Büyük Ortadoğu Projesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Büyük Ortadoğu Projesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mayıs 2020 Çarşamba

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 2

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 2



Abdullah Gül de benzer şekilde şöyle demiştir; 

“Müslüman toplumlar kendi sorumluluklarını üstlenmeli ve pozitif bir değişimin yolunu açmak için kendi problemlerine kendi çözümlerini bulmalıdır.”29 

 Bu, çoğunluğu Müslüman olan Ortadoğu.da AK Parti nin ve BOP.un “ Reform ” çağrılarının kesiştiği bir noktadır. 
Hatta AK Parti liderlerine göre hem iç dinamiklerden ötürü hem de dıG baskılardan ötürü Ortadoğu.da reform kaçınılmazdır. Bu bağlamda onlar Müslüman muadillerinden “kendi evlerini başkalarından önce düzene koymalarını” istemektedir. Bu, AK Parti liderlerince modernleGmeden -- ve Batı.dan – kaynaklanan sorunlarla baş etmenin tek yolu olarak görülmekteydi. 

 Türkiye yi küresel bir güç yapma iddiasındaki AK Parti Ortadoğulu ve İslami bir siyasal oyuncu olarak Batı da Ortadoğu ve İslam dünyasına ilişkin “yanlış anlamalar” üzerine dikkat çekmektedir. 
AK Parti hükümeti döneminde Türkiye, Batı daki “ İslamofobi ”ye karşı mücadelenin bayraktarlığını yürütmüştür. 

Türkiye nin baskıları sonucunda Avrupa Konseyi Avrupa da İslamofobiye karşı mücadele etme kararı aldı. 

Aynı şekilde, AGİT Müslümanlara karşı ayrımcılığın önlenmesi için özel bir temsilci atadı. Ayrıca, “ Medeniyetler arası çatışma” düşüncesine sürekli meydan okuyan Türkiye, İspanya ile birlikte BM çatısı altında başlatılan “Medeniyetler İttifakı” girişiminin eş başkanlığını üstlendi.30 

Bunların yanı sıra AK Parti liderleri demokrasinin kültürel, dini, toplumsal ve tarihi özelliklerinden dolayı Ortadoğu da yerleşemeyeceği düşüncesine karşı çıkmaktadır. Onlar Türkiye nin, herhangi bir Ortadoğu ülkesinin hem Müslüman hem demokratik olabileceğini gösterdiğini ileri sürmektedir.31 

Bu nedenle, Ortadoğu.nun ve İslam Dünyasının uluslararası imajını güçlendirmeye yönelik AK Parti girişimleri BOP ile uyumluymuş gibi 
görünmektedir.32 

Ancak, Ortadoğu.da ve Türkiye.de yaygın Amerikan karşıtlığı dikkate alındığında BOP çerçevesinde ABD ile işbirliği yapmak AK Parti için meşrulaştırılması oldukça zor bir şeydi. Bu şartlar altında AK Parti liderleri ABD nin ve Batı.nın bölgedeki ileri karakolu olarak görülmekten kaçınmalıydı. Bu yüzden “yerel” bir şekilde hareket ettiklerini iddia ediyorlardı. “Evrensel değerler” söylemine başvurmak ve bu değerlerin ortaya çıkışına İslam Medeniyetinin katkılarını vurgulamak BOP un temel hedeflerinin “yerlileştirilmesine” ve bu sayede bölgeden gelebilecek  eleştirilerin önünü almaya dönük teşebbüslerdi. Daha önce de belirtildiği gibi AK Parti liderleri zaten projenin dışarıdan dayatılmamasını, bölge ülkelerinin gönüllü işbirliğine dayanması gerektiğini savunuyorlardı. 

Diğer taraftan AK Parti nin işini kolaylaştıran bazı etkenler de vardı.33 

AK Parti milletvekillerinin çoğunlukta olduğu TBMM nin – Parti liderlerinin isteklerinin aksine -- 1 Mart tezkeresini reddetmesi Türkiye nin bölgedeki 
imajını güçlendirmişti. Ayrıca parti liderlerinin İslamcı geçmişleri de Ortadoğu halkları nezdinde Türkiye.nin itibarını artırmıştı. Parti nin kimliği, özellikle onun Ortadoğu.da İslami hassasiyetleri olan bir parti olarak algılanışı AK Parti nin güvenilirliğini artırıyordu. 
Mesela Gül İslam ülkelerinde reform ihtiyacını vurgularken şöyle diyordu; “Başkaları yapmadan önce kendi evimizi düzene koymalıyız.
” Yani AK Parti liderleri medeniyetler arası çatışma düşüncesine karşı çıkmakla ve Batı karşıtı söylemler kullanmamakla beraber kendi Müslüman kimliklerini vurguluyorlardı. Bu durum özellikle AK Partili yetkililerin İslam Ülkeleri ile ilişkilerinde ön plana çıkıyordu. 
BOP u olumlu karşılamasına ve bu bağlamda ABD ile işbirliğine sıcak bakmasına rağmen AK Parti hala Ortadoğu ülkelerinin kendi “yerli” çözümlerini geliştirmelerini teşvik ediyordu. 

Yine de AK Parti nin BOP ta aktif bir rol oynaması onu bazı güç seçeneklerle karşı karşıya bırakmıştır. AK Parti evrensel değerler olarak demokrasi ve insan hakları savunuculuğu yaparken “ Medeniyet ” kavramı etrafında yerli değerlerin de bayraktarlığını yapmaktadır. 
Onun sözde evrensel değerleri savunması bu değerlerin bölgede yerle Gelebilmesi için bölge dışı güçlerle yakın işbirliği yapmasını gerektirirken, AK Partinin yerli tarafı ve “yerliciliği” dış etkilerin mümkün olduğu kadar azaltılmasını ve kendi inisiyatifiyle eyleme geçmesini gerektirmektedir. 

Ayrıca, Türkiye nin İsrail ile 1990.lar boyunca geliştirdiği yakın ilişkileri yine BOP ile ilgili olarak AK Parti içinde bazı gerilimlere yol açmıştır. İç ve Dış koşullar nedeniyle AK Parti hükümeti, onların Filistin taraftarı ve İslamcı bakışı hilafına olsa da bu ittifakı devam ettirmek mecburiyetindedir. Bununla beraber BOP, AK Parti.ye bölgeye barış ve demokrasinin yerleşmesi için öncelikle İsrail-Filistin meselesine adil bir çözüm bulunması gerektiğini savunması için uygun bir platform sağlamaktadır.34 

Sonuç 

AK Parti Genel Başkanı R. Tayip Erdoğan ın bir konuşmasından yapılan şu alıntı, Partisinin BOP a bakışını özetlemektedir: 

   Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Türkiye bu bölgede evrensel değerlerin yayılması ve gelişmesi için katkıda bulunmaya devam edecektir. Türkiye demokratik yapısı, zengin tarihsel mirası ve kimliği, ekonomik potansiyeli ve Batılı kurumlarda üyeliğinin bir sonucu olarak bu sorumluluğu hissetmektedir.35 

   Yukarıda sayılan nedenlerden dolayı AK Parti Büyük Ortadoğu Projesini desteklemektedir. Türkiye nin ABD ve AB ile ilişkileri; AK Parti nin Türk siyaseti içindeki konumu ve parti liderlerini kullandığı araçlar ve başvurduğu yöntemler; AK Parti nin Ortadoğulu ve İslami kimlikleri kabul eden dış politika anlayışı ve Türkiye yi bölgesel ve küresel bir güce dönüştürme arzuları, partinin BOP a karşı tutumunun belirlenmesinde öne çıkan etkenlerdir. 

Ancak AK Parti nin önünde hala karşılaşması muhtemel bir çok zorluk vardır. “İslam Dünyası” ve “Batı” arasında gerginlikleri artıran, Ocak 2006. da ortaya çıkan karikatür krizi gibi olaylarda artış hem BOP için hem de AK Parti için en başta gelen sorun olacaktır. 
Ayrıca, İsrail-Filistin meselesinin çözülememesi, Afganistan ve Irak.ta istikrarın sağlanamaması ve Batı da “ Müslümanlara karşı ayrımcılığın” artması AK Parti nin durumunu bir hayli zayıflatacaktır. Türkiye ve ABD arasında herhangi bir ciddi kriz veya Türkiye nin Avrupa Birliği ne üyelik sürecinde bir aksama AK Parti nin BOP karşısındaki tutumunu anlamsız ve geçersiz kılacaktır. 

    AK Parti nin BOP çerçevesinde karşılaşabileceği belki en büyük sorun  ABD nin samimiyetidir. AK Parti liderleri Amerikan yönetiminin Ortadoğuya demokrasi ve refah getirme söylemlerini – açıkça, en azından – kamuoyu önünde sorgulama mıştır. 
Proje çerçevesinde öne sürülen hedeflerin kendi siyasi duruşuyla uyumlu olması nedeniyle ve yukarıda bahsedilen nedenlerle ABD ile birlikteliğini hemen ilan etmiştir. Nitekim ABD.nin “ Demokratik Seçimler ” sonucunda Filistin de iktidara gelen HAMAS ve Lübnan da hükümete katılan Hizbullah ı tanımaması ve bu aktörlerle işbirliğine yanaşmaması, son olarak İsrail in Gazze ye ve Lübnan a saldırıları karşısında sessiz kalması – hatta İsrail i kollayan bir tutum takınması – AK Parti yönetiminde hayal kırıklığı yaratmıştır. 
    Abdullah Gül ün Washington Post da yayımlanan makalesi bu hayal kırıklığının en büyük tezahürüdür.36 

   Gül Makalesinde “ Bizim, ABD ve diğer müttefiklerimiz ile binbir çabayla yeşertmeye çalıştığımız demokratik dönüşüm umutları, bölge insanlarının hayatları gibi param parça oluyor.” diyerek ABD nin İsrail in saldırıları karşısında niçin sessiz kaldığını sorgulamıştır. 
“Demokratik dönüşüm umutları ”nın ABD nin eylemsizliği yüzünden parçalanması tabii ki sadece BOP a değil, bu projeyi başından itibaren 
destekleyen AK Parti ye de büyük zarar verecektir. 

Bununla birlikte AK Parti nin BOP perspektifi Türk dış politikasının temel özellikleri ile, özellikle Batılılaşma açısından uyumlu görünmektedir. 
AK Parti bölgesinin “ Modernleşmesi” için BOP çerçevesinde Türkiye nin Batılı müttefikleriyle birlikte hareket etmiştir. Ayrıca, AK Parti.nin BOP a 
bakışı, AK Parti hükümetinin Türkiye.nin 11 Eylül sonrası şartlara uyum sağlamasını temin etmek için yaptığı çalışmalar sonucunda şekillenmiştir. 
Hükümetteki AK Parti.nin İslamcı kökleri Türkiye.nin BOP karşısındaki konumunun belirlenmesine katkıda bulunmuşsa da hükümetin tutumundaki 
esas belirleyici güç AK Partinin kimliğinden bağımsızdır; esas belirleyici güç Türkiye nin jeopolitik, siyasi ve demografik yapısıdır. 
Türkiye nin Ortadoğuda bulunan ve büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede laik demokrasiyi başarıyla uygulayan bir Batı müttefiki olması Türkiye nin BOP a ilişkin pozisyonunu belirleyen en önemli faktördür. Bu bağlamda eğer BOP mevcudiyetini koruyabilirse, AK Parti hükümetinden sonra bile Türkiye nin BOP a desteğinin süreceği iddia edilebilir. 


DİPNOTLAR;

1 R. Tayyip Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, H. Yavuz  (ed.), The Emergence of a New Turkey; Democracy and AK Party, Salt Lake City: The  University of Utah Press, 2006, Ek 1, s.337. 
2 Abdullah Gül, “The Need for Reform in the Islamic World and the Role of Civil Society”, Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey…, Ek 2, s.345. 
3 Bkz. Augustus R. Norton, “The Puzzle of Political Reform in the Middle East”, and Michael C. Hudson, “The United States in the Middle East” her ikisi de Lousie Fawcett, International Relations of the Middle East, New York: Oxford University Press, 2005 içinde. 
4 Büyük Ortadoğu Projesi tabirinin orijinali “the Greater Middle East Initiative”, doğru çevirisi “Büyük Ortadoğu İnisiyatifi”dir. Bu isim de daha sonra Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifine (GOKA) dönüşmüştür. Ancak bu makalede kolaylık olması için Türkiyede yaygın şekilde kullanılan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tabiri kullanılmıştır. 
5 “Broader Middle East/N. Africa Partnership”, 
    http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-30.html. Nuri Yurdusev, “Büyük Ortadoğu Projesi, İslam ve Demokrasi”, Foreign Policy (Türkiye), Kasım / Aralık 2004, s. 64-71. 
6 Bkz. “G-8 Plan of Support for Reform,” 9 Haziran 2004, 
   http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-29.html. 
7 “U.S. Deputy Secretary of Defense Paul Wolfowitz, “Remarks for the Turkish Economic and Social Studies Foundation”, TESEV, 
   Conrad Hotel - Istanbul ; 14 Temmuz 2002, s.7, 
   http://www.tesev.org.tr/eng/events/etk_paulw14072002.php. 
8 Türkiye Modeli tartıGmaları üzerine bir değerlendirme için bkz. Hüseyin Bagci & Saban Kardas, “Post-September 11 Impact: 
   The Strategic Importance of Turkey Revisited”, Gdris Bal 
(ed.), Turkish Foreign Policy in Post Cold War Era, Boca Raton: BrownWalker, 2004, s.429-
432. “Türkiye Modeli” hakkındaki tartıGmalar iç politikada da hayli “sıcak”tır. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer ve Genel Kurmay BaGkanı Hilmi Özkök ile bir kısım Kemalist “Türkiye Modeli” ibaresinin ılımlı Gslam modelini ima ettiğini iddia ederek bu tanımlamaya karşı çıkarlar ve Türkiye.nin laik özelliklerinin altını çizerler. Bu durumda R. Tayip Erdoğanın şöyle demektedir; “Türkiye kendi bölgesinde ve özellikle Ortadoğu.da istikrarsızlık ile mücadelede bir 
rehber, iktisadi kalkınma için sürükleyici bir güç ve güvenliğin sağlanmasında güvenilir bir ortak olacaktır. … Tabii ki Türkiye.nin tecrübesinin diğer bütün Müslüman toplumlarda aynen uygulanması gereken bir model olduğunu iddia etmiyorum. Ancak, Türkiye tecrübesi diğer Müslüman toplumlar, diğer Müslüman halklar için ilham alabilecekleri bir kaynak olarak hizmet edebilecek bir niteliğe sahiptir.” R. Tayyip Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.338. Bu konuda akademik bir tartışma için bkz. Meliha. B. Altunışık, “The Turkish Model and Democratization in the Middle East”, Arab Studies Quarterly, cilt. 27, sayı 1-2 (Kış-İlkbahar 2005), s. 45-64. 
9 Yasemin Çongar, “Bu ortaklığı küçümsemeyin”, Milliyet, 14 Haziran 2004. 
10 “Demokrasi Destek Diyaloğu (DAD), TESEV, 
     http://www.tesev.org.tr/etkinlik/dad_genel.php 
11 Mesela bkz. “GeniG Ortadoğu için Kadınlar Zirvesi”, 
     http://www.ntvmsnbc.com/news/329911.asp>. 
12 Mesela bkz. “BOP.a Açık Destek”, Radikal, 14 Mart 2006. 
13 Bkz. Dietrich Jung, “Turkey and Arab World; Historical Narratives and New Political  Realities”, Mediterranean Politics, cilt 10, sayı 1 (Mart 2005), s.1-17. 
14 Hüseyin Bağcı, “The Greater Middle East Project and Turkey.s Attitude towards It”, Andreas Marchetti (ed.), The CSCE as a Model to Transform Western Relations with the Greater Middle East, Bonn: Zentrum für Europäische Integrationsforschung & Center for European Integration Studies & Rheinische Friedrich-Wilhelms-Universität Bonn, 2004, 
http://www.zei.de/download/zei_dp/dp_c137_marchetti.pdf. Türkiyenin Ortadoğu politikası için  bkz. Özlem Tür, “Türkiye ve Ortadoğu: Gerilimden İşbirliğine”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005), s.77-98. 
15 Ahmet Davutoğlu, “Türkiye Merkez Ülke Olmalı”, Radikal, 26 gubat 2004. Ayrıca bkz.  Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul: Küre  Yayınları, 2001. Burhanettin Duran, “JDP and Foreign Policy as an Agent of Transformation”, Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey…, s.281-305; Burhanettin Duran & Kemal İnat,  “AKP DıG Politikası: Teori ve Uygulama”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005), s.1-39. Ayrıca bkz. Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, Ankara: AK Parti, 2002, özellikle “Dış Politika” bölümü, s.105-10. 
16  AK Parti ve BOP ilişkisine eleştirel bir bakış için bkz. Ömer Laçiner,“„ Büyük Ortadoğu Projesi. ve AKP”, Birikim, sayı 179 (Mart 2004). 
17 R. Tayyip Erdoğan, “A Broad View of the „Broader Middle East.”, Russia in Global Affairs, cilt 2, sayı 3 (Temmuz-Eylül 2004), s.129.  Ayrıca şu habere bkz. 
     http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=9112>. 
18 Bkz. “U.S.-EU-Turkey Cooperation on the Broader Middle East and North Africa: A Strategic  Dialogue”, Program Brief (Nixon Center), cilt 10, sayı 16, 14 Haziran 2004. 
19 Bkz. “Erdoğan: ABD vizyonunu paylaşmamız çok doğal”, Radikal, 9 Haziran 2005. 
20 Şaban Kardaş, “Turkey and the Iraqi Crisis; JDP Between Identity and The Emergence of a New Turkey…,., s.306-329; Mesut Taştekin, “Türk Dış Politikasında 2003 Irak SavaGı”, M.gahin & M. TaGtekin (eds.) II. Körfez Savaşı, Ankara: Platin Yayınları, 2006, s. 245-282. Ayrıca bkz. Mehmet gahin, “Irak Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri”, M. Aydın & Ç. Erhan (eds.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2006, s.191-218. 
21 Martin Beck, “From Divergent Views to a Common Policy: US and EU Approaches to 
    Promoting Democratization in the Middle East”, Turkish Policy Quarterly, cilt 4, sayı 2 (Yaz 2005), s.123-135. 
22 AK Parti.nin kimliği üzerinde bir tartışma için bkz. H.Yavuz (editor), The Emergence of a New Turkey, özellikle 1. Bölüm (Identity, Ideology, and Leadership), s.23-184. Ayrıca bkz. Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, s. 5-9. ; Yalçın Akdoğan, Muhafazakar Demokrasi, Ankara: AK Parti, 2003. 
23 Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.335. 
24 Erdoğan şöyle demiştir; “Demokrasi kavramıyla şekillenen ve insan hakları, hukun üstünlüğü, iyi yönetim ilkeleri ile desteklenen evrensel değerler farklı medeniyetlerden derlenen ortak aklın bir ürünüdür” Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.333. 
25 A. Davutoğlu, “Türkiye Merkez Ülke Olmalı”. 
26 Bkz. İhsan D. Dağı, “The Justice and Develpment Party: Identity, Politics, and Human Rights Discourse in the Search for Security and Legitimacy, Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey…, s.88-106; Duran, “JDP and Foreign Policy as an Agent of Transformation”, s.288. 
27 Bu ABD.nin BOP.a yaklaşımı ile AK Parti politikalarının çakıştığı başka bir noktadır. Gerçekten de “Batılı değerleri” empoze ediyormuş intibası uyandırmaktan kaçınan ABD  “evrensel değerler”den bahseder. AK Partinin bütün büyük medeniyetlerin katkıda bulunduğu evrensel değerler anlayışı hem yerli hem de evrensel yanları olduğunu ima eder; Böylece bu değerlerin savunulması kolaylaşır. 
28 Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.338. 
29 Gül, “The Need for Reform in the Islamic World and the Role of Civil Society”, s.341. 
30 Bkz. “Alliance of Civilizations,” ( http://www.unaoc.org/ ). 
31 Hüseyin Bağcı, “The Greater Middle East Project and Turkey.s Attitude towards It”, s.92. 
32 A. Davutoğlu BOP un geç kalmış bir proje olduğunu iddia eder. Ona göre Ortadoğu, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin geçirdiği dönüşüm sürecinin gerisinde kalmıştır. BOP çerçevesinde belirtilen amaçların hepsi en azından on yıl önce gerçekleşmiş olmalıydı. İbrahim Turan, “Türkiye Küresel Güçtür!: A.Davutoğlu ile röportaj,” Anlayış, sayı 10 (Mart 2004), s. 44. "BOP, geç kalmış bir projedir. Çünkü Ortadoğu, (1) en zengin doğal kaynaklara sahip olduğu halde ekonomik refaha ulaşamamış, (2) kültürel olarak tarihin en derinlerine giden mirasın sahibi olduğu halde Batı'nın karşısına alternatif bir kültür sunamamış ve (3) çok eski, köklü ve ciddi siyasi geleneklere sahip olduğu halde siyasi rejimler açısından da sınıfta kalmıştır.” Bkz Davutoğlu nun MÜSİAD.daki konuşması, 
    http://www.musiad.org.tr/detay.asp?id=156 . 
33 Bu konuya dikkatimizi çektiği için Şaban Kardaş a ayrıca teşekkür ederiz.. 
34 Bkz. R.Tayyip Erdoğan.ın konuşmaları 
     http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=9111>; Ayrıca bakınız, 
     http://www.meclishaber.gov.tr/develop/owa/haber_portal.aciklama?p1=6147>. 
35 R.T. Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.334. 
36 Abdullah Gül, “An Appeal for Leadership,” The Washington Post, 3 Ağustos 2006, 
     (http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2006/08/02/AR2006080201389.html?sub=AR>). 


KAYNAKÇA;

“Alliance of Civilizations,” <http://www.unaoc.org/>. 
“BOP.a Açık Destek”, Radikal, 14 Mart 2006. 
“Broader Middle East/N. Africa Partnership”, 
http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-30.html>. 
“Demokrasi Destek Diyaloğu (DAD), TESEV, 
http://www.tesev.org.tr/etkinlik/dad_genel.php>. 
“Erdoğan: ABD vizyonunu paylaGmamız çok doğal”, Radikal, 9 Haziran 2005. 
“G-8 Plan of Support for Reform,” 9 Haziran 2004, 
(http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-29.html>). 
“Geniş Ortadoğu için Kadınlar Zirvesi”, 
http://www.ntvmsnbc.com/news/329911.asp>. 
“U.S. Deputy Secretary of Defense Paul Wolfowitz, Remarks for the Turkish Economic and Social Studies Foundation” Conrad Hotel - Istanbul ; 14 
Temmuz 2002, 
http://www.tesev.org.tr/eng/events/etk_paulw14072002.php. 
“U.S.-EU-Turkey Cooperation on the Broader Middle East and North Africa: 

A Strategic Dialogue”, Program Brief (Nixon Center), cilt 10, sayı 16, 14 Haziran 2004. 

AKDOĞAN, Yalçın, Muhafazakar Demokrasi, (Ankara: AK Parti, 2003). 

ALTUNIŞIK, Meliha. B., “The Turkish Model and Democratization in the Middle East”, Arab Studies Quarterly, cilt. 27, sayı 1-2 (Kış-İlkbahar 2005). 

BAGCG, Hüseyin ve Saban Kardas, “Post-September 11 Impact: The Strategic Importance of Turkey Revisited”, İdris Bal (ed.), 
Turkish Foreign Policy in Post Cold War Era, (Boca Raton: BrownWalker, 2004). 

BAĞCI, Hüseyin, “The Greater Middle East Project and Turkey.s Attitude towards It”, Andreas Marchetti (ed.), The CSCE as a Model to Transform 
Western Relations with the Greater Middle East, (Bonn: Zentrum für Europäische Integrationsforschung &Center for European Integration Studies 
& Rheinische Friedrich-Wilhelms-Universität Bonn, 2004), 
http://www.zei.de/download/zei_dp/dp_c137_marchetti.pdf. 

BECK, Martin, “From Divergent Views to a Common Policy: US and EU Approaches to Promoting Democratization in the Middle East”, Turkish Policy 
Quarterly, cilt 4, sayı 2 (Yaz 2005). 

ÇONGAR, Yasemin, “ Bu Ortaklığı Küçümsemeyin”, Milliyet, 14 Haziran 2004. 

DAĞI, İhsan D., “The Justice and Develpment Party: Identity, Politics, and Human Rights Discourse in the Search for Security and Legitimacy, 
Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey; Democracy and AK Party, (Salt Lake City: The University of Utah Press, 2006). 

DAVUTOĞLU, Ahmet, MÜSİAD daki konuşması, 
http://www.musiad.org.tr/detay.asp?id=156>. 

DAVUTOĞLU, Ahmet, “Türkiye Merkez Ülke Olmalı”, Radikal, 26 Şubat 2004. 

DAVUTOĞLU, Ahmet, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, ( İstanbul: Küre Yayınları, 2001 ). 

DURAN, Burhanettin ve Kemal İnat, “ AKP Dış Politikası: Teori ve Uygulama”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005). 

DURAN, Burhanettin, “JDP and Foreign Policy as an Agent of Transformation”, Yavuz (ed.), op.cit., s.281-305. 

ERDOĞAN, R. Tayip, konuşmaları için bkz.: http://www.akparti.org.tr. 

ERDOĞAN, R. Tayyip, “A Broad View of the „ Broader Middle East.”, Russia in Global Affairs, cilt 2, sayı 3 (Temmuz-Eylül 2004). 

ERDOĞAN, R. Tayyip, “ Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, Yavuz (ed.), op.cit., Ek 1. 

GÜL, Abdullah, “An Appeal for Leadership,” The Washington Post, 3 Ağustos 2006, 
http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2006/08/02/AR2006080201389.html?sub=AR. 

GÜL, Abdullah, “The Need for Reform in the Islamic World and the Role of Civil Society”, Yavuz (ed.), op.cit., Ek 2. 

HUDSON, Michael C., “The United States in the Middle East”, Lousie Fawcett, International Relations of the Middle East, (New York: Oxford 
University Press, 2005). 

JUNG, Dietrich, “Turkey and Arab World; Historical Narratives and New Political Realities”, Mediterranean Politics, cilt 10, sayı 1 (Mart 2005). 
Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, (Ankara: AK Parti, 2002). 
KARDAŞ, Şaban, “Turkey and the Iraqi Crisis; JDP Between Identity and Interest”, Yavuz (ed.), op.cit. 

LAÇİNER, Ömer, “„Büyük Ortadoğu Projesi. ve AKP”, Birikim, sayı 179 (Mart 2004). 

NORTON, Augustus R., “The Puzzle of Political Reform in the Middle East”, Lousie Fawcett, International Relations of the Middle East, (New York: 
Oxford University Press, 2005). 

ŞAHİN, Mehmet, “Irak Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri”, M. Aydın & Ç. Erhan (eds.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Ankara: 
Siyasal Kitabevi, 2006. 

TAŞTEKİN, Mesut, “Türk Dış Politikasında 2003 Irak Savaşı”, M.Şahin & M. Taştekin (eds.) II. Körfez Savaşı, Ankara: Platin Yayınları, 2006. 

TÜR, Özlem, “Türkiye ve Ortadoğu: Gerilimden İşbirliğine ”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005). 

YAVUZ, Hakan (editor), The Emergence of a New Turkey, op.cit. 

YURDUSEV, Nuri, “Büyük Ortadoğu Projesi, İslam ve Demokrasi”, Foreign Policy (Türkiye), Kasım / Aralık 2004. 

 ***



BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 1

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 1



Hüseyin BAĞCI * 
Bayram SİNKAYA **
* Prof. Dr. Hüseyin Bağcı ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. 
** Bayram Sinkaya ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Atatürk Üniversitesi İBBF Araştırma Görevlisi. 

Yazarlar, katkıları ve yorumları için Şaban Kardaş a Teşekkür eder. 
Akademik ORTA DOĞU, Cilt 1, Sayı 1, 2006, s. 21-37. 


Özet 

Bu makale Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) bakışını analiz etmektedir. Bu çerçevede özellikle BOP gündeme geldiğinde Türkiye’de 
iktidarda olan AK Parti’nin perspektifi üzerinde odaklanmıştır. Türkiye’nin BOP karşısında konumunun belirlenmesinde Türkiye’nin kimliği, Ortadoğu 
politikaları ve Batı ile ilişkilerinin yanı sıra AK Parti’nin kurumsal kimliği ve politikaları da etkili olmuştur. Makalede, AK Parti hükümetinin BOP’un ilan 
edilen hedefleri ile kendi politikalarının uyumlu olduğunu düşündüğü için ve kendi iktidarı döneminde kötüleşen Türk-Amerikan ilişkilerini düzeltmek 
amacıyla BOP’u desteklediği iddia edilmektedir. 

“Bugünün dünyası ile bütünleşemeyen; demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti gibi kavramları geliştirmede ve içselleştirmede başarısız olan; cinsiyet eşitliğini tesis edemeyen ülkeler izolasyona sürüklenmektedir. Bu ülkelere doğru yolu bulmaları için yardım etmeliyiz; bunu hep birlikte yapmak için hazır olmalıyız.” 1 

“Şu hususu vurgulamak istiyorum; evimizi düzene koymak öncelikle bizim görevimizdir;hiç kimse bunu bizden daha iyi yapamaz. Eğer bunu kendi başımıza yapamaz isek, başkaları bizim için yapacaktır. Evimizi düzene koymanın yolu sağlıklı bir değişim sürecine girmektir, yani gerçekçi bir reform programını icraya koymaktır.”2 

Giriş; 

   11 Eylül Saldırıları ABD.nin Ortadoğu.ya yönelik politikalarında çok önemli değişikliklere yol açtı. Saldırıları gerçekleştiren eylemcilerin kimlikleri 
ABD.nin dikkatini bu bölgeye çekti. Bu bölgedeki statükonun, sosyal ve iktisadi koşulların yol açtığı aşırılığın ABD.ye de zarar verebilen uluslararası 
tehditlerin kaynağı olduğunu düşünen Bush yönetimi, uluslararası terörizmi desteklediğine inanılan ülkelerdeki rejimleri değiştirme niyetini 
ortaya koydu. 

   Bugüne kadar Afganistan ve Irak.ta bunu yaptı da. George W. Bush idaresindeki Amerikan yönetimi sadece askeri gücünü kullanmıyordu; aynı 
zamanda Amerika.nın “yumuşak güç”üne başvuruyordu. Bu yöndeki esas aracı da ABD.nin “Ortadoğu.da demokrasinin ve insan haklarının gelişimini, 
iktisadi kalkınmayı vb. destekleme” iddiasıyla oluşturduğu “Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi ”dir. 3 

    ABD bu yöndeki politikasını 2003 yılının sonlarında ortaya atılan “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP)4 üzerine yoğunlaşarak sürdürdü. 

Böylece Ortadoğuda genellikle statükocu olan Amerikan politikaları yerini liberal demokrasinin, serbest pazar ekonomisinin yerleşmesinin ve eğitim sisteminin reforme edilmesinin güçlü şekilde desteklenmesini – zira bu alanlardaki zayıflıkların uluslararası terörizme yol açtığı düşünülüyor -- öngören politikalara bırakmaya başladı. 

