Sabih Kanadoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sabih Kanadoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2021 Perşembe

SOLDAN BESLENENLER

SOLDAN BESLENENLER






Suay Karaman 
suaykaraman1@gmail.com 
12 Temmuz Pzt 02:29
Azim ve Karar Sitesindeki yazımı iletiyorum.
https://azimvekarar.net/soldan-beslenenler/

SOLDAN BESLENENLER
Suay Karaman

Şarkıcı, besteci, yazar, yorumcu, yönetmen, milletvekili, her yere adaylık sevdalısı ve büyük solculardan sayılan Ömer Zülfü Livaneli, zaman zaman gerçekliği tartışılan olayları ortaya saçar ve kendini gündemde tutmanın yolunu bulmaya çalışır. Livaneli, öncelikle Deniz Baykal ile ilgili 2002 seçimleri sonrasında tanıklık ettiği olayı neden beş yıl sonra, 25 Temmuz 2007 tarihinde yazdığını açıklamalıdır. Üstelik böyle bir olayın gerçekliği bile tartışma konusudur. Livaneli’nin yaptığı bu açıklama ülkemizin güncel ve ivedi sorunlarının ötelenmesine çanak tutulmasını sağlamaktadır. Zaten Livaneli, etik değer yargısının sorgulandığı bir kişiliktir.
Cumhuriyet tarihinin en adaletsiz seçimlerinden biri olan 3 Kasım 2002 seçimleri hakkında tek kelime etmeden, Deniz Baykal üzerinden tartışma açmak, emperyalizme aracılık etmektir. 3 Kasım 2002 seçimlerinde oy pusulalarında Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın adı yazılmıştı. Hâlbuki Recep Tayyip Erdoğan kesinleşmiş hapis cezası dolayısıyla Anayasa’nın 76. maddesine göre milletvekili adayı olamamıştı. Siyasi yasaklıydı ve bu yüzden AKP ile üyelik bağı kalmamıştı, değil genel başkan, parti üyesi bile değildi. Bu olay seçimlerin iptalini gerektirmekteydi.

Bu seçimde Demokratik Halk Partisi (DEHAP), %6,2 oranında oy almıştır ancak seçimden önce dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından, Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK) başvurularak, DEHAP'ın örgütlenme koşulunu taşımadığı için seçime girmesine izin verilmemesi istenmiştir. YSK’nin, bu başvuruyu reddetmesi üzerine Sabih Kanadoğlu, DEHAP yöneticileri hakkında, “Sahte evrakla, örgütlenmesini tamamlamış gibi göstererek, 3 Kasım seçimine girildiği’’ iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Bu suç duyurusunu inceleyen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 23 Ocak 2003 tarihinde 27 DEHAP yöneticisi ve kurucu üyesi hakkında, “resmi belgede sahtecilik” yaptıkları iddiasıyla dava açtı. Yapılan bu sahtekârlık sonucunda, seçimin oy dağılımı değişmiştir.

2002 seçimleri sonrasında TBMM’de AKP 363, CHP 178 ve bağımsızlar 9 sandalye ile temsil edilmekteydi. Yapılan anayasa değişikliği sonucunda Tayyip Erdoğan yasaklı olmaktan kurtarılmıştır. YSK, bir köydeki birkaç yüz oyun kaybı nedeniyle Siirt seçimlerini iptal etmiş ve böylece Siirt milletvekili olanların milletvekillikleri düşmüştür. Yasalara göre iptal edilen seçimin aynı aday ve aynı seçmenlerle yapılması gerekmektedir. Ancak YSK, yasalara aykırı olarak aynı seçmenlerle fakat farklı adaylarla seçimin yenilenmesine karar vermiş ve bunun sonucunda Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olması sağlanmıştır.

Aslında YSK’nin bu hukuk dışı tutumu ile Tayyip Erdoğan’ın önü açılmıştır. Çünkü zaten 363 milletvekili olan AKP, anayasayı halkoyuna götürmeden değiştirmek için 4 oy daha bulabilirdi. Burada YSK’nin tutumunu görmezden gelerek ve eleştirmeden yapılan yorumlar yanlıştır. Şimdi Zülfü Livaneli, bu olanlara değinmeyip sadece Deniz Baykal üzerinden prim toplayarak, bazılarına şirin gözükmek istemektedir.

