ismet inönü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ismet inönü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2019 Cumartesi

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 3

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 3



II- BASKICI EĞİLİMLER

  Demokrat Partisinin 1950'lerin başlarındaki tutumunun ' Beyaz Devrim'den ' Beyaz Terör'e dönüşmesi başta basın, üniversite gibi toplumsal kurumlara 
yönelik baskıcı eğilimlerinin sonucudur.30

  DP'nin basına yönelik olumsuz gelişmeleri daha çok izlediği ekonomik ve siyasal politika ile ilgilidir. DP iktidarının özellikle ikinci yarısından itibaren toplumsal yaşamdaki değişmeler (Köylerden kentlere göçler, kentlerin kapalı alan olmaktan çıkmaları, yeni varlıklar sınıfının oluşumu vb.) her kesimde hoşnutsuzluklar  yaratmaya başlamıştı. Toplumsal muhalefet potansiyelleri artarken basına uygulanan yasaklar elbette öteki toplumsal kurumlara da ülkeyi çözümsüzlüğe  doğru götürmekteydi.
Hükümet, toplumsal muhalefet devlet aygıtlarıyla ne derece baskı altında tutulursa o ölçüde yok edilebilir yanılgısını yaşıyordu ..
1950 Basın Kanunu çıkarılırken Mecliste yaşanan tartışmalar, DP' nin basının denetimi konusunda henüz ortak bir tutumun oluşmadığını göstermekteydi*
    Baskıcı önlemlerin ilk işaretleri 2. Hükümet programında kendini göstermekteydi.
    2. Menderes Hükümeti (9 Mart 1951-17 Mayıs 1954) Programında , Kökü dışarda olan teşkilatın faaliyetini fikir harriyeti çerçevesi içinde mütalaa etmek 
ve masamaha ile karşılamak bizim için mümkün değildir. 31 denmekte, bu tür faaliyetleri düşünce özgürlüğü ile asla ilgili görmediklerini açıklamaktadırlar. 
Programda yer alan ilk programın da da izah ettiğimiz! gibi, birinci hedefimiz kanuni kıstaslar elde etmektir;

   Türk hakimine ' bu nev'iden suçları' teşhis edip cezalandırabilmek imkanlarını vermek lazımdır " cümlesi dikkat çekmektedir.32 
Programın basınla doğrudan ilgili olan bölümünde ise "... Matbuat hürriyetini hatta bütün hürriyetlerin teminatı saymak çok yerinde olur. 
Bu itibarla matbuat hürriyeti nin büyük bir hürmet ve hassasiyetle muhafazasına çalışılacağını hiçbir tereddüt e mahal bırakmayacak katiyetle ifade etmek
isteriz.

    "Ancak, hiçbirimizin gözünden kaçmadığını ve bütün arkadaşları ve hakiki matbuat hürriyetine samimi olarak bağlı bulunan matbuat müntesiplerini 
mustarip ettiğine eminiz ki, Şahsa hakaret, İftira, Teşhir ve hatta şantaj mahiyetini taşıyan bir takım neşriyat alıp yürümüştür.. 

    Bu kabil neşriyaz ın fikir, tenkid ve matbuat hürriyeti ile ve amme menfatinin müdafaasiyle bir alakası olmadığını söylemeye lüzum yoktur. 
Bu tarzda neşriyat kanunu usul ve müeyyidelerin noksan oluşunun delilini teşkil eder. Bu itibarla hürriyet nizamını layık ı ile tatbik eden büyük demokrasilerde 
mevcut olan hüküm ve müeyyidelerin tetkikini ve bunların bir tasarı halinde,  Yüksek Meclise arz ve teklifini kararlaştırmış bulunuyoruz.,,33 

A_ Baskıcı Yasal Düzenlemeler.,

   1950 Kanunu'nun getirdiği olumlu hava fazla uzun sürnemiş, 2. Menderes Hükümeti basının işleyişini zorlaştırıcı önlemleri gündeme getirmeye başlamıştır.
1953 Düzenlemesi: 14153 Temmuz'unda daha önce sıfat ve hizmetlerinden dolayı bakanlara yapılan hakaretin takibi şikayete bağlıyken, artık savcının, bakanın olur'unu alarak re'sen takibine bırakılması kabul edilmiştir. Muhalefetteki basın bunu "iktidarı kaybetmekten korktuğu için, kendi durumunu kurtarmayı tasarlamak", iktidar yanlısı basın ise " ortalıktaki anarşik manzaraya son vermek" olarak değerlendirdi. 
Bu dönemde DP'nin ekonomik ve siyasal alanda yeterli olmadığını gören basının muhalefetini artırdığı görülmektedir.
1954 Düzenlemesi: İki düzenleme olmuştur. Birincisi 9 Mart'da basın davalarına bakacak mahkemeler konusunu düzenlerken İkincisi yeni yasa çıkartmak
olmuştur. 1954 yılının ilk aylarında tasarı olarak getirilen " Neşir Yoluyla Veya Radyo İle İşlenecek Bazı Cürüm ler Hakkında Kanun" 9 Mart 1954'de kabul edildi. 
Yasa, özgürlükleri önemli ölçüde sınırlamaktadır. Bu Anayasaya göre Namus, Şeref veya Haysiyete, Tecavüz edilmesi, itibar kırıcı yayın yapılması, özel veya 
aile durumunun rıza alınmadan teşhiri 6 aydan 3 yıla kadar hapis ve 1000 liradan 10 bin liraya kadar para cezası ile cezalandırılabilecekti. 

Bu suçlar resmi sıfatı olanlara karşı işlendiğinde ceza üçte birden yarıya kadar artırılabilecek ti. Yine bu yasa, devletin siyasi ve mali itibarını sarsacak veya
halkın telaş ve heyecanlanmasına neden olacak yalan haberlerin yayınını bir yıldan Uç yıla kadar hapis. 2500 liradan az olmamak üzere para cezası ile 
cezalandırıyordu. Üstelik suçlanan gazeteciye de iddiasını ispat etme hakkı dı verilmiyordu.
....

Ispat Hakkı: 

   1956'da adı biraz değiştirilerek daha da sıkılaştırılan ve basın özgürlüğünü önemli ölçüde zedeleyen bu yasa, " Ispat hakkı " tartışmalarını da başlattı.
" Ispat hakkı " gazetecilere yayımladıkları haberler dolayısıyla haklarında dava açılması halinde haber konusu iddiayı ispat etme hakkını vermeyi ve ispatın 
davalının durumunu etkilemesini öngörüyordu. Tasarı görüşülürken, Adalet Komisyonu Başkanı Halil Özyörük, hakaret davalarında Bakanlar ve bazı yüksek 
memurlar için " İspat hakkına cevaz olamayacağını " öne sürmüş; o arada yazı işleri müdürlerini " baldırı çıplaklar " diye nitelemiş; bu da gazetelerde protesto 
yazılarının yayımlanmasına yol açmıştı.34

2 Mayıs 1955'de Fethi Çelikbaş ve 10 DP milletvekili Meclise " Ispat hakkı " önergesi verdiler. Basına bu hak tanınmadıkça milletvekili, devlet memuru gibi devlet görevlilerini kuşku altında bırakacaklarını ileri sürdüler. Önerge ceza yasalarında da değişiklik gerektirdiği gerekçesiyle reddedildi. 
Bunun üzerine bu on Milletvekili* Partiden istifa etti, Dokuz milletvekili* de partiden atıldı. Bu temizlemenin altında yatan gerçek ise Ispatçıların parti içi muhalefeti güçlendirerek Menderes'i kongrede yenilgiye uğratma isteklerinin varlığıydı. Basın bu konuyu uzun süre gündeminde tuttu. 
11 Kasım 1955'de Sarol Devlet Bakanlığından istifa etti.

    Sarol'a göre " İspat hakkı " konusunun adeta ülkenin tek sorunu hale gelmesi Akis dergisi ve bir kısım muhalefet gazetelerinin işbirliği sonucudur.35* 
Bununla birlikte Sarol Basın Yayın Umum Müdürlüğü'nün bütçesi komisyonda görüşülürken basın için istenen " İspat hakkı "nı desteklediğini belirtti ve 
Menderes tarafından bu konuyu tekrar açması nedeniyle azarlandı. .

3. Menderes Hükümeti (17 Mayıs 1954- 9 Aralık 1955 ) ve 4. Menderes Hükümeti (9 Aralık 1955-25 Kasım 1957) programlarında genel anlamda özgürlüklere değinilmekle birlikte basın. ve düşünce özgürlüğüne ilişkin açıklamalara yer verilmemiştir. Bununla birlikte 3. Menderes Hükümeti döneminde 30 Haziran 1954'00 seçim kanununa değişiklik getiren dört maddenin birisi radyonun siyasal partilere kapatılmasıyla ilgiliydi. Bu maddeye dayanarak iktidar radyoyu hükümet adına istediği gibi kullanacaktı.
DP'nin, 1954 seçimlerinde kazandığı başarıya dayanarak antidemokratik yönde ilerlemesi, değişik kesimlerin eleştirilerine hedef oluyordu. 
Bu dönemde iktidarın hoşuna gitmeyen demeçler veren öğretim üyeleri Bakanlık emrine alındı. Bunlardan birisi DP iktidarı için " Demokrasi değil Kakokrasidir"  diyen Hukuk Fakültesi Profesörü Bülent Nuri Esen'dir.

* Bu milletvekilleri Fethi Çelikbaş, Enver Güreli, İbrahim Öktem, Raif Aybar, Şeref Kamil Mengü, Muhlis Bayramoğlu, Ekrem Alican, Turan Güneş, 
Mustafa Ekinci ve Kasım Küfrevi'ydi.
*DP'den atılan dokuz milletvekili Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Ekrem Hayri Üstündağ, Safaettin Karanakçı, Ragıp Karaosmanoğlu, İsmail Hakkı Akyüz, Behçet Kayaalp, Ziyyat Ebüzziya, Mustafa Timur, Sabahhaddin Çıracıoğlu'ydu.

** Feroz' Ahmad'ın değerlendirmesine göre ise ispat hakkı tartışmaları, DP içindeki muhalefetin Menderes'e karşı partiyi toparlayacakları bir platform sağladı. 
Parti içinde ve dışında sınırlı bir ilgi konusuydu ve sıradan seçmenler için bir sorun bile değildi.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Feroz AHMAD, Demokrasi Sürecinde Türkıye (1945-1980), İstanbul, Hil Yayınları, 1992, s.13.

