Ortadoğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ortadoğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2020 Pazartesi

ÇÖZÜM SÜRECİ EKSENİNDEN "GEZİ'YE BAKMAK" 2

ÇÖZÜM SÜRECİ EKSENİNDEN "GEZİ'YE BAKMAK" 2



Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 03.06.2014
KSH kendisine özgü bir mecra oluşturmuştur. Her ne kadar Türkiye solunun modernist etkisinde gelişme alanı bulmuş ise de onun asıl mecrası Ortadoğu'da yolunu bulmuştur. Dine bakışı, devlete yaklaşımı, demokratik anlayışı ister istemez Ortadoğu ve Kürdistan gerçekliğinde şekillenmiştir. Devlet veya benzeri bir güç olmasa Ortadoğu'nun dengeleri içinde yerini almıştır. Bu denge durumu KSH'nin dost/düşman anlamında ona farklı seçenekler sunmamaktadır. Gezide ise, Ortadoğululuk özelliği yoktur. Arap baharı sonrasında meydana gelmiş olsa da Arap baharından çok Batı'da gelişen sınıfsal karakteri belirsiz olan anti-kapitalist çevreci hareketlere benzemektedir. Sonrasında Gezi'nin bazı bileşenlerinin "İşgal et" türü eylemlerle benzerliği bu yakınlığın göstergesidir. Zizek, Bodio, Laclau, Hardt gibi yeni Marksist ideologların Gezi'ye ilgisi de bunu doğrulamaktadır. Her ne kadar Öcalan, Kürt sorununun çözümü için yukarıda yazılı düşünürlere benzer düşünürleri bol bol okuyup yazmış ise de Ortadoğu gerçekliği ve dengesi onların anladığı anlamda yorumlamak o kadar kolay değildir. Bu nedenle, Gezi'de "Kürtler nerede?" sorusunu sormak o kadar anlamlı değildir. Kuşkusuz Gezi'de kendisini ifade eden Kürtlerin sayısı da az değildir. Yer yer Kürtlerin siyasal örgütleriyle Gezi'yi destekledikleri bir gerçektir. Ancak Kürtlerin, Gezi'nin motor gücü haline gelmesi mümkün değildir. Çünkü, kökeni ve beslenme kaynakları bakımından temel farklılıklar vardır. KSH ile AKP arasında yürütülen çözüm sürecinin devamı konusunda özellikle AKP'nin koyduğu angajmanlardan en önemlisi temeli AKP ve Erdoğan karşıtlığına dönüşebilecek Gezi ile KSH arasında gelişebilecek birlikteliklerin çözüm sürecini zora koyabilecek konusundaki eğilimlerdir. Öcalan'ın odağında yer aldığı, BDP'nin yürüttüğü Qandil'in de uymaya çalıştığı çözüm sürecinin üzerinde yürüdüğü hassas ipin başka bir şekilde sağlam kalması da mümkün değildir. KSH de, AKP de bu hassas ipin üzerindedir. Kaderleri birbiriyle bağlı durumdadır. Gezi ve bileşenlerinin KSH'nin bu durumuna dikkat etmesi zorunludur.
Gezi, gerçekten herkese ders verdi. Herkes kendisine göre dersler çıkardı. Bu ders, Gezi ruhunun içselleştirilmesi şeklinde olmadı, Gezi'nin içini boşaltma veya kendisine mal etmek şeklinde oldu. Gezi'nin asıl önemli ve olumlu etkisi yine KSH'e kaldı. En azından "çözüm süreci rehavetinden" Gezi sayesinde uyandılar. Dikkat edilecek olursa, Çözüm sürecinin başlarında Reyhanlı patlaması olduğu, büyüklüğü ve kapsamı bakımından dünya çapında büyük bir eylemdi. 50'nin üzerinde ölü, yüzlerce yaralı vardı. O dönemde BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın sessizliği ve AKP'nin bu olayın sorumlusu olarak gösterilmesi halinde "çözüm sürecinin" zora gireceği kaygısıyla, tıpkı Türk toplumunun Roboski Katliamına benzer bir sessizlikle karşılayışı çözüm sürecinin verdiği rehavetten ileri geliyordu. Oysa çözüm sürecinin çıkış noktası daha fazla demokratik eylemliliğin oluşuydu. Gezi bu anlamda Kürt toplumunu rehavetten de kurtarmış oldu. Aslında Gezi ile Çözüm süreci arasında diyalektik bir ilişki vardır. Çözüm sürecinin hemen ardından Gezi'nin olması, Gezi'den sonra KSH'inde demokratik eylemliliklerin artmış olması bu ilişkinin kanıtıdır. Bu bilindiği için bilinçli bir şekilde çözüm süreci ile Gezi birbirine karşıymış gibi gösterilmeye devam edildi.

KSH'nin AKP ile ilişki düzeyi ve içeriği ve gündemi de farklı bir aşamaya gelmiştir. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi(KBY)'nin Irak merkezi hükümetiyle yaşadığı sorunlar nedeniyle KBY'nin "devletleşme" yönünde referandumdan söz etmeye başlamış olması hususu göz önünde bulundurulmalıdır. Türkiye'deki KSH'nin bunun karşısında kayıtsız kalması düşünülemez. Rojava'nın da bu yöndeki tercihi de dikkate alındığında Kürtlerin birlikteliğinin önemi daha fazla ortaya çıkmaktadır. Rusya gibi küresel bir gücün etkisiyle Kırım'ın referandum yoluyla kendi kaderini belirleme yoluna giderek, Ukrayna'dan ayrılıp Rusya Federasyonuna katılmış olması, Kürdistan'da yapılacak bağımsızlık oylaması için meşru bir örnek teşkil etmektedir. Üstüne üstlük Irak Anayasasında bunu engelleyecek hukuki bir engel ve de engelleyebilecek güçte merkezi bir Irak gücü vardır. Burada engel çıkarabilecek tek güç ABD'den başka bir güç değildir. Kırım'da olduğu gibi engel olmayacağı ortaya çıktığına göre Kürtlerin ABD'nin engelleyici tavrını ciddiye almalarının bir gereği de yoktur.
KSH ile Gezi bileşenleri bakımından İstanbul Gaziosmanpaşa'da HDP'nin düzenlemiş olduğu "Öcalan'a Özgürlük" standına kendilerini "ülkücü" olarak niteleyen bir grubun silahlı saldırısına karşı oluşan sessizliktir. Aynı gün, MHP'li milletvekili Sinan Ogan, CHP'nin yayın organı Halktv'deki Ruhat Mengü'nün sunuculuğunu yaptığı her açıdan programında Öcalan'a özgürlük adı altında yapılan etkinliği hedef gösterip kısa bir süre sonra silahlı saldırı yapılıyor, silahlı saldırıya karşı basın açıklaması yapan BDP'liler polisin saldırısına uğruyor buna karşı bir tepki verilmiyor. Lice'de kalekolların yapılmasını protesto edenlere "gösterici" sıfatı bile çok görülüp, "terörist" olarak adlandırılıyor. Öte yandan da "Gezi'de, 1 Mayıs'ta Kürtler nerede" diye feryat figan ediliyor. Gezi'den arta kalan bilinç CHP elinde tarumar edilirken, kendisini henüz CHP'nin şefkatli kollarına bırakmayan gün boyu kendisini dövdürmeye devam ediyor. CHP, Gezi'den gelen enerjiyi kendisine kattıkça Gezi'nin enerjisini yok etmekte, cemaatle de geçmiş iktidarla ittifakı yokmuş gibi ilişki geliştirebilmektedir. Hassas bir denge üzerinde kurulu bulunan Kürt hareketinin genel muhalefetle birlikte hareket etmesinin tüm yolları kendisine kapatılmaktadır. Kah, "AKP'yle anlaşıp başkanlık sistemini kabul edecekleri" kah "yaptıkları 'terör'den dolayı AKP'nin üzerine gitmediği" şeklinde propaganda yapmaktadırlar. Aslına bakılacak olursak, Türkiye'de en büyük çelişki ve çatışma AKP ile KSH. arasında yaşanmaktadır. KCK adı altında binlerce siyasetçi ya tutuklu ya da onlarca yıl ceza almakla karşı karşıya devam ediyor. Yine 30 Mart seçimlerinde görüldüğü gibi BDP ile olan yarışın basit bir siyasi mücadeleden çok devletin baskı aygıtlarının KSH'ne yönelik demokratik olmayan uygulamalar ortadadır. Tüm bu gerçeklere rağmen, KSH'nin AKP'ye muhalefet etmediği şeklindeki beyanların bir gerçekliği yoktur. Aynı şekilde Kürtlerin demokratik haklarını kullanmaktan başka bir anlama gelmeyen "kalekol protestoları"nı yapmaları da AKP karşıtlığı üzerinde kurulmuş muhalefet tarafından "neden bastırılmıyor" diye eleştiri konusu ediliyor. ***

16 Ekim 2020 Cuma

SURİYE İÇ SAVAŞI VE TÜRKİYE’NİN DEĞİŞEN GÜVENLİK GÜNDEMİ.

 SURİYE İÇ SAVAŞI VE TÜRKİYE’NİN DEĞİŞEN GÜVENLİK GÜNDEMİ. 


Rapor No: 2

Mayıs 2017

Yrd. Doç. Dr. Emre OZAN

TAKDİM

2011 yılında patlak veren Arap Baharı bölgenin jeopolitik denkleminde ve güvenlik paradigmalarında önemli bir sarsılma meydana getirmiş ve bu kapsamda önemli jeostratejik konuma sahip Suriye, küresel güç mücadelesinin düğümlendiği ve Ortadoğu’ya terör ve istikrarsızlık ihraç eden başarısız bir devlet haline gelmiştir. Türkiye, en uzun sınırı paylaştığı komşusu Suriye’de yaşayan gelişmeleri en başından beri dikkatle izlemiş, sorunun çözümü için Esad rejimi ile görüşmeler gerçekleştirmiş ve çatışma çözümü için uluslararası düzeyde birçok diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Türkiye, 2000’li yıllarda ortaya koyduğu yeni dış politika ilkeleri kapsamında kendini bölgesel ve uluslararası düzeyde yeniden konumlandırmaya ve eklemlendiği jeopolitik eksenden bağımsız politikalar geliştirmeye başlamıştır. Bu doğrultuda Türkiye bir taraftan etkin dış politik argümanlar üretirken diğer taraftan bölge jeopolitiğinde ve yakın çevre güvenlik mihverinde kuşatılmış ve böylelikle yalnızlaşmaya başlamıştır. Bu kapsamda Suriye, Türkiye’nin dış politika ve güvenlik konseptinde köklü değişikliklere yol açacak önemli bir kriz, dinamizm ve test alanı olmuştur. Türkiye’nin değişen güvenlik gündemini ve süreç içerisinde geliştirdiği yeni güvenlik konseptini incelemek, ülkenin ulusal güvenliğine yönelen ve bundan sonra yönelecek muhtemel risk ve tehditlerin farkına varılması açısından hayati önem arz etmektedir. 

Bu noktada Türkiye’nin güvenlik konseptine önemli bir dinamizm getiren ve büyük oranda dönüşmesine yol açan Suriye İç Savaşı’nı yine bu doğrultuda incelemek kaçınılmaz bir hal almıştır. 

“Suriye İç Savaşı ve Türkiye’nin Değişen Güvenlik Gündemi” adlı bu çalışmamızda, bölgesel güç olarak Türkiye ve onun Arap Baharı’nda Suriye İç Savaşı ve Türkiye’nin Değişen Güvenlik Gündemi üstlendiği rol, Türkiye’nin yakın dönem dış politikasında karşılaştığı zorluklar, Türkiye’nin yalnızlaşmaya giden süreci, Suriye’de değişen dengelerle birlikte Türkiye’nin yeni ulusal güvenlik konsepti arayışları Türkiye’yi bekleyen belirsizlikler, risk ve tehditler ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Türkiye’nin yakın dönem güvenlik paradigmalarını etkili bir şekilde analiz etmesi ve bundan sonra karşılaşacak risk ve tehditleri çözüm önerileriyle birlikte açıklaması, çalışmanın önemini arttırmaktadır. Çalışma, uluslararası terörizmin ve küresel güvenlik tehditlerinin zirve yaptığı bir dönemde Türkiye’nin etkin güvenlik politikaları üretebilmesi adına Suriye İç Savaşı’nın ve Türkiye’nin değişen güvenlik gündeminin başarılı bir şekilde okumasını yapmıştır. Çalışma Ortadoğu’ya ilgi duyan tüm meraklı okurların keyifle okuyacağı bir başucu kaynağı olacaktır.

ANKASAM tarafından yapılan bu çalışmanın literatüre önemli katkıda bulunacağı konusunda en ufak bir şüphemiz bulunmamaktadır.

ANKASAM önümüzdeki süreçte farklı alan ve disiplinlerdeki raporlarıyla fark yaratmaya devam edecektir.

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL 

ANKASAM Başkanı

ÖZET 

  Türk Dış Politikasında 2000’li yıllar artan bir aktivizmle tanımlanmaktadır. 

   Bu dönemde Türkiye hem iç politikasında hem dış siyasal ortamda eskiye nazaran daha istikrarlı bir güvenlik ortamına sahip olmuştur. Ekonomi alanındaki gelişmeler ve iç siyasetteki yapısal dönüşüm Türkiye’nin dış politika aktivizmini olumlu etkileyen gelişmelerdendir. Türkiye yakın coğrafyasını tehditler ve güvensizliklerle değil fırsatlarla tanımlamaya başlamıştır. Bölgesel güç rolünü ön plana çıkarmış ve bunu merkez ülke kavramı ile ifade etmiştir. Türkiye’nin küresel konumu da bu eksende yeniden tanımlanmak istenmiştir. Türkiye’nin artan aktivizmi açısından Arap Baharı ve sonrasında Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler önemli bir sınav haline gelmiştir. 

Türkiye Arap Baharı’nda halkın taleplerine kulak vermiş ve Ortadoğu’da siyasal değişimi desteklemiştir. Bölgesel rolünün bir gereği olarak Türkiye Ortadoğu’daki dönüşümün etkin aktörlerinden biri olmak istemiştir. Ancak siyasal değişim her ülkede aynı doğrultuda gerçekleşmemiştir. Libya’da çöken siyasal yapı, Suriye’deki iç savaş, Mısır’daki darbe bu dönüşümün uzun vadeye yayılacağını ve her zaman doğru hedefe yönelmeyeceğini göstermiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin sınavı zorlaşmıştır. 

Suriye Krizi, Türkiye için özel bir öneme sahip olmuştur. Bu ülkeyle sahip olunan tarihsel bağlar, bu tarihe kadar kurulmuş olan yakın ilişkiler ve Türkiye’nin oynamaya çalıştığı bölgesel rol konuya özel bir önem verilmesini gerektirmiştir. Türkiye Esad rejimini reform konusunda ikna etmeye çalışmış ancak bu çabasından sonuç alamayınca Esad karşıtı bir pozisyon almıştır. Esad rejiminin iktidardan uzaklaştırılması Türkiye’nin Suriye’deki önceliklerinden biri haline gelmiştir. Ancak Suriye’deki muhalif kalkışma bir iç savaşa dönüşmüş ve rejim değişikliğinin uzun ve zorlu bir süreç olacağı anlaşılmıştır. 