Zülfü Livaneli, 1980 yılında Atina'da ayaklarının dibinde Türk Bayrağı yakılırken, bu olayı elleri cebinde seyretmişti. Bayrağının yakılmasını seyreden bir kişinin, bayrağı yakılan bir ülkenin meclisinde milletvekili olması da ilginçtir. Böyle birinin CHP genel başkanları ve sol hakkında ileri geri ve tutarsız konuşma hakkı olmamalıdır. CHP’yi beğenmez ama CHP’li belediyelerin konserleri ve etkinlikleri üzerinden yolunu bulurken de eleştirmekten kaçınmaz. 

21 Haziran 2013 tarihinde Mezitli Belediyesi’nin düzenlediği Güneş Festivali’ne gidip organizasyonu beğenmeyen Livaneli, Mezitli Belediyesi’nin ‘yüzüne tükürülmesini’ istedi ancak konaklama ve yol giderlerinin yanı sıra 60 bin lira+KDV almayı da ihmal etmedi. 

Benzer şekilde Denizli’de engellilerin konserine paranın tamamı gelmediği gerekçesiyle gitmeyen, ama aldığı parayı da geri vermeyen bir kişiliğe sahiptir.

İsrailli gazeteci ve yazar Benny Ziffer 10 Mayıs 2007 tarihinde Zülfü Livaneli ile yaptığı görüşmede “sizce Ermeni soykırımı oldu mu?” diye soruyor. Zülfü Livaneli şöyle yanıtlıyor: “Evet oldu ama Türklerin çoğu soykırım olduğuna inanmıyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, her şeyi susturmak ve silmek gibi bir arzu vardı. Türkler Ermeni trajedisindeki sorumluluğunu kabul etmeli...” Barış güvercini Livaneli, bilinmezlere doğru yol almaktadır.
Kendini solcu sayan Livaneli, 1 Aralık 2003 tarihinde Zaman gazetesindeki söyleşisinde “CHP sol vurgusunu bırakmalı” deyişiyle, leylim ley diyerek, güneş toplayarak solu nasıl çıkarı için kullandığını belli etmiştir. 3 Haziran 1996 tarihinde Milliyet gazetesinde “Bugün Mustafa Kemal yaşıyor olsaydı, Türkiye politikasında nereye otururdu dersiniz?  Suna Pelister çiftliği ile birlikte Atatürk Orman Çiftliği’ni de konuşmaz mıydık?” sözleriyle, Atatürk’ü küçülteceğini sanan Livaneli, liberalizmin avucundaki çakma soldur. Öyle ki 11 Temmuz 2020 tarihinde Yeni Asya Gazetesinde Said Nursi denen haine övgüler düzerek, onu çok zeki ve etkileyici bulmakta sakınca görmemiştir.

Türkiye’nin geleceğinde lider olarak Ekrem İmamoğlu ile Selahattin Demirtaş’ı görmek isteyen ve “ulusal sol diye bir şey olamaz” diyen Livaneli, kendine göre sol ve solcu tarifi yapmaktadır. Ancak emperyalizme ve her türlü sömürüye karşı olmayan, tam bağımsızlık için mücadele etmeyen, eşitlikten yana olmayan, haksızlıklara karşı koymayan, her türlü zulme direnmeyen solcu olarak nitelendirilemez. Böyleleri olsa olsa Zülfü Livaneli gibi emperyalizmin kucağına oturur ve gündem değiştirmekle görevlerini yerine getirir.

Büyük yazarlardan (ç)alıntı yapacaksınız, Kültür Bakanlığı'nın büyük miktarda yardımıyla film çekeceksiniz sonra ‘sol değil’ dediğiniz CHP’den milletvekili olmakta sakınca görmeyip solculuk üzerine sığ ve ülkesinin gerçeklerinden uzağa savrulmuş konuşmalar yapacaksınız. İşte böylelerini belediye başkanı adayı yapanlar ile milletvekili yapan Deniz Baykal’ın da büyük hataları olduğunu bilmek zorundayız. Yapılan büyük hatalar zinciri sonucunda CHP, ilkelerinden uzaklaştırılmış ve savrulmuştur. Kendine “Dersimli Kemal” diyenin genel başkan olmasının yolu açılmıştır. Atatürk düşmanları, bölücüler, tarikatçılar, liboşlar milletvekili yapılmıştır. Atatürk ilke ve devrimlerine, tam bağımsızlığa sırt çevrilmiştir. Bu değişimle birlikte Livaneli gibi soldan beslenen gereksizlerin de ortaya çıkmasının önü açılmıştır.
Tüm Öğretim Elemanları Derneği’nin kurucularından Prof. Dr. Yalçın Küçük, Ömer Zülfü Livaneli’yi şöyle tanımlamıştı: “ Soldan yetişmiş büyük tüccarlardan birisidir.” Ancak yaşadıkça ve gördükçe bu tanım şöyle olmalıdır: “ Soldan beslenen büyük tüccarlardan birisidir.”

