uluslararası örgütler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
uluslararası örgütler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2021 Salı

COVID-19, NE BEKLEMELİ?

 COVID-19, NE BEKLEMELİ? 





Editörün Notu COVID-19  Ne Beklemeli ? 
Dr. Ufuk ULUTAŞ 
T.C. Dışişleri Bakanlığı Stratejik  Araştırmalar Merkezi Başkanı 


Dr. Ufuk ULUTAŞ, Anahtar Kelimeler, ABD-Çin Rekabeti, Ekonomi, Ulus Devletler, Uluslararası Örgütler, Çok Taraflılık, 

Çin’de baş gösteren COVID-19 salgınının başından beri uluslararası toplum, pandeminin uluslararası ilişkiler üzerindeki olası etkisini tartışmaktadır. Salgın Çin sınırlarının dışına taşıp Batılı merkezlere ulaştıkça, ihtiyatlı tahminler yerini, pandeminin sistemsel değişimleri tetikleyeceği ve küresel sistem üzerinde büyük etki bırakacağı yönündeki aceleci yargılara bırakmıştır. Sözkonusu senaryoya göre, Batı kaybederken Çin üstünlük sağlayacak, küresel sistemin büyük kurumları çökecek ve yenilerinin kurulmasına zemin hazırlanacaktır. Daha sonra ise pandeminin kapsamı ve küresel sistem üzerindeki derin etkisine dair varılan bu erken kanılar yerini, “bekle ve gör” yaklaşımını benimseyen ve pandeminin uluslararası siyasetin birçok alanında dönüştürücü etkiye sahip olacağını ancak daha fazlasını beklemenin hatalı olacağını ileri süren bir dizi ihtiyatlı analize bırakmıştır. “Hiçbir şey aynı olmayacak” ile “hiçbir şey değişmeyecek” yaklaşımları arasında büyük bir makas bulunmaktadır ve sağlıklı analizler bu aralıkta yer almaktadır. 
Pandemi sırasında tahminlerde bulunmak oldukça zordur. Zorluğun bir nedeni, devam etmekte olan bir krizle mücadele ediyor olmamızdır. Ancak pandeminin küresel ekonomiyi ne kadar sarsacağını, farklı toplumları ve kurumları nasıl dönüştüreceğini ve devletlerin bunun üstesinden gelmek için hangi adımları atacağını henüz tam anlamıyla bilmiyoruz. 

Virüsle mücadelenin farklı aşamalarındaki devletleri mukayese etmek ise oldukça zordur. Örneğin, virüsün ilk vurduğu ülke olması nedeniyle Çin, yola erken çıkmış ve pandemiyi kontrol altına almıştır. Salgın Avrupa ve ABD’ye aylar sonra gelmiştir ve her ikisi de COVID-19’la mücadelelerini halen kazanmaya çalışmaktadır. Virüs sonrası döneme ait tahminlerde bulunmak zor olsa da, pandeminin birçok küresel akımı güçlendireceğine ilişkin güçlü emareler mevcuttur.
 Bir süredir bu konu hakkında konuşuyor olsak da, ABD-Çin rekabetinin, eğer çoktan gerçekleşmediyse, tırmanacağına dair güçlü işaretler mevcuttur. Son zamanlarda ticaret savaşları şeklinde kendini gösteren rekabet, virüsün kaynağına ilişkin çelişkili iddialar ve Trump Yönetimi’nin Çin’e pandemi hususunda “erken dönemdeki ihmalinin” bedelini ödetme isteği nedeniyle yeni boyutlara taşınacaktır. ABD’deki bazı analistlerin ileri sürdüğü gibi, Çin’i küresel ekonominin dışında 
tutmak mümkün olmasa da, ABD’nin kendisi gibi düşünen diğer devletlerle bir araya gelerek pandemiyi, Çin’e karşı bir koz olarak kullanacağını hayal etmek yanlış olmayacaktır. Diğer yandan Çin, Batı’nın salgını “yanlış yönetmesinden” 
istifadeyle, virüsün kendi topraklarından kaynaklanmadığına dair duruşunda oldukça kararlı görünmektedir. Çin, tıbbi yardımlarla Batı şehirlerinde bir sempati kazanma kampanyası başlatırken, pandemi sırasında küresel liderliği terk eden 
ABD, birçok kişi tarafından eleştirilmiştir. Hangisinin diğerine üstün geleceğini belirlemek zor olsa da, virüs sonrası dönemde uluslararası ilişkilerde birçok konuda ABD-Çin rekabetinin etki sahibi olacağı iddia edilebilir. 

Pandemi, güçlü devletler düşüncesini öne çıkartacaktır. COVID-19 ve benzeri pandemiler hayatın bir gerçeği olarak görüldükçe ve algılanan tehditler ulusal güvenlik doktrinleri kapsamına dahil edildikçe, pandemilere karşı mücadelede 
devlete, merkezi ve eşsiz bir yapı olarak daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. Sağlık hizmetleri, güvenlik ve refah sağlayıcısı olarak devlet, küresel ve ulusal tüm salgınlarda tek başına ve en ön safta yer almaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa Birliği (AB) gibi uluslar üstü kurumların bu dönemde yetersiz ve etkisiz kalması göz önünde bulundurularak, kendi kendine yeterlilik fikri ile güçlü devletler arasındaki bağlantı kuvvetlenecektir. COVID-19 salgını öncesi uluslararası sistemde önde gelen veya nispeten güçlü oyunculardan bazıları, pandemi nedeniyle kendilerini zor durumda buldular ve olumsuz anlamda dünya lideri oldular. Pandemi, devletin gücünü ölçen mevcut araçların, devletin fiili gücünü belirlemede yetersiz kaldığını göstermiştir. 

Devlet gücünü değerlendirirken, realist uluslararası ilişkiler yaklaşımının 
bilhassa yoğunlaştığı askeri güç, ekonomik güç ve nüfusa ek olarak, sağlık sistemleri, tedarik zincirleri ve acil müdahale kapasitesini de hesaba katmak gerekmektedir. Güçlü devletler, bazı eski analizlerin ortaya koyduğunun aksine, otoriter olmak zorunda değildir; Türkiye, Almanya, Güney Kore, Japonya gibi ülkelerin gösterdiği üzere, otoriter devletlerin COVID-19 salgınına karşı demokratik olanlardan daha verimli mücadele ettiği savı tamamen asılsızdır. 
Pandemi sırasında uluslararası örgütlerin iyi performans gösterdiğini iddia edebilecek fazla kişi çıkmayacaktır. Bu, kendi kendine yeten ulus-devletler fikrinin pandemi sırasında ağırlık kazanmasının nedenlerinden biridir. 

DSÖ’den Avrupa Birliği’ne, çok taraflı kurumlar uluslararası toplumun beklentilerini karşılamada yetersiz kaldılar. Bu gerçek, aşırı sağcı, tek taraflı ve izolasyoncu gündemleri yaymak ve çok taraflılığı sorgulamak amacıyla, başta Avrupa olmak üzere dünyadaki birçok milliyetçi akım tarafından bir mücadele kozu olarak kullanılacaktır. Halihazırdaki bu durum krizin yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır; Zira pandemi çok taraflılığın gereksizliğini ortaya çıkarmamış, aksine küresel krizlerin çok taraflı yaklaşımlar gibi küresel müdahaleler gerektirdiğini ve sorunun çok taraflılığın kendisiyle değil, mevcut çok taraflı mekanizmaların etkisizliğiyle ilgili olduğunun altını çizmiştir. Bu nedenle, teorik olarak pandemi, çok taraflı kurumların çağımızın sorunlarına karşı daha etkili ve duyarlı hale getirilmesi amacıyla yürütülen reform çabalarına verimli bir zemin oluşturmalıdır. Ancak uygulamada bu kurumlar, reformlara beklenenden daha dirençli olduklarını göstereceklerdir. 

   Üzücü can kayıplarının haricinde pandeminin ekonomik etkisinin, diğer her şeyden daha fazla önem arz ettiği söylenebilir, zira pek çok ekonomist, dünya ekonomisinde kaydadeğer ölçüde daralma öngörmektedir. Örneğin, Dünya 
Bankası Grubu’na göre, gelişmekte olan ekonomiler COVID-19 pandemisinin sağlık ve ekonomi alanındaki etkileriyle ciddi şekilde sarsılırken, 60 milyon insan aşırı yoksulluğa düşebilir. İşsizlik, gelişmiş ekonomilerde bile yükselişe geçmiş olup, zayıf refah sistemlerine sahip ülkeler, bu olağanüstü zamanlarda vatandaşlarının ekonomik yaralarını saramamaktadırlar. Var olan sosyal, ekonomik ve politik sorunları arttıracağı için küresel bir resesyonun birçok ülkede şüphesiz siyasi sonuçları olacaktır. Dolayısıyla dünya ekonomisi, İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme benzer bir kurtarma programına gereksinim duyacaktır. 

