Mehmet Bedri Gültekin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehmet Bedri Gültekin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ağustos 2018 Perşembe

Hangi Güçbirliği? Hangi Kararlılık?

Hangi Güçbirliği? Hangi Kararlılık? 

Serdar ANT
Haziran 15, 2011 13:12

Hangi Güçbirliği? Hangi Kararlılık?


“Cumhuriyet Güçbirliği: Aynı Kararlılıkla Devam…”

14 Haziran tarihli Aydınlık gazetesinin en arka sayfasında yukarıdaki başlık yer alıyor. Cumhuriyet Güçbirliği, bir anlamda “durmak yok, yola devam” kararını açıklıyor!

İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin’e göre “Biricik çıkış yolu: Cumhuriyet Güçbirliği…”

Şule Perinçek ise “Mücadele görevimiz daha da büyüdü” görüşünde…

Seçimde Ankara 2. bölgeden aday olan ve seçilemeyen Erdoğan Karakuş ise “Cumhuriyet Güçbirliği mücadelesini aynı kararlılıkla sürdürecek” diyor.

Denizli’den milletvekili adayı olup seçilemeyen Mustafa Güleç de “çalışmalarımızın boşa gitmediğini, geleceğe yatırım olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuşuyor.

Uzatmayalım, sonuçta Cumhuriyet Güçbirliği sanki hiçbir şey olmamış gibi devam etme kararını ilan ediyor! İyi de ortada üzerinde düşünülmesi, sorgulanması gereken bir durum yok mu gerçekten? Cumhuriyet Güçbirliği’nin bağımsız adayları, seçimlere “spor” olsun diye mi girdi? Bir amaçları yok muydu?

Vardı tabii…

Diğer bütün adaylar gibi seçilip Meclis’e girmeyi amaçlayan Cumhuriyet Güçbirliği, bir milli hükümetin kurulmasını sağlayarak AKP iktidarını yıkmayı hedefliyordu. 30 kişiyle!

Ne var ki halkın tercihi Cumhuriyet Güçbirliği adayları yönünde olmadı ve 30 adaydan hiçbiri seçilecek yeterli oyu alamadı. İşin daha düşündürücü olan kısmı ise, Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının aldığı oyların komik denecek düzeyde olmasıdır. Bu nedenle olsa gerek, seçim öncesinde Cumhuriyet Güçbirliği adaylarını en ince ayrıntısına kadar tanıtan Aydınlık gazetesi, seçimden sonra Güçbirliği adaylarının aldığı oyları yayınlamaktan bile kaçınmıştır. 30 adaydan sadece Doğu Perinçek, Yaşar Müjdeci, Çetin Doğan, Tuncay Özkan, Ceyhan Mumcu ve Erdoğan Karakuş’un kaç oy aldığı 13 Haziran tarihli Aydınlık’ta yayınlanmıştır, o kadar…

Peki, kalan adaylar seçimlerde kaç oy aldılar acaba?

O zaman Aydınlık gazetesinin okuyucusundan sakladığı sonuçları ben kısaca aktarayım. ( İlk rakam alınan oy sayısı, parantez içindeki sayı da % olarak oy oranıdır.)

Hayrettin Çavuşoğlu (Adana):           2 869  (0.25)
Ceyhan Mumcu (Ankara-1):               2 663  (0,17)
Erdoğan Karakuş (Ankara-2):            1 800  (0,12)
Atilla Uğur (Antalya) :                3 718  (0,35)
Orhan Özkaya (Aydın) :                   899  (0,14)
Kartal Cemil (Balıkesir) :             1 776  (0,23)
Mehmet Alanbel (Bursa):                2 343  (0,14)
Murat Burhanoğlu (Çorum):                196  (0,06)
Mustafa Güleç (Denizli) :                751  (0,13)
Mehmet Tanrıkulu (Diyarbakır)            978  (0,33)
Mehmet Saygın Turan (Edirne):            286  (0,08)
Nermin Yıldız (Eskişehir) :            1 402  (0,28)
Abdullah S. Kocaman (Gaziantep):       1 637  (0,20)
Vecdet E. Gürpınar (Gümüşhane):           28  (0,04)
Melih Sürmeli (Hatay) :                2 267  (0,29)
Deniz Yıldırım (Isparta):                901  (0,35)
Çetin Doğan (İstanbul-2):              9 378  (0,38)
Ümit Ülgen (İstanbul-3):               4 739  (0,30)
Yaşar Müjdeci (İzmir-1) :             17 513  (1,43)
Doğu Perinçek (İzmir-2):              12 842  (1,00)
Hasan Parkan (Kayseri):                  235  (0,03)
Halil Nebiler (Kırklareli):              237  (0,01)
Recai Alkan (Kocaeli):                 2 517  (0,26)
Zihni Koşkar (Manisa):                 1 277  (0,15)
Mahmut Şentut (Mersin):                3 276  (0,33)
Mehmet Karakamışlıoğlu (Muğla):          979  (0,19)
Mehmet Emin Akyüz (Niğde):               174  (0,09)
Zafer Şen (Tekirdağ):                  1 616  (0,32)
Bülent Baş (Trabzon):                    375  (0,08)
Mehmet Akkaya (Zonguldak):               382  (0,01)

Cumhuriyet Güçbirliği’nin 30 adayı Türkiye genelinde toplam 80 063 oy alabilmiştir! Bu, Türkiye genelinde kullanılan 42 069 869 geçerli oyun sadece % 0,19’una eşittir!

Örneğin Antalya’da “Arbanya aşiretinden 10 bin oy” alacağı iddia edilen Atilla Uğur, seçimlerde sadece 3 718 oy alabiliyorsa ortada yanıtlanması gereken bir soru yok mudur?

Seçim öncesinden Aydınlık gazetesinde “ Ankara’nın dörtte birini oluşturan Çorumlular ‘Erdoğan Karakuş Paşa’nın arkasında…” şeklinde sözde " haberlerle " propagandası yapılan Ankara 2. Bölge adayı Erdoğan Karakuş’un kendi seçim çevresinde geçerli kabul edilen 1 438 787 oyun sadece 1800’ünü alabilmiş olmasında bir gariplik yok mudur?

İşçi kenti Zonguldak’ta, adı İşçi Partisi olan bir partinin yöneticisi olan, işçi Mehmet Akkaya’nın sadece 382 oy (%0,01) alabilmesi düşündürücü değil midir?

Örneğin seçimde Denizli’den milletvekili adayı olup seçilemeyen, ama “çalışmalarımızın boşa gitmediğini, geleceğe yatırım olduğunu düşünüyorum” diyen Mustafa Güleç, 671 809 kayıtlı seçmenin bulunduğu Denizli’de, kullanılan 582 800 geçerli oyun, sadece 751’ini (%0,12) alabiliyorsa, çıkıp da nasıl “çalışmalarımız boşa gitmedi” diyebilir artık?

Örnekler çoğaltılabilir. Amacım basit bir oy hesabı yapmak değil. Ama seçime de laf olsun diye girilmiyor ki… Alınan oy, bir anlamda halka ne kadar ulaşılabildiğinin, düşüncelerin millete ne derece anlatılabildiğinin ve “Atatürk’te birleştik” diye ortaya çıkanların seçmenler tarafından ne denli ciddiye alınıp benimsendiğinin bir göstergesidir. Bu nedenle milyonu aşkın seçmenin oy kullandığı bir seçim bölgesinde 5 bin oy bile alamayanlar, geleceğe yönelik kararlılık açıklaması yapmadan önce dönüp aynaya bakmalı ve “neden?” sorusunu en azından kendilerine sormalıdırlar.