Azim ve Karar, 12 Temmuz 2021.

***

17 Aralık 2018 Pazartesi

DEHAP Davasının Anlaşılamayan Önemi

DEHAP Davasının Anlaşılamayan Önemi,


Caner Kayhan 
9/9/2003 
      




















Artık herkesin öğrendiği gibi 11 Eylül’ de Yargıtay’da duruşmalı -murafaalı- olarak DEHAP’ın 3 Kasım seçimlerine sahte belgelerle katıldığına ilişkin temyiz davası görülmeye başlanacak. Bu dava ile ilgili olarak bir süreden beri medyada yazılıyor, çiziliyor. Öyle görünüyor ki, bu konu Türkiye gündemini bir süre daha işgal edecek.

Söz konusu dava daha şimdiden hukuk dünyasının tepe isimlerini birbirine düşürmeye başladı bile; YSK Başkanı Tufan Algan, 8 Eylül 2003 tarihinde bir gazeteye verdiği demeçte mealen şunları söylüyor, “İşin bu aşamaya gelmesinde dönemin Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun ihmali vardır. Çünkü Başsavcının YSK’ya gönderdiği ilk yazıda 3 Kasım seçimlerine katılabilecek siyasi partiler listesinde DEHAP da bulunmakta idi. YSK da bu listeyi göz önüne alarak hazırlıklarını yaptı. Ama Başsavcı Kanadoğlu kısa bir süre sonra ikinci bir yazı göndererek, mülki amirler vasıtası ile inceleme yaptırdığını ve DEHAP’ın seçime girme yeterliliğinin olmadığını bildirdi. Oysa bu incelemeyi daha önce yaparak bize ilk yazıda bildirmiş olması gerekirdi.”

Şimdi Kanadoğlu’na da sorsalar, o da muhtemelen işlerinin yoğunluğundan, inceleme süresinin uzunluğundan bahsedecektir. Bizim üzerinde durduğumuz iki yüksek yargıcın söz ya da yazı düellosu değil. Biz davanın önemi üzerinde duruyoruz.

Bu satırları okuyanların bir kısmı şöyle düşünebilirler; “Olan olmuş, seçim bitmiş. Bundan sonra önemi yok… ” Gerçekten de böyle olabilir, yani Yargıtay sürecinden sonra YSK, Türkiye de istikrarın devamından yana olduğunu söyleyerek bu yönde bir karar verebilir. Peki ya vermezse? İşte bizim de ısrarla vurguladığımız husus bu; vermezse ne olur sorusunun yanıtı…

Bu sorunun şöyle bir çarpıcı yanıtı var: HÜKÜMET DÜŞER ! Bu da nerden çıktı ya da ne ilgisi var demeyin de okuyun lütfen; YSK’nın 3 Kasım seçimlerinde DEHAP’ın aldığı oyları geçersiz sayması halinde, %10’luk baraj geçerli oy üzerinden hesaplandığı için DYP barajı aşarak 66 yeni milletvekili ile TBMM’ye girer. Bu artık bilinen bir husus. Ama nedense hiç kimse bundan sonraki sürece bakmıyor ya da bakmak istemiyor.

DYP’nin parlamentoya girmesi halinde, birileri çıkar ve Tayip Erdoğan’a milletvekili seçilerek başbakanlık yolunu açan son Siirt seçimlerinin iptalini ister. Neden mi? Çünkü o seçimlere DYP, ülke genelinde baraj altında kaldığı gerekçesiyle sokulmamıştı. Oysa DYP’nin barajı geçtiği anlaşıldı. O nedenle de bu seçimlerin tekrarlanması gerekir. Böyle olunca da Tayip Erdoğan’ın milletvekilliği ile başbakanlığı ile birlikte hükümet de düşer.