Bu durum Suriye kaynaklı risk ve tehditlerin artmasına yol aşmıştır. 

Suriye’deki çatışma ortamı etkilerini hızla tüm bölgeye yaymıştır. Bu etkileri en çok hisseden ülkelerin başında Türkiye vardır. Öncelikle sınır güvenliği alanında büyük sorunlar yaşanmıştır. Uzun sınırlarda tam denetimin sağlanması kolay olmamıştır. Diğer yandan iç savaş ortamından kaçan insanların büyük kısmı Türkiye’ye sığınmış, izlenen “açık kapı politikası” nedeniyle çok Sayı:da mülteci Türkiye’de uzun süreli misafir olmuştur. Suriye İç Savaşı’nın Türkiye’nin dış ticaretine ve ekonomisine de olumsuz etkileri olmuştur. Ancak Suriye’den kaynaklanan en önemli güvenlik sorunu terörizmdir. DAEŞ terör örgütünün ortaya çıkışı ve Türkiye’ye yönelik saldırılarını artırması, Suriye’deki kaos ortamında kendisine zemin açmaya çalışan PKK terör örgütü ve onunla bağlantılı örgütlerin terör faaliyetleri, Türkiye’nin ulusal güvenliğinde büyük sorunlar yaratmıştır. 

Güvenlik alanında sorunlar artarken Türkiye ile benzer bir çizgide Suriye politikası izleyen Batılı ülkeler tutumlarını değiştirmeye başlamışlardır. 

Muhalif gruplar arasında radikal örgütlerin ve terör yapılanmalarının ortaya çıkması ve nihayet DAEŞ’in güçlenmesi Batılı ülkeler için Suriye’de rejim  değişikliğini ikinci plana itmiştir. Diğer yandan Mısır’daki darbe, Türkiye-AB ilişkilerindeki gerginlikler ve Türkiye-ABD arasında yaşanan diğer sorunlar Türkiye’nin Suriye’de yalnızlaşmasına yol açmıştır. 

Türkiye Suriye politikasında giderek yalnızlaşırken Suriye İç Savaşı’nda da dengeler değişmeye başlamıştır. 2015 yılında iki gelişme dengeleri değiştirmiştir. Birincisi; İran’ın uluslararası toplumla imzaladığı Nükleer Antlaşma Esad rejiminin yanında savaşan milis grupların daha fazla desteklenmesine imkân vermiştir. İkincisi; Rusya, İran’ın da teşvikiyle Eylül 2015’te Suriye İç Savaşı’na dâhil olmuştur. Böylece Esad rejimi ile muhalifler arasındaki denge rejim lehine değişmeye başlamıştır. 

Türkiye’yi Suriye politikasında değişime zorlayan gelişme ise Rusya ile yaşanan kriz olmuştur. Rus uçağının düşürülmesi sonrasında Türkiye aynı anda iki büyük güçle çatışma durumunda kalmıştır. ABD ile ilişkiler son derece olumsuz seyrederken bir de Rusya ile kriz yaşanması Türkiye’nin hareket yeteneğini sınırlamıştır. Üstelik bu süreçte Rusya, Esad rejimini tahkim etmekte ve muhalifler zemin kaybetmektedir. Türkiye ise aynı anda hem DAEŞ hem PKK hem de FETÖ ile mücadele etmek durumundadır. Bu zorlu güvenlik gündemi ile karşı karşıyayken ve Suriye’de izlenen politikanın aleyhine gelişmeler yaşanırken Türkiye’nin hem ABD hem Rusya ile çatışma halinde olması Türkiye’yi Suriye politikasında değişime zorlamıştır. 

2016 yılında Türkiye önce Rusya ile krizi aşarak Suriye’de kendi güvenliği aleyhine olabilecek gelişmeleri önlemek için harekete geçmiştir. İki ülke arasındaki bu yakınlaşma Suriye politikasındaki değişimi de beraberinde getirmiştir. Türkiye, Suriye’deki ilkelerinden vazgeçmemiş ancak rejim değişikliği gibi büyük hedeflerden önce acil güvenlik ihtiyaçlarına odaklanan bir strateji benimsenmiştir. Dış politikada bu önemli değişikliklerin yaşandığı sıralarda FETÖ’nün darbe girişimi Türkiye’yi güvenlik politikasında çok daha kapsamlı ve hızlı bir dönüşüm gerçekleştirmeye itmiştir. 

Türkiye’nin yeni güvenlik konsepti dış politika alanında çok taraflılık ilkesine dayanmaktadır. Türkiye hem bölgesel hem de küresel anlamda ilişkilerini iyileştirmeyi hedefleyen ve sorunlar yaşadığı ülkelerle bu sorunları çözmeye çalışan bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşım aynı zamanda güvenlik alanında tek bir güce dayanmadan hareket etmeyi, ittifak ilişkilerini çeşitlendirmeyi gerektirmektedir. Batı ittifakı ile kurumsal ilişkiler korunurken Batı dışı ülkelerle de işbirliğinin güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. İç güvenlik bağlamında ise teröre karşı mücadelede daha aktif bir yaklaşım ve sınır ötesinde başlayan önleyici bir strateji öngörülmektedir. Bu anlamda Fırat Kalkanı Operasyonu önemli bir örnektir. Sınır güvenliğinin sağlanması, Suriye’de mevzilenen terör örgütleriyle mücadele edilmesi, Suriye bağlamında Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atacak gelişmelerin önlenmesi bakımından bu operasyon önemli kazanımlar getirmiştir. 

Türkiye güvenlik politikasındaki değişimle Suriye’den kaynaklanan riskleri azaltmayı hedeflemiş ve başarılı da olmuştur. Ancak halen devam eden risk ve tehditler bulunmaktadır. Öncelikle Rusya’yla ilişkiler düzelmiş olmakla birlikte birtakım anlaşmazlıklar varlığını sürdürmektedir. Güvenlik alanında sadece Batı ittifakına dayanmak kadar sadece Rusya ile birlikte hareket etmek de riskleri beraberinde getirmektedir. Türkiye’nin Rusya’yla olduğu gibi ABD’yle de ilişkilerini iyileştirmesi Suriye’deki etnikliğini artıracaktır. Diğer yandan DAEŞ’e karşı uluslararası toplumun yürüttüğü mücadele büyük önem taşımaktadır. 

Bu mücadele ilerleyen yıllarda Suriye ve Irak’ın nasıl şekilleneceğini de etkileyecektir. PKK ile organik bağları bulunan PYD/YPG gibi terör örgütlerine bu süreçte rol verilmiş olması Türkiye açısından olumsuz senaryolara yol açabilecektir. Ortadoğu’da kurulacak yeni dengeler de bir diğer risk kaynağıdır. Bölgesel güç dengelerinde İran-Suudi Arabistan rekabeti öne çıkmaktadır. 

Filistin sorunu, Rusya’nın bölgedeki yeni rolü, Arap Baharı sonrasında çeşitli istikrarsızlıklarla ve sorunlarla karşılaşan ülkelerin geleceği ve nihayet Irak ve Suriye’nin çatışma sonrası nasıl bir görünüme sahip olacağı konusu diğer önemli meselelerdir. Türkiye’nin bütün bu sorunlara hazırlıklı olması, riskler ve tehditler karşısında önlemlerini alması gerekmektedir. Son olarak Türkiye’nin iç güvenliğinde yaşadığı sorunlar en önemli risk ve tehdit kaynaklarından biri olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye bu sorunlara da kapsamlı bir strateji ile çözüm bulmak durumundadır. 

1. GİRİŞ

    Türkiye’nin güvenlik paradigmasında köklü bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bu dönüşüm büyük ölçüde güvenlik ortamındaki olumsuz gelişmelere verilen bir tepki niteliğindedir. Karşılaşılan güvensizliklerin ilk işaretleri Arap Baharı’nın ortaya çıktığı 2010 yılının son aylarına dek gözlemlenebilir. 

Bu tarihten itibaren Ortadoğu’nun stratejik mimarisinin sarsılması, muhalif kalkışmaların Suriye’de bir iç savaşa dönüşmesi, Türkiye’nin sınır güvenliğinin tehlikeye düşmesi, Suriye’deki ortamdan beslenen terör örgütlerinin Türkiye’yi tehdit etmeye başlaması vb. gelişmeler yaşanan güvenlik sorunlarının sadece bazılarıdır. 

    Güvenlik alanındaki değişim Türkiye’nin güvenlik politikasını gözden geçirmesini zorunlu kılmıştır. 2016’nın daha ilk aylarında Türkiye hem dış politikasındaki tıkanmayı hem de iç politikasındaki kırılganlıkları dikkate alarak köklü bir strateji değişikliğine gitmek istemiştir. Ancak Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) devlet kurumlarını ele geçirme çabası ve 15 Temmuz’da darbe yoluyla demokratik yönetime son verme girişimi güvenlik sorunlarına daha hızlı ve net yanıtlar vermeyi gerektirmiştir. Bu tarihten itibaren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet yetkilileri yeni güvenlik konsepti fikrini güçlü biçimde dillendirmeye başlamışlardır. Yeni konseptin tam olarak neleri içerdiği, tehditler arasında nasıl bir öncelik sıralaması oluşturulduğu, bu tehditlerle mücadelede hangi yöntemlerin kullanılacağı gibi soruların yanıtları henüz netlik kazanmamış olsa da atılan bazı adımlar önemli ipuçları sunmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin karşılaştığı güvenlik sorunlarını tespit etmek ve bu sorunlara karşı şu ana dek geliştirilen yaklaşımları inceleyerek yeni güvenlik konseptinin içeriğine dair tahminlerde bulunmak mümkündür. Bu çalışmanın amacı tam olarak budur. 

   Çalışmada öncelikle bir durum tespiti yapılmak istenmektedir. Türkiye’nin güvenlik ortamındaki değişimi nasıl anlamlandırmak gerektiği noktasında tarihsel bir değerlendirme yapılacaktır. Türkiye’nin yükselen bir bölgesel güçten dört yanı tehditlerle çevrelenmiş ve hareket yeteneği kısıtlanmış bir aktöre nasıl dönüştüğü sorusuna yanıt aranmaktadır. Daha sonra Türkiye’nin güvenlik politikasında böylesine köklü bir değişime gitmesini zorunlu hale getiren ve büyük ölçüde Suriye İç Savaşı ile bağlantılı olan tehditler ele alınmaktadır. Ardından son dönemde Türkiye’nin attığı adımlara bakılarak yeni güvenlik konseptinin içeriği hakkında bir değerlendirme yapılacaktır. Nihayet Türkiye’nin ilerleyen dönemde karşılaşabileceği olası belirsizlikler, riskler ve tehditler üzerinde durulacaktır. 

2. BÖLGESEL GÜÇ OLARAK TÜRKİYE 

2000’li yıllar Türkiye’nin dış politika etkinliğini artırdığı ve güvenlik alanında iyileşme yaşadığı bir dönem olmuştur. Olumlu yöndeki bu değişimin ilk aşamasında iki gelişme belirleyicidir. Bunlardan ilki, 1999 yılında AB (Avrupa Birliği)’ye aday ülke statüsü kazanılmasıdır. Böylece Türkiye dış politika hedefinde önemli bir ilerleme sağlamış ve aynı zamanda iç politikada köklü demokratik reformlar gerçekleştirmiştir. İkinci gelişme, 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve ardından terör sorununun bir süreliğine de olsa hafiflemesidir. Bu süreçte PKK’ya ağır bir darbe vurulmuş, daha istikrarlı bir siyasal ortam yaratılmış ve AB ile bütünleşmenin etkisiyle demokratik reformlara hız verilerek terör sorununu siyaseten çözme arayışı güçlenmiştir. İç siyasetinde ve dış ilişkilerinde yaşanan bu köklü değişim Türkiye’yi kısa sürede yükselen bir bölgesel güç ve küresel aktör haline getirecektir. 

Türkiye’nin dış politika ve güvenlik bağlamında yaşadığı dönüşümün en belirgin şekilde gözlemlendiği alan komşuluk ilişkileridir. AB üyelik süreci Yunanistan’la ilişkilerin düzelmesine imkân vermiş ve Kıbrıs sorununda önemli adımların atılmasını beraberinde getirmiştir.1 Teröre vurulan darbeyse komşu ülkelerin PKK’ya desteklerini büyük ölçüde kesmelerini sağlamıştır. Böylece başta Suriye’yle olmak üzere tüm komşuluk ilişkilerinde işbirliği mekanizmaları güçlenmeye başlamıştır.2 

1999 yılında Yunanistan ve Suriye ile ilişkilerini iyileştirmeye başlayan Türkiye ilerleyen yıllarda kapsamlı bir komşuluk politikası geliştirmiştir. 

Sürekli sorunlar, gerilimler ve hatta çatışmalar yaşanan komşu ülkelerle ilişkiler AK Parti döneminde “komşularla sıfır sorun” şeklinde yeniden tanımlanmıştır.3 

Bu politikanın en başarılı olduğu ülkeler Yunanistan ve Suriye olmuştur. Ancak yeni yaklaşım iki ülke ile sınırlı kalmamıştır. Her ne kadar istenen sonuca ulaşılmasa da Ermenistan’la başlatılan “Futbol Diplomasisi” önemli örneklerden biridir.4 2003 Irak Savaşı sonrasında hem merkezi Bağdat yönetimi ile hem de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile ilişkilerin iyileştirilmesi bir diğer örnektir. Sadece ortak sınırın bulunduğu ülkelerle değil yakın çevrede bulunan komşu coğrafyalarla da ilişkiler geliştirilmiştir. Komşularla sıfır sorun politikası, Türkiye’nin yakın çevresini tehditlerle değil fırsatlarla tanımlamasına imkân vermiş, dış politikada paradigma değişikliği yaratmış ve Türkiye’nin bölgesel etkinliğini artırmıştır. 

Türkiye’nin komşuluk politikasındaki değişim, genel anlamda bölgesel ilişkilerinde de olumlu bir etki yaratmıştır. Türkiye komşularıyla ilişkilerinde değer üreten bir devlet haline geldikçe bölge barışına, istikrarına ve düzenine katkı yapabilecek bir aktör olarak öne çıkmıştır.5 Türkiye’nin bu şekilde önem kazanması hem bölgesel hem de küresel aktörler nazarında gerçekleşmiştir. Başlıca etkinlik alanı ise Ortadoğu olmuştur.6 Türkiye Ortadoğu coğrafyasında tüm hükümetler ve hükümet-dışı aktörler ile diyalog kurabilen, AB ile bütünleşme süreci içerisinde olan, ABD ile stratejik bir ortaklık yürüten, Batıyla kurumsal ilişkilerine rağmen kendi değerlerinden uzaklaşmamış, demokratik reformların hızla sürdürüldüğü bir ülke imajına sahip olmuştur. Artan etkinliğiyle Türkiye çeşitli ülkeler arasında arabuluculuk rolü üstlendiği gibi bölge kaynaklı uluslararası sorunların çözümünde de rol oynamaya başlamıştır. 