Örneğin Cumhuriyet Güçbirliği adayları arasında en yüksek oyu, İzmir 1. Bölgeden aday olan Yaşar Müjdeci aldı: 17 513… Yaşar Paşa’nın seçim bölgesinde 1 426 779 kayıtlı seçmen var. Bunun 1 247 732’si seçimde oy kullanmış ve bu oyların da 1 223 008’i geçerli sayılmış. Sonuçta Yaşar Müjdeci, işte bu geçerli sayılan 1 223 008 oyun sadece 17 513’ünü alabilmiştir! (% 1,43) Bu bölge, Cumhuriyet Güçbirliği’nin en “başarılı” olduğu bölgedir!

Benzer bir durum İzmir 2. Bölgeden aday olan Doğu Perinçek için de geçerli… Perinçek’in seçim bölgesinde de 1 447 543 kayıtlı seçmenden 1 311 577’si oy kullanmış ve bu oyların da 1 277 830’u geçerli sayılmış. İşte Perinçek, bu geçerli 1 277 830 oyun sadece 12 842’sini alabilmiş! (%1)

Şimdi Cumhuriyet Güçbirliği taraftarları ve özellikle de Doğu Perinçek ile Yaşar Müjdeci “neden?” diye sormuyorlar mı kendilerine? Bu orandan ve alınan oydan memnunlar mı?

Kimse imkânların yetersizliği bahanesine sığınamaz. Emrinde ulusal düzeyde yayın yapan bir gazete ile bir ulusal televizyon kanalı olan kaç aday vardı? Ayrıca Aydınlık’a göre “İzmir’de Cumhuriyet Güçbirliği; 90 seçim bürosu, 5 binden fazla Güçbirliği gönüllüsüyle arı gibi çalışıyor. Her gün 100’e yakın İzmirli kendiliğinden büroya gelip Perinçek ve Müjdeci gönüllüsü oluyorlar”dı! (Aydınlık, 9.5.2011)

Ne var ki sonuç ortada işte! İzmir gibi demokrat, ilerici, Cumhuriyetçi seçmenin ağırlıklı olduğu bir bölgede bile halkın ancak yüzde 1-1,5 kadarının desteği alınabiliyorsa, devrimciliği ve yurtseverliği kimseye bırakmayanların en azından kendilerine bir dönüp bakmaları ve özeleştiri yapmaları gerekmez mi?

Ne var ki bu oylar sadece bir hezimeti ve halktan kopukluğu göstermiyor. Bir çöküşü de işaret ediyor aynı zamanda… 2011 seçimlerinde Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının aldığı oyları, İşçi Partisi’nin 2007 genel seçimlerinde aynı seçim çevrelerinde aldığı oylarla karşılaştırdığımızda daha da ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. 2007 genel seçimlerinde İşçi Partisi adaylarının, aynı seçim bölgelerinde aldıkları oylar şöyle:

Adana:      3625
Ankara-1:   4710
Ankara-2:   4016
Antalya:    3591
Aydın:      3613
Balıkesir:  3364
Bursa:      4537
Çorum:      1076
Denizli:    3866
Diyarbakır:  614
Edirne:     1142
Eskişehir:  2079
Gaziantep:  1474
Gümüşhane:   168
Hatay:      2214
Isparta:    1014
İstanbul-2: 5033
İstanbul-3: 5547
İzmir-1:    5847
İzmir-2:    6245
Kayseri:    1440
Kırklareli: 1257
Kocaeli:    2380
Manisa:     3074
Mersin:     2662
Muğla:      2926
Niğde:      1144
Tekirdağ:   1702
Trabzon:    1192
Zonguldak:  2259

Bu durumda Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının, Adana, Ankara-1, Ankara-2, Aydın, Balıkesir, Bursa, Çorum, Denizli, Edirne, Eskişehir, Isparta, İstanbul-3, Kayseri, Kırklareli, Manisa, Muğla, Niğde, Tekirdağ, Trabzon ve Zonguldak’ta İşçi Partisi’nin 2007 seçimlerinde aldığı oy kadar bir oy bile alamadığı görülüyor! Kısacası Cumhuriyet Güçbirliği’nin seçime katıldığı 30 bölgenin 20’sinde İşçi Partisi’nin 2007 seçimlerinde aldığı oya bile ulaşamaması, ortada aslında bir güçbirliğinin olmadığını, dahası “Cumhuriyet Güçbirliği” adı altında seçime katılan İşçi Partisinin İzmir hariç neredeyse bütün bölgelerde oy kaybettiğini göstermektedir.

Örneğin 2007 seçimlerinde işçi kenti Zonguldak’ta 2259 oy alan İşçi Partisi, 2011’de merkez yöneticilerinden işçi Mehmet Akkaya ile bu ilde sadece 382 oy alabiliyorsa, bu durum neyin göstergesidir acaba? Ya da 2007 seçimlerinde Ankara’da toplam 8716 oy alan İşçi Partisi’nin, 2011’de aynı bölgede oyları yarı yarıya düşmüşse, bu, yangından mal kaçırır gibi oluşturulan “Cumhuriyet Güçbirliği” girişiminin halk tarafından ciddiye alınmadığının kanıtı değil midir?

Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının 2011 seçimlerinde yarıştığı 30 bölgede toplam 80 063 oy almalarına karşılık, İşçi Partisi’nin 2007’de bu bölgelerde toplam 83 811 oy almış olması, Güçbirliği adı altında aceleyle ve partizan bir anlayışla yapılmaya çalışılanların, İşçi Partisi tabanında bile benimsenmediğini göstermektedir!

Bu durumda “ Cumhuriyet Güçbirliği : Aynı Kararlılıkla Devam ” diyenlere sormak gerek:

Hangi güçbirliği? Hangi kararlılık?

Ulusal kavramları ve değerleri kendi siyasi amaçları için maske olarak kullananların pişkinliğine karşı halk yanıtını seçimlerde vermiştir. Bu durumda devekuşu gibi başını kuma gömüp gerçekleri görmezden gelerek, başarısızlıklarını gözlerden saklayabileceğini sananlar, önce aynaya bakmalı ve yukarıdaki tablonun hesabını vermelidirler!

Serdar ANT, 14 Haziran 2011


http://www.guncelmeydan.com/pano/hangi-gucbirligi-hangi-kararlilik-serdar-ant-t28647.html

***

16 Mart 2018 Cuma

Amerikan Atına Oynamak,

Amerikan Atına Oynamak,

Mehmet Bedri Gültekin,

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, eski Eşbaşkan Ahmet Türk ile birlikte Amerika’ya gitti. Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüşme yaptı.
Demirtaş ve Türk, Brüksel’den sonra Partilerinin Washington bürosunu da “hizmete” açtılar.
Vaşington’da CİA’ya yakınlığı ile bilinen Carnegie Endowment (Vakıf) adlı kuruluşun düzenlediği bir toplantıda konuştular ve taleplerini Washington üzerinden Ankara’ya ilettiler.
Demirtaş ve Türk’ün Washington ziyaretlerine CIA yetkililerinden Henry Barkey eşlik etti. Carnegie vakfındaki toplantıyı da Barkey organize etti.