Bu süreç, siyasete yabancı olanlara biraz karışık gelebilir. Bu işi iyi bilenlerde böyle de olsa yenilenecek olan seçimlerde Tayip bey de partisi de nasıl olsa seçilir diye düşünebilirler. Bu düşünceler bu gün için son derece rasyonel görünüyor. Ama 9.Cumhurbaşkanı Demirel’in şu sözünü de unutmamak lazım: “Siyasette 24 saat bile bazen çok uzun bir süredir

Bununla birlikte, biz başka bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyoruz; 1 Mart’ta oylanan ve kabul edilmeyen I.Tezkere öncesinde de Tayip beyin seçilmesi ile meşguldük. II.Tezkerenin gündeme oturacağı günlerde de biz yine böyle bir konu ile meşgul olacağız. Ne garip bir rastlantı değil mi?...


***

7 Nisan 2018 Cumartesi

Partili Başkomutan


Partili Başkomutan 



Sabih Kanadoğlu
Cumartesi, Şubat 04, 2017  

Anayasanın 117/1. maddesi uyarınca, Başkomutanlık TBMM’nin manevi varlığından ayrılamaz ve cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Bu sembolik yetki, kuşkusuz devletin başı olmasından ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil etmesinden kaynaklanır. Gücünü ise anayasanın 101. maddesinin son fıkrasında yer alan cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisiyle ilişiği kesilir hükmünden ve doğal olarak 103. maddede yer alan yemin metnindeki “görevini tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağına büyük Türk milleti ve tarih huzurunda namus ve şerefi üzerine” ant içmesinden almaktadır.

 TBMM tarafından kabul edilen ve halkoylamasına sunulacak olan yasa ile anayasanın 101. maddenin başlığında yer alan “tarafsızlığı” ve “varsa partisiyle ilişiği kesilir” ibareleri yürürlükten kaldırılmakta ve Cumhurbaşkanı’nın ve ileride seçilecek olanın, bir siyasî partinin üyesi ve giderek genel başkanı olması sağlanmaktadır. Cumhurbaşkanının taşıyacağı sıfatla nasıl tarafsız olacağı veya seçilecek olanın bu sıfatla yürürlükte kalan 103. madde uyarınca nasıl ant içeceği ayrıca çözümsüz bir sorundur. Değiştirilen, eklenen veya ilga edilen hükümlerin yürürlüğe girmesi TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birlikte yapılacağı ileri bir tarihe bırakılmış, Türkiye’nin en büyük sorunu varsayılarak “partisiyle ilişiği kesilir” ibaresinin halkoyunda kabul edilmesi halinde yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği kararlaştırılmıştır.

 Anayasa değişikliği yasası halkoylamasının önüne neden ve nasıl geldi. Siyasi iktidarın, 3 Kasım 2002’den itibaren, aynı menzile ulaşmak için bir terör örgütü olan cemaatle işbirliği yaptığı “ne istediniz de vermedik” ikrarı ile doğrulanmaktadır.

 Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, yargıya ve Emniyet’e sızma değil, yerleştirme olduğu, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Casusluk ve benzeri gibi kumpas davaları, HSYK seçimleri, Yargıtay ve Danıştay ile Anayasa Mahkemesi’ne yapılan seçimler, Emniyet’e yapılan atamalar ve ihraçlarla kanıtlanmıştır. Menzil yoldaşlığındaki ayrışma, Oslo müzakerelerinin açığa çıkarılmasıyla başlamış, özel okullar ve dershaneler olayı, MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağırılması, 17-25 Aralık yolsuzluğunun başka bir amaçla kullanılması ile sonlanmıştır.

 Fethullah Terör Örgütü’nün 15 Temmuz 2016 günü TSK’ye yerleştirilen üyelerinin girişimi ile başlatılan alçakça isyan, TSK’nin büyük bölümünün ve halkın karşı koymasıyla bastırılmıştır. 21 Temmuz 2016’da olağanüstü hal ilan edilmiş, 23 Temmuz’da yayımlanan 667 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile başlayan süreç 25 Temmuz 2016 günü kabul edilen ve 31.07.2016 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 115 maddeden oluşan KHK ile devam etmiştir.