Kurtarma programına öncülük edecek araçlara sahip aktörler, etki alanlarını genişleteceklerdir. Burada dikkat edilmesi gereken endişe verici eğilim, salgının sosyo-ekonomik etkilerini ve ardından gelen ekonomik durgunluğu kötüye 
kullanan aşırı sağcı, yabancı düşmanı ve ırkçı hareketlerin yükselişi olacaktır. Dolayısıyla ekonomik toparlanma bazı ülkelerde sadece ekonomik çöküşü engellemekle kalmayacak, aynı zamanda toplumsal uyumu ve siyasi istikrarı da 
koruyacaktır.

 *** 

Uluslararası toplum olarak, devam eden salgınla ilgili tünelin sonunu gördüğümüz de, daha gerçekçi bir hasar değerlendirmesi yapabilmek için daha iyi konumda olacağız. 
Dolayısıyla, pandeminin uluslararası ilişkilerde başat ve yükselen akımlar üzerindeki gerçek etkisini ölçebileceğiz. 
Ancak, devletlerin ve küresel yapılanmanın bugün attığı -veya atmadığı - adımlar, gelecekte karşılaşacakları fırsat ve sınamaları belirlediğinden, bazı ön değerlendirmelerin yapılması önem taşımaktadır. Benzer şekilde, devletlerin pandemiyle mücadelede gösterdikleri performans ile COVID-19 sonrası küresel siyasetin analizi arasında güçlü bir bağ vardır. Aynı zamanda pandemi sonrasında, sürdürülebilir bir vizyon geliştirmek ve bu vizyona yerel ve küresel ölçekte destek temin etmek, devletler için hayati öneme sahiptir. Devletlerin küresel sistem içinde kendilerine biçtikleri rollerin ve kapasitelerinin, gelecekteki konumları üzerinde önemli bir etkisi olacaktır. 
Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Antalya Diplomasi Forumu tarafından yayımlanan serinin ikincisi olan bu kitap, uluslararası toplumun henüz tünelin ucundaki ışığı görmediği bir dönemde yazılmıştır. Bu kitap saygın bilim insanları, 
küresel düşünürler ve uzmanların COVID-19’un uluslararası sistem, devletler, insanlar, büyük güç rekabeti, uluslararası kuruluşlar, güvenlik, küreselleşme ve çatışmalar üzerindeki muhtemel etkisine ilişkin değerlendirme ve analizlerinden 
oluşmaktadır. Salgın bazı devletlerde kontrol altına alınmış olsa da henüz bir aşı bulunmamıştır, çeşitli yoğunluklarda sokağa çıkma kısıtlamaları devam etmektedir, pek çok ülkede mağazalar ve üretim tesisleri tam anlamıyla yeniden 
açılmamıştır ve uluslararası seyahate ilişkin ciddi kısıtlamalar mevcuttur. Bununla birlikte her bir makale, ele alınan konuya ilişkin değerli iç görü sağlamakta, çeşitli bakış açıları ve düşünce biçimleri sunmaktadır. Dünyanın farklı köşelerinden 
yazarlar, kendilerine has geçmişlerini ve deneyimlerini ortaya koymaktadır. Kitabın küresel krize ilişkin küresel bir perspektif sunmasını temin etmek amacıyla, dünyanın her yerinden saygın yazarları kapsayan bir liste oluşturulmuştur. 

Pakistan Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden Aizaz Ahmed Chaudhry, uluslararası topluma birbirine tutunarak İkinci Dünya Savaşı’nın sonundaki işbirliğine benzer bir küresel sistemi birlikte inşa etme çağrısında bulunmaktadır. 

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Roma Ofisi’nden Teressa Coratella, Avrupa’nın yeni değerler, dayanışma, iddialı sosyal ve ekonomik girişimlere dayalı yeni bir başlangıç yapmak üzere bir Büyük Güç olarak algılanmak isteyip istemediğine 
dair bir karar vermesi gerektiğini iddia etmektedir. ABD’deki Hudson Enstitüsü’nden Michael Doran, ABD-Çin rekabetinin yoğunlaşacağını ancak derin ve iç içe geçmiş iki ekonomi arasındaki rekabetin sınırlı kalacağını ve ABD’yi, Türkiye dahil, müttefikleriyle bağlarını güçlendirmeye sevk edeceğini tahmin etmektedir. Arjantin’in eski Cumhurbaşkanı Eduardo Duhalde, COVID-19’un, dünya ekonomik düzeninin olağanüstü hazin durumunu ortaya çıkardığını ve tarihte eşi benzeri görülmemiş eşitsizlikler oluşturduğunu ileri sürmektedir. İsrail’deki Hayfa Üniversitesi’nden ve MITVIM’den (İsrail Bölgesel Dış Politikalar Enstitüsü) Ehud Eiran, pandeminin ABD ve Çin arasındaki büyük güç rekabetini derinleştireceği ve mevcut koşullar altında, işbirliğinden ziyade çatışmanın daha muhtemel bir senaryo olduğu yorumlarına katılmaktadır. 

Katar Üniversitesi’nden Afyare Elmi ve Avustralya Griffith Üniversitesi’nden Abdi Hersi, pandeminin, Afrika’da halihazırdaki vahim ekonomik durumu kötüleştireceğini, göç dalgasını ve büyük güç rekabetini tetikleyeceğini ancak, aynı zamanda kıtadaki işbirliği ve bütünleşmeyi olumlu yönde etkileyebileceğini ileri sürmektedir. Princeton Üniversitesi ve Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi’nden Richard Falk, beklenen, gerekli görülen ve istenilen arasında net çizgiler çizerek, COVID-19 sonrasında küresel yönetişime dair alternatif tahminlerde bulunmaktadır. 

Katar’daki Georgetown Üniversitesi ve Doha Lisansüstü Eğitim Enstitüsü’nden İbrahim Fraihat, pandeminin, pandemi öncesindeki düzeni yok etmesinin düşük olasılık olduğunu; aksine mevcut paradigmayı güçlendireceğini ve dünya 
sahnesinde daha fazla güç yayılımı yaratacağını tahmin etmektedir. ABD merkezli Jeopolitik Gelecekler Başkanı George Friedman, dünyanın durgunluktan bunalıma doğru gittiğini ve bunu büyük sosyal istikrarsızlık, ekonomik korku ve siyasi gerilimin izleyebileceğini öngörmektedir. Friedman’a göre hükümetler, diğer ülkelere bağımlılıklarını azaltarak ulusal güvenliklerini korumaya odaklanacaklar dır. Japonya’daki Keio Üniversitesi’nden Yuichi Hosoya, enternasyonalist bir politikanın, Koronavirüs’ün gelecekteki dalgalarının yayılmasını kontrol altına almaya yardımcı olabileceğini savunmaktadır. Münih Güvenlik Konferansı ve Hertie Okulu’ndan Wolfgang Ischinger’e göre ise pandemi, ABD liderliğinin azalması, gergin transatlantik ilişkiler, azalan küresel işbirliği ve yeniden güçlenen milliyetçilik ve büyük güç politikası gibi uluslararası siyasetteki mevcut eğilimleri hızlandıran bir katalizör görevi görmüştür; aynı zamanda Avrupa projesi için bir dayanıklılık testidir. Omran Merkezi’nden Ammar Kahf, “Yeni Normal”in, pandeminin süresi ve şiddeti ile birlikte küresel güç politikalarına göre belirleneceğine inanmaktadır. Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nden Andrey Kortunov, Rus dış politikası için tehdit ve fırsatları sıraladıktan sonra, mevcut krizin, eski dış politika gardırobunu düzenlemek için sağlam bir gerekçe olduğunu savunmaktadır. 
İsrail Milli Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nden (INSS) Galia Lindenstrauss, pandeminin bazı küreselleşme süreçlerini yavaşlatacağı, hatta tersine çevireceği beklentilerini göz önünde bulundurarak, pandeminin diaspora toplulukları üzerindeki etkisinin nasıl olacağı sorusunu cevaplandırmaktadır. Ulusal Singapur Üniversitesi, Asya Araştırmaları Enstitüsü’nden Raja C. Mohan’a göre dünya, çok taraflı kuruluşları şekillendirmek için yoğun bir rekabet çağına doğru ilerliyor 
olabilir ve ABD için Çin kaynaklı sınama Sovyet Rusya’nın en güçlü zamanlarında neden olduğundan daha çetin olabilir. 