FETHULLAH’IN DEĞERLENDİRMESİ

BDP yöneticilerinin Washington ziyaretini basit bir diplomatik temas olarak anlamamak gerekir. Amerika’da yaşayan büyük bir Kürt nüfus da olmadığına göre Türk ve Demirtaş’ın Washington seferi ve burada bir büro açmaları, PKK’nın Kürt sorununun çözümünde Amerika’yı tayin edici bir güç olarak gördüğünü gösterir.

Kısacası PKK, Amerikan atına oynamaktadır.

Amerikan atına oynayan sadece PKK değil. F Tipi yapılanma da bilindiği üzere başından beri Amerika sayesinde var olmuştur. Ve bundan sonra da geleceğini Amerika ile birleştirmiş durumdadır.
Fethullah Gülen yanlış hatırlamıyorsam 2004 yılında kendisi ile yapılan bir röportajda, ‘Amerika’nın daha bir 40 yıl, dünyanın en önemli gücü olarak kalacağını, dolayısı ile akıllı bir Müslüman’ın yapması gerekenin bu süre içinde Amerika ile beraber hareket etmek olacağını’ söylemişti.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı Recep tayip Erdoğan için fazla bir şey söylemeye gerek yok. Dünya üzerinde herhalde iktidara geldikten sonra bu kadar düzenli ve sürekli olarak ABD’yi ziyaret eden bir başka devlet yöneticisi yoktur.
AKP’nin; varlığı, iktidarı ve geleceği tamamen ABD’ye bağlı olduğu için, politikası bu ülkenin geleceğinin ne olacağından bağımsız olarak kayıtsız şartsız Vaşington’a bağlıdır..
Ama Fethullah Gülen’in; ABD’nin daha kırk yıl dünyanın en önemli gücü olarak kalacağı tespiti üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü öyle görünüyor ki BDP (PKK) da bu tespite itibar etmektedir.

AMERİKA’NIN DURUMU

Artık hiçbir Amerikalı bile Amerika’nın, daha kırk yıl dünyanın en önemli gücü olarak kalacağını iddia edemiyor.
Amerikan ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki payı yüzde 20’nin altına düştü. Ekonomik duruma ilişkin gelecek tahminleri ise hiç iç açıcı değil.
Amerika’nın ekonomik gücünün esası doların hala yüzde 60 oranında uluslar arası değişim ve rezerv para olarak kullanılmasından kaynaklanıyor. Ama bu durum da çok uzun boylu devam etmeyecek.
Yakın bir gelecekte ABD dünyanın en büyük ekonomisi olmaktan çıkacak. Bu durumda doların değişim ve rezerv parası olarak kalması düşünülemez.
Öte yandan Amerika, askeri bakımdan önemli yenilgiler yaşıyor. Irak ve Afganistan yenilgileri, salt birer savaş kaybı olmanın ötesinde anlamı olan gelişmelerdir.
Amerikanın dünyanın en büyük hegemonik gücü olmasının esas nedeni dayandığı büyük askeri güçtür.
Irak ve Afganistan’da yaşanacak yenilgi, işte o karşı konulamaz denen askeri gücün gerçekte “kâğıttan kaplan” olduğunu gösterecektir.
Bütün bunların yanı sıra artık dünyada yükselen başka güçler var. 
Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya:
Bunlar dünyanın yükselen güçleri. Artık karşı konulamayacak bir hızla ekonomik, siyasi ve askeri olarak dünya sahnesinde yerlerini alıyorlar.
Ve artık 2010’un dünyasında, bırakalım 40 yılı 10 yıl sonra bile Amerika’nın hala Amerikanın en büyük gücü olarak kalacağını söyleyen kimse kalmadı.
Kritik soru şudur: Bu gerçek bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmasına rağmen PKK veya F Tipi Örgüt, hedeflerine ulaşmak için neden hala Amerikan atına oynamaktadırlar?

Bu sorunun cevabını bu iki örgütün varlık nedeninde aramak gerekir.

VARLIK NEDENİ

F Tipi örgüt, ortaçağ ideolojisini savunmaktadır. Nihai amacı Cumhuriyet Devrimi adına ne varsa tasfiye edip hedefine ulaşmaktır.
Gerçi Cumhuriyetin kurumlarından geriye fazla bir şey kalmadı. F Tipi’nin hedefi, Ordu ve Yüksek Yargı gibi Cumhuriyet’ten arta kalanlar ile Cumhuriyet Devriminin yarattığı insan birikimini ve toplum örgütlenmesini tasfiye etmektir.
Böyle bir projenin emperyalizm dışında destekçisi olamaz. Daha doğrusu bu proje emperyalizmin projesidir.

Aynı şekilde etnik temelde örgütlenme, toplumu etnik temelde ayrıştırma, 1975’ler sonrasında emperyalizmin dünya çapında yatığı atak ile birlikte ülkemizin gündemine girdi.

Yani etnik temelli siyaset, ancak emperyalizmle birlikte vardır.
Öte yandan Dünyanın yükselen yeni güçleri etnik temelde örgütlenmeye cepheden karşıdırlar.

Onun için Fethullah postu Amerika’ya sermiş.
BDP’de Vaşington’a büro açıyor.
mbgultekin@ip.org.tr

***

20 Ağustos 2016 Cumartesi

AKP, PKK İşbirliği




AKP, PKK İşbirliği


AKP, PKK işbirliği,

AKP’nin Anayasa değişikliği Paketi’nin Meclis’te tartışılması sırasında ortaya çıkan saflaşma, hem Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, hem de önümüzdeki tehlikeyi gözler önüne seriyor.
BDP, başka bir ifadeyle PKK, parti kapatmayı olanaksız hale getiren yasa görüşülürken 330’un altında kalma riski ortaya çıkınca AKP’den 
gelen talep üzerine hemen devreye girdi.
Önce iki, ardından beş oya ihtiyaç olduğu söylendi BDP’ye. 
Talep hemen karşılandı. 
5 BDP milletvekili salona girdi ve “ Evet ” oyunu kullandı. 
Dolaysıyla BDP’nin daha önce açıklamış olduğu, değişiklik paketini desteklemeyecekleri yönündeki açıklamaların, sadece “ Politika İcabı ” 
olduğu ortaya çıktı.

AÇIKLAMALAR - İTİRAFLAR,

Nitekim üç BDP’li ayrı ayrı, Partilerin katılmasına ilişkin değişiklik maddesinin görüşülmesinden hemen sonra görüşlerini açıkladılar.
Bunlardan özellikle Ufuk Uras’ın yapmış olduğu açıklama ibret vericidir ve son derece açıklayıcıdır. 
Ufuk Uras, beş BDP’linin oy kullanmış olmasının vermiş olduğu mesaj ile yetinmedi. 
Ayrıca basın toplantısı düzenledi ve şunları söyledi:
"Paketin 330'un altında kalması, Ergenekon'un zaferi olur. Ben, Parti grubunun ' Oylamalara katılmayalım ' yönündeki eğilimine uyuyorum ama bir risk görürsem, oylamalara katılmama kararımı gözden geçiririm. Bir yandan da, AKP'den taleplerimizle ilgili bir jest bekliyorum."
Parti’nin Şanlıurfa milletvekili İbrahim Bilici, “330'un altında kalınmasından aklıselim sahibi hiç kimse mutlu olmaz." dedi.
Şırnak milletvekili Hasip Kaplan ise, kendilerine düşen görevi, “ veciz ” sözlerle açıkladı: " Acil kan ihtiyacı olduğu zaman devreye gireriz."
Bu açıklamalar ek bir söz söylemeye gerek bırakmıyor.

