işbirliği ve uyum içinde hareket 
etmeyi tercih etmelerine bağlı olacaktır. Küresel tedarik zincirleri, karşılıklı bağımlılık ve korumacı tedbirler gibi ekonomik sisteme yönelik kısa ve uzun vadeli değişiklikleri değerlendirmek “yeni normali” ve uluslararası kuruluşların 
azalan rollerini daha iyi anlamamız için yardımcı olacaktır. 

Mevcut salgın alevlendirdiği jeopolitik ve ekonomik koşullar nedeniyle de derin bir etki yaratacaktır. 

Küresel Yönetişimde “Yeni Normal” 

Dünya Liderleri 1944’te savaşları önleyecek ve ekonomik sistemin işleyişini düzenleyecek küresel düzen için “ Oyunun kurallarını ” belirlemek üzere Bretton Woods’ta bir araya gelmişti. 11 Eylül 2001 sonrasında ise zamanın ABD Başkanı 
George W. Bush, yeni küresel bir hal almaya başlamış olan terör şebekelerinin bir sonucu olarak “yeni dünya düzenini” ilan etmişti. Küreselleşmiş ve sınırların olmadığı bir dünyada dijital dünya ve yapay zeka önceki tasarım ve küresel çerçeveye artık uymayan karşılıklı bağımlılıkları ortaya çıkardı. Bir başka küresel istikrarsızlaşma sürecinden çıkarken, benzer şekilde yeni bir yönetişim çerçevesine ihtiyaç duyuyoruz. 
Küresel yönetişimin geleceğini tahmin etmek için henüz çok erken olabilir ancak bu aşamada çeşitli akımlar ve eğilimler tespit edilebilir. Uluslararası ve bölgesel kuruluşların erken uyarı sistemlerini harekete geçirmedeki başarısızlıkları 
ülkeleri sorunu tek başlarına ele almak zorunda bırakmıştır. Avrupa Birliği de hem ekonomik hem de teknik olarak kendi üye devletlerinin ihtiyaçlarına hızlıca yanıt vermekte yetersiz kalmıştır. İçine kapanmış olan ABD, federal hükümet ve eyaletler arasında mücadele yaşanırken hızlıca sınırlarını kapamaya yönelik popülist ve korumacı tedbirlere başvurmuştur. Dünya Sağlık Örgütü’nün bilimsel kanıtlardan ziyade hükümetlerin sağladıkları verilere dayanan çelişkili mesajlar vermesi siyasallaşmış olarak görülmesine ve ihtiyaç duyulan tavsiye ve yardımları sağlamada etkisiz bulunmasına neden olmuştur. 
Bu durum, yaklaşık 4 milyon sakinin ve yerinden edilmiş insanın yaşadığı Suriye’nin kuzeybatısına ilk aşamada 300 test kitinin göndermesiyle iyice görünür bir hal almıştır. Sınırlarını kapatan ülkelerin ve çok az miktarda malzemeye sahip olan kalabalık hastanelerin kaotik ve karışık görüntüsü, uluslararası ve bölgesel kuruluşların geçerliliklerinin ve yeterliliklerinin sorgulanmasına neden olmuş, Milliyetçilik hatta Yabancı düşmanlığının artmasına yol açmıştır. Bu da Batı tarafından ekonomik olarak terk edildikleri için mutsuzluk yaşayan ülkelerin gönlünü almak için Çin tarafından istismar edilen bir güç boşluğunu ortaya çıkarmıştır. 

    AB açısından gerçek tehdit dağılmaktan ziyade kamuoyu tarafından konu dışı ve yetersiz görülmek ve küresel düzeyde tutarlı hareket etme kabiliyetine güven duyulmamasıdır. İlave olarak, artan ABD-Çin rekabetinde AB’nin konu dışı kalması dengeyi sağlama ve bu tür rekabetlerin olumsuz etkilerini hafifletecek istikrar sağlayıcı politikalar üretme yeteneğini riske atmaktadır. Küresel yönetişimdeki sözkonusu güç boşluğu sistemde çatlaklara yol açmakta, bu da benzer düşünceye sahip ülkeler arasında daha fazla işbirliğini teşvik eden Türkiye gibi kolaylaştırıcı ülkelerin daha etkili olmasını sağlamaktadır. 
    Küresel liderlerin ve seçmenlerinin eşi benzeri görülmemiş bu krizin büyüklüğünü ve küresel yönetişim üzerindeki etkisini fark edip etmemeleri, dünyanın daha fazla izolasyon ve korumacı tedbirler almaya yönelmesini veya kolektif eyleme ve gelecekteki krizleri bütünleşik bir teknik yaklaşımla ele almaya dayanan yeni “oyun kuralları”nın ortaya çıkmasını belirlenecektir. 

Doğru hareket tarzı bir yaklaşım değişikliği ile bilimsel kurumlara ve kolektif olarak yapılacak araştırmaları destekle başlamaktadır. 

Sağlık Sektörüne yapılacak yatırım sınırlara bağlı değildir ve işbirliğini gerektirmektedir. Yatırımlar, bilimsel ve yenilikçi altyapılara kaydırılmalıdır. Bunun, gelecekteki yönetişim ve bu tür sınamalara yanıt verme hususunda 
büyük etkisi olacaktır. Küresel düzeyde ve birçok hükümet tarafından alınan siyasi kararlar güvenilir bilimsel kanıtlara dayanmamaktadır. Bunun olması hem ulus devlet düzeyinde hem de küresel düzeyde gereklidir. 

Bu kriz, asıl sorumlu aktörün ulus-devlet olduğunu gözler önüne sermiştir. Hiçbir uluslararası kuruluş veya yapı COVID-19’u önleyememiş ve salgınla mücadeleye liderlik edememiştir. Küresel bir sorun olmasına rağmen devletler meseleyle kendi imkanlarıyla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bu da sınırlı ve bütünlükten yoksun bir müdahaleye yol açmıştır. İhtiyaç duyulan sağlık önlemleri ve ekonomik araçlar tek bir ulus devletin kapasitesinin üzerinde olup yerel ekonomiler ve ticaret üzerinde benzeri görülmemiş bir baskı yaratmıştır. COVID-19 krizi küreselleşme nin sorgulanmasına, ülkelerin daha korumacı tedbirler almasına ve tedarik zincirleri ile temel sektörlerini sınırları içinde güvence altına almalarına neden olmuştur. Bu durum, COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişimi, uluslararası kuruluşların rolünü ve ulus devletlerin meşruluğunun yeniden gündeme gelmesini etkileyecektir. Birçok ülke ekonomilerini ithalata bağımlılığa son vererek temel hizmet ve ürünlerini güvence altına alacak şekilde şekillendirmiştir. 