    ABD nin tek yönlü gayretlerine karşın, bu projenin başarılı olabilmesi için bölge ülkelerinin işbirliği şarttır. Bu makale, mevcut şartlar altında; 
jeo-stratejik konumu, uzun yıllardan beri Batının bir müttefiki olması, bölgede derin demokrasi tecrübesine sahip ender ülkelerden birisi olması ve nihayet İslam ve Batılı değerleri başarılı bir şekilde birleştiren bir ülke olarak ortaya çıkması nedeniyle Türkiyenin bu projeye desteğinin çok önemli olduğunu ileri sürmektedir. 

    Özellikle iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi.nin (AK Parti) kökenleri itibariyle İslamcı bir gelenekten gelmesine rağmen Modernizm, 
Liberal Demokrasi ve geleneği ( İslami ) birleştirme iddiası dikkate alındığında bu husus daha da öne çıkmaktadır. 
    Bu makalede Türkiye nin Büyük Ortadoğu Projesi karşısındaki tutumu, özellikle AK Parti nin rolüne vurgu yapılarak incelenmektedir. 


BOP ve Türkiye., 

ABD nin “Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi”ne paralel olarak Irak ın işgalinin ardından ABD.nin Ortadoğu politikalarına uluslararası desteği artırmak ve sorumlulukları uluslararası sistemde önde gelen devletlerle paylaşma politikası çerçevesinde Amerikalı yetkililer Ortadoğuda demokrasinin, iyi yönetimin, bilgi toplumunun, iktisadi ve toplumsal kalkınmanın desteklenmesi iddiasıyla “Büyük Ortadoğu Projesi”ni dile getirmeye başladılar. Amerikan yönetimine göre bu proje uluslararası topluluğun önde gelen devletleri ve bölgede diğer devletler tarafından desteklenmeliydi. Bundan dolayı bu proje G-8 ve NATO zirvelerinin gündemlerine alındı. 2004 yılı Haziran ayında Sea Island da toplanan G-8 
zirvesinden sonra “Büyük Ortadoğu Projesi” “ Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika  Projesi”  (GOKA) adını aldı.5 

   Proje nin kapsamı tam olarak belirtilmemesine rağmen yirmi iki Arap ülkesi ile birlikte Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan ı kapsadığı düşünülmektedir. Proje, geniş Ortadoğu da “aşırlığın, terörizmin, uluslararası suçların ve kaçak göçün” önlenmesi amacıyla bölgede iktisadi, sosyal ve siyasi durumun iyileştirilmesi iddiası üzerine kurulmuştur. Proje, serbest piyasa, serbest seçimler, basın özgürlüğü ve insan hakları örgütlerinin desteklenmesi gibi konuları da içerme iddiasındadır. 

Projeye ilişkin en somut belge, 8-10 Haziran tarihlerinde ABD nin Georgia eyaletinde Sea Island.da bir araya gelen Gelişmiş 8 Ülke Grubu (G-8) 
zirvesinden sonra yayınlanan ve “ Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık ” şeklinde adlandırılan 
belgedir. 6 

Bu belge G-8 üyelerinin, G-8 Devletleri ile bölge hükümetlerinin, bölgedeki iş dünyasının ve sivil toplum hareketlerinin gönüllü işbirliğine dayalı 
projeye verdikleri desteği göstermektedir. 

   Belgeye göre proje Üç alan üzerinde yoğunlaşmıştır: 
   İlk olarak siyasi meseleler üzerinde odaklanmıştır. Bu bağlamda, Geniş Ortadoğu bölgesinde hukukun üstünlüğü ve demokratik yapıların tesisi, 
insan haklarının, temel hak ve özgürlüklerin, farklılığın ve çoğulculuğun garantisi yönünde ilk adım olarak değerlendirilmiştir. 

   İkinci mesele sosyal-kültürel alanla ilgilidir; belgede herkes için eğitim, ifade hürriyeti, kadın-erkek eşitliği vb. hususlar vurgulanmaktadır. 

Belge son olarak ekonomik meseleler üzerinde durmaktadır. Yeni iş alanlarının yaratılması, ekonomik reformların desteklenmesi, bölge içi ticaretin teşviki gibi hususlar vurgulanmaktadır. 

Türkiye nin İslam dünyasında laik bir demokratik devlet ve ABD.nin uzun yıllardan beri müttefiki olduğu dikkate alındığında BOP kapsamında ideal 
bir ortak olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta R. Tayip Erdoğan liderliğindeki hükümetin nitelikleri dikkate alındığında Türk hükümetinin BOP karşısında 
pozisyonunun çok önemli olduğu görülmektedir. Bir kere, dönüştürülmek istenen bölge nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu Müslümandır. Terörizm ile mücadele de sadece askeri araçlara veya bölgedeki gayri-demokratik rejimlerle işbirliğine dayanmak bu toplumların doğal dönüşümünü ve bölgede reformist hareketlerin ortaya çıkışını engelleyebilir. Amerikan yönetimine göre terörizm ve aşırılığa prim vermeyen ılımlı Müslümanların desteklenmesi “ Terörizme karşı savaş ”ı kazanmada çok önemlidir. 
Eski Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz.in 2002 yılı Temmuz ayında TESEV.de yaptığı bir konuşmadan yapılan şu alıntı 
Amerikan yönetiminin düşüncesini göstermektedir: 

Terörizme karşı savaşı kazanmak için, … daha barışçıl bir dünya 
yaratmak için İslam dünyasındaki yüz milyonlarca ılımlı ve hoşgörülü 
insana ulaşmalıyız. Özgürlüğün ve serbest girişimin nimetlerinden 
faydalanmak isteyen insanlara hitap etmeliyiz. Türkiye, bu değerlerin, 
modern demokratik kurumların inşası için dini inançların feda edilmesi 
gerekmeyen modern toplum ile uyumlu olduğunu gösteren iyi bir örnek 
sunmaktadır.7 

   Bu görüş Batılı çevrelerde, özellikle Amerikan yetkilileri arasında yaygın olarak paylaşılmaktadır. Bu bağlamda Türkiye İslam dünyası için İslam ile liberal demokrasiyi birleştiren bir örnek olabilir.8 

   Dahası, iktidardaki AK Parti nin İslamcı bir parti olduğu şeklindeki imaj Türkiye ve Arap ülkelerinde karşılıklı algılamaların bir ölçüde değişmesine yol açmıştır. İktidardaki partinin nitelikleri ve bölge ile tarihi ve kültürel bağları sayesinde Türkiye bu projenin gerçekleştirilmesine yardımcı olacak en uygun ülke konumundadır. Ayrıca, ABD nin kendi programını tek taraflı olarak dayattığı intibası uyandırmamak için yerel hükümetlerin işbirliğine ihtiyacı vardı. 

Nitekim Türk hükümeti, ortaya çıkışından beri bu projeye oldukça sıcak yaklaştı. Türkiye Sea Island.daki G-8 toplantısına “ Demokratik Ortak ” olarak katıldı ve Yemen ve İtalya ile birlikte “Demokrasi Yardım Diyalogu”  Eş-Başkanlığını üstlendi. Proje çerçevesindeki bütün önerileri iyi karşılayan Türkiye, uygulamaya ilişkin olarak üç talepte bulunmuştur. Sea Island daki toplantıda Başbakan Erdoğan dönüşümün dışarıdan dayatılmaması; her ülkenin farklılıklarının dikkate alınması; ve hükümetlerin yanı sıra sivil toplum örgütlerinin ve iş dünyasının da uygulamaya katılmasının gerekliliği üzerinde durmuştur. Erdoğan ayrıca bu projenin başarılı olabilmesi için İsrail-Filistin sorununa adil bir çözüm bulunması 
gerektiğini belirtmiştir. 9 

   Demokrasi Yardım Diyalogu çerçevesinde her ülkeden belirlenen bir sivil toplum örgütü Demokrasi Yardım Diyalogunun hedefleri doğrultusunda 
stratejilerin geliştirilmesi ve uygulanması ile görevlendirilmiştir. 

Üç sivil toplum örgütü, Türkiye den TESEV, İtalya dan “No Peace without Justice” ve Yemen den “Human Rights Information and Training Center” 
“Ortak Gelecek için Ortaklık” çerçevesinde Demokrasi Yardım Diyalogu başlığı altında belirtilen hususlar doğrultusunda projeler geliştirecek ve  uygulayacaklar dı.  Bu örgütlerin bölgeye yönelik olarak uluslararası konferanslar ve toplantılar düzenlemeleri ve bu toplantılarda üzerinde anlaşmaya varılan sonuçların uygulamaya geçirilmesinde yardımcı olmaları düşünülmüştü. 

Türkiye den TESEV Şimdiye kadar Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesinde kadının kamusal hayata katılımının güçlendirilmesi, Cinsiyet eşitliği ve siyasi katılım; demokratik dönüşüm ve sivil toplum örgütleri vb. konularda uluslararası konferanslar tertip etmiştir.10 
   Türk hükümeti ayrıca Büyükelçi Ömür Orhun u Dışişleri Bakanlığı Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi Koordinatörü olarak atamıştır. 
Bu bağlamda Türkiye Dışişleri Bakanlığı sivil toplum örgütleri tarafından, özellikle TESEV tarafından Demokrasi Yardım Diyalogu çerçevesinde organize edilen uluslararası konferansları desteklemektedir.11 
Başbakan ve Dışişleri Bakanı dahil Türk yetkililer BOP karşısındaki tutumları sorulduğunda projeye desteklerini yinelemekte ve Ortadoğu ülkelerinin 
demokratikleştirilmesi için BOP çerçevesinde ABD ile işbirliği yaptıklarını belirtmektedir.12 

AK Parti’nin Tutumunu Belirleyen Faktörler., 

AK Parti nin BOP a bakışını incelemeden önce Türkiye nin Ortadoğu daki geleneksel çıkarlarını gözden geçirmek faydalı olacaktır. 

Türkler bin yıldan fazla bir süredir bu bölgede yaşamaktadırlar ve Türkiye ile bölge halkları arasında kuvvetli dini, kültürel ve tarihi bağlar vardır.13 
Türkiye Ortadoğu ülkelerinin üçü ile sınır komşusudur; bu yüzden bölgede istikrar Türkiye için hem güvenlik çıkarları açısından hem de ekonomik 
açıdan oldukça önemlidir.14 

Türkiyenin Ortadoğudaki geleneksel çıkarlarına paralel olarak AK Parti.nin dış politika yaklaşımını da incelemek gerekir. AK Partili yetkililer partinin dış politika anlayışının çok-taraflılık, çok-boyutluluk, komşularla iyi ilişkiler ve aktif dış politika ilkelerine dayandığını ileri sürmektedir. 

  AK Parti.nin dış politikaya bakışı, Türkiye.nin farklı bölgeler arasında bir köprü oluğu yaklaşımını veya bir çevre ülkesi olduğu yaklaşımını reddederek Türkiyenin “ Merkez Ülkesi ” olduğunu savunur. 

Dış Politika meseleleri üzerinde Başbakan.a danışmanlık yapan Ahmet Davutoğlu AK Parti tarafından geliştirilen dış politika anlayışının beş temel ilkesi olduğunu ileri sürmektedir. 

Ona göre Türkiye güvenlik ile özgürlük ve demokrasiyi dengelemeyi başarabilirse diğer ülkeler tarafından örnek alınan bir merkez ülkesi olabilir. 
Bundan dolayı Davutoğlu.na göre dış politikanın birinci özelliği “güvenlik ve istikrarı tehlikeye atmadan demokratikleşme”nin sağlanmasıdır. 

İkinci olarak, -
- Davutoğlu nun “ Komşularla Sıfır Problem ” dediği -- Türkiye komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmalıdır. Dış politikanın diğer bir temel özelliği ise aktif ve çok-boyutlu olmasıdır. Davutoğlu.na göre, jeopolitik konumu Türkiye.ye muazzam fırsatlar sunmaktadır ve bu fırsatları değerlendirebilmek için aktif bir dış politika izlemek gerekir. Davutoğlu diğer taraftan Türkiyenin sadece bir bölgeye – Batı ya – yoğunlaşarak diğer yakın bölgelere arkasını dönmemesi gerektiğini savunur. Davutoğlu ayrıca dış politikanın ekonomik, kültürel ve demografik vb. faktörleri de içermesi gerektiğini savunur. 

Bunlara ilaveten Davutoğlu, Türkiye.nin büyük bir medeniyetin mirasçısı olmasına ve Avrupalı, Ortadoğulu ve Asyalı kimlikleri taşımasına dayanarak kendine güvene dayalı yeni bir diplomatik tarz geliştirilmesi gerektiğini ileri sürer. Davutoğlu son olarak “Türkiye.nin küresel bir güce dönüştürülebilmesi için” statik diplomasinin yerini ritmik diplomasiye bırakması gerektiğini söyler.15 

   Yukarıda izah edildiği kadarıyla BOP ve AK Parti.nin dış politika anlayışı uyumlu olmaktan öte birbirlerini tamamlamaktadır.16 

İşte bu yüzden AK Parti liderleri BOP u desteklemektedir. 

Bu bağlamda Erdoğan şöyle demiştir: 

'' Türkiye daha demokratik, daha özgür, daha barışçıl bir Ortadoğu görmek istemektedir; böyle bir bölge iyi yönetilecek ve etkin bir şekilde işleyen ekonomiye sahip olacaktır. Bu yanlışlıkla idealizm olarak görülmemelidir. Türkiye’nin kendi çıkarları istikrarlı ve barış içinde; birbirleriyle her düzeyde karşılıklı ilişki kurabilen komşulara sahip olmayı gerektirmektedir. Bu yüzden, Türkiye’nin bölgeye yönelik beklentileri BOP’un olumlu hedefleri ile uyumludur.17 

BOP, AK Parti.nin yaklaşımıyla ahenk içinde Ortadoğu nun demokratikleşmesini ve bölge içi ticaretin gelişmesini desteklemenin yanı sıra AK Parti nin Türkiye yi küresel bir güce dönüştürme arzusu çerçevesinde aktif bir dış politika izlemesi için de partiye fırsat sağlıyordu. 
    Gerçekten de Sea Island zirvesine demokratik ortak olarak katılması Türkiye nin Avrupa Birliği ve G-8 karşısında uluslararası konumunu güçlendirmiştir.18 

Ayrıca, Türkiye nin ABD ile ikili ilişkileri AK Parti nin BOP a bakışını şekillendiren en önemli etkenlerden birisiydi. Her şeyden önce ABD nin ve Türkiye nin Ortadoğu.daki temel çıkarları; makul fiyatlardan petrol akışının sağlanması, bölgesel istikrarın sağlanması ve demokrasinin ve bölgesel kalkınmanın teşviki gibi alanlarda uyuşuyordu.19 

   Dahası, BOP çerçevesinde ABD ile birlikte hareket etmek, TBMM.nin 1 Mart 2003.te Amerikan askerlerinin Türk toprakları üzerinden Irak ın kuzeyine geçişine izin veren tezkereyi reddetmesiyle Türkiye ve ABD arasında ciddi şekilde bozulan ikili ilişkilerin. 20 düzeltilmesine yardımcı olabilirdi. Tezkerenin reddedilmesinden dolayı ABD liderliğindeki koalisyon güçleri Irak güçlerine karşı kuzeyden cephe açamamışlardı ve bunun ABD askeri güçlerine pahalıya mal olduğu iddia ediliyordu. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld dahil Amerikan yönetiminde bir çok kişi, o zamandan beri, bu olaydan ötürü Türkiye yi eleştirmeye devam ediyordu. 
   Ayrıca, Türkiye nin Ortadoğu politikası ve ABD nin bölgedeki faaliyetleri nedeniyle; Özellikle Türkiye nin Suriye ve İran ile yakın ilişkiler kurması; 
Amerikan askeri güçlerinin Irak.ın kuzeyinde üslenen PKK militanlarına karşı harekete geçmemesi; Irak taki gelişmeler vs. dolayısıyla iki ülke arasında bazı sorunlar vardı. BOP ikili ilişkilerden bağımsız bir alanda işlediğinden Türkiye ve ABD, ikili ilişkilerindeki problemlerden bağımsız olarak BOP altında rahatlıkla işbirliği yapabilirdi. AK Parti, BOP çerçevesinde ABD ye destek vererek hem Türkiye ve ABD arasındaki geleneksel “ Stratejik İttifakı ” düzeltebilir hem de Türkiye de AK Parti hükümeti için ABD nin desteğini sağlayabilirdi. 

