Bilgay DUMAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilgay DUMAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2018 Cuma

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 2

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 2



1. Bush’tan Obama’ya Kalan Sorunlu Miras:

Irak ve IŞİD’e Giden Yol 

ABD Başkanı Barack Obama 2008’de göreve geldiğinde, Ortadoğu özelinde üç önemli sorunla karşı karşıyaydı. Bunlardan birincisi Irak’ta istenen istikrarın sağlanamaması ve ülkedeki yaklaşık 140,000 Amerikan askeri, ikincisi Afganistan operasyonu ve Irak işgali nedeniyle dünya genelinde ve Ortadoğu özelinde artan Amerikan karşıtlığı, üçüncüsü de İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilişkiliydi. 

Göreve geldiği ilk dönemde üç konuyla ilgili George W. Bush döneminden farklı bir politika izleyeceği sinyali veren Obama, önceliğinin Irak’taki Amerikan askerlerini çekmek olduğunu ifade etmiş ve bölgedeki Amerikan imajını yenilemek için George W. Bush döneminden farklı olarak daha ılımlı bir retorik kullanmaya başlamıