İpek Yolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İpek Yolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 SONRASI, REKABETÇİ ÇOK TARAFLILIĞA DOĞRU

COVID-19 SONRASI,  REKABETÇİ ÇOK TARAFLILIĞA DOĞRU 




Prof. C. Raja MOHAN 
Singapur Ulusal Üniversitesi Güney Asya Çalışmaları Enstitüsü Başkanı, 
Singapur 

 
Çok Taraflılık, Uluslararası Örgütler, Rusya, Çin, Prof.C.Raja MOHAN 

Çok taraflı kurumlarda derinleşen kriz konusunda, dünyanın onlara tam da en çok ihtiyaç duyduğu anda, endişelenmek için birkaç neden bulunmaktadır. 

Nihayetinde, iklim değişikliği gibi sınamalar veya COVID-19 benzeri pandemiler birlikte hareket etmemizi gerektirmektedir. 

Ancak egemen devletlerin oluşturduğu bir dünyada kolektif bir eylemde bulunmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Hatta büyük güçlerin rekabeti dünyayı sardığında bu durum daha da zorlaşmaktadır. 
ABD ve Çin küresel düzenin hakimiyeti için mücadele ederken, diğer uluslar birçok çok taraflı kurumun dağıtılması ve yeniden inşasına hazırlanmalıdır. Rekabetçi çok taraflılık, uluslararası sistemin yeni bir özelliği değildir. Çok taraflılığın sonu da henüz gelmemiştir. 
Birinci Dünya Savaşı, 1919 yılında Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına yol açmıştır. Bununla birlikte, ana akım siyaset bilimi, aynı yıl kurulan başka bir kurumun - Komintern veya Komünist Enternasyonal -varlığını unutmuştur. 

Milletler Cemiyeti’ne girmeyi reddeden Komünist Rusya, dünya komünizmini ve küresel işbirliğini geliştirmek için Komintern’i çok farklı bir politik temel üzerine kurmuştur. 
Hem Milletler Cemiyeti hem de Komintern, dünya halkları arasındaki işbirliğine yönelik ortaya çıkan kurumlar ve hareketler üzerine inşa edilmiştir. 
Her ikisi de devlet sistemini - biri liberal enternasyonalizm, diğeri sosyalist dayanışma yoluyla - aşmaya çalışmıştır. Her ikisinin de çökmesi uzun 
sürmemiştir. 
İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden doğan Birleşmiş Milletler, Milletler Cemiyeti ’nden ders almış ve kolektif güvenlik yanılsamalarından kurtulmuştur. 
Başka bir tanıdık kavram üzerine - saldırıya uğrayanlar için göğüs gerecek ve yerleşik kuralları ihlal edenleri cezalandıracak büyük güçlerin “ittifakı” üzerine - tasarlanmıştır. 
Bir ittifak, tanımı gereği, fikir birliği ile yürütülür. Bu aynı zamanda herhangi bir ittifakın önemli bir zayıflığıdır. İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan ittifak hemen ardından dağılınca BM Güvenlik Konseyi’ni bir ittifak olarak sürdürmek zorlaşmıştır. Müttefikler rakiplere dönüşmüştür. 
Vaşington ve Moskova, Soğuk Savaş sırasında BMGK’da herhangi bir konu hakkında nadiren mutabık kalmıştır. Rekabetçi çok taraflılık yaklaşımları bu 
iki gücün kurduğu rakip kurumlara da yansımıştır. 

Rekabetçi Çok Taraflılığa Doğru 

Avrupa iki yıkıcı savaştan sonra işbirliğine dayalı bir güvenlik düzeni beklentisi içinde olduysa da ABD liderliğindeki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü ve Sovyet destekli Varşova Paktı anlaşmazlığa girdiği için elde ettiği tek şey bölgenin 
yeniden askerileştirilmesi olmuştur. 

Rekabet sadece güvenlik kurumlarıyla sınırlı kalmamıştır. Ekonomik cepheye doğru genişlemiştir. 
ABD, Bretton Woods kurumlarını ve Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması’nı oluşturmuştur. Sovyetler ise sosyalist milletler için Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’ni kurmuştur. ABD-Sovyet rekabeti kurumların ötesinde, insan toplumlarının mümkün olan en iyi düzenine ilişkin çok farklı felsefi varsayımlara dayanmaktadır. 

BM rekabetçi çok taraflılığın ortasında birbirine karşı siyasi puanlar kazanılan bir alan haline gelmiştir. BM yalnızca iki bloktan biri yıkıldığında kurucularının vaadini 
yerine getirmek için hazır görünmüştür. Batı ile entegrasyon konusunda hevesli olan Rusya işbirliğine açık hale gelmiştir. Yıkıcı iç çatışmalardan çıkan Çin, Birleşmiş Milletler’de dikkat çekmeme eğiliminde olmuştur. 

Zafer kazanmış olan Batı 1990’larda BM sistemi için kökten yeni bir gündem geliştirmeyi gözetmiştir. Atlantik’teki liberal enternasyonalistler BM’yi büyük güçler ittifakından sözde başarısız devletlerin içişleri de dahil olmak üzere herhangi bir yerdeki herhangi bir sorunu çözecek uluslar üstü bir organizasyona dönüştürmek istemiştir. 

Ekonomik cephede, Rusya ve Çin’deki kapitalizme kayış Batı’nın kalkınma modeline daha fazla meydan okuma olmadığı anlamına gelmekteydi. Amerika ve Avrupa, Çin ve Rusya pazarlarına genişlemeye ve bunları Batılı ekonomik 
düzene entegre etmeye odaklanmıştı. Dijital alandaki yeni teknolojik gelişmeler, özgürlüklerin sınırsızca yaşandığı ve sınırların olmadığı bir dünyaya ve yeni koşullara uyum sağlamaktan başka seçeneği olmayan devletlerin rolünün 
istikrarlı bir şekilde azalmasına yönelik umutları artırmıştır. 

Bununla birlikte, uluslar üstü bir dünyaya ilişkin hayaller 20. yüzyılda son bulmuştur. ABD, 21. yüzyılın ilk on yılında takip ettiği tek taraflılık ile öne geçerken, özellikle Rusya ve Çin olmak üzere diğer güçler ve yeri geldiğinde Avrupa kıvranmaya başlamıştır. Rusya Batı ile entegrasyon umutlarını azalttığı, Çin ise iç siyasi düzenini ABD’nin dış müdahalelerinden korumak konusunda her zamankinden daha kararlı hale geldiği için büyük güçler arasındaki fay hatları yeniden ortaya çıkmaya başlamıştır. Her ikisi de dünyadaki öz kaynaklarını ABD’ye bırakmakta isteksiz olmuştur ve mevcut çok taraflı kurumlarda 
el ele vermiş ve kendi kurumlarını kurmuşlardır. ABD, Rusya ve Çin arasındaki farklılıklar 2010’larda tam anlamıyla gerginliklere dönüşmüş, BMGK’nın bir ittifak ya da kolektif bir güvenlik sistemi olarak hareket etmesi zorlaşmıştır. 

Çin’in ticari alanda yükselişi ve ABD ile artan ticaret fazlası ABD’de ters bir siyasi etki yaratmıştır. Çin’in küresel ticaret sistemiyle kendi lehine oynadığı iddiası ABD’de güç kazanmıştır. Bu algı, Pekin’in Asya’daki Amerikan ittifaklarını 
baltaladığına ve ABD’nin küresel önceliğini tehdit ettiğine yönelik Vaşington’da ortaya çıkan korkularla birleşmiştir. 
1990’larda ortaya çıkan işbirliğine dayalı çok taraflılığın koşulları uzun zaman önce değişmiştir. Bunun yerine, rekabetçi çok taraflılığa çanak tutacak güçlü şartlar ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin, BRICS forumunu Amerika’nın tek kutuplu cazibesini köreltmek için desteklemiştir. Ayrıca, Amerikan hegemonyasının Avrasya üzerinde yayılmasını önlemek amacıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’nü de ortaklaşa desteklemişlerdir. Rusya, eski Sovyet Cumhuriyetlerini tek bir çatıda toplamak için kendi Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü kurmuştur. 

Rekabetçi Çok Taraflılığa Doğru 

ABD ise, dört büyük Asya demokrasisini (ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya) bir araya getiren “Dörtlü Güvenlik Diyaloğu” (Quad) gibi yeni mekanizmalar 
geliştirmektedir. Trump NATO müttefikleriyle askeri ittifakın eşit paylaşılmayan yükü üzerine tartışırken, Avrupalılar “stratejik özerklik”ten bahsetmekte ve AB şemsiyesi altında güvenlik işbirliğini artırmaya çalışmaktadır. 

Çin, yeni çok taraflı mekanizmalar inşa etme konusunda daha başarılı olmuştur. Ruslar siyasete odaklanırken, Çinliler bugün Pekin’e önemli bir stratejik fayda sağlayan ekonomi üzerinde yoğunlaşmıştır. BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası 
Şangay’da bulunmaktadır. Asya Altyapı Kalkınma Bankası ise Pekin’dedir. Çin’in devasa Kuşak ve Yol Girişimi muhtemelen Bretton Woods Kurumları ve BM sistemi dışındaki tek büyük ekonomik yapıdır. 

Tek taraflılık ve çok taraflılık arasındaki denge hakkında kendi içinde çatışan ABD egemen çevreleri, şimdi Çin’in mevcut uluslararası kurumlardaki konumunu hızla 
güçlendirdiğini ve bunların dışında yeni mekanizmalar inşa ettiğini fark etmiştir. Vaşington’da bazıları DSÖ’ye bir alternatif oluşturmaktan bahsederken, Pekin adıgeçen BM Ajansı’ndaki artan etkisini gözler önüne sermekte ve yeni bir girişim olan 

“Küresel Sağlık İpek Yolu”nu geliştirmektedir. 

Vaşington geriye çekilirken, DTÖ, DSÖ, NAFTA ve NATO gibi eski kurumların kurallarını yeniden düzenleme gücüne hala sahip olduğuna inanmaktadır. Ancak bunun garantisi yoktur. Çünkü Çin kaynaklı güvenlik tehditleri ve Pekin ile ekonomik ayrışmanın faydaları konusunda ABD siyasi sistemi içinde derin bölünmeler mevcuttur. 

Bununla birlikte, dünya çok taraflı kurumları şekillendirmek için yoğun bir rekabet dönemine girmektedir. 

Ancak ABD, Çin’i Sovyetler Birliği’nden çok daha çetin bir sınama olarak görecektir. Pekin, dünyanın ikinci büyük ekonomisini yönetmektedir. Batı’daki bölünmelerden faydalanma konusunda Sovyet Rusya’dan daha etkili olmuş, 
Batı dışındaki dünyanın büyük bölümünde nüfuz elde etmekte başarılı olmuştur. Artan Çin-ABD rekabeti, diğer milletler üzerinde kesinlikle bir baskı oluşturmakta, ancak aynı zamanda orta güçteki ülkelerin çok taraflı kurumlardaki kararları etkileyebilmeleri nin önünü açma kapasitesine de sahip görünmektedir. 


***

7 Nisan 2017 Cuma

HAZAR VE TÜRKİYE ENERJİ POLİTİKASI


HAZAR VE TÜRKİYE ENERJİ POLİTİKASI



TÜRKİYE VE ASRIN " STRATEJİK " ENERJİ HATLARINA GELİNEN AŞAMA

Dünyanın bilinen en önemli petrol ve doğalgaz rezervleri Basra Körfezi ile Hazar havzalarında bulunmaktadır. Ortadoğu’daki petrolün çoğunluğu Basra Körfezi’ni çevreleyen coğrafya’dan çıkartılarak Hürmüz Boğazı’ndan nakledilmektedir. Tankerlerle Körfez’de taşınan petrol dünya üretiminin yaklaşık %40’ıdır.[1] Dünya enerji kaynaklarının çoğunluğu Basra ve Hazar havzalarında toplandığından, enerji politikaları da Hazar – Basra Körfezi ekseninde şekillenmektedir. Bu eksenin komşu alanları, boru hatlarını barındıran coğrafyalar, petrol ve doğalgaz dolum tesisleri ve deniz ulaştırmasının düğüm noktaları enerji politikasında belirleyici roller oynamaktadırlar. Bu bölgelere Avrasya’nın ve Dünya adasının merkezi yada “kalpgahı” demek doğru bir yaklaşım tarzıdır. Çünkü gelinen çağda, “Kalpgahı kontrol eden, dünya enerji kaynaklarını kontrol eder, enerji kaynaklarını kontrol eden, dünyayı kontrol eder. Dünyayı kontrol eden ya küresel güç olur, küresel ise gücünü idame ettirebilir!” ABD’nin de Irak müdahalesinden önce, George W. Bush ve “Yeni Muhafazakarlar” tarafından yerleştirilmeye çalışılan “yeni dünya düzeni” de farklı bir şey değildi...

Sanayileşen ülkeler sayısı arttıkça enerji hammaddelerine duyulan ihtiyaç da artmaktadır. Bir zamanlar en önemli enerji hammaddesi kömürün en fazla üretildiği yer Urallar bölgesi olduğu için, bu bölge genellikle “Dünya Adası”nın merkezi (kalpgah) olarak işaret edilmişti. Gelinen çağda bu kez enerji hammaddelerinin Basra Körfezi-hazar havzasında yoğunlaşması sebebiyle, Dünya Adası’nın merkezinin Basra Körfezi-Hazar ekseni olduğu söylenmeye başladı. Dünya iklim değişikliğine bağlı olarak, özellikle kuzey yarım küredeki “Arktik” bölgesi buzullarının erimesine bağlı olarak, belki de Dünya Adası merkezi bu kez daha kuzeye kayabilecektir. Zira ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu (USGS)’in 2008 yılı verilerine göre, Kuzey Kutbu yakınlarında 90 milyar varillik petrol ve 47 milyar metreküp doğalgaz ile 44 milyar varile eşdeğer sıvı halde doğalgaz bulunmaktadır. USGS’ye göre bu miktarlar, dünyanın bilinen petrol rezervlerinin %13’üne, doğalgazın da %30’una eşdeğerdir. Bu sebeple bölgeye yakın ülkelerden ABD, Kanada, Danimarka, Norveç ve Rusya arasında amansız bir rekabet başlamış bulunmaktadır.[2]

Yukarıdaki özet bilginin ardından tekrar Türkiye’yi ilgilendiren coğrafyaya dönülecek olursa, Basra Körfezi –Hazar havzası coğrafyasında, özellikle Basra Körfezi ve çevresindeki petrolün ağırlıklı olarak büyük tankerlerle tüketici ülkelere nakledilmesi yanında, boru hatlarıyla da bu intikaline yardımcı olundu. Bunlara verilebilecek örneklerin başında Irak’tan vaktiyle İsrail, Suriye ve daha sonraları Türkiye’nin limanlarına (Kerkük-Yumurtalık Boru hattı gibi) uzatılan boru hatları gelmektedir.

Soğuk savaş’ın sona ermesi ve Hazar havzasının eski Sovyet coğrafyasında bağımsızlığını ilan eden birkaç ülkeyle paylaşılması sonucunda, bu bölgenin de petrol ve doğalgazının tüketici ülkelere ihracı için çeşitli yol ve imkanlar arandı. Bölgenin açık denizlere çıkışının bulunmayışı, üretici ülkeleri boru hattına zorladı. Gene, Rusya dışındaki ülkelerin finans sorunları, bu boru hatlarını başka ülkelerin inşa etmesine ve aslan payını onların paylaşmasına sebebiyet verdi. Gerek Basra Körfezi, gerekse Hazar havzasındaki petrol ve doğalgaz sahibi ülkelerin bu sebeple stratejik önemleri arttığı gibi, mevcut enerji hammaddelerini tüketici ülkelere ulaştıran boru hatlarının geçtiği ülkelerin de stratejik önemlerinin arttığı görüldü. Bu yazı içerisinde Avrasya’da, özellikle de Türkiye merkezli olmak üzere, mevcut ve planlı petrol ve doğalgaz boru hatlarının bölgeye ve Türkiye’ye etkileri üzerinde durulmaya çalışıldı.

Hazar Havzasında Enerji Hammaddeleri ve Bölgenin Çıkar Mücadelesine Dönüşümü

BP’nin verilerine göre; dünyanın tespit edilmiş petrol rezervlerinin kullanılabilir miktarı 130 milyar ton civarındadır. Halen yıllık petrol tüketimi 4 milyar ton olarak düşünülürse mevcut rezervlerin 30 yıl yeterli olacağı beklenmektedir. Durum doğal gaz rezervleri için de aynıdır. 130 milyar ton civarında olan doğalgaz rezervlerinin yılda 2 milyar tonu kullanılmaktadır. Bu hesaplara göre doğalgaz rezervlerinin yeterliliği 60 yıldır. Eskiden ipek ve baharat yolu üzerinde bulunan Orta Doğu, bugün dünya petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip olup, dünyada varlığı ispatlanan ham petrolün %61’i ile doğal gazın %41,3’üne sahiptir.[3]

Karbon fosili kaynakları nedeniyle, anılan coğrafyaya yakın güçler ile bölge dışı güçler için çekim alanı oluşturan bölgeler içerisinde, Avrasya’daki Türk coğrafyası öne çıkmış olup, çıkar çatışmalarında en önemli sahneyi paylaşmaktadırlar. ABD Başkanlarından Bill Clinton “21. yüzyılda ABD’nin en önemli stratejik görevi Avrasya bölgesinde stratejik bir blok kurulmasına engel olmaktır” şeklinde ifade sarf ederken, kuşkusuzdur ki, özellikle Hazar havzası ve Basra Körfezi enerji kaynaklarını düşünüyordu. Hazar enerji kaynakları ile yakından ilgilenen ABD’li yazar Gerald Robins ise; “İpek boru hatlarını kontrol edenin dünyayı da kontrol edeceği” tespitinde bulunmuştur.[4] Enerji kaynakları nedeniyle bölgeye özel ilgi duyan ülkelerin başında Rusya, Çin, ABD, AB ülkeleri, İran, Hindistan, Japonya, Pakistan ve İsrail gelmektedir. 

Hazar havzası ve civarındaki Türk cumhuriyetlerinin sahip olduğu enerji kaynaklarının dış dünyaya ulaştırılabilmesi maksadıyla, boru hatlarının bir kısmının inşaatına başlanmış olup, bir kısmı ise halen proje aşamasındadır. Hazar havzası ve Basra Körfezi merkezli faal ya da projelendirilen boru hatlarının bazıları şöyledir: (1)Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesi, (2) Azerbaycan-Türkiye (Şahdeniz) Projesi, (3) Türkmenistan-Türkiye-Avrupa (Hazar Geçişli) doğalgaz Projesi (daha sonra Nabucco adıyla bilindi), (4) Mavi Akım Projesi, (5) Aktau (Kazakistan petrollerinin Bakü-Ceyhan’a aktarılması) Projesi, (6) Orta Asya Doğalgaz Boru Hattı (Centgaz) Projesi (Türkmenistan-Afganistan-Pakistan), (7) Türkmenistan-İran- Türkiye Doğalgaz Boru Hattı,[5] (8) Türkmenistan-Çin doğalgaz boru hattı projesi, (9) Kazakistan-Çin arasında, Atasu-Sincan petrol boru hattı. (10) İran-Pakistan doğalgaz boru hattı projesi[6], (11) Rusya-Almanya “Kuzey Akım” doğalgaz projesi, (12) Rusya-Bulgaristan-Yunanistan-Sırbistan-Macaristan “Güney Akım” doğalgaz projesi, (13) Mısır-Ürdün-Suriye üzerinden Türkiye’ye Arap Gaz Boru Hattı[7], (14) Mavi Akım-2 doğalgaz projesi (Akdeniz sahillerine ve İsrail’e) gibi…

Yukarıdaki boru hatlarına ilaveten daha küçük ve etkisi itibariyle önemi az diğer boru hatları da mevcuttur. Bunlardan biri Ermenistan’a Rusya’dan, Gürcistan üzerinden uzanan doğalgaz hattıdır. Benzer şekilde, Aralık 2008’de Rus, Ermeni ve İran dışişleri bakanlıklarının ortak toplantıları sonucunda İran’dan da Ermenistan’a doğalgaz boru hattı inşa edilmesine karar verilmiştir. Rus gazına alternatif olarak düşünülen İran gazı da, tıpkı Rus gazının miktarı gibi yıllık 81 milyon fit küp olacaktır. Öte yandan, Ermenistan İran’dan alacağı doğalgazı elektrik enerjisine çevirip İran’a satmayı düşünmektedir. Bu durumda İran’dan alınacak doğalgazın miktarının da yıllık 220 milyon fit küpe çıkması söz konusudur.[8] 

Bu arada ayrıca halen faal, ya da faaliyeti askıya alınmış veya proje halinde bekleyen stratejik önemi nispeten az başka boru hatları da vardır. Bunlar; Ünye-Sivas-Ceyhan Petrol Boru Hattı, Rumeyla-Hayfa Petrol Boru Hattı, Kerkük-Banias Petrol Boru Hattı, Aşkelon-Hayfa Petrol Boru Hattı, Trans Arabian Petrol Boru Hattı[9] gibi…

XXI. yüzyılın İpek Yolu olarak sunulan Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun en önemli bileşenlerinden birini Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru (BTC) hattı oluşturmakta olup, bu hatta  Kazakistan’ın da katılmasına ilişkin anlaşma, 16.6.2006’da imzalandı.[10]

Türkmen doğalgazı, Çin’e uzanan Kazak petrol boru hatları ve Akdeniz’e bağlanan BTC boru hattı gibi Hazar bölgesi ve Orta Asya’nın çeşitli boru hatları, enerji ihracatçılarının pazarlık gücünü artırdı. Çin, enerji pazarında aç bir dev hâline geldi. Yapılması planlanan Doğu Sibirya’dan başlayan Rus-Çin petrol ve doğalgaz boru hatları, Batı için kaynaklara erişimi sınırlayabilir ve Avrasya’da ekonominin ağırlık merkezini daha doğuya kaydırabilir. Bunların yanı sıra Rusya’nın kendisi de Orta Asya ve Hazar enerjisi için daha iyi bir müşteri hâline geldi.[11] Çin, Orta Asya Türk cumhuriyetlerine ilaveten Körfez’de de yeni projelere dalmaktadır. Bunlardan biri de İran’daki Kuzey Pars projesi olup, söz konusu proje için Çin’li bir firma ile İran arasında 20 milyar dolar miktarında anlaşma yapılmış, ayrıca Gülşen ve Firdevs yatakları için 16 milyar dolarlık bir anlaşma imzalandı ileri sürülmüştür.[12]

Günümüzde böylesine stratejik değer taşıyan enerji kaynakları Türkiye’nin kuzeyi, doğusu ve güneyinde yoğunlaşmıştır. Sadece Orta Doğu’daki petrol rezervlerinin 100 milyar tona yaklaşması, konu hakkında bir bilgi vermeye yeterlidir. Rusya, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu’da yoğunlaşan petrol ve doğalgaz rezervleri, Türkiye’nin bu enerji hammaddelerinin terminal pazarı olmasını dikte etmektedir. 

Türkiye’ye etkisi itibariyle, Rusya’nın öne sürdüğü, Karadeniz’in altından Avrupa’ya ulaştırılması düşünülen “Güney Akım” projesi ve Türkiye’nin de büyük bir istekle desteklediği, gene Avrupa’ya yönelik “Nabucco” doğalgaz boru hattı projesi üzerinde ayrıca durulmasında yarar görülmüştür.

Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi

Türkiye tarafından ilk kez 2002 yılında dillendirilen “Hazar geçişli” doğalgaz boru hattı projesi, daha sonra “Nabucco” adıyla duyuldu. Projenin amacı özellikle Türkmenistan doğalgazını Hazar Denizi üzerinden (veya İran üzerinden) geçirerek Türkiye’yi doğudan batıya kat eden bir hatla Avrupa’ya ulaştırmaktı. Böylece hem Hazar havzasındaki ülkelerin doğalgazı dünya piyasalarına daha az değer kaybıyla ulaşacak, hem de bir ölçüde Rusya’nın doğalgaz tekelciliğinin önüne geçmiş olunacaktı. 

Başlangıçtan itibaren projeye ne “Hayır!” diyen, ne de açıkça “Evet!” diyemeyen AB, nihayet 2009 yılı başlarında somut sayılabilecek bir adım atabildi. AB, Ocak 2009 içerisinde Nabucco projesinin çalışmalarında kullanılmak üzere 250 milyon Avro ödenek ayırmıştır.[13] Bu çerçevede Nabucco projesinin müzakereleri 8.5.2009’da  Prag’da yapıldı. AB kaynaklı açıklamalara göre Nabucco’da Türkiye’nin ‘geçiş ücreti alma’ ve ‘yüzde 15’lik indirim alım’ konularında geri adım atması sonucu imza aşamasına gelindiği belirtildi. Projede uzlaşmaya varıldığına ilişkin haberleri değerlendiren BOTAŞ, haberinin olmadığını açıklarken, Enerji Bakanı Taner Yıldız da, “Nihayetlendirilmiş bir şey değil, görüşmeye devam ediyoruz” demiştir. Zirve sırasında Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan projeye ümitvar yaklaşmaz iken, AB, Türkiye, Azerbaycan. Gürcistan ve Mısır’ın da aralarında bulunduğu ülkeler ortak deklarasyonu imzaladılar.[14] Bu deklarasyona rağmen, Türkiye’nin, bu projedeki ağırlığı sebebiyle etkin rol oynayabileceği hususu, bazı AB ülkelerinin endişelenmesine de sebebiyet vermektedir. Bu nedenledir ki, Prag Zirvesi sırasında Türkiye’nin projede %15’lik pay için direnmesi, projeyi destekleyen ülkelerce eleştirilmiştir.[15] 

Nabucco ile ilgili önemli bilgiler şöyledir: (1) Projenin yaklaşık 9 milyar Avroya mal olması beklenmektedir. (2) Türkiye’nin Doğu sınırından girişinden Avusturya’da Viyana yakınındaki Baumgarten limanına kadar uzanacak hat 1.42 m çaplı ve yaklaşık 3.300 km’dir ve hattın yarısından fazlası Türkiye’de olacaktır. (3) Yıllık 31 milyar metreküp kapasiteli projede AB adına öne çıkan firma Avusturya’nın OMV firmasıdır. Ayrıca Alman RWE, Macaristan’ın MOL, Türkiye’nin BOTAŞ, Bulgaristan’dan “Bulgarian Energy Holding” ve Romanya’nın Transgaz firmaları da ortaklar arasındadır.[16]

Güney Akım Projesi

Rusya, Avrupa bölgesine doğalgaz temininde, Rusya’yı “baypas” edecek Nabucco’da anlaşma noktasına yaklaşılmasının ardından, bu hatta rakip ve ikinci seçenek olarak “Güney Akım” projesini ortaya attı. Nabucco’daki gecikmeye bağlı olarak da bu projenin gerçekleşmesiyle ilgili ağları emin adımlarla ördü. Nihayet 15.5.2009’da Rusya’nın Soçi liman şehrinde Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, İtalya ve Sırbistan arasında Güney Akım projesinin imzaları atıldı. 

Hazar havzası doğalgazını, ABD’nin desteklediği Nabucco’ya rağmen Avrupa pazarlarına ulaştırmayı hedefleyen bu proje üzerine, pek çok uzman, bölgedeki doğalgaz rezervlerinin sadece tek hattı besleyebileceği yönünde fikir yürütmektedirler. Rus RIA Novosti haber ajansının bilgilerine göre, Güney Akım projesinin kesin rotası 2009 sonunda belli olacak ve proje 2015 yılı sonlarında hizmete girecektir. Evvelce yıllık 31 milyon metreküp (cbm) olarak düşünülen hat, son imza ile birlikte iki kat arttırılarak yıllık 63 cbm’ye çıkarılmıştır. Bu arada Gazprom’un, Azerbaycan’a ait Şahdeniz rezervlerinin ikinci bölümünün tamamını alacağı da ifade edilmiştir. Buna karşılık 12-13 Mayıs 2009’da Azerbaycan’da gerçekleşen Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile Başbakan Erdoğan zirvesinin ardından, Azerbaycan lideri “Enerjide önemli politika değişikliği yapılmayacağını” da vurgulamıştır. Ancak, öte yandan Nisan 2009’da New York’ta gerçekleşen Enerji Konferansı’nda, Azerbaycan’ın Los Angelos Enerji Temsilcisi Elin Süleymanov da, “Baku’nun, Gazprom’la ortaklığı genişletmeye açık” olduğunu ileri sürmüştü.[17]

Hattın Sırbistan’dan geçecek 450 kilometrelik ve 400 milyon euro’ya mal olacak bölümü için Gazprom’la Sırbistan milli enerji şirketi Srbijagas arasındaki anlaşmaya varılmış olup, 23.6.2007’den itibaren projesi belli olan Güney Akım projesiyle ilgili bazı bilgiler şöyledir: (1) Rus Gazprom’la, İtalyan ENI iki önemli ortak olup, kurulan ortak şirketin adı “South Stream”dir. (2) Başlangıçta 31 milyon metreküp düşünülen hat, daha sonra 41 milyar metreküp ve nihayet 63 milyon metreküpe çıkarılacaktır. (3) Karadeniz’in 2.000 metre altından geçecek hattın başlangıçta  4 milyar dolar, toplamda da 20 milyar dolara mal olması öngörülmektedir. (4) Rusya’dan başlayan hat Bulgaristan’da iki kola ayrılmaktadır. İlki Yunanistan üzerinden İtalya’ya uzatılacaktır. İkinci hat ise Sırbistan, Macaristan yolunu takip ederek Nabucco’da olduğu gibi Avusturya’nın Baumgarten limanına ulaşacaktır.

Nabucco’ya gaz vermeyi kabul etmeyen Kazakistan, Güney Akım hattı için imzayı atmıştır. Böylece söz konusu doğalgaz hattı, yılda taşıdığı Türkmen ve Kazak gazlarını ayrı ayrı 10’ar milyar metreküp artırabilecektir.  Gazprom’un halen Türkmenistan’dan yıllık 59 milyar metreküp, Özbekistan’dan 15 milyar metreküp ve Kazakistan’dan da 10 milyar metreküpün altında gaz almakta olduğu ileri sürülmektedir.[18] 

Enerjide Sadece ABD – Rusya Güç Mücadelesi mi? 

Güney Akım projesinin imzalanmasıyla, Rusya rekabet içerisinde bulunduğu Nabucco projesine göre stratejik bir öncelik kazanmayı bilmiştir. Bundan sonra AB ülkelerinin finansman konusunda gecikmeleri ve ABD’nin İran gazı konusunda itirazını sürdürmesi halinde, Nabucco’nun “ölü doğan” bir proje haline dönüşmesi riski ortaya çıkmıştır. Çünkü Hazar enerji kaynaklarını piyasalara taşımak için gerekli milyarlarca dolarlık yatırımları yapmaya cesaret edebilecek güçte pek fazla ekonomik güç de bulunmamaktadır. Buna hem petrol-doğalgaz fiyatlarının düşüşü, hem de küresel küçülmenin getirdiği kredi darboğazı sebebiyet vermektedir. Küresel ekonomik krize bağlı olarak, halen Avrupa’nın enerji talebinde de düşüş yaşanmakta olup, bu sebeple de henüz bu tarz projelere güçlü destek verecek Avrupa özel sektörü adım atmaya istekli görünmemektedir. 

Nabucco’ya rakip gibi gösterilen “Güney Akım” projesinin Rusya’nın Karadeniz liman şehri Soçi’de imzalandığı gün, “Mavi Akım-2” adında bir başka doğalgaz boru hattı projesi de Başbakan R. Tayyip Erdoğan ile Rusya Başbakanı Vladimir Putin arasında imzalandı. Putin, zirveden sonra düzenlenen ortak basın toplantısında, Türkiye ile Rusya’nın “Mavi Akım-2” doğalgaz boru hattının kurulmasıyla ilgili görüşmelere başlama kararı aldıklarını açıkladı. Mevcut Mavi Akım hattına paralel olarak yapılacak yeni boru hattıyla, Türkiye’nin artan gaz ihtiyacı karşılanacağı gibi, Rus doğalgazının İsrail’e kadar ulaştırılması da karar altına alındı. Bu arada Başbakan, adı geçen zirve sırasında, “Batı hattı” üzerinden Rusya’dan alınan ve süresi 2011 yılında dolacak anlaşmanın uzatılacağını da açıkladı.[19] 

Buradan da anlaşılacağı üzere, ülkeler arasında bir çıkar hattında rekabet var iken, bir başka hat üzerinde ortak çıkarlar bulunabilmektedir.

Obama yönetiminin Amerikan dış politika çıkarlarının neler olduğu konusunda Bush yönetimine göre çok farklı bir bakış açısı var. Buna rağmen, Obama yönetimi, Bush yönetiminin Rusya hakkındaki kaygılarının birçoğunu da  devralmıştır. Bu paylaşılan endişeler arasında şunlar yer almaktadır; Rusya’nın artan otoriterliği; Rusya’nın siyasi bir kaldıraç olarak, Avrupa’nın Rus gazına olan bağımlılığını kullanması korkusu; Rusya’nın NATO genişlemesine muhalefet olması; Rusya’nın şu anda Gürcistan’a karşı kuvvet kullanımı ve buradaki başarının başka yerlerde (özellikle Kırım’da) de benzer eylemlere öncülük etme olasılığı; İran nükleer gücü konusunda Rusya’nın ABD ve AB-3[20] ile olan gönülsüz işbirliği; Rusya’nın ABD güçlerinin Manas hava üssünden çıkması konusunda Kırgızistan’a olan desteği. Diğer pek çok endişeden de söz etmek mümkündür.[21]

Rusya, ABD’nin endişelerini haklı çıkartacak şekilde Hazar havzası enerji kaynaklarını kendi üzerinden değerlendirme konusunu kovalamaktadır. 27.3.2009’da Azerbaycan ile Rusya arasında imzalanan memoranduma göre, büyük ölçüde Rusya’ya ihraç edilecek Azerbaycan doğalgazının fiyatı ve miktarı konusunda uzlaşmaya varıldı. Böylelikle Rusya’nın, Azerbaycan doğalgazı üzerindeki kontrolü de söz konusu olabilecek. Şayet her şey Rusya’nın arzuladığı gibi gerçekleşirse, Baku, doğalgazını 2010 yılından itibaren Rusya üzerinden ihraç edebilecek. 11-12 Mart 2009’da bu maksatla Baku’yu ziyaret eden Rus Dışişleri bakanı Lavrov, konuyu kotarmak için epeyce gayret sarf etti. Ancak, önündeki en önemli engel, Dağlık-Karabağ nedeniyle Azerbaycan’ın en büyük sorunu karşısında duran Ermenistan’a silah satışı yapmasıdır. Bu arada dünya küresel krizi sebebiyle Rus ekonomisinin gittikçe artan ölçüde kötüleştiği, ülke yöneticilerinin de yegane kurtuluş yolu olarak Avrupa’nın ana doğalgaz tedarikçisi olmayı sürdürmede gördükleri ileri sürülmektedir. Oysa Azerbaycan, büyük bir istekle doğalgazını ihraç etmek istemektedir. Bu isteğe Rusya’dan olumlu cevap bulunurken, AB ise “Nabucco” alternatif doğalgaz boru hattının inşası konusunda aynı istek ve kararlılığı göstermekte tereddüt etmektedir.[22] Türkiye’nin, Nabucco projesi üzerinde “yıldırıcı” koşulları olduğu ileri sürülmesine rağmen, ABD ve Avrupa’nın gene de Avrasya boru hatlarının stratejik önemine dair görüşlerini kaybetmemesi gerektiği de Batılı strateji uzmanlarınca önerilmektedir. Çünkü burada söz konusu olan 4 trilyon dolar değerinde olduğu ileri sürülen bir enerji hazinesine ve tükenmeye yakın devasa sahaların mevcudiyeti ve bunlara ulaşımdır. Hatta boru hatları Orta Asya ve Kafkaslarda yeni kurulan bağımsız ülkelerin ekonomik kalkınmaları için önemli bir gelir kaynağı olabilecektir. Nabucco’ya da benzeri bir projenin gerçekleştirilmesiyle ABD ve Avrupalılar, Hazar enerjisini makul maliyetle elde etme yanında, kritik durumdaki Sovyet sonrası devletlerin bağımsızlığını destekleme fırsatını da bulabilecektir. Bu konuda ekonomik durgunluğa rağmen, Rusya ve Çin, Çin-Rus “ortak refah bölgesine” kilitlenmeden önce risk almanın gerekli olduğu değerlendirmeleri mevcuttur.[23]

Buraya kadar açıklananlardan anlaşıldığı üzere, Hazar havzasındaki enerji kaynaklarının değerlendirilmesinde en önemli tüketici olan Avrupa’nın adeta hareketsiz kaldığı, buna karşılık Rusya’nın, Azerbaycan ve Türkmenistan’ın enerji ihracatını kendi eline alarak, adeta bu ülkeleri köşeye sıkıştırmaya çalıştığı görülebilmektedir. Öte yandan, oranı düşse de, büyümesini sürdüren Çin de, Kazakistan’daki hidrokarbon şirketlerini birer ikişer satın almaya çalışmakta, ayrıca Türkmen doğalgaz yataklarını da geliştirmektedir.[24] Bu konuda Rusya ve Çin’le rekabeti kovlamaya çalışan yegane bölge dışı ülke neredeyse sadece ABD’dir.

ABD ile Rusya arasındaki rekabetin bir diğer kolu da doğalgaz üzerinde kurulmak istenilen tekel ile ilgilidir. İran İslam Devrimi Lideri’nin önerisi ile “Doğalgaz İhracatçılar Kurulu”  oluşturulmuş olup, İran, Katar ve Rusya’nın katılımıyla bu kurulun oluşturulması için ilk adımlar atılmıştır. Sonuç itibariyle  “OPEC Gazı” devreye girmek üzeredir.[25] 

Öte yandan Rusya; İran, İsrail ve/veya ABD arasındaki çatışmadan çekinmekle birlikte, bir İran-ABD yakınlaşmasını da arzu etmemektedir. Böylesi bir durumda İran, Rusya’dan satın aldığı silah ve nükleer enerji teknolojisi ile ilgili ihtiyaçlarını ABD’den karşılayabilir. ABD’nin, Hazar havzasındaki petrol ve doğalgaz kaynaklarının tüketici dünyaya ulaştırılması için İran üzerinden boru hatları inşa ederek, bu maddeler üzerindeki Rusya’nın etkisini ve tekelini de kırabileceği endişesi mevcuttur.[26]

Son zamanlarda Türkiye’nin, Doğu-Batı arasında enerji koridoru olmasını destekleyen strateji uzmanları sayısında artış vardır. Bunlardan biri de Adam Hug olup, The Guardian’daki yazısında, “Refah ve güvenlik konuları Türkiye’nin üyeliğinin iki ana dayanağını oluşturuyor. 1952’de NATO’ya katılan ve Avrupa’nın güneydoğusunu eski Sovyetler Birliği’ne karşı koruyan Türkiye, soğuk savaştan beri Avrupa güvenliğinin temelinde yer alıyor. Ülke, bugün ise Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya ile kapı komşusu ve bütün bu bölgelerde önemli bir stratejik oyuncu konumunda. Hazar petrol ve gazının transferi için Rusya’ya alternatif bir rota olan ve Irak ham petrolüne en hızlı ulaşımı sağlayan Türkiye, enerji güvenliğimiz açısından önemli bir rol üstlenebilir!” şeklinde bir yorum yapmıştır.[27]

Sonuç

2009 yılı ortaları itibariyle Nabucco doğalgaz boru hattı projesinin en azından iki sebeple, gerçekleşmesinin önündeki engellerin arttığı seçilebilmektedir. Bunlardan ilki, rakip gibi ortaya çıkan ve önceleri 31 milyon cbm iken, 15.5.2009 tarihli iştirakçi ülkeler-firmalar arasında imzalanan anlaşmayla yıllık 63 milyon cbm’ye çıkartılan Güney Akım doğalgaz boru hattının mevcudiyetidir. Bu miktardaki doğalgazın en azından yarısı Avusturya’ya kadar uzanacak, büyük ölçüde ihtiyacı karşılayabilecektir. Aynı bölgeye gecikmiş bir proje olan Nabucco’nun da doğalgaz getirmesi daha düşük bir tercih sebebi haline gelebilecektir. İkinci ve daha önemli sebep ise, Nabucco için Hazar havzasından yeterli doğalgaz temininde yaşanan güçlüktür. Azerbaycan dışında kati bir üretici ülke henüz ortaya çıkmamıştır. Bu konuda büyük ümitler beslenen Türkmenistan’dan olumlu bir cevap alınamadığı gibi, anılan ülkede Nabucco’yu besleyebilecek gaz olup olmadığı da kuşkuludur. Irak’tan ve Mısır’dan temin edilebilecek gazın da hattı dolduramayacağı bilinmektedir. Hattı rezerv itibariyle doldurabilecek en uygun ülke olarak geriye sadece İran kalmaktadır. İran da, Nabucco’yu en içten destekleyen devletlerden ABD’nin vetosuna takılmaktadır. Nabucco’nun gerçekleşmemesi hali, hem Türkiye’nin ihtiyacı olan doğalgazın bir kısmını teminde güçlük çıkaracak, hem de özellikle bu hat sebebiyle Avrupa’ya karşı bur “stratejik üstünlük” avantajı kazanma şansı yitirilmiş olacaktır.

Avrupa bu aymazlığı ile Rusya’nın doğalgaz tekelciliğine bugünden teslim olmuş denilebilir. Aynı gerçek Türkiye için de geçerlidir. Türkiye Mavi Akım yanında Balkanlar üzerinden Ukrayna geçişli doğalgazı, Azerbaycan’dan Şahdeniz hattı ile doğalgaz ve İran’dan doğalgaz alımını sürdürmektedir. Bu yıl itibariyle Türkiye’nin yıllık doğalgaz tüketiminin 38-40 cbm olduğu ve 2020-2025 yılları döneminde bu ihtiyacın 65 cbm’ye çıkacağı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla Nabucco olsun ya da olmasın, zaten Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacı için İran ve Türkmenistan’la yeni doğalgaz projesi için girişimler sürdürülmelidir. Tabii ki, Türkiye özellikle güneş enerjisi olmak üzere kendi yenilenebilir enerji kaynaklarını da devreye sokmalıdır…Ancak, Nabucco’dan vazgeçen taraf da olunmamalıdır.