BOP içinde yer alması Türkiye.nin Avrupa.ya “uzun” yürüyüşü ile de uyumludur. Özellikle 1995.te “ Barselona Süreci ”nin başlatılmasından beri Ortadoğu da demokrasinin, ekonomik ve sosyal kalkınmanın teşviki AB ajandasında yer almaktadır. BOP çerçevesinde ortaya konulan temel önermeler de AB nin iyi komşuluk politikasıyla uyumludur. Belki daha önemlisi, 2003 te  Irak ın işgali bağlamında Trans-Atlantik ayrışmasından sonra ABD ve AB, BOP çerçevesinde Ortadoğu.ya ilişkin olarak trans-Atlantik işbirliğini yeniden tesis etmeyi başardı.21 
Bu husustaki Trans-Atlantik işbirliği Türkiye nin BOP a destek vermesini kolaylaştırdı. 

Nihayet AK Parti nin “kimliği” onun BOP a bakışının şekillenmesinde etkili olmuştur. AK Partinin kimliği hala tartışmalı olsa da parti üzerine çalışma yapan uzmanlar arasında AK Parti.nin İslamcı geçmişi hakkında bir uzlaşma vardır. 22 

  Bununla birlikte AK Parti kendisini “geleneği reddetmeyen bir modernite anlayışını ve yereli tanıyan bir evrenselcilik anlayışını” bünyesinde bulundurduğunu iddia ettiği “muhafazakâr demokrat” kimlikle tanımlar.23 

Böylece AK Parti, geleneğin ve yerelin yanı sıra modernitenin ve evrenselciliğin bayraktarlığını üstlenme iddiasındadır. 

“Büyük bir medeniyetin mirasçısı olmasına ve Avrupalı, Ortadoğulu ve Asyalı kimlikleri taşımasına dayanarak yeni bir diplomatik tarz” ilkesiyle uyumlu olarak AK Parti liderleri “Batılı” değerleri -- AK Parti liderleri bu değerleri, onların oluşumuna bütün büyük medeniyetlerin ve dinlerin katkıda bulunduğu evrensel değerler ve insanlığın ortak malı olduğunu iddia ederek savunur. 24
 -- Ortadoğu ya taşırken, Ortadoğu nun bir yerlisi olarak onu da Batı ya karşı savunur. 25 

    AK Parti nin geçmişi, Necmettin Erbakan liderliğindeki siyasal İslamcı Milli Görüş Hareketine dayandığı için Türkiyeli seçkinler AK Parti ile partinin 
söylemleri ve politikaları hakkında hep kuşkulu oldu. Bu bağlamda AK Parti liderleri İslamcı bir kimliği reddederken insan hakları ve demokrasi söylemini 
benimsedi ve Türkiyenin  ABye üyelik sürecini hızlandırmak için uyum yasalarını hızla Meclis ten geçirdi. 26 
“Geleneksel İslamcı” görüşün aksine AK Parti liderleri demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve kamuoyu önünde sorumluluk gibi değerleri 
insanlığın ortak değerleri olarak görme eğilimindedir. Bu değerlerin Batılı kaynaklarının görmezden gelinerek “ Evrenselleştirilmesi ” AK Parti liderleri için onların içselleştirilebilmesini kolaylaştırmaktadır. 27 
BOP un amaçlarının AK Parti.nin insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi vb. değerler karşısındaki duruşuyla benzer olması nedeniyle Türkiye BOP a destek vermiştir. Yani, Türkiye içinde demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü vs. teşvik eden AK Parti, bu değerlerin Ortadoğu ya yerleşmesini de desteklemektedir. 

AK Parti nin Ortadoğulu ve İslami kimliği onun BOP a bakışını yakından etkilemektedir. Türkiye yi küresel bir güce dönüştürme arzusundaki 
parti Türkiye nin uluslararası itibarını, özellikle Ortadoğu ve İslam dünyasında artırmak için gayret etmiştir. AK Parti nin çalışmaları sonucunda ilk defa bir 
Türk, Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu 2004 yılında İslam Konferansı Örgütünün genel sekreterliğine seçilmiştir. 

Ortadoğulu ve İslami bir siyasi aktör olarak AK Parti liderleri Ortadoğu da reforma ihtiyaç olduğunu kabul etmektedir. 
Onlara göre İslam ülkeleri içinde bulundukları nahoş durumdan kurtulabilmek için çok köklü reformlar yapmalıydı. 
Örneğin, bu konuda Erdoğan şöyle demiştir; 
“ Müslüman toplumlar problemlerini yabancı güçleri suçlayarak çözemezler; her şeyden önce hepimiz kendi sorumluluklarımızı kabul etmeliyiz ve bu sorumluluğu üzerimize almalıyız.” 28 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

31 Ocak 2020 Cuma

Türkiye’nin Gücü Tüketilmeye Çalışılıyor.,

Türkiye’nin Gücü Tüketilmeye Çalışılıyor.,




Prof. Dr. Atilla SANDIKLI,
28 Aralık 2016


Strateji üretebilme kabiliyetinin yetersizliği nedeniyle uygulanan politikalar her geçen gün Türkiye’nin gücünü tüketiyor. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında model ülke olmak ve ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesi sonucu oluşacak güç boşluğunu doldurmak maksadıyla, Müslüman Kardeşler ve Hamas ile işbirliğini geliştiren Türkiye, yumuşak ve sert gücüyle Ortadoğu bölgesinde birincil güç haline geldiğini ileri sürdü. Yakaladığı gelişme trendi sayesinde elde ettiği özgüvenle küresel ve bölgesel güçlere meydan okumalarda bulundu. Stratejik Derinlik kitabındaki öngörüler ve hedefler doğrultusunda bölgeyi şekillendirmek için kendi projelerini geliştirdi ve uygulamaya koydu. Türkiye’nin bu girişimleri diğer bölgesel güçleri ve bölgede çıkarları olan küresel güçleri rahatsız etti. ABD, AB, Rusya, İran, Mısır ile ilişkiler bozuldu. Irak ve Suriye ile gerilim arttı. Türkiye hedef ülke haline geldi.


Özgürlük, demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, AB’ye katılım müzakereleri, İslam ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri ile ilişkiler sayesinde kazanılan yumuşak güç; Gezi Olayları, 6-8 Ekim Kobani kalkışması, iç politikada derinleşen kutuplaşma, çözüm sürecinin çökmesi, ABD ve AB ile yaşanan sorunlar nedeniyle Batıdan uzaklaşma Türkiye’nin yumuşak gücünü tüketmeye başladı.   
Balyoz-Ergenekon davaları ve 15 Temmuz Darbe girişimi Türkiye’nin sert gücüne büyük zararlar verdi. Silahlı Kuvvetlerin komuta kademelerinde ve uzman personel ihtiyacında önemli hassasiyetler oluşturdu. Artan ve kontrolden çıkan terör eylemleri Türk güvenlik güçlerinin teröre angaje olmasına neden oldu.
Bu olumsuz süreçte PKK terör örgütü Irak’ta Sincar bölgesine yerleşti. Haseke Kobani ve Afrin’de kanton yönetimleri oluşturdu. Haseke ve Kobani arasındaki bölgeyi de ele geçirerek iki kantonu birleştirdi. Cerablus ile Mare arasındaki bölgeyi de ele geçirerek Afrin kantonuyla da birleşmeyi hedefledi. Bu sayede Irak’ta Sincar bölgesi dahil Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devleti oluşturulacaktı. Cerablus’a yönelik girişimlere Türkiye büyük tepki gösterince ve fiili müdahalede bulununca güneyde Mümbiç ele geçirildi. PKK’nın bütün bu girişimleri ABD tarafından bölgesel güvenlik ortamı şekillendirilerek, eğitim ve lojistik destek sağlanarak, özel harekât timleri ve hava kuvvetleriyle desteklendi.

   Esad yönetimi Rusya, İran ve Hizbullah ile işbirliği yaparak Halep’e saldırdı ve muhalif güçlerin Halep’i terk etmesini sağladı. IŞİD’ten sonra El Nusra ve bağlantılı örgütler de terör örgütleri olarak onandı. Terörle mücadele edilecek örgütler kapsamına dahil edildi.

Bu gelişmelere paralel olarak Türkiye kendisine yönelik en tehlikeli girişim olan Suriye’nin kuzeyindeki kantonların birleştirilmesini önlemek ve bu bölgede güvenli bölge oluşturmak maksadıyla Fırat Kalkanı Harekâtını başlattı. Cerablus Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarılı bir operasyonu ile IŞİD’ten temizlendi. Operasyon kısa sürede Mare bölgesine ulaştı. Harekât El Bab’a yönelince iki önemli gelişme yaşandı. ABD, Rakka'ya yönelik harekâtı erteledi. IŞİD’e karşı hemen hemen hiçbir hava harekâtı yapmadı. Adeta El Bab’ın Rakka bölgesinde bulunan IŞİD güçleriyle takviye edilmesi için uygun ortam sağlandı.
Aynı anda Esad bütün gücüyle Rusya, İran ve Hizbullah’ın desteğiyle Halep’e saldırdı. Muhaliflerin bu bölgedeki IŞİD güçlerine yönelik baskısı ortadan kalktı. IŞİD’in El Bab’ı takviye etmesi ve direnişini güçlendirmesi için adeta güvenlik ortamı özellikle şekillendirildi.

ABD ve bölgedeki diğer güçler neden IŞİD’e karşı operasyonları birden bire durdurdu ve Türkiye’deki terör eylemleri hızla arttı? Açıklanan gelişmeler çerçevesinde bu soruya verilebilecek en doğru cevap: “Türkiye’nin yumuşak gücünden sonra sert gücünün de hedef alındığı ve tüketilmeye çalışıldığıdır.”
Siyaset tarafından uluslararası ilişkiler ortamı ve harekât ortamı uygun olarak şekillendirilmeden; güç, çıkar ve politika etkileşiminde erişilemeyecek hayalci hedefler doğrultusunda Türkiye sert gücünü fütursuzca kullanmaya devam ederse daha da yıpranacaktır. Yumuşak gücünden sonra sert gücünü de tüketme durumuyla karşı karşıya gelebilecektir. Bu da Türkiye’yi hedef alan ülkelerin düşmanca girişimlerinin daha da artmasına neden olabilir.

Gücün muhafazası ve caydırıcı olması önemlidir. Eğer güç İttihat Terakki dönemindeki gibi fütursuzca kullanılır, Birinci Dünya Savaşı’ndaki gibi tüketilirse Sevr Anlaşması gibi durumlarla karşı karşıya kalınabilir.


http://www.bilgesam.org/incele/2568/-turkiye-nin-gucu-tuketilmeye-calisiliyor/#.XjPQrjIzYps

***

31 Aralık 2018 Pazartesi

ABD’nin Irak’tan Çekilme Kararı ve Türkiye Üzerine Yapılan Tartışmalar

ABD’nin Irak’tan Çekilme Kararı ve Türkiye Üzerine Yapılan Tartışmalar

Selma BARDAKCI
Bahçeşehir Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Tarafından Editör -
10 Ağustos 2010


Yine iç Politikamızın sebebiyet verdiği sorunlarla başbaşa kalmış ve toplumsal uzlaşmanın tezahürü olarak bilinen anayasamız konusunda biz “evet” ve “hayır”’larımızı sayarken, sanki bir başka coğrafyada yaşanıyormuş gibi kayıtsız kalmaya devam ettiğimiz bir meselede ABD 31 Ağustos’a kadar Irak’tan çekeceği askerlerin sayısını hesaplamaktadır.

Kosova meselesinde kamusal alanla, kılık kıyafetimizle uğraştığımız iç politik döngümüz, Ortadoğu meselesinde yine iç politikamızda kaset tartışmaları ile yorulan nefesimiz ve  ABD’nin Irak’tan çekilişi sürecinde kendi aramızda oynadığımız siyasi kültür modelimiz. Tüm bu iç dinamiklerle birlikte; dış politikamızda artık genişlemeyi değil, derinleşmeyi gerektiren bir “eksene” doğru kaymanın anlamlı olacağı kanaatindeyim.

Konu elbette; en son açıklamaları ile de sözünü tutan ve konumunu güçlendiren ABD Başkanı Obama’nın 31 Ağustos’a kadar bölgede bulunan 140.000 askerinin sayısını 50.000 askere düşüreceğini ve önümüzdeki yılın son kertesinde tüm askerlerinin bölgeden çekileceğini vurgulaması ile daha önem verilmesi gereken bir hale gelmiştir. Amerika’nın bölgedeki varlığı gerçekleştirilecek olan çekilmenin ardından önümüzdeki yıl sonuna kadar ülkede kalacak 50.000 asker diplomasi ve istihbarat alanında çalışmalarına devam edecektir. ABD’nin Irak’tan çekilme kararı; ABD’nin iç politik sistemi açısından güzel bir demokrasi örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Obama’nın seçim kampanyası sürecinde verdiği söz bu kararın uygulanması ile birlikte yerine getirilmiş olacaktır. Obama’nın seçim süreci boyunca; Bush döneminin Irak savaşı ile birlikte ülkeye yüklediği ekonomik çöküntüyü iyi kullanması ve kampanyasını bunun üzerinden yürütmesi akılcı olmuştur. Bununla birlikte; demokrasinin tecelli ettiği nokta; hepimizin bildiği üzere 2010 yılında ABD’de Başkanlık Seçimleri olacaktır ve halka hesap verme zamanı gelecektir. Irak’tan çekilme kararı ve bunun uygulanışı ekonomik anlamda istenilen seviyeye gelemeyen Amerikan ekonomisinin savaş masrafının azaltılması ve bunun sonucu halkın rahatlaması olarak değerlendirilip oy potansiyeline dönüşmesi amacı taşımaktadır.     

İç politikanın etkili olduğu nedenlerin ağır bastığı bir dış politik hamle görmekteyiz. ABD Başkanı Obama’nın sırtında taşıdığı Irak yükünü seçim sürecine gelindiğinde güvenli bir şekilde bertaraf etmek istediği açıktır. Bu arada Irak’tan çekilecek askeri birliklerin önemli bir kısmının da Afganistan’a kaydırılacağı ve askerlerin bir anlamda Hoşçakal Irak, Merhaba Afganistan diyebileceği yeni bir “uluslaştırma ve demokratikleştirme” sürecine girecekleri görülmektedir. Obama Irak’tan çekilme üzerine yaptığı açıklamada başarının da altını çizerek terör gruplarının özellikle El-Kaide’nin önemli liderlerinin yok edildiğini söyledi. Bununla birlikte; yeni hedeflerinin daha açık ve başarılabilir noktalara kanalize olacağı yorumunu yaptı. Yani; Irak’ta elde edilen “başarıyı” vurguladı diğer yandan bunu bir başarı olarak değerlendiremeyenler için başarılabilir yeni rotaların örneğin; Afganistan’ın rotasını çizdi.