Ayrıca, ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) fon sağlamayı kesmesi ile rehberlik ve liderlik konusundaki yetersizliğine yönelik eleştiriler artmıştır. 

AB’nin de bazı üye devletlere yardım hususunda yetersiz müdahalesi varoluş nedenini sorgulatmıştır. 

Gelecekteki Ekonomi Trendleri, 

Uluslararası ekonomi ve toplumun istikrarı, küresel salgınları önlemek, yönetmek ve kontrol altına almak için gerekli bilimsel altyapı ve yönetişim mekanizmalarına bağlıdır. 
Küresel ekonominin büyüme oranlarının negatif seviyelerde kalması ve işsizlik oranlarının Avrupa’da %6-7, ABD’de %15 ile II. Dünya Savaşı’ndan beri görülme miş yüksek sayılara ulaşması beklenmektedir. Uluslararası sistem G20 ve G20+ ile görüldüğü üzere yönetişim değişikliklerine sahne olacaktır ve ekonomik düzelme birkaç yıl alacağı için önümüzdeki dönemde ekonomik sınamalar bizi beklemekte dir. Bu durum, birçok ülke uluslararası sistemin kırılganlığının ve bilhassa gıda ve sağlık sektörlerinde bağımlı olmanın risklerinin farkına vardığı için geçerlidir. Çin, çevresindeki ve Kuşak ve Yol Girişimi bölgesindeki ülkelere altyapı yatırımları yapmak suretiyle Batı’nın sahip olduğu nüfuzla rekabet etmeye çalışacaktır. “Uyum” ve işbirliğine dayalı ancak hiyerarşik ve “merkeze” yani Çin’e hizmet eden uluslararası ilişkiler sistemini öne çıkartmaktadır. 

Önümüzdeki süreçte ABD-Çin jeopolitik rekabeti ve ekonomik savaşıyla birlikte daha fazla ekonomik kötüleşmeye tanıklık edeceğiz. 
Kolektif bir küresel yaklaşım uygulanabilir olmakla birlikte bunun gerçekleşmesi yakın zamanda pek mümkün görünmemektedir. 

Her iki ülke de COVID-19 sonrası kendi küresel yönetişim modelini ve ekonomik canlanmasını ortaya koyacaktır. 

“Yeni normalin” Çin veya ABD merkezli bir küreselleşme modeline yakın olması küresel pazarlardaki ekonomik müdahalelerinin hızına ve derinliğine bağlı olacaktır. Birçok ülkeye ihtiyaç duydukları tıbbi ekipmanları ihraç edebilen ve Rusya, Avrupa ve Batı arasında benzersiz bir jeopolitik arabulucu konumuna sahip Türkiye gibi ülkeler için ilave fırsatlar mevcuttur. 


***

6 Ocak 2021 Çarşamba

COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ

COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL  SİSTEMİN GELECEĞİ 





SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 


Prof. Yiwei WANG
Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Jean Monnet Profesörü, Yeni Dönem İçin Xi Jinping’in Çin’e Özgü Sosyalizm Düşüncesi Akademisi Başkan Yardımcısı, Renmin Üniversitesi, Çin 
 
Çin, Küreselleşme, Uluslararası Örgütler, Avrupa Birliği, Türkiye, Prof. Yiwei WANG, Kuşak ve Yol Girişimi, COVID-19 Sonrası Dönemde, Küresel Sistemin Geleceği, 


COVID-19 salgının ilk aşamalarında Fransız Ekonomi ve Maliye Bakanı Le Maire, Koronavirüs’ün küreselleşme kurallarını değiştireceğini ileri sürmüştür. Küreselleşme esasen COVID-19 sonrası dönemde bizzat değişikliğe 
uğrayacaktır. Bu noktada, üç yeni bakış açısı bulunmaktadır. 
İlk olarak, insanların küreselleşeceği döneme adım atıyoruz. Motivasyonu sermaye olan küreselleşme önceleri kar elde etmeye yönelikti. Ancak şu anda, insanların sağlığı ve güvenliği küreselleşmede ön plana çıkmaktadır ve bu nedenle herkesi ilgilendirmektedir. COVID-19 bağlamında, uluslararası ilişkiler artık yalnızca “sizin ve benim” aramızdaki ya da ülkeler arasındaki ilişkiler değil, aynı zamanda insanlar ve virüsler arasındaki ilişkilerdir. Ortak geleceği paylaşan bir toplum içerisinde bulunmamız nedeniyle insanlar salgını ancak birlikte yenerek güvende olabilir. 

İkinci olarak, zayıf halka olmaları ve nihai sonucu belirlemeleri nedeniyle küresel krizlerde nispeten zayıf kapasiteli ülkelere daha çok özen gösterilmelidir. Uluslararası yardım, ülkelerin güvenliklerinin birbirlerine bağlı olmaları sebebiyle krizi çözmede hayati rol oynamaktadır. Çin halihazırda ihtiyaç içindeki bölgelere gerekli yardımı sağlamış bulunmaktadır. 

Üçüncü olarak, küresel sınamaların üstesinden gelmek için küresel işbirliği gereklidir. Mevcut durumda dünya, küresel kamu sağlığı krizi ve büyük bir küresel durgunluk riskiyle karşı karşıyadır ve küresel işbirliği zorunludur. 

Sonuç olarak insanların küreselleşmesi insanlık için ortak geleceğe sahip bir toplum oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Herkese hizmet veren ve merkezine insanı alan kapsayıcı ve etkili bir küresel yönetim sistemine ihtiyacımız vardır. Bu bakımdan DSÖ, IMF kadar önem taşımaktadır. 

Kapitalizmde ortaya çıkan gerilemeler ABD hegemonyasının bir sonucudur. 

Böyle bir yönelim karşısında Batı ve özellikle ABD, COVID-19’dan ders almak yerine Çin’e karşı büyük güç politikası ve çamur atma oyunu oynamaktadır. 

Avrupa’da yaşanan Kara Ölüm’e ilişkin tarihi çalışmalar insanların veba korkusuyla iki şey yaptıklarını göstermektedir. Birisi ölümle dans etmek, 
ikincisi vebayı getirdikleri için Yahudileri kınamaktır. Şimdi aynı durum tekrar etmektedir. Cambridge Üniversitesi bilim insanlarının araştırmalarına göre, Koronavirüs’ün A, B ve C olmak üzere üç modeli bulunmaktadır ve bunlar Wuhan’dan kaynaklanmamıştır. 

Virüsle mücadeleye ilişkin küresel çabalar politikacıların iyi niyetli olmayan yüzlerini yansıtan bir aynadır. BM Genel Sekreteri ve Dünya Sağlık Örgütü Başkanı, bugün dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük tehdidin virüs değil, korku, söylentiler ve suçlama olduğunu belirtmektedir. Örneğin, ABD Başkanı Donald Trump, sorumluluktan kaçınmak ve suçu Çin’e yüklemek amacıyla Koronavirüs’ü “Çin virüsü” olarak adlandırmaktadır. ABD halihazırda gümrük vergisi savaşından yararlanmaktadır ve Avrupa da burada hedeftir. 