   Bölgesel yükselişine ek olarak Türkiye küresel bir aktör haline gelmek için çaba harcamıştır. Kendisini merkez ülke olarak tanımlayan Türkiye bölgesel misyonu üzerinden küresel rolünü yeniden inşa etmek istemiştir.7 Bu yaklaşıma göre Türkiye bölgesinde ne kadar etkin bir merkez haline gelirse küresel güçlerle ilişkilerinde o kadar fazla koza sahip olacaktır. Türkiye’nin merkez ülke haline gelebilmesi, oyun kurucu bir aktör olmasını gerektirmektedir. Bu amaçla Türkiye yakın coğrafyasında ve özellikle Ortadoğu’da ilişki yapılarının değişmesi için gayret göstermiştir. Devletler arası ilişkilerin güvenlik ikilemi temelinde tanımlandığı ve dünya politikasının en güç sorunlarını barındıran Ortadoğu coğrafyasında yeni bir yaklaşım temsil edilmek istenmiştir. Bu yaklaşıma göre devletler arasında kurulacak işbirliği ve karşılıklı bağımlılık bir anlayış birliği yaratacak ve bir devletin yükselişinin diğerinin düşüşü anlamına gelmediği, sıfır toplamlı olmayan bir ilişki modeli oluşturulacaktır. 

Bu hedeflere ulaşmak için izlenen strateji, Ortadoğu’daki kronik sorunların çözülmesi yönünde çaba göstermek ve arabuluculuk girişimlerinde bulunmaktır. 2004 sonrasında İsrail ve Suriye arasındaki görüşmelerde oynanan rol, İran’ın uluslararası toplumla yaşadığı nükleer krizi aşmak için 2008 yılından itibaren yapılan girişimler, Irak’taki birtakım yerel aktörler arasında yürütülen diyalog çabaları bunlardan bazılarıdır. Bunlara ek olarak Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan arasındaki üçlü dayanışma toplantılarına sunulan katkı ve Türkiye, Afganistan ve Pakistan arasındaki üçlü zirveler Türkiye’nin yeni dış politika misyonu açısından önem taşımaktadır. 

Türkiye komşuluk ilişkilerindeki normalleşmeyi ve bölgesel politikalarındaki yükselişi bir adım daha ileri taşımak istemiştir. Kendi devlet-toplum modelini Ortadoğu halkları için ilham verici ve cezbedici bir model olarak tanımlamaya başlamıştır. Bu modelin bölge güvenliğine yapacağı katkı öne çıkarılmıştır. Bu çaba Türkiye’nin Batıyla ilişkilerine de yeni bir yön vermiştir. Türkiye’nin yükselişi sadece bölge ülkeleri tarafından değil Batılı ülkeler tarafından da takdir edilmiş, Türkiye model ortak haline gelmiştir. 2009 yılında ABD Başkanlığı koltuğuna oturan Barack Obama’nın ilk ziyaret ettiği ülkelerden biri olan Türkiye model ortak olarak tanımlanmıştır.8 

Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünün güçlenmesi küresel aktörlük imajını da güçlendirmiş, Batıyla ilişkilere olumlu bir katkıda bulunmuştur. 

Türkiye’nin model ülke olması sadece yükselen bir bölgesel güç olmasından ya da demokratik bir Müslüman ülke olmasından kaynaklanmamıştır. Muhafazakâr gelenekten gelen AK Parti’nin siyasi başarısı ve demokratik süreçlerle uyumu Ortadoğu’daki İslamcı hareketler açısından da önemli bir deneyim olarak değerlendirilmiştir. Arap Baharı’nın ilk safhasında genel olarak Türk demokrasisinin ve özelde AK Parti’nin model olma durumu daha da pekişmiştir. Türkiye’nin Ortadoğu’da halkın demokratik taleplerine kulak vermesi ve demokratik dönüşümü desteklemesi ise model ülke imajını güçlendirmiştir. Ancak devam eden süreçte Arap Baharının Ortadoğu’da gerçek bir demokratik dönüşüme yol açmadığı görülmüştür. Demokratikleşme bir yana Suriye’deki kalkışmanın iç savaşa dönüşmesi Ortadoğu’yu sonu gelmez bir çatışma alanı haline çevirmiştir. 

Bu gelişmenin Türkiye’nin bölgesel rolü, dış politikası ve ulusal güvenliği üzerinde çok önemli etkileri olacaktır. 

DİPNOTLAR;

1 Mustafa Aydın-Sinem A. Açıkmeşe, “Europeanization through EU Conditionality: Understanding the New Era in Turkish Foreign Policy”, Journal of Southern Europe and the Balkans, Cilt: 9, Sayı: 3, 2007, s. 263-274. 

2 Gencer Özcan, “Turkey‟s Changing Neighbourhood Policy”, Turkish Yearbook of International Relations, Cilt: 35, 2004, s. 1-15. 

3 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s zero-problems foreign policy”, Foreign Policy, 20 Mayıs 2010, 

 http://foreignpolicy.com/2010/05/20/turkeys-zero-problems-foreign-policy/, (Erişim Tarihi: 12 Ocak 2017). 

4 Michael Gunter-Dirk Rochtus, “Special Report: The Turkish-Armenian Rapprochement”, Middle East Critique, Cilt: 19, Sayı: 2, 2010, s. 157-172.

5 Mehmet Seyfettin Erol, “11 Eylül Sonrası Türk Dış Politikasında Vizyon Arayışları ve Dört Tarz-ı Siyaset”, Gazi Akademik Bakış, Cilt: 1, Sayı: 1, 2007, s. 33-55. 

6 Tarık Oğuzlu, “Middle Easternization of Turkey’s Foreign Policy: Does Turkey Dissociate from the West?”, Turkish Studies, Cilt: 9, Sayı: 1, 2008, s. 16. 

7 Ahmet Davutoğlu, Teoriden Pratiğe Türk Dış Politikası Üzerine Konuşmalar, Küre Yayınları, İstanbul 2011, s. 83. 

8 “Türkiye ile Model Ortaklık Önerisi”, Hürriyet, 6 Nisan 2009. 


ANKASAM | Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi

Suriye İç Savaşı ve Türkiye’nin Değişen Güvenlik Gündemi 

www.ankasam.org

ANKASAM | ANKARA KRİZ VE SİYASET ARAŞTIRMALARI MERKEZİ 

Ehlibeyt Mah. Tekstilciler Cad. Sümer İş Merkezi 

15/17 Balgat Çankaya – Ankara/Türkiye 

Tel: +90 312 474 00 46 

Faks: +90 312 474 00 45 

E-posta: info@ankasam.org 


***

6 Mayıs 2020 Çarşamba

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 2

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 2



Abdullah Gül de benzer şekilde şöyle demiştir; 

“Müslüman toplumlar kendi sorumluluklarını üstlenmeli ve pozitif bir değişimin yolunu açmak için kendi problemlerine kendi çözümlerini bulmalıdır.”29 

 Bu, çoğunluğu Müslüman olan Ortadoğu.da AK Parti nin ve BOP.un “ Reform ” çağrılarının kesiştiği bir noktadır. 
Hatta AK Parti liderlerine göre hem iç dinamiklerden ötürü hem de dıG baskılardan ötürü Ortadoğu.da reform kaçınılmazdır. Bu bağlamda onlar Müslüman muadillerinden “kendi evlerini başkalarından önce düzene koymalarını” istemektedir. Bu, AK Parti liderlerince modernleGmeden -- ve Batı.dan – kaynaklanan sorunlarla baş etmenin tek yolu olarak görülmekteydi. 

 Türkiye yi küresel bir güç yapma iddiasındaki AK Parti Ortadoğulu ve İslami bir siyasal oyuncu olarak Batı da Ortadoğu ve İslam dünyasına ilişkin “yanlış anlamalar” üzerine dikkat çekmektedir. 
AK Parti hükümeti döneminde Türkiye, Batı daki “ İslamofobi ”ye karşı mücadelenin bayraktarlığını yürütmüştür. 

Türkiye nin baskıları sonucunda Avrupa Konseyi Avrupa da İslamofobiye karşı mücadele etme kararı aldı. 

Aynı şekilde, AGİT Müslümanlara karşı ayrımcılığın önlenmesi için özel bir temsilci atadı. Ayrıca, “ Medeniyetler arası çatışma” düşüncesine sürekli meydan okuyan Türkiye, İspanya ile birlikte BM çatısı altında başlatılan “Medeniyetler İttifakı” girişiminin eş başkanlığını üstlendi.30 

Bunların yanı sıra AK Parti liderleri demokrasinin kültürel, dini, toplumsal ve tarihi özelliklerinden dolayı Ortadoğu da yerleşemeyeceği düşüncesine karşı çıkmaktadır. Onlar Türkiye nin, herhangi bir Ortadoğu ülkesinin hem Müslüman hem demokratik olabileceğini gösterdiğini ileri sürmektedir.31 

Bu nedenle, Ortadoğu.nun ve İslam Dünyasının uluslararası imajını güçlendirmeye yönelik AK Parti girişimleri BOP ile uyumluymuş gibi 
görünmektedir.32 

Ancak, Ortadoğu.da ve Türkiye.de yaygın Amerikan karşıtlığı dikkate alındığında BOP çerçevesinde ABD ile işbirliği yapmak AK Parti için meşrulaştırılması oldukça zor bir şeydi. Bu şartlar altında AK Parti liderleri ABD nin ve Batı.nın bölgedeki ileri karakolu olarak görülmekten kaçınmalıydı. Bu yüzden “yerel” bir şekilde hareket ettiklerini iddia ediyorlardı. “Evrensel değerler” söylemine başvurmak ve bu değerlerin ortaya çıkışına İslam Medeniyetinin katkılarını vurgulamak BOP un temel hedeflerinin “yerlileştirilmesine” ve bu sayede bölgeden gelebilecek  eleştirilerin önünü almaya dönük teşebbüslerdi. Daha önce de belirtildiği gibi AK Parti liderleri zaten projenin dışarıdan dayatılmamasını, bölge ülkelerinin gönüllü işbirliğine dayanması gerektiğini savunuyorlardı. 

Diğer taraftan AK Parti nin işini kolaylaştıran bazı etkenler de vardı.33 

AK Parti milletvekillerinin çoğunlukta olduğu TBMM nin – Parti liderlerinin isteklerinin aksine -- 1 Mart tezkeresini reddetmesi Türkiye nin bölgedeki 
imajını güçlendirmişti. Ayrıca parti liderlerinin İslamcı geçmişleri de Ortadoğu halkları nezdinde Türkiye.nin itibarını artırmıştı. Parti nin kimliği, özellikle onun Ortadoğu.da İslami hassasiyetleri olan bir parti olarak algılanışı AK Parti nin güvenilirliğini artırıyordu. 
Mesela Gül İslam ülkelerinde reform ihtiyacını vurgularken şöyle diyordu; “Başkaları yapmadan önce kendi evimizi düzene koymalıyız.
” Yani AK Parti liderleri medeniyetler arası çatışma düşüncesine karşı çıkmakla ve Batı karşıtı söylemler kullanmamakla beraber kendi Müslüman kimliklerini vurguluyorlardı. Bu durum özellikle AK Partili yetkililerin İslam Ülkeleri ile ilişkilerinde ön plana çıkıyordu. 
BOP u olumlu karşılamasına ve bu bağlamda ABD ile işbirliğine sıcak bakmasına rağmen AK Parti hala Ortadoğu ülkelerinin kendi “yerli” çözümlerini geliştirmelerini teşvik ediyordu. 

Yine de AK Parti nin BOP ta aktif bir rol oynaması onu bazı güç seçeneklerle karşı karşıya bırakmıştır. AK Parti evrensel değerler olarak demokrasi ve insan hakları savunuculuğu yaparken “ Medeniyet ” kavramı etrafında yerli değerlerin de bayraktarlığını yapmaktadır. 
Onun sözde evrensel değerleri savunması bu değerlerin bölgede yerle Gelebilmesi için bölge dışı güçlerle yakın işbirliği yapmasını gerektirirken, AK Partinin yerli tarafı ve “yerliciliği” dış etkilerin mümkün olduğu kadar azaltılmasını ve kendi inisiyatifiyle eyleme geçmesini gerektirmektedir. 

Ayrıca, Türkiye nin İsrail ile 1990.lar boyunca geliştirdiği yakın ilişkileri yine BOP ile ilgili olarak AK Parti içinde bazı gerilimlere yol açmıştır. İç ve Dış koşullar nedeniyle AK Parti hükümeti, onların Filistin taraftarı ve İslamcı bakışı hilafına olsa da bu ittifakı devam ettirmek mecburiyetindedir. Bununla beraber BOP, AK Parti.ye bölgeye barış ve demokrasinin yerleşmesi için öncelikle İsrail-Filistin meselesine adil bir çözüm bulunması gerektiğini savunması için uygun bir platform sağlamaktadır.34 

Sonuç 

AK Parti Genel Başkanı R. Tayip Erdoğan ın bir konuşmasından yapılan şu alıntı, Partisinin BOP a bakışını özetlemektedir: 

   Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Türkiye bu bölgede evrensel değerlerin yayılması ve gelişmesi için katkıda bulunmaya devam edecektir. Türkiye demokratik yapısı, zengin tarihsel mirası ve kimliği, ekonomik potansiyeli ve Batılı kurumlarda üyeliğinin bir sonucu olarak bu sorumluluğu hissetmektedir.35 

   Yukarıda sayılan nedenlerden dolayı AK Parti Büyük Ortadoğu Projesini desteklemektedir. Türkiye nin ABD ve AB ile ilişkileri; AK Parti nin Türk siyaseti içindeki konumu ve parti liderlerini kullandığı araçlar ve başvurduğu yöntemler; AK Parti nin Ortadoğulu ve İslami kimlikleri kabul eden dış politika anlayışı ve Türkiye yi bölgesel ve küresel bir güce dönüştürme arzuları, partinin BOP a karşı tutumunun belirlenmesinde öne çıkan etkenlerdir. 

Ancak AK Parti nin önünde hala karşılaşması muhtemel bir çok zorluk vardır. “İslam Dünyası” ve “Batı” arasında gerginlikleri artıran, Ocak 2006. da ortaya çıkan karikatür krizi gibi olaylarda artış hem BOP için hem de AK Parti için en başta gelen sorun olacaktır. 
Ayrıca, İsrail-Filistin meselesinin çözülememesi, Afganistan ve Irak.ta istikrarın sağlanamaması ve Batı da “ Müslümanlara karşı ayrımcılığın” artması AK Parti nin durumunu bir hayli zayıflatacaktır. Türkiye ve ABD arasında herhangi bir ciddi kriz veya Türkiye nin Avrupa Birliği ne üyelik sürecinde bir aksama AK Parti nin BOP karşısındaki tutumunu anlamsız ve geçersiz kılacaktır. 