Çekilme kararının Obama tarafından tekrar gündeme getirilmesi ile ilgili hem Amerika içinden hem de bölgeyi yakından takip edenler tarafından dile getirilen bir çekinceler vardır. Bunlardan en önemlisi; ABD’nin bölgeden çekilmesinin ardından ki burdaki referansımız 2011 yılının sonu için önümüzde durmaktadır, bölgede senelerdir şiddetli bir şekilde devam eden çatışmalardır. Sunni- Arap, Şii- Arap, Kürt, Türkmen ve daha fundamental bir şekilde ortaya çıkan farklı grupların hala içselleştirilemeyen ve kurulamayan hükümetin birliği üzerinde oynayacakları negatif bir rol, bölgenin istikrarsız ve çatışmacı kolonlarını güçlendirecektir. Irak’ta varolan iç karışıklık, grupların kendi hesaplaşmaları ve bölünmenin demografik tarafı, Irak’ın geleceği ile ilgili endişeleri arttırmaktadır. Obama yönetimine iletilen diğer bir çekince ve eleştiride; yönetimin 2011 sonrası için herhangi bir projesi olmadığı yönündedir. 2011 ile birlikte; bölgeden tamamiyle çekilecek olan askerlerin bir sonraki hedefleri belli olmakla birlikte; geride kalan bölgenin durumu ABD tarafından netleştirilmiş değildir. Kuzey Irak Kürt Bölgesi, Türkmenler ve Şii grupların İran ile olan bağlantısı, Suriye ve Lübnan’ın ülke içerisindeki etkileri, Pakistan’ın El- Kaide ve diğer gruplarla olan ilişkisi Irak’ta oluşturulabilecek bir birliğe izin vermeyecektir. Çatışmaların nedenlerinin çok seneler öncesine dayandığı bu ülkede asıl çözüm konusunda özellikle ABD’deki birçok düşünce kuruluşunun da ifade ettiği üzere, bölgede yer alan diğer ülkelerle yapılacak kapsamlı işbirliği modelleri ile Irak’ın bölge istikrarı ve dolayısı ile ABD’nin “ulusal çıkarları” için ortak bir projede şekillendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

2007 yılında bir konferans için Türkiye’ye gelen Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’da Irak’tan asker çekilmesi konusuna karşı çıkarak bölgeyi şu şekilde tarif etmişti. Irak’tan asker çekilmesi sonucunda varolan krizin daha da derinleşeceğini ve krizin etkisinin çok daha geniş bir alana Fas’tan Endonezya’ya kadar yayılabileceğini söylemişti. Tabi burda Türkiye’nin de bölge için önemli bir aktör olduğunu vurgulamıştı. Kendi ifadeleriyle; “NATO’nun oluşumundan sonra, üye ülkelerden en güvenilir ortaklarının Türkiye olduğunu kaydeden Kissenger, ”Pek güvenebileceğimiz ülke yoktu. Türkiye, Kore’de yanımızdaydı. Ve ben Türk birliklerinin katkısını hiçbir zaman unutmadım. Bu yüzden Türkiye’ye sempati geliştirdim. Ve Türkiye’ye baskı olduğu dönemlerde bu baskılara katılmaya hiç taraftar olmadım” demişti. Tabi, Kissinger’ın Türkiye ile ilgili düşüncelerinde bir değişme var mı yok mu bunu merak etmekle birlikte; Türkiye’yi de unutmadan yazımızın asıl noktasına ve 2011 yılından sonra; Türkiye’nin bölgede nasıl bir strateji izleyeceği ve rolünün ne olacağı yönündeki tespitimiz olacaktır.

Yazının başında da değindiğim gibi kendi iç meselelerimizle hesaplaşmadan ve bu kafa karışıklıklarımızdan kurtulmadan olaylara ve durumlara “evet”- “hayır” gibi kısa ve net cevaplar verdiğimiz ama “çekimser” kalamadığımız bugünlerde, bölgemizi ilgilendiren bu çok önemli yeni dönemle ilgili kendimize biçtiğimiz role bakmadan önce bu meselede Türkiye’nin oynayacağı rolün önemini tartabilmek için dışarda hakkımızda konuşulanların değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Ki bu değerlerdirmeler yapıldığı yer ve kişiler bakımından Türkiye’nin hassasiyetle incelemesi ve analiz etmesi gereken değerlendirmelerdir.

Bakalım, bölgede herzaman yumuşak gücünden ve arabuluculuğundan- tarafsızlığından dem vuran ülkemiz dış politika da ard arda aldığı kararlarla bölge ile alakadar olanlar tarafından nasıl bir pozisyonda değerlendirilmektedir?

28 Temmuz 2010 Çarşamba günü ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde  son dönem Türk-Amerikan İlişkilerinin değerlendirilmesi üzerine geniş bir katılımcı kitlesinin yer aldığı bir komite toplantısı yapılmıştır. Gazetelerimizde ve basında çok fazla yer bulmayan bu toplantıda dile getirilenlerin Ortadoğu ve Dünya’daki vizyonumuzun yeniden gözden geçirilmesi anlamında önemli veriler olduğunun kanaatindeyim.

Temscilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Howard L. Berman’ın açılış konuşmasını yaptığı toplantıda; Berman’ın sözleri son dönem Türk- Amerikan İlişkilerini ve Türkiye’nin dış politika vizyonunu özetliyordu. En azından Amerika’dan görünün kısmı için yerleşen öngörüleri içeriyordu. Berman’ın Türkiye’ye yönelik geliştirdiği eleştirileri şu şekilde maddeleyebiliriz.

1)            Türkiye- İsrail İlişkileri konusunda; Türkiye bir terör örgütü olan Hamas ile yakınlaşmakta ve İsrail’in bu konudaki tavrını görmezden gelmektedir.

2)            Türkiye Filistin içerisinde El- Fetih yönetimine uzak fakat Hamas ile yakın temas içerisindedir.

3)            ABD Hamas’ı terör örgütü olarak görürken, Başbakan Erdoğan Hamas’ı bir direniş örgütü olarak algılıyor ve söylüyor.

4)            Türkiye artık 1. Dünya Savaşı sırasında Ermenilere yaptığı soykırımı kabul etmelidir.

5)            Türkiye; Türk vatandaşlarının Kuzey Kıbrıs’a illegal olarak yerleştirilmesini engellemelidir.

6)            Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırımlar konusunda “hayır” oyu kullanması batı dünyasında tepkiyle karşılanmıştır.

7)            Mavi Marmara olayında; Türkiye Hamas’ı destekleyen İHH örgütüne olayla ilgili destek vermiştir.

Berman’ın toplantı sürecinde Türkiye’deki dini azınlıklara ve iç politikaya yönelik de bazı eleştirileri olmuştur. Berman’dan sonra söz alan diğer katılımcılar da genel itibariyle; AKP’nin son dönem politikaları, ordunun durumu ve askeri soruşturmalar, Türkiye’de anayasa tartışmaları gibi pek çok konuda fikir beyan etmişlerdir. ABD Temsilciler Meclisi’nde Berman’ın yaptığı bu eleştirileri haklı veya haksız olarak değerlendirmek elbette mümkündür. Ayrıca; Berman’ın California’nın 18. eyaletini temsil etmesi de İsrail ve Ermeni meselesi hususunda ne kadar objektif olabileceğini arka planda bizlere göstermektedir.

Bu toplantıda önemli olan ve benim de vurgulamak istediğim nokta; katılırız veya katılmayız Türkiye ile ilgili dışarıda ve içeride değişen algı bizim için çok önemlidir ki kendimize biçtiğimiz “bölgesel güç” modeli tek başına olmak istediğimiz an olabileceğimiz bir tanım değildir. Bölgede bir “güç” olarak kabul edilmek ve Türkiye’nin bölgede uluslararası anlamda etkili olabilmesini gerektirecek bazı koşulların ve algılamaların netleşmesi gerekmektedir.

Türkiye; son yıllarda bölgesinde aktif bir dış politika izlemektedir. Çok yakın bir zamanda düşman olarak görülen ülkelerle yeni dış politika anlayışı çerçevesinde ikili ve çoklu ilişkilerin geliştirilmesi önem kazanmıştır. Uluslararası kamuoyunda yer alan anlaşmazlıkların çözülmesinde arabuluculuk faaliyetleri ile taraflar arasında uzlaşma sağlanması yolunda adımlar atılmaktadır. Dünyanın konuştuğu bir dil, evrensel ve uluslararası hukukun kabul ettiği değerler ilgili beyanlarda vurgulanmaktadır. Bu genel çerçeve şu anki Türk dış politikasının dayandığı temellerdir. Şimdi bu temelleri yukarıdaki eleştirilerle birleştirip ortaya çıkan haritayı Türkiye’nin bundan sonraki vizyonu konusunda ortaya atılan durumlarla değerlendirebiliriz.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’tan Çekilmesi ile birlikte ve bu süreçte Türkiye bölgedeki çıkarları ve dış politikasını dayandırdığı maddeler ışığında hangi politikaları izleyecektir? Türkiye bir yandan bölgedeki devletlerle ikili ilişkilerini geliştirmek isteyip, bölgeyi ve dünyayı ilgilendiren menfi gelişmelerin çözümünde aktif rol üstlenmek istemektedir. Türkiye’nin bölgede aktif rol oynaması ve adını uluslararası kamuoyunda barıştan yana koruması elbette çok önemlidir ve büyük devlet olabilmek için gereklidir. Fakat; bir yandan böyle ideallerle yola çıkıp diğer yandan Ortadoğu’da sorunların tam da odağında olmak ve sorunların tarafı olmak Türk dış politikasının belki teorik kısmının güçlü olduğunu ancak pratik uygulanan stratejik hataların varlığını gözler önüne sermektedir.

2011 sonunda gerçekleşecek büyük çekilmenin ardından Türkiye’nin bölgedeki konumuna bakışı 2 boyutta ele almak gerekir. İlk boyut Türkiye’nin yukarıda da getirilen eleştirilerin haklı kısımları dahilinde gündemini ve politikalarını değiştirmemesidir. Türkiye eğer ki ABD’nin Irak’tan çekilme sürecini ve sonrasını başarılı bir şekilde yürütmek istiyorsa; kendinin güçlü ve zayıf yönlerini bilmesinde fayda vardır. Daha doğrusu dış politikada attığı adımların geri dönüşünü iyi hesaplamalıdır. Berman’ın ve diğer önemli katılımcıların hemen hemen üzerinde mutabakata vardığı eleştirilerden yola çıkarsak, eğer; HAMAS’ı terör örgütü olarak görmüyorsa; PKK konusunda önüne gelebilecek kartlar konusunda dikkatli olmalıdır. Ayrıca; Türkiye’nin Filistin içerisinde de bir arabulucu olma adımlarını görmekteyiz. EL- FETİH ve HAMAS arasında yapılan görüşmelerde Türkiye’nin yer alması fakat; taraflar tarafından arabalucu olarak görülmemesi de dikkate değer bir ayrıntıdır.Ermeni meselesinde Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda daha etkin bir şekilde lobi faaliyeti yürütmesi ve kamu diplomasisinden yararlanması gerekmektedir. Kıbrıs konusu son yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde gündeme gelmektedir. Onun dışında konuyla ilgili yeni başlayan görüşmelerde Türkiye’nin Yunanistan ve İngiltere kadar etkin olması gerekmektedir. İran ile imzalanan Takas Anlaşması ve sonrasında BM Güvenlik Konseyi’nde “çekimser” kalmak yerine “hayır” oyu verilen karar ile ilgili ve hemen ardından tekrardan gerilen İsrail- Türkiye İlişkileri konusundaki algıların evrensel değerlere vurgu yapılarak iyileştirilmesi gereklidir. Ki bu ne kadar mümkün orasını öngöremyoruz. Mavi Marmara hadisesinde gösterilen devlet zaafiyeti üzerine düşünülmelidir ve olay  sadece yardım taşıyan bir gemiye yapılan saldırı olarak değerlendirilmemelidir. Büyük devlet olmak için gereken öngörü ve hesaplanabilirlik kavramlarının altı doldurulmalıdır.

Gelelim olayın ikinci boyutuna; önümüzde ilk boyutun çizdiği bir resim ve bir Türkiye durmaktadır. Bu resmi akılda tutmakla birlikte; tüm bu olaylardan sonra Türkiye’nin nasıl ve hangi kriterlerle bölgede veya bölgelerde “stratejik derinlik” sağlayacağı soru işareti olarak ortaya çıkmaktadır. Konumuz ve değindiğimiz son gelişmeler nedeniyle ABD’nin Irak’tan çekilme olayı üstüne Türkiye’nin tüm bu parametreler çerçevesinde bölgede nasıl bir pozisyonda yer alacağı tartışılmakta dır. Türkiye bölgede terör konusunda ABD ile işbirliği içindedir. Batılı anlamda bir demokrasiye sahip bölgedeki tek ülkedir. Uluslararası hukukun değerlerini benimseyen ve Avrupa Birliği yolunda Türkiye’nin bölgesinde elde edeceği gücün AB üyeliği konusunda önemli bir koz olduğu bilinmektedir. Yine Türkiye;  Nükleer konusunda bölgesinde hassas olan ve barıştan yana olan bir tutum içerisinde olmakla birlikte; İsrail’in sahip olduğu nükleer gücü sorgulamakta fakat; İran konusunda da Batı’nın politikalarını sorgulamaktadır.

Tüm bu gelişmelerden ortaya çıkan sonuç ise Türkiye’nin dış politikasındaki olumlu değişmeler ile birlikte; bu değişimlerin iyi yönetilememesi ve ulusal çıkarlara hizmet etmediği gözlemlenmektedir. Türkiye; ABD’nin Irak’tan çekilmesi ile birlikte ortaya çıkacak manzaraya kayıtsız kalmamalıdır. Daha doğrusu Türkiye; Irak’taki hiçbir gelişmeye ilgisiz kalmamalıdır. Bu Türkiye’nin hem iç politik atmosferi hem de bölgedeki konumu açısından çok önemli bir gelişmedir. Irak’ta yaşanacak olumlu veya olumsuz gelişmeler hem Türkiye için hem de bölgenin istikrarı için hayati bir önem taşımaktadır. Konuyu burada özetlemek gerekirse; ilk aşamada ABD’nin Irak’tan çekilme süreci ve bu aşamada Türkiye’ye batı tarafından biçilen rol ve roldeki değişiklikler ve Türk Dış Politikası’nın son güncel gelişmeler çerçevesinde nasıl bir vizyon izlediğinin ana hatları ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin yapmış olduğu geniş çaplı toplantıda ele alınmıştır. Bizim için önemli olan özellikle batıda telaffuz edilmeye başlanan çekinceleri ve eleştirileri dikkate almakla birlikte; teoride geliştirdiğimiz politik kararları pratikte bölgemizin ve dünyanın yeni düzenine uygun olacak bir şekilde hazırlamaktır. Bölgesinde güçlü bir devlet olarak yer almak isteyen Türkiye’nin Ortadoğu’da sürekli değişen dengelerin ve güç oyunlarının hedefi olmaması için diplomasinin ve uluslararası normların tüm araçlarını kullanarak akıllı stratejilerle yazılmaya çalışılan hikayen.in önemli karakterlerinden biri olduğunu hem kendine hem de dış dünyaya göstermesi gerekmektedir.

Dış politikada alınacak karar hükümetin duruşu değil ülkenin duruşudur. Dolayısı ile çok boyutlu düşünülmesi gereken konular üzerinde oy kaygısı ve iç politikanın etkisi ile oluşmuş duygulara yer vermeden, tutarlılığın da yetmeyip çıkar odaklı aktif bir dış politika konusunda tüm karar vericilerin hem fikir olması gereklidir. ABD’nin Irak’tan çekilme sürecinde ve sonrasında ülkemizin hangi kurumlarının Irak’ta hangi gruplarla diplomatik ve gayrı resmi toplantılar yapacağı, Irak’ın bütünlüğü ve birliği için neler yapılabileceği ve Irak’ın içinde diğer bölge ülkelerinin ne kadar etkili olduğu gibi soruların cevaplandırılması gereklidir. Türkiye’nin sahip olduğu potansiyel güç, yerel değişkenler ve uluslararası normların çerçevelendirdiği bir dış politika anlayışının önemi anlaşılmalıdır. Bölgemizde aktif olarak yer aldığımız meselelerde uluslararası kamuoyunun dikkatini konuya çekerken kullandığımız argümanlar kimliğe dayalı nedenlere değil evrensel ve hukuka dayalı nedenlere dayanmalıdır.