Buna karşılık, Konfüçyüs’ün “kendin başarı kazanmayı arzuluyorsan, başkalarının da başarıya ulaşmasına yardım et” söyleminden yola çıkan Çin, iç durumunu kontrol altına aldıktan sonra diğerlerine de aktif olarak yardımda bulunmuştur. Çin’in COVID-19 ile mücadelesinin ardında yatan dış siyaset hem kendisine hem de diğerlerine yardım etmek olarak özetlenebilir. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, “İnsanlık İçin Ortak Gelecek Topluluğu” kurulmasının gerekliliğini bir kez daha yinelemiş ve 12 Mart akşamı BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile telefon görüşmesinde COVID-19 salgınının insanlığın birlikte yükseldiğini ve birlikte düştüğünü yeniden hatırlattığını vurgulamıştır. 

Bazı gelişmiş ülkeler Çin’in acısını paylaşamamakta ve kendilerinin güvende olacakları kanısını taşımaktadırlar. Dolayısıyla, yetersiz adımlar atarak yanlış politikalar benimsemişlerdir ve yaşam şekillerini değiştirmek istememektedirler. Bazı ülkelerde enfekte olan yaşlı kişiler yardım alamayarak vefat etmiştir ki bunun Doğu Asya ülkelerinde yaşanması hayal bile edilemez. Kapitalizm farklı yaş gruplarındaki insanlara değil sermayeye hizmet etmektedir. “Dünya Düzdür”ün yazarı Thomas Friedman, New York Times gazetesinin serbest kürsü bölümünde küresel salgının çığır açacağını ve “salgın öncesi” ve “salgın sonrası”  dönemlerimizin olacağını yazmıştır. “Gelecek günlerde kültürel yapılarımızı, düzeni değil bağımsızlığı vurgulayacak şekilde düzenlememiz gerekecektir.” 

Bu, liberal demokrasiyi savunan kapitalist sisteme ilişkin büyük bir ironidir. Avrupa Birliği’ni ele alalım. AB, geçtiğimiz sene kurala dayalı bir siyasi sistem olmaktan belirli konuları ele alan bir sisteme geçiş yaparak, Çin’i kurumsal bir rakip olarak tanımlamaya başladı. Ardındaki siyasi kültür de değişim göstermektedir. 

AB önceleri tek tip kurallar uygulanmasında ısrar ederken, şimdi bu kuralları belirli hususlardaki ihtiyaçlara uyarlamaya başlamıştır. 

Örneğin, 
İstikrar ve Gelişme Paktı’ndaki kısıtlamaların hafifletilmesi ve devlet yardımına yönelik standart gereklerin yumuşatılması, AB’de daha fazla değişimin habercisi dir. AB’nin üye devletlerin tek tip kurallara uymaları gereğini yumuşatması, kurala dayalı bir topluluktan değerler topluluğuna doğru önemli bir adım attığı anlamına gelmektedir. 

COVID-19 salgını bizlere ideolojinin ötesine geçmemiz, açık bir küresel bilim sistemi kurmamız ve insan medeniyetinin yenilenmesini desteklememiz gerektiğini hatırlatmaktadır. 
Gelecekte III. Dünya Savaşı değil, insana ilişkin bir Rönesans’ın olacağına inanmalı ve bunu ümit etmeliyiz. Dostların samimiyeti, talihsizlik zamanlarında sınanır. 

Günümüzde Türkiye’nin de içinde bulunduğu BRI (Kuşak ve Yol Girişimi) ülkeleri ve Çin, sermayeden ziyade insanların ihtiyacına göre yürütülen Yeni Küreselleşme nin sağlam temellerini oluşturmaktadır. Çin ileri teknoloji sanayilerine çok önem vermektedir. 
Koronavirüs nedeniyle, “temassız iş modeli” dünyada popüler hale gelmekte ve bu da Türkiye’ye ve Çin’e 5G, dijital ekonomi ve büyük veri konusunda mevcut işbirliğini hızlandırmak için yeni bir fırsat  sunmaktadır.

Kamu sağlığı alanında akıllı tedavi gibi temassız teknoloji uygulanması işbirliği yapılacak bir sonraki alana işaret etmektedir. Özetle, insanların ihtiyaçları doğrultusunda yürütülen ve ileri teknoloji sanayi işbirliğiyle işleyen Yeni Küreselleşmeyi desteklemek stratejik ortaklığımızı beslemenin ve sürdürmenin en önemli yoludur. 

Esasen pandemi, Çin-AB Liderler Zirvesi ve Pekin’deki 17+1 zirvesi dahil olmak üzere Çin’in diplomatik gündeminden daha fazlasını etkilemiş olup, bazı fuarların çevrimiçi yapılması gerekmektedir. Ancak Çin bunu fırsata dönüştürmeye 
çalışmaktadır. Pandeminin Çin’in ekonomisi ve toplum üzerindeki etkisi geçicidir. Salgının etkileri tersine çevrilemez değildir. 

COVID-19 esasen, Çin’in dijital dönüşümünü desteklemiştir. Dijital sağlık hizmetleri, dijital eğitim, dijital ofis, dijital iletişim, dijital işlemler, dijital lojistik ve dijital eğlence genel akım haline gelmiştir. Çin ulusal yönetimi daha modern, 
dijital ve akıllı hale gelmektedir. Alibaba Group’a ait “E-Dünya Ticaret Platformu” (eWTP) Çin ve AB’nin salgına karşı işbirliği yapmasına ve Çin-AB sınır ötesi e-ticaretinin krizi yenmesine yardımcı olmak için hazırlanmıştır. Pandemi, Çin’in imalat sanayisinin dönüşümünü teşvik etmiş, yenileşme, yapay zeka, 
5G teknolojisi ve biyo-tıp uygulamalarını hızlandırmıştır. 

Bu da “ Bizi öldürmeyen şey güçlendirir ” deyimini ispatlamaktadır. 

***

3 Ekim 2019 Perşembe

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 6

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 6



2.2.2. Avrupa Birliği’nin Yaptığı Düzenlemeler 

11 Eylül terörist saldırıları sonrası tüm dünya da olduğu gibi AB de terörle mücadele stratejilerini gözden geçirerek, yeniden yapılandırma ihtiyacı hissetmiştir. Bölük pürçük ve nispeten çok yavaşşekillenme sürecinde olan AB’nin terörle mücadeleye ilişkin önlemlerinin bu saldırılardan sonra ciddi oranda değişime uğradığı gözlemlenmiştir 402. 

