21 YY Türkiyenin Orta Doğu Politikası. BÖLÜM 4
2.2. Suriye
Orta Doğu bölgesinin en önemli ülkelerinde biri olarak nitelendirilen Suriye bölgenin istikrarı için oldukça önemli bir noktadır. 22.5 milyon nüfusuyla belli bir insani ve askeri gücü olan bu ülke 10 Haziran 2000'de Hafız Esad'ın ani ölümüyle yeni bir döneme girmiştir. 10 Temmuzda yapılan referandum da oyların %97.2'sini alarak devlet başkanı seçilen Beşar Esad ile birlikte ülkede iyimser bir hava esmeye başlamıştır.
2002 sonrası önemde Türkiye ile Suriye arasında ki ilişkiler bölgesel dinamikler ekseninde devam etmekteydi. Özellikle Irak işgali sürecinde ortak çıkar ve endişeleri taşıyan bu iki ülke daha da yakınlaşmaya başlamıştır. ABD'nin asi devlet olarak nitelediği Suriye'nin en büyük ortağı ve destekçisi eski kutup başı, süper güç olan Rusya olması sebebiyle nasıl Türkiye Irak politikasında ABD'nin çıkarlarına karşı gelmesi söz konusu değilse - bu kadar sert olmasa da- yine Türkiye Suriye ile olan politikasında Rusya'nın aleyhinde veya Rusya olamadan bir tutum sergilemesi çok gerçekçi gözükmemektedir.
ABD'nin Suriye'ye karşı olan bu olumsuz tutumu Türkiye'yi etkilese de ABD Türkiye'yi Suriye ile ilgili olan iletişiminde bir aracı olarak kullanmaktadır ve bundan dolayı bir ABD jandarması olan Türkiye'nin Suriye ile olan iyi ilişkisi ABD tarafından, açıkça belirtilmese de, olumlu gözükmektedir.
Irak ve Türkiye gibi Suriye de çok mezhepli ve mozaik biçimindeki etnik yapısı Suriye'nin Irak müdahalesine karşı çıkmasının en önemli sebebidir ki bu sayede Beşar Esad Türkiye ile dost bir ilişki kurmaya çalışmıştır.
Irak'ın işgaliyle birlikte iki ülke içinde ki Kürt sorunu yeni bir boyut kazanmıştır ve Beşar Esad Ocak 2004'te yaptığı ziyaret sırasında dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Suriye'den terörle mücadele konusunda daha somut destek beklediklerini bildirmiştir. İstenilen bu somut destek Mart 2004'de Suriye'nin Kürt yoğunlukta olan kenti Kamışlı'da bir futbol müsabakası sırasında çıkan meydana gelen 27 ölü, 120 yaralıyla sonuçlanan olaylar sonrasında gelmeye başlamıştır. Suriye bu tarihten sonra silahlı eyleme yeniden başlayan PKK'ya karşı mücadele etmeye başlamış ve Türkiye ile ortak düşman vurgusunu daha çok yapmaya başlamıştır.
2003-2007 arasında Suriye toplam 73 PKK mensubunu Türkiye'ye teslim ederek, Türkiye'ye en fazla PKK'lı teslim eden ülke olmuş, 2005 Temmuzunda PKK tarafından gerçekleştirilen saldırıyı kınayarak, ilk kez bir PKK saldırısını kınamıştır. Ekim 2007'de Türkiye ABD'nin itirazlarına rağmen sınır ötesi operasyon yapmayı gündemine aldığı dönemde B. Esad bu operasyonu destekler biçimde açıklamalar yapmıştır. Bütün bu gelişmeler Irak işgali sonrasında ortaya çıkan Kürt sorunu iki ülkeyi ne kadar yaklaştırdığını göstermektedir.
Türkiye ile Suriye arasında ki ilişkileri etkileyen bir başka bölgesel dinamik de Lübnan'dır. 1990'lar boyunca Türkiye-Lübnan ilişkileri hep Suriye'nin gölgesinde kalmıştır. 2004'den sonra Suriye ile ilişkilerin düzelmesi sonucunda Türkiye Lübnan ile ikili temas kurmaya başlamıştır. Bu temasların amaçları ise, Türkiye'nin Irak toprak bütünlüğünün savunulması için bölgedeki çok mezhepli devletlerin desteğini almak istemesi ve Türkiye'nin bu dönemde gerçekleştirdiği Güney Kıbrıs açılımıyla birlikte bu topraklarla tarihsel dostluğu bulunan Lübnan'ın desteğini almak istemesiydi.