*Bu yazı Jeopolitik dergisinin Haziran 2009 (sayı 65) tarihli sayısında “Enerji Hatları: Asrın Yeni Stratejik Hatları” başlığı ile yayımlandı.



*Bu yazı Jeopolitik dergisinin Haziran 2009 (sayı 65) tarihli sayısında “Enerji Hatları: Asrın Yeni Stratejik Hatları” başlığı ile yayımlandı.
[1] Brian Bennet, James Graff, Scott MacLeod, “What Would War Look Like”, Time, September 25, 2006, s. 28.
[2] Mark Galeotti, “Cold Calling”, Janes’s Intelligence Review, October 2008, ss. 9-10.
[3] BP, “Statistical Review of World Energy”, 2008, s. 7, (Erişim: 18.12.2008), http://www.bp.com/productlanding.do?categoryId=6929&contentId=7044622
[4] Remzi Kılıç, , “Türk Dünyasının Gündeminde Tartışılan Meseleler”, (erişim:2.10.2006), 
http://host.nigde.edu.tr/~remzikilic/yayinlar/turkdunmesele.htm 
[5] Ç. Kürşat Yüce, “1990 Sonrası Oynanan Yeni Büyük Oyun ve Hazar Havzası’nın Önemi”, Global Strateji, Yaz 2006, Yıl 2, sayı 6, s.113.
[6] Bu konuda son görüşmelerin 23-24 Mayıs 2009’da Tahran’da yapılacağı bildirilmiştir. Anlaşma kapsamında Pakistan’a 30 milyon metreküp doğalgazın satılması söz konusu olup, projenin imzaya açılması ardından İran, 5 yıllık bir süre içinde, Güney bölgedeki Esaluye’den Pakistan’ın Sistan-Belucistan eyaletinin İranşehr bölgesine kadar olan 56 inçlik boru hattı döşeyecektir. Bkz: “İran'ın, Pakistan’la Son Doğalgaz Müzakereleri Yapılacak”, 17.5.2009, http://www.mehrnews.com/tr/NewsDetail.aspx?NewsID=880075
[7] Ayrıntılar için bkz: Pamela Ann Smith, “Syria comes in from the cold”, The Middle East, May 2009, s. 58.
[8] “Iran-Armenia pipeline expected online soon”, 19.09.2009, http://www.upi.com/Energy_Resources/2009/05/19/Iran-Armenia-pipeline-expected-online-soon/UPI-40571242740949/
[9] Bu boru hatlarının ayrıntıları için bkz: Utku Balkal, “Doğu Akdeniz’deki Deniz Alanlarında Jeopolitik Değişimler ve Türkiye’ye Etkileri”, Ufuk Üniversitesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2009, ss. 24-25.
[10] Kazakistan’ın da BTC’ye Katılması, http://www.petrogas.com.tr/modules.php?name=News&file=article&sid=2513, 19.6.2006, (erişim: 30.9.2006)
[11] Ariel Cohen, “Avrasya Boru Hatlarına Elveda mı?”, The New York Times, 13.05.2009 (BYE’nin 13.5.2009 tarihli bülteninden).
[12] “Petrol Sanayisine 66 Milyar Dolar Miktarında Sermaye Girmiş”, 18.5.2009, http://www.mehrnews.com/tr/NewsDetail.aspx?NewsID=880870
[13] “EU fördert Nabucco Erdgas-Pipeline mit 250 Mio. Euro”, 27.01.2009, http://www.strom-prinz.de/news/article/eu-foerdert-nabucco-erdgas-pipeline-mit-250-mio-euro/ 
[14] “Nabucco’da Neler Oluyor ?”, Taraf, 15.05.2009.
[15] “Durchbruch bei Nabucco-Pipeline”, 12.05.2009, http://www.kurier.at/geldundwirtschaft/317959.php
[16] “EU fördert Nabucco Erdgas-Pipeline mit 250 Mio. Euro”, agy.
[17] Ariel Cohen, agy.
[18] Ünsal Ereke, “Nabucco İmzaya Kaldı Rusya Harekete Geçti”, Milliyet, 15.5.2009.
[19] Cenk Başlamış, “Rusya-Türkiye Enerji Zirvesi”, Milliyet, 17.5.2009.
[20] AB-3 ülkeleri ile kast edilen Almanya, Fransa ve İngiltere’dir.
[21] Mark N. Katz, “The role of Iran and Afghanistan in US-Russian Relations”, 6.3.2009, http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav030609d.shtml 
[22] Stephen Blank, “Azerbaijan: Russia is increasingly nervous about its grıp on Caspian energy“, 30.03.2009, http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav033009b.shtml
[23] Ariel Cohen, agy.
[24] Ariel Cohen, agy.
[25] “Petrol Sanayisine 66 Milyar Dolar Miktarında Sermaye Girmiş”, 18.5.2009, http://www.mehrnews.com/tr/NewsDetail.aspx?NewsID=880870
[26] Mark N. Katz, agy.
[27] Adam Hug, “The Guardian: Türkiye: Avrupa’nın Geleceği”, 11.11.2009 (BYE’nin 11.11.2009 tarihli bülteninden).

Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı

http://www.turksam.org/tr/a1707.html 


http://www.enerji2023.org/index.php?option=com_content&view=article&id=275:tuerkye-ve-asrin-qstratejkq-enerj-hatlarina-gelnen-aama&catid=15:stratej&Itemid=126



23 Ekim 2015 Cuma

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 16

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

BÖLÜM 16


ULUSLARARASI POLİTİKALAR EKSENİNDE KAFKASYA


ULUSLARARASI POLİTİKALAR EKSENİNDE KAFKASYA
Dr. Fatih ÖZBAY

Stratejik açıdan dünyanın en önemli bölgelerinden olan Kafkasya coğrafik olarak batıda Azak Denizi’nin güneydoğusunu oluşturan Taman Yarımadası’ndan doğuda Hazar Denizi’nin batısında bulunan Apşeron Yarımadası’na; kuzeyde Don ve Kuma ırmakları ağzı bölgesinden güneyde Aras Irmağı’na ve Kars Platosu’na kadar uzanan; kuzeyde “Büyük Kafkaslar” güneyde “Küçük Kafkaslar” dağlarıyla kaplı yaklaşık 440.000 km2’lik bir alandır. Don nehri Kafkasya’nın kuzey sınırını, Aras nehri ise güney sınırını oluşturur.

40. ve 46. boylamlar arasında yer alan Kafkas sıradağları batıda Karadeniz kıyısındaki Novorossiysk şehrinden doğuda Hazar Denizi kıyısındaki Derbent şehrine kadar uzanır. En yüksekleri 5647 metre yükseklikteki Elbruz Dağı ve 5047 metre yükseklikteki Kazbek Dağı olan bu sıradağlar aynı zamanda Avrupa ile Asya kıtaları arasında doğal bir sınır oluştururlar. Derin vadiler, boğazlar, geçitler, yüksek yaylalar ve yer yer uzanan ovalarla Kafkas sıradağları kuzeyde ulaşım yolları olarak da kullanılan Dinyeper, Don ve Volga gibi büyük nehirlerin bitim noktasında bulunur.
Kafkasya Doğu-Batı ve Kuzey-Güney eksenlerinde çok önemli bir geçiş noktası dır. Kuzeyde Rusya’nın içlerinden başlayıp güneyde Anadolu, Ortadoğu ve Afrika’ya yönelen eski ulaşım ve ticaret yollarının kesiştiği yerdedir. Doğuda Çin’den ve uçsuz bucaksız Orta Asya steplerinden başlayıp batıda Avrupa ve Akdeniz’e kadar uzanan tarihi “İpek Yolu” da Kafkasya üzerinden geçer. Kafkasya, kendine özgü coğrafik yapısıyla Asya, Avrupa ve Ortadoğu üzerinden Karadeniz, Akdeniz, Hazar Denizi, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu gibi önemli denizlere giden yolların kavşağında bulunur.

Bölgenin oldukça dağlık olan yapısı ekonomisine, ulaşımına, siyasi ve kültürel yapısına doğrudan etki etmektedir. Kafkasya bölgesinin en önemli özelliği birçok farklı etnik grubu içerisinde barındırmasıdır. Dağlık yapısı etnik grupların belirli noktalarda yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Gürcüler, Azeriler, Ermeniler, Osetler, Çerkezler, Kabartaylar, Balkarlar, Abhazlar, Çeçenler, İnguşlar, Dargiler, Laklar, Nogaylar, Kumuklar, Lezgiler ve Avarlar etnik Kafkas halklarından bazılarıdır. Kafkasya içerisinde barındırdığı dil çeşitliliğiyle de dünyanın ender bölgelerinden birisidir. Dini yapı olarak da sahip olduğu çeşitlilik bölgeyi dünyanın diğer bölgelerinden ayırmaktadır. Jeostratejik öneminden dolayı bölge tarih boyunca Hunlar, Araplar, Bizans, Moğollar, Osmanlı, İran ve Rusya gibi yükselen büyük güçlerin sürekli ilgi alanında olmuştur. Büyük güçlerin tarih boyunca bölge üzerinde denetim ve nüfuz kurma mücadeleleri Kafkasya’yı etnik, kültürel ve politik anlamda derinden etkilemiş ve şekillendirmiştir.
Kafkasya bölgesi “Kuzey Kafkasya” ve “Güney Kafkasya” olmak üzere iki farklı bölgeye ayrılmaktadır. Kuzey Kafkasya etnik dağılım yönünden Güney Kafkasya’ya göre daha karmaşıktır. Kuzey Kafkasya, Rusya Federasyonu’nun parçası olan Adıgey, Dağıstan, Kabardino-Balkar, Karaçayevo-Çerkez, Kuzey Osetya, İnguşetya ve Çeçenistan gibi cumhuriyetlerden oluşmaktadır. Güney Kafkasya ise SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarına kavuşmuş olan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan devletlerinden oluşmaktadır.

SSCB’nin dağılması sonrasında Güney Kafkasya’da bağımsızlığına kavuşan devletler ve uluslararası ilişkiler parametrelerinin değişmesiyle ortaya çıkan yeni dengeler hem bölge devletlerinin hem de bölgede çıkarları olan devletlerin dış politika davranışlarına önemli etkide bulunmaktadır.

Günümüzde Kafkasya, sahip olduğu zengin kaynakları, jeopolitik konumu, jeostratejik önemi ve çok etnikli ve çok kültürlü yapısından kaynaklanan sorunlarıyla uluslararası ilişkilerin acil gündem maddelerinden birisi haline gelmiştir.