Bu dönemdeki uygulamalar sonucunda Türkiye için çok partili düzenin hala söz konusu olmadığı belirtilmektedir. Çünkü iktidarın baskıcı tutumu sonucunda 
sağsız ve solsuz bir demokrasi yürürlükteydi.
"Ispat Hakkı" konusunda baş gösteren ve giderek derinleşen anlaşmazlık dolayısıyla DP'den ayrılanların 1955 sonlarında Hürriyet Partisini Kurmalan ve 
muhalefetin şiddetini artırması, DP ileri gelenlerinin basına, muhalefete  ve Üniversite çevrelerine sert eleştiriler yöneltmelerine yol açıyordu.
Ocak 1956'da Bunların İktidara cephe aldıklarını belirtti ve konuşmasına" istersek bugün canlarına ot tıkayabiliriz " cümlesiyle son verdi.36
1956 Düzenlemesi: Bununla birlikte 1954'teki değişikliği yeterli görmeyen DP Hükümeti 1956'da yeni sınırlamalar getimiş iki yasa daha çıkarmıştır. 
Bu yasalardan Birincisi; " Yayın Yoluyla ve Radyo ile işlenen Suçlar Kanunu" na yeni maddeler eklenmesi, İkincisi ise Basın Kanunu'nda bazı değişiklikler 
yapılmasıdır. 1956 yılında DP Meclis grubuna getirilen Basın Kanunu'na ilişkin tasarı gazeteciliği ve gazeteleri. Gazete haberlerini, yorumlan sınırlayan 
bununla birlikte yanıt ve düzeltme haklarını genişleten yeni hükümler getiriyor du. Tasarıyı hazırlayan Adalet Bakanı Avni Köktürk " eldeki kanunun ihtiyaçlara 
cevap vermekten uzak bulunduğunu, tatbikatta şeref ve haysiyetlerin her vesile ile ayaklar altına alındığını gösterdiğini" açıklamış ve getirilen kısıtlamaları 
belirtmişti. Bakan bu açıklamaları bir kısıtlama olarak görmüyor, aksine bundan sonra uydurma haberler yerine kaliteli ve gerçeğe uygun yayımlar yapılacağını 
düşünüyordu. 1950 Basın Kanunu'nun iyi incelenmeden aceleye geldiği belirtilmişti. Bu düzenlemeyle, yazı işleri müdürleri ve muhabirlerin 
" Sorumluluğun anlamını bile bilmeleri " için lise mezunu olmaları koşulu getirilmiş, 30.
Maddede yer alan yasak yayımların sınırı biraz daha, genişletilmiş, bu arada gizli olan yasaların yayımı yasaklanmış, bu yasağa Meclis grup müzakerelerinin 
yayını da eklenmişti. ' Bu yasaklamalar sırasında insanlar düşüncelerini basın yoluyla açıklayamayınca DP ile ilgili  Düşüncelerini broşürlere basarak 
dağıtma yoluna gitmişlerdi. Menderes bu durum karşısında ne yapılacağını bilemiyor sıklıkla " bunlara nasıl cevap verilir ve tekzip edilir? " 
sorusunu soruyordu.

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 2

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 2


1. LİBERAL EĞİLİMLER.,

    DP dönemi liberal eğilimler açısından incelendiğinde., özellikle 1950' lerin ilk yarısı ' Beyaz devrim' olarak değerlendirilmişti.10  
Basın özgürlüğünü sağlayacağını vaad etmesi nedeniyle DP'nin, Tek Parti Döneminde sürekli baskı altında yaşayan basından geniş destek gördüğünü 
daha önce belirtmiştik. Hatta bu destek o kadar yoğun olmuştur ki seçim sonrası Demokratlar her gördükleri gazeteciyi " Siz çalıştınız, Siz kazandınız, Sizin
Eserinizdir bu bayramı " diye iltifata boğmuşlardı .11 

   Bu dönemde, özellikle 1952'ye kadar, başlıca gazeteler (Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, Akşam, Tasvir, Yeni Sabah, Yeni İstanbul , Gece Postası, bazen Vatan )
DP'yi desteklediler. 
1952'den sonra ise desteklerini çektiler. Ulus ve Halkçı CHP'nin, Zafer DP'nin, Kudret,  Millet Partisi'nin yayın organı olduğu için tavırlarında önemli
bir değişme olmamıştır. 
Demokrat Parti büyük iddialarla 1950 seçimlerini kazanmasının ardından hazırladığı  1. Hükümet (22 Mayıs 1950-9 Mart 1951) programında basınla ilgili
düzenlemelere geniş yer verilmiştir. 
Programda ..... mesela matbuat ve ceza kanunları, memurin muhakemat kanunu gibi belli başlı antidemokratik hükümleri ihtiva eden kanunları ve mevzuatımız içeriğine de yer yer tesadüf olunan buna mümasil hükümleri demokrasi ruhuna uygun tadillerle huzurunuza getireceğiz.! ..12 
denmektedir. 
Fakat programda dikkat çeken bölüm şöyle devam etmektedir: .....  Biz bugünün şartları içinde aşırı sol cereyanları fikir ve vicdan hürriyeti mevzuunda 
mütala etmek gafletinde bulunmayacağız. Bugün aşırı sol cereyanlara mensup Olanların, mücerret bir fikir ve kanaat sahibi olmaktan ziyade 
Yıkıcı cereyanların aletleri olduklarına şüphemiz yoktur.

Fikir ve vicdan hürriyeti perdesi altında bütün hürriyetleri kan ve ateşle yok etmekten başka bir maksat gütmeyen bu ajanları adalet pençesine çarptırmak 
için icap eden . kıstasları vuzuh ve katiyetle tespit etmek zaruretine inanıyoruz. 
Ancak bu' suretledir ki, mizah ve siyasi tenkid kisvesi, altında ayakta tutunmak  istenilen ve hakikatta düpedüz aşırı sol cereyanların eseri olan neşriyatın 
tahribatından memleketi korumak kabil olabilecektir."13 
Görüldüğü gibi DP'nin liberal eğilimlerinin söz konusu olduğu dönemde de, iktidarda bulunma,un verdiği güvenle sınırlayıcı yönde bir program ortaya
konmuştur. Hükümetin kuruluşundan iki ay sonra da Basın Kanunu çıkarılmıştır.

...

3. Menderes Hükümeti'ninde hem Devlet Bakanı hem de basın ilişkileri sorurrilusu olan Mükerrem Sarol, Menderes'in basına özel bir önem verdiğini ve basının işlevini çok iyi kavradığını belirtmektedir. 
   Sarol bir keresinde Menderes'in kendisine " Basın, Çok canlı bir müessesedir, Asimilasyon gücü üstün olan bir kurumdur. İçine aldığı insanları,  kısa bir zamanda hazmeder, kendi bünyesine katar. Bir çok yakın dostlarımın çocukları, bir gün basın konusunu tartışırken babalarına ' Ben önce Gazeteciyim, 
sonra sizin oğlunuzum' demekten sakınmamışlar dır. Toplumun en güçlü müessesi sayılan aileyi de aştığına göre, basın dördüncü kuvvettir demek, onu 
biraz da hafife almaktır " dediğini belirtmektedir. 14 
Bu sözler Menderes'in daha sonraları basın üzerindeki sıkı denetiminin ve basından çekinmesinin nedenlerini de açıklamaktadır.

A. Liberal Yasal Düzenlemeler.,

DP iktidarı süresince basına yönelik liberal eğilimin somut göstergesi 5680 Sayılı Basın Kanunu ile 5953 Sayılı basın çalışanlarına yönelik kanun olmuştur.

a) 5680 Sayılı Basın Kanunu

14 Mayıs 1950 seçimleriyle CHP yerini DP'ye bırakmış, seçim sonuçlarıyla oluşan ortamda basın da yeni yasasına kavuşmuştu. Yeni hükümet, kuruluşundan çok
kısa bir süre sonra 21 Temmuz'da Cumhuriyet döneminin ilk basın yasası olan 1931 Matbuat Kanunu'nu ve değişiklikleril1i yürürlükten kaldınnıştı. 
Yeni Basın Kanunu'un bu kadar hızlı çıkmasının nedeni elbette, CHP'nin daha önce bu yönde yaptığı çalışmalardan yararlanılmasıdır. 
Yasa, 15 Temmuz 1950'de Meclis'te kabul edilerek 21 Temmuz'da yürürlüğe girmiştir.

5680 Sayılı Basın Kanunu, 1931 Matbuat Kanunu'nun hükümete tanıdığı geniş yetkileri kaldırmıştı. Artık gazete çıkarmak için izin almak gerekmiyordu; bildirimde bulunmak yeterliydi. Basın suçları Toplu Basın Mahkemeleri'nde yargılanacak ve.bu, basın için bir güvence niteliği taşıyacaktı. 
Gazete sahipleri, yayımlanan yazılardan dolayı ceza sorumluluğu taşımayacaklar dı. Buna karşılık yazı işleri müdürleri, yazarla birlikte sorumluluk ve hapis 
tehdidi altındaydı. Öte yandan 1931 Kanunu'ndaki 51. Madde " Demokratikleştirilerek " 31. Madde olarak alınmış ve yurt dışında basılan yayınların Bakanlar Kurulu kararıyla sansür edilmesi öngörülmüştü. 15