GERÇEK SAHİP,

AKP ile PKK Anayasa değişikliği meselesinde kolkola vermişlerdir. BDP’nin, daha görüşmeler başlamadan seçim barajı ve bazı başka konularda taleplerinin karşılanmaması durumunda Paket’e destek vermeyeceklerini açıklaması, bu Parti’nin gerçek görüşünü ifade etmiyor.
Gerçekte PKK, AKP’nin değişiklik paketini kayıtsız şartsız desteklemektedir.
Bu tutum, her şeyden önce Paket’in gerçek sahibinin kim olduğunu gözler önüne sermektedir.
Paket’in gerçek sahibi Amerika’dır. Sonuç olarak Ulusal Devlete son darbeyi vurmaya hazırlanan ABD açısından AKP’nin paketi, Cumhuriyet’in hala direnen iki mevzisinin, Ordu’nun ve Yüksek Yargının ele geçirilmesidir.
AKP’nin Paketi’nin hedefe ulaşması demek, Ordu ve Yüksek Yargı mevzilerinin düşmesi demektir.
Etnik milliyetçi hedeflerine ulaşmanın biricik yolu olarak ABD ile beraber hareket etmeyi gören PKK’nın, bu durumda ABD’nin duruşundan farklı bir tavır alması düşünülemez.
Nitekim PKK, 1991’den bu yana, yani ABD’nin Birinci Körfez Savaşı ardından Bölge’ye yerleşmesinden sonra esas olarak bu ülkeyle uyumlu hareket etmiştir.

ELE GEÇMEZ FIRSAT,

İkinci olarak Değişiklik Paketi; her şeyi bir yana bırakalım, PKK için gerçekten ele geçmez bir fırsat sunmaktadır:
Türkiye’nin ulusal bağımsızlıktan ve Cumhuriyet’ten yana güçlerine karşı sürdürülmekte olan büyük saldırı, Batı Destekli Bölücülüğe karşı 
Türkiye Cumhuriyet’inin kendini savunma yeteneğinin baltalanmasından başka anlama gelmez.
Üzerinde şüphe olmayan gerçek şudur: Türk Ordusu’na ve Türkiye’nin yurtseverlerine karşı sürdürülen Ergenekon tertibi, Türk Ordusu’nun savaş yeteneğine küçümsenmeyecek bir darbe vurmuştur.
Haklarında hergün aleyhte propaganda yapılan; “ Rüşvet ”, “ Uyuşturucu ”, “ Masum sivillere yönelik sabotaj eylemleri ”, “ Üstlerine Suikast ”  ve “PKK ile işbirliği yaparak Mehmetçiği şehit etme” gibi suçlamaların, bombardıman biçiminde sürekli olarak propaganda edildiği koşullarda Ordu, elbette yıpranacaktır.

Amaçlanan da budur. Son kamuoyu yoklamalarında, en güvenilir kurum olan Orduya olan güven istikrarlı bir şekilde aşağı düşmektedir.

İşte şimdi AKP, Anayasa değişiklik paketiyle bu operasyonu, daha da ileri götürmek istemektedir. PKK’nın bu tablodan memnuniyet duyması doğaldır. Sunulan desteğin açıklaması budur.

MİLLETİN BEKLENTİSİ,

2003 yılında yapılan tezkere oylamasında yüze yakın AKP milletvekili, “ Hayır ” oyu vererek tarihi bir görev yerine getirmişlerdi. 
Bu “Hayır” oyları sayesinde Amerikan Askeri, Irak’a saldırıda Türkiye topraklarını kullanamadı.
O gün “ Hayır ” oyu veren AKP milletvekilleri milletimizin arzularına uygun hareket ettiler.
Önümüzdeki hafta Anayasa değişiklik paketi için ikinci tur oylamalar yapılacak. Milletimizin beklentisi AKP milletvekillerinin 2003 yılındaki onurlu duruşlarını tekrarlamasıdır.

Haçlı İrtica ve Batı destekli bölücülük kolkola vermiş, ABD emperyalizmin komutasında Türkiye’ye karşı saldırıya geçmiştir.
Bu saldırıya, Parti ayrımı gözetmeksizin bütün milletvekillerinin birleşmesi milletimizin arzusudur.


AKP, PKK İşbirliği 
Mehmet Bedri Gültekin 

30 Nisan 2010

KAYNAK ;

http://gizlibelgekalmayacak.blogcu.com/akp-pkk-isbirligi/7741708

****

16 Nisan 2015 Perşembe

Beşinci Kol



Beşinci Kol 





Beşinci Kol / Serdar ANT



Sal Tem 26, 2011 23:51
Beşinci Kol

Bugün İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olarak görev yapan Mehmet Bedri Gültekin, 1990’lı yıllarda İşçi Partisi Genel Başkan yardımcısıydı. Mehmet Bedri Gültekin, 18 Haziran 1994 tarihinde, Ankara’da, İşçi Partisi Genel Merkezi’nde bir konferans verdi. Bu konferansta yapılmış konuşmanın metni, İşçi Partisi’nin yayın organı Teori dergisinin Ağustos 1994 tarihli 56. sayısında“Ulusal İnkârcılık Üzerine” başlığıyla yayınlandı.




Gültekin, bu konferansta “Siirt’teki bir Kürt açısından kimdir Mustafa Kemal? Ulusal katliam, Kürtlere katliam yapmış bir insandır. Bu da doğrudur” diyor, “Kürtlerin önemli bir kısmı açısından Şeyh Sait değer verilen bir yere oturtuluyorsa, bizim buna karşı saygılı bir tavır içinde olmamız gereklidir” şeklinde konuşuyordu.

Mehmet Bedri Gültekin, bugüne kadar bu sözlerinden ötürü ne en ufak bir özeleştiri yaptı ne de çıkıp Türk milletinden özür diledi. Buna rağmen, Mehmet Bedri Gültekin’in bu küstah sözlerini eleştirdiğim için kimileri beni İşçi Partisi ve Aydınlık düşmanlığı yapmakla, kin gütmekle suçladılar. “Canım şimdi sırası mı eski defterleri açmanın” diyerek sitem edenler de oldu, aşağılık iftira ve yalanlarla karalayarak susturmaya çalışanlar da…

Peki, amacım gerçekten kin gütmek, birilerine düşmanlık beslemek mi? 1994 yılında ifade edilmiş kimi düşünceleri, 17 yıl sonra neden gündeme getiriyorum? Son seçimde yüzde 0,19 oranında oy alabilmiş, artık kendi tabanında bile inandırıcılığı kalmamış, tükenmiş bir partinin yöneticilerinin uzun yıllar önce söylediklerinin bugün ne anlamı var?
Yukarıdaki soruları doğru bir şekilde yanıtlayıp eski defterleri açma nedeninin anlaşılabilmesi için Mehmet Bedri Gültekin’in 1994 yılındaki o konferansta söylediği bazı başka şeyleri de anımsamak gerekir. Şöyle konuşuyordu İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı:
    “…Biz her iki milletin de ulusal değerlerine saygılıyız. Her iki milletin de ulusal marşını söyleyebilmeliyiz. Bunu aslında 89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında yapıyorduk. Bir milletin ulusal değerlerine sahip çıkmak, diğerlerini görmezlikten gelmek veya reddetmek, düşmanlık konusu yapmak bizim tutumumuz olamaz. Her iki milletin ulusal değerlerini, ulusal şahsiyetlerini, ulusal sembollerini savunmak durumundayız.