Harvard Üniversitesi’nden Joseph S. Nye Jr., Başkan Trump işbirliği ve yumuşak güç politikası sürdürmediği sürece, mevcut politikaların milliyetçi popülizmi ve otoriterliği teşvik edeceğini savunmaktadır. Stiftung Wissenschaft und 
Politik’den Volker Perthes, pandemiden sonra “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganını aşırı iddialı bulmakta ve pandeminin bu aşamasında kesin cevaplar yerine geçici varsayımların beklenebileceğine inanmaktadır. George 
Mason Üniversitesi’nden Richard Rubenstein, COVID-19 salgınının, Çin ve muhtemel diğer rakiplere kıyasla, Amerikan imparatorluğunu daha fazla zayıflatacağını yazmaktadır. 
Kent Üniversitesi’nden Richard Sakwa’ya göre ise pandemi, uluslararası yönetişimin zayıflığını, devlet eyleminin üstünlüğünü, büyük güç rekabetlerini ve Soğuk Savaş sonrası uluslararası politikadaki genel çıkmazı güçlendirmiştir. 
Hindistan’daki Gözlemci Araştırma Vakfı’ndan (ORF) Samir Saran, COVID-19 salgını sırasında Amerikan liderliğinin yokluğunun altını çizmekte, Çin’i önde gelen mücadeleci olarak görmekte ve büyük güçler başlarını öteye çevirir veya 
kendi çıkarlarını gözetirken, birçok topluluğun pandeminin korkunç sonuçlarıyla başa çıkmak zorunda kaldığı küresel bir düzensizliği eleştirmektedir. İtalya’daki Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden (Istituto Affari Internazionali) Nathalie Tocci, 
COVID-19 pandemisini Avrupa Birliği’nin iç bütünlüğü ve küresel rolü için belirleyici bir an olarak görürken; 

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Madrid Ofisi’nden Jose Ignacio Torreblanca ise krizin, çok taraflılığın, AB’nin yeteneklerinin ve ulusal düzeyde demokratik siyasetin güçlendirilmesine yol açabileceğini öngörmektedir. Guatemalalı Nobel Barış Ödülü 
sahibi Rigoberta Menchú Tum, pandeminin kendimizi hem maddi hem de manevi olarak yeniden değerlendirmemize, bireysel ve kolektif yaşam tarzımızı yeniden düşünmeye ve uluslararası örgütlerde radikal değişiklikler yapmaya zorlaması gerektiğini yazmaktadır. Macaristan’daki Dış İlişkiler ve Ticaret Enstitüsü’nden Marton Ugrosdy, COVID-19’un iki kısa vadeli sonuca yol açacağını savunmaktadır: BM sistemi daha önemsiz olacak ve büyük çok taraflı kuruluşların etkinliği zayıflayacaktır. Çin’deki Renmin Üniversitesi’nden Yiwei Wang, ideolojik kısıtlamaların ötesine geçme çağrısında bulunmakta ve COVID-19 gibi küresel krizlerle başa çıkmak için, bilimsel sistemlerde küresel çapta yeniliği teşvik 
etmektedir. Almanya’daki Körber Vakfı’ndan Joshua Webb ve Ronja Scheler’e göre, pandemi, Berlin’in dış politikasının üç temel sacayağındaki büyük çatlakların altını çizmiştir: Avrupa entegrasyonu, transatlantik işbirliği ve ihracata dayalı ekonomi modeli. Son olarak, Körfez Araştırmaları Merkezi’nden Mahjoob Zweiri, COVID-19 salgınını büyük bir depremden ziyade kum kayması olarak nitelendirmekte ve sadece bir olay nedeniyle büyük değişikliklerin meydana gelmeyeceğini belirtmektedir. 

Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Antalya Diplomasi Forumu bu kitabın oluşturulmasındaki yönlendirmeleri ve desteklerinden ötürü Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Sayın 
Yavuz Selim Kıran’a minnettardır. Çalışmalara öncülük etmeleri ve hiçbir zaman esirgemedikleri destek, bu yayının hazırlanmasını mümkün kılmıştır. Büyükelçi Burak Akçapar da kitabın her aşamasında büyük katkı sağlamıştır. 

Bu kitaptaki bazı makalelerin derlenmesine yardımcı olan Büyükelçiliklerimize de ayrıca teşekkür ederim. COVID-19’un küresel politikalara etkisine ilişkin literatüre yapılan ilk katkılardan biri olan bu kitabı hazırlamak için pandemi günlerinde saatlerce fazla mesai yapan Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin çalışkan personeline ve Dışişleri Bakanlığı Tercüme Dairesi Başkanlığı’na özel teşekkürlerimi sunarım. 

Editörün Notu COVID-19: Ne Beklemeli? 


***

16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19’UN BÖLGESEL VE KÜRESEL ETKİLERİ VE YANSIMALARI*

COVID-19’UN BÖLGESEL VE KÜRESEL ETKİLERİ VE YANSIMALARI* 






* İspanyolca’dan tercüme edilmiştir. 
Dr. Rigoberta MENCHÚ TUM
1992 Nobel Barış Ödülü Sahibi, Guatemala 


Küresel Liderlik, ABD-Çin, Rekabeti, Uluslararası Örgütler, Çin, Dr. Rigoberta MENCHÜ TUM


   COVID-19, İnsanlığımız için tarihi bir dönüm noktasını ve XXI. yüzyılın zirvesindeki dünyanın şekillenişini “öncesi” ve “sonrası” olarak ayıran insan yaşamına ve devletlere yönelik büyük bir evrensel sınamayı temsil etmektedir. Bireysel ve toplu yaşam biçimimizi hem maddi hem de manevi olarak yeniden değerlendirmeye, ülke içinde ve uluslararası ilişkilerdeki ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel ilişkilerin yapısı ve işlevselliğinde radikal ve temel değişiklikler ortaya koymaya zorlayan silinmez izler bırakacaktır. 

COVID-19, kelimenin tam anlamıyla sağlığımıza saldırarak hayatımızı tehdit etmiş, kişisel maneviyatımızı, iç huzurumuzu etkilemiş; endişe, acı, korku ve belirsizliklerle duygularımızı değiştirerek, sosyal ve toplumsal dokumuza da 
zarar vermiştir. Bu durumun ulusal ve bölgesel boyutta güçlü ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yansımaları giderek daha da belirginleşmektedir. 

Bazı yorumlar, COVID-19 pandemisini küresel ekonomik durgunluğun mutlak nedeni olarak sunmaktadır. 

Önceki çalışmalar bunun tam tersine işaret etmekte ve salgının en önemli etkisinin krizin gerçek yapısal ve tarihsel nedenler ile sonuçlarını gizlemek olduğunu göstermektedir. Bağımsız analistler bu krizi, ekonomi, cumhuriyetçi siyasal sistem, kamu kurumları ve demokratik güçler üzerinde tamir edilemeyecek 
ölçüde hasar bırakan küresel neoliberalizmin çöküşü ile ilişkilendirmektedir. 

Özellikle sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim sistemlerindeki sosyal yapının parçalanmasıyla eşanlamlı olan yolsuzluk ve sorumsuzluk sonucunda, bu pandemiye karşı etkin ve kapsamlı biçimde müdahale edilememesi küresel kalkınma gerçekleştirilirken sağlık sektörüne öncelik verilmediğini açıkça göstermektedir. 

COVID-19 öncesinde, sosyal piyasa ekonomilerini ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan ve Avrupa’da yeşeren ulus devletlerin gücünü azaltmada büyük bir etkisi olan neoliberalizm bir paradigma olarak fazlasıyla sorgulanıyordu. COVID-19’un dünya ekonomik krizini ve durgunluğunu etkileme ve derinleştirme biçimi, uzmanlar ve karar vericilere yeni bir küresel ekonomi politikasının teori ve paradigmalarını geliştirme görevi yüklemektedir. Gerçek şudur ki, dünya ekonomisinin iyileşmesi ve büyümesi ancak sosyal bilim doktrinlerinde kapsamlı değişimlerle mümkündür. 