    AK Parti nin BOP çerçevesinde karşılaşabileceği belki en büyük sorun  ABD nin samimiyetidir. AK Parti liderleri Amerikan yönetiminin Ortadoğuya demokrasi ve refah getirme söylemlerini – açıkça, en azından – kamuoyu önünde sorgulama mıştır. 
Proje çerçevesinde öne sürülen hedeflerin kendi siyasi duruşuyla uyumlu olması nedeniyle ve yukarıda bahsedilen nedenlerle ABD ile birlikteliğini hemen ilan etmiştir. Nitekim ABD.nin “ Demokratik Seçimler ” sonucunda Filistin de iktidara gelen HAMAS ve Lübnan da hükümete katılan Hizbullah ı tanımaması ve bu aktörlerle işbirliğine yanaşmaması, son olarak İsrail in Gazze ye ve Lübnan a saldırıları karşısında sessiz kalması – hatta İsrail i kollayan bir tutum takınması – AK Parti yönetiminde hayal kırıklığı yaratmıştır. 
    Abdullah Gül ün Washington Post da yayımlanan makalesi bu hayal kırıklığının en büyük tezahürüdür.36 

   Gül Makalesinde “ Bizim, ABD ve diğer müttefiklerimiz ile binbir çabayla yeşertmeye çalıştığımız demokratik dönüşüm umutları, bölge insanlarının hayatları gibi param parça oluyor.” diyerek ABD nin İsrail in saldırıları karşısında niçin sessiz kaldığını sorgulamıştır. 
“Demokratik dönüşüm umutları ”nın ABD nin eylemsizliği yüzünden parçalanması tabii ki sadece BOP a değil, bu projeyi başından itibaren 
destekleyen AK Parti ye de büyük zarar verecektir. 

Bununla birlikte AK Parti nin BOP perspektifi Türk dış politikasının temel özellikleri ile, özellikle Batılılaşma açısından uyumlu görünmektedir. 
AK Parti bölgesinin “ Modernleşmesi” için BOP çerçevesinde Türkiye nin Batılı müttefikleriyle birlikte hareket etmiştir. Ayrıca, AK Parti.nin BOP a 
bakışı, AK Parti hükümetinin Türkiye.nin 11 Eylül sonrası şartlara uyum sağlamasını temin etmek için yaptığı çalışmalar sonucunda şekillenmiştir. 
Hükümetteki AK Parti.nin İslamcı kökleri Türkiye.nin BOP karşısındaki konumunun belirlenmesine katkıda bulunmuşsa da hükümetin tutumundaki 
esas belirleyici güç AK Partinin kimliğinden bağımsızdır; esas belirleyici güç Türkiye nin jeopolitik, siyasi ve demografik yapısıdır. 
Türkiye nin Ortadoğuda bulunan ve büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede laik demokrasiyi başarıyla uygulayan bir Batı müttefiki olması Türkiye nin BOP a ilişkin pozisyonunu belirleyen en önemli faktördür. Bu bağlamda eğer BOP mevcudiyetini koruyabilirse, AK Parti hükümetinden sonra bile Türkiye nin BOP a desteğinin süreceği iddia edilebilir. 


DİPNOTLAR;

1 R. Tayyip Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, H. Yavuz  (ed.), The Emergence of a New Turkey; Democracy and AK Party, Salt Lake City: The  University of Utah Press, 2006, Ek 1, s.337. 
2 Abdullah Gül, “The Need for Reform in the Islamic World and the Role of Civil Society”, Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey…, Ek 2, s.345. 
3 Bkz. Augustus R. Norton, “The Puzzle of Political Reform in the Middle East”, and Michael C. Hudson, “The United States in the Middle East” her ikisi de Lousie Fawcett, International Relations of the Middle East, New York: Oxford University Press, 2005 içinde. 
4 Büyük Ortadoğu Projesi tabirinin orijinali “the Greater Middle East Initiative”, doğru çevirisi “Büyük Ortadoğu İnisiyatifi”dir. Bu isim de daha sonra Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifine (GOKA) dönüşmüştür. Ancak bu makalede kolaylık olması için Türkiyede yaygın şekilde kullanılan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tabiri kullanılmıştır. 
5 “Broader Middle East/N. Africa Partnership”, 
    http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-30.html. Nuri Yurdusev, “Büyük Ortadoğu Projesi, İslam ve Demokrasi”, Foreign Policy (Türkiye), Kasım / Aralık 2004, s. 64-71. 
6 Bkz. “G-8 Plan of Support for Reform,” 9 Haziran 2004, 
   http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-29.html. 
7 “U.S. Deputy Secretary of Defense Paul Wolfowitz, “Remarks for the Turkish Economic and Social Studies Foundation”, TESEV, 
   Conrad Hotel - Istanbul ; 14 Temmuz 2002, s.7, 
   http://www.tesev.org.tr/eng/events/etk_paulw14072002.php. 
8 Türkiye Modeli tartıGmaları üzerine bir değerlendirme için bkz. Hüseyin Bagci & Saban Kardas, “Post-September 11 Impact: 
   The Strategic Importance of Turkey Revisited”, Gdris Bal 
(ed.), Turkish Foreign Policy in Post Cold War Era, Boca Raton: BrownWalker, 2004, s.429-
432. “Türkiye Modeli” hakkındaki tartıGmalar iç politikada da hayli “sıcak”tır. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer ve Genel Kurmay BaGkanı Hilmi Özkök ile bir kısım Kemalist “Türkiye Modeli” ibaresinin ılımlı Gslam modelini ima ettiğini iddia ederek bu tanımlamaya karşı çıkarlar ve Türkiye.nin laik özelliklerinin altını çizerler. Bu durumda R. Tayip Erdoğanın şöyle demektedir; “Türkiye kendi bölgesinde ve özellikle Ortadoğu.da istikrarsızlık ile mücadelede bir 
rehber, iktisadi kalkınma için sürükleyici bir güç ve güvenliğin sağlanmasında güvenilir bir ortak olacaktır. … Tabii ki Türkiye.nin tecrübesinin diğer bütün Müslüman toplumlarda aynen uygulanması gereken bir model olduğunu iddia etmiyorum. Ancak, Türkiye tecrübesi diğer Müslüman toplumlar, diğer Müslüman halklar için ilham alabilecekleri bir kaynak olarak hizmet edebilecek bir niteliğe sahiptir.” R. Tayyip Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.338. Bu konuda akademik bir tartışma için bkz. Meliha. B. Altunışık, “The Turkish Model and Democratization in the Middle East”, Arab Studies Quarterly, cilt. 27, sayı 1-2 (Kış-İlkbahar 2005), s. 45-64. 
9 Yasemin Çongar, “Bu ortaklığı küçümsemeyin”, Milliyet, 14 Haziran 2004. 
10 “Demokrasi Destek Diyaloğu (DAD), TESEV, 
     http://www.tesev.org.tr/etkinlik/dad_genel.php 
11 Mesela bkz. “GeniG Ortadoğu için Kadınlar Zirvesi”, 
     http://www.ntvmsnbc.com/news/329911.asp>. 
12 Mesela bkz. “BOP.a Açık Destek”, Radikal, 14 Mart 2006. 
13 Bkz. Dietrich Jung, “Turkey and Arab World; Historical Narratives and New Political  Realities”, Mediterranean Politics, cilt 10, sayı 1 (Mart 2005), s.1-17. 
14 Hüseyin Bağcı, “The Greater Middle East Project and Turkey.s Attitude towards It”, Andreas Marchetti (ed.), The CSCE as a Model to Transform Western Relations with the Greater Middle East, Bonn: Zentrum für Europäische Integrationsforschung & Center for European Integration Studies & Rheinische Friedrich-Wilhelms-Universität Bonn, 2004, 
http://www.zei.de/download/zei_dp/dp_c137_marchetti.pdf. Türkiyenin Ortadoğu politikası için  bkz. Özlem Tür, “Türkiye ve Ortadoğu: Gerilimden İşbirliğine”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005), s.77-98. 
15 Ahmet Davutoğlu, “Türkiye Merkez Ülke Olmalı”, Radikal, 26 gubat 2004. Ayrıca bkz.  Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul: Küre  Yayınları, 2001. Burhanettin Duran, “JDP and Foreign Policy as an Agent of Transformation”, Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey…, s.281-305; Burhanettin Duran & Kemal İnat,  “AKP DıG Politikası: Teori ve Uygulama”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005), s.1-39. Ayrıca bkz. Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, Ankara: AK Parti, 2002, özellikle “Dış Politika” bölümü, s.105-10. 
16  AK Parti ve BOP ilişkisine eleştirel bir bakış için bkz. Ömer Laçiner,“„ Büyük Ortadoğu Projesi. ve AKP”, Birikim, sayı 179 (Mart 2004). 
17 R. Tayyip Erdoğan, “A Broad View of the „Broader Middle East.”, Russia in Global Affairs, cilt 2, sayı 3 (Temmuz-Eylül 2004), s.129.  Ayrıca şu habere bkz. 
     http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=9112>. 
18 Bkz. “U.S.-EU-Turkey Cooperation on the Broader Middle East and North Africa: A Strategic  Dialogue”, Program Brief (Nixon Center), cilt 10, sayı 16, 14 Haziran 2004. 
19 Bkz. “Erdoğan: ABD vizyonunu paylaşmamız çok doğal”, Radikal, 9 Haziran 2005. 
20 Şaban Kardaş, “Turkey and the Iraqi Crisis; JDP Between Identity and The Emergence of a New Turkey…,., s.306-329; Mesut Taştekin, “Türk Dış Politikasında 2003 Irak SavaGı”, M.gahin & M. TaGtekin (eds.) II. Körfez Savaşı, Ankara: Platin Yayınları, 2006, s. 245-282. Ayrıca bkz. Mehmet gahin, “Irak Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri”, M. Aydın & Ç. Erhan (eds.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2006, s.191-218. 
21 Martin Beck, “From Divergent Views to a Common Policy: US and EU Approaches to 
    Promoting Democratization in the Middle East”, Turkish Policy Quarterly, cilt 4, sayı 2 (Yaz 2005), s.123-135. 
22 AK Parti.nin kimliği üzerinde bir tartışma için bkz. H.Yavuz (editor), The Emergence of a New Turkey, özellikle 1. Bölüm (Identity, Ideology, and Leadership), s.23-184. Ayrıca bkz. Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, s. 5-9. ; Yalçın Akdoğan, Muhafazakar Demokrasi, Ankara: AK Parti, 2003. 
23 Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.335. 
24 Erdoğan şöyle demiştir; “Demokrasi kavramıyla şekillenen ve insan hakları, hukun üstünlüğü, iyi yönetim ilkeleri ile desteklenen evrensel değerler farklı medeniyetlerden derlenen ortak aklın bir ürünüdür” Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.333. 
25 A. Davutoğlu, “Türkiye Merkez Ülke Olmalı”. 
26 Bkz. İhsan D. Dağı, “The Justice and Develpment Party: Identity, Politics, and Human Rights Discourse in the Search for Security and Legitimacy, Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey…, s.88-106; Duran, “JDP and Foreign Policy as an Agent of Transformation”, s.288. 
27 Bu ABD.nin BOP.a yaklaşımı ile AK Parti politikalarının çakıştığı başka bir noktadır. Gerçekten de “Batılı değerleri” empoze ediyormuş intibası uyandırmaktan kaçınan ABD  “evrensel değerler”den bahseder. AK Partinin bütün büyük medeniyetlerin katkıda bulunduğu evrensel değerler anlayışı hem yerli hem de evrensel yanları olduğunu ima eder; Böylece bu değerlerin savunulması kolaylaşır. 
28 Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.338. 
29 Gül, “The Need for Reform in the Islamic World and the Role of Civil Society”, s.341. 
30 Bkz. “Alliance of Civilizations,” ( http://www.unaoc.org/ ). 
31 Hüseyin Bağcı, “The Greater Middle East Project and Turkey.s Attitude towards It”, s.92. 
32 A. Davutoğlu BOP un geç kalmış bir proje olduğunu iddia eder. Ona göre Ortadoğu, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin geçirdiği dönüşüm sürecinin gerisinde kalmıştır. BOP çerçevesinde belirtilen amaçların hepsi en azından on yıl önce gerçekleşmiş olmalıydı. İbrahim Turan, “Türkiye Küresel Güçtür!: A.Davutoğlu ile röportaj,” Anlayış, sayı 10 (Mart 2004), s. 44. "BOP, geç kalmış bir projedir. Çünkü Ortadoğu, (1) en zengin doğal kaynaklara sahip olduğu halde ekonomik refaha ulaşamamış, (2) kültürel olarak tarihin en derinlerine giden mirasın sahibi olduğu halde Batı'nın karşısına alternatif bir kültür sunamamış ve (3) çok eski, köklü ve ciddi siyasi geleneklere sahip olduğu halde siyasi rejimler açısından da sınıfta kalmıştır.” Bkz Davutoğlu nun MÜSİAD.daki konuşması, 
    http://www.musiad.org.tr/detay.asp?id=156 . 
33 Bu konuya dikkatimizi çektiği için Şaban Kardaş a ayrıca teşekkür ederiz.. 
34 Bkz. R.Tayyip Erdoğan.ın konuşmaları 
     http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=9111>; Ayrıca bakınız, 
     http://www.meclishaber.gov.tr/develop/owa/haber_portal.aciklama?p1=6147>. 
35 R.T. Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.334. 
36 Abdullah Gül, “An Appeal for Leadership,” The Washington Post, 3 Ağustos 2006, 
     (http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2006/08/02/AR2006080201389.html?sub=AR>). 


KAYNAKÇA;

“Alliance of Civilizations,” <http://www.unaoc.org/>. 
“BOP.a Açık Destek”, Radikal, 14 Mart 2006. 
“Broader Middle East/N. Africa Partnership”, 
http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-30.html>. 
“Demokrasi Destek Diyaloğu (DAD), TESEV, 
http://www.tesev.org.tr/etkinlik/dad_genel.php>. 
“Erdoğan: ABD vizyonunu paylaGmamız çok doğal”, Radikal, 9 Haziran 2005. 
“G-8 Plan of Support for Reform,” 9 Haziran 2004, 
(http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-29.html>). 
“Geniş Ortadoğu için Kadınlar Zirvesi”, 
http://www.ntvmsnbc.com/news/329911.asp>. 
“U.S. Deputy Secretary of Defense Paul Wolfowitz, Remarks for the Turkish Economic and Social Studies Foundation” Conrad Hotel - Istanbul ; 14 
Temmuz 2002, 
http://www.tesev.org.tr/eng/events/etk_paulw14072002.php. 
“U.S.-EU-Turkey Cooperation on the Broader Middle East and North Africa: 

A Strategic Dialogue”, Program Brief (Nixon Center), cilt 10, sayı 16, 14 Haziran 2004. 

AKDOĞAN, Yalçın, Muhafazakar Demokrasi, (Ankara: AK Parti, 2003). 

ALTUNIŞIK, Meliha. B., “The Turkish Model and Democratization in the Middle East”, Arab Studies Quarterly, cilt. 27, sayı 1-2 (Kış-İlkbahar 2005). 

BAGCG, Hüseyin ve Saban Kardas, “Post-September 11 Impact: The Strategic Importance of Turkey Revisited”, İdris Bal (ed.), 
Turkish Foreign Policy in Post Cold War Era, (Boca Raton: BrownWalker, 2004). 

BAĞCI, Hüseyin, “The Greater Middle East Project and Turkey.s Attitude towards It”, Andreas Marchetti (ed.), The CSCE as a Model to Transform 
Western Relations with the Greater Middle East, (Bonn: Zentrum für Europäische Integrationsforschung &Center for European Integration Studies 
& Rheinische Friedrich-Wilhelms-Universität Bonn, 2004), 
http://www.zei.de/download/zei_dp/dp_c137_marchetti.pdf. 