    …Türklerin ulusal değerleri Bayrak, Mustafa Kemal, Marş; bütün bunlar Kürtler için ne ifade ediyor? Bir Türk gibi Türklerin ulusal değerlerini savunmalarını bekleyemeyiz Kürtlerden, beklemek de gerekmiyor, ayrıca doğru da değil. …Biz Kürtlerin ulusal değerlerine saygıyı Türklerin içinde propaganda ederiz, Türklerin ulusal değerlerine saygıyı da Kürtlerin içerisinde propaganda ederiz.
Görüldüğü gibi Gültekin’in iki millet derken kastettiği Kürtler ve Türklerdir! Gültekin, “her iki milletin de ulusal marşını söyleyebilmek” gerektiğini düşünmekte ve “bunu 89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında” yaptıklarını söylemektedir!

Peki, koşullar elverişli olmadığında ne yapılmaktadır acaba?

Kürtlerin marşını (artık o neyse!) söylemek için koşullar elverişli değilse, o zaman da Türk bayrağı dalgalandırılır herhalde! Örneğin o konferansta konuşan parti yöneticilerinden Ali Kalan, bu konuda söyledikleriyle İşçi Partisi’nin ikiyüzlü tavrını ortaya koymaktan çekinmemiştir:
    “Hedefimiz burjuva ulusal bayrağı ilelebet dalgalandırmak değil, emeğin enternasyonalist bayrağını ülkenin milli bayrağı haline getirmektir. Ama pilavı pişirmek için suyu, yağı, bulguru bir araya getirmek lazım. ‘Pilav yapacağım, pilav yapacağım’ diye bağırarak bu malzemeleri bir araya getiremezsin. Onun için sen sınıf bayrağını istediğin kadar salla dur. Kürt Kürt’ün bayrağının peşine takılmış, Türk’ün emekçileri de Türk’ün bayrağının peşine takılmış gidiyorlarsa sen ancak uzaktan gazel okuyan bir konuma gelirsin. Hedef sınıf bayrağı altında bu halkı toparlamaktır. Biz ne Türk bayrağını ne de Kürt bayrağını bu bizim siyasi bayrağımız diye dalgalandırmıyoruz.
Mehmet Bedri Gültekin “Biz Kürtlerin ulusal değerlerine saygıyı Türklerin içinde propaganda ederiz, Türklerin ulusal değerlerine saygıyı da Kürtlerin içerisinde propaganda ederiz” diyor, ama bu, “ulusal değer” şeklinde tanımlanan kişi ve simgelere gerçek bir saygı olmasa gerek… Çünkü Mehmet Bedri Gültekin, Kürtlerin “ulusal değeri” olarak tanımladığı Şeyh Sait için saygı gösterilmesi gerektiğini öğütlerken, Türklerin ulusal değeri olan Mustafa Kemal için “Kürtlere katliam yapmış biridir, Bu da doğrudur” demekten kaçınmıyor.

Bugün Türkler için “ulusal değer” olarak tanımlanacak kişi ve kavramların neler olduğu bellidir. Gültekin de bunları saymış zaten: “Türklerin ulusal değerleri Bayrak, Mustafa Kemal, Marş…” 

Peki, Kürtlerin ulusal değerleri nelerdir ya da kimlerdir acaba? Kürt bayrağı, Kürt marşı ve Öcalan mı? İşte orası özenle gözlerden saklanıyor!

Bu “ulusal değerlere saygı” lafı, günümüzde topluma bir “kardeşlik” edebiyatı paketiyle sunuluyor.

Örneğin 24 Temmuz tarihli Aydınlık gazetesinin sürmanşeti dikkat çekici:
    “Kardeşlik şimdi lazım”
Aydınlık’a göre “yıllardır İstanbul Zeytinburnu’nda bir arada yaşayan Türk ve Kürt yurttaşlar, 5 gündür sergilenen kışkırtmalarla karşı karşıya getiriliyor. Aydınlık olarak kardeşleri birbirine kırdırma oyununa karşı herkesi birliğe davet ediyoruz.”

Aydınlık’ın bu çağrısına hangi sağduyulu vatandaş “hayır” diyebilir ki? Ama insan, haberin hemen altında, PKK’nın ikinci adamı Murat Karayılan’ın resminin yanında yer alan “Kürtler öz savunma sistemini kursun” sözlerini okuyunca, “Aydınlık’ın sürmanşetindeki “Kürt yurttaşlar” ile Karayılan’ın çağrı yaptığı “Kürtler”farklı mı sanki?” diye düşünmeden edemiyor. Çünkü devletin de milletin de sorunlu olduğu kesim, Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı, milletimizin bir parçası olan "Kürtler" değil, Karayılan’ın çağrı yaptığı ve onun çağrısına uyan "Kürtler"… Son seçimlerde, Zeytinburnu'nun da içinde bulunduğu seçim bölgesinde PKK’nın desteklediği adaya oy veren yaklaşık 120 bin Kürt var! Bunlar için acaba hangisi önceliklidir: PKK mı, Kürt olmak mı?

Ya da şöyle soralım: PKK destekçisi ve taraftarı bu “Kürtler” mi bizim kardeşimiz?

Kuşkusuz kardeşlik karşı çıkılacak, eleştirilecek, yadsınacak bir kavram değil. Ne var ki kavramı söylem düzeyinde bırakıp içine doldurmadığımızda pek bir anlamı da olmuyor. Örneğin Mehmet Ali Ağca da bir Türk değil mi? Peki salt Türk olduğu için kutsayacak mıyız Ağca’yı?

Ne Öcalan ne de Ağca… İkisi de benim kardeşim değil!

Aydınlık’a göre kardeşlik kavramının taraflarından biri olan “Kürtler” kimlerdir acaba? PKK’ya karşı çıkan, lanetleyen Kürtler olmasa gerek, zira ne kimsenin onlarla bir sorunu var ne de onların kimseyle… Onlar zaten milletimizin ayrılmaz bir parçası, tasada ve kıvançta, iyi günde de kötü güde de can yoldaşımız…

Ama bugün PKK’ya destek veren, onun amaçlarını benimseyen ve hedeflerine varması için eylemli olarak onu destekleyen Kürtleri de kardeşimiz olarak bağrımıza basabilir miyiz? Bugün PKK= Kürtler diyebilir miyiz gerçekten? PKK ve yasal uzantıları, Türkiye’deki bütün Kürtlerin gerçek temsilcisi mi?

Ya da bir adım daha öteye gidip daha farklı bir perspektiften soralım: Varsayalım ki Türkiye’deki bütün Kürtler, PKK’nın taleplerine sahip çıkarsa, onun amaçlarını benimserse, o zaman PKK’nın varmak istediği hedef meşruiyet kazanacak ve bizler de kardeşlik adına suskun mu kalacağız?