Kafkasya’nın karmaşık etno-kültürel yapısı bir taraftan bölge halklarının kültürel zenginliğine ve yakınlığına katkı sağlarken, diğer taraftan anlaşmazlık durumların da halkların bölünmesine, şiddetli çatışmaların, hatta savaşların çıkmasına olanak sağlamaktadır. Stratejik konumu, sahip olduğu doğal kaynaklar, etnik gruplar arasındaki çatışmalar, bölgenin ekonomik sorunları ve iç siyasi istikrarsızlık gibi olumsuz etkenler Kafkasya’yı bölge içi ve bölge dışı güçlerin müdahalesine açık bir hale getirmektedir.

Kafkasya bölgesinin en önemli özelliği kendi içerisinde siyasi ve ekonomik açıdan güçlü devletlere sahip olmamasına rağmen büyük ve güçlü devletler tarafından çevrelenmiş olmasıdır. Güney Kafkasya’nın bağımsız devletler Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ile birlikte Kuzey Kafkasya’daki Rusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyetler Rusya, Türkiye ve İran tarafından çevrelenmişlerdir. Bölgenin tarihi bu üç büyük ve güçlü ülkenin nüfuz ve çıkar mücadeleleri ile şekillenmiştir.

Jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik öneminden dolayı tarih boyunca büyük güçlerin nüfuz mücadelesinin alanı olarak önemini hiç kaybetmeyen Kafkasya günümüzde de bağımsızlık mücadeleleri, şiddetli etnik çatışmalar ve Ortadoğu’dan sonra dünyanın en zengin enerji kaynaklarının bulunduğu Hazar Denizi havzasına yakınlığı sebebiyle uluslararası ilişkilerin ilk gündem maddelerindendir.
Azerbaycan ile batılı petrol şirketleri arasında Hazar petrollerinin çıkarılmasına yönelik projelere ilişkin imzalanan “Asrın Anlaşması” ile Kafkasya’nın önemi daha da artmıştır. Günümüzde bölgenin Hazar Denizi ve Orta Asya’dan çıkartılan petrol ve doğalgazın dünya pazarlarına ulaştırılması için yapılan uluslararası enerji boru hatlarının geçiş güzergâhında olması, Asya ile Avrupa arasındaki uluslararası kara ve demiryolu ulaşım ağlarının bazılarının bu bölgeden geçmesi dünyanın ilgisini yeniden Kafkasya’ya çekmiştir. Büyük güçler hem kendi petrol
şirketlerinin menfaatlerini korumak hem enerji nakil hatlarının güvenliğini sağlamak için bölgede daha aktif politikalar izlemeye başlamışlardır.

“Yeni İpek Yolu Projesi”, “Bakü-Tiflis-Ceyhan” petrol boru hattı, “Bakü-Tiflis-Kars” demiryolu hattı, “TRACECA” (Avrupa-Kafkasya- Asya Ulaşım Koridoru), “INOGATE” (Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Taşımacılığı) ve “Kuzey-Güney Uluslararası Ulaşım Koridoru” gibi önemli projeler Kafkasya bölgesinin önemini arttıran etkenlerdir.

Kafkasya’nın coğrafik olarak Ortadoğu sorunu, Afganistan, Irak ve İran gibi sıcak bölgelere olan yakınlığı stratejik önemini daha da arttırmaktadır.

SSCB’nin dağılması sonrasında Kafkasya’da jeopolitik bir güç boşluğu ortaya çıkmıştır. Bu güç boşluğunu doldurmak için aday olan ülkelerin en başında coğrafik olarak en yakın ülkeler Türkiye, Rusya ve İran gelmektedir. Bu üç ülkeye, bölge dışından olmasına rağmen küresel güç olma planları çerçevesinde Kafkasya’da nüfuz kurma politikaları güden ABD, AB ve Çin ile birlikte çok uluslu büyük enerji şirketleri de eklenebilir. Kafkasların bağımsız üç ülkesi Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bölgedeki statüko yüzünden bir çıkmaza girmişler ve aralarındaki mevcut problemleri çözememektedirler. Bu yüzden, çok zor ve karmaşık olsa da, durumu kendi lehlerine değiştirmek amacıyla Rusya, ABD, AB, Türkiye ve İran gibi diğer aktörleri kullanarak kendilerine yeni diplomatik kanallar açmaya çalışmaktadırlar. Bu durum ise zaten karmaşık olan ilişkiler ağını daha da karmaşıklaştırmaktadır.

Güney Osetya sorunu sebebiyle Kafkasya’da son yaşanan gelişmeler “Soğuk Savaş” bitmiş olsa da, Kafkasya’da iki kutuplu sistemin bir anlamda devam ettiğini göstermektedir. Taraflar arasındaki küresel rekabet bölgesel planda Kafkasya’da kendisini yerel çatışmalar, ayrılıkçı bölgeler, azınlıkların statüsü ve enerji jeopolitiği gibi noktalarda belli etmektedir. Bu durum dünyanın bu bölgesinde Soğuk Savaş’ın yeniden başladığı veya hiç bitmediği izlenimi vermektedir. Konunun bütün hatlarıyla ortaya konulabilmesi için bölge ülkelerinin ve diğer güçlerin aralarındaki ilişkiler ağını kısaca ortaya koymak gerekmektedir.

Azerbaycan: Güney Kafkasya ülkelerinden Azerbaycan nüfus, yüzölçümü, doğal kaynaklar ve coğrafik konumu sebebiyle Gürcistan ve Ermenistan’a nazaran daha öne çıkmaktadır. Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden hemen sonra Ermenilerin çoğunlukta olduğu “Dağlık Karabağ” bölgesinin statüsü sorunu nedeniyle Azerbaycan-Ermenistan arasında 1992-1994 yılları arasında yaşanan savaş ve silahlı çatışmalarda binlerce kişi öldü. Ermenistan’ın işgal ettiği bölgeler de yaşayan bir milyona yakın Azeri bölgeden göç etmek zorunda kaldı. Dağlık Karabağ sorunu ve Azerbaycan topraklarının %20’sinin Ermenistan tarafından işgal edilmiş olması Kafkasya’da birçok sorunun temelini
oluşturan Azeri-Ermeni ihtilafının en önemli sebebidir.

Azerbaycan bölgede zengin enerji kaynaklarına sahip tek ülkedir. Hazar petrollerin in ve doğalgazının uluslararası pazarlara ulaştırılması amacıyla inşa edilen boru hatları Azerbaycan’ın bölgede önemini arttırmıştır. Rusya’daki boru hatlarına alternatif olarak inşa edilen bu hatlar sayesinde Azerbaycan bölgede Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmuş olmanın avantajını yaşamaktadır. Hem Rusya hem Batı ile dengeli politikalar izlemektedir. Dağlık Karabağ sorunu ve Ermeni işgalinin sona erdirilememiş olması Azerbaycan’ı Rusya ile Batı arasında dengeli politika izlemeye iten en büyük etkendir. Kafkasya bölgesinde Türkiye ile en yakın ilişkiye sahip olan ülke Azerbaycan’dır.

Ermenistan: Ermenistan bölgenin denize çıkışı olmayan tek ülkesidir. Ermenistan, ulusal güvenliği ve ülke bütünlüğü açısından en büyük tehlike olarak iki yakın komşusu Türkiye ve Azerbaycan’ı görmektedir. Dengeleme politikası olarak Rusya ve İran ile ilişkilerini geliştirmektedir. Rusya ile yakın ilişkileri sebebiyle bölge ülkeleriyle sorunlar yaşamaktadır. Ermenistan için Rusya stratejik ortak olmanın yanı sıra, Türkiye ve Azerbaycan tehlikesine karşı garantör bir devlet olarak algılanmaktadır. Bu geleneksel bakış, 1990’lı yılların başlarından itibaren Ermenistan’ın dış politikasına adeta mührünü vurmuş durumdadır. Ermenistan, Rusya’nın dış politika ve askerî alandaki desteğini kullanmak suretiyle bölgede etkinliğini artırmak istemektedir. Önemli uluslararası sorunlarda Rusya ve Ermenistan’ın görüşleri ya bir birine çok yakındır veya örtüşmektedir.

Ermenistan Türkiye’ye karşı sözde soykırım iddialarını her platformda tekrarlamaktadır. Azerbaycan topraklarını işgale devam etmekte,
Türkiye ile arasındaki sınırı ise resmî olarak tanımamaktadır. İşgal sebebiyle Azerbaycan ile ilişkileri oldukça sorunlu olan ve Gürcistan ile de ilişkilerini geliştiremeyen Ermenistan “kuşatılmışlık psikolojisi” içerisinde politika üretmekte zorlanan kapalı bir ülke konumundadır. Ermenistan’ın sınır güvenliğini Rus askerleri sağlamaktadır ve Rusya’nın Ermenistan’da askeri üsleri vardır. Ermenistan İran ile yakın ilişki içerisinde olmak istemektedir. AB ve ABD gibi bölge dışı güçlerin enerji kaynakları ve bunların uluslararası pazarlara nakil hatları söz konusu olduğunda Ermenistan’ı dışlayan, buna karşılık Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’yi kapsayan ilişkileri Ermenistan’ı doğal müttefik olarak
Rusya’yı kabul etmeye zorlamaktadır.

Gürcistan: Gürcistan Kafkasya bölgesinin açık denizlere çıkışı olan tek ülkesidir. Gürcistan enerji kaynakları yönünden fakirdir ve bu açığını enerji hammaddeleri nin dünya pazarlarına ulaştırılmasında transit ülke rolü oynayarak kapatmaya çalışmaktadır. Güney Kafkasya ülkeleri içerisinde en problemli ülkelerden birisidir. Etnik ve idari yapısından kaynaklanan sorunlar sebebiyle iç ve dış politikada zorluklar yaşamaktadır.

Bağımsızlığını kazandıktan sonra ayrılıkçı politikalar güden Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan özerk bölgeleri ile sorunlar yaşamaya başlamıştır. Acaristan sorununu kendi istediği doğrultuda çözümleyebilen merkezi Tiflis yönetimi aynı politikasını Abhazya ve Güney Osetya konusunda yürütememiştir.