COVID-19’un Bölgesel ve Küresel Etkileri ve Yansımaları Pandemi ve COVID-19 ile ne zamana kadar yaşayacağımızı ve hangi koşul ve özelliklerin “normale” dönüşü 
tanımlayabileceğini şimdiden öngöremiyoruz. Bu yılın ikinci yarısından itibaren sağlık kısıtlamalarının kaldırılmasına aşamalı olarak başlanmasının ve bunun tamamlanmasının 2021 yılına sarkacağı düşünülmektedir. Kesin bir tarih 
verilememekle beraber, sürecin ülke içinde, bölgeler arasında ve dünya çapında karmaşık ve değişken olacağı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, COVID-19 sonrası döneme dair nesnel öngörülerde bulunmak için vakit henüz erken olup, oldukça da zordur. Mevcut eğilimlere göre, sözkonusu “normale” dönüş sürecinin başlangıç aşamasında ulusal, bölgesel ve küresel durum, açlık ve yoksulluk anlamına gelen milyonlarca şirketin kapandığı ya da iflas ettiği, milyonlarca kişinin işsiz kaldığı, 
hükümetlerin fazlasıyla sorgulandığı kriz ve derin ekonomik durgunluk ortamında gerçekleşecektir. Ayrıca, sosyal ayaklanmalar ve büyük siyasi çatışmalar yoluyla iktidarın kontrolünün ele geçirilmesi teşebbüslerinin, siyasi parti ve seçim sistemlerine karşı güven ve itibar kaybı ile devletin yasama, yürütme ve yargı kurumlarındaki zayıflığın ortaya çıkmasıyla bu süreç zarfında demokratik yönetimde ciddi zorlukların ortaya çıkması olası görünmektedir. 

Küresel düzeyde, büyük güçler ve müttefikleri arasındaki eski ve yeni rekabetlerin, bugün görünürde ara verilen, ancak pandemiden önce süregelen çatışma ve savaşların çoğalması, ayrıca, stratejik ekonomik ve siyasi alanların bölgesel kontrolü için çatışmaların artması da muhtemeldir. Aynı şekilde, yeni 
piyasa koşullarının bilinmeyen rekabetlere ve gerilimlere yol açması da beklenebilir. 

Neoliberallerin 50 yıldan fazla süregelen hükümranlığından en fazla etkilenenler, son yıllarda halihazırda büyük ölçüde bozulma ve meşruiyet kaybı yaşayarak dünya olaylarının gidişatını etkileme kapasitesi düşen uluslararası kuruluşlar ve Birleşmiş Milletler’dir. Aynı zaman diliminde, kurumsal olarak giderek güçten düşen ulus devletler de sürekli olarak bu baskılardan etkilenmiştir. 

Pandemi sonrası büyük küresel krizden çıkış bağlamında neofaşist eğilimler, neoliberal modellerin dayanıklılığı ve bunların sürdürülmesine yönelik ısrarcılık, ulus devletlerin güçlendirilmesi ve sosyal piyasa ekonomilerinin yeniden 
kurulması gibi bazıları endişe verici bazıları ümitlendirici olan seçeneklerin tartışılacağına yönelik işaretler mevcuttur. 

Ben şahsen hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, yine de COVID-19 krizinin değişim için büyük bir fırsat barındırdığına dair evrensel bir söylemi savunmamız 
gerektiğini düşünüyorum. 

Apokaliptik zihniyetlerin kafamızı karıştırmaya çalıştığı gibi ideolojilerin ve tarihin sonu olmayacaktır. 
Aksine, ideolojilerin ve insanlığın en aklıselim, olumlu ve güçlü miraslarıyla yeniden keşfedilecek bir tarih anlayışının hayat bulması olacaktır. Siyasi felsefe ve evrensel etik kuralları bölgesel barış ve dünya barışına yönelik yeni senaryolarını 
güçlendirmek için tarihin bilgelik ve bilgi birikimini içeren deneyimleriyle yeni paradigmaları yaratmalıdır. 

Gün, devlet ve toplum arasında, hükümet ve sosyal sektörler arasında diyalog ve müzakere için yeni alanlar açma ve yeni sosyal, ulusal ve uluslararası paktlar oluşturma günüdür. 

Geleceğe yönelik hiçbir şey halkların hükümran katılımı olmaksızın yalnızca elitler tarafından kararlaştırılma malıdır. 

Bu krizin üstesinden gelmek ve krizin yeniden inşasına hazırlıklı olmak için önceliğimiz vatandaşların en geniş ölçüde katılımıyla bir sosyal dönüşüm sözleşmesi yapmaktır. Ortak amacımız, insan hayatına, sosyal ve üretken altyapıya en az bedel ödetecek şekilde bu salgını dayanışma içinde yönetmek 
ve üstesinden gelmektir. Daha insani ve temsiliyetçi olan ulus devletleri yapılandırmak ve inşa etmek için gelecekteki siyasi tartışmalara yönelik yeni kurallar oluşturulmalıdır. 

Benzer şekilde, çok uluslu diyalog yolunu başlatarak, sözleşmeleri, antlaşmaları ve uluslararası kuruluşları yeniden yapılandırmak gerekmektedir. Birleşmiş Milletler sistemi artık aynı olamaz ve olmamalıdır. Zira siyasetin ve dünya ekonomisinin yeni yönelimlerine göre düzenlenecek yapısıyla küresel ısınmayı durdurmak, gezegeni ve toprak anayı çöküşten kurtarmak için üretim, dağıtım ve tüketim kültüründe temel değişikliklerin yapılmasında belirleyici olacaktır. Bu süreçte 
asla feragat edilmemesi gereken, son 75 yılda halkların ve ulusların bağımsızlığı, özerkliği ve kendi kaderini tayin etmesi gibi çok taraflılığa büyük katkılar sağlayan uluslararası hukuk ilkeleri etrafında oluşan külliyattır. 

***

YAZARLAR HAKKINDA 

Aizaz Ahmad Chaudhry Pakistanlı diplomat ve İslamabad Stratejik Araştırmalar Enstitüsü başkanıdır. Daha önce Pakistan Dışişleri Bakanı, Pakistan’ın ABD ve Hollanda Büyükelçisi ve Pakistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü olarak görev yapmıştır. Pakistan Mirrored to Dutch Eyes (Sangemeel, 2012) isimli 
kitabın yazarıdır. 

Teresa Coratella Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin (EFCR) Roma ofisinde program yöneticisidir. Daha önce, Varşova’da yerleşik Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde ortaklıklar ve kalkınma konularından sorumlu program asistanı olarak çalışmıştır. WIIS (Uluslararası Güvenlikte Kadınlar) adlı sivil toplum örgütüne üyedir. 

Michael Doran Hudson Enstitüsü’nde kıdemli uzmandır. Daha önce Brookings Enstitüsü Saban Orta Doğu Politikası Merkezi’nde kıdemli uzman olarak çalışmıştır. Dr. Doran, George W. Bush’un Başkanlık döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi’ne atanmış ve ABD Savunma Bakanlığı Kamu Diplomasisi’nden sorumlu Müsteşar Yardımcısı muavini olarak görev yapmıştır. Ike’s Gamble: America’s Rise to 
Dominance in the Middle East (Simon & Schuster, 2016) isimli kitabın yazarıdır. 

Eduardo Duhalde 2002-2003 döneminde Arjantin Devlet Başkanı olarak görev yapmıştır. 1989 yılında Carlos Menem’in başkanlık döneminde Arjantin Başkan Yardımcısı görevine getirilmiştir. 1991’de bu görevinden istifa etmiş ve Buenos 
Aires Valisi seçilmiştir. Aynı göreve 1995 yılında tekrar seçilmiştir. 

Ehud Eiran İsrail Bölgesel Dış Politikalar Enstitüsü (Mitvim) yönetim kurulu üyesidir ve Hayfa Üniversitesi Siyaset Bilimi Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Doç. Dr. Eiran akademik kariyerinden önce, Başsavcı katibi ve Başbakan dış politika 
danışman yardımcısı olarak görev yapmıştır. Post-Colonial Settlement Strategy (Edinburgh University Press, 2019) isimli kitabın yazarıdır. 

Afyare Abdi Elmi Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları Programı’nda öğretim üyesidir. Doç. Dr. Elmi, Afrika Boynuzu’ndaki korsanlık faaliyetleri konulu araştırma projesinde baş sorumlu araştırmacı olarak görev yapmıştır. 

Understanding the Somalia Conflagration: Identity, Political Islam and Peacebuilding (Pluto Press, 2010) isimli kitabın yazarıdır. 