2000'li yıllarda Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkileri etkileyen başka bir bölgesel dinamik de şüphesiz İsrail olmuştur. Türkiye, Suriye ile İsrail arasında teorik olarak devam eden savaşı bitebilmek için bir dizi arabuluculuk rolü üstlenmiştir. Bunun nedeni ise herhangi bir çatışma veya savaş durumunda Türkiye'nin arada kalmak istememesidir. Türkiye bir kaç defa arabuluculuk üstlenmesine karşın başarılı olamamış, öyle ki Mavi Marmara saldırısı sonrası İsrail ile ilişkileri kopma noktasına gelen Türkiye bağlamında B. Esad saldırıyı çok sert bir dille kınarken artık Türkiye'nin bölgede arabulucu rolünün azaldığına ilişkin vurgusuda dikkatlerden kaçmamıştır.
2007 yılı Türkiye-Suriye ilişkileri açısından iki önemli gelişmeyi beraberinde getirmektedir.
Bunlardan ilki Serbest Ticaret Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi, ikincisi ise Türkiye'nin İsrail ile Suriye arasındaki arabuluculuk rolüdür.
Arabuluculuk rolü çözümün bulunmasından çok Suriye ile Türkiye arasında güven ortamının sağlanması bağlamında önemli olmuştur. 2004'de siyasi ortam nedeniyle Suriye'nin kabul etmediği arabuluculuk rolü üç yıllık bir gecikmeyle yeniden başlamıştır. Aslında başlarda neredeyse iki tarafı da yüz yüze getirmeye kadar gelinen nokta İsrail'in Gazze'ye uyguladığı şiddetin artmasıyla durmuş, Başbakan Erdoğan'ın Davos'da söylediklerinin ardından İsrail'in Mavi Marmara baskınıyla birlikte geri dönüşü olmayan çıkmaza girmiştir.
Bu dönemde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kardeşim dediği Esad ve buna karşılık Esad'ın Türkiye'nin uluslararası platformlarda Suriye adına konuşabilme yetkisi bulunduğunu söylemesi ilişkilerin ne derece iyi olduğunun göstergeleridir.
2009 yılına gelindiğinde ilişkiler daha da ileri gitmiş, iki ülkenin ekonomik entegrasyon fikri gündeme gelmiştir. İki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurulması kararlaştırıldı ve bu anlamda 51 adet anlaşma imzalandı aynı zamanda vize kaldırılarak iki ülke halklarının serbestçe dolaşımı söz konusu oldu. Hatta daha da ileri gidilerek Avrupa Birliği modeline benzer bir bölgesel entegrasyon fikri ortaya atılmaya başlandı ve bu bağlamda Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün arasında ekonomik birliktelik ve serbest mal ve insan dolaşımına olanak sağlayan bölgesel ekonomik birlik için anlaşmalar imzalandı.
2011 yılında Tunus'ta başlayan ve Mısır'da devam eden ayaklanmalar rejimlere değiştirmeye başlamış ve belki de bu tarihten sonra Türkiye sadece Suriye politikasında değil tüm Orta Doğu politikasında üst üste hatalar yapmaya başlamıştır. Bunların en önemlisi şüphesiz Suriye politikası olmuştur.
Ağustos 2011'de Suriye meselesi bizim iç meselemizdir diyecek kadar ileri giden Erdoğan bu tarihten sonra kademeli olarak Suriye'ye karşı sert söylemlerde bulunmaktan çekinmemiştir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu Şam'a gönderen Erdoğan Suriye'den bir takvime bağlı olarak hayata geçirilmesini söylediği bir dizi somut beklentileri olduğunu bildirmiştir. Sadece bir yıl önce ortak kader, ortak tarih gibi söylemlerde bulunulmasına rağmen bu söylemelerin yerini düşmanlığa bırakması şüphesiz dış politikadaki bir dizi beceriksizliğin ürünü olmuştur. Zamanla muhaliflerin desteklenmesi hatta kimyasal silah kullanıldığını iddia ederek ABD'den bölgeye müdahale etmesinin istenmesi artık Esad rejimiyle AKP hükümetinin açıkça uzlaşma olasılığını ortadan kaldırmıştır.