Eski Sovyet cumhuriyetleri ve Güney Kafkasya ülkeleri içerisinde Rusya ile en çok sorun yaşayan ülke Gürcistan’dır. Gürcistan, dış politika ve savunma sahasında gittikçe Avrupa-Atlantik eksenine yönelmeye başlamıştır. Gürcü yetkililer Gürcistan’ın gelecekteki yöneliminin Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşme olduğunu açıklamıştır. Bu politikası ile Rusya’nın tepkisini çekmekte gecikmemiştir. Gürcistan’ın “Gül Devrimi” sonrası yönünü tamamen batıya çevirmesi, AB ve NATO’ya üyelik perspektifini politik gündemine alması, Türkiye ve ABD ile yakın ilişkiler içerisine girmesi ve bölgede Rusya’yı dışlayan enerji ve ulaşım projelerinde aktif rol oynaması gibi sebepler Tiflis-Moskova ilişkilerini
devamlı gerginleştirmektedir. Buna karşılık ayrılıkçı bölgeler Abhazya ve Güney Osetya’ya Rusya’nın açık desteği Gürcistan’ın tepkisini çekmektedir. Gergin ilişkiler Ağustos 2008’de yaşanan savaş ile iyice gün yüzüne çıkmış ve Gürcistan-Rusya ilişkileri tamamen bozulmuştur.
ABD: 11 Eylül saldırılarından sonra terörizmle savaşı birinci önceliği haline getiren ABD, “Büyük Orta Doğu Projesi” çerçevesinde bölge ülkelerinin
demokratikleştirilmesini, batı tarzı yönetim sistemlerini benimsemelerini ve Avrupa-Atlantik eksenine yakınlaşmalarını istiyor.

Bu açıdan bakıldığında Kafkasya bölgesi Avrupa-Atlantik ekseninin önemli halkalarından birisidir. ABD bu amaçla bölge ülkelerinde çeşitli sivil toplum örgütleri aracılığıyla batı yanlısı hareketleri ve demokratik rejimlerin kurulmasını desteklemektedir. Gürcistan’daki “Gül Devrimi” ve Ukrayna’da “Turuncu Devrim” ABD’nin bu politikasında başarılı olduğunu göstermiştir.

ABD, Soğuk Savaş sonrası eski Sovyet Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerini güçlendirmeye çalışmaktadır. Rusya’ya karşı yeni bir “çevreleme politikası” sürdürmektedir. Bölgede özellikle Gürcistan ile çok yakın ilişki içerisindedir. Kafkasya bölgesinin güvenli bir hale getirilmesinin ve demokratikleşmesinin önündeki engellerden en önemlisi bölgedeki “Abhazya”, “Güney Osetya” ve “Dağlık Karabağ” gibi “Dondurulmuş Çatışmalar”dır. ABD açısından buna karşı konulacak en etkili tavır bölge ülkelerinin NATO başta olmak üzere Batı örgütlerine entegre olmasıdır. ABD’nin söz konusu politikası bölgeyi hayati çıkar alanları arasında gören Rusya’yı endişelendirmekte ve kontr politikalar üretmeye
zorlamaktadır.

AB: Küresel bir güç olma yolunda AB’nin öncelikli hedefi etrafında bir güvenlik kuşağı oluşturmaktır. Bulgaristan ve Romanya’nın birliğe üye olarak kabulüyle sınırları Karadeniz kıyılarına ulaşmıştır. Türkiye üyelik için başvurmuş ve belirtilen kriterleri yerine getirmek için çalışmaktadır.

Ukrayna ve Gürcistan da uzun dönemde AB üyeliğine dönük planlar yapmaktadırlar. Bu durum gelecekte AB’nin doğu sınırının Kafkasya
bölgesine kadar uzanacağına işaret etmektedir. Rusya’ya enerji yönünden bağımlılığını gittikçe azaltmak isteyen Avrupa açısından Hazar havzası petrol ve doğalgazını batıya ulaştıran enerji hatları oldukça önemlidir. Bu amaçla “Nabucco” gibi alternatif hatlar planlamaktadır.

İnsan, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizm gibi sorunlarla mücadeleyi politika olarak belirleyen AB açısından Kafkaslar bölgesi potansiyel risk bölgesidir.

AB son dönemde Kafkasya bölgesini yakından izlemeye almıştır.

AB, özellikle 2004 genişlemesi ile Kafkasya’yı komşuluk statüsüne almıştır. 

AB’nin güvenlik algılamasında, bölgesinin ve komşu bölgelerin istikrar içinde olması önemlidir. Bu açıdan çatışmaların önlenmesi, demokratik yönetim, azınlık ve insan haklarına saygı ve serbest pazar ekonomisi istikrar için önemli noktalardır. Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Avrupa Komisyonu’na üyedirler. Bu bağlamda AB’nin Kafkasya’daki gelişmelere uzak kalması düşünülemez.

Rusya: Rusya tarih boyunca zayıf ve istikrarsız dönemlerinde kendi kabuğuna çekilmiş ve içe dönük politikalar uygulamıştır. Güçlü ve istikrarlı dönemlerinde ise yayılmacı ve baskıcı bir politika izleyerek dışa dönük politikalar uygulama yoluna gitmiştir. Özellikle, yüksek petrol fiyatlarına bağlı olarak son yıllarda muazzam gelir elde eden Rusya ekonomik açıdan yeniden güçlenerek Kafkasya dahil eski Sovyet coğrafyasında siyasi ve askeri olarak nüfuzunu tekrar artırmak ve bölge ülkelerini etkisi altına almak istemektedir.

1993 yılında açıklanan Dış Politika Doktriniyle Rusya eski Sovyet coğrafyasını “yakın çevre” adıyla kendi nüfuz bölgesi olarak ilan etmişti.

Ancak SSCB sonrası gerek siyasi gerek ekonomik anlamda istikrara kavuşamayan Rusya bu politikasını kendi istediği şekilde tam anlamıyla
uygulayamamıştır. 2000 yılından itibaren Rusya devlet başkanı V. Putin’in sert ve kararlı politikalarına petrol fiyatlarındaki beklenmedik düzeydeki artışların ekonomiye olumlu katkısı eklenmesi Rusya’yı çıkarlarını korumak adına daha sert politikalar uygulama yönünde cesaretlendirmiştir.

Ağustos 2008’de yaşanan Rusya-Gürcistan savaşı bu açıdan uluslararası arenaya eskisi gibi güçlü bir şekilde dönmek istediğinin sinyallerini vermiştir. Rusya eski “büyük güç” statüsüne yeniden dönmek istemekte ve “yakın çevre” kabul ettiği coğrafyada yeniden hakimiyet sağlamak için gerginlikleri tırmandırma, kendisine bağlı cepheler oluşturma ve ayrılıkçı hareketleri destekleme şeklinde “kontrollü istikrarsızlık” politikası uygulamaktadır. Bölgedeki sorunları kendi kontrolünde tutma politikası izlemekte ve diğer aktörlerin çok fazla bölgeye müdahil
olmamasını istemektedir.

Rusya enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara kendi topraklarından geçen mevcut boru hatlarından taşınması için büyük mücadele vermiş ancak alternatif hatların inşa edilmesine engel olamamıştır. Kafkasya’da çıkarlarının tehlikeye düştüğünü gören Rusya dondurulmuş çatışmaları koz olarak kullanmaktadır. NATO’nun doğuya doğru genişlemesine Baltık Denizi ve Doğu Avrupa’da engel olamayan Rusya açısından Ukrayna ve Gürcistan’ın üyelik başvurusunda bulunması bardağı taşıran son damla olmuştur. Rusya, bölgedeki başat pozisyonunu korumak, ABD ve NATO’nun etkilerinin yayılmasını engellemek ve enerji ulaşım hatlarındaki tekel kontrolünü korumak için sert politikalar
izlemektedir.

İran: Bölgedeki bir diğer aktör ise İran’dır. İran da Türkiye gibi bölgesel bir güç olma isteğindedir. İran’ın Batı tarafından dışlanması, nükleer politikası nedeniyle ABD tarafından baskı altında tutulması ve ambargolara maruz kalması dikkatini kendi hinterlandına çevirmesine neden olmuştur. SSCB sonrası dönemin ilk yıllarında bölge ülkelerine rejim ihracı yapmaya çalışacağı düşünülen İran, oldukça pragmatist bir politika izleyerek daha çok ekonomik ve siyasi çıkarlarını savunma ve geliştirme politikası izlemiştir. Bölgede Rusya ve Ermenistan ile yakın ilişkiler içerisindedir. Bölgeye yönelik politikası daha çok bölge ülkelerinin ABD ile olan ilişkilerine endekslidir. Bu açıdan Rusya ile ilişkilerini stratejik olarak değerlendirmektedir. Rusya açısından, İran’la kurulan yakın ilişkiler, tek kutuplu dünya politikasına, NATO’nun doğuya doğru genişlemesine ve NATO üyesi Türkiye’nin gerek Güney Kafkasya’da gerekse Orta Asya’da etkinliğinin artmasına karşı bir denge unsuru olarak görülmektedir.

Türkiye: Türkiye tarihiyle, coğrafyasıyla, ekonomisiyle, kültürüyle ve siyasi yapısıyla Kafkasya bölgesinde çok önemli bir ülkedir. Türkiye’nin laik ve demokratik sistemi, bölge ile uzun tarihsel geçmişi, kültürel birikimi, batılı çağdaş değerleri Kafkasya için önemli bir model oluşturmaktadır.

Coğrafik konumu itibariyle Türkiye Kafkasya ülkeleri için batıya açılımın bir çıkış ve açılım noktasıdır. Aynı şekilde Kafkasya Türkiye açısından doğuya yani Orta Asya’ya açılımın kapısıdır. 2006 yılında faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, 2007’de faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı ve 2008 yılında faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Hattı bölgenin Türkiye açısından stratejik önemini daha da artırmıştır. Bu yüzden Kafkasya bölgesindeki barış ve istikrar Türkiye’nin kendi güvenliği ve istikrarı bakımından da büyük önem taşımaktadır.

Türkiye’nin gerek Kuzey Kafkasya gerekse Güney Kafkasya bölgesi ile tarihi, kültürel, ekonomik ve siyasi bağları mevcuttur. Türkiye, SSCB’nin dağılmasının ardından Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın bağımsızlıklarını ayrım gözetmeksizin hemen tanımıştır. Geleneksel olarak Azerbaycan ve Gürcistan’a özel önem vermekte ve bu ülkeler ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin bölgede sadece Ermenistan ile diplomatik ilişkisi bulunmamaktadır. Ermenistan’ın bağımsızlık bildirisinde ve Anayasasında Türkiye’nin toprak bütünlüğünü  sorgulayan ifadelerin yer alması, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki sınırı belirleyen 1921 tarihli Kars Anlaşması’nın yürürlükte olduğunu resmen tanımaktan kaçınması, soykırım iddialarının uluslararası alanda tanınmasını öncelikli dış politika hedefi olarak benimsemesi ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen işgal altında tuttuğu Azerbaycan topraklarından geri çekilmemesi Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesini önleyen unsurlardandır.

Türkiye, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Azerbaycan ve Gürcistan ile ekonomi, finans, ticaret, enerji, ulaşım, eğitim, sağlık, turizm, kültür ve savunma gibi alanlarda birçok anlaşma imzalamıştır. Türkiye - Azerbaycan ve Türkiye-Gürcistan ekonomik ve siyasi ilişkileri gittikçe ilerlemektedir.