Abdi M. Hersi Avustralya Griffith Üniversitesi Griffith Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezi’nde araştırmacıdır. 

Avustralya Hükümeti tarafından desteklenen Reporting Islam: 

International Best Practice for Journalists başlıklı ulusal araştırma projesinin müdürlüğünü yapmıştır. Avustralya Federal Göç ve Sınır Koruma Dairesi’nde farklı görevlerde bulunmuştur. Conceptualisation of Integration: An Australian 
Muslim Counter-Narrative (Palgrave Macmillan, 2018) isimli kitabın yazarıdır. 

Richard Falk Princeton Üniversitesi Albert G. Milbank Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörü ve KaliforniyaÜniversitesi Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi’nde araştırmacıdır. 2008-2014 yılları arasında BM İnsan HaklarıFilistinÖzel Raportörü olarak görev yaptı. Palestine’s Horizon: Toward a Just Peace (Pluto Press, 2017) isimli kitabın yazarıdır. 

Ibrahim Fraihat Doha Lisansüstü Araştırmalar Enstitüsü ve Georgetown Üniversitesi’nin Katar Kampüsü’nde öğretim üyesidir. Doç. Dr. Fraihat daha önce Brookings Enstitüsü’nde kıdemli uzman olarak görev yapmış ve George Washington Üniversitesi ile George Mason Üniversitesi’nde uluslararası 
çatışma çözümleri dersleri vermiştir. Unfinished Revolutions: 

Yemen, Libya, and Tunisia after the Arab Spring (Yale University Press, 2016) isimli kitabın yazarıdır. 

George Friedman uluslararası tanınırlığa sahip jeopolitik öngörülerde bulunan uluslararası ilişkiler stratejistidir. Geopolitical Futures isimli araştırma merkezinin kurucusu ve başkanıdır. Dr. Friedman, 1996 yılında kurduğu istihbarat 
yayın ve danışmanlık şirketi olan Stratfor’un başkanı olarak görev yapmıştır. 
Cornell Üniversitesi’nden siyaset bilimi alanında doktora derecesini almıştır. En son The Storm Before the Calm: America’s Discord, the Coming Crisis of the 2020s, and the Triumph Beyond (Doubleday, 2020) isimli kitabını yayımlamıştır. 
Yuichi Hosoya Tokyo’da bulunan Keio Üniversitesi’nde uluslararası siyaset profesörüdür. Aynı zamanda Nakasone Barış Enstitüsü (NPI), Tokyo Vakfı (TKFD) ve Japonya Uluslararası İşler Enstitüsü’nde kıdemli uzmandır. 2014-2019 
yılları arasında Japonya Ulusal Güvenlik Konseyi danışma kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. Security Politics in Japan: Legislation for a New Security Environment (Japan Publishing Industry Foundation for Culture, 2019) isimli kitabın yazarıdır. 

Wolfgang Ischinger 2008 yılından bu yana Münih Güvenlik Konferansı’nın başkanıdır. Prof. Ischinger, Berlin’de yerleşik Hertie Enstitüsü’nde diplomasi ve güvenlik politikalarıüzerine dersler vermektedir ve Tübingen Üniversitesi’nden Fahri Profesör unvanına sahiptir. Uzun diplomatik kariyeri boyunca Almanya Dışişleri Bakanlığı Devlet Sekreteri, Vaşington ve Londra Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. 


Ammar Kahf OMRAN Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin başkanıdır ve Suriye Forumu yönetim kurulu üyesidir. Dr. Kahf, 2011-2012 arasında Birleşik Krallık’ta yerleşik Stratejik Araştırmalar ve İletişim Merkezi’nde araştırma müdürü olarak 
çalışmıştır. Sonrasında, 2012-2013 yıllarında Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Genel Sekreterinin Özel Kalem Müdürlüğünü yapmıştır. İslam araştırmaları alanında doktora derecesine sahiptir. 

Andrey Kortunov 2011 yılından beri Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) başkanıdır. Dr. Kortunov, daha önce Rusya Bilimler Akademisi ABD ve Kanada Çalışmaları Enstitüsü’nde başkan yardımcılığı dahil olmak üzere çeşitli görevler üstlenmiştir. Kaliforniya Üniversitesi gibi dünyanın çeşitli üniversitelerinde dersler vermiştir. Yükseköğrenim, sosyal bilimler ve sosyal gelişim alanlarında birçok kamu kuruluşunda yöneticilik yapmıştır. Tarih alanında doktora derecesine sahiptir. 

Gallia Lindenstrauss İsrail’de yerleşik Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü kıdemli araştırmacısıdır. Dr. Lindenstrauss, daha önce Kudüs İbrani Üniversitesi’nde ve 
Herzliya Disiplinlerarası Merkezi’nde dersler vermiştir. İbrani Üniversitesi Leonard Davis Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmıştır. Yazıları önde gelen İsrail medya kuruluşlarının yayınlarının yanı sıra 
National Interest, Hurriyet Daily News, Turkey Analyst ve Insight Turkey gibi uluslararası yayınlarda yer almıştır. 

C. Raja Mohan Singapur Ulusal Üniversitesi Güney Asya Araştırmaları Enstitüsü başkanıdır. Profesör Mohan, daha önce Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nde ve Singapur’daki S. Rajaratnam Uluslararası Araştırmalar 
Enstitüsü’nde Güney Asya Araştırmaları profesörü olarak hizmet vermiştir. Ayrıca, Hindistan Ulusal Güvenlik Danışma Kurulu’nda görev yapmıştır. Modi’s World: Expanding India’s Sphere of Influence (Harper Collins India, 2015) ve India’s 
Naval Strategy and Asian Security (Routledge, 2016) isimli kitapların yazarıdır. Joseph S. Nye Jr. Harvard Üniversitesi Üstün Hizmet ve Emeritus Profesörüdür. 
Profesör Nye, daha önce Harvard Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı, 
Uluslararası Güvenlikten Sorumlu Müsteşar Yardımcısı, Ulusal İstihbarat 
Konseyi Başkanı ve Güvenlik Yardımı, Bilim ve Teknoloji Dışişleri Müsteşar 
Yardımcısı olarak görev yapmıştır. 

Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi, İngiliz Akademisi ve Amerikan Diploması Akademisi üyesidir. Uluslararası ilişkiler araştırmacıları arasında yakın zamanda yapılan bir ankete göre, Amerikan dış politikası üzerinde en etkili akademisyen olarak seçilmiştir. 2011 yılında Foreign Policy dergisi tarafından belirlenen 100 küresel düşünür listesinde yer almıştır. Başta Soft Power: The Means to Success in World Politics (Public Affairs, 2004)kitabının yazarıdır ve en son Do Morals Matter? Presidents and Foreign Policy from FDR to Trump (Oxford University Press, 2020) isimli kitabını yayımlamıştır. 

Volker Perthes Almanya Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) direktörü ve yönetim kurulu başkanıdır. Prof. Perthes, 2016-2018 yılları arasında Uluslararası Suriye Destek Grubu Ateşkes Görev Gücü Başkanı, 2015-2016 
arasında BM Genel Sekreter Yardımcısı, BM Suriye Özel Temsilcisi Başdanışmanı ve 1992-2005 yıllarında SWP kıdemli araştırmacısı ve Orta Doğu ve Afrika Dairesi başkanı olarak görev yapmıştır. Almanya ve Avrupa Birliği Dış ve Güvenlik Politikası, jeopolitik değişimler, uluslararasıörgütler ve Ortadoğu bölgesi üzerine araştırmalar yapmaktadır. 

Richard E. Rubenstein ABD’de yerleşik George Mason Üniversitesi Jimmy ve Rosalyn Carter Barış ve Çatışma Çözümleri Enstitüsü öğretim üyesidir. 
Daha önce avukatlık ve Çatışma Analizi ve Çözümleri Enstitüsü başkanlığı yapan 
Profesör Rubenstein, toplumsal çatışma türlerinin şiddete başvurmadan çözümleri hakkında dokuz kitap yazmıştır. Son olarak, Resolving Structural Conflicts: Violent Systems and How They Can Be Transformed isimli kitabı yazan Profesör  Rubenstein, çatışma kuramları, barış ve sosyal adalet konuları üzerine dersler vermekte ve konuşmalar yapmaktadır. 