BECK, Martin, “From Divergent Views to a Common Policy: US and EU Approaches to Promoting Democratization in the Middle East”, Turkish Policy 
Quarterly, cilt 4, sayı 2 (Yaz 2005). 

ÇONGAR, Yasemin, “ Bu Ortaklığı Küçümsemeyin”, Milliyet, 14 Haziran 2004. 

DAĞI, İhsan D., “The Justice and Develpment Party: Identity, Politics, and Human Rights Discourse in the Search for Security and Legitimacy, 
Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey; Democracy and AK Party, (Salt Lake City: The University of Utah Press, 2006). 

DAVUTOĞLU, Ahmet, MÜSİAD daki konuşması, 
http://www.musiad.org.tr/detay.asp?id=156>. 

DAVUTOĞLU, Ahmet, “Türkiye Merkez Ülke Olmalı”, Radikal, 26 Şubat 2004. 

DAVUTOĞLU, Ahmet, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, ( İstanbul: Küre Yayınları, 2001 ). 

DURAN, Burhanettin ve Kemal İnat, “ AKP Dış Politikası: Teori ve Uygulama”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005). 

DURAN, Burhanettin, “JDP and Foreign Policy as an Agent of Transformation”, Yavuz (ed.), op.cit., s.281-305. 

ERDOĞAN, R. Tayip, konuşmaları için bkz.: http://www.akparti.org.tr. 

ERDOĞAN, R. Tayyip, “A Broad View of the „ Broader Middle East.”, Russia in Global Affairs, cilt 2, sayı 3 (Temmuz-Eylül 2004). 

ERDOĞAN, R. Tayyip, “ Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, Yavuz (ed.), op.cit., Ek 1. 

GÜL, Abdullah, “An Appeal for Leadership,” The Washington Post, 3 Ağustos 2006, 
http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2006/08/02/AR2006080201389.html?sub=AR. 

GÜL, Abdullah, “The Need for Reform in the Islamic World and the Role of Civil Society”, Yavuz (ed.), op.cit., Ek 2. 

HUDSON, Michael C., “The United States in the Middle East”, Lousie Fawcett, International Relations of the Middle East, (New York: Oxford 
University Press, 2005). 

JUNG, Dietrich, “Turkey and Arab World; Historical Narratives and New Political Realities”, Mediterranean Politics, cilt 10, sayı 1 (Mart 2005). 
Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, (Ankara: AK Parti, 2002). 
KARDAŞ, Şaban, “Turkey and the Iraqi Crisis; JDP Between Identity and Interest”, Yavuz (ed.), op.cit. 

LAÇİNER, Ömer, “„Büyük Ortadoğu Projesi. ve AKP”, Birikim, sayı 179 (Mart 2004). 

NORTON, Augustus R., “The Puzzle of Political Reform in the Middle East”, Lousie Fawcett, International Relations of the Middle East, (New York: 
Oxford University Press, 2005). 

ŞAHİN, Mehmet, “Irak Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri”, M. Aydın & Ç. Erhan (eds.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Ankara: 
Siyasal Kitabevi, 2006. 

TAŞTEKİN, Mesut, “Türk Dış Politikasında 2003 Irak Savaşı”, M.Şahin & M. Taştekin (eds.) II. Körfez Savaşı, Ankara: Platin Yayınları, 2006. 

TÜR, Özlem, “Türkiye ve Ortadoğu: Gerilimden İşbirliğine ”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005). 

YAVUZ, Hakan (editor), The Emergence of a New Turkey, op.cit. 

YURDUSEV, Nuri, “Büyük Ortadoğu Projesi, İslam ve Demokrasi”, Foreign Policy (Türkiye), Kasım / Aralık 2004. 

 ***



BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 1

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 1



Hüseyin BAĞCI * 
Bayram SİNKAYA **
* Prof. Dr. Hüseyin Bağcı ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. 
** Bayram Sinkaya ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Atatürk Üniversitesi İBBF Araştırma Görevlisi. 

Yazarlar, katkıları ve yorumları için Şaban Kardaş a Teşekkür eder. 
Akademik ORTA DOĞU, Cilt 1, Sayı 1, 2006, s. 21-37. 


Özet 

Bu makale Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) bakışını analiz etmektedir. Bu çerçevede özellikle BOP gündeme geldiğinde Türkiye’de 
iktidarda olan AK Parti’nin perspektifi üzerinde odaklanmıştır. Türkiye’nin BOP karşısında konumunun belirlenmesinde Türkiye’nin kimliği, Ortadoğu 
politikaları ve Batı ile ilişkilerinin yanı sıra AK Parti’nin kurumsal kimliği ve politikaları da etkili olmuştur. Makalede, AK Parti hükümetinin BOP’un ilan 
edilen hedefleri ile kendi politikalarının uyumlu olduğunu düşündüğü için ve kendi iktidarı döneminde kötüleşen Türk-Amerikan ilişkilerini düzeltmek 
amacıyla BOP’u desteklediği iddia edilmektedir. 

“Bugünün dünyası ile bütünleşemeyen; demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti gibi kavramları geliştirmede ve içselleştirmede başarısız olan; cinsiyet eşitliğini tesis edemeyen ülkeler izolasyona sürüklenmektedir. Bu ülkelere doğru yolu bulmaları için yardım etmeliyiz; bunu hep birlikte yapmak için hazır olmalıyız.” 1 

“Şu hususu vurgulamak istiyorum; evimizi düzene koymak öncelikle bizim görevimizdir;hiç kimse bunu bizden daha iyi yapamaz. Eğer bunu kendi başımıza yapamaz isek, başkaları bizim için yapacaktır. Evimizi düzene koymanın yolu sağlıklı bir değişim sürecine girmektir, yani gerçekçi bir reform programını icraya koymaktır.”2 

Giriş; 

   11 Eylül Saldırıları ABD.nin Ortadoğu.ya yönelik politikalarında çok önemli değişikliklere yol açtı. Saldırıları gerçekleştiren eylemcilerin kimlikleri 
ABD.nin dikkatini bu bölgeye çekti. Bu bölgedeki statükonun, sosyal ve iktisadi koşulların yol açtığı aşırılığın ABD.ye de zarar verebilen uluslararası 
tehditlerin kaynağı olduğunu düşünen Bush yönetimi, uluslararası terörizmi desteklediğine inanılan ülkelerdeki rejimleri değiştirme niyetini 
ortaya koydu. 

   Bugüne kadar Afganistan ve Irak.ta bunu yaptı da. George W. Bush idaresindeki Amerikan yönetimi sadece askeri gücünü kullanmıyordu; aynı 
zamanda Amerika.nın “yumuşak güç”üne başvuruyordu. Bu yöndeki esas aracı da ABD.nin “Ortadoğu.da demokrasinin ve insan haklarının gelişimini, 
iktisadi kalkınmayı vb. destekleme” iddiasıyla oluşturduğu “Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi ”dir. 3 

    ABD bu yöndeki politikasını 2003 yılının sonlarında ortaya atılan “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP)4 üzerine yoğunlaşarak sürdürdü. 

Böylece Ortadoğuda genellikle statükocu olan Amerikan politikaları yerini liberal demokrasinin, serbest pazar ekonomisinin yerleşmesinin ve eğitim sisteminin reforme edilmesinin güçlü şekilde desteklenmesini – zira bu alanlardaki zayıflıkların uluslararası terörizme yol açtığı düşünülüyor -- öngören politikalara bırakmaya başladı. 

    ABD nin tek yönlü gayretlerine karşın, bu projenin başarılı olabilmesi için bölge ülkelerinin işbirliği şarttır. Bu makale, mevcut şartlar altında; 
jeo-stratejik konumu, uzun yıllardan beri Batının bir müttefiki olması, bölgede derin demokrasi tecrübesine sahip ender ülkelerden birisi olması ve nihayet İslam ve Batılı değerleri başarılı bir şekilde birleştiren bir ülke olarak ortaya çıkması nedeniyle Türkiyenin bu projeye desteğinin çok önemli olduğunu ileri sürmektedir. 

    Özellikle iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi.nin (AK Parti) kökenleri itibariyle İslamcı bir gelenekten gelmesine rağmen Modernizm, 
Liberal Demokrasi ve geleneği ( İslami ) birleştirme iddiası dikkate alındığında bu husus daha da öne çıkmaktadır. 
    Bu makalede Türkiye nin Büyük Ortadoğu Projesi karşısındaki tutumu, özellikle AK Parti nin rolüne vurgu yapılarak incelenmektedir. 


BOP ve Türkiye., 

ABD nin “Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi”ne paralel olarak Irak ın işgalinin ardından ABD.nin Ortadoğu politikalarına uluslararası desteği artırmak ve sorumlulukları uluslararası sistemde önde gelen devletlerle paylaşma politikası çerçevesinde Amerikalı yetkililer Ortadoğuda demokrasinin, iyi yönetimin, bilgi toplumunun, iktisadi ve toplumsal kalkınmanın desteklenmesi iddiasıyla “Büyük Ortadoğu Projesi”ni dile getirmeye başladılar. Amerikan yönetimine göre bu proje uluslararası topluluğun önde gelen devletleri ve bölgede diğer devletler tarafından desteklenmeliydi. Bundan dolayı bu proje G-8 ve NATO zirvelerinin gündemlerine alındı. 2004 yılı Haziran ayında Sea Island da toplanan G-8 
zirvesinden sonra “Büyük Ortadoğu Projesi” “ Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika  Projesi”  (GOKA) adını aldı.5 

   Proje nin kapsamı tam olarak belirtilmemesine rağmen yirmi iki Arap ülkesi ile birlikte Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan ı kapsadığı düşünülmektedir. Proje, geniş Ortadoğu da “aşırlığın, terörizmin, uluslararası suçların ve kaçak göçün” önlenmesi amacıyla bölgede iktisadi, sosyal ve siyasi durumun iyileştirilmesi iddiası üzerine kurulmuştur. Proje, serbest piyasa, serbest seçimler, basın özgürlüğü ve insan hakları örgütlerinin desteklenmesi gibi konuları da içerme iddiasındadır. 

Projeye ilişkin en somut belge, 8-10 Haziran tarihlerinde ABD nin Georgia eyaletinde Sea Island.da bir araya gelen Gelişmiş 8 Ülke Grubu (G-8) 
zirvesinden sonra yayınlanan ve “ Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık ” şeklinde adlandırılan 
belgedir. 6 

Bu belge G-8 üyelerinin, G-8 Devletleri ile bölge hükümetlerinin, bölgedeki iş dünyasının ve sivil toplum hareketlerinin gönüllü işbirliğine dayalı 
projeye verdikleri desteği göstermektedir. 

   Belgeye göre proje Üç alan üzerinde yoğunlaşmıştır: 
   İlk olarak siyasi meseleler üzerinde odaklanmıştır. Bu bağlamda, Geniş Ortadoğu bölgesinde hukukun üstünlüğü ve demokratik yapıların tesisi, 
insan haklarının, temel hak ve özgürlüklerin, farklılığın ve çoğulculuğun garantisi yönünde ilk adım olarak değerlendirilmiştir. 

   İkinci mesele sosyal-kültürel alanla ilgilidir; belgede herkes için eğitim, ifade hürriyeti, kadın-erkek eşitliği vb. hususlar vurgulanmaktadır. 

Belge son olarak ekonomik meseleler üzerinde durmaktadır. Yeni iş alanlarının yaratılması, ekonomik reformların desteklenmesi, bölge içi ticaretin teşviki gibi hususlar vurgulanmaktadır. 

Türkiye nin İslam dünyasında laik bir demokratik devlet ve ABD.nin uzun yıllardan beri müttefiki olduğu dikkate alındığında BOP kapsamında ideal 
bir ortak olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta R. Tayip Erdoğan liderliğindeki hükümetin nitelikleri dikkate alındığında Türk hükümetinin BOP karşısında 
pozisyonunun çok önemli olduğu görülmektedir. Bir kere, dönüştürülmek istenen bölge nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu Müslümandır. Terörizm ile mücadele de sadece askeri araçlara veya bölgedeki gayri-demokratik rejimlerle işbirliğine dayanmak bu toplumların doğal dönüşümünü ve bölgede reformist hareketlerin ortaya çıkışını engelleyebilir. Amerikan yönetimine göre terörizm ve aşırılığa prim vermeyen ılımlı Müslümanların desteklenmesi “ Terörizme karşı savaş ”ı kazanmada çok önemlidir. 
Eski Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz.in 2002 yılı Temmuz ayında TESEV.de yaptığı bir konuşmadan yapılan şu alıntı 
Amerikan yönetiminin düşüncesini göstermektedir: 

Terörizme karşı savaşı kazanmak için, … daha barışçıl bir dünya 
yaratmak için İslam dünyasındaki yüz milyonlarca ılımlı ve hoşgörülü 
insana ulaşmalıyız. Özgürlüğün ve serbest girişimin nimetlerinden 
faydalanmak isteyen insanlara hitap etmeliyiz. Türkiye, bu değerlerin, 
modern demokratik kurumların inşası için dini inançların feda edilmesi 
gerekmeyen modern toplum ile uyumlu olduğunu gösteren iyi bir örnek 
sunmaktadır.7 

   Bu görüş Batılı çevrelerde, özellikle Amerikan yetkilileri arasında yaygın olarak paylaşılmaktadır. Bu bağlamda Türkiye İslam dünyası için İslam ile liberal demokrasiyi birleştiren bir örnek olabilir.8 

   Dahası, iktidardaki AK Parti nin İslamcı bir parti olduğu şeklindeki imaj Türkiye ve Arap ülkelerinde karşılıklı algılamaların bir ölçüde değişmesine yol açmıştır. İktidardaki partinin nitelikleri ve bölge ile tarihi ve kültürel bağları sayesinde Türkiye bu projenin gerçekleştirilmesine yardımcı olacak en uygun ülke konumundadır. Ayrıca, ABD nin kendi programını tek taraflı olarak dayattığı intibası uyandırmamak için yerel hükümetlerin işbirliğine ihtiyacı vardı. 

Nitekim Türk hükümeti, ortaya çıkışından beri bu projeye oldukça sıcak yaklaştı. Türkiye Sea Island.daki G-8 toplantısına “ Demokratik Ortak ” olarak katıldı ve Yemen ve İtalya ile birlikte “Demokrasi Yardım Diyalogu”  Eş-Başkanlığını üstlendi. Proje çerçevesindeki bütün önerileri iyi karşılayan Türkiye, uygulamaya ilişkin olarak üç talepte bulunmuştur. Sea Island daki toplantıda Başbakan Erdoğan dönüşümün dışarıdan dayatılmaması; her ülkenin farklılıklarının dikkate alınması; ve hükümetlerin yanı sıra sivil toplum örgütlerinin ve iş dünyasının da uygulamaya katılmasının gerekliliği üzerinde durmuştur. Erdoğan ayrıca bu projenin başarılı olabilmesi için İsrail-Filistin sorununa adil bir çözüm bulunması 
gerektiğini belirtmiştir. 9 

   Demokrasi Yardım Diyalogu çerçevesinde her ülkeden belirlenen bir sivil toplum örgütü Demokrasi Yardım Diyalogunun hedefleri doğrultusunda 
stratejilerin geliştirilmesi ve uygulanması ile görevlendirilmiştir. 