1950 yasasının getirdiği özgür ortam DP'nin iktidarının başlarında basın için oldukça memnunluk vericiydi. Hükümetle basın arasında yakın ilişkiler kurulmuş,
önceleri CHP'yi destekleyen gazeteciler de Menderes'le yakınlaşmış ve Hükümeti desteklemeye başlamışlardı. Bununla birlikte, DP-Basın ilişkileri ilk günlerden gerilmeye de başlamıştı. Bu dönemdeki gerilme nedenlerinden en önemlisi DP'nin dini, laikliğin karşısına alan tutumuydu. 
Ezanın yeniden Arapçaya döndürülmesini laikliğin gereği sayan DP'ye kendi listesinden milletvekili seçilen Nadir Nadi'nin "Atatürk Yasaları" ndan söz 
etmesi gerginliğin en önemli belirtilerindendir.16

 b) 5953 Sayılı Kanun

   13 Haziran 1952'de, gazetecilerin çalışma koşullarını düzenleyen 5953 Sayılı yasa getirilmiştir. " Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki 
Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun" adını taşıyan yasa, DP'li lerin basına verdiği o günkü önemi belirtmekteydi. Bu yasa 1954',de ve 1961'de geçirdiği iki 
değişiklik dışında bugün yürürlüktedir. Yasa dönemin çalışma koşullarımı göre reform sayılabilecek hükümler içermekteydi. 
O güne kadar hiçbir yasa kapsamında tanımlanmamış gazeteciyi dolaylı da olsa tanımlıyor, o güne kadar  yalnızca devlet memurlarına  tanınan yıllık ücretli izin
hakkını gazetecilere,de tanıyordu. Yasayla gazetecilerin işverenle, içinde işin türü, ücret miktarı, gazetecinin kıdemi gibi kayıtların yer aldığı bir yazılı 
sözleşme yapması zorunluluğu, sözleşmenin feshi halinde önceden bildirilmesi ve tazminat ödenmesi zorunluluğu, haftalık tatil hakkı, sendika kurma hakkı 
ve sosyal sigortalara tabi olma zorunluluğu getirildi.* 
Yasa gazetelerin dini bayramlarda yayımlanması konusunda bir yasak koyarak ortak tatil zamanı yaratmıştır.**

B. Basına Sağlanan Destekler

   DP'nin özgürleştirici iki yasa çıkarmasınırı yanısıra özellikle yandaşı olan basına maddi destekler sağlaması ve bir ayrıcalık varsa bunun tüm basın organları 
için geçerli olduğu savına dayandırması nedeniyle olumsuz yönde de olsa liberal eğilimler arasında değerlendirilmelidir. 
Bu tür destekler yandaş basını ödüllendirmek, muhalif basını da özendirmek için tüm DP iktida, süresince devam etmiştir. 
Destekler basın cezalarının uygulanması sırasında yandaş bısını gözetmekten, kredi, arsa sağlama, kat çıkmaya izin verme, resmi ilan verilmesi, kagıt tahsisi vb. yoluyla gerçekleşmiştir. .

   1954 seçimlerinden sonra Menderes, Sarol'a  basın Yayın ve Umum Müdürlüğü'nü ve Anadolu Ajansı'nı bağlamış ve şöyle demişti: "Gazeteci dostlarımız belalı sevgiliye benzerler, istekleri, ihtiyaçları, kaprisleri hiç tükenmez. İhtiyatlı ol kimseye angaje olma." 17 
Sarol'a basın sorumluLuğu verilirken zafer 'in yönetimini kollamaya çalışması özellikle belirtilmiştir.18 
Menderes'in destekle basını kendi yanında tutmasını anlamak ve gazetecilere yaklaşımını değerlendirmek açısından Enver Adakan'a söylediği şu sözler
önemlidir:" Hangi gazetelerden bahsediyorsunuz. 

Vatan mı? 

Ben yarın Yeni Sabah sahibi Safa ile Ankara Palas'ta bir yemek yiyelim, Ahmed Emin yazılarından derhal vazgeçer. 
Nadir Nadi mi?  Ben ona Şili gibi küçük bir sefaretten, hele. hele Viyana'dan bahsedeyim, ertesi gün Nadir benim istediğim gibi yazı yazar. 

Burhan Felek mi?  Bir kaç spor federasyon seyahat ı imkanına karşı mum olur. İçlerinde 20, 30 bin liralık paralara karşı kalemlerini satanlar da eksik olmaz." 19

* Sendika kurma hakkında uygulama açısından bugün bir geriye gidiş söz konusudur. İşveren gazeteciyi işe alırken Sendikaya girmeme dıırumunu göz 
önünde bulundurmaktadır.

** Ancak 1992 yılının kurban bayramında Sabah Gazetesi bu hükme uymayarak bir tartışma başlatmıştır.  Anayasa Mahkemesi söz konusu maddeyi 
Anayasa'ya uymadığı gerekçesiyle iptal etti. Karar 19 Mart 1993 Tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 
Bugün gazeteler dini bayramlar süresince de yayımlanmaktadır.

...

Resmi ilanların dağıtımı ise hem destek hem de baskı aracı olarak kullanılmıştır. Bu nedenle ilerde ayrı bir başlık altında değerlendirileceği için, 
burada kısaca değinmek yeterli olacaktır.

1951'de Resmi ilanların dağıtımının Bakanlığın takdirine bırakılması bu konudaki tartışmaların başlamasına neden olmuştur. İlan dağıtımının DP yanlısı 
basının lehine gerçekleşmesi muhalefeti kızdırmıştır. Aralık 1954'deki bütçe müzakereleri sırasında Sarol'un " Hangi Siyasi kanaatte olursa olsunlar, ilan almaya hak kazanmış  gazetelerin resmi ilanları kesilmemiştir " açıklaması komisyonca kabul görmekle birlikte CHP tarafından inandırıcı bulunmamıştır. Bu dönemde yeni radyo  istasyonlarının kurulması için bütçeden ayrılan 25 milyon liranın Çıkması için Sarol ve Menderes'in komisyona baskı yapması iktidar aracı olarak radyaya  yöneldiklerini göstermektedir.

1955 sonlarında Sarol Devlet Bakanı olarak başta Türk Sesi gazetesi olmak üzere yandaş gazetelere sağladığı yardımın açıklanması için kendi aleyhinde 
bir soru önergesi verdirmiş ve bunu Menderes'e şöyle açıklamıştır: 
" Siz her zaman kirlenen çamaşırları aleniyete getirip yıkamak lazımdır demez miydiniz? " 20

   Sarol'un sahibi olduğu Türk Sesi Gazetesi için Ankara Maarif Müdürlüğü aracılığıyla ilkokullara ve resmi idarelere abone kaydettirildiği bilinmektedir. Sarol savunmasında Ulus gazetesinin '' nefir-i amm '' yöntemiyle kırk-elli bin gazete abone ettirdiğini, kendi abone yöntemlerinin de bilgileri dışında 
gerçekleştiğini belirtmektedir.
Üstelik SamI'a göre devletin fikir ve sanata yer veren gazete ve dergileri himaye etmesi de normaldir.21 

Türk Sesi gazetesi resmi ilan alımı ve fazla kağıt alımı konusunda da suçlanmış tır *

* 1954 yılında kağıt ithalatında yaşanan sıkıntılara rağmen toplam 14.500.000 TL tutarındaki yardımın ilk kez bu kadar yüksek bir miktar olduğu bilinmekle 
birlikte, bu tutarın önemli bir bölümünün iktidar yanlısı gazetelere sağlandığı da meclis görüşmeleri sırasında CHP' lilerce iddia edilmiştir.

Gazeteler ancak İstanbul'dan topladıkları peşin satış parasıyla yaşadıklarından resmi ilan olmadan ayakta kalmaları olanaksızdı. 
CHP döneminde tirajı diğerlerinden az olduğu halde partinin sözcüsü Ulus hepsinden fazla ilan almaktaydı. CHP'nin desteğiyle
1947'de çıkan Tanin ve Memleket' e de yüksek ilan tahsisi yapılmıştır. DP iktidara gelince denge tümüyle tersine dönmüş, Ulus hiç ilan alamazken 
DP'nin destekçisi olan Zafer, Türk Sesi, Son Havadis, Son Posta gibi gazeteler çok ilan almaya başlamışlardı. 
Kağıt, makine, malzeme tahsisi de aynı durumdaydı. Milliyet de ilk çıkışında (1950) DP'yi desteklemeyi vaad ettiğinden büyük mali destek almıştır.22

...

Bugünkü Milliyet'in doğuşunu, Ali Naci Karacan-Menderes dostluğu sağlamıştır.
Milliyet kurulurken Karacan, Menderes'e Basın Dünyasında iktidan manen koruma, ülkeyi biran önce kalkındırmak için çaba harcayan DP'yi ve onun 
şahsında Menderes'i büyük bir içtenlik ve heyecanla destekleme  teminatı vermişti. Bunun karşılığında Menderes Milliyet'i kuruluş aşamasında maddi 
olarak desteklemiş, bu para makinelerin alımında ve binanın yapımında kullanılmıştır. 
Hatta binanın fazladan yapılan katının da yıkılması durdurulmuştur. 

  Sarol'a göre Menderes Milliyet'i " Nuh'un Gemisi"ne benzetiyordu. Karacan'ın o günkü tek arzusu ise , Gazetesiyle Menderes'e hizmet etmekti.
Ali Naci'nin ölümü ve Abdi İpekçi'nin Yönetime gelmesiyle Milliyet'in muhalefete geçmesi üzerine Menderes" her şey aklıma getirdi de Ali Naci'nin 
Gazetesinde yani manen bizim sayılacak Milliyet'in DP'nin karşısına geçeceği aklıma gelmezdi" demiştir.23

   DP'yi kuruluşundan itibaren destekleyen. Milliyet, A. İpekçi'nin attığı " İktidar Muhalefete İsnadlar da Bulundu"24 başlıklı haber üzerine gazete sahibi 
Ali Naci Karacan yakınlarına " Benim gazetem böyle bir şeyi nasıl koyar, ben şimdi Menderes'e ne diyeceğim " şeklinde yakınmıştır.25 
Milliyet tarafsızlığını, DP'nin 6/7 Eylül olaylarını bir sol provakasyon, bir " kominist oyunu" olarak değerlendirmesi üzerine bıraktı.
Yüzlerce sol eğilimli aydın,ın gözaltına alınıp tutuklanmasına yol açan bu olaylar sırasında Milliyet, DP'ye kuşı tavrını açıkça ortaya koydu. Bu olaydan sonra DP'nin içindeki bölünmeye ve 19 milletvekilinin Yönetime başkaldırmasına basında çıkan yazıların neden olduğu belirtilmektedir.26

DP'nin Devlet olanaklarını kendi propagandası için kullanmasının en iyi örneklerinden birini Güneş Matbaacılık Türk A.Ş. oluşturmaktadır. 1949, yılında Zeki Rıza Sporel ve arkadaşları tarafından kurulan Şirket aynı yılın Sonlarında iflas noktasına gelmişken, DP iktidarı ile birlikte Neşriyat Anonim Ortaklığı'yla 
birleşmiş, böylece şirketin kaderi değişmiştir. DP adına İş Bankasından yüksek miktarlarda kredi alınmış ve bu parayla parti adına hissedardan pay 
satın alınmıştır. Ayrıca Resmi İlanlar Limited Şirketi'nden ortaklığın çıkardığı Havadis Gazetesi aracılığıyla 3000 liralık pay alınmıştır. 
En büyük hisseye sahip olan DP bu Şirket aracılığıyla bankalardan borçlar almıştır.27    25 Mart 1959 tarihinden sonra da payların tamamı DP'nin olmuştur.