 Bu KHK, anayasanın 121. maddesinin öngördüğü olağanüstü halin gerekli kıldığı konuların dışına çıkarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) yeni bir oluşum gerçekleştirmiştir. a- Yüksek Askeri Şûranın üyeleri 669 sayılı KHK’nin 45. maddesiyle başbakan, Genelkurmay başkanı, başbakan yardımcıları, Adalet, Dışişleri, İçişleri ve Milli Savunma bakanları ile kuvvet komutanlarından oluşturulmuş, ordu komutanları ve orgeneral, oramiraller şûra dışında bırakılmıştır. Bu KHK, 09.11.2016 gün ve 6756 sayılı yasanın 45. maddesiyle aynen kabul edilmiştir. b- 669 sayılı KHK 36. maddesiyle 1325 sayılı kanuna

 1. Maddesinden sonra gelmek üzere 1A maddesi eklenmiş ve Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri komutanları Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmıştır. En önemlisi, cumhurbaşkanı, başbakan gerekli gördüklerinde kuvvet komutanları ile bağlılarından doğrudan bilgi alabilirler ve bunlara doğrudan emir verebilir, verilen emir, herhangi bir makamdan onay almaksızın derhal yerine getirilir, hükmü 09.11.2016 gün ve 6756 sayılı kanunla aynen kabul edilmiştir. c- 20 Ocak 2017 tarihinde kabul edilen ve 06.01.2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 681 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararname ile; 1- 17. maddeyle 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun 34. maddesinin 1 ve 2. fıkraları değiştirilmiş ve subaylığa nasıp Milli Savunma Bakanlığı’nın onayı ile yapılır. Asteğmen, albay rütbeleri arasında rütbe terfileri ilgisine göre İçişleri bakanının veya MSB’nin onayı ile yapılır hükmü getirilmiştir. Astsubayların nasıp ve rütbe terfileri de aynı yasanın 82. maddesinde KHK’nin 26. maddeleriyle yapılan değişiklikle MSB’nin ve ilgisine göre İçişleri bakanının onayına bağlanmıştır. Albaylıktan tuğgeneral-tuğamiral rütbelerine terfiler ile general ve amirallikte bir üst rütbeye terfiler MSB’nin, jandarma ve sahil güvenlik subayları için İçişleri bakanının ve başbakanın imzalayacağı ve cumhurbaşkanının onaylayacağı kararname ile yapılacaktır.

 2- 21. Maddesiyle general-amiral kadrolarının belirlenmesi, rütbe miktarlarının değiştirilmesi, hizmetin bir yıl uzatılması Genelkurmay başkanının görüşü alınarak MSB’nin teklifi üzerine YAŞ’ın 2/3 çoğunlukla vereceği kararla yapılacaktır.

 3- Aynı Maddede kuvvet komutanları ile orgeneral ve oramirallerin atanmaları, görev sürelerinin uzatılması ve gerektiğinde görevden alınmaları veya emekliye sevk edilmeleri MSB’nin ve başbakanın imzalayacağı, cumhurbaşkanının onaylayacağı müşterek kararnameyle yapılacaktır. Cumhurbaşkanı tarafından, TBMM dışından MSB’ye veya İçişleri Bakanlığı’na getirilecek herhangi bir partilinin TSK ile ilişkileri ve yukarıda açıklanan yetkileri ayrı bir vahim durumdur. Sayılan değişikliklerle,

 a- Yüksek Askeri Şûra, askeri bir kurul olmaktan çıkarılmış, siyasi üyelerin çoğunluğu oluşturması sağlanmıştır.

 b- Silahlı Kuvvetler’in, anayasanın 117. maddesi uyarınca komutanı olan Genelkurmay Başkanı’nın yetkileri kısıtlanmış, kuvvet komutanlarıyla olan ilişki ve irtibatı kesilmiştir.

 c- TSK’de olması gereken emir ve komuta zinciri kırılmış, cumhurbaşkanı ve başbakana kuvvet komutanlarına ve bağlılarına doğrudan emir verme yetkisi tanınmış ve herhangi bir makamdan onay alınmadan derhal yerine getirilmesi zorunlu kılınarak Genelkurmay başkanı tamamen devredışı bırakılmıştır.

 d- TSK’nin astsubayından kuvvet komutanlarına kadar nasıp, terfi, atama, görev süresi uzatılması ve görevden alınarak, emekliye ayrılma işlemleri siyasi iktidarın onay ve kararına bağlanmıştır. 669 sayılı KHK, 6756 sayılı yasa ile kabul edilmiş, 681 sayılı KHK ise Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarını yok sayarak verdiği kararla olağanüstü hal kaldırılsa dahi devamlı ve kalıcı kılınmıştır.