Üç sivil toplum örgütü, Türkiye den TESEV, İtalya dan “No Peace without Justice” ve Yemen den “Human Rights Information and Training Center” 
“Ortak Gelecek için Ortaklık” çerçevesinde Demokrasi Yardım Diyalogu başlığı altında belirtilen hususlar doğrultusunda projeler geliştirecek ve  uygulayacaklar dı.  Bu örgütlerin bölgeye yönelik olarak uluslararası konferanslar ve toplantılar düzenlemeleri ve bu toplantılarda üzerinde anlaşmaya varılan sonuçların uygulamaya geçirilmesinde yardımcı olmaları düşünülmüştü. 

Türkiye den TESEV Şimdiye kadar Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesinde kadının kamusal hayata katılımının güçlendirilmesi, Cinsiyet eşitliği ve siyasi katılım; demokratik dönüşüm ve sivil toplum örgütleri vb. konularda uluslararası konferanslar tertip etmiştir.10 
   Türk hükümeti ayrıca Büyükelçi Ömür Orhun u Dışişleri Bakanlığı Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi Koordinatörü olarak atamıştır. 
Bu bağlamda Türkiye Dışişleri Bakanlığı sivil toplum örgütleri tarafından, özellikle TESEV tarafından Demokrasi Yardım Diyalogu çerçevesinde organize edilen uluslararası konferansları desteklemektedir.11 
Başbakan ve Dışişleri Bakanı dahil Türk yetkililer BOP karşısındaki tutumları sorulduğunda projeye desteklerini yinelemekte ve Ortadoğu ülkelerinin 
demokratikleştirilmesi için BOP çerçevesinde ABD ile işbirliği yaptıklarını belirtmektedir.12 

AK Parti’nin Tutumunu Belirleyen Faktörler., 

AK Parti nin BOP a bakışını incelemeden önce Türkiye nin Ortadoğu daki geleneksel çıkarlarını gözden geçirmek faydalı olacaktır. 

Türkler bin yıldan fazla bir süredir bu bölgede yaşamaktadırlar ve Türkiye ile bölge halkları arasında kuvvetli dini, kültürel ve tarihi bağlar vardır.13 
Türkiye Ortadoğu ülkelerinin üçü ile sınır komşusudur; bu yüzden bölgede istikrar Türkiye için hem güvenlik çıkarları açısından hem de ekonomik 
açıdan oldukça önemlidir.14 

Türkiyenin Ortadoğudaki geleneksel çıkarlarına paralel olarak AK Parti.nin dış politika yaklaşımını da incelemek gerekir. AK Partili yetkililer partinin dış politika anlayışının çok-taraflılık, çok-boyutluluk, komşularla iyi ilişkiler ve aktif dış politika ilkelerine dayandığını ileri sürmektedir. 

  AK Parti.nin dış politikaya bakışı, Türkiye.nin farklı bölgeler arasında bir köprü oluğu yaklaşımını veya bir çevre ülkesi olduğu yaklaşımını reddederek Türkiyenin “ Merkez Ülkesi ” olduğunu savunur. 

Dış Politika meseleleri üzerinde Başbakan.a danışmanlık yapan Ahmet Davutoğlu AK Parti tarafından geliştirilen dış politika anlayışının beş temel ilkesi olduğunu ileri sürmektedir. 

Ona göre Türkiye güvenlik ile özgürlük ve demokrasiyi dengelemeyi başarabilirse diğer ülkeler tarafından örnek alınan bir merkez ülkesi olabilir. 
Bundan dolayı Davutoğlu.na göre dış politikanın birinci özelliği “güvenlik ve istikrarı tehlikeye atmadan demokratikleşme”nin sağlanmasıdır. 

İkinci olarak, -
- Davutoğlu nun “ Komşularla Sıfır Problem ” dediği -- Türkiye komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmalıdır. Dış politikanın diğer bir temel özelliği ise aktif ve çok-boyutlu olmasıdır. Davutoğlu.na göre, jeopolitik konumu Türkiye.ye muazzam fırsatlar sunmaktadır ve bu fırsatları değerlendirebilmek için aktif bir dış politika izlemek gerekir. Davutoğlu diğer taraftan Türkiyenin sadece bir bölgeye – Batı ya – yoğunlaşarak diğer yakın bölgelere arkasını dönmemesi gerektiğini savunur. Davutoğlu ayrıca dış politikanın ekonomik, kültürel ve demografik vb. faktörleri de içermesi gerektiğini savunur. 

Bunlara ilaveten Davutoğlu, Türkiye.nin büyük bir medeniyetin mirasçısı olmasına ve Avrupalı, Ortadoğulu ve Asyalı kimlikleri taşımasına dayanarak kendine güvene dayalı yeni bir diplomatik tarz geliştirilmesi gerektiğini ileri sürer. Davutoğlu son olarak “Türkiye.nin küresel bir güce dönüştürülebilmesi için” statik diplomasinin yerini ritmik diplomasiye bırakması gerektiğini söyler.15 

   Yukarıda izah edildiği kadarıyla BOP ve AK Parti.nin dış politika anlayışı uyumlu olmaktan öte birbirlerini tamamlamaktadır.16 

İşte bu yüzden AK Parti liderleri BOP u desteklemektedir. 

Bu bağlamda Erdoğan şöyle demiştir: 

'' Türkiye daha demokratik, daha özgür, daha barışçıl bir Ortadoğu görmek istemektedir; böyle bir bölge iyi yönetilecek ve etkin bir şekilde işleyen ekonomiye sahip olacaktır. Bu yanlışlıkla idealizm olarak görülmemelidir. Türkiye’nin kendi çıkarları istikrarlı ve barış içinde; birbirleriyle her düzeyde karşılıklı ilişki kurabilen komşulara sahip olmayı gerektirmektedir. Bu yüzden, Türkiye’nin bölgeye yönelik beklentileri BOP’un olumlu hedefleri ile uyumludur.17 

BOP, AK Parti.nin yaklaşımıyla ahenk içinde Ortadoğu nun demokratikleşmesini ve bölge içi ticaretin gelişmesini desteklemenin yanı sıra AK Parti nin Türkiye yi küresel bir güce dönüştürme arzusu çerçevesinde aktif bir dış politika izlemesi için de partiye fırsat sağlıyordu. 
    Gerçekten de Sea Island zirvesine demokratik ortak olarak katılması Türkiye nin Avrupa Birliği ve G-8 karşısında uluslararası konumunu güçlendirmiştir.18 

Ayrıca, Türkiye nin ABD ile ikili ilişkileri AK Parti nin BOP a bakışını şekillendiren en önemli etkenlerden birisiydi. Her şeyden önce ABD nin ve Türkiye nin Ortadoğu.daki temel çıkarları; makul fiyatlardan petrol akışının sağlanması, bölgesel istikrarın sağlanması ve demokrasinin ve bölgesel kalkınmanın teşviki gibi alanlarda uyuşuyordu.19 

   Dahası, BOP çerçevesinde ABD ile birlikte hareket etmek, TBMM.nin 1 Mart 2003.te Amerikan askerlerinin Türk toprakları üzerinden Irak ın kuzeyine geçişine izin veren tezkereyi reddetmesiyle Türkiye ve ABD arasında ciddi şekilde bozulan ikili ilişkilerin. 20 düzeltilmesine yardımcı olabilirdi. Tezkerenin reddedilmesinden dolayı ABD liderliğindeki koalisyon güçleri Irak güçlerine karşı kuzeyden cephe açamamışlardı ve bunun ABD askeri güçlerine pahalıya mal olduğu iddia ediliyordu. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld dahil Amerikan yönetiminde bir çok kişi, o zamandan beri, bu olaydan ötürü Türkiye yi eleştirmeye devam ediyordu. 
   Ayrıca, Türkiye nin Ortadoğu politikası ve ABD nin bölgedeki faaliyetleri nedeniyle; Özellikle Türkiye nin Suriye ve İran ile yakın ilişkiler kurması; 
Amerikan askeri güçlerinin Irak.ın kuzeyinde üslenen PKK militanlarına karşı harekete geçmemesi; Irak taki gelişmeler vs. dolayısıyla iki ülke arasında bazı sorunlar vardı. BOP ikili ilişkilerden bağımsız bir alanda işlediğinden Türkiye ve ABD, ikili ilişkilerindeki problemlerden bağımsız olarak BOP altında rahatlıkla işbirliği yapabilirdi. AK Parti, BOP çerçevesinde ABD ye destek vererek hem Türkiye ve ABD arasındaki geleneksel “ Stratejik İttifakı ” düzeltebilir hem de Türkiye de AK Parti hükümeti için ABD nin desteğini sağlayabilirdi. 

BOP içinde yer alması Türkiye.nin Avrupa.ya “uzun” yürüyüşü ile de uyumludur. Özellikle 1995.te “ Barselona Süreci ”nin başlatılmasından beri Ortadoğu da demokrasinin, ekonomik ve sosyal kalkınmanın teşviki AB ajandasında yer almaktadır. BOP çerçevesinde ortaya konulan temel önermeler de AB nin iyi komşuluk politikasıyla uyumludur. Belki daha önemlisi, 2003 te  Irak ın işgali bağlamında Trans-Atlantik ayrışmasından sonra ABD ve AB, BOP çerçevesinde Ortadoğu.ya ilişkin olarak trans-Atlantik işbirliğini yeniden tesis etmeyi başardı.21 
Bu husustaki Trans-Atlantik işbirliği Türkiye nin BOP a destek vermesini kolaylaştırdı. 

Nihayet AK Parti nin “kimliği” onun BOP a bakışının şekillenmesinde etkili olmuştur. AK Partinin kimliği hala tartışmalı olsa da parti üzerine çalışma yapan uzmanlar arasında AK Parti.nin İslamcı geçmişi hakkında bir uzlaşma vardır. 22 

  Bununla birlikte AK Parti kendisini “geleneği reddetmeyen bir modernite anlayışını ve yereli tanıyan bir evrenselcilik anlayışını” bünyesinde bulundurduğunu iddia ettiği “muhafazakâr demokrat” kimlikle tanımlar.23 

Böylece AK Parti, geleneğin ve yerelin yanı sıra modernitenin ve evrenselciliğin bayraktarlığını üstlenme iddiasındadır. 

“Büyük bir medeniyetin mirasçısı olmasına ve Avrupalı, Ortadoğulu ve Asyalı kimlikleri taşımasına dayanarak yeni bir diplomatik tarz” ilkesiyle uyumlu olarak AK Parti liderleri “Batılı” değerleri -- AK Parti liderleri bu değerleri, onların oluşumuna bütün büyük medeniyetlerin ve dinlerin katkıda bulunduğu evrensel değerler ve insanlığın ortak malı olduğunu iddia ederek savunur. 24
 -- Ortadoğu ya taşırken, Ortadoğu nun bir yerlisi olarak onu da Batı ya karşı savunur. 25 

    AK Parti nin geçmişi, Necmettin Erbakan liderliğindeki siyasal İslamcı Milli Görüş Hareketine dayandığı için Türkiyeli seçkinler AK Parti ile partinin 
söylemleri ve politikaları hakkında hep kuşkulu oldu. Bu bağlamda AK Parti liderleri İslamcı bir kimliği reddederken insan hakları ve demokrasi söylemini 
benimsedi ve Türkiyenin  ABye üyelik sürecini hızlandırmak için uyum yasalarını hızla Meclis ten geçirdi. 26 
“Geleneksel İslamcı” görüşün aksine AK Parti liderleri demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve kamuoyu önünde sorumluluk gibi değerleri 
insanlığın ortak değerleri olarak görme eğilimindedir. Bu değerlerin Batılı kaynaklarının görmezden gelinerek “ Evrenselleştirilmesi ” AK Parti liderleri için onların içselleştirilebilmesini kolaylaştırmaktadır. 27 
BOP un amaçlarının AK Parti.nin insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi vb. değerler karşısındaki duruşuyla benzer olması nedeniyle Türkiye BOP a destek vermiştir. Yani, Türkiye içinde demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü vs. teşvik eden AK Parti, bu değerlerin Ortadoğu ya yerleşmesini de desteklemektedir. 

AK Parti nin Ortadoğulu ve İslami kimliği onun BOP a bakışını yakından etkilemektedir. Türkiye yi küresel bir güce dönüştürme arzusundaki 
parti Türkiye nin uluslararası itibarını, özellikle Ortadoğu ve İslam dünyasında artırmak için gayret etmiştir. AK Parti nin çalışmaları sonucunda ilk defa bir 
Türk, Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu 2004 yılında İslam Konferansı Örgütünün genel sekreterliğine seçilmiştir. 

Ortadoğulu ve İslami bir siyasi aktör olarak AK Parti liderleri Ortadoğu da reforma ihtiyaç olduğunu kabul etmektedir. 
Onlara göre İslam ülkeleri içinde bulundukları nahoş durumdan kurtulabilmek için çok köklü reformlar yapmalıydı. 
Örneğin, bu konuda Erdoğan şöyle demiştir; 
“ Müslüman toplumlar problemlerini yabancı güçleri suçlayarak çözemezler; her şeyden önce hepimiz kendi sorumluluklarımızı kabul etmeliyiz ve bu sorumluluğu üzerimize almalıyız.” 28 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

31 Mart 2020 Salı

TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 2

TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ.  BÖLÜM 2 





ORTAK TEHDİT ALGILARI, FIRSATLAR VE İŞ BİRLİĞİ ALANLARI 

Yukarıdaki paragraflarda bu çalışmanın amacı ve kapsamı dikkate alınarak fazla detaya girmeden Türkiye ile NATO arasında 65 yılı aşkın ilişki sürecinde öne çıkan, yapısal ve konjonktürel sorunların özünü yansıtan bazı konulara değinilmiştir. Türkiye’nin uluslararası camiada mensubu olduğu örgütler arasında ağırlığı ve etki gücü göreceli olarak en fazla olan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü ile sürekli sorunlar yaşadığını ve İttifak’a yapmış olduğu katkılara karşın aynı değerde olmasa dahi hiçbir faydasını görmediğini iddia etmek de hakkaniyetli bir yaklaşım olmaz.21 

Geçmişte yaşanan gelişmeleri sadece eleştirel bir yaklaşımla ele almanın ötesinde yapılan hatalardan dersler çıkartarak gelecekteki ilişkilerde her iki tarafın da birbirlerinin askeri imkan ve kabiliyetlerinden ve siyasi etki alanlarından daha iyi nasıl istifade edebileceğini, ne gibi fırsatlar, iş birliği alanları bulunduğunu ve ortak tehdit algılarının neler olduğunu değerlendirerek somut politika önerileri ortaya koymak gerekir. 