11 Eylül saldırıları ile sarsılan dünyada, AB’nin saldırılara ilk cevabı ABD’ye tam siyasi desteği olmuştur. 11 Eylül saldırılarının hemen ardından 12 Eylül’de bir deklarasyon yayınlayan AB, terörist saldırıları kınayarak ABD hükümeti ve halkı ile dayanışma içinde olduklarını ifade etmiştir. Saldırıları tüm insanlığa 
yapılmış olarak kabul eden AB, uluslararası terörizm ile mücadelede ABD ile yakın işbirliği içinde olacağını belirterek, BM ve diğer uluslararası  organizasyon ların terörizmle mücadele ile ilgili (özellikle terörizmin finansal kaynakları açısından) gerekli tüm önlemleri uygulayacağını vurgulamıştır 403. 

Söz konusu trajik saldırıların ardından 21 Eylül 2001 tarihinde Brüksel’de olağanüstü bir Konsey Zirve toplantısı gerçekleştirilmiş ve terörizm ile mücadeleye katkı sağlamak amacıyla bir takım yeni önlemler almayı içeren “eylem planı” kabul edilmiştir. Bu önlemler özellikle dış ilişkiler, polis ve yargı işbirliği, hava ulaşımı, insani yardım ve ekonomik – mali politika alanlarında olmaktadır. Terörizme karşı mücadele amaçlı bu önlemler; Amerikan halkı ve Afganistan sivil halkı ile dayanışma; hava ve diğer ulaşım sektöründe arttırılmış güvenlik ve ABD ve AB üyesi olmayan diğer ülkelerle polis ve adli işbirliğini geliştirmek ve terörizme karşı daha geniş bir koalisyon oluşturmada diplomatik işbirliğinin artırılmasına yönelik kararlılık anlayışı şeklinde gelişeceği vurgulanmıştır. Ayrıca bu zirvede 11 Eylül saldırılarına karşı ABD’nin Afganistan’a gerçekleştirdiği operasyonun yasallığını da tanımıştır 404. 

8 Ekim 2001 tarihinde toplanan AB Adalet ve İçişleri Bakanlar Konseyi, BM’nin aldığı bir karar uyarınca, AB Komisyonu’ndan 11 Eylül saldırılarının yapılması ile bağlantısı olduğu düşünülen 27 örgüt ve kişinin malvarlığının dondurulmasına ilişkin gerekli önlemlerin alınmasını istemiştir405. Ayrıca bu tüp malvarlıklarının dondurulmasına ilişkin AB, Konsey Ortak Pozisyonu kabul etmiştir. 
Ayrıca AB çatısı altında faaliyet gösteren ve ortak polis birliği olarak 
nitelendirilebilecek Europol ve ortak yargı birliği olarak nitelendirilebilecek Eurojust’ın çalışma alanları terör suçlarını da kapsayacak şekilde arttırılmıştır 406. 

Şüphesiz bu süreçte AB’nin yaptığı en önemli düzenleme, 13 Haziran 2002 tarihli “Terörizm ile Mücadele Hakkında Avrupa Konseyi Çerçeve Kararı” olmuştur. 
Bu düzenleme öncelikli olarak terörizmin temel unsurları ve verilecek cezalara ilişkin olup, terörizm suçlarının etkin, orantılı ve caydırıcı bir şekilde 
cezalandırılmasını amaçlamakta dır 407. Bu kararın en büyük özelliği ise kapsamlı bir işlevsel terör tanımı yapmasıdır. Kararın ilk dört maddesinde azmettirme, yardım, yataklık ve teşebbüsü de kapsayacak şekilde, terör tanımlamasına yer verilmiştir. Diğer maddelerde ise yargı yetkisi ve verilecek cezaların etkili olması için gereken unsurlardan bahsedilmiştir 408. Ayrıca bu çerçeve karar sadece AB üyesi ülkeleri kapsamamakta, AB dışındaki ülkelerde işlenen bu tür eylemleri de içermektedir. 
Bu da AB Komisyonu’nun terörizmle mücadeledeki kararlılığının sadece AB düzeyinde değil, aynı zaman da küresel nitelikte olduğunu da göstermektedir 409. 

Genel olarak 11 Eylül saldırıları sonrası dönemde AB politikaları incelendiğinde, terörizme karşı çok yönlü bir yaklaşım sağlama çabasının olduğu görülmektedir. Birlik, uluslararası güvenliğin sağlanması açısından kendisini sorumlu bir küresel aktör olarak görmektedir. Birliğin uluslararası terörizmle mücadele açısından uzun dönemli politikasının temel direkleri olarak, AB içerisinde üye devletlerin ceza hukuklarını harmonize ederek yargı ve polis güçleri arasındaki işbirliğini azami seviyeye çıkarmak, üye ülkeler arasında ortak bir politika belirleyerek genel tutumu koordine etmek, soruna global bir yaklaşım benimseyerek 
BM’in çatısı altında bir çözüm üretilmesini sağlamak, bu yeni terörizmin önemli niteliklerinden biri olan finansal gücünü sona erdirmek ve hava yolu taşımacılığı esas olmak üzere sınırlarda güvenliği arttırmak olarak söylenebilir410. 

2.2.3. Avrupa Konseyi’nin Yaptığı Düzenlemeler 

Avrupa Konseyi, Avrupa’nın demokratik vicdanını oluşturan bir kurumdur. 1949’da kurulan Konsey’in başlıca hedefi, Avrupa ulus ve vatandaşlarının vakarını, temel değer olan demokrasiye, insan haklarına ve yasa düzenine saygıyı sağlamak yolu ile güvence altına almak; bir Avrupa kimliği bilincini teşvik ederek ve farklı kültürlerden gelen insanlar arasında karşılıklı anlayışı geliştirmek olmuştur 411. Bu temel değerleri korumaya ve işlevselleştirmeyi amaçlayan Avrupa Konseyi’ne üye 47 devlet yaklaşık olarak 800 milyon insanı temsil etmektedir. 

Avrupa Konseyi insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü üzerine inşa edilen ‘demokratik güvenliğin’ koruyucusudur. Demokratik güvenlik, askeri 
güvenliğin tamamlanmasında gerekli bir unsur ve Avrupa’nın istikrar ve barışı için ise bir ön koşul olarak kabul edilmiştir. 1997’de Strasbourg’da düzenlenen 
zirvede ise Avrupa Konsey’inin demokrasi ve insan hakları, sosyal uyum, kültürel çeşitlilik, vatandaşların ve kültürel değerlerin güvenliği (korunması) olmak üzere dört alanda bir eylem planı kabul etmiştir 412. 

Avrupa Konseyi insan haklarını, hukukun üstünlüğünü, çoğulcu demokrasiyi savunmak ve bu üç temel değere karşı olan terörle mücadele etmek için 
1970’den beri faaliyetlerini yürütmektedir413. Avrupa Konseyi’nin terörle mücadele alanında uluslararası hukuku ilgilendiren en önemli çalışması 1977 yılında imzalanarak, 1978 yılında yürürlüğe giren “Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi 414” dir 415. 

Avrupa Konseyi’nin terörizmle mücadele stratejisi üç temel sacayağına oturtulmuştur. 
Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 

• Teröre karşı yasal işlemlerin kuvvetlendirilmesi, 
• Temel değerlerin teminat altına alınması, 
• Terörizmin sebeplerine yönelmek.416 

Görüldüğü gibi Avrupa Konseyi yıllardan beri terörle mücadelenin nasıl olması gerektiği konusunda ulusal hükümetlere ışık tutmuştur. Fakat özellikle 11 
Eylül saldırıları ve sonrasında yaşanan İstanbul, Madrid, Londra saldırıları gibi artçı saldırılar sonrası ise daha aktif bir rol üstlenmeye gayret etmiştir. 

Bu sebeple Konsey ilk olarak 11 Temmuz 2002 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen “İnsan Hakları ve Terörle Mücadele 
Hakkında İlkeler” adlı bir hukuk metni yayınlamıştır. Bu metin insan hakları ve terörle mücadele konusunda hazırlanmış ilk uluslararası hukuk metni olarak kabul edilmektedir. Bu metinde 11 Eylül saldırıları ardından terörle mücadelenin en büyük siyasi öncelik haline geldiği belirtildikten sonra yapılan saldırıların temel insan hakları değerlerine, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne indirilen bir darbe olarak algılandığı ortaya konmuştur. Teröre verilecek cevapta yasal cephanelerin ve kuvvetin kullanılmasının bir gereklilik olduğunun teyit edildiği raporda, bu kuvvet kullanımının devletin koruması gereken temel değerleri riske atmayacak bir dozda yapılmasının önemi vurgulanmıştır. İnsan haklarının gözetilmesi ihtiyacının hiçbir şart altında terörle etkili bir şekilde mücadele etmeyi engellemeyeceği üzerinde durulmuştur. Aksi takdirde devletlerin verdiği tepkisel cevapların, terörün demokrasi ve hukukun üstünlüğüne karşı kurduğu tuzağa düşmesi anlamına geleceği belirtilmiştir. Akabinde ise devletlerin yapması gereken ve terörle mücadele için gerekli olan siyasi suçların iadesi, işkence yasağı, keyfi muamele yasağı gibi bazı düzenlemelere değinilmiştir 417. 

İkinci olarak daha da belirginleşen terör tehdidine karşı yeni ve daha kapsamlı bir terör sözleşmesi yapılması gereğini hisseden Avrupa Konseyi, Terörizm 
Uzmanlar Komitesi (CODEXTER – Commitee of Experts on Terrorizm) tarafından 2005 yılında bir sözleşmeyi onaylanmak üzere ülkelere sunmuştur 418. Terörizmin Önlenmesine İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi419 1 Haziran 2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, kışkırtma, adam toplama ve eğitme (cürüm amaçlı) gibi bir takım suçları cürüm olarak belirlemektedir. Ayrıca terörizmin engellenmesi amacıyla iade ve karşılıklı dayanışma konularında mevcut antlaşmaların yeniden düzenlenmesiyle uluslararası işbirliğini güçlendirmeyi amaçlamaktadır 420. Bu sözleşmede de insan hakları ve diğer temel ilkelerin terörle mücadele uğruna feda edilemeyeceği yinelenmiş ve terör suçunun hiçbir şekilde meşrulaştırılamayacağı na değinilmiştir. Tüm devletlerin terör suçunu önleme, önleyemedikleri durumlarda da kovuşturma ve suçun ağırlığı ile uyumlu cezalar verme yükümlülüklerinin olduğu belirtilmiştir. Fakat cezalandırma önlemlerinin, hedeflenen meşru amaçlara ve bunların demokratik bir toplumda gerekliliği ölçüsünde olmasının ve yargısız infazın, ayrımcılığın ve ırkçı davranışların dışlanmasının öneminin altı çizilmiştir 421. 

Avrupa Konseyi’nin altını çizdiği bir diğer önemli nokta ise, özellikle Madrid ve Londra saldırılarına atıfta bulunularak; Avrupa kıtasında yapılan en ciddi 
saldırıların dış kaynaklı düşmanlar tarafından değil Avrupa’da yaşayan, çalışan ve ailelerini geçindiren kişiler tarafından yapıldığının vurgulanmasıdır. Bu sebeple teröristleri ve terörist ağ bağlantılarını takip etmek ve engellemek için yollar aranması ve hükümetlerin bir takım kişi ve grupların köktenciliğe ve terörizme niçin yöneldiğini anlamak için kendi toplumlarını da kapsayacak şekilde araştırma yapılması istenmiştir 422. 


3. 11 EYLÜL SALDIRILARI ÇERÇEVESİNDE YAPILAN DÜZENLEMELERİN ULUSLARARASI TERÖRİZM İLE MÜCADELEYE ETKİLERİ 

11 Eylül saldırıları sonrası dünya yaşadığı şokun etkisinden çıkabilmek için tepkisel bir mücadele sürecine girmiştir. Normalde ulusal düzeyde yapılan terörle mücadele operasyonları ilk defa ulusal sınırları aşmış ve Irak, Afganistan operasyonları yapılmıştır423. Bunun yanı sıra, devletler ulusal anlamda da yeni terörle mücadele stratejilerini yoğun terör riski bağlamında değiştirmiştir. 

Fakat dünya genelinde yapılan değişiklikler güvenlik sebebiyle özgürlüğün reddi şeklinde meydana gelmiştir. Yapılan ulusal düzenlemeler vatandaşların 
özgürlük alanını kısıtlamış, olağan yaşam sürecini sekteye uğratmış, vatandaşlar üzerindeki baskı unsuru artırmıştır. Bu şekilde yapılan düzenlemeler ise insanlara güven hissi vermek yerine, terörün doğasına uygun olarak ne zaman nereden geleceği belli olmayan bir saldırı tehdidine karşı devamlı tetikte olmasının gerektiği bilincini dayatmıştır. Bu da insanların dayanma eşiğini aşarak yabancı düşmanlığını hatta Müslüman karşıtlığını körükleyecek şekilde tepki vermesine neden olmuş ve toplumsal uzlaşmaya derin bir yara açmıştır. 
Bu şekilde devletlerin aslında teröristlerin istediği şekilde kendilerine cevap verdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

Uluslararası arenada ise ABD’ye yapılan saldırılar sonrası uluslararası toplum hızlı bir şekilde cevap verme telaşı içine girmiştir. Yapılan saldırılar 
karşısında ABD’nin sert tutumuna tüm dünyadan destek geldiği gözden kaçmamıştır. Uluslararası toplumu düzenleyen en etkin kurumlar ABD’ye desteklerini acele bir şekilde açıklamıştır. Uluslararası toplum ve kamuoyunun desteği ile girişilen Afganistan operasyonuna, devletler düzeyinde büyük bir maddi katılım da sağlanmıştır. Fakat ABD’nin daha sonra uluslararası meşruiyeti aramak yerine kendi politik kararlarını uluslararası topluma dayatması, tepkilerin yeniden ABD’ye yönelmesine sebep olmuştur. Uluslararası terörizm ile mücadelenin vazgeçilmez bir unsuru olan uluslararası işbirliğinin kurumsal olarak ilerlemesi yönünde 11 Eylül saldırıları ardından doğan umut; ABD’nin tek taraflı politikaları, sürekli olarak “ya bizimlesiniz, ya onlardan”, “tek başımıza da olsa bu savaşı yapacağız” gibi cümleleri kullanması ve son olarak kendi toplumu dahil kimseyi ikna edemeden giriştiği Irak operasyonu ile son bulmuştur. Uluslararası kurumların yayınlamakta geç kaldığı düzenlemeler, yaptırım gücü olmadığı için BM gibi köklü kurumların dahil meşruiyetinin kalmadığını gündeme getirmiştir. Kısacası 11 Eylül saldırılarının hemen sonrası terörizme karşı ortak duruşa destek ve sempati duyulan ortamdan yaralanarak, terörizme karşı bu ortak duygu ile hareket etmek yerine, tek başına harekete geçmiş ve 11 Eylül saldırı ardından El – Kaide ve Taliban’a karşı askeri bir zafer olarak düşünüle bilecek ne varsa ABD’nin yaşadığı bu ikilem sonrası ters yüz olmuştur 424. Afganistan operasyonu sonucu; Usame Bin Ladin ve El – Kaide terör örgütünün Afganistan içerisinde ve dışarısında artık hiçbir eylem yapamayacağını belirterek, yapabilecekleri tek şeyin kaçmak ve saklanmak olabileceğini ve operasyon yapma kabiliyetinde ve pozisyonunda olmadıklarını 425 belirten ABD, uygulamış olduğu politika ve eylemlerle tekrar bahse konu terör örgütüne yeterli propagandayı yapacak malzeme ve güç vermiştir. Bunun sonucunda ise EL – Kaide İstanbul, Madrid ve Londra’da kanlı eylemler gerçekleştirmiş, Afganistan ’da ise tekrar savaşmak zorunda kalmıştır. 

Görüldüğü gibi 11 Eylül sürecinde görevde olan siyasi iktidarlar terörü yenebilecek ve teröre karşı üstünlüğü sağlayabilecek durumda iken, uyguladığı 
yanlış ve ben merkezli politikalar ile bitme noktasına gelen terörü yeniden canlandırarak, kanlı eylemler yapabilecek pozisyona getirmiştir. Ulusal düzeyde de korku ortamına karşı bir şeyler yapma gereksinimine giren ve toplumsal baskının da rolü ile yapılan düzenlemeler ise Batı genelinde yabancı düşmanlığı nın artması sonucu doğurmuştur. 

Fakat özellikle Irak saldırıları sonrası gelişmekte olan süreç ise yapılan hataların tekrar gözden geçirilmesi üzerine kuruludur demek yanlış olmayacaktır. 
Özellikle 11 Eylül sonrası meydana gelen ilk şoku atlatan Uluslararası Kuruluşlar, Afganistan ve Irak operasyonlarında yapılan yanlış uygulamalar ve ulusal manada yapılan düzenlemelerin yol açtığı haksız fiillere karşı tepki göstermeye başlamıştır. Yaptığı düzenlemeler ile tekrar hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları temelli eylemlerin önemi her geçen gün daha fazla vurgulamaya başlamıştır. Bu şekilde hareket eden uluslararası kuruluşların tavrı, tahrip olan toplumu da harekete geçirmiş ve siyasi iktidarları tekrar hukuki meşruluğu olan düzenlemeler yapmaya itmiştir. Bu değişimde yenilenen siyasi iktidarların anlayışları da etkin olmuştur. 

İspanya’da meydana gelen Madrid saldırıları sonucu, tepkisel bir cevaba girişmek yerine yeni iktidara gelen hükümet temel hukuk ilkeleri temelinde bir 
strateji izlemiştir. Uluslararası arenaya taşıdıkları bu stratejileri kamuoyunun da desteğini alarak dünya genelinde kabul görmüştür. BM çatısı altında oluşturulan 
Medeniyetler İttifakı Projesi uluslararası düzeyde yabancı düşmanlığını ve ötekileştirmeyi en aza indirmeyi amaç edinmiştir. Ulusal düzeyde de İspanya, terörle mücadelede Madrid saldırıları sonrası bile bu bilincini korumuş ve hiçbir yabancıya karşı güvenlik güçleri veya halk tarafından bir baskı yapılmamıştır (Madrid saldırılarını gerçekleştiren grubun çoğu Faslıdır. Bu süreç içerisinde Faslılara karşı bile herhangi bir tepki oluşmamıştır). Terörist ve terörizm ile mücadeleyi çok iyi dengeleyen İspanya örneği, bu yönüyle tüm dünyaya bir ders niteliğindedir. 

ABD’de de iktidara gelen Obama yönetimi, eski yanlışlarının üzerini örtmek ve tekrar uluslararası toplum ile işbirliğine girmek için ulusal ve uluslararası 
politikalarını gözden geçirmiştir. 2009 tarihli Mısır ziyaretinde Obama, Müslümanlarla ABD arasında karşılıklı saygı ve ortak çıkara dayanan yeni bir 
başlangıç için Kahire'ye geldiğini ifade etmiştir. “İlişkilerimiz, farklılıklarımızla tanımlandığı sürece barıştan ziyade nefret tohumları ekenlerin eline güç verilmiş 
olur”; “Olmasını istediğimiz dünya için birlikte hareket etme sorumluluğumuz var”; “Amerikalılar, insanların daha iyi bir yaşama sahip olmaları için, dünya genelinde İslam dünyasındaki kişilerle, hükümetlerle, organizasyonlarla, dini liderlerle ve iş adamlarıyla ortak çalışmaya hazırdır”426 gibi cümleleri ile bundan sonraki dönem için eski politikaları bir kenara bırakarak, her din ve devlet ile ortaklaşa politikalar içerisine gireceğinin sinyallerini vermiştir. 

Obama, yine Kahire konuşmasında terörle mücadele ile ilgili olarak 11 Eylül’ün, ülkeleri için çok büyük bir travma olduğunu ve bu sebeple ateşlenen endişe 
ve öfkenin anlaşılabilir olduğunu, ancak bazı durumlarda ideallerine aykırı hareket ettiklerini kabul ederek 427; bir anlamda yapılan hataları da kabullenmiştir. Ayrıca radikal ögelere karşı sadece askeri güçle kesin bir zafer elde edilemeyeceğini söyleyen Obama, dünya dengesinin üstünlük değil, ortaklık üzerine kurulabileceğini belirtmiştir 428. Obama 11 Eylül saldırılarının 10. yıldönümünde yaptığı konuşmada da ortaklığa vurgu yaparak “El Kaide’ye karşı Müslümanlarla birleştik. Usame Bin Ladin’i saf dışı bıraktık ve El Kaide’yi yenilgi yoluna soktuk. Dostlarımız ve ortaklarımızla bu mücadelede kaybedilenleri anmada birleştik” 429 demiştir. 

Tüm bu gelişmelere rağmen uluslararası toplumun kat edeceği çok yol vardır. En ileri düzeyde demokrasiyi yakalamış ülkelerde bile artan milliyetçilik dolayısıyla ötekileştirme güdüsü, çözümü daha doğrusu çözümsüzlüğü silahlı mücadelede arayan gruplara propaganda malzemesi vermeye devam edecektir. 

Terörün asla insanların tarihinden silinemeyeceği, gelecekte de terörist saldırılarla sarsılacağı mız bilinse de, toplumsal dayanışma bu saldırıların etki gücünü ve teröristlerin güçlenmesini sekteye uğratacaktır. 

II BÖLÜME AİT DİPNOTLARI;