Örneğin 2011 seçimlerinde PKK destekli adayların Hakkâri’de aldıkları oy oranı yüzde 80, Batman’da yüzde 52, Diyarbakır’da yüzde 61, Mardin’de yüzde 61, Şırnak’ta yüzde 73… Bu adaylara oy verenlerin ezici çoğunluğu, hatta hepsi Kürt… 

Peki, bu durumda ne yapacağız? Yıllardan beri emperyalizme maşalık eden, bu yolda Türkiye’yi kana bulayan PKK’yı da “kardeş” ilan ederek bağrımıza mı basacağız? O “Kürt yurttaşlar” soyutlaması içine, terör örgütü PKK’nın adaylarını destekleyenler de girecek mi? Sınırı neye göre çizeceğiz?
Resim
Örneğin Aydınlık gazetesinin 26 Temmuz tarihli sayısının başlığında BDP’nin Zeytinburnu ilçe başkan Nezir Erdemci’nin sözleri var:
    “İstanbul’dan başka gidecek yerim yok”
“Aydınlık, Zeytinburnu’nda yaşanan gelişmeleri yakından takip etti ve kardeşlik çağrılarında bulundu. Çağrımıza ilk ses veren BDP ilçe başkanı Erdemci oldu” deniliyor haberde…

Ne yalan söylemeli BDP Zeytinburnu İlçe Başkanı’nın ağzından bal damlıyor! “Türk, Kürt, Arnavut fark etmez. Bizim çocuklarımız aynı atölyelerde yan yana çalışıyor. Bu çocukları düşünmeliyiz. Bunlar birbirini vurursa ne olacak? Böyle olur mu ya! Bir arada yaşamaya mecburuz” şeklinde konuşan BDP’li ilçe başkanına yıllardan beri kan döken, Türk, Kürt demeden can alan terör örgütü PKK hakkında ne düşündüğünü sorsak, ne yanıt verir acaba?

Tabii Aydınlık muhabiri bu soruyu sormamış!

PKK’nın şehirlerdeki “Askerlik Şubesi” gibi çalışan BDP örgütlerinden hiçbir kimsenin ya da herhangi bir Genel Merkez yöneticisinin, bugüne kadar PKK terörünü kınamadığı, hatta kınamak ne kelime en ufak bir eleştiri bile yapmadığı, hatta alkışlayıp bir tehdit unsuru olarak savunduğu ortadayken, bugün bir BDP yöneticisinin gerçeği yansıtmadığı gün gibi ortada olan sözlerini kardeşlik ambalajıyla paketleyip manşetlerden sunmak acaba hangi amaca hizmet etmektir?

Ne ilginçtir ki BDP Zeytinburnu İlçe Başkanı Nezir Demirci, 2000’e Doğru dergisinin çıktığı dönemde ilgiyle okunduğunu ve tüm devrimcileri ve sosyalistleri birleştirip önünü açtığını da söylüyor! 2000’e Doğru’nun 1990’lı yıllardaki PKK yanlısı, ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğine destek veren yayını anımsanırsa, BDP Zeytinburnu İlçe Başkanı’nın Aydınlık tarafından manşetlere taşınan sözde “kardeşlik” çağrılarının samimiyet derecesi de anlaşılabilir.

Ne var ki Aydınlık’ta bu söyleşinin yer aldığı sayfadaki bir başka haberin başlığı da şöyle:
    “Şehitlerimizi uğurladık”
Haberi, bir şehit cenazesinde tabuta kapanmış feryat figan eden bir anayla bir babanın resmi “süslüyor”! Hemen altında da elinde babasının fotoğrafını tutan 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu resmi…

Aydınlık bu işte!

Bir taraftan şehit haberleri yap, diğer taraftan da o askerleri katleden alçakları açıkça destekleyen bir partinin yöneticisinin yalanlarını manşetlere taşı, PKK’lı katilleri “Kürtler” adı altında meşru göstermeye çalış, bunun için de “kardeşlik” lafını ağzına sakız et…

Buna kardeşliği savunmak değil “beşinci kol” çalışması denir!

O şehit tabutlarına kapanan, elinden acı ile feryat etmekten, beddualar savurmaktan başka bir şey gelmeyen çaresiz anaların, babaların yanına gidin ve bu“kardeşlik” laflarını onlara da söyleyin, bakalım ne yanıt alacaksınız?

Her türlü kışkırtmaya, yasaları hiçe sayan her türlü girişime, etnik çatışma yaratmayı amaçlayan her türlü kalleşçe girişime HAYIR! 

Ama “kardeşlik” gibi kavramların çekiciliğinden yararlanarak katili, kurban ile aynı kefeye koyarak aklamaya da HAYIR! 

Serdar ANT26 Temmuz 2011
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
http://www.guncelmeydan.com/pano/besinci-kol-serdar-ant-t28994.html
..



23 Şubat 2015 Pazartesi

BUGÜNKİ ADD İLE NEREYE




BUGÜN Kİ  ADD  İLE  NEREYE.,




03.05.2004/Sayı:55

ADD NEREYE?

ADD Konya İl Sekreteri Samet Bapoğlu ADD Tüzük Kurultayı’nın iptali için mahkemeye başvurdu. İşte başvuru dilekçesi:

Tüzük Kurultayı Dernekler Kanunu’na ve Dernek Tüzüğü’ne aykırıdır

Genel Kurul kararlarını iptal dâvası

Ankara Nöbetçi Asliye Hukuk Hakimliği’ne Sunulmak Üzere
İstanbul Nöbetçi Asliye Hukuk Hakimliği’ne,

-İhtiyatî Tedbir İstemlidir-

Davacılar:

1. İlyas EROL
2. Samet BAPOĞLU







Davalı:

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanlığı

T. Konusu:

Atatürkçü Düşünce Derneği’nin 21 Mart 2004 günlü Olağanüstü Genel Kurulu’nda alınan kararların İPTALİ dileğidir ve ihtiyatî tedbir istemlidir.

Olaylar:

1. Biz dâvacılar, İlyas EROL Atatürkçü Düşünce Derneği’nin İstanbul Maltepe Şubesi üyesi, Samet BAPOĞLU da 101887 no.lu üyesi ve Konya Şubesi sekreteriyim. Ayrıca, Şubelerimiz Genel Kurulu’nda seçilerek görevlendirilen Genel Merkez Genel Kurul delegesiyiz.

2. Bu görevimiz gereği katıldığımız 21 Mart 2004 günlü, tüzük değişikliği amaçlı, Olağanüstü Genel Kurul’un oluşumu ve çalışmaları aşağıda sunacağım nedenlerle Medeni Kanun ile Dernekler Kanunu’na ve Derneğimiz Tüzüğü’ne aykırı olduğundan iptali istemiyle bu dâvamı açıyor, sorunu takdirlerinize sunuyoruz. Hukuksuzlukları önlemek hem uygar yurttaşlığın gereği, hem de güçlü ve saygın olmasını, bu niteliklerini daha da artırmasını istediğimiz Derneğimize bağlılığımızın gereğidir. Hukukun üstünlüğüne dayalı Cumhuriyetimizin onurlu yargısının aykırılıklara geçit vermeyeceği inancı ve yanlışlıkların düzeltileceği umuduyla başvuruyoruz.