Ancak Suriye'de ki rejimin Rusya ve Çin ile sıkı bir ittifak içinde olması bu rejimim uluslararası ortamda hala meşruiyetinin olduğunu gösteren bir unsur olmuştur. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun uluslararası platformlarda Çin ile Rusya'nın Suriye sorununda izole edilmesi gerektiğini savunması Türkiye'nin ne kadar çaresiz olduğunu kanıtlamaktadır. Bölgenin belki de en güçlü aktörü olan Rusya'nın ve bölgeyle en güçlü ekonomik ilişkileri olan Çin'in bu meselden soyutlanmaya çalışılması ne derece mümkün olduğu tartışmalıdır.
Suriye ile Türkiye ilişkilerinin genel manada bölgesel dinamiklerden etkilenmesi sonucu son zamanlarda yaşanan olumsuz gelişmeler ekonomik açıdan da Türkiye'ye ciddi zararlar vermektedir. Yaklaşık 1 milyon dolayında Türkiye'ye yerleşen Suriyeli mülteciler Türkiye ekonomisine ciddi zararlar vermekte aynı zamanda bu sorunlu ilişkilerden dolayı Suriye ile 2010 yılında yaklaşık 3 milyar dolar olan ticaret hacmi bugün yok denecek kadar azdır. Türkiye'nin gelecekteki Suriye politikası ayaklanmanın durmasına endekslidir. Bu bağlamda şuan gelinen noktaya bakıldığında Esad rejiminin yıkılması Türkiye'nin yeniden bu ülkeyle ilişkilerin normalleşmesi bağlamında kırmızı çizgi olarak gözükmektedir.
2.3. İsrail
Türkiye'nin İsrail ilişkileri İsrail-Arap dünyası daha ziyade İsrail-Filistin ilişkileri ve tabiki de ABD faktörü olmadan anlaşılması çok güçtür.
2. Dünya Savaşı sonrası bölge dinamikleri, etnik kökenleri, bölgenin sosyal, kültürel, siyasi yapısı göz ardı edilerek İngiltere ve büyük ölçüde ABD tarafından bölgeye yerleştirilen Yahudiler Soğuk Savaş boyunca bir çok krize neden olmuşlardır. Soğuk Savaş yılları boyunca Türkiye İsrail'e gerekli tepkileri ve yaptırımları uygulayamadı ve dolayısıyla bölgeden uzaklaşmasına, kendi topraklarına yabancılaşması na neden olmuştur.
2000'li yıllar itibariyle ama özellikle AKP'nin iktidara gelmesinden sonra İsrail ile yaşanan gelişmeler oldukça karmaşık bir yapıya sahip olmuştur. 2000 yılında ABD Başkanı Bill Clinton gözetiminde başlayan Camp David süreci bekleneni verememiş ve İsrail'in politikaları sadece Türkiye'de ki kanı önderlerinden değil tüm bölge halklarından büyük tepki toplamaya başlamıştır.
AKP iktidarıyla birlikte bölge eksenli politika söylemleri çoğalmış ve bunun en önemli sonucu İsrail ile olan gelişmelere yansımıştır. Daha yeni iktidara gelen hükümet 2003 yılında İsrail'i devlet terörü uygulamakla suçlamıştır. Sertleşen bu söylemlere rağmen ilişkilerde ki askeri ve ekonomik boyut mükemmele yakın ilerlemekte problem siyasi konularda olmaktadır. Türkiye İsrail'e tepki Filistin'de yaşanan ambargo ve saldırılara tepki gösterdikçe bölgede ki etkinliği artmıştır. Mısır'ın Arap Baharı'ndan önce Filistin'e sınır kapılarını kapatması ve İsrail politikalarını destekler nitelikte ki davranışları Arap dünyasının senelerdir belki de Nasır'dan beri arayıp da bulamadığı liderini bulduğu, Türkiye'nin ezilen Arap halklarının savunucusu olma rolü sayesinde bunun iyice nitelikleştiği yorumları yapılmaya başlandı.
1990'lı yıllarda İsrail ile stratejik işbirliğini mümkün kılan alanların çoğu 2000'li yıllara gelindiğinde artık bu işbirliğinin devam edilemez olduğunu göstermekteydi. Türkiye'nin Arap dünyasıyla daha etkin bir şekilde politika üretmesi sonucu artık İsrail'in dengeleyici unsuruna daha az ihtiyaç duyulmakta, Türkiye'de askerin siyasetten uzaklaşması sonucu İsrail ile iyi ilişkisi bulunan bu kesimin artık karar alma mekanizması üzerinde etkinliği azalmakta ve Filistin ile yaşanan barış görüşmelerinin tıkanması sonucu topluma daha duyarlı davranan yeni hükümetin oy aldığı seçmeninin düşüncesinden çok farklı hareket etme durumunun ortadan kalkması başlıca gelişmeler olmaktadır. Ancak İsrail'in güvenlik endişeleri açısından hala Türkiye'ye ihtiyaç duyması sebebiyle 2009 yılına kadar bu sert söylemleri görmezden gelerek askeri ve ekonomik anlamda iyi olan ilişkileri devam ettirip siyasi ortam da ilişkileri yumuşatma çabaları gözükmektedir. İsrail ne olursa olsun ordu modernizasyonu, silah ticareti gibi askeri konularda Türkiye'nin ilk çaldığı kapılardan biri olmaktadır.