Ayrıca, Ahmed Emin Yalman'a düzenlenen suikast girişimi sonrasında Menderes 20 Aralık 1951 de basınla iyi ilişkiler kurmak amacıyla bütün önemli gazetelerin
temsilcileriyle ve Maliye, İşletmeler ve Bayındırlık Bakanlarının da bulunduğu bir toplantı düzenledi. Bu, iktidarla basın arasında'ki anlaşmazlıkları giderecek 
önemli bir adım olarak değerlendirildi. Daha sonra belirli aralıklarla süren bu toplantılar 1954'de ilişkiler gerginleşince sona erdi. Bu dönemde özellikle yandaş gazetecilerle yoğun görüşmeleri DP içinde " Memleketi gazeteciler mi yönetecek.? " Söylentilerine neden olmuştur.28

....

   1956-1957'de çıkan ve Necip Fazıl'ın sahibi olduğu Büyük Doğu dergisi'nin, Devlet Bakanı Abdullah" Aker'den" küçük menfaatlerini karşılamak 
üzere sızdırdığı yüz binlerin hesabı 1960'dan sonra Yüksek Adalet Divanı'nda sorulmuştur."29 
Basına sağlanan destekler çok daha geniş ve fazla olmakla birlikte parasal yardımlar genellikle örtülü ödenekten yapıldığı için bilinenler aysbergin 
görünür yanını oluşturmaktadır.

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 1

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 1



Nuran YILDIZ*
A.Ü. İletişim Fakültesi, Araştırma Görevlisi.

GİRİŞ 

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI. İKTİDAR BASIN İLİŞKİLERİ,

İktidar - Basın ilişkileri bağlamında her toplumda ve her dönemde yaşanan çeşitli sorunlar, basının dördüncü güç olarak kendini kabul ettirmeye 
başlamasıyla iktidarı elinde bulunduranların denetleme isteklerinin artmasına ve daha yoğun sorunlar yaşanmasına neden olmuştur. 
İktidar sahiplerinin, iktidarlarını sürdürmek ve meşruiyetlerini sağlamak için düşünce ve inançlarının kamuoyuna duyurarak, kamuoyunun desteğini 
sağlamaları yaşamsal niteliktedir. Bununla birlikte basının kamuoyu oluşturma ve yansıtma özgürlüğü hiçbir zaman sınırsız olmamış, bu özgürlüğün  sınırları düşünce ve inanç özgürlüğünün sınırlarıyla çizilmiştir. Siyasal iktidarların basının kamuoyunu oluşturma işlevinden yararlanabilmeleri için, basın özgürlüğünü sağlamak gibi bir görevi de yerine getirmeleri gerekmektedir. Bu görev ekonomik destek, siyasal baskılardan koruma ve kamusal görevleri yerine getirmede kolaylıklar sağlama v.b. şeklinde yerine getirilebilir.
20. yüzyılın ikinci yarısına kadar genellikle bir gazete bir politikacının ya da bir partinin aracıyken sonraları, daha fazla insan tarafından okunmak, daha fazla reklam almak gibi ekonomik gerekçelerle her ikisinden de (en azından görünüşte) bağımsızdır.
İktidar ve muhalefet ikilisi basının bu bağımsızlığını kendi çıkarları doğrultusunda sınırlamaya gittikleri gibi değişik dönemlerde bu sınırlamaları tam 
olarak olmasa bile kaldırmışlardır. 

    Basın ve iktidar ilişkilerinin Türkiye açısından hareketlenmesi ise 1946'da çok partili sisteme geçilmesiyle gerçekleşmiştir. 
1946-1950 dönemini bir geçiş dönemi olarak değerlendirirsek 14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP'nin iktidara gelmesinden 27 Mayıs 1960 askeri darbesine 
kadar geçen dönemde basın-iktidar ilişkileri ayrı bir önem taşımaktadır.

*Bu Makale Ocak 1996'da A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana bilim Dalı Doktora Proğramı'nda yer alan Türkiye'nin 
Siyasal Sorunları seminer ders i için hazırlanan aynı başlıklı çalışmanın gözden geçirilmiş yazımıdır.
** A.Ü. İletişim Fakültesi, Araştırma Görevlisi.

Bu çalışma DP'nin basma dönük liberal eğilimleri ve baskıcı eğilimleri olmak üzere iki bölüm halinde oluşturulmuştur. 
Ayrıca 1950 öncesi DP'nin muhalefet dönemi Giriş II'de kısaca özetlenmektedir.

GİRİŞ II

DP'NİN MUHALEFET DÖNEMİ;

1946- 1950 dönemi, DP'nin basına yaklaşımı açısından liberal olarak değerlendirilebilir. Bu döneme çalışmanın temel yapısının farkı nedeniyle özet olarak değinmek doğru olacaktır.

 1939'da Başlayan, önce bir aylık olarak düşünülen ama daha sonra üçer aylık uzatmalarla '' Kasım 1947'ye kadar " süren sıkıyönetim dönemlerinde Hükümet 
olağanüstü yetkilere sahip olmuştur. Bu dönemde Bakanlar Kurulu gerekli bulduğu gazeteyi gerekli gördüğü süreyle kapatmış, kararlar Basın Yayın Umum 
Müdürlüğü* tarafından gazetelere bildirilmişti. ** 
Hükümetin bu gücü yürürlükteki 1931 Matbuat Kanunu'nun gazete kapatma yetkisini hükümete veren 50. Maddesinden kaynaklanıyordu.

    1946'ya kadar geçen süre içinde iktidar, basının demokratik düzen, çok partili yönetim isteklerinin karşısına yasaklarla Çıkmıştı, Muhalif basına uygulanan 
baskılar yalnızca yasal sınırlarda kalmamış, iktidar yanlılarının saldırgan tavırlanyla da kendini göstermiştir. 
4 Aralık 1945'de Tan olayı yaşandı. Sertellere ait olan ve SSCB yanlısı tutum izleyen Tan Gazetesi 10 bini aşkm genç tarafindan basılarak tahrip edildi.

7 Ocak 1946'da DP'nin kurulmasıyla Türkiye için yeni bir dönem başladı*** 

DP, CHP iktidarının Özellikle de  Sıkıyönetim altında da yoğun baskıcı döneminde hızla  örgütlenmiştir. DP'nin kısa sürede güçlenmesini, örgütlenme 
yeteneğine ya da birikmiş toplumsal muhalefete dayandırmanın ötesinde daha önce yaşanan başarısız bir '' Çok Partili yaşam'' deneyiminin bulunmasıyla 
ilişkilendirmek gerekmektedir. 
İnönü, DP'yi hem çok partili sürecin temsilcisi, hem de en azından bir süre denetleyebileceği bir muhalefet partisi olarak desteklemiştir. 

* Basın Yayın Umurn Müdürlüğü 7 Haziran 1920 de " Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiye si " teşkilat kanunuyla kurulmuş, 22 Mayıs 1933'te 
Matbuat Umum Müdürlüğü adını almış, 16 Temmuz. 1943'de adı değiştirilerek '' Basın Yayın Umum Müdürlüğü '' olmuştur. 
Ayrıntılı bilgi için bkz. Murat GÜVENİR, 2. Dünya Savaşında Türk Basını, İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, No:31, 1991 .s.59-64 .

** Basının Denetimi bu müdürlüğün yanı sıra meslek kuruluşu olarak bugünkü Gazeteciler Cemiyeti'nin ilk biçimi olan Basın Birliği' yle de sağlanıyordu. 
Ayrıca parti üyesi gazeteciler için önlemler alınmaktaydı. Örneğin  1939'da CHP Niızam namesi' nin bir maddesi, Sahibi Partili olan , gazete ve dergilerin 
Parti görüşlerine, ters düşen yayınlar yapmasını yasaklamıştı .

*** Aynı gün yaptıkları basın toplantısında,  CHP ile DP arasındaki farkı soran gazetecilere Menderes DP için " Belki iki parmak daha sol'dur" yanıtını vermiştir. 
Karpat'a göre ise bu partinin " Biricik özel vasfı, Hükümete muhalif oluşu "dur. Ayrıntılıbilgi için bkz.
Kemal KARPAT, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul, 1967.

....

   DP Basın Özgürlüğünün en büyük savunucusu olmuştur* .

   Buna karşılık DP'nin iktidara gelmesinde basın önemli rol oynamış, DP'yi kurtarıcı olarak kamuoyuna sunmuştur. 
CHP, bu gelişmeler karşısında 1947'de yapılması gereken Genel seçimleri erkene alarak (21.7.1946), 
    DP'nin beklenmeyen yükselişinin önünü kesmeye çalışmıştır. 
Bu dönemde CHP de Basının desteğini sağlamak için seçim kararını açıklamadan önce, 1931 Matbuat Kanunu'nun 50. Maddesindeki gazete kapatma yetkisinin hükümete verilmesine ilişkin hükmün kaldırılması hakkındaki tasarılan Meclise getirmiş 13.6.1946'da bu tasarı kabul edilmiştir. 
Böylece gazete ve dergilerin hükümetler yerine mahkeme tarafından, Bir aydan iki yıla kadar kapatılması karara bağlanmıştır. 

    Bu tasarının görüşülmesi sırasında Menderes'in söylediği sözler, basına umut vermiştir: " Gazete ve Dergilerin kapatılabilmesi.  Basın hürriyeti için gayet 
ağır bir baskıdır. Çünkü bir gazetenin kısa bir zaman için dahi kapatılması, onun mahvına kadar gidebilir."1 

   Aynı Menderes kendi iktidarı döneminde bu düşüncesinden hareket ederek '' Kapatma " cezasına sıkça başvuracaktır. 14.6. 1946'da ise kabul edilen 
bir yasayla da basın suçları affedilmiştir. CHP tarafından Üniversiteler Kanunu'nun kabul edilerek, Üniversitelere özerklik sağlanması, Cemiyetler Kanunu'nda değişiklikler yapılarak " Sınıf esasına dayanan" Partilerin ve Sendikaların kurulması olanağının sağlanması,**  
Basının ve DP'nin muhalefetin yumuşatma  önlemleri arasındadır.