NATO üyesi ülkelerin algıladıkları tehditler zaman içinde hem nicelik hem de nitelik bakımından ciddi boyutlara varmış ve caydırılmaları ya da baş edilmeleri daha da zor ve karmaşık hale gelmiştir. Kitle imha silahlarının (KİS) yayılmasından terörizme, bölgesel çatışmalardan barış operasyonlarına kadar İttifak’ın Soğuk Savaş yılları boyunca da gündeminde olan konuların yanı sıra yakın geçmişten itibaren siber güvenlik, hibrid savaş, enerji yollarının güvenliği, korsanlık, kitlesel göç, iklim değişikliği ve doğal felaketler gibi bir kısmı ilk bakışta askeri nitelikte olmayan ve özel uzmanlık gerektiren konular, ulusal ve uluslararası güvenliği, barışı ve istikrarı tehdit edebilecekleri endişesiyle özellikle son 10 yılda yapılan İttifak’ın zirve toplantılarının ana gündem maddeleri haline gelmiştir. Tehdidin yapısı ve doğasının önemli ölçüde değişmesi sebebiyle söz konusu tehditlere karşı etkili önlemler alabilmek ve caydırıcı özelliğini koruyabilmek için NATO ittifakı bir transformasyon dönemine girmiştir. NATO’nun en önemli komutanlıklarından bir tanesi olan Müttefik Dönüşüm Komutanlığı (Allied Command Transformation.ACT), ABD’nin doğu kıyısındaki Virginia eyaletinin Norfolk şehrinde bulunmaktadır. 

Uluslararası Terörizmle Mücadelede Iş Birliği 

Müttefiklerin ortak tehdit algısında en önemli konu başlıklarından bir tanesi, 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin de ağırlığını o yönde koyması ile İttifak’ın ana gündem maddesi haline gelen uluslararası terör şebekeleri ile mücadeledir. 

Bu kapsamda bir yandan terör gruplarının yoğun olduğu Afganistan gibi ülkelerde yürütülen askeri operasyonlar diğer yandan terör gruplarının 
varlıklarını idame ettirmelerine olanak veren mali kaynakları, taraftar edinmeleri ve her türlü lojistik destek bulmalarının önünü kesmeye yönelik çok yönlü siyasi, mali, ekonomik ve diplomatik girişimlerin yapılması İttifak’a üye ülkelerin ortak davranışı haline gelmiştir. 

Bu bağlamda müttefik ülkelerin üzerinde hemfikir oldukları en önemli tehdit, terör gruplarının KİS kapasitesi edinmeleri ve saldırılarında kullanmaları olasılığıdır.22 Böyle bir girişimin önlenmesi her ne kadar gelişmiş olsa da tek bir ülkenin sahip olduğu imkan ve kabiliyetlerin ötesindedir. Özellikle istihbarat alanında iş birliği ile güçlü ve sürekli koordinasyona ihtiyaç duyulmaktadır. Bu amaca yönelik olarak gerek Birleşmiş Milletler (BM) gerekse NATO bünyesinde alınan kararların etkin bir şekilde tüm müttefiklerce uygulanması büyük önem arz etmektedir.23 

Türkiye İttifak’ın Kasım 2002’deki Prag zirvesi sırasında süregelen ve ortaya çıkan yeni tehditlerle mücadele edilmesinde çalışmaları ile karar alıcılara yol gösterecek nitelikte mükemmeliyet merkezleri kurulması yönünde alınan karar doğrultusunda Haziran 2005’te, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Ankara’da Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’ni (TMMM) kurmuştur. 24 

Türkiye’nin yanı sıra yedi NATO üyesi ülke25 subayının aktif görev yaptığı uluslararası askeri örgüt statüsündeki TMMM, İttifak üyesi ve çeşitli platform larda NATO ile ortaklık içinde bulunan ülkelerin orta ve üst kademe subayları ve sivil personeline yönelik hizmet vermektedir. TMMM terörizmin mali kaynakları nın kurutulmasından intihar bombacıları ile mücadeleye, terörizm ve medya ilişkisinden terörizmin ideolojik temellerinin irdelenmesine kadar çok çeşitli konularda kurs, çalıştay, seminer, sempozyum ve benzeri faaliyetler düzenlemekte ve NATO Karargahı’nda yürütülen terörizmle mücadele çalışmalarına akademik katkı yapmaktadır. 

Devlet Otoritesinin Çökmesi ve Iklim Değişikliğinin Sonuçları: 

Korsanlık ve Göç NATO’nun kuruluş amaçlarından biri, birçoğu ileri refah toplumu konumunda olan üyelerinin “Batılı yaşam tarzı”nı dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı korumak olmuştur. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve onun güdümündeki Varşova Paktı’nın askeri kapasitesi, Soğuk Savaş 
sonrası dönemde etnik ve dini temelli bölgesel çatışmaların yarattığı istikrarsızlık ve belirsizlik ortamı, 2000’li yıllarda ise uluslararası terörizm Batılı 
yaşam tarzını tehdit eden unsurlar olarak görülmüş ve yukarıda bahsedilen önlemler alınmıştır. 

Son on yıllık dönemde ise Asya-Pasifik bölgesinde ve Afrika’nın önemli bir kısmında, kağıt üzerindeki siyasi varlıklarına karşın fiiliyatta devlet olmanın gereklerini yeterince yerine getiremeyen yönetimlerin yarattığı otorite boşluğunda terör örgütleri ve şiddet kullanmaktan çekinmeyen çeşitli amaca yönelik oluşturulmuş çeteler ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu bölgelerde daha etkili olarak hissedilen iklim değişikliğinin yarattığı su ve nitelikli gıda gibi temel ihtiyaçlara erişim artık çok kısıtlı hale gelmiştir. Terör ve iklimsel olumsuzlukların yarattığı göç dalgası, ilerleyen aşamalarda Batılı ülkeler tarafından kamu düzenlerine yönelik bir tehdit olarak görülmeye başlamıştır.26 

Ortadoğu’da yaşanan iç savaşlar ve kaotik ortamın da etkisiyle hız kazanan uluslararası göç hareketi NATO’nun halihazırda ekonomik zorluk içindeki bazı ülkelerini ciddi oranda sarsacak düzeye varmıştır. Göç dalgasının önlenmesi ve bu yolda hayatını kaybetme riski bulunan milyonlarca mültecinin içinde bulundukları şartların kontrol altına alınması gereğince, özellikle Ege ve Akdeniz’de NATO’ya bağlı deniz unsurlarına Türkiye de kapsamlı destek sağlamaktadır.27 

Benzer şekilde Afrika’nın doğu kıyıları boyunca ve Hint Okyanusu’nda etkili olan korsanlık faaliyetlerine karşı da İttifak’ın aldığı kararlar doğrultusunda 
Türkiye bir firkateyn ile uzun süre destek vermiştir. 28 

Rusya’nın Güç Politikasına Karşı Ittifak’ın Ortak Tavır Belirlemesi 

2000’li yılların ortalarından itibaren eski Sovyet cumhuriyetleri olan Gürcistan ve Ukrayna’nın İttifak’a dahil edilmesinin konuşulmasıyla birlikte gerginleşmeye başlayan NATO-Rusya ilişkileri bu ülkenin Gürcistan’a yönelik askeri harekatı Bir yandan Füze Kalkanı projesinin tümüyle operasyonel hale gelmeye başlaması diğer yandan ise AB ile Ukrayna arasında yoğunlaşan siyasi ve ekonomik ilişkilerin yarattığı atmosfer sebebiyle, bu ülkenin hem Avrupa entegrasyonu hem de NATO genişlemesinin bir parçası olmak yönünde ilerlediği algısı, Rusya’nın sahada sahip olduğu imkan ve kabiliyetlerle üstü kapalı olarak yürüttüğü operasyonlar sonucu Mart 2014’te Kırım Ukrayna’dan bağımsızlığını ilan ederek Rusya’ya bağlandığını duyurmuştur. Eş zamanlı olarak Ukrayna, Dinyeper Nehri’nin batısındaki AB yanlısı güçler ile doğusundaki Rusya yanlısı 
güçler arasında yoğun çatışmalara sahne olmuştur. 

Uluslararası diplomatik girişimler sonucu çatışmaların dozu büyük oranda azalmış olmakla beraber gerilim ve çatışma potansiyelinin tümüyle ortadan kalktığını söylemek mümkün değildir ve Ukrayna fiilen ortadan ikiye bölünmüş bir siyasi görünüm arz etmektedir. 

Açık bir çatışmaya sahne olmasa da eski Sovyet cumhuriyetleri olan Baltık ülkelerinin Rusya’nın bölgede gerçekleştirdiği askeri yığınak ve tatbikatların yarattığı tehdit sebebiyle NATO üyesi birçok ülke çok sayda askerini ve hava, kara ve deniz unsurlarını bölgedeki müttefik topraklarına yığmakta ve art arda tatbikatlar düzenlemektedir. 

Askeri alanda karşılıklı olarak atılan bu adımlar ve sert siyasi söylemler gerilimi tırmandırmaktadır. Avrasya bölgesinde Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerin de ki etkinliğini yeniden tesis etme girişimlerinin benzerini, eski Sovyet müttefik lerindede yapmaya çalıştığı görülmektedir. 
Mart 2011’den bu yana Suriye’de yaşanan iç savaş ve kaos ortamına Ekim 2015 itibarıyla Rusya’nın güçlü askeri imkan ve kabiliyetleri ile rejimin yanında yer alarak müdahil olmasıyla birlikte Ortadoğu’da da barış ve istikrarın sağlanmasında ciddi zorluklar baş göstermektedir. 

Kuzey ve güneyindeki coğrafyalarda Rusya’nın kapsamlı askeri güç yığınağı ve sahada aktif olarak kullanmasına şahit olan Türkiye’nin bu ülke ile siyasi ilişkileri iyi düzeyde olsa da Rus askeri uçağının Türk jetleri tarafından düşürülmesi sonrasında yaşanan derin kriz ortamının bir daha yaşanmayacağının garantisini vermek mümkün değildir. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında hassas bir süreçten geçen TSK’nın bir yandan ülke içinde bölücü terör örgütüne karşı diğer yandan ülke dışında özellikle Suriye’de bazı bölgesel unsurların “oldubitti” girişimlerine imkan vermemek için kapsamlı operasyonlar içinde olduğu bir dönemde, Türkiye ile Rusya’nın yeniden gerginlik yaşaması ve müttefiklerle bu ülke arasında gelişmelere bağlı olarak çatışma ortamının doğması olasılığının her zaman dikkatle takip edilmesi gerekir. 

NATO’ya katıldığı 1952 yılından bu yana İttifak’ın sağladığı “pozitif güvenlik güvenceleri” nin Türkiye’nin ulusal güvenliğine önemli katkılar yapmış olduğu bir gerçektir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu on binlerce nükleer silahın varlığından kaynaklanan tehdide karşı en güçlü caydırıcı unsurun, bir kısmı Türkiye’de konuşlandırılmış olan ABD’ye ait nükleer silahlar ve buna bağlı olarak oluşturulan “Nükleer şemsiye” olduğunu söylemek yanlış olmayacak tır. 29 NATO’nun caydırıcı gücünün Türkiye’nin son dönemde “agresif” güç politikası izleyen Rusya’dan algıladığı potansiyel tehdide karşı etkili olduğunu söylemek de mümkündür. 24 Kasım 2015 günü Rus jetinin düşürülmesi sonrasında aniden gerginleşen ilişkilerde, İttifak’ın en üst karar organı Kuzey Atlantik Konseyi’nin Türkiye ile dayanışmasını açıkça ifade etmesi, tarafların soğukkanlı davranmasını sağlayarak krizin tırmanmasını ve küçük ölçekli de olsa açık bir çatışmaya dönüşmesini önlediği askeri ve siyasi gözlemciler tarafından ifade edilmiştir. 30 

Suriye’deki Iç Savaşın Yansımalarına Karşı Ittifak Dayanışması 

Aralık 2010 itibarıyla Ortadoğu ülkelerinin önemli bir kısmını içine alan “Arap Baharı” süreci Mart 2011’de Suriye’de etkilerini göstermeye başladı. Tarihsel olarak sorunlarla dolu bir seyir izleyen Türkiye-Suriye ilişkilerinde 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren bir yakınlaşma süreci yaşanmakta iken Şam’daki rejimin kendi halkına karşı askeri güç kullanması ve katliamlara girişmesi sebebiyle Ankara ile ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşanmaya başladı. Ankara’nın Şam’daki rejime karşı direnç gösteren muhalefet ile birlikte hareket etmesinin yansımalarından biri de 22 Haziran 2012 tarihinde Türk askeri istihbarat uçağının Doğu Akdeniz’de uluslararası hava sahasında bulunduğu sırada Suriye hava savunma unsurları tarafından düşürülmesi ve bunun iki ülkeyi sıcak bir çatışmanın eşiğine getirmesidir. 

Türkiye’nin NATO’nun önde gelen bazı ülkeleriyle karşılaştırıldığında kısıtlı olan ekonomik, mali ve askeri imkanlarına karşın yapmış olduğu katkılar İttifak tarafından daha fazla karşılık görmelidir. 

Önceki bölümlerde de bahsedildiği üzere NATO üyesi olan Türkiye’nin Ortadoğulu komşularıyla olan ilişkilerinde sorunlar yaşaması İttifak’ın 
özelikle Avrupalı üyeleri tarafından arzu edilen bir durum olmamasına karşın, geçmiş dönemlerde yaşananın aksine Ankara’nın çağrıları doğrultusunda müttefik ülkeler tarafından Türkiye ile dayanışma içinde oldukları ve Suriye’den gelebilecek bir saldırıya karşı Türkiye toprakları ve halkının güvenliğinin sağlanmasının İttifak’ın ortak sorumluluğu olduğu açık ve net bir şekilde vakit geçirilmeden ortaya konuldu. Bu kapsamda Türkiye’nin Suriye sınırına yakın Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine Almanya, Hollanda ve ABD tarafından geliştirilmiş Patriot hava savunma sistemlerinin konuşlandırılması kararı alındı ve bu sistemler Kasım 2012 itibarıyla operasyon el hale getirildi. 

Müttefiklerin, uzun yıllar boyunca Türkiye’nin algıladığı tehditler karşısında direnç gösteren, işi ağırdan alan ve zaman zaman karşı duruş gösteren tavırları akla getirildiğinde Suriye ile yaşanan kriz ortamında Türkiye’nin yanında güçlü ve etkili bir duruş sergilemeleri, ilişkilerin gelecekte daha arzu edilen istikamette olabileceği mesajını vermektedir. Özellikle Avrupalı müttefiklerin tavırlarındaki olumlu değişikliğin, Ortadoğu’da baş gösteren sorunların bölge içinde halledilmediği takdirde hangi boyutlara varabileceğini Suriye menşeli mülteci krizi ile net olarak görmelerinden de kaynaklandığı söylenebilir. 