Richard Sakwa Kent Üniversitesi Rusya ve Avrupa Politikaları profesörüdür. Profesör Sakwa ayrıca Chatham House Rusya ve Avrasya Programı üyesidir, Birmingham Üniversitesi Rusya, Avrupa ve Avrasya Çalışmaları (CREES) onursal kıdemli araştırmacısıdır ve Eylül 2002’den beri Sosyal Bilimler için Akademik Topluluk üyesidir. Kent Üniversitesi’nden önce Essex Üniversitesi ve Kaliforniya Üniversitesi’nde dersler vermiştir. En son The Putin Paradox (I.B. Tauris, 2020) isimli kitabını yayımlamıştır. 

Samir Saran Asya’nın en etkili düşünce kuruluşlarından birisi olan Observer Research Foundation başkanıdır. Dr. Saran ayrıca, Küresel Siber İstikrar Komisyonu üyesidir, Dünya Ekonomik Formu’nun Güney Asya Danışma Kurulu ile Siber Güvenlik Küresel Gelecek Konseyi üyesidir ve Hindistan’daki Sardar Patel Polis Üniversitesi Barış ve Güvenlik Merkezi başkanıdır. Dr. Saran, küresel yönetişim, iklim değişikliği, enerji politikası, küresel kalkınma, yapay zeka, siber güvenlik, internet yönetişimi ve Hindistan dış politikası konularında araştırma yapmaktadır. 

Ronja Scheler Almanya Körber-Stiftung Vakfı Uluslararası İlişkiler Programı direktörüdür. Dr. Scheler, Vakfın Paris Barış Forumu’na katkılarını idare etmektedir. Daha önce Almanya Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) Avrupa Bölümü’nde doktora sonrası araştırmacısı olmuş ve araştırma asistanlığı yapmıştır. Uzmanlık alanları arasında çok taraflı kurumlar, küresel düzen, Almanya ve Avrupa Dış ve Güvenlik Politikası, AB-Güneydoğu Asya İlişkileri bulunmaktadır. 

Nathalie Tocci İtalya’da bulunan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü başkanı ve Tübingen Üniversitesi Onursal Profesörüdür. 
Dr. Tocci aynı zamanda AB Yüksek Temsilcisi ve AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell’in Özel Danışmanlığını yürütmektedir. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Federica Mogherini’nin özel danışmanlığı görevi sırasında Avrupa 
Küresel Stratejisi’ni kaleme almış ve uygulanmasında görev almıştır. Mayıs 2020’den beri Eni şirketinin yönetim kurulu üyesidir. Framing the EU’s Global Strategy (Palgrave Macmillan, 2017) isimli kitabın yazarıdır. 

Jose Ignacio Torreblanca Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Madrid Ofisi’nin 2007’den beri direktörüdür. Avrupa’da popülizm ve AB karşıtlığı, AB’nin ortak güvenlik ve savunma politikası, AB iç politik gelişmeleri ve kurumsal reformlar konularında çalışmalar yapmaktadır. 

Rigoberta Menchú Tum Guatemalalı barış aktivistidir. Hayatını yerel halkların haklarının korunmasına ve 1960-1996 yılları arasında yaşanan Guatemala İç Savaşı boyunca yerel halkların maruz kaldığı insan hakları ihlallerine yönelik adalet arayışına adamış olan Dr. Menchu Tum 1992 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. 2004 yılında Guatemela Devlet Başkanı’nın çağrısını kabul ederek ülkede barış inşası sürecine katkı sağlamıştır. Yerel halkların kurduğu siyasi partilerde önde gelen bir şahsiyet olan Dr. Menchu Tum 2007 
ve 2011 yıllarında Guatemala Başkanlık seçimlerinde aday olmuştur. 

Marton Ugrosdy 2018 yılından beri Macaristan Dışişleri ve Ticaret Enstitüsü (IFAT) başkanıdır. Dr. Ugrosdy daha önce uluslararası ilişkiler alanında Macaristan’ın tek tematik haber portalının (Kitekintő.hu) yedi yıl boyunca editörlüğünü yapmış ve Kuzey Amerika köşesini yönetmiştir. Budapeşte 
Corvinus Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim elemanı olarak çalışmaktadır. 

Yiwei Wang Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Jean Monnet Profesörüdür ve Renmin Üniversitesi Yeni Dönem için Xi Jinping’in Çin’e Özgü Sosyalizm Düşüncesi Akademisi Başkan Yardımcısıdır. Daha önce Tongji Üniversitesi, Fudan 
Üniversitesi ve Yonsei Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Profesör Wan ayrıca 2008-2011 arasında Çin’in Avrupa Birliği Misyonunda diplomat olarak görev yapmıştır. China Connects the World: What Behind the Belt and Road Initiative (China Intercontinental Press, 2017) isimli kitabın yazarıdır. 

Joshua Webb Almanya Körber-Stiftung Vakfı’nda program yöneticisi ve Berlin Pulse editörüdür. Vakfın Çin-Avrupa Birliği ilişkileri ve Almanya’nın Asya politikasına ilişkin çalışmalarını koordine etmektedir. Webb daha önce Chatham 
House Asya programında çalışmıştır. Londra Ekonomi Okulu Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden yüksek lisans derecesine sahiptir. 

Mahjoob Zweiri Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları Merkezi başkanıdır. Doç. Zweiri daha önce Ürdün Üniversitesi Stratejik Çalışmalar Merkezi’nde Ortadoğu Politikaları ve İran Bölümü’nde kıdemli araştırmacı olarak çalışmıştır. 

Durham Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. 

Interdisciplinarity in World History: Continuity and Change (Cambridge Scholars Publishing, 2016) isimli kitabın yazarıdır. 

“ Sadece bir kaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte olduğu muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi. Halihazırda, tek bir milleti dahi teğet geçmeyen COVID-19 milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye kadar yüzbinlerce can aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan etkileşimi neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa da, maalesef toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor. Şu veya bu şekilde, COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi. 

Bütün ülkeler bu sürece dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden 
daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki 
bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak mücadelemizi 
kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu kritik zamanı krizin üstesinden gelmek için birlikte çalışarak kullanmak zorundayız. Zaman, farklılıklarımızı bir kenara bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği için rekabet yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır.” 

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı 

***

COVID-19 SONRASI AVRUPA’NIN KÜRESEL ROLÜ

COVID-19 SONRASI AVRUPA’NIN KÜRESEL ROLÜ 





Dr. Nathalie TOCCI 
İtalya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanı, 
AB Yüksek Temsilcisi ve AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell’in Özel Danışmanı, İtalya 


 Avrupa Birliği, Çok Taraflılık, Uluslararası Örgütler, Dr.Nathalie TOCCI, COVID-19 Sonrası Avrupa, Küresel Rolü, 


Avrupa Birliği yöneticilerinin, COVID-19 salgını ortaya çıkmadan önce kullandıkları söylemlerde, AB’nin jeopolitik gücünü bir şekilde vurgulamaya oldukça özenli davrandıkları aşağıdaki örneklerden de anlaşılmaktadır: 
• Yüksek Temsilci ve Komisyon Başkan Yardımcısı Josep Borrell, Avrupa Birliği’nin “güç dilini kullanmayı öğrenmesi” gerektiğini, 
• Avrupa Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, Komisyonunu “jeopolitik bir Komisyon” olduğunu, 
• Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, AB’nin dağılmaması için kendisini küresel bir güç olarak tanımlaması gerektiğini ifade etmişlerdi. 

COVID-19 Sonrası Avrupanın Küresel Rolü 

Yukarıdaki bu söylemlerin ardında 21. yüzyıldaki Avrupa projesinin artık tamamen küreselleşme odaklı olması gerektiği gerçeğini gören siyasi bir önsezi bulunmakta dır. AB, kuruluş felsefisi gereği sadece kıtadaki barışı sağlamak ve tek pazarın kazançları ile Avrupa refahını arttırmak için değil, çağımızın başlıca küresel sınamalarının üstesinden gelebilmesi için de var olmalıdır. 

COVID-19 salgını öncesinde de Avrupa kıtasında küresel sınamaların üstesinden gelebilecek kritik kitleyi sadece Avrupa Birliği’nin oluşturabileceği esasen görünüyordu. Üye devletlerin, en büyükleri de dahil olmak üzere, 21. yüzyılın 
ulus aşırı özelliğe sahip teknoloji, iklim ve demografi gibi küresel sınamalarla birer ulus devlet olarak tek başlarına başa çıkabilmeleri mümkün değildir. AB, dünyadaki paydaşlarla bir araya gelmesi halinde bu zorlukları aşacak kritik güce sahiptir. 
COVID-19 küresel salgını bu gerçeği daha da görünür hale getirmiştir. Tıpkı üye devletlerin COVID-19 krizi ve bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik krizden kendi başlarına sıyrılamayacakları gibi, Avrupa da genel olarak dünyanın ve özellikle de komşularımızın tünelin sonundaki ışığı görememeleri halinde bu krizi güçlü ve sağlıklı şekilde atlatamayacaktır. COVID-19’un AB’nin kırılgan bölgelerini 
kasıp kavurduğu, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasındaki gerilimin tırmandığı ve çok taraflılığın kendisine en çok ihtiyaç duyulan bir anda işlevsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bu zamanda, Avrupa dış politikasının kış uykusuna yatması bir seçenek olamaz. AB’nin iç tutarlılığı kadar küresel rolü de 
eşit derecede varoluşsal olup, COVID-19 salgını bu açıdan bir dönüm noktası oluşturmaktadır. 

Kendi içinde hayatta kalma savaşına odaklanan Avrupa’nın, bu çok yönlü krize hemen eğilerek müdahale fırsatını elinden kaçırmış olmasına rağmen, AB Küresel 
Stratejisinde belirtildiği üzere, güvenlik, dirayetli olmak, çatışmalara ve krizlere bütüncül bir yaklaşım, bölgesel işbirliği ve çok taraflılık gibi AB’nin dünyadaki rolünü yönlendiren temel ilkelerine işlerlik kazandırmak bakımından COVID-19 
hem meşruiyet temeli oluşturmakta hem de Avrupa’nın bir an önce harekete geçerek kayıplarını telafi etmesi için bir fırsat sunmaktadır. 

ABD ile Çin arasında giderek artan stratejik rekabetinin ortasında kalan Avrupalılar, ikisinden birini seçmek ya da birine boyun eğmek zorunda kalmak yerine ikisi arasında nirengi noktası oluşturmaya imkan verecek stratejik özerklik 
arayışlarını artırmalıdır. Böyle bir özerklik, Avrupa’yı artık belirginleşen küresel çatışmanın adeta bir başka sahası haline getirmeyi amaçlayan asimetrik karşılıklı bağımlılığın yıkıcı etkilerine karşı koruyacaktır. 

Ancak, amaç sadece savunmada kalmak değildir. COVID-19 krizi, çok taraflı kurallara dayalı sistemin sürdürülmesi ve iyileştirilmesinde Avrupa’nın liderliğine 
olan ihtiyacı her zamankinden daha fazla öne çıkartmaktadır. 

Küresel olarak COVID-19, dayatmaktan ziyade sadece gözeten ve tavsiye veren bir yönetişim mimarisinin çerçevesini de gözler önüne serdi. Buna en iyi örnek Dünya Sağlık Örgütü’dür. Bu kriz, Avrupa’nın ve dünyanın ihtiyaç duyduğu şeyin daha fazla uluslararası işbirliği, kurallar, normlar ve kurumlar olduğunu 
göstermektedir. Birleşmiş Milletler’in en sadık müttefiki olarak Avrupa COVID-19 sonrası dünyanın yenilenmiş bir BM ihtiyacını karşılama sorumluluğunu da taşımaktadır. 

COVID-19 kriziyle mücadelede şeffaf bilgi paylaşımını ve en iyi uygulamaları sağlamak üzere veri toplama için standart yöntemler kullanılmalıdır. Aynı şekilde, etkili bir uluslararası müdahale için tıbbi teçhizat tedariki konusunda işbirliği şarttır. 2007-2008 krizinden farklı olarak, reel ekonomide başlayan ancak finansal piyasalara da yayılabilen bu krizin küresel ekonomik etkilerini hafifletmek amacıyla G20 gibi çok taraflı forumları harekete geçirmek de önem taşımaktadır. Üstelik COP26 (BM İklim Değişikliği Zirvesi) küresel büyümenin yeşil bir büyüme şeklinde yeniden başlatılmasına fırsat vermektedir. COP26 ve 2021 yılında yapılacak G20’ye başkanlık edecek iki Avrupa ülkesiyle - İngiltere ve İtalya – birlikte bu iki küresel yönetişim platformunu geliştirmek Avrupalıların kaçırmaması gereken bir fırsattır. 

Aynı şekilde, başta çevremizdeki kırılgan bölgelerde ve çatışma alanlarında olmak üzere, Avrupa’nın sürdürülebilir kalkınma gündemini bir kenara bırakmak yerine bu konuda başı çekmesi de önemlidir. Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, 
Koronavirüs’ün Afrika’da önünün alınmaması halinde, dünyanın en savunmasız bölgeleri üzerinde yıkıcı insani ve ekonomik etkiler bırakmasının yanı sıra, salgının Avrupa’ya ve dünyanın geri kalanına tekrar sıçrama riskini yaratacağı konusunda uyarıda bulundu. Bu ülkelerdeki kırılgan sağlık sektörlerini desteklemek için doğrudan doğruya mevcut kaynakları seferber etmenin ötesinde, 2021-2027 Çok Yıllı Mali Çerçevesi’ne ait yol gösterici ilkelerin uluslararası olduğu kadar Birlik içi dayanışmayı sağlaması sorumluluğu da Avrupalılara aittir. COVID-19 ayrıca, hem Avrupa Yatırım Bankası hem de Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ile üye devlet kalkınma ajanslarının fonlarının ortaklaşa koordine edilebileceği daha tutarlı bir Avrupa uluslararası finans mimarisinin tesis edilmesine vesile olmalıdır. 

Her gün ölen ve hastalığa yakalanan vatandaşlarına ilişkin olarak yayınlanan verilerle, karantinadan kaynaklanan sosyal kaygı ve beraberinde getirdiği ekonomik felaketle mücadele eden Avrupalıların, tek başlarına direnerek bu 
virüsü yenebilmenin bir yolu olmadığını artık anlamaları gerekmektedir. 

Papa Francis’in söylediği gibi, küresel olarak aynı gemide olduğumuzun farkına varmalıyız. 

***


SINIR KAPILARINDA DÜZEN: KÜRESELLEŞME, TEKNOFOBİ VE DÜNYA DÜZENİ*

SINIR KAPILARINDA DÜZEN: KÜRESELLEŞME, TEKNOFOBİ VE DÜNYA DÜZENİ* 






Dr. Samir SARAN
Observer Research Foundation Başkanı, Hindistan 
* Bu makale ilk olarak 27 Nisan 2020 tarihinde Observer Research Foundation (ORF) isimli kuruluşun web sitesinde yayımlanmıştır. 
(https://www.orfonline.org/expert-speak/order-at-the-gates-globalisation-techphobia-and-the-world-order-65227/). 

Küresel Liderlik, ABD-Çin Rekabeti, Dr. Samir SARAN, Uluslararası Örgütler, Çin, 


Yaklaşık otuz yıl önce Francis Fukuyama, Sovyetler Birliği’nin yakın zamanda çöküşünün ve liberalizmin evrenselleşmesinin ideoloji ve siyasi modeller bağlamındaki tarihsel mücadeleyi sonlandıracağını savunmuştu. Yakın 
zamanda kendisinin de itiraf ettiği gibi bu tez aşırı iyimserdi. Güçlü kimliklerin ve milliyetçi liderlerin yeniden ortaya çıkışı kin ve hizipçilik politikasının önünü açtı. Bu durum, küresel güç dengesindeki değişimler ile yıkıcı teknolojik ve endüstriyel 
gelişmelerle birleştirildiğinde ufukta yeni bir dünyanın belirdiği açıkça görünmektedir. Yeni Koronavirüs’ün ortaya çıkışı zaruri değişim süreçlerini hızlandırmış, hükümetler, işletmeler ve toplulukların gelecekle ilgili alacakları önemli kararlar için ihtiyaç duydukları zamanı azaltmıştır. 

Bu değişimlerin belki de en önemlisi Pax-Americana’nın Batı dünyasında tartışma ya yer bırakmayacak şekilde tahtını kaybetmiş olmasıdır. COVID-19 salgını Amerikan liderliğinin tam manasıyla yokluğuna şahitlik ettiğimiz ilk küresel sınamadır. Ayrıca Batı’nın toplumsal ve yönetişimsel kırılganlıklarını bariz biçimde ortaya çıkarmıştır. Birçok AB üyesi artık menfaatlerinin ve naifliğin bir sonucu olarak Çin’e duydukları güveni açıkça ifade ederken, AB bu salgın sürecinin 
ortasında kaynaklarını üye ülkeler arasında adil bir şekilde dağıtmak için mücadele vermektedir. Ekonomik olarak Kuzey ve Güney Avrupa arasında, değerler konusunda ise Batı ve Doğu Avrupa arasındaki farklılıkların artması muhtemeldir. 
Uluslararası liberal düzenin zayıflamış transatlantik çekirdeğinin COVID-19 sonrası dünyada daha da zayıflaması oldukça yüksek bir ihtimaldir. 

Gelecekte herhangi bir yeni liderin bu görevi doğrudan üstleneceği kesin değildir. Birçoklarının tahminine göre önemli bir aday olan Çin, başta Koronavirüs’ü kontrol altına almak için attığı yanlış adımlar olmak üzere birbiriyle bağlantılı birkaç sebepten dolayı uluslararası toplumun öfkesinin hedefi oldu. DSÖ aracılığıyla kendi imajını aklama çabalarına ve çeşitli bölgelere tıbbi malzeme göndermesine rağmen Çin’in AB üyesi devletlerin arasına nifak sokma çabaları ve Hong Kong, Tayvan ve Güney Çin Denizi kıyı bölgelerindeki sert yaklaşımları dostlar kazanmasını engellemektedir. 
Çin’in kendi içindeki Afrika diasporasına yönelik belgelenmiş ırkçılığı da bu orta krallıkla olan bağımlılıklarını ve ilişkilerini yeniden değerlendiren devletlerin sayısını arttırdı. 
Birçok ülke, Çin ile Batı yarımküre arasında hızla değişen ve gelişen güç dengelerine uyum sağlamakta Sınır Kapılarında Düzen: Küreselleşme, Teknofobi ve Dünya Düzeni zorlanmaktadır. Salgınla en etkili biçimde mücadele etmiş 
olan Doğu Asya demokrasileri olup bitenleri endişeyle izliyor. Sözkonusu ülkelerin devletleri birbirine düşürmeye ve kendilerine manevra alanları yaratmaya devam edecekleri konusunda bir şüphe bulunmamaktadır. Çin’e seyahatleri ilk sınırlayan ülkelerden biri olan Rusya, artık sınırları içindeki salgının tehdidi altındadır. Rusya yine de, ABD hegemonyası altında yönetilen ve temelde demokratik olmadığına inandığı dünya düzenini zayıflattığı sürece Pekin’in gündemini desteklemeye devam edecektir. Rusya’nın dönem başkanlığı sürecinde BRICS ülkelerini (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) dünyanın boğuştuğu sorunlara yanıt vermek için nasıl yönlendirdiğini görmek ilginç olacaktır. 

Çeşitli coğrafyalarda birbiriyle bağlantılı olarak gelişen bu sorunlar, güçlü devletin geri dönmesi ve milliyetçi liderliğin normalleşmesi şeklinde gerçekleşen genel bir eğilime yol açmaktadır. Koronavirüs salgını bu süreçte bir katalizör görevi 
görecektir. Bazı hükümetler, Macaristan Başbakanı Orban’ın yaptığı gibi, gücünü pekiştirmek için acil durum ve ulusal güvenlik yetkilerini kullanacaktır. 
Diğerleri bunu, Trump yönetiminin öncelikli hedefi olan uluslararası kuruluşları   suçlamak ve zayıflatmak için bir bahane olarak kullanabilirler ve böyle hareket etmeleri vatandaşları tarafından desteklenecektir. 
Bu gelişmelerin en belirgin etkisi bildiğimiz küreselleşmenin sonunun gelmesi olacaktır. Birçok devlet, özellikle siyasi güvenin sınırlı olduğu bölgelerle karşılıklı 
bağımlılığı azaltmak için etkin adımlar atacaktır. Japonya’nın teşvik paketleri yoluyla sanayisini Çin’in tedarik zincirlerinden kurtarmaya yönelik çabaları bunun bir göstergesidir. Ancak, bu kararların dalga etkisi, petrol arzını sürdürmek ve 
işgücü hareketlerini yönetmek için mücadele veren Körfez ülkelerinden, hem Çin hem de ABD ile derin ticari ilişkilerinde büyük kesintiler yaşayacak olan ASEAN’a kadar geniş bir coğrafyada hissedilecektir. 

Gerçekten de son derece iç içe geçmiş topluluklardan oluşan küresel bir köyden, siyasi ve ekonomik yakınlık temelli bir “kapalı küreselleşme” biçimine geçiş kaçınılmaz görünmektedir. Küresel ekonominin dijitalleşmesi bu süreci 
hızlandıracak ve teknolojik araçlar buna yardımcı olacaktır. 

Hükümetler COVID-19 salgını ile mücadele etmek için dijital ve gözetim teknolojisinden faydalandıkça, hem liberal hem de liberal olmayan toplumlarda yeni bir “teknofobi” yabancı teknoloji platformlarını ve işletmelerini etkilemeye 
başlayacaktır. Devletler sosyal, ekonomik ve stratejik etkileşimlerde sanal ve dijital alana yönelerek siyasi değerlerini ve teknoloji standartlarını toplumlarımızı yönetecek algoritmalara ve altyapıya “kodlamak” için yarışacaklardır. 
Bu ise kalıcı bir “kod savaşına” yol açacak rekabetçi bir süreç olacaktır. 
En kaygı verici olan, uluslararası toplumun kolektif zorluklarla başa çıkma yeteneği ve iradesinin telafisiz şekilde zarar görecek olmasıdır. G20’den BM Güvenlik Konseyi’ne kadar çok az uluslararası kuruluş pandemiye karşı yeterli derecede hızlı ve etkin mukabele edebileceğini gösterdi. 

Dünya Sağlık Örgütü gibi diğer kuruluşların siyasi esaret ve manipülasyonlara maruz kalması bu yapılara karşı gittikçe zayıflayan küresel güvenin daha da azalmasına yol açmıştır. Bu güven azalmasının gelecekte yaşanabilecek benzer boyuttaki sınamalar bakımından belirsizliklere yol açacak olması, günümüz küresel işbirliği üzerinde tehlikeli bir kırılganlık meydana getirmektedir. Örneğin iklim değişikliği, kıyı çizgilerini yeniden çizmeye, gıda kıtlığına neden olmaya, 
eşitsizliği artırmaya ve ulusal kaynakları hiç olmadığı kadar zorlamaya başladığında, bu ne anlam ifade edecektir? Eğer COVID-19 salgınına karşı küresel tepki bir gösterge ise, her ülkenin kendi başının çaresine bakmasının ve bir çoğunun korkunç etkilere maruz kalmasının kaçınılmaz olacağı bir gerçektir. 

Sınır Kapılarında Düzen: 

Küreselleşme, Teknofobi ve Dünya Düzeni Koronavirüs, Ian Bremmer’in “G-Sıfır” olarak adlandırdığı, çok kutuplu, lidersiz ve yenilenmiş jeopolitik çatışmalar ile kuşatılmış olan olgunun ortaya çıkışının habercisi olabilir. Bunu da Batı’nın “ahlaki” üstünlüğünü kaybettiği ve Pekin’in genişleyen Kuşak ve Yol Girişimi ile yeniden 
şekillendirmeye çalıştığı, Kremlin’in jeopolitik hırslarını Doğu Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Kutbu’na kadar genişletme fırsatını yakalayacağı, jeopolitik veya jeoekonomik becerisi olmayan ülkelerin baskı veya mecburiyetten “taraf seçmesinin” gerekeceği bir dünya olarak tarif edebiliriz. 

Koronavirüs birçok toplumun yoksulluk, çatışma, işsizlik ve eşitsizlik yüzünden ağır sıkıntılar yaşarken büyük güçlerin sorunlara gözlerini yumduğu veya maddi kaynaklarını kendi toplumları ve çıkarları için ayırdığı düzensiz bir dünyanın habercisidir. Uluslararası kuruluşlar içerisinde G20, G7, BRICS, AGİT ve ŞİÖ gibi çok yönlü çabalar, büyük küresel aktörlerin belirli bir gayeyle toplandığı ve birbirleriyle yapıcı görüşmeler yapamayan aktörlerin ise temsilcileri aracılığıyla konuşabilecekleri yegane alanlar olabilirler. “Kapalı küreselleşme” için kural belirleyiciler bu örgütler mi olacaktır, yoksa ortak bir geleceği şekillendirmeye yardımcı olmak üzere kurulmuş ve 75 yaşındaki BM’yi, yeniden tasarlamayı, 
canlandırmayı ve köklü bir reforma tabi tutmayı başarabilir miyiz? 


***