   Aynı dönemde Cemiyetler Kanunu'nun oluşturduğu ortamda kurulan dernekler, basın özgürlüğünü daha iyi korurlar gerekçesiyle Basın Birliği de kaldırıldı,2

İktidar bunların yanı sıra DP'nin şiddetli muhalefetine' yer veren gazeteler için soruşturmalar açtı, bazı gazeteciler tutuklandı***. 
Bu gazetecilerin duruşmaları büyük sansasyon yarattı ve basının DP yanında yer almasına haklılık kazandırdı. Gazeteciler hakkında beraat kararı verildi 
ancak CHP zor durumda kaldı.
   Demokrat Parti 1946 seçimleri sonrasında her gün bir il ya da ilçede miting ve toplantı yaparak basının dikkatini seçim kanunu üzerine çekmeyi başarmıştı. 
Basın yürürlükteki yasayla millete huzur ve güven veren bir seçim yapılamayacağını belirterek iktidarı kınamıştı .

* 1875-1964 yılları arasında Fransızlar tarafından yayımlanan İstanbul Gazetesinin DP ile ilgili değerlendirmeleri ilginçtir. 
Gazete DP'yi bir " Hoşnutsuzlar Partisi " olarak görüyor ve Parti'nin gücünü politik hakların elde edilmesi için Önderlik etmekten aldığını belirtiyordu. 
İstanbul'a göre DP bu niteliğini yitirdiği zaman güç durumda kalacaktı. 
DP'nin iktidar olmasından sonra ise DP ile ilgili olarak hiçbir yazı yayımlamadı. Bunun nedeni ise gazetenin Fransız'çıkarlarını temsil etmesi, DP'nin ise
ABD'ye yakın olmasıydı. Ayrıntılı bilgi için bkz. Korkmaz ALEMDAR, İstanbul (1875-1964), Ankara, AİTİA Yay.,1980, s.181-190.

** Değişiklik Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi'nin kurulmasına yol açtı. .

*** Yeni Asır ve Demokrat İzmir gazetelerinden Adnan Düvenci, Mithat Perin, Şevket Bilgin, Adnan Bilget.
...

Seçim ortamında, CHP ve DP tartışmalarında hasının önemli bir yer tuttuğunu, bu tartışmalarda taraf olarak yerini aldığını, DP'yi destekleyici yazılar 
yayımladığını görmekteyiz. İktidarın yayın organlarından olan Ulus gazetesinin başyazarı F.R. Atay şöyle yazmıştı: " DP, bir Siyasi parti olmaktan çıkmıştır. 
Bu bir yıkıcılar ve intikamcılar hareketidir."3

    CHP'nin 21 Temmuz 1946 seçimlerini kazanmasının ardından Recep Peker'in başbakanlığında kurulan hükümetin programında ", .. 
Bir taraftan vatandaşları din telakkisinde, vicdan kanatların da, düşündüklerini söyleyip yazmakta, ...Tam Serbest bırakan ve öte yandan memleketin asayişini
 Büyük  Millet Meclisi'nin. otoritesini, vatandaşların, zümrelerin ve siyasi partilerin şeref ve haysiyetlerini masun tutan zihniyet, hükümetimize esas olacaktır .... 
   Şurasını da bir dikkat noktası olarak arz etmek isteriz ki, hadiselerin ehemmiyetini ölçmekte vehimlere kapılarak günün işini kolaylaştırır görünen
fakat ilerisi için zararlı tepkilere yol açan Lüzumsuz seri tedbirlere başvurmaktan dikkatle kaçınacağız"4  ifadesi yer almakta, Gazete sütunlarından " Süzülecek temiz istekleri " yerine getirmek için özel bir dikkat sarf edileceği  açıklanmakta dır. 
   Bununla birlikte, seçimlerden yalnızca Üç gün sonra (24 Temmuz) Hükümet, Seçim sonuçları hakkında vatandaşları şüpheye düşürücü ve memleketin 
huzurunu sarsıcı her türlü neşriyatı yasakladı. 
Ertesi gün, Celal Bayar'ın "İşte ben iddia ediyorum, Hattaa İtham ediyorum; seçim işlerine fesat karıştırılmıştır. Seçimler Memleketin. Hakiki iradesini  
göstermekten uzaktır " şeklindeki sözlerini yayımlayan Yeni Sabah ve Gerçek gazeteleri kapatıldı; Aynı demeci aktaran Tanin'e dokunulmadı. 
Çünki Tanin iktidar yanlısı bir gazeteydi. İzmir'de ise " Hayır! Biz bunları seçmedik " diye başlık atan İzmir ve İleri Demokrasi Gazeteleri " Seçimi
İhlal ", " Halkı, İsyana teşvik " suçlarını işledikleri ileri sürülerek mahkemeye verildiler.5

   İktidarın basın üzerindeki bu baskıcı tutumu Muhalif yayımları önlemek yerine artırdı. 16 Aralık 1946'da Sıkıyönetim Komutanlığı, Cemiyetler Kanunu'ndaki 
değişikliğe dayanarak kurulan kimi partilerle onları destekleyen gazete ve dergileri kapattı..

19 Nisan 1947'de, Menderes'in İzmir'de yaptığı konuşma " Meclis'in manevi şahsiyetine hakaret ve meşruluğunu şüpheye düşürücü unsurlar bulunduğu " 
gerekçesiyle Ulus'ta yayımlanmamış, konuşmayı yayımlayan Kuvvet, Tasvir, Demokrasi, Yeni Asır, Demokrat İzmir gazetelerinden 8 Gazeteci Mahkemeye 
verilmişti. 
Bu Gazetecilerden biri olan Ağaoğlu, Menderes'ten mahkemeye gelmesini istemiş ve savunması sırasında Menderes'i göstererek" Işte, konuşan o, 
konuşmayı yayımlayan ben.
Şayet ortada suç varsa, Suçlu serbest, ama o suça sebep olan konuşmayı havadis diye veren gazeteci hapis. Konuşmayı yapan serbest ise, ortada suç yok  demektir"6 şeklinde savunma yapmıştır. 

   Ağaoğlu aynı olayla ilgili bir başka noktaya da dikkat çekerek her zaman suç unsuru yazılar yayımlamaktan çekinmeyen Ulus'un bu konuşmayı "suç
unsuru bulunduğu" gerekçesiyle yayımlamamasının, sonuçları önceden bildiğini ve böylece iktidarla Ulus arasındaki gizli ilişkileri gözler önüne serdiğini 
belirtmektedir.

   Daha sonia iktidara gelen Hasan Saka Hükümeti, ilk hükümet programında (10 Eylül 1947 - 10 Haziran 1948) " fikir ve kanaat hürriyetine hürmet 
göstermekte ne derece titiz davranacak " olsalar da yasaların yasak ettiği aşırı sağcı ve solcu tahrik ve oluşumlara karşı çok uyanık ve tedbirli olacaklarının 
üzerinde özellikle durmaktadır. 2. Saka Hükümeti (10 Haziran 1948-16 Ocak 1949) programında Basın Kanunu'nun değiştirilmesine yönelik bir istek belirtilerek "...
bir taraftan Anayasamızın sağladığı hürriyetlerin sınırı içinde en geniş tenkid hakkını tanıyan,fakat diğer taraftan, en medeni memleketlerde olduğu kadar 
ferdin şeref ve haysiyetini koruyan bir şekle koymanın lüzumuna inanmış bulunuyoruz,,7 denmektedir. 

  Bununla birlikte Basın Kanunun da değişiklik yapılamamıştır. Programın devamında konumuz açısından dikkat çeken bir nokta da " Rejime zarar verecek 
propaganda ve tahrikat la müessir şekilde mücadele etmek azmindeyiz" cümlesidir.

Şemsettin Günaltay Hükümeti ise (16 Ocak 1949-22 Mayıs 1950) 2. Saka Hükümeti'ne atıf yaparak kendilerinin de Basın Kanunu'nu önemle ele alacaklarını, basın özgürlüğünü azami derecede güvence altına alarak aynı zamanda da vatandaş şeref ve haysiyetini kıskançlıkla koruyan, Batı demokrasilerinin mevzuatını örnek alacaklarını belirtmiştir. Böylece yoğun basın muhalefetine hoş görünme çabası içine girmişlerdir.

   Bu dönemde gazeteler, Menderes'i geleceğin lideri olarak gördükleri için ona ait haberleri büyük manşetlerle ve genellikle birinci sayfadan veriyorlardı. 
DP'nin basınla iyi ilişkiler kurmasının nedenleri kendi politikalarından daha çok CHP'nin baskıcı yönetiminden kaynaklanmaktaydı. 
   Çünkü basın, DP'yi özgürlükçü bir ortamı sağlayacağı gerekçesiyle destekliyordu. DP iktidarında bu gerekçe gerçekleştirilmeyince basın DP'nin
karşısına geçti. Muhalefet döneminde Hüseyin Cahit Yalçın'a duyulan güven, Ahmed Emin Yalman ve ölümüne kadar Ali Naci Karacan'la kurulan dostluk 
basın ve seçim kanunlarına destek çatısı alunda gelişmiş ve DP'nin iktidarıyla da sona ermiştir. 
Hatta Sarol'a göre Menderes Yalman'ın kişiliğinde bütün basını özdeşleştirmiştir. Belki de bu nedenle Menderes'in basına baskısının artması, Yalman'ın Muhalefete geçmesiyle şiddetlenmiş olabilir.

1946-1950 döneminde Türkiye'de birikmiş bir toplumsal-siyasal muhalefetin varlığı, Demokrasiye geçiş sürecinin sancıları, muhalif basının çıkışları 
DP tarafından iyi değerlendirilmiştir.

* Kapatılan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ile Türkiye Sosyalist Partisi'nin Sendika, Ses, Nor Or, Gün, Yıgın ve Dost Gazete ve dergileri ve bunların matbaaları kapatılmış, siyasi hukuki nizamı bozma yolunda propaganda yapan Yarın gazetesi ve matbaası dörı ay için kapatılmış,   İrticai yayınlar yaptığı gerekçesiyle Büyük Dogu Dergisi ve matbaası dört ay için kapatılmıştır. Bkz. a.g.e., s. 209 .
* Bu Gazeteciler Şevket Bitgin, Adnan Düvenci, Mithat Perin, Atıf Sakar, Salih Gürhan, Fuat Arna, Adnan Bilgetin ve Samet Ağaoğlu'dur. 
Ayrıntılı bilgi için bkz. Samet AĞAOGLU, Siyasi Günlük, (haz.) Cemil Koçak, İstanbul, İletişim Yayınları, 1992, s.422-428.