263 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 153 
264 Süleyman Özeren – Hüseyin Cinoğlu, a.g.m. ,s. 159 
265 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 142 
266 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 153 
267 Richard A. Falk, Dünya Düzeni Nereye? Amerikan Emperyal Jeopolitikası , İstanbul 2005, s. 302 
268 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 153 
269 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 155 
270 Ahmet Davutoğlu, a.g.e., s. 70 
271 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 143 
272 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 154 
273 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 144 
274 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 144 -147 
275 Bu terim daha çok devletin ya da hükümetin tanınması ile ilgili olarak kullanılmaktadır. Uygulamada bu terim geçici ve sınırlı bir tanıma yöntemi 
      olarak kullanılmaktadır. 
      Buna göre tanıyan devlet yeni devleti, geçici ve belirli hukuki ilişkilerle sınırlı olmak üzere fiili bir kuruluş olarak tanıma yoluna gidebilmektedir. 
      (Der. Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul 2005) 
276 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 154 
277 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 155 
278 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, “ABD’nin yeni Terörle Mücadele Konsepti: Savaş Yerine Uyumlu İşbirliği mi?”, 
      Dünyadan Örneklerle Terörle Mücadele, Derleyen: İhsan Bal, Süleyman Özeren, Ankara 2010, s. 365 
279 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 157 
280 Alon Ben-Meir, “11 Eylül: Sonuçları ve Yeni Düzen”, (Çev. Serpil Açıkalın), 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, Editörler: Sedat Laçiner, 
      Arzu Celalifer Ekinci, Ankara 2011, s. 11 
281 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 166 
282 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 167 
283 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, ABD’nin Yeni…, s. 365 
284 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 239 
285 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 238 
286 Ülkü Halatçı Ulusoy, “11 Eylül Terörist Saldırıları ve Afganistan Operasyonu’nun Bir Değerlendirmesi” , 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, Editörler: 
      Sedat Laçiner, Arzu Celalifer Ekinci, Ankara 2011, s. 337 
287 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 238 
288 Ülkü Halatçı Ulusoy, a.g.m, s.338 
289 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 240 
290 Ülkü Halatçı Ulusoy, a.g.m, s.338 
291 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 251 
292 Tolga Çevik, 11 Eylül Saldırıları Sonrasında ABD’nin Uluslararası Terörizm İle Mücadeleye İlişkin Güvenlik Politikaları,(Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, 
      Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek lisans Tezi), Çanakkale 2008, s. 96 
293 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 243 
294 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 243 
295 Yasir Adil Erdem, Küresel Terörizm ve Irak Savaşı, (Polis Akademisi, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, Suç Araştırmaları Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek 
      Lisans Tezi), Ankara 2007, s. 64 
296 Necati Alkan, “Türkiye’nin Terörle Mücadele Deneyimi”, Uzakdoğu’dan Yeni Kıta’ya Terörle Mücadele, Der. İhsan Bal, Süleyman Özeren, Ankara 2009, 
      s. 131 
297 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 120 
298 Sedat Laçiner, “Terörle Mücadelede Yasal Önlemler: İngiltere Örneği” Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel 
      Deneyimler, Derleyen: İhsan Bal, USAK Yayınları, Ankara 2006, s. 321 
299 Sedat Laçiner -Mehmet Özcan - İhsan Bal, a.g.e., s. 229 
300 Necati Alkan, a.g.e. , s. 124 
301 İhsan Bal, a.g.e. , s. 104 
302 İhsan Bal, a.g.m., s. 19 
303 Tolga Çevik, a.g.t., s. 59 
304 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, “Terörizm ve …, s. 184 
305 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 185 
306 Tolga Çevik, a.g.t., s. 65 
307 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve …, s. 185 
308 Tolga Çevik, a.g.t., s. 65 
309 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve… , s. 185 
310 Tolga Çevik, a.g.t., s. 73 
311 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 189 
312 ( http://www.fincen.gov/statutes_regs/patriot/) ( 17.06.2011) 
313 Joshua D. Zelman, “Uluslararası Hukukta Son Gelişmeler: Anti-Terörizm Mevzuatı – Bölüm II: Etki ve Sonuçları”, Terör ve Düşman Ceza Hukuku, 
       Proje Yöneticisi Kayıhan İçel, Editör Yener Ünver, Ankara 2008, s.295 
314 İbrahim Kaya, a.g.e. , s. 113 
315 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve. , s. 186 
316 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 163 
317 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 186 
318 Arman Khanat, a.g.t., s. 60 -61 
319 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 186 -187 
320 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 186 
321 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 163 
322 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve… , s. 186 
323 Joshua D. Zelman, a.g.m. ,s. 296 -297 
324 Arman Khanat, a.g.t., s. 65 
325 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 163 
326 Amerikan Anayasası’nın 5. Ve 14. Değişiklik hükümlerinde düzenlenen bu terim, hukuk krallarına sıkı sıkıya bağlı olmayı ifade etmektedir. 
      Temel hak ve özgürlüklere ilişkin birçok korumanın temelini oluşturan bu kavram, zaman içinde gösterdiği gelişmeyle artık sadece usuli 
      korumaları değil, maddi hukuka ilişkin korumaların sağlanmasında da etkili bir araç haline gelmiştir.(Joshua D. Zelman, a.g.m) 
327 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu,Terörizm ve …. , s. 188 
328 Gös. yer 
329 Arman Khanat, a.g.t., s. 64 
330 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 113 
331 Tolga Çevik, a.g.t., s. 69 
332 Arman Khanat, a.g.t., s. 64 
333 Joshua D. Zelman, a.g.m. ,s. 294 
334 Yılmaz Şimşek, “İspanya’nın Terörle ,Mücadelesinde ETA Örneği”, Uzakdoğu’dan Yeni Kıta’ya Terörle Mücadele, Derleyen: İhsan Bal, Süleyman Özeren, 
      Ankara 2009, s. 244 
335 Osman Metin Öztürk, “Avrupa ve Orta Doğu Ülkelerinin Terör Karşısındaki Konumları”, Terörizm İncelemeleri, Derleyen: Ümit Özdağ, 
      Osman Metin Öztürk, Asam Yayınları, Ankara 2000, s. 158 
336 Emin Gürses, Ayrılıkçı Terörün Anatomisi: IRA-ETA-PKK, 2. Basım, İstanbul 2001, s. 57 
337 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 122 
338 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.109 
339 Emin Gürses, a.g.e. , s. 58 
340 Ömer Yılmaz, a.g.m. , s. 123 
341 Emin Gürses, a.g.e. , s. 59 
342 Emin Gürses, a.g.e. , s. 64 
343 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 254 
344 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 123 
345 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.116 
346 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 279 
347 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 267 
348 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 160 
349 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 125 
350 Emin Gürses, a.g.e. , s. 69 
351 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 124 
352 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.122 
353 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 124 
354 Emin Gürses, a.g.e. , s. 71 
355 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 161 
356 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 124 
357 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 161 
358 Emin Gürses, a.g.e. , s. 72 
359 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.124 
360 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 125 
361 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 161 
362 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 271 
363 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 161 
364 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 129 
365 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 272 
366 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 162 
367 Emin Gürses, a.g.e. , s. 72 
368 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 127 
369 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 268 
370 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.126 
371 Emin Gürses, a.g.e. , s. 72 
372 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 272 
373 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.116 
374 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 274 
375 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.130 
376 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 275 
377 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 277 
378 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 267 
379 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.133 
380 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 130 
381 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 131 
382 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 132 
383 Gös. yer 
384 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 135 
385 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 138 
386 Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı Girişimi (http://www.medeniyetlerittifaki.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=28&Itemi d=2) 
      (24.08.2011) 
387 Türkiye ve Medeniyetler İttifakı (http://www.mfa.gov.tr/medeniyetler-ittifaki.tr.mfa)(24.08.2011) 
388 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 149 
389 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 136 
390 UTSAM Raporlar Serisi: 15, İspanya’nın Terörle Mücadelesi 
      (http://www.utsam.org/images/upload/attachment/%C4%B0spanya'n%C4%B1n%20Ter%C3%B6rle% 20M%C3%BCcadelesi.pdf) (24.08.2011) 
391 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 132 
392 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 281 
393 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 119 
394 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 89 
395 Kader Asan, Avrupa Birliği’nin Terörizmle Mücadele Politikası, (Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı, 
      Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2007, s. 73 
396 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 90 
397 1368 sayılı Genel Kurul Kararı Metni için Bkz: Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 175 
398 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 104 
399 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 115–117 
401 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 165 
402 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 125 
403 Mehmet Özcan -Serkan Yardımcı, a.g.m. s. 208 
404 Ertan Beşe, a.g.e., s. 107 
405 Ertan Beşe, a.g.e., s. 108 
406 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 127 
407 Ertan Beşe, a.g.e., s. 110 
408 Çerçeve kararın tam metni için Bkz: Terör ve Düşman Ceza Hukuku, Proje Yöneticisi Kayıhan İçel, Editör Yener Ünver, Ankara 2008, s. 451 ) 
409 Ertan Beşe, a.g.e., s. 109 
410 Mehmet Özcan -Serkan Yardımcı, a.g.m. , s. 213 
411 http://www.avrupakonseyi.org.tr/ (25.08.2011) 
412 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 70 
413 Terörizmin Yayılmasını Kolaylaştıran Şartlar üzerine Soru ve Cevaplar Mart 2007 
      (http://www.avrupakonseyi.org.tr/haberler/mart-07_b.htm) (25.08.2011) 
414 Sözleşmenin tam metni için Bkz: Terör ve Düşman Ceza Hukuku, Proje Yöneticisi Kayıhan İçel, Editör Yener Ünver, Ankara 2008, s.369 
415 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 70 
416 Terörizmin Yayılmasını Kolaylaştıran Şartlar üzerine Soru ve Cevaplar Mart 2007 (http://www.avrupakonseyi.org.tr/haberler/mart-07_b.htm) (25.08.2011) 
417 İnsan Hakları ve Terörle MücadeleHakkında İlkeler, (http://www.jp.coe.int/Upload/90_GuidelinesHumanRights_Terrorism_TUR.pdf) (25.08.2011) 
418 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 70 
419 Sözleşmenin tam metni için Bkz: Terör ve Düşman Ceza Hukuku, Proje Yöneticisi Kayıhan İçel, Editör Yener Ünver, Ankara 2008, s.381 
420 Terörizmin Yayılmasını Kolaylaştıran Şartlar üzerine Soru ve Cevaplar Mart 2007 (http://www.avrupakonseyi.org.tr/haberler/mart-07_b.htm) (25.08.2011) 
421 İbrahim Kaya, a.g.e. , s.74 
422 Terörizmin Yayılmasını Kolaylaştıran Şartlar üzerine Soru ve Cevaplar Mart 2007 (http://www.avrupakonseyi.org.tr/haberler/mart-07_b.htm) (25.08.2011) 
423 Emre Öktem, a.g.e., s. 23 
424 Alon Ben-Meir, a.g.m. , s. 10 
425 Sedat Laçiner -Mehmet Özcan - İhsan Bal, a.g.e., s. 229 
426 Obama’dan Mısır’da Tarihi Konuşma (http://www.sabah.com.tr/Dunya/2009/06/04/islam_dunyasina_seslenecek) (03.10.2011) 
427 Obama’dan Mısır’da Tarihi Konuşma (http://www.sabah.com.tr/Dunya/2009/06/04/islam_dunyasina_seslenecek) (03.10.2011) 
428 Obama’nın Mısır Konuşması, (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=184168) (03.10.2011) 
429 Obama Hürriyete Yazdı: Bin Ladin’i Müslümanlarla Birlikte Yendik, 
(http://www.dipnot.tv/11857/Obama-Hurriyete-yazdi-BiN-LADiNi-MuSLuMANLARLA-BERABER-SAFDisi-BiRAKTiK.aspx) (03.10.2011) 


***