Unutmayalım ki dış politikamızda yer alan ve hala bir sonuca varamadığımız meselelerin ana eksenlerinin uluslararası kamuoyu tarafından bilinmemesi ve anlaşılamaması bu meselelerin çözümsüz hale gelmesine neden olmuştur. Uluslararası kamuoyunda güçlü argümanlara sahip olan Türkiye; ne dış politikası hakkında yapılacak eksen kayması tartışmalarına ne de Irak’ın şekillenmesi konusunda yaşayabileceği zorlukların okyanus ötesinden konuşulmasına izin verecektir.

Selma BARDAKCI
Bahçeşehir Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler

Ayrıntılar için Bkz: ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi 28 Temmuz 2010 tarihli komite toplantısı raporu: “Turkey’s New Foreign Policy Direction: Implications for U.S.-Turkish Relations”

http://www.tuicakademi.org/abdnin-iraktan-cekilme-karari-ve-turkiye-uzerine-yapilan-tartismalar/

***

2 Mart 2016 Çarşamba

Durun! Siz Kardeşsiniz!



Durun! Siz Kardeşsiniz!



Eski Yeşilçam filmlerinde böyle olurdu. Senaryoda birbirlerine düşman karakterler, filmin sonunda bir bilen tarafından uyarılırlar: “Durun siz kardeşsiniz!”, diye. Sonrası malum… Gerçekte olmayan düşmanlığın ortadan kalkması, sarılmalar, gözyaşları… Günümüzde de böyle bir senaryo yürütülüyor. Senaryoyu yazan Emperyalizm. 

Baş oyuncular Tayyip ile Demirtaş. Ve tabiî Davidson, Kılıçdaroğlu, Bahçeli gibi figüranlar…

Filmin adı mı? Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)! Ülkemiz ve Ortadoğu için Kürt sorununa emperyalist çözüm de diyebiliriz.

BOP, Afganistan’dan Batı Afrika’ya dek, bütün bu coğrafyadayer alan ülkelerin hallaç pamuğu gibi atılmasıdır, sınırların değiştirilmesidir. Emperyalizme kolay lokma haline getirilmesidir, bu ülkelerin. Bunun için haritalar da yayımladı emperyalistler. Bu haritalarda ne görüyoruz?

Bütün bu coğrafyada en büyük sınır değişikliği; Türkiye, Irak Suriye sınırlarının değişimiyle oluyor. Emperyalistler, tıpkı İsrail gibi, Barzani odaklı bir Özgür Kürdistan ( Onlar Free Kurdistan diyor ) kurma çabasındalar. Ülkemizdeki Kürt siyasetçileri ise ( PKK, HDP ) güvender olup (kendini güvende hissedip sevinen) hep birden 
“ Bin yıldır ilk kez böyle bir devlet olma fırsatı yakalamışız, neden istemeyelim? ” oportünizmi içindeler.

Tayyip mi? 

O, koltuğu kaybetmemek için emperyalistlere her türlü tavizi vermeye hazırdır. Ülke çıkarlarına zarar geliyormuş, hiç umurunda olmaz. Zaten bu suçları birlikte
işledikleri tapelerle kanıtlanan Davidson’u Başbakan yapması da bundan. Emperyalizme hizmet ortak paydasında sırt sırta veriyorlar.

Tayyipgil’in ve Demirtaşgil’in kardeş olduklarını söylemekte abartı da yok. Seçimlerde AKP ve HDP adaylarında kardeş olanlar var. Aşiret derebeylerinden birisi AKP’dense diğeri HDP’den aday. Örneğin, vaktiyle Hakkari Yüksekova’da 25 yıl belediye başkanlığı yapan, daha sonra iki dönem DYP’den, bir dönem AKP’den
milletvekli olan aşiret reisi Mustafa Zeydan’n oğullarından Rüstem Zeydan daha önce de olduğu gibi AKP’den, Abdullah Zeydan ise HDP’den Hakkari milletvekili
adayları…


Bitlis’te ise eski ANAP’lı Edip Safter Gaydalı AKP’den, ağabeyi Mahmut Celadet Gaydalı ise HDP’den milletvekili adayı. HDP’nin İstanbul birinci bölge
ikinci sıra adayı Hüda Kaya ise açıktan Tayyip övgüsü yapan bir dinci hatun kişi, Tayyip’in balkon konuşmasını izlerken ağladığını söylüyor televizyonlarda. Bunlar
elle tutulur kardeşlik belgeleri…


Kardeşlik yeni değil. AKP iktidarı boyunca kardeştirler.




Apo da bunu itiraf etmedi mi, AKP iktidarına desteklerinin sayesinde Tayyip’in ayakta kaldığını, “ 10 yıldır AKP’yi ayakta tutan benim ” diyerek?
Bu bir yana, Mart başında İmralı’ya giden HDP heyetince (Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan), Apo’nun“ Başkanlık sisteminin düşünülebileceği ” ni söylediği, hatta “Biz Tayyip ( Erdoğan ) Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakınagirebiliriz” dediği belirtildi. (Yurt Gazetesi, 2 Mart 2015)

Bunun adı da devrimci veya sol literatürde oportunizmdir.

Şubat sonunda çözüm sürecinde uzlaşılan 10 maddeye gelince… Açıklanan maddelerin içi boş. Anlayan varsa beri gelsin!

Şu bilgiler yer aldı Sırrı Süreyya’nın ağzından basında:

“1. Demokratik siyaset tanımı ve içeriği
“2. Demokratik çözümün ulusal veyerel boyutlarının tanımlanması
“3. Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri   
“4. Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik başlıklar
“5. Çözüm sürecinin sosyo ekonomik boyutları
“6. Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin, kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması
“7. Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri
“8. Kimlik kavramı, tanımı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi
“9. Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelerekavuşturulması
“10. Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa”. (Milliyet, 28 Şubat 2015)


Bunlar içi boş maddeler. 

Aman fincancı katırları ürkmesin, halk dönen gizli oyunların farkına varmasın düşüncesiyle yapılan bilgilendirme. Demirtaş’n dediği gibi “ Çözüm sürecinde kapalı kapılar ardında gizli iş yapıyor izlenemini vermemek lazım ” çünkü. ( Hürriyet, 26 Şubat 2015, Ahmet Hakan ile söyleşi )

Bu amaçla zoraki verilen 10 madde bunlar, içi boş, kimsenin bir şey anlamayacağı veya itiraz etmeyeceği, muğlak maddeler… Oysa, daha önce, Aralık 2014’te muratedilenin ne olduğunu, CHP Sakarya Milletvekili Engin Özkoç, 26 Ekim 2011 tarihinde Mecliste “ Terör ” konusunda yapılan gizli oturumda BDP Grup Başkanvekili’nin süreçle ilgili taleplerini aktararak açıklamıştır. 

Şunları istiyorlardı:

“1- Türkiye’nin 25 eyalete bölünmesi.
“2- Öcalan’n serbest bırakılması.
“3- Özerklik koşularının gündeme getirilmesi.
“4- Eyalet başkanlarının TBMM’ye getirilmesi.
“5- Özerklik hakkının saklı olması.
“6- Her eyaletin kendi özerk güvenlik güçlerinin olması.” (Cumhuriyet, 29 Aralık 2014)

Bu açıklama örtbas edildi. İşte 10 maddenin arkasındaki gerçek asgari anlaşma maddeleri bunlardır veya bu çerçevededir Başkanlık sistemi ve Tayyip’in başkanlığı ise o günlerde henüz gündemde yoktu.

Şimdi Tayyip’in başkanlığı da cabası…

Mart başında bu taleplere başka bazı talepler de eklendi. İdris Balüken aktardı:

“- Ceza yasalarında reform yapılmalı
“- Siyasi partiler yasası değiştirilmeli
“- Kamusal alanda çok dilli hizmet verilmesi sağlanmalı
“- Değiştirilen köy isimleri geri verilmeli
“- Anadilde eğitim için şartların oluşturulması.” (Yurt Gazetesi, 2 Mart 2015)

Özetle, AKP ile HDP arasında bir gıllıgışlı ittifak söz konusudur. O halde, seçim arifesinde bu koparılan fırtına ne ola ki, denecek. Tayyipgil Demirtaş’a sövüyor, 

Demirtaş Tayyipgil’e… Hatta insanlar ölüyor (Ağrı Provokasyonu).

Bu da oyunun bir parçası çünkü. Kökünü Gezi’de aramak gerek. Gezi, AKP ve PKK arasındaki ittifakı tehlikeye attı.

Amerikancı Kürt hareketinin demokrat - sol  Kesimleri kandırarak emperyalizmin dümen suyuna sokan gücünü kıran bir hareketti.

Apo’nun ağzıyla ABD Emperyalizmi HDP’yi bunun için kurdurttu.

HDP’ye bir Türkiye Partisi görünümünü kazandırmaktı amaç. Böylece Türk Solu da, Tayyipgil’e karşı olan demokrat yığınlar da HDP’nin kuyruğuna takılarak kullanılabilirdi.
Demirtaş’n geçen yılki Cumhurbaşkanlığı adaylığı bugünkü oyunun provasıydı. Başarılı da olundu.

Bu oyunun tutması için biraz sol bir söylem, Tayyip’e karşı keskin çıkışlar yeterliydi. Tayyip Başkan olmasın da ne olursa olsun gibi… Veya barajı geçmesi
durumunda HDP’nin Kürt illerinde çıkaracağı milletvekilleri ile AKP’yi zayıflatması gibi… Ve bu oyun önemli ölçüde tuttu da.

HDP büyük olasılıkla barajı geçecek veya bir şekilde geçtirilecek. Hür Basın’ın Demirtaş pompalaması ortada. Olmadı, seçim oyunları ne güne duruyor?
HDP’nin barajı geçmesi de emperyalist planın daha rahat uygulanması anlamına gelir, Tayyip’e zarar vermez. Tersine Tayyip’in Başkanlık düşünü gerçeğe
bindirir.

İşte bu yüzden Ağrı provokasyonu, küfürleşmeler, saldırılar vb. yapılıyor. Yani bir kayıkçı döğüşüdür söz konusu olan. Daha inandırıcı olması için küfürleşmeler,
saldırılar, provokasyonlar planlanıyor.

Olan bu…

HDP’in barajı geçememe olasılığı da yok mu?

Evet, geçemeyebilir de. Zaten normalde kendi gücüyle geçemez. Yukarıda anlattığımız oyunla sınırı zorluyor. Ama geçemese de Amerikancı Kürt Hareketi içinfazla kayıp değil. Mağdur pozunda, emperyalistlerin de desteğiyle özerklik, Kürt Parlementosu çıkışları kitlelerde daha çok ses getirir ve haklılık duygusu yaratır.

Kardeşler (AKP ve HDP) sadece Kürt Sorunu’nda değil Ermeni Soykırımı yalanında da ittifak halindeler. Tayyip geçen yıl taziyesini bildirmiş ve emperyalistlerdençok takdir görmüştü. Bülent Arınç, “Türkiye bilerek soykırım yapmadı”

dedi. Soykırımı dolambaçlı şekilde onaylamış oldu. Davidson tehciri “insanlık suçu” ilan etti, dolayısıyla o da başka bir şekilde soykırım dedi. Demirtaş ise açıktansoykırım diyor, Fatihalar okuyor. Demek ki, soykırım yalanında da ortaktırlar, müttefiktirler. Emperyalist uşağı, oportünist kardeşlerden başka ne beklenebilirdi ki ? 
Emperyalizm ne derse onu yapmak. Görevlerini yapıyorlar. Kirlidirler, halk düşmanıdırlar… Bize düşen bu emperyalist uşaklarının maskelerini düşürmek. 

Halkımız elbet yaptıklarının hesabını soracaktır bu uşaklardan.

http://2016.kurtulusyolu.org/wp-content/uploads/2015/06/87.-SAYIYA-ULA%C5%9EMAK-%C4%B0%C3%87%C4%B0N-TIKLAYIN.pdf

..

2 Eylül 2015 Çarşamba

Hedef büyük Kürdistan, Büyük Ortadoğu Projesi devam ediyor



 Hedef büyük Kürdistan, Büyük Ortadoğu Projesi devam ediyor,



22 Eylül 2014 07:18

Emekli Org. Edip Başer, Ortadoğu'da artan IŞİD terörünü ve buna bağlı olarak başta ABD olmak üzere kurulan koalisyonu ile Kürtlerin tutumunu anlattı

- A +
Kara Kuvvetleri Komutanı olması beklenirken emekli edilen Orgeneral Edip Başer, Ortadoğu'da yaşanan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terörü hakkında "Büyük Ortadoğu Projesi devam ediyor" diyerek, "“Büyük Kürdistan”a doğru gidiyoruz evet. Önce Türkiye Kürdistan’ını da içine alacak bir Kürdistan, ondan sonra da Büyük Kürdistan" ifadelerini kullandı.
Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel'e konuşan emekli Org. Başer, son dönemde Ortadoğu'daki terör gelişmelerini anlattı. Çamlıbel'in "Edip Başer: Hedef büyük Kürdistan" başlığıyla yayımlanan (22 Eylül 2014) röportajı şöyle: 

Edip Başer: Hedef büyük Kürdistan

Bir dönem ‘özel temsilci’ sıfatıyla PKK ile mücadele için ABD’yle pazarlıkları yürüten Emekli Orgeneral Edip Başer, bölgedeki gelişmeleri değerlendirdi.
Emekli Orgeneral Edip Başer yakın dönemde Türk ordusunun içinde yaşanan çalkantıların bir kısmına içeriden, bir kısmına da dışarıdan tanıklık eden bir komutan. 2002’de Kara Kuvvetleri komutanı olması beklenirken sürpriz bir kararla emekli edildikten sonra kırgınlığına rağmen sessizliğini hep korudu. 2006 yılında PKK ile mücadelede ABD’yle pazarlıklar için ‘özel temsilci’ sıfatıyla direksiyonda o vardı. Dokuz ay sonra Ak Parti hükümeti tarafından apar topar görevden alındı. Emekli edilmesinde olduğu gibi görevden alınmasının asıl nedeni de yine sis perdesinin arkasında kaldı. 12 yıldır kamuoyu önünde girmediği o konularla ilgili önemli ipuçları bu hafta piyasaya çıkacak olan kitabında. ‘Kanatsız Uçmak: Ana-Babasız Çocukluktan Ordu Komutanlığına’ samimi bir otobiyografi. Türk ordusunun genel karakterini yansıtan kişisel öyküsünü, başarmak isteyenlere örnek olması hevesiyle kaleme almış. Tartışmalı konulara girmekten yine de büyük ölçüde kaçınmış. Kitaptaki ipuçlarından yola çıkarak yakın dönemin sırlarının peşine düştüm.

Edip Başer kimdir?