Türkiye’nin Kafkas politikası, Azerbaycan ve Gürcistan ile yakın ilişkiler tesis etmek, Ermenistan’a karşı mesafeli davranarak diyalog yollarını açık tutmak, İran ve özellikle Rusya ile bölgesel nüfuz için rekabet etmek olarak özetlenebilir. Türkiye’nin Güney Kafkasya bölgesine yönelik politikasının temelini egemenlik ve toprak bütünlüğüne sahip; barış, istikrar ve işbirliği içerisinde yaşayan devletlerin varlığı ve bu ülkelere çağdaş dünya ile entegrasyon yolunda siyasi ve ekonomik destek sağlanması oluşturmaktadır.

Türkiye’nin Kafkasya’ya yaklaşımında bölge ülkelerin bağımsızlıklarının ve toprak bütünlüklerinin korunması ve ekonomik güçlerinin artırılması öncelikli amaç olmak zorundadır. Rusya ile ticari ve siyasi ilişkiler oldukça ilerlese bile Kafkasya’da iki ülkenin çıkarlarının çoğu zaman uyuşmadığı unutulmamalıdır. Türkiye, Kafkaslarda “Türkiye - Gürcistan - Azerbaycan” şeklinde formüle edilen doğu-batı eksenini, Rusya ise “Rusya-Ermenistan-İran” şeklinde formüle edilen kuzey-güney eksenini savunmakta ve bunlara uygun politikalar izlemektedir.
Rusya, Türkiye’nin doğu-batı ekseninde enerji nakil ve ulaşım koridoru olmasını çıkarlarına aykırı görmektedir. Alternatif olarak kuzeygüney enerji nakil ve ulaşım koridorunu geliştirmek istemektedir. Türkiye, açısından doğu-batı ekseni bölge ülkeleri ve Orta Asya ile ekonomik ilişki ve entegrasyon açısından önemlidir. Türkiye, doğu-batı ekseninde söz konusu ülkeler ile ilişkilerini geliştirmeye devam etmeli ve bu ülkelerin Avrupa-Atlantik eksenine yaklaşmalarını aktif biçimde desteklemelidir.

Bu bağlamda Türkiye NATO’nun Güney Kafkasya ülkelerini içine alarak genişlemesini Rusya’nın itirazlarına rağmen desteklemelidir. Türkiye’nin Rusya’nın Kafkasya’daki gücünü başka türlü dengeleme olanağı bulunmamakta dır. Bu durum Rusya ile ilişkilerin bozulması anlamına gelmeyecektir. Çünkü Rusya-Türkiye ilişkileri işbirliği ve rekabetin bir arada olduğu birbirini tamamlayan ilişkilerdir. Türkiye, uluslararası hukuk çerçevesinde çıkarlarını Kafkasya’da Rusya’ya rağmen savunmaya devam etmelidir. Etkinliğini iyice yitiren KEİÖ de hem ekonomik hem siyasi anlamda canlandırılmalıdır. Bölge ülkelerinin hepsini tek çatı altında toplayan tek örgüt olmasına rağmen etkinliği bulunmamaktadır. KEİÖ’nün Kafkasya’nın geleceği açısından siyasi yönüne ağırlık verilmelidir.

Dağlık Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya gibi ayrılıkçı bölge sorunları bölgede barış ve istikrarın tesisinin önündeki en temel engellerdir.

Bu sorunların çözümlenememesi ve gittikçe daha kötüleşmesi bölgede devletlerarası ikili ve çok taraflı ilişkilerin gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye, Kafkasya ülkelerindeki tüm ihtilafların barışçı yollardan çözümünden yana olmalı ve bu ülkelerdeki siyasi istikrara ve ekonomik refaha katkıda bulunmalıdır. Bu açıdan Rusya - Gürcistan savaşından sonra Türkiye’nin tekrar gündeme getirdiği “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Paktı” önemli bir adımdır ancak kısa vadede uygulanması oldukça zordur. Bölge ülkelerinin birbirleriyle olan sorunlu ilişkileri böyle bir paktın daha başta sorgulanmasına yol açacaktır.

Kaldı ki böyle bir girişim uzun zamandır düşünülüyorsa bile savaş sonrası açıklanması aslında çok geç kalındığına işaret etmektedir. Ancak yine de Türkiye bu konuda taraflara ısrarcı olmalıdır. 2000 yılında yine Türkiye tarafından ortaya atılan bu pakt Rusya’nın olumsuz tavrı sebebiyle hayata geçirilememişti. Aynı şekilde yeni teşebbüsün de Rusya’nın onayı olmadan hayata geçmesi çok zordur. Rusya’nın ikna edilmesi aynı zamanda Ermenistan’ın da bu pakta dâhil edilmesi anlamına gelecektir. Bu ise yıllardır sorunlu olan Türkiye-Ermenistan ilişkilerini
kuvvetli bir diyalog zeminine çekmek olacaktır.

Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarını işgali Güney Kafkasya’da siyasi istikrarın, ekonomik gelişmenin ve bölgesel işbirliğinin önündeki en önemli engeldir. Dağlık Karabağ sorunu konusunda barışçı, adil ve kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla AGİT çerçevesinde faaliyet gösteren Minsk Grubu’nun çalışmaları yetersiz ve neticesiz kalmıştır. Türkiye, Güney Osetya sorununun geldiği noktayı dikkate alarak tıkanıklığın aşılabilmesi için Minsk Grubu’nun çalışmalarını diplomatik platformlarda sorgulamaya başlamalı, bu konuda yeni projeler ve açılımlar
ortaya koymalıdır.

Türkiye, Ermenistan ve Ermeni diasporasına uyguladığı politikaları tek bir potada değil ayrı ayrı değerlendirmelidir. Bölgenin kapalı ve çevrelenmiş ülkesi olarak Ermenistan siyasi ve ekonomik açıdan diasporaya bağımlı durumdadır. Diaspora ise Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yumuşama ve ilerlemeye kesinlikle karşıdır. Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerinde aşamalı olarak bu ülkeyi diyalog zeminine çekecek, güven kazandırıcı çabalarına devam etmelidir. Bu çabalarla Ermenistan’a ekonomik olarak gelişmesi ve çağdaş dünyaya entegre olması için Türkiye ile yapıcı bir diyaloga girmesi gerektiği telkin edilmelidir. Bu sayede uzlaşmaz karaktere sahip diaspora ile Ermenistan yönetimi arasındaki bağa darbe vurulacaktır. Bu bağ ne kadar zayıflarsa o kadar Türkiye’nin faydasınadır. Ermenistan ile diyalog kapıları açılırsa, Suriye-İsrail, ABD-İran ve son olarak Rusya-Gürcistan arasındaki sorunlarda arabulucu olarak inisiyatif alan ve politik manevra alanını genişleten Türkiye, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunlarda da arabuluculu rolü oynayabilir.

Rusya 1991’den sonra batı kurumlarının gerek Avrupa’da gerek Kafkasya’da doğuya doğru ilerlemesine kendisinin çevrelenmesi olarak bakmış ancak son yıllara kadar bu politikalara karşı pasif karakterde cevaplar vermiştir. Ancak Rusya’nın Kafkasya’da statükoyu bozan aşırı müdahalesi bu duruma artık aktif ve sert cevaplar vereceğini açıkça ortaya koymuştur. Türkiye açısından taşıdığı büyük stratejik önemden dolayı, Rusya’nın Kafkaslarda etkisinin yayılması Türkiye’nin çıkarlarına zarar verecektir. Türkiye bir taraftan Rusya ile ilişkilerini geliştirirken diğer taraftan Rusya’nın bu politikalarına karşı dengeleyici politikalar üretmelidir. Türkiye, Rusya’nın Kafkasya’da yayılmasına ve etkisini artırmasına
karşı batının ürettiği politikalar konusunda da kendi çıkarları prizmasından bakarak hareket etmelidir.

Türkiye’de yaşayan sayıları milyonlarla ifade edilen Kafkasya kökenli bir diaspora bulunmaktadır. Türkiye bölge ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüğünü savunurken aynı zamanda nüfus yapısı, kültürel yakınlık ve tarihi bağlar nedeniyle bölgedeki sorunlarla yakından ilgilenmek durumundadır. Bunu yaparken ülkelerin tepkisini çekmemeye çalışmalı, içişlerine müdahale ediyor görüntüsü vermemelidir. Örneğin Türkiye’nin Kuzey Kafkasya politikası, aynı zamanda Türkiye’nin Rusya Federasyonu politikasının bir parçasıdır. Aynı şekilde Ahıska Türkleri politikası Türkiye’nin Gürcistan ile ilişkilerinden ayrı düşünülemez.

Bu bağlamda, Gürcistan ile ilişkiler geliştirilirken bir taraftan da Ahıska Türklerinin Gürcistan’daki yurtlarına dönebilmeleri için Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin Ocak 1999’da aldığı Ahıska Türklerinin yurtlarına geri dönüşüne dair kararın Gürcistan tarafından uygulanışını takip etmelidir.

Bünyesinde barındırdığı Kafkas kökenli nüfusu vasıtasıyla Kafkasya’daki halkları birbirine yakınlaştıracak projeler ortaya koyarak “Kafkasya
Evi” bilincini geliştirmelidir. Kafkasya’nın birbirine düşman halkların coğrafyası olarak kalması Türkiye’nin hemen yanı başında patlamaya
hazır kriz ve savaşlarla her an yüz yüze olması demektir. Bu durum ise çevresinde istikrar ve barış ortamı isteyen Türkiye’nin çıkarlarına
büyük zarar verecektir ve zaten hâlihazırda vermektedir. Bütün bunları yaparken aynı zamanda Türkiye Kafkasya bölgesinde kriz yönetimi
kabiliyetini arttırmaya ve geliştirmeye çalışmalıdır.

Kafkasya’da Ağustos 2008’de ortaya çıkan kriz Türkiye’ye daha güçlü ve istikrarlı bir ülke olması gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştır.

Bölge ülkeleri açısından ise uluslararası hukuk çerçevesinde hareket eden istikrarlı ve güçlü bir Türkiye’ye olan ihtiyacı ortaya çıkartmıştır.

Bu bağlamda Türkiye’nin AB üyeliği konusu yanı başındaki sıcak ve sorunlu bölge Kafkasya’nın istikrarı ve dolayısıyla ulusal çıkarlarının korunması
açısından öncelikli yerdedir. AB üyesi bir Türkiye Kafkaslarda istikrar ve barışın teminine çok büyük katkılarda bulunacaktır.


ULUSLARARASI POLİTİKALAR EKSENİNDE KAFKASYA
Dr. Fatih ÖZBAY

17. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***