POLİTİKA ÖNERİLERİ



Müttefiklik ilişkisi gerektiğinde karşılıklı fedakarlığı da içerir. Türkiye’nin NATO’nun önde gelen bazı ülkeleriyle karşılaştırıldığında kısıtlı olan ekonomik, mali ve askeri imkanlarına karşın Balkanlardaki IFOR,31 SFOR,32 KFOR’dan33 Afganistan’daki ISAF’a,34 Güneydoğu Avrupa Tugayı’ndan Irak’taki Eğitim Misyonu’na, Karadeniz, Ege, Akdeniz ve Afrika Boynuzu’ndaki deniz ortak görev gücünden Baltık bölgesindeki havadan keşif operasyonlarına kadar birçok güvenlik sorunu karşısında “yükün paylaşımı” prensibine uygun olarak yapmış olduğu katkıları İttifak tarafından daha fazla karşılık görmelidir. Bunun için yapılması gerekenler aşağıdaki maddelerde dile getirilmektedir: 

1. Müttefikler tarafından 1949 yılında Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Anlaşması’nın hem lafzı hem de ruhuna uygun olarak 5. ve 6. maddelerinde açıkça ifade edildiği gibi Türkiye topraklarının tümünün silahlı saldırıya uğraması durumunda İttifak’ın her bir üyesinin savunma yükümlüğünde olduğunun açık ve net bir şekilde vurgulanması gerekmektedir. Bu yapıldığı takdirde Türk halkında 
NATO’ya yönelik şüpheli yaklaşımın giderilmesi çabalarına olumlu katkı yapılmış olur. 

2. NATO Kamu Diplomasisi birimi .ki başında NATO Genel Sekreter Yardımcısı statüsünde Büyükelçi Tacan İldem bulunmaktadır. Türk halkı nezdinde NATO’nun Türkiye’nin güvenliğine yapmış olduğu ve gelecekte yapabileceği katkıların medya unsurları vasıtasıyla açık ve net bir şekilde anlatılması için kapsamlı tanıtım çalışmaları yapılması lazımdır. 

3. NATO ile bağlantılı çalışmalar içinde olan medya kuruluşları, araştırma kurum ve kuruluşları, akademik kurumlar, uzmanlar ve ortaya koydukları eserlerin sayısının çoğalmasını teşvik edecek şekilde İttifak fonlarından araştırmalara sağlanan imkanların kayda değer oranlarda artırılması gerekmektedir. Bu şekilde Türkiye-NATO ilişkilerinin geçmişi ve önemli olayların perde arkası hakkında ortaya çıkacak doğru bilgi ve belgelere dayalı yayınlar (makale, kitap, akademik tez gibi) sayesinde ilişkilerin seyri hakkında daha sağlıklı bir toplumsal algı yaratılması mümkün olabilir. 

4. Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulmuş olan Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde (TMMM) halihazırda İttifak’a üye Türkiye dışındaki 27 müttefik ülkeden sadece yedisi tarafından görevlendirilen asker ve sivil personele ek olarak, diğer müttefiklerin de sembolik sayıda da olsa hem terörle mücadele konusunda iş birliği hem de Türkiye ile dayanışmanın göstergesi olarak asker ve sivil personel görevlendirmesi olumlu etki yaratabilir. 

5. NATO ittifakının üst düzey temsilcilerinin daha sıklıkla Türkiye’yi ziyaret etmeleri, sivil toplum kuruluşları, akademi ve basın sektörünün temsilcileri ile yakın temas halinde olmaları karşılıklı olarak tarafların birbirlerini, amaçlarını, niyetlerini ve beklentilerini doğru tanımlayarak ilişkilerin daha sağlıklı bir zemine oturtulmasına katkı yapabilir. 

6. Gerek müttefik ülkelerin Türkiye’deki gerekse Türkiye’nin müttefik ülkelerdeki diplomatik temsilcilerinin görev yaptıkları ortamlarda tarafların birbirlerini doğru anlamaları ve tanımaları için daha yoğun ve içtenlikli çabalar sarf etmeleri gerekmektedir. 

7. Henüz açık çatışma ortamı olmayan ancak Rusya’nın son yıllardaki tutum ve davranışlarından algılanan tehdit değerlendirmesi sebebiyle çok sayıda müttefik ülkenin binlerce asker, yüzlerce hava, kara ve deniz birliklerine bağlı unsurların katılımıyla art arda gerçekleştirdikleri tatbikatlar ile verdikleri güçlü İttifak dayanışması görüntüsünün benzerini, farklı araç ve yöntemlerle de olsa çatışmaların yoğun olarak devam ettiği, Türkiye’nin zaman zaman açık hedef olduğu saldırıların gerçekleştiği güney komşuları ve sahada askeri unsurları bulunan ülkelere karşı da sergilenmesi gerekmektedir. 

8. Müttefik ülkelerin siyasetine yön veren kesimlerin Türkiye ve dünyada meydana gelen gelişmelerden etkilenerek doğru ve yeterli bilgiye dayanmayan ve askeri alanda iş birliğini etkileyebilecek nitelikte, ittifak ilişkisi prensiplerine de aykırı bir şekilde, ambargo ve benzeri tutum ve davranışlardan sakınmaları, siyasi görüş farklılığı içeren konuları siyaset platformunda demokratik araç ve yöntemlerle görüşmek suretiyle çözmeye çalışmaları gerekmektedir. 

9. Müttefik ülkelerin ileri seviyede bilim ve teknoloji geliştirmiş olan savunma sanayii bünyesindeki kurum ve kuruluşları ile Türkiye’de bu sektörde faaliyet gösteren şirketlerin uzun vadeli ölçekte ve yakın iş birliğini gerektirecek ortak projeler geliştirmeleri tarafların ortak savunma kapasitesini artırmalarına katkı yapabilir. Bu sürecin İttifak üyesi ülkelerce teşvik edilmesi gerekmektedir. 

Türkiye 1949 yılında Soğuk Savaş tehditlerine karşı kurulan NATO’ya 1952’de üye olmuştur. Türkiye tarafından İttifak uzun yıllar boyunca hem bir güven 
lik teminatı hem de Batılı kimliğe entegre olmanın araçları arasında görülmüştür. Ancak NATO’ya yönelik kamuoyundaki soru işaretleri özellikle 15 Temmuz 
darbe girişiminin ardından netleşmiş ve darbe girişiminin arkasında İttifak’ın olabileceği yönünde bir kanı ortaya çıkmıştır. 

NATO’nun Türkiye’ye sağladığı güvenlik teminatı uzun yıllarca yüzeysel değerlendirmelere tabi olmuş ancak oluşturduğu güvenlik riskleri üzerine kapsamlı incele meler yapılmamıştır. Bu bağlamda analiz iki aktörün çatışan önceliklerine de değinerek önümüzdeki süreçte olası iş birliği alanlarını da ele alacaktır. 

Bu çalışmada Türkiye-NATO ilişkilerinin geride kalan 65 yılı aşkın tarihinde hangi süreçlerden geçtiği, ilişkilerde yaşanan temel zorlukların neler olduğu, tarafların 
birbirlerinin beklentilerine ne derecede karşılık verebildikleri, önümüzdeki 
dönemde ilişkilerin hangi yöne doğru gelişebileceği, hangi hususlarda sıkıntılar 
yaşanmaya devam edebileceği ve yaşanmaması için ne gibi önlemler alınması gerektiği konularında görüşler ortaya konulacaktır. 


• ANKARA 
• ISTANBUL 
• WASHINGTON D.C. 
• KAHIRE 
www.setav.org 


DİPNOTLAR;

1. “3. Kolordu Komutanı Korgeneral Erdal Öztürk Gözaltına Alındı”, Sabah, 16 Temmuz 2016. 
2. Mustafa Kibaroğlu, “NATO’nun Nükleer Stratejisi ve Türkiye’deki Amerikan Nükleer Silahları”, der. Seyfi Taşhan, Türkiye’nin NATO’da 60 Yılı: Güven Veren Bir Ortaklık, (Dış Politika Enstitüsü, Ankara: 2012), s. 55-72. 
3. Mustafa Kibaroğlu, “La Turquie, les États-Unis et l’OTAN: Une Alliance Dans l’Alliance”, Questions Internationales, Direction de la Documentation 
Française Paris, Sayı: 12, (Mart-Nisan 2005), s. 30-32. 
4. Mustafa Kibaroğlu, “Ege-Doğu Akdeniz Ekseninde Kıbrıs’ın Stratejik Konumu ve Annan Planı”, Mülkiye Dergisi, Cilt: 28, Sayı: 242, (Kış 2004), s. 85-94. 
5. Mustafa Kibaroğlu, “NATO’nun Kuruluşu, Misyonu, Geleceği ve Türkiye’nin Rolü”, 2023 Dergisi, (Mayıs 2004), s. 6-15. 
6. Tarik Oguzlu and Mustafa Kibaroglu “Incompatibilities in Turkish and European Security Cultures Diminish Turkey’s Prospects for EU Membership”, Middle Eastern Studies, Cilt: 44, Sayı: 6, (Kasım 2008), s. 945-962. 
7. Mustafa Kibaroğlu, “Turkey’s Triple-Trouble: ESDP, Cyprus, Northern Iraq”, Insight Turkey, Cilt: 4, Sayı: 1, (Ocak–Mart 2002), s. 49-58. 
8. Bu konuda detaylı bir çalışma için bkz. Alptekin Molla, “Soğuk Savaş Sonrası Körfez Krizleri ve Türkiye-ABD-NATO İlişkileri”, Akademik Fener, Balıkesir Üniversitesi Bandırma İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı: 11, (2009), s. 39-62 
9. Mustafa Kibaroğlu, “NATO Before and After the Second Gulf War”, Connections: The Quarterly Journal, Cilt: 4, Sayı: 2, (Yaz 2005), s. 43-45. 
10. Mustafa Kibaroğlu, “NATO’nun Balistik Füze Savunma Sistemi ve Türkiye”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 34, (Yaz 2012), s. 183-204. 
11. Maximé Larive, “The Building of the US Missile Shield in Europe, The Triangular Relationship: US, EU, Russia”, European Uni-
on Miami Analysis Special Series, Cilt: 11, Sayı: 8, (Haziran 2011). 
12. Steven A. Hildret ve Carl Ek, “Missile Defense and NATO’s Lisbon Summit”, CRS Report for Congress, 11 Ocak 2011. 
13. Maximé Larive, “The Building of the US Missile Shiled in Europe, The Triangular Relationship: US, EU, Russia”, European Uni-
on Miami Analysis Special Series, Cilt: 11, Sayı: 8, (Haziran 2011). 
14. “Missile Defence”, NATO, http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_49635.htm, (Erişim tarihi: 9 Şubat 2017). 
15. “Obama Defends Decision to Shelve European Missile Shield”, Fox News, 17 Eylül 2009; Cole Harvey, “Obama Shifts Gear on 
Missile Defense”, Arms Control Association, (Ekim 2009). 
16. Serdar Erdurmaz, “Füze Kalkanı Sistemi ve Türkiye, ABD Tek Başına Gerçekleştiremediği Zorlamayı NATO Kanalıyla mı Kabul 
Ettirecek?”, TÜRKSAM, http://www.turksam.org/tr/makaledetay/356-fuze-kalkani-sistemi-ve-turkiye-abd-tek-basina-gerceklestiremedigi-
zorlamayi-nato-kanaliyla-mi-kabul-ettirecek, (Erişim tarihi: 9 Şubat 2017). 
17. Craig Whitlock, “European Missile Shield Plan is Expected to Gain Support”, Washington Post, 14 Ekim 2010. 
18. Mustafa Kibaroğlu, “Acceptance and Anxiety: Turkey (Mostly) Embraces Obama’s Nuclear Posture [Kabulleniş ve Endişe: Türkiye, 
Obama’nın Nükleer Duruşunu (Çoğunlukla) Kucaklıyor]”, Nonproliferation Review, Cilt: 18, Sayı: 1, (Mart 2011), s. 201-217. 
19. Tülay Karadeniz, “Turkey Says Anti-Missile Should Not Single out Iran [Türkiye Füze Karşıtı Girişimlerin İran’ı Ayrı Tutmaması Gerektiğini Söylüyor]”, Reuters, 18 Ekim 2010. 
20. 4 Ekim 2010’da Ankara’da gerçekleştirilen bir çalıştayda üst düzey bir Türk diplomat tarafından ifade edilen görüşler Mustafa Kibaroğlu’nun Acceptance and Anxiety: Turkey (Mostly) Embraces Obama’s Nuclear Posture başlıklı makalesinde alıntılanmıştır. 
21. Serhat Güvenç, “NATO’nun Evrimi ve Türkiye’nin Transatlantik Güvenliğe Katkıları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 12, Sayı: 45, (Bahar 2015), s. 101- 119. 
22. Bu konuda yazılmış nitelikli ve kapsamlı bir akademik çalışma için bkz. Olcay Denizer, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Devlet-Dışı 
Aktörlerin Kitle İmha Silahları (KİS) ile Terör Eylemleri Yapma Eğilim ve Yeteneklerinin Değerlendirilmesi, Doktora Tezi, Kara Harp Okulu, Savunma Bilimleri Enstitüsü, Güvenlik Bilimleri Ana Dalı, (Ankara: 2014). 
23. Mustafa Kibaroğlu, “Measures to Counter the Threat of WMD Terrorism”, der. U. Feyyaz Aydoğdu, Technological Dimensions of Defence Against Terrorism, NATO Science for Peace and Security Series, Cilt: 115, (IOS Press, Amsterdam: 2013), s. 63-69. 
24. Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi hakkında kapsamlı ve güncel bilgi edinmek için bkz. www.tmmm.tsk.tr. 
25. TMMM bünyesinde askeri ve sivil personel görevlendiren müttefik ülkeler Almanya, ABD, Birleşik Krallık, Bulgaristan, Hollanda, Macaristan ve Romanya’dır. 
26. Peter Yeung, “Refugee Crisis: Majority of Europeans Believe Increased Migration Raises Terror Threat, Survey Says”, Independent, 12 Temmuz 2016. 
27. “NATO Ege’de Devriye Görevini Kabul Etti”, NTV, 11 Şubat 2016. 
28. “NATO Korsanlara Karşı”, Radikal, 11 Ekim 2008. ve yaşanan “5 Gün Savaşı” uluslararası güvenliğe ve Avrasya bölgesinde barış ve istikrara ciddi 
anlamda olumsuz etki yapmıştır. Rusya bu savaş ile bir bakıma NATO genişlemesinin sınırlarını çizmek istemiştir. 
29. Mustafa Kibaroğlu, “The Future of Extended Deterrence: The Case of Turkey”, ed. Bruno Tertrais, Perspectives on Extended Deterrence, Coll. Research and Documents, Sayı: 3, (Fondation pour la Recherche Stratégique, Paris: 2010), s. 87-95. 
30. Gülsüm Alan, “NATO Türkiye-Rusya Krizinde Denge Arayışına Girdi”, Euronews, 1 Aralık 2015, 
      http://tr.euronews.com/2015/12/01/nato-turkiye-rusya-krizi-konusunda-denge-arayisina-girdi, (Erişim tarihi: 9 Şubat 2017). 
31. IFOR (Implementation Force.Uygulama Gücü): Bosna Hersek’te görev yapan NATO önderliğindeki çok uluslu barış gücü. 
32. SFOR (Stabilization Force.İstikrar Gücü): Bosna Savaşı’ndan sonra Bosna Hersek’e gönderilen NATO önderliğindeki barış gücü. 
33. KFOR (Kosovo Force.Kosova Gücü): Kosova’nın güvenliğini sağlamakla görevli NATO önderliğindeki barış gücü. 
34. ISAF (International Security Assistance Force.Uluslararası Güvenlik Destek Gücü):  Afganistan Savaşı sonrasında Afganistan’da kurulan NATO önderliğindeki barış gücü. 


***