Edip Başer, Kara Harp Akademisi’nden 1972 yılında mezun oldu. Ankara Üniversitesi’nden, ‘Atatürk’ün dış politikası’ üzerine doktorası var. İlki Napoli’de, ikincisi Brüksel’deki uluslararası askeri karargâh olmak üzere iki kez NATO’da görev yaptı. Genelkurmay Plan Harekât Daire Başkanlığı ve Kara Harp Okulu Komutanlığı yaptı. Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde ‘Başbakan Askeri Danışmanlığı’ görevini yürüttü. 3. Kolordu Komutanlığı, Genelkurmay İkinci Başkanlığı ve 2. Ordu Komutanlığı yaptı. 2002 yılında Yüksek Askeri Şûra’da Kara Kuvvetleri Komutanı olması bekleniyordu. Ancak sürpriz bir kararla emekli edildi. 2006 yılında Türkiye’nin Terörle Mücadele Özel Temsilcisi olarak atandı. Bu görevi 9 ay sürdü. ASAM Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. Yeditepe Üniversitesi’nde ders verdi.

Başörtülüye orduevine giremezsin dediysek fevkalade yanlış yapmışız

Kitabınızda TSK’nın tamamına yakınının orta ve alt gelir sınıfından ve muhafazakâr aile çocukları olduğunu hatırlatıyorsunuz. Buna rağmen Türk ordusu neden uzun yıllar seçkinci imajını atamadı?
Türk ordusunun bu imajı eğitimdeki bazı yanlışlardan kaynaklanıyor belki de. Askeri eğitimle sivil eğitim arasında bir fark yok. Bugün Harp Okulu da, sistem mühendisi yetiştiren bir okul. Böyle bir hava neden yaratıldı? İçinden çıkmaktan çok gurur duyduğum bir kurum Silahlı Kuvvetler. Hani derler ya, derimize işlemiş. Hakikaten öyle. O kurumun hatalarını tabii konuşuruz, saklamak gibi bir derdimiz yok. Çünkü o kurum o kadar köklü bir kurum ki üç-beş hatasını tartışmakla bir şey kaybetmez. Aksine bunları tartışabilirsek daha da yararı olur. Silahlı Kuvvetler’de noksan olan husus halkla ilişkiler konusudur. Halkla ilişkiler konusu komutanların, subayların kendi yeteneklerine ve görüşlerine bağlı olarak işliyor. Maalesef kurumsal tarafı var, çok zayıf. “Siyasete müdahale ediyor Silahlı Kuvvetler” diye feveran eden çok ünlü demokratlarımız var ya... O nedenle zayıf işte. Hep o endişeyle TSK halkla ilişkiler konusunda kapalı kalmıştır.
Bu algının oluşmasında sadece kapalı kalmak değil de bazı uygulamalar da önemli rol oynadı. Yakın zamana kadar orduevlerine başörtülülerin alınmaması bir vakıa. GATA’da Emine Hanım’ın başına gelen bir vakıa. Eğer sizin söylediğiniz gibi TSK’nın yanlışları da konuşulacaksa, şunu sormak şart. Din meselesi neden hep bir tabu oldu TSK için?
TSK’nın sıkıntısı şuydu: Cumhuriyet’in ve demokrasi rejiminin temel değerlerinin korunması ve kollanması görevini Anayasa, TSK’ya vermiştir. Bu görevin getirdiği titizlik içinde o temel değerler herhangi bir aşınmaya uğramasın endişesi içinde. Genelkurmay Başkanı “gık” dediğinde hemen manşet yapıyorsunuz di mi? Emine Hanım meselesini bilmiyorum, orada değildim. Ama ben Dışişleri bakanı iken Abdullah Gül’ün GATA’da kulağından tedavi olduğunu, süit bir odada kaldığını, Hayrünnisa Gül’ün de orada yanında olduğunu biliyorum. Benim eşim de o sırada orada yatıyordu. Hatta eşimin odasına giriyorum diye yanlışlıkla o odaya girmiştim. Hayrünnisa Hanım’ın elini sıkmıştım. Sayın Gül ile oturup 5-10 dakika sohbet ettiğimi hatırlıyorum. Hayrünnisa Hanım’ın orada başı açık değildi, normal örtüsü içindeydi. Emine Hanım’a da öyle bir şey yapıldıysa, tabii ki yanlış yapılmıştır. Orduevinde yapılan bir etkinlikte şehit ya da gazi annesine “Giremezsin” dediysek fevkalade yanlış yapmışız.
Siz din alandaki hassasiyetin Cumhuriyet’in laiklik prensibiyle ilgili anayasal yükümlülükten kaynaklandığını söylüyorsunuz. Ancak “Yapıldıysa yanlış” dediğiniz uygulamalar adeta “vur deyince öldürmek” değil mi?
Biliyor musunuz, bunlar kurum politikası değil, bireylerin değerlendirmeleri. Ben Ayazağa’da 4 yıl kolordu komutanlığı yaptım. Şehit cenazelerinin çok sık geldiği bir dönemdi. Üç-dört ayda bir şehit ailelerine devlet övünç madalyası verirdim. Bu törenlerde ben tek bir şehit annesinin bile başı örtülü olduğu için kışlaya girmesine engel olunduğunu görmedim. Her seferinde başı şu ya da bu şekilde örtülü onlarca şehit annesi, kardeşi ya da eşi vardı. Onlarla sarıldık da, yanaklarını da öptük de, hiçbir sorun da yaşamadık. Bireysel yapılan bazı yanlışları kuruma mal etmek bence doğru değil. Birkaç kişi hakikaten yanlış yaptı.

Din bilgisi kitabı hazırlattım
uygulamaya konmadı

Genelkurmay ikinci başkanı olduğunuz dönemde din bilgisi dersinin gerekliliği konusunda ısrarcı oluyorsunuz. Bu ısrarınızın sizin de yobaz birisi olarak algılanmanıza neden olabileceği konusunda da bir tereddüt yaşadığınızı anlıyoruz kitaptan. Neden öyle olsun ki?
O öyle bir duyguydu. Onu kitaba yazmam bile belki gerekli değildi. Yazmışsam yanlış yapmışım. Ben din bilgisi kitabını ta İstanbul’da kolordu komutanı iken hazırladım Yaşar Nuri Öztürk ile beraber. Kabul edildi, ilgili makamlara sunduk ama sonuçlanmadı. TSK’da yaygınlaştırılıp uygulamaya konmadı. Onun üzerine ikinci başkanlığım sırasında tekrar gündeme getirdim. Tabii ki komutanların düşünceleri farklı olabilir. Komutanın nihai kararı emirdir ve o uygulanır.

Kara Kuvvetleri Komutanı yapmadılar diye üzülmemin sebebi Cumhurbaşkanı Sezer’inkinden farklıydı

Teamüllere göre Kara Kuvvetleri komutanı olarak atanmanız gerekirken emekli edilmeniz ve Aytaç Yalman’ın yerinize atanması meselesini kitapta detaylandırmadan ve hızla geçmişsiniz. Size göre bu işin asıl müsebbibi kim? Kırgınlığınız kime?
Benim geçmişe dönük olarak kimseye kırgınlığım yok. Emeklilik olayım belli olduktan birkaç gün sonra Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer aramıştı beni. Üzgün olduklarını belirttiler. Ben de kendisine “Benim üzüntümle sizinkinin aynı nedene dayalı olduğunu düşünmüyorum Sayın Cumhurbaşkanım” demiştim. Gazetelerde ‘Kara Kuvvetleri komutanı olacak’ yazdıktan sonra o kişi kenara itilip arkadan gelen yapılıyor. Beni tanımayanlar ne düşünür? “Demek ki bu adamın hırsızlığı, ahlaksızlığı var ki bunu bir kenara ittiler” diyebilirler. Benim kimseye kırgın olmam sisteme saygısızlık anlamına gelir. Beni niye kuvvet komutanı yapmadılar? E yapmadılar, canları öyle istedi yapmadılar. Yasanın verdiği yetkiyi kullandılar. Ama hâlâ daha benim de kafamda soru işaretidir, acaba bu yetkiyi o makama atanmış olan Hilmi Özkök mü kullanmalıydı, yoksa ağustos sonunda benimle birlikte emekliye ayrılacak olan bir Genelkurmay başkanı mı yapmalıydı? Ama artık bunu tartışmanın gereği de yok, faydası da yok.
Arşiv taraması yaptığımda şununla karşılaştım. Özden Örnek’in kendi günlüklerindeki sizin Kara Kuvvetleri komutanı yapılmamanızdan üzüntü duyan ifadelerinden yola çıkan bazı kalemler, sizin darbe önleme girişimi kapsamında o makama atanmadığınızı yazmış.
Yani ben olsam darbe mi yapacakmışım?
Darbe girişiminde bulunma hevesinde olan ekibin içinde yer alacağınız yönünde bir ima. Özden Örnek, İbrahim Fırtına, Şener Eruygur ile birlikte hareket edecekmişsiniz.
Eyvah...(Gülüyor). Ben bunu görmedim açık söylüyorum. Bu iddiayı ilk defa duyuyorum.

Aytaç Yalman’ın yerinde olsaydım darbe iddialarıyla ilgili soruşturmayı ben başlatırdım

İlker Başbuğ ise kendi yazdığı kitapta “Edip Başer Kara Kuvvetleri komutanı olsaydı Ergenekon ve Balyoz yaşanmazdı” diyor.
Tabii ben İlker’i akademi öğrenciliğinden çok iyi tanıyorum. İlker’in kariyerini çok yakından takip eden bir arkadaşıyım, ağabeyiyim. İlker’in muhakemesine de her zaman güvenmişimdir. Tabii bu olaylar yine de olur muydu, olmaz mıydı orada bir durmak lazım. Orası soru işareti. Ben engel olabilir miydim böyle bir teşebbüse? Böyle bir teşebbüs var mı aslında? Bana göre bir kuvvet komutanı o süreçte daha aktif bir biçimde devreye girebilirdi. Kendi yetkilerini ve inisiyatifini kullanmak suretiyle, Genelkurmay başkanının da desteğiyle gereken işlemleri yapardı eğer yanlış yapılan bir şey varsa.
Ama yanlış yapıldığını düşünmüyorsunuz.
Hayır, hiçbir zaman düşünmedim.
Peki Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman o dönemde takındıkları tavırla doğru yapmamış mıdır o halde?
Hayır, bana göre doğru yapmamışlardır. Eğer şüphelenilen birileri varsa –ki kendi beyanlarından olduğu anlaşılıyor- o zaman onlar hakkında yasal işlemi derhal başlatmaları gerekirdi. Ve askeri yargıda bu işlemleri tamamlamaları gerekirdi ki sonradan bu kadar günahsız insanın canı böyle hukuksuz şekilde yanmasın. Genç pırıl pırıl kurmay subayların, hiçbir günahları ya da yanlışları olmayan general kardeşlerimizin ve onların bu kadar ıstırap çekmesine meydan vermeyebilirlerdi.
Kasım ayında ifade vermeye gidecekler. Bu saatten sonra ne yapabilirler sizce?
Bence beklenecek fazla bir şey yok. Mahkemede söyleyeceklerini de bugüne kadar pek çok kez söylediler. Eğer yeni bir şey söyleyeceklerse bugüne kadar niye söylemediler onu sorgulamak lazım. Aytaç Yalman’ın Emin Çölaşan’a yazdığı mektuplarda belirttiği şeyler gündeme gelecektir sanırım.

Görev gereği darbelerin içinde yer aldım
ama darbeci olmadım

Sizin darbe heveslisi paşalar ekibinde olduğunuz iddiasını ortaya atanların argümanlarına baktığınız zaman, 27 Nisan bildirisini haklı bulan demeçlerinize de atıf var.
Çok özür dilerim de gülme krizi tutacak neredeyse. Hayatımda hiçbir zaman darbe düşüncesinde olan ya da darbeleri alkışlayan biri olmadım. Ama darbelerin içinde bulundum görev gereği. 1960 ihtilalinde harp okulunda “Kalkın, silahınızı alın” dediler, aldık. Namık Gedik’in kapısının önünde nöbet de tuttuk. Gerçi Namık Gedik camdan atladığında neredeyse ben de vuruluyordum. Camı açıp aşağıdaki arkadaşları uyarmaya çalıştığımda beni de atlamak isteyen bir tutuklu zannettiler. Neyse... Bunların hepsini yaşadık. Ben 27 Mayıs ihtilaline bu şekilde katıldığım için darbeci mi oluyorum?
Ama 27 Nisan’ı savundunuz.
Haa... 27 Nisan bildirisini şu yönüyle savundum. Dedim ki, “Bu, TSK’nın laiklik konusundaki hassasiyetini vurgulayan bir beyandır, demek ki Genelkurmay başkanını böyle bir beyanda bulunmaya zorlayan bazı koşullar doğmuştur”. TSK’nın başısınız, bütün alt kademenin gözü sizde, komutan ne yapacak? Ortada bir seçim süreci var. Bir tanesi “Dindar cumhurbaşkanı seçeceğiz” diye beyanat veriyor. Kırkağaç kavunu mu seçiyorsunuz, koklayıp mı seçeceksiniz dindar cumhurbaşkanını? Tanrı peygamberine dahi kimin günahkâr olduğunu ya da sevap işlediğini takdir yetkisini vermiyor. Cumhurbaşkanı makamı hilafet ya da müftülük makamı değil. Benim demecim bu konuya tepki üzerineydi.
TSK’nın sonradan bu meseleyle ilgili isteyerek ya da istemeden bir iç muhasebe yapmak zorunda kaldığını biliyoruz. 27 Nisan bildirisini web sitesinden de kaldırdılar. Belli ki arşivden bunu silme çabası var. Siz de bugün artık o bildirinin maksadını aşan bir etki yarattığını kabul ediyor musunuz?
Doğrudur, maksadını aşan bir etki yaratmıştır denebilir. Ama bence genelde gerekçesi haklıdır. Genelkurmay Başkanı’nın o tür beyanlarla yürütülen bir süreç içinde o tür bir tepkiyi vermesi normaldir. Aşağıdaki kitlenin sıkışmış havasını bir nebze çıkarmak için.

Yaşar Dolmabahçe’de bir pazarlık yaptıysa
bu kendisi için değil, TSK içindir

Yaşar Büyükanıt sizin sınıf arkadaşınız, uzun yıllardır tanıyorsunuz. 27 Nisan’dan sonra Tayyip Erdoğan ile meşhur Dolmabahçe buluşmasında bir şeylerin pazarlığını yaptığına dair bir şüpheniz var mı?
Benim tanıdığım arkadaşım Yaşar Büyükanıt o görüşmede herhangi bir pazarlık yapmış olsa bile, bunu kendi şahsıyla ilgili yapmamıştır. Belki TSK ile ilgili, belki Silahlı Kuvvetler’in başka mensuplarıyla ilgili bir şeydir. Silahlı Kuvvetler’e herhangi bir kötülüğün önlenmesi içindir. Belki de bu Ergenekon girişimleri önüne konmuştur. Belki “Bunlar var, bunları çıkarırız” denmiştir. Çünkü o dönemde daha paralel yoktu. Biliyorsunuz, o zaman daha paralel değil, tek çizgi halindeydi her şey.
Bunları Büyükanıt ile hiç konuştunuz mu?
Hayır, hiç konuşmadım. Çok iyi arkadaşım ama ben ilke olarak onun cevaplayamayacağı şeyi ondan istemem.