Ahmet Saltık, İşçi Partisi Genel Sekreteri Mehmet Bedri Gültekin ile birlikte
Atatürkçü gençlerin konuşmasına bile katlanamayanlar, Maocularla birlikte etkinlik düzenlemekten çekinmiyor. Fotoğrafta Ahmet Saltık, İşçi Partisi Genel Sekreteri Mehmet Bedri Gültekin ile birlikte düzenledikleri Ulusal Birlik Kongresi’nde yanyana otururken görülüyor. Bilindiği gibi ADD tarafından düzenlenen Kongre’ye ADD şubeleri davet edilmemişti



3. Ekli olarak sunduğumuz Tüzüğü’nde kuruluş nedeni, amacı ve çalışma usulleriyle öbür gerekleri belirtilen Derneğimizin 1989 yılında kurulmuş, daha sonra üç kez yapılan Tüzük değişikliği ile çalışmalarını yürütmüştür. Bu yıl toplanan Olağanüstü Genel Kurul’da yeni Tüzük değişiklikleri yöneticilerimizin görüşlerine uygun biçimde gündeme getirilmiştir.

Biz de, Derneğine bağlı, yöneticilerine güvenen bir delege olarak toplantıya katılarak görevimizi gereken özenle yapmak istedik. Ancak şimdi sıralayacağım aykırılıklarla karşılaştık. Bunların giderilmesini isteyen konuşmamız Divan Başkanı tarafından engellendi. Toplantıdan sonra da Sayın Genel Başkan bu iyi niyetli ve hukuka saygıya çağıran çabamızı “.. gerginlik yaratıcı ve engelleyici..” olarak niteledi (Türksolu Gazetesi. 5/4/2004, sayı 53, sayfa 24, sütun 1). Kendi düşünce ve amaçlarına uygun olmayan görüşleri engelleyip Derneğimize yaraşmayan bir görüntüye neden olan kendileridir. Demokratik bir hak olan konuşmayı kesmek, önergeyi almamak hukuka uygun bir davranış olamaz.

A. Olağanüstü Genel Kurul iki olağan genel kurul arasında yapılan bir toplantı olduğundan yeni olağan genel kurula katılacak delegeler buna katılamaz. Bu toplantıya 1/2 Haziran 2002 tarihlerinde toplanan Olağan Genel Kurul’a katılan delegeler katılabilir. Bu husustaki itirazımız dikkate alınmamıştır. Yeni seçilen delegeler toplanacak yeni Olağan Genel Kurul’la göreve başlarlar ve bir sonraki genel kurula kadar görev yaparak, arada ne kadar olağanüstü genel kurul olursa onlara da girerler. Bizlerden İlyas Erol ÖNCEKİ Genel Kurul’a katılan, Samet Bapoğlu da yeni delegedir. Dâvamızın sağlıklılığı için birlikte başvuruyoruz. Bu konuda önceki Genel Başkanımızın itirazı dikkate alınmamıştır.


<    Ahmet Saltık ve Mustafa Güner’den Samet Bapoğlu’nu linç kampanyası,

ADD Tüzük Kurultayı’nın ardındaki karanlık ilişkiler aydınlanmaya başladı. Bilindiği gibi Tüzük Kurultayı’nda Kocaeli Şube Başkanı Mustafa Güner Divan üyesiydi. Normalde, divanın tarafsız olması gerekir. Ancak Divan, tarafsız olmanın ötesinde mevcut yönetimin militanı gibi davranmıştır. Bunu ispatlayan bir belgeyi burada
yayınlıyoruz.

O gün Divan üyesi olan Mustafa Güner ADD Konya örgütüne bir faks gönderiyor. Faks’ta Konya İl Sekreteri Samet Bapoğlu’na ve önceki Genel Başkan Halil İbrahim Şahin’e hakaretler sıralanıyor.

O gün o Divan’da hatırlanacağı gibi Konya İl Sekreteri konuşturulmamış, önergesi yırtılmıştı.

Yazıdan açıkça görüldüğü üzere Mustafa Güner, olayda tarafsız değildir, dolayısıyla divanın da tarafsız olmadığı açıktır. Kaldı ki Divan üyesi’nin ADD Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Saltık ile birlikte hareket ettiği de ortadadır.
Görüldüğü gibi hakret dolu yazı, Mustafa Güner ve Ahmet Saltık’ın ortak imzasını taşımaktadır.

O zaman biz soralım, bu olayda, Ahmet Saltık mı yönlendiricidir, yoksa Mustafa Güner mi? Eğer Mustafa Güner’se, Divan tarafsızlığını yitirmiştir, yok eğer Ahmet Saltık’sa Divan, Yönetim’in yönlendirmesi altında görev yapmıştır.

Tüm ADD Yöneticilerine, üyelerine, şubelere soruyoruz; bu nasıl kongredir, bu nasıl yönetimdir, bu nasıl divandır?

Koltuklarını bırakmak istemeyenler, anlaşılan o ki, ancak Komünist Partilerde görülen bir kumpas kurmuşlardır, yapılan kongre göstermeliktir.

Maocu Parti’yle birlikte hareket edince bu doğal olmaktadır demek ki!... >


*****


İşte Utanç Belgesi!

İşte Utanç Belgesi
ADD Konya Şubesi Başkanlığı,





















Sayın Başkan;

21 Mart 2004 tarihinde Ankara Ticaret Odası’nda yapılan Atatürkçü Düşünce Derneği Tüzük Kurultayı’nda şubeniz sekreteri olduğunu söyleyen gencin, kurultay süresi boyunca Eski ADD Başkanı Halil İbrahim Şahin’in tam bir KUKLASI olduğunu gördüm. Özellikle Halil İbrahim Şahin’in kurultayı provoke etmek için getirdiği, ADD üyesi dahi olmayan üç beş serseri ile birlikte hareket etmesi tam bir piyon görevi üstlenmesi, şubenizin sekreterliğini yapan bu gencin nasıl Atatürkçü Genç olduğunu çok merak ediyorum. Daha konuşmasını bile beceremeyen, başladığı her sözü “Yahu” ile başlayıp “Yahu” ile bitiren bu genç, şayet ADD adına diğer sivil toplum örgütlerine de gönderiliyor ise, gittiği yerlerde ADD’ni nasıl temsil ettiğini çok merak ediyorum. 

Sayın Başkan; 

Atatürk’ün gençleri böyle değildir. Atatürk bu ülkeyi gençlere emanet ederken onların bir KUKLA, bir PİYON olması için emanet etmemiştir. Bu genç, “Sağlam karakterli” bir Atatürk Genç’i olmayı benimsemek yerine ne yazık ki başkalarının “PİYON”u olmayı kendisine daha uygun görmektedir. ADD büyük bir örgüttür. Bu tipler ADD’nin yapısına her zaman zarar vermektedirler. Bu tür kişilere fırsat verilmemesi tüm Atatürkçülerin başta gelen görevidir. 

Konuya duyarlı bir başkan olduğunuz düşüncesi içinde olduğumu belirtir, bilgilerinizi rica ederim. 
Saygılarımla,

ADD Kocaeli Şube Başkanı
Mustafa Güner

Aynen katılıyorum.

Prof. Dr. Ahmet Saltık
ADD GYK Üyesi

BAPOĞLU’NDAN 30 MİLYARLIK TAZMİNAT DAVASI

Yazı hakkında görüşüne başvurduğumuz Samet Bapoğlu, Ahmet Saltık hakkında 20 milyar, Mustafa Göner hakkında ise 10 milyar liralık tazminat 
davası açmaları için hukuk danışmanlarını görevlendirdiğini, bununla da yetinmeyerek aynı zamanda bu şahısların hapisle cezalandırılmaları için 
de başvuru yapılacağını açıkladı.