2005 yılında yeniden İsrail ile Türkiye ilişkileri iyimser havada seyretmeye başlamıştır ki bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi Yaser Arafat'ın ölümünden sonra Filistin hareketinin yeniden yapılanma sürecine girmesi ile birlikte geçici bir sükunet ortamının olması ve ABD'nin bölgedeki iki temel müttefikinin arasının düzeltmesi yönündeki telkinleri. Görüldüğü gibi İsrail ile olan ilişkilerde en önemli belirleyiciler yine ABD ve Filistin olmaktadır. Ocak 2005'de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün ve Mayıs'ta Başbakan Erdoğan'ın İsrail ziyaretleri bu olumlu havayı göstermektedir. Bununla beraber Nisan 2005'de Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine İsrail destek verdiğini açıklamıştır. Yine aynı yıl içinde barış sürecine ekonomik katkı sağlamak amacıyla '' Ankara Forumu'' adı altında işbirliği süreci başlatılmıştı.
2006 yılına gelindiğinde Filistin'de Hamas'ın oyların çoğunluğu alarak iktidara gelmesi ve bu iktidar Türkiye tarafından da desteklenmesi yeniden ilişkilerde siyasi krizlere neden olmaya başladı. Başbakan Erdoğan'ın İsrail'in orantısız güç kullandığını, kadın ve çocuklara şiddet uyguladığını çeşitli uluslararası platformlarda dile getirmesi İsrail tarafından sert tepkilere neden olmuştur.
2008 yılının sonlarına gelindiğinde İsrail'in Gazze'ye yönelik operasyonlarını arttırması ikili ilişkilerde yeni bir krize neden olmuştur. Ocak 2009'da Başbakan Erdoğan İsrail'in BM üyeliğini tartışmaya açması ardından Davos'da İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez'e arasında geçen tartışma ilişkilerin normal seyrinden uzaklaştığını göstermekteydi. Davos zirvesinde Başbakan Erdoğan'ın İsrail Cumhurbaşkanına yaptığı suçlama niteliğinde ki haklı çıkışı hiç kuşkusuz dünya gündemine oturmuştu. Başbakan Erdoğan'ın bu çıkışı belki de ardından gelen seçimlerde daha başarılı olmasını sağlamıştı.
Mart 2009'da İsrail'de Benyamin Netanyahu liderliğinde aşırı sağcıların ağırlıkta olduğu bir hükümetin kurulmasıyla ilişkiler daha soğumaya başladı.
Ekim 2009'da İsrail ile ortak yapılması amaçlanan Anadolu Kartalı tatbikatının Türkiye tarafından iptal edilmesi Tel-Aviv tarafından siyasi bir hamle olarak nitelendirilmiştir. Yine bu dönemde ''TV dizi krizleri'' de ilişkilere damga vurmaktaydı. Özellikle Kurtlar Vadisi dizisinde ki İsrail karşıtı sahneler İsrail'li etkilileri son derece rahatsız etmekteydi. Konuyla ilgili görüşmek üzere Tel Aviv büyükelçisi Oğuz Çelikkol'u makamına çağıran İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayolan, Çelikkolu'u kameralar önünde küçük düşüren söz ve davranışlarda bulunması krizin daha da büyümesine yol açtıysa da İsrail'in olay sonrası yolladığı özür mektubu tansiyonu biraz da olsa düşürmüştü.
31 Mayıs 2010'da yaşanacak olay belki de ilişkilerin tarihinde yaşanan en büyük krize yol açacaktı. Gazze ablukasını delmek için Türk sivil toplum kuruluşu olan İHH öncülüğünde hareket eden ''Gazze'ye Özgürlük'' filosuna İsrail askerleri tarafından yapılan müdahale Türkiye ve tüm dünyayı şok etmiştir.
5. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***