Terörle mücadele temsilciği görevinden alındığımı öğrendiğimde evlilik programı izliyordum

Kitabınızdan öğreniyoruz ki, 27 Nisan’ın sizin yaşamınızda başka bir anlamı da varmış. O dönemde siz ABD ile PKK mücadelesi için atılacak adımları konuşan en üst makamdasınız. Görevden alınmanız hükümetle görev alanınızda anlaşmazlık yaşamanıza yorulmuştu. Oysa sebebi başkaymış.
Ben Alman gazetesi Die Welt’e bir röportaj vermiştim. Muhabir bana “TSK, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını niçin istemiyor” diye sordu. Ben de “TSK laiklik konusunda çok hassas. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın geçmişte laikliğe karşı tavır aldıkları beyanlar var. Bu beyanlarından dolayı Silahlı Kuvvetler belki sıcak bakmıyor olabilir. Ama neticede seçimi yapacak olan Meclis’tir” dedim. Bu ifade dolayısıyla kırılmış Abdullah Bey. “Çok üzüldük” dedi. “Neye üzüldüğünüzü” anlamadım dedim. “Bunları söylemenize üzüldük Paşam, bunu sizden beklemezdik” dedi. Ben de şöyle devam ettim; “Burada bir durum tespiti yaptım. Söylediklerimde yanlış bir şey varsa tartışalım. Yoksa niye üzüldüğünüzü hâlâ anlamadım”. Öyle deyince biraz daha üzüldü herhalde. “Anlaşamayacağız herhalde Sayın Bakan” dedim. O gün de tam Amerikalılara 3 maddelik bir nota vermiştik. Çünkü ben Washington’daki toplantıdan sonra Amerikalıların bizi bir nevi oyalamakta olduğunu kesin olarak anlamıştım. O notayı da bir gelişme olmayacağını bile bile gönderdik. 15 gün süre verdik, yapmalarını beklediğimiz şeyler için taahhüt beklediğimizi söyledik. Abdullah Bey’in odasından çıkmadan kendisine şöyle dedim; “Bu cevabın 15 güne gelmeyeceği belli. Ben gelmediği takdirde görevi bırakıyorum”.
Peki odadan çıkarken görevden alınmayı bekliyor muydunuz?
Açıkçası görevden alınmayı beklemiyordum. Çünkü ben ayrılacağımı söyledim, en azından benim ayrılmamı bekleyeceklerdir diye düşündüm. Ama ertesi gün ben üniversitedeki odamdayken hanım telefon ediyor, ‘Haber kanallarını izliyor musun?’ diye soruyor. Ben dizilere ve evlenme programlarına bakıyorum sabah sabah. “Niye haberleri izleyeyim” diye soruyorum hanıma. Diyor ki “Seni görevden almışlar”.
Başka bir nedeni olamaz mı Terörle Mücadele Özel Temsilciliği’nden alınmanızın? Terörle mücadelenin şeklini eleştirme anlamına gelecek beyanlarınızla ilgili olamaz mı?
Yok, kesinlikle eminim. O demeçlerle ilgili bana hiçbir zaman hiçbiri “Paşam bu demeçleri veriyorsunuz ama biraz zararlı oluyor bunlar” vesaire demediler.

2008’de başlayan TSK’ya kumpas
1 Mart’ın intikamı olabilir

1 Mart 2003’te Meclis’ten geçmeyen tezkereye kişisel olarak karşı mıydınız?
Hayır değildim. Gerekliliğini şu bilgilere sahip olarak düşünüyordum. Arkadaşlarımdan aldığım bilgilere göre ABD ile yapılan anlaşmalar Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına en ufak bir halel getirmeyecek şekilde hazırlanmış ve imzalar buna göre atılmıştı. Ben bu operasyonun BM ya da NATO şemsiyesi altında yapılması gerektiğini düşünüyordum. Türkiye’nin mutlaka bunda görev almasını ve bu sayede Irak’ın kuzeyindeki terör yuvalarının bertaraf edilmesini sağlamasını istiyordum.
Uluslararası koalisyon dediniz ama sonradan anlaşıldı ki Türk hükümetinin ABD tarafına verdiği söz tek taraflı bir operasyona da destek vermek üzerineydi.
Onu da kitapta yazdım. Demek ki o sözü veren kişiler Meclis’te oturan kişiler için “Bana sadık uşaklarımdır. Elinizi kaldır dersem kaldırırlar” düşüncesiyle o sözü verdiler.
Kitabınızda bu meseleyle ilgili tespitiniz şu; tezkerenin geçmemesinin faturasını ABD, hükümetten ziyade açıkça tezkerenin arkasında durmayan Türk ordusuna kesti. Neden böyle düşünüyorsunuz, çuval olayı yüzünden mi?
Sadece çuval olayı yüzünden değil. Konuştuğum Amerikalı askerler de bunu açık ve net olarak da söylüyorlardı. Mesela Stuttgart’ta konuştuğum bir kadın general aynen şöyle demişti; “O gün İskenderun’a çıkacak geminin komutanı olarak denizdeydim. Karaya çıkıp oradan Irak hududuna hareket etmek için bütün hazırlıklarımız tamamdı. Günlerce denizde bekledik. Sonuçta hüsrana uğradık”.
Kitapta bunları anlatırken şöyle bir cümleniz var; “Vatandaşlarımız arasında 2008 yılından itibaren başlatılan TSK’ya kumpas olayında dahi ABD’nin bitmeyen intikam duygusunun katkısının olabileceğinin dillendiriliyor olmasını haksız bulmuyorum”. Ergenekon ve Balyoz süreçleri sizce 1 Mart tezkeresinin rövanşı mı?
Olabilir. Bir olasılıktır ve ben bunun var olabileceğini düşünüyorum. Çünkü ABD günlük politika uygulayan bir devlet değil. Eğer 2003’teki o olayla ilgili Türkiye’yi cezalandırmak istediyse, bunu bir anda Türkiye’yi işgal ederek ya da gelip dayak atarak falan yapmaz. Bunu kademeli olarak, yeri geldiğinde fırsatları değerlendirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni güçsüzleştirecek olayları desteklemek suretiyle yapar. Amerika bu bakımdan akıllı bir devlet. Bunlar böyle olmuştur diye elimde kanıt ya da belge yok ama benim hissim ve algılamam böyle. Amerika’nın bu yönetim anlayışını da bildiğim için o olasılığı dışlamam.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde de
çürük elma olabilir

Yeri gelmişken başka bir komplo teorisini hatırlatmak isterim. Bazı çevreler ABD’nin Ergenekon sürecine destek vererek TSK içinde “Avrasyacı” tabir edilenlerin tasfiyesinin önünü açtığını düşünüyor. Nedir bu NATO’cu, Avrasyacı ayrımı?
Bakın, o ordunun içinde 40 küsur yılım geçti. Hiçbir gün böyle bir şeyi hissetmedim. Affedersiniz aptal bir adam değilim. Akademi sınavını birincilikle kazandım, kurmay subay oldum, her rütbeye birinci sırada terfi ederek orgeneralliğe gelmiş bir insanım. Emekli olduktan sonra da yakın temasın devam ediyor. Yaşar Genelkurmay başkanıydı, sık sık gider kendisini ziyaret ederdim. Şu anda mesela Genelkurmay ikinci başkanı emrimde görev yapmış bir arkadaşım, Ankara’ya gittiğimde uğruyorum. Şu anki Genelkurmay başkanı benim kurmay başkanımdı, ona da uğrarım, konuşuruz dertleşiriz. Dolayısıyla ben TSK’dan kopmuş biri de değilim. Şunu çok kati olarak söyleyebilirim; Silahlı Kuvvetler içinde böyle bir ayrım hiçbir zaman olmadı. Benim yurtdışında geçen 8 yılımın altısı NATO görevinde geçti. Bana hiçbir arkadaşımdan ya da astımdan “NATO’cu” diye bir ima ne duydum ne hissettim. Böyle bir şey yok Silahlı Kuvvetler’de. Ha ben şunu her zaman söylüyorum; bir toplumda, bir kurumda mutlaka çürük elmalar çıkar. Silahlı Kuvvetler mevcudu itibarıyla çürük elma oranı en düşük olan kurumudur Türkiye Cumhuriyeti devletinin. Elbette içimizden yanlış yapanlar çıkmıştır. Koskoca kuvvet komutanını bu ülke, bu ordu yargılamıştır. Rütbesini geri almış, er rütbesine indirmişti. İlhami Erdil’i hatırlıyorsunuz değil mi?
Madem TSK kendi içinde yanlış yapanı yargılar, darbe teşebbüsleri sürecinde neden aynı yöntem izlenmedi? İlhami Erdil bir yolsuzluk hikâyesi. Siyasi boyutu olan iddialar da neden aynı açıklıkla sorgulanmadı? Neden son 10 yıl içindeki hiçbir Genelkurmay başkanı bunun önünü açmadı?
Neden yapmadıklarının cevabı bende yok, kendilerindedir. Kendilerine göre mutlaka bir izahı vardır. Ama ben olsam yapardım diye söylüyorum zaten.

PKK’ya erzak götüren pikaptaki askerin görüntülerini Ralston’a izlettik

2006’da Terörle Mücadele özel temsilcisiyken Barzani ve Talabani’ye bağlı Peşmergelerin PKK’ya lojistik destek verdiğini tespit ediyorsunuz. Hatta bunu yapanlar arasında Amerikan askerleri de vardı diyorsunuz.
O görevi kabul ederken Amerikalılardan iki şey elde etmeyi düşünüyordum. Birincisi, ABD’nin Barzani’ye gerekli baskıyı yapmasını sağlayarak PKK’nın lojistik destek zincirini ortadan kaldırtmaktı. İkincisi de, Avrupa ülkelerinde PKK’nın finans kanallarına engel olunması. Irak’ın kuzeyinde devamlı olarak mühimmatı, yiyeceği, içeceği, giyeceği akan bir örgütten bahsediyoruz. Düşünün bu lojistik hattında Amerikalı askerler yardımcı oluyor. Ralston’a Genekurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın odasında bir CD izlettik. PKK kamplarından birine erzak götüren pikabın ön tarafında Amerikalı asker oturuyor. Tabii Ralston “Hemen bunu inceleteceğiz, size cevap vereceğiz” diye aldı. Hiçbir cevap falan gelmedi. Bir yerde daha benzer bir durum tespit ettik. “Onlar Amerikalı asker değil, yardım gönüllüleri, Peşmergeler onlara Türk uçaklarının yıktığı bir köyü gösteriyorlar” gibi şeyler söylediler.
Özetle “PKK, Irak’ın kuzeyinde ABD’den de destek alarak bugüne geldi” diyorsunuz. Yanlış mı?
Kesinlikle, hiç yanlış değil. Bakın EUROPOL’ün raporuna göre PKK’nın bir yıl içinde sadece uyuşturucudan elde ettiği para 300 ila 500 milyon Euro arasında. Bu para işte Avrupa bankalarında aklanıyor, ondan sonra PKK’nın finans kanalına giriyor. Sonra silahını alıyor Avusturya’dan, Almanya’dan ve Fransa’dan en ileri telsizlerini falan alıyor. Oralarda liberal ekonomi söz konusu olduğu için gidip herhangi bir firmadan sipariş verip malzeme alma imkânları var. Bunlara da o ülkeler engel olmuyor. Bir takım sonuçlar da aldık Amerikalılardan beklentilerimizde. Ama çok gevşek bir çalışmaydı. En sonunda da toparlanıp gittiler bildiğim kadarıyla.  

Büyük Ortadoğu Projesi devam ediyor

Kitapta görevden alınmadan hemen önce yaptığınız Washington ziyaretinde daha önceden sizde var olan bir kanaatin pekiştiğini anlatıyorsunuz. “ABD’nin Kürdistan projesinin gerçekleşmesi için bu kanlı örgüte rol tasarlanmıştı” diyorsunuz.
ABD’nin bölgeden son derece önemli çıkarları var. Belki yakın zamanda enerji bağımlılığı bu ölçüde olmayacak ama yine de bölge ticari bakımdan ABD’nin hayati çıkarlarının olduğu bölgelerden biri olmayı sürdürecek. Orada bir diğer önemli faktör de İsrail’in güvenliğinin devam ettirilmesi. Amerika’nın biliyorsunuz bir Büyük Ortadoğu Projesi var. Hatta bir muhterem büyüğümüz de bunun eşbaşkanıydı, hala öyle mi bilemiyorum.
Büyük Ortadoğu Projesi rafa kalkmadı mı?
Sonra onun adı Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi oldu. Eski Amerikan Dışişleri Bakanı Condelezza Rice bir sefer demişti ki; “Bölgede 22 ülkenin sınırlar değişecek”. Bu arada Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin bir dergisinde bir harita yayınlandı. “Büyük Kürdistan”ı ayrı bir devlet olarak gösteren ve Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin büyük bir kısmını içine alan bir haritaydı bu. ABD’nin kafasındakinin bu olduğu kanısındayım ben. Bu büyük planlarında ABD önemli sapmalar yapmaz. Büyük devlet olmanın verdiği güvenle ana politikalarını saptar ve o politikanın uygulanması için aynı puzzle’da olduğu gibi parçaları adım adım yerine koyar. Ben o politik bir proje olan “Büyük Ortadoğu”nun iptal edildiği kanaatinde değilim. Bu genel proje içinde Kürdistan’ın önemli bir konu olduğu anlaşılıyor. O size bahsettiğim yanlışlıkla basılacak bir harita değildi. Yine 2006 yılının sonlarına doğruydu. Ben özel temsilciyken Irak kuzeyinden Barzani’ye karşı olan iki aşiret reisini Türkiye’ye getirttim. Bunlardan bir tanesi bana bir almanak verdi. Süper bir baskı, deri kapak, en arka kapak içinde bir harita. Büyük Kürdistan haritası. Kafalarında böyle bir planla yaşayan insanların bugün o hedefleri gerçekleşmediği sürece Türkiye ile dost olacaklarını düşünmek mümkün değil. Son süreç de, “Büyük Kürdistan”ın oluşması için onlar açısından bir adım.
2006 yılının Eylül ayında Roma'daki NATO Savunma Koleji'nde Ortadoğu'daki son gelişmeler konusunda brifing veren ABD'li bir albay, Türkiye'yi bölen bu haritayı açmış, toplantıyı izleyen Türk subaylar sert tepki göstererek salonu terk etmişti.

ABD bugün Boğazları tutan Türkiye yerine
petrolü tutan Kürdistan’ı tercih eder

“Büyük Kürdistan”a doğru mu gidiyoruz yani?
“Büyük Kürdistan”a doğru gidiyoruz evet. Önce Türkiye Kürdistan’ını da içine alacak bir Kürdistan, ondan sonra da Büyük Kürdistan. Biliyorsunuz, Büyük Kürdistan dedikleri, Kars’tan başlıyor, Erzurum-Erzincan, Sivas ve Malatya’yı içine alıyor, Mersin’e iniyor. Mersin de dahil olmak üzere bir harita.
ABD’nin bundan çıkarı nedir?
Şimdi artık Amerika için Boğazların eskisi kadar önemi kalmadı. Amerika artık Boğazları elinde tutan bir Türkiye’ye, petrol bölgelerine hâkim ve İsrail’in güvenliği açısından hayati olan bir Kürdistan’ı mutlaka tercih eder.
Dokuz ay süren Terörle Mücadele Özel Temsilciliği sırasında yaptığınız temaslarda edindiğiniz izlenim bu mudur?
Evet, edindiğim izlenim bu.
PKK’ya bu süreçte nasıl bir rol tasarladıklarını düşünüyorsunuz?
PKK mevcut haliyle Türkiye’yi mümkün olduğu kadar meşgul eden, başka işlerle meşgul olmaktan alıkoyacak bir meşgale olarak kalsın gibi bir düşünce mi var, bilemiyorum. Elimde bir belge yok ama düşüncem o. PKK onlar için küçük bir enstrüman, olsa da olur olmasa da olur aslında. Ama PKK’nın varlığını onlar bir ara bu Kürdistan oluşumu için çok önemli bir unsur olarak gördüler. Belki de hâlâ öyle görüyorlar. Kuzey Kürdistan’ı yani Türkiye ile ilgili olan bölümünü oluşturmak için PKK’ya çok önemli görevler verildiği kanısındayım. Barzani’nin ve diğerlerinin bu görevi verdiği, Amerika’nın da bunu desteklediği kanaatindeyim. “Büyük Kürdistan” tam olmasa bile bir Kürdistan, İsrail’in güvenliği açısından çok önemli bir işlev yerine getirebilecektir.

..