*****

B. 2001 yılı başında yürürlüğe giren 4727 sayılı Medeni Kanun’un 78. maddesinin ikinci fırkasına göre, Tüzük değişiklikleri Dernek üyelerinin Genel Kurula girme hakkı bulunanların salt çoğunluğunun 2/3 oyuyla gerçekleşebilir. 21 Mart 2004 toplantısı ikinci (ertelenen) toplantı olsa bile çoğunluk sağlanamayan ilk toplantının yapılamadığına ilişkin tutanakta böyle bir çoğunluk arandığı açıklığı yoktur. Yani 2/3 zorunluluğu gözetilmeden toplantı düzenlenmiştir. Ayrıca, Dernek Tüzüğümüzün 26. maddesi katılanların 2/3 oyunu ararken, toplantıya katılanları belli eden Hazırun Cetveli’ndeki imzaların 2/3’ü değil, içerde bulunanların 2/3’ü gözetilerek karalar alınmış, buna da uyulmamıştır. Yukarıda ek olarak sunduğumuz gazetedeki Genel Başkan açıklamasında verilen sayılar bu gerçeği göstermektedir. Bu nedenle alınan kararlar hem Medeni Kanun’un 78. maddesine, hem bu yolla Dernekler Kanunu’nun 93. maddesine aykırıdır. Genel Kurul çoğunluğu için gözetilecek üyelerin listeyi imzalayanlar, katılanlar olduğu Dernekler Kanunu’nun 23. ve 24. maddelerinde belirtilmiştir.

C. Dernekler federatif bir yapıda değildir. Üyeleri dernekler, tüzelkişilikler değil gerçek kişiler, bireylerdir. Bu nedenle Şubelerin ödenti yükümlülüğü yoktur. Şubeler yoluyla üye olan bireylerin ödenti (aidat) yükümlülüğü vardır. Oysa bu Genel Kurul’da Şubelerin üye gibi ödenti vermeleri karara bağlanmıştır. Bu da yanlıştır. Şubeler üyelerinden aldıkları ödentilerden Tüzük uyarınca Genel Merkez payına düşeni Genel Merkez’e aktarmakla, göndermekle görevlidir. Şubelerin ödenti vermesini gerektirecek Tüzük değişikliği hukuksal yönden Dernekler Kanunu’na aykırıdır. Genel Merkez’e, derneğimize, dernekler üye olursa ödenti verirler. Kanun değişikliği bu olanağı getirdi. Ancak Atatürkçü Düşünce Derneği’nde üye olan tüzel kişilik yoktur. Şubeler, Genel Merkez’in üyesi değil, adı üstünde şubesidir. Ödenti verecek olan üyelerdir.

D. Derneğimizde “Bölge” adıyla bir organ yoktur. Tüzüğün 10. maddesinde sayılan organlar içinde böyle bir organ bulunmamaktadır. Buna karşın kimilerine ünvan vermek anlamında bir “Bölge Başkanlığı” oluşturulmuştur. Bu da Yasa’ya ve Tüzüğe aykırıdır. Şube Başkanının üzerinde Bölge Başkanı olamaz. Şube Başkanlığının üzerinde Genel Merkez’de Genel Başkanlık vardır. Geçici Genel Kurul Başkanlıkları, Komisyon başkanlıkları yanında sürekli organ başkanlıklarını Tüzük Denetleme ve Yüksek Disiplin Kurulu olarak sınırlamış ve saymıştır.

E. Olağanüstü Genel Kurul’un asıl Tüzüğün 17. maddesinin son fıkrasındaki bir dönem ara verme zorunluluğunu kaldırıp görevi sürdürmek için yapıldığı, öbür maddelerin bu amacı gizlemeye yönelik olduğu anlaşılmıştır. Bu durum bizim delege olarak iddialarımızı doğrulamıştır. Daha önce şimdiki yöneticilerin de imzalı önergeleri üzerine tartışılarak kabul edilen, gençleşmeyi, yenilenmeyi ve güçlenmeyi amaç edinen kural şimdi aykırılıklarla yürütülen olağanüstü Genel Kurul’da değiştirilmiştir. Bu konudaki karar kanun gereği Genel Kurul’un takdirindedir. Şöyle ya da böyle olabilir. Ancak yukardan beri sunmaya çalıştığım nedenlerle karar hukuka aykırı biçimde alınmıştır. Etik yönü uygun değildir. Buna rağmen Kanun’a uygun biçimde kabul edilebilirdi. Fakat böyle olmamış, toplantıya katılmaması gereken üyelerle, yetersiz çoğunlukla, itirazlara karşın değişti sayılmıştır.

F. Ayrıntısı tutanaklarla yazılı, olağanüstü toplantıda alınan öbür kararlar da aynı nedenlerle geçersiz durumdadır. Bunları belirtme çalışmamızı bizim konuşmamızı engelleyerek yararsız kıldılar. Kimseyle görüşmeden, kimsenin etkisinde kalmadan, tümüyle yansız ve yararlı olma amaçlı çabamız durduruldu, itirazımız dinlenmedi. Bu nedenle Medeni Kanun’un özellikle 81. maddesindeki “Şu kadar ki tüzük değişikliği kararları ancak toplantıya katılan üyelerin üçte iki çoğunluğuyla alınabilir..” açıklığına ve 83. maddenin öngördüğü dava hakkıma dayanarak Mahkemenize başvuruyoruz. Süresi içinde açtığımız bu davanın ilgili kuruluş ve kişilere örnek olacağını umuyoruz. Hukuka uygun, düzenli çalışmadan kimse ayrılmamalıdır. Mahkemelerin iş yükü, davaların aldığı zaman gözetilirse davanın sonuçlanması Haziran 2004 başında toplanacak Olağan Genel Kurul’a yetişmeyeceğinden sakıncalı değişiklik uygulanarak bu Genel Kurul da geçersiz duruma düşebilir. Bu nedenle Tüzük değişikliği kararlarının durdurulması için İHTİYATİ TEDBİR KARARI verilmesini de özellikle dilemekteyiz. Kişisel hiçbir amacımız, beklentimiz vs. yoktur. Tamamen Derneğimizin adına, onuruna uygun bir durumun sağlanmasını, hukuka aykırılıkların önlenmesini isteyerek dava açıyorum.

Hukuki nedenler:

Medeni Kanun, Dernekler Kanunu, HUMK, ilgili mevzuat

Sübut nedenler:

Dernek Tüzüğü, Genel Kurul tutanakları, tanıklar, bilirkişi incelemesi, her türlü delil

Sonuç:

Yukarıda sunulan nedenlerle yargılama evrelerinde saptanacak durumlar karşısında Atatürkçü Düşünce Derneği’nin 21.3.2004 günlü Olağanüstü 
Genel Kurulu’nda alınan kararların İPTALİ’ne, bu geçersiz kararların Haziran 2004 başında toplanacak Olağan Genel Kurul’da uygulanmaması için 
öncelikle İHTİYATİ TEDBİR KARARI verilmesine, yargılama giderleriyle avukatlık ücretinin davalı tüzel kişiliğe yüklenmesine kararınızı saygıyla 
dilerim.

http://www.turksolu.com.tr/55/add55.htm
..