 Bu değişiklikler yetmezmiş gibi halkoyuna sunulan yasanın 16. maddesiyle anayasanın 117/2 maddesinde yer alan  "Milli güvenliğin sağlanmasında ve Silahlı Kuvvetler'in yurt savunmasına hazırlanmasından TBMMM'ye karşı Baknalar Kurulu sorumludur" hükmünden getirilmek istenen sisteme uygun biçimde "Bakanlar Kurulu" ibaresi çıkarılmış ve yerine "Cumhurbaşkanı" ibaresi getirilmiştir.

 Maddede söz edilen sorumluluk siyasi niteliktedir. Cumhurbaşkanının TBMM’ye karşı siyasi sorumluluğu yoktur. Güvenoyu, gensoru ve sözlü soru verilemeyeceğine göre Silahlı Kuvvetler’in milli güvenlik ve yurt savunmasına hazırlanmasının araştırılması, denetlenmesi ve hatta değerlendirilmesi olanağı kalmamıştır. Başbakanlık’ın, Bakanlar Kurulu’nun kaldırılması ve bakanların TBMM’ye karşı sorumluluğu olmayacağı ve bakan sıfatı taşısalar dahi cumhurbaşkanının sekreteri niteliğini taşıyacaklarına göre tek sorumlu, yetkili ve görevli kişi siyasi sorumluluğu bulunmayan cumhurbaşkanı olacaktır. Anayasa değişikliği yasası, halkoyu ile gerçekleşirse Türkiye, parti üyesi veya genel başkanı sıfatı taşıyan cumhurbaşkanını, aynı zamanda ve aynı sıfatlarla başkomutan olarak görecektir. Türkiye siyasetin orduya sokulmasından çok zarar gördü. 105 yıl önce, Rumeli’yi bu nedenle kaybettik, Yüce Atatürk’ün 1909 yılının Eylül- Ekim aylarında yapılan İttihat Terakki Cemiyeti’nin 2. Kongresi’nde yaptığı uyarılar dinlenmedi ve sonuç hüsran oldu. 1924’e kadar zaruretin getirdiği milletvekillerinin aynı zamanda kumandan olabilmesi Atatürk’ün kesin müdahalesi ile sonlandı. Ülkemizin coğrafi, stratejik durumu ve bölgenin içinde olduğu karmaşık kargaşa güçlü bir Silahlı Kuvvetler’e sahip olmasını gerektirmektedir. Geleceğimiz buna bağlıdır. Balkan Harbi’ni ve 15 Temmuz’u unutmayalım. Türkiye’ye, başkancı veya patronlu başkanlık rejimiyle tek adamın ve TSK’ye siyasetin egemen olmaması için ilk koşul yurtseverlerin “partili cumhurbaşkanı ve başkomutan” formülünü içeren anayasa değişikliği yasasına “hayır” demesi olacaktır.

Sabih Kanadoğlu/Cumhuriyet 

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2017/02/partili-baskomutan-sabih-kanadoglu.html

**************

SABİH KANADOĞLU NEDEN GÖZALTINA ALINMADI?


SABİH KANADOĞLU NEDEN GÖZALTINA ALINMADI?





Yargıtay Onursal Başsacısı Vural Savaş Odatv'ye konuştu;

08.01.2009


Bilindiği gibi; Ergenekon Soruşturması çerçevesinde dün sabah erken saatlerde yine arama ve gözaltılar yaşandı.
Milli Güvenlik Kurulu Eski Genel Sekreteri Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, emekli Orgeneral Kemal Yavuz, Susurluk sanığı İbrahim Şahin ve Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün evinde arama yapıldıktan sonra gözaltına alındılar.
Ayrıca Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Ankara Çayyolu'ndaki evinde arama yapıldı.

Fakat aramadan sonra Sabih Kanadoğlu’nun gözaltına alınmadığı açıklandı.

Odatv.com olarak Kanadoğlu’nun gözaltına alınmayışının nedenlerini Yargıtay Onursal Başsavcısı olan Vural Savaş’a sorduk. Amaç sadece evinde arama yapmak mıydı, yoksa başka bir amaç mı söz konusuydu?