....

DP'nin bütün muhalefet döneminde kullandığı başlıca ideolojik araç " Demokrasi " sözcüğü olmuştur.9
Basının iki önemli işlevi olan ' Muhalefet etme ' ve ' Bilgilendirme ', DP Politikalarına uygun bir zemin yaratırken aynı işlevler 1950 sonrasında DP'nin karşısına mutlaka yok edilmesi gereken birer engel olarak çıkmıştır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

9 Ocak 2019 Çarşamba

6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955 BÖLÜM 7

6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955  BÖLÜM 7


Bir Trajediye İktidar ve Muhalefet Cephesinden Bakışlar: 


20 Gazeteci - yazar Orhan Karaveli’nin anılarında dikkat çekici bazı ifadeler yer almaktadır. Karaveli, Kıbrıs’ta olayların şiddetlendiği günlerde “Türk Mukavemet 
Teşkilatı”ndan iki gençle tanıştırıldığını ve kendisinin onlara “… Hep Rumların 
haberini geçmekten yoruldum. Sizler niye bir şeyler yapmıyorsunuz Milliyet’te 
haber olacak?... Örneğin bir “bomba” patlatın da gazetede manşet olsun diye üstelediğini ve üzerinden çok geçmeden bu gençlerin General Motors Otomobil acentasına bir bomba yerleştirdiklerinden bahsetmektedir, Karaveli her ne kadar kendisinin haber bombası olduğunda ısrar etse de ortamın hassas olduğu dönemde bunu masumane bir gazetecilik hırsı ile sınırlı görmek güçtür. Bu olay Selanik’teki bombalama hadisesindeki mantığı izah etme bakımından da bazı ipuçlarını sunmaktadır ( 2006: 80-81). 

21 Nathalie Stoyanof diğer kaynaklardan farklı olarak hem İstanbul Ekspres’in hem de Hürriyet’in ikinci baskı yaptığından söz eder (6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar – Hatıralar, 2010: 268). Bunun dışında İstanbul Ekspres’in sahibi ve yazı işleri müdürü o güne ilişkin şu bilgileri vermektedirler. 

İstanbul Ekspres Yazı İşleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu: “… haberleri ya radyodan ya da Anadolu Ajansı’ndan alıyorduk. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin hasara uğradığına ilişkin haber her iki kaynaktan da geldi. O dönemde akşam gazeteleri önemli olayları ikinci baskı ile duyururlardı. Ben de gazetenin sahibi Mithat Perin’e sormadan ikinci baskı yapmamıza karar verdim. Saat 14: 30 sularında aradığımız Atina elçiliğimizdeki bir ataşeden de olayı doğrulattık. Haberi sekiz sütunun üzerinden “Atatürk’ün evi bomba ile hasara uğradı” diye verdim. Hakkımda üretilen asılsız haberde güya “Atatürk’ün evi bombalandı” diye manşet attığım yazılıyor hala. Attığımız manşetin altında Yunan hükümetinin, “Bizim bu olaylarla hiçbir ilgimiz yok” resmi tebliğini de koymuştum. Normalde 8-9 bin arası baskı yapıyorduk ama bu olağanüstü durum karşısında tüm teknik şartları da zorlayarak, eski Tan matbaasının rotatiflerini 16.30 gibi döndürmeye başladık ve saat 20.00’ye kadar 20 bin gazete bastık. O saatte müvezzilere teslim edebildik. Bu olay da ne yazık ki çarpıtılmıştır 
günümüzde ve bizim 300 bin gazeteye basıp dağıttığımız yazılıyor hala. 
Bu rakamın yanına yaklaşabilecek bir baskıyı kimse yapamazdı o günlerde. Bugün bile o kadar kısa sürede bu rakama ulaşabilecek teknolojiye sahip değildir çoğu yer. Bu hesabın tutmadığını gören bazı kötü niyetliler de, “iki gün önceden basmaya başladılar gazetesini” palavrasını attılar. O dönemde gazetemizi basacağımız kâğıdı peşin para yatırarak alabiliyordunuz. Biz dediğim sayıda bastığımız gazetenin kâğıdının parasını güç bela denkleştirmiştik (6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar – Hatıralar, 2010: 282-283). Mithat Perin: “… Gökşin Sipahioğlu, bana telefon açtı. Böyle böyle bir haber var dedi. İkinci baskı yapalım dedi. Yapmayalım dedim. Hava da kötü, elde kalıyor dedim. Peki dedim. Biraz sonra bayii telefon açtı. Gazetelerin parasını peşin vereceğim dedi… Matbaaya girdiğimde 180 bin basılmıştı bile. Haberim yok. Kâğıt nereden buldunuz dedim. Bulduk dediler. Kâğıdımız çok kısıtlıydı. Anormal 
bir şey olduğunu anladım. Gittim prototipte kâğıdı kestim. Ne yapıyorsunuz dediler. Kâğıdı kestim ama kalıpları kesmek aklıma gelmedi. Bundan sonra basmayın dedim. Peki dediler. Ben oradan çıktıktan sonra yine bağlamışlar kâğıdı (6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar – Hatıralar, 2010: 316).

22 5 Eylül’de toplanan Kıbrıs Türktür Derneği Yönetim Kurulu’nda ortaya konan bilgilere göre, derneğin Türkiye’de kırk beş şubesi bulunuyordu. O günkü toplantıda alınan ilginç karar ise Kıbrıs Türktür sloganını bir marş haline getirilmesinin görüşülüp benimsenmiştir (Birgit, 2012: 194). 

23 Birgit, beyannamenin nasıl oluşturulduğunu şu sözlerle anlatır: “…Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkanı Hüsamettin Öztürk telefon etti ve Kıbrıs Türktür Derneği olarak bir bildiri hazırlamamız için federasyonda toplanılacağını söyledi. Bildiriyi ben kaleme aldım. Olayı anlatan, çirkinliğini öne çıkartan bildiride vatandaşlardan sakin olmaları, tahrike kapılmamaları ama saflarını da sıklaştırmaları isteniliyordu. Akşam saatlerinde kentin çeşitli yerlerinden küçük gösteri gruplarının “Kıbrıs Türktür” sloganlarını söyleyerek ellerinde Türk bayraklarıyla toplandıkları haberleri gelmeye başladı (195-196). 

24 Bir kaynakta Menderes’in başlangıçta Kıbrıs için bir dizi protesto eylemleri düzenlenmesine sıcak baktığı hatta Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ni bu amaçla himaye ettiği söylenmektedir (Demir, 2007: 59-60). 

25 Olayın zamanlamasının manidar olduğuna ilişkin şu bilgi yer almaktadır: “... Olayların gerçekleşme zamanı dikkat çekicidir. Bir yanda Londra’da Kıbrıs görüşmeleri devam ederken, diğer tarafta dünya medyası İstanbul’dadır. Dünyanın ve Cumhurbaşkanı Bayar, Başvekil Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik ile Emniyet Genel Müdürü Ethem Yetkiner’in İstanbul’da bulunduğu bir anda olaylar meydana geldi” (Demir, 2007: 59-60).

26 Olaylardan bir süre önce gayri Müslimlere ait ev ve işyerlerinin fişlendikleri ileri sürülmüştür. Buna göre olayların başlamasından birkaç hafta önce ilgili mahallelerin muhtarlarından ev ve işyerlerinin adresleri istenmişti. Fransız Konsolosluğu’nun bir raporuna göre, daha 2. Dünya Savaşı sırasında, özel bir birlik tarafından herhangi bir çatışma durumunda daha kolay “nötralize” edilmelerini sağlamak amacıyla gayrimüslim azınlıkların adresleri kaydedilmişti. Raporda ayaklanmalar sırasında bu bilgilerin kullanılmış olması olasılığına da yer veriliyordu. Ayaklanmalardan kısa bir süre önce gece bekçileri bazı sakinlerden duvarlardaki ev ve işyeri numaralarını belirginleştirmelerini istedi. Yine gayrimüslimlere ait bazı ev ve işyerleri ise, bir haç figürü, GMR ( Gayri Müslim Rum) gibi kısaltmalar ya da “Türk değil”, “Türk” gibi tanımlamalarla işaretlendi (aktaran Güven, 2005: 16).

27 Türklerin olaylar esnasında azınlıkları korumaya çalıştığı vakalar olduğu kadar, komşu veya tanıdıkları gayrimüslimlerin oturdukları yerleri göstererek saldırganların işini kolaylaştırdıkları da olmuştur (aktaran Güven, 2005: 24). 

28 Emniyetin pasif tutumuna karşın ordu sayesinde de daha kötü hadiselerin yaşanmasının önüne geçildiği ifade edilmiştir (Aydemir, 2000: 184-185; Bağcı, 1990: 11).

29 Benzer yöndeki bilgi bir başka kaynakta şu şekilde ortaya konmaktadır: “Emniyet memurları iki haftadan beri herhangi bir hadiseyi önlemek tedbiri aldıkları halde hadise vukuunda nasıl hareket edeceklerini neler yapabileceklerine silah kullanıp kullanmayacaklarına dair emir almadıklarından şaşırıp kaldıklarını anlatıyorlarmış. Hatta bir kısım emniyet mensupları da müzaheret gösterir durum almışlar ve “şunu yapın bunu yapmayın” gibi konuşmalar yapmışlar. Halka adeta yardımcı olmuşlardır” (6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar-Belgeler Arşivi, 2005: 292).

30 Olaylara duyarsız kalma olarak nitelenen bu hareket, olayların kendi tertibi olmaları ile izah edilmiştir (Dinamo, 1971: 35).

31 Görüldüğü gibi Ankara ilk tebliğde yer almamaktadır. 

32 Olaylardaki zarara ilişkin olarak farklı rakamlar telaffuz edilmesi nedeniyle burada yanıltıcı olmamak için özellikle rakam verilmemiştir. Konuya ilişkin zarar tabloları görmek için bkn: Demirer’den aktaran Ceylan, 1996: 101; Dosdoğru, 1993: 100; Güzel: 1997: 163).

33 O gece yaşanan trajediye ilişkin kişisel hikâyeler için bakınız 6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar-Hatıralar, 2010.

34 Yalçın yazısının devamında ise, böylesi bir ortamda komünistliğin rahatlıkla gelişebileceğine işaret etmiş ve bu kitlenin patlamaya hazır bomba gibi durdukça komünistlerin elinde de daima koz olacağını vurgulamış, bu sorunun reçetesi olarak da zenginliğe karşı olan şikâyetleri hafifletmek (anormal gelişme ve servet birikimi) olduğunu belirtmiştir (“En Tehlikeli Cephe”, Ayın Tarihi, 14 Eylül 1955: 98). Bu noktada şunu ifade etmek gerekir Yalçın’da da döneme hâkim olan “komünist” algısı ziyadesiyle içselleştirilmiştir. Yazar, DP’nin yürüttüğü “başarısız” ekonomik politikaların “istenmeyen unsurların” yani komünizmin destek bulmasına yol açması endişesiyle yazısını kaleme almıştır. 

35 Bu noktada şu da ilginç bir ayrıntıdır. Toker anılarında hükümetin emniyet güçlerini müdahale etme hususunda olayın ilk zamanlarında harekete geçirmediği bilgisini yineler ve göstericilerin tepkisinin “DP politikalarının eleştirisine” döndüğünde tedbir alınması yoluna gidildiğini ileri sürer (144-145). Bu yorum yukarıda da sözünü ettiğimiz emniyet güçlerinin hareketlerine ilişkin soru işaretlerine bir cevap olabilmesi açısından önem taşımaktadır. 

36 DP döneminde başlatılan komünist toplamaları için bakınız Eroğul, 1998: 106. 

37 Hasan İzzettin Dinamo, Kemal Tahir’in eşi Semiha’nın DP organı olan Son Havadis’te fıkra yazarlığı yapan Vala Nurettin’den getirdiği sıkıyönetim komutanı Nurettin Aknoz’un Harbiye’de tutuklu bulunan elli iki kişiye ne yapacakları yönündeki soruya “ İstanbul’u yıktıran o heriflerdir. Hepsine müstahak oldukları cezayı verdireceğim. On onbeşini sallandıracağım geri kalanını da yirmişer, otuzar yılla zindanda çürüteceğim” cevabını verdiği haberinin, Harbiye zindanlarında buz gibi estiğini ifade etmektedir (38). Hulusi Dosdoğru da o dönemlerde morallerini çok bozan ve hapisten kurtulamayacakları düşüncesine yol açan olayların başında dışarıdan gelen yakalanan çapulculara kendilerini kışkırtanın komünistler olduğu yönünde Nurettin Aknoz Paşanın baskı yaptığı ve olayların “esas” kışkırtıcılarının kahvelerde, meyhanelerde, çarşılarda, pazarlarda bu işlerin komünistlerin başının altından çıktığı yalanına çevrelerini inandırmaya çalıştıkları haberlerinin geldiğini anlatmaktadır (49-50). 

38 8 Eylül 1955 tarihli Cumhuriyet’te, “Kıbrıs İçin” başlıklı yazıda; hükümetin Kıbrıs davasında başarılı olmak üzere olduğu bir anda çıkan hadiselerde komünist parmağı olduğu belirtilmekte, bu tahrikçi grupların halkın hislerini istismar ederek, gösterileri başka yollara sürükledikleri ifade edilmektedir. Tahrikçileri yabancı menfaatlere hizmet eden kimseler olarak niteleyen yazar, bu kimselerin amaçlarını da Türk milli menfaatlerine kastetmek, Türkiye’yi dış ülkeler önünde zor durumda ve yalnız bırakmak olarak işaret etmektedir (Ayın Tarihi, 187). “Efendiliğimize Yakışmayan Hareketler” başlıklı, 9 Eylül 1955 tarihli Tercüman’da, gençliğin gösterileri bardağı taşıran son damla olarak haklı bir infiali şeklinde ele alınmakta, gelişen diğer olayları ise, haklı bir infialin içine vatanperverlik hislerini istismar eden ve bir kısım halk tabakasının bilgisizliğinden ve şuursuzluğundan istifade edilerek evvelden hazırlanmış 
ve milli menfaatlerine kasteden gizli bir tertibin karışması olarak görmektedir 
(Ayın Tarihi, 84-85). 11 Eylül 1955 tarihli Milliyet’te çıkan “Türk Milletinin 6 Eylül Vakasıyla Alakası Yoktur” başlıklı yazıda, olaylar “haklı bir protestonun kızılla” tarafından istismarı olarak ele alınmaktadır (Ayın Tarihi, 87). Aynı gün Milliyet’te çıkan bir başka yazıda da olaylar aynı şekillerde tanımlanmakta, komünizmin bu olayda parmağı olduğunun ispatı olarak ferdi mülkiyete, sermayeye ve mabetlere olan hınçlar ispat gösterilmektedir. Yazıda ayrıca hükümete ilham olacak şekilde solculuk “habis”inden kurtulmanın yolu olarak bir “ava” girişilmesi önerilmektedir (Milliyet, “Bugün değilse, hiçbir gün”, Ayın Tarihi, 11 Eylül 1955 : 89). Zafer’de yayınlanan 13 Eylül 1955 tarihli “Dünkü Tarihi Celse” başlıklı yazıda, Başbakanın olayları komünist tahriki olarak nitelediğine ve “usta” düşmanların bu kadar başarılı olmasını ise zeminin tahrike uygun olması olarak izah ettiğine dikkat çekilmektedir (Zafer, 13 Eylül 1955). Hüseyin Cahit Yalçın da aynı gün Ulus’ta, “Başlayan Tahkikat” başlık yazısında olaylar hükümetin açıklamasıyla ve diğer gazetelerle örtüşür biçimde verilmekte, hükümet açıklamalarından biraz daha keskin biçimde emniyet güçlerinin azimli davranmamalarının olayları bu raddeye getirdiğini ifade etmektedir. 
Kafasında soru işareti bırakan durumu ise “istenen” durumlarda müdahalele
rinde başarılı olduğunun deneyimlerle sabit olduğunu belirten Yalçın, bu olaylarda etkisiz kalmasının mutlaka açıklanması gerektiğini ifade etmektedir (Ulus, 13 Eylül 1955). Yalçın’ın sorularına cevap, Yeni İstanbul’un 14 Eylül 1955 tarihinde yayınladığı “Fevkalade Toplantıdaki Konuşmalar” başlıklı yazı ile gelmiştir. Yazıda Başbakan Menderes’in emniyet güçlerinin karşısındaki kitlenin mahiyeti hakkında (haklı bir hareket mi karşısındayız) tereddüde düştüğünü bu nedenle hareketsiz kaldıklarını ifade ettiği aktarılmaktadır (Ayın Tarihi, 95-96). Aynı gün Hürriyet’te Şükrü Kaya tarafından kaleme alınan “Türk Polis ve Zabıtası “ başlıklı yazısında da Başvekilin zabıta ve emniyet güçleri ellerinden geleni yaptılar ifadesinin yüreklere su serptiği yorumu yapılmaktadır (Ayın Tarihi, 96) 29 Eylül 1955 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan Doğan Nadi imzalı “Türk umumi efkârı uyanık olmalıdır” başlıklı yazıda da, yerinde ve haklı bir mitingin maksatlı unsurların fırsat bulmaları ile gölgelendiğini ve asıl gayenin dışına çıkıldığını ifade edilmektedir. Bu olayda saf vatandaşların kötü yollara sürüklendiğini ifade eden Nadi, ekalliyet düşmanlığı yaratmanın bu memlekete yapılacak en kötü şey olduğunu vurgulamakta, bu tarz düşünenlere karşı halkın uyanık olması gerektiğini ifade etmektedir. Asrın temposuna ayak uydurmuş, Türkiye’nin önüne geçmek isteyenlere bunda menfaati olanlara karşı Türk gençliğinin 
yayılma ve yaşama hakkı tanımaması gerektiğini ifade etmektedir(Ayın Tarihi, 105).

39 Sıkıyönetimin basına ilişkin aldığı diğer tedbirler şunlardır: Basın “ağırbaşlı” olduğu müddetçe sansür ya da kapatma gibi sınırlamalara gidilmeyecekti. Gazeteler günde bir defa çıkacak, ilave baskı ve ilanlar yapmayacaklardı. Nato devletleri ve sıkıyönetim ile ilgili yayın yasaktı. Basınca dağıtımına imkân bulunmayan “işitme, tahayyül etme, hissetmeye” dayanan yayınların sıkıyönetimin yayınlarına temas ettiği takdirde sorumluların o günün şartlarına göre kanuni işleme tabi tutulacaklardı (Ayın Tarihi, No: 262: 15- 29). Kararları daha ayrıntılı görmek için bakınız, Topuz, 1996: 110- 112).

40 Dış basında yer alan hükümetin açıklaması ile aynı eksenli olması - örfi idare faktörünün de olmadığı düşünülürse- hayli ilginçtir. 

41 CHP Genel Başkanı İsmet İnönü olaylara ilişkin temkinli bir açıklama yapmıştır. İnönü, 7 Eylül günü İstanbul’da basına verdiği demeçte üzüntüsünü belirtmiş ve gerçeğin ortaya çıkarılması için hükümete yardım edilmesini istemiştir. İnönü konuşmasında olayları “milli bir felaket” olarak yorumlamıştır (Ulus, 8 Eylül 1955). CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek de İzmir’de verdiği bir demeçte, yapılan hareketleri kanunsuz olarak nitelendirmiş ve “bu mahiyetteki taşkın hareketler tarih boyunca edindiğimiz ve hele büyük inkılâplarda kazandığımız yapıcı medeni vasıflarımızla kabili telif değildir” demiştir (Ulus, 9 Eylül 1955). 

42 Kıbrıs Türktür Derneği üyelerinden olan gazeteci Ahmet Emin Yalman ise, “asırlardır benzeri görülmemiş saldırılar” şeklinde tanımladığı 6-7 Eylül olaylarını hükümet ile solcuların ortak yapımı görmüş ve olayların bir Kıbrıslı Rumlara bir gözdağı olarak sağ ve sol cereyanlarını ateşleyerek halkı kudurtmak şeklinde kurgulandığını ve derneğin bütün mensuplarının hatta Anadolu’da bulunan ve merkezin kararları ve hareketleri ile hiçbir ilişiği olmayan temsilci ve muhabirlerin toplatılıp, Harbiye Okulu’nun soğuk bir koğuşunda en kötü şartlar içinde tutuklandığını ve ağır hakaretlere uğratıldığını ifade etmiştir (1648). 

43 Cumhuriyet, “olaylar ile Kıbrıs meselesini birbirinden ayrı tutma” eğilimi göstermiş basında bu tutum hızla kabul görmüştür (aktaran Güven, 2005: 137-138).

44 Yassıada duruşmalarında ve pek çok kaynakta olayın sorumlusu olarak DP iktidarı gösterilmektedir. Hükümetin bu tertibe girişmesinin sebebi olarak da, Türk halkının enosise, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleştirilmesine ne kadar karşı olduğunu göstermek istenmesi gösterilmiştir (Ahmad, 1996: 67; Bağcı, 1990: 110; Dinamo, 1971: 8-9; Eroğul, 1998, 174-175; Zürcher, 2000: 336). Farklı olarak, Şevket Süreyya Aydemir ise (181), “memleketin üstünde fevkalade ve artık sert müdahaleler gerektirdiği havasını uyandıracak bir rüzgâr estirmek istemiş olabilirler” açıklamasını yapmıştır 

45 Hükümetin olaylar sonrasında halka yaptığı yardımlar sürekli gündemde tutulma yoluyla hükümetin sorumlu davranışlarına dikkat çekilerek, kamuoyu gözünde puan kazandırılmaya çalışılmaktadır. Örneğin 11 Eylül 1955 tarihli Zafer’de, olaylarda zarar görenlere banka ticaret ve sanayi odalarının 600 bin liraya yakın yardım yaptığı ve Başbakanlığın 50 bin, Menderes’in şahsen 5 bin, Kızılay’ın da 100 bin liralık yardım yaptığı belirtiliyordu.

46 Örneğin Cumhurbaşkanı ve Başbakana gönderilen teşekkür telgraflara yer verilmekte idi (11 Eylül 1955). 

47 Zafer haberde, hükümete yönelik eleştirileri göz ardı etmekte, olaylara ilişkin muhalefetin görüşlerine yer vermeyerek, hükümetin tam destek aldığı görüşünü yerleştirmeye çabalamaktadır

48 Zafer’in temkinliliğinin Ulus’ta olmadığını gösteren benzer ifadeler, Şinasi 
N.Berker’in “Dolmuş” adlı köşesinde de yer almaktadır. 

49 Bu haber, bize dönemin teknolojik koşulların göstermesi ve özellikle de İstanbul Ekspres’in kısa zamanda ikinci baskıyı nasıl yapabildiğinin sorgulanmasının önünü açması bakımından örnek teşkil etmektedir. 

50 Haberde belirtilen isimler şunlardır: Faik Muzaffer Amaç, Mustafa Börküce, Asım Bezircioğlu, Veli Dolu, İlhan Berktay, Sami Büyük, Suavi ve Ali Akça.


Kaynakça

Ahmad, Feroz (1996). Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980). 2. Basım. Çev.: 
Ahmet Fethi. İstanbul: Hil Yayınları. 
Akşin, Sina (1998). Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi. 3. Basım. Ankara: 
İmaj Yayınevi.
Albayrak, Mustafa (2000). “Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları, (1950-1960)”, 
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 46, Cilt: XVI, Internet Adresi: 
http: www. atam. gov.tr / dergi/.../turkiyenin-kibris-politikalari-1950-1960. Erişim Tarihi: 8.01.2015.
Albayrak, Mustafa (2004). Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960). 
Ankara: Phoenix Yayınevi. 
Altay Şakir ve Veli Keskin (1969). Hukuki ve Sosyal Terimler Sözlüğü. Ankara: 
Bilgi Yayınevi.
6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar-Belgeler, Fahri Çoker Arşivi (2005). 2. Baskı. 
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 
6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar-Hatıralar (2010). (der.) Rıfat N. Bali. İstanbul: 
Libra Kitap. 
Armaoğlu, Fahir (1963). Kıbrıs Meselesi. 1954-59. Türk Hükümeti ve Kamu 
Oyunun Davranışları. Ankara: Sevinç Matbaası.
Aydemir, Şevket Süreyya (2000). İkinci Adam (1950-1964). 3. Cilt. 6. baskı. 
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Ayın Tarihi, No: 260, Temmuz 1955.
Ayın Tarihi, No: 261, Ağustos 1955
Ayın Tarihi, No: 262, Eylül 1955.
Babaoğlu, Resul (2012). 6/7 Eylül 1955 Olaylarının Türkiye Rumları Üzerindeki 
Etkileri (1955-1959), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dicle 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Türkiye 
Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı, Diyarbakır. 
Bağcı, Hüseyin (1990). Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası. 1. Basım. Ankara: 
İmge Kitabevi.
Bağlum, Kemal (1991). Anıpolitik (1945-1960). 1. Basım. Ankara: Bilgi Yayınları.
Binark Mutlu ve Mine Gencel Bek( 2010). Eleştirel Medya Okuryazarlığı. 
Kuramsal Yaklaşımlar ve Uygulamalar. 2. baskı. İstanbul: Kalkedon Yayıncılık. 
Birand, Mehmet Ali, Dündar, Can ve Çaplı, Bülent (1999). Demirkırat. Bir 
Demokrasinin Doğuşu. 8. Baskı. İstanbul: Doğan Yayıncılık. 
Birgit, Orhan ( 2012). Evvel Zaman İçinde. 4. Baskı. İstanbul: Doğan Kitap. 
Bora, Tanıl (2012). “Türk Sağı: Siyasal Düşünce Tarihi Açısından Bir Çerçeve 
Denemesi”. Türk Sağı. Mitler, Fetişler, Düşman İmgeleri, (der.) İnci 
Özkan Kerestecioğlu, Güven Gürkan Öztan. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Ceylan, Faruk Erhan (1996). The Incidents of September 6-7, 1955. 
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Boğaziçi Üniversitesi.
Curran, J., M. Gurevitch ve J. Woollacott (1991). “İletişim Araçları Üzerine 
Çalışma: Kuramsal Yaklaşımlar”. Çev.: Meral Özbek. Ankara 
Üniversitesi Basın- Yayın Yüksekokulu, Yıllık, Nermin Abadan –Unat’a 
Armağan, 1989/1990, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. 
Çavdar, Tevfik (2000). Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1950 -1995 ). 2. Basım. 
Ankara: İmge Yayınları. 
Çelik, Edip (1969). 100 Soruda Türkiye’nin Dış Politika Tarihi - İstanbul: Gerçek 
Yayınevi. 
Demir, Şerif (2007). “Adnan Menderes ve 6-7 Eylül Olayları”. Yakın Dönem 
Türkiye Araştırmaları. (12): 37-63. 
Demirel, Tanel (2011). Türkiye’nin Uzun On Yılı Demokrat Parti İktidarı ve 
27Mayıs Darbesi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 
Dinamo, Hasan İzzettin (1971). 6-7 Eylül Kasırgası. May Yayınları. 
Dosdoğru, M.Hulusi (1993). 6/7 Eylül Olayları. 1. Basım. İstanbul: Bağlam 
Yayınları.
Dursun, Çiler ( 2013). İletişim Kuram ve Kritik. 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi. 
Eroğul, Cem (1998). Demokrat Parti. 3. Basım. Ankara: İmge Yayınevi.
Eroğul, Cem (2003). “Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-71.” Geçiş Sürecinde 
Türkiye. (der.) Irvin C. Schick ve E. Ahmet Tonak, 4. Baskı, İstanbul: 
Belge Yayınları. 
Gevgilili, Ali (1987). Yükseliş ve Düşüş. 2. Basım. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Güven, Dilek (2005). Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 
Eylül Olayları. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 
Güzel, Şehmus (1997). Türk Usulü Demokrasi. Ankara: Doruk Yayınevi.
Irkıçatal, Eftal (2012). “İngiliz Belgelerine Göre Kıbrıs Meselesinde ‘Taksim’ 
Fikrinin Ortaya Çıkması ve İngiltere’nin ‘Çifte Self Determinasyon 
Teklifi." History Studies, Prof. Dr. Enver Konukçu Armağanı. 
İnal, M. Ayşe (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin Yayınları. 
Karaveli, Orhan (2006). Görgü Tanığı. Bir Gazetecinin ‘Sıra Dışı’ Anıları. 3. 
Baskı. İstanbul: Pergamon Yayınevi. 
Karakoyunlu, Yılmaz (1992). Güz Sancısı. İstanbul: Simavi Yayınları.
Oral, Fuat Süreyya (1967). Türk Basın Tarihi. Ankara: Yeni Adım Matbaası.
Öztan, Güven Gürkan (2012), “‘Ezeli Düşman’ ile Hesaplaşmak: Türk 
Sağında ‘Moskof’ İmgesi." Türk Sağı. Mitler, Fetişler, Düşman İmgeleri, 
(der.) İnci Özkan Kerestecioğlu, Güven Gürkan Öztan. İstanbul: 
İletişim Yayınları. 
Toker, Metin (1991). Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944- 1973 - DP Yokuş 
Aşağı 1954-1957. 3. Basım. Ankara: Bilgi Yayınevi. 
Topuz, Hıfzı (1996). 100 Soruda Başlangıçtan Bugüne Türk Basın Tarihi. 2. Baskı. 
İstanbul: Gerçek Yayınevi.
Topuz, Hıfzı (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi. 2. Basım. 
İstanbul: Remzi Kitabevi. 
Yalman, Ahmet Emin (1997). Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (1922- 
1971). 2. Cilt. İstanbul: Pera Yayınları.
Yıldırmaz, Sinan ( 2012), “Nefretin ve Korkunun Rengi: 'Kızıl.'" Türk Sağı. 
Mitler, Fetişler, Düşman İmgeleri, (der.) İnci Özkan Kerestecioğlu, 
Güven Gürkan Öztan. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Emre Kaya : 6-7 Eylül Olaylarının Ulus ve Zafer Gazetelerinde Temsili  113
Zürcher, Erik Jan (2000). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. 7. Baskı. İstanbul: 
İletişim Yayınları.

Gazeteler 

Ulus’un 6 Eylül 1955- 17 Eylül 1955 tarihleri arasındaki tüm kopyaları; 
Zafer’in 6 Eylül 1955- 30 Eylül 1955 tarihleri arasındaki tüm kopyaları 
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi arşivinden yararlanılarak taranmıştır.


***