İşte Yargıtay Onursal Başsavcısı Vural Savaş’ın açıklamaları:

“Bütün aydınların, bütün vatansever insanların, bütün medyanın sindirilmesi, söz konusu Tabi arama yapılması Sabih Kanadoğlu hakkında utanç verici bir şeydir. 
Cumhuriyet'e bomba atılmış, Danıştay'a saldırı yapılmış... Efendim, böyle bir talebi kabul edecek hakimlerimiz var. Şu anda ben Yargıtay’da bir cenazeden geliyorum. Bütün Yargıtay üyeleri infial halinde. Nasıl olur da bir başsavcı, evinde bomba yakalanan ne olduğu belirsiz kişilerle aynı kefeye konarak uygulama yapılır?
Şu mesaj verilmek isteniyor İşte ordu komutanı da olsanız, başsavcı da olsanız göz altına da alınabilirsiniz, evinizde aramalar da yapılabilir. Hatta hatta tutuklanabilirsiniz. Yıllarca hapis yatabilirsiniz. Şu anda Türkiye’yi bir korku imparatorluğu haline getirdiler. Şu anda Türkiye artık bir hukuk devleti olmaktan çıkmıştır. Bu Ergenekon soruşturmasıyla yapılan soruşturmalar, Mc Carthy zamanında Amerika’da yapılan uygulamaları geçmiştir. Cumhuriyetimize vatandaşlarımızın sahip çıkmasının tam zamanıdır.

Böyle bakan, böyle iktidar, dış güdümlü basın, üniversite mensupları olan bir ülkede, eğer anayasa değişiklikleri de yapılıp Türkiye’de yasal olarak, ama hukuk dışı bir düzen kurulursa, biz bu insanları bir daha başımızdan atamayız. Eleştiri yasak, konuşma yasak. Ergenekon konuşmalarını benim gibi yasa dışı olduğunu en iyi vurgulayan hukukçulardan biridir, Sabih Kanadoğlu.

Aklı sıra Sabih Bey’e gözdağı verebileceklerini zannediyorlar Sabih Bey de Yargıtay Başsavcılığı yapmış kişi, ben de öyle. Vural Savaş’a da bir göz dağı gibidir. Bunlar bize vız gelir. Bin tane Vural Savaş bu memlekete feda olsun. Zaten serçeden korkan darı ekmez ,fakat tekrar ediyorum artık şu aşikar şekilde ortaya çıkmıştır: Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bu üniversitelerimizdeki, yargıdaki özellikle tasfiye edilmedikten sonra biz, hukuk devleti olarak yaşayamayız. Bu ülkede paramparça olmamızı engelleyemeyiz. Hiçbir şekilde ekonomimiz de düzelmez. Sabih Bey kadar pırıl pırıl yaşamış, hayatı boyunca hiçbir hukuk dışı işlem yapmamış, daima hukuk devletini savunmuş bir insanın, gelmişler evine Fazıl Say’a ait CD'leri götürmüşler. Bir savcı, hakim ne kadar yanlı olursa olsun, hatta Fethullah Gülen’in kendisi hakim olsa, hiçbir delil olmadan bir insanı nasıl göz altında tutacaksınız? Arkasından tutup cezaevine göndermek için de en küçük bir emare lazım. Bu kararlar da itiraza tabi. 
Sabih Kanadoğlu gibi bir kişinin, bütün hayatı göz önünde olan bir şeref bayrağı gibi yaşamış, hiçbir hukuk dışı işe şimdiye kadar karışmamış bir insanın evinde, arama yapma talimatının çıkartılması bile yargının ne hale geldiğinin bir delili. Şu anda hakikaten kısmi bir başarı sağladılar. Kuvvet komutanları dahil, ki onların hepsi antiemperyalist, ulusalcı, Atatürk’ün askerleri olduğunu tüm hayatları boyunca ispat etmiş kişiler, işte bunların ve başsavcının mutlaka göz altına alınması şart değil efendim. Arama yapılması bir felaket. Ne demek? Esas ben size söyleyeyim. Bütün darbeler, ülkemizde de, Ortadoğu’da da, Latin Amerika’da da, Amerika’nın tezgahlanmasıyla yapılmıştır.
Dikkat edin, Ergenekon soruşturmasını destekleyen bütün insanlar, Emperyalist güçlerin uşaklarıdır. Bu ABD Politikalarının, gerek Türkiye’de, gerek bütün dünyada uygulanmasının destekçiliğini yapmış kişilerdir. Bunun darbe önlemekle  hiçbir alakası yok. Esasında Türkiye’de bir karşı devrim tezgahlanıyor. Bir takım devlet görevlileri de maşa olarak kullanılıyor.”

https://odatv.com/sabih-kanadoglu-neden-gozaltina-alinmadi-0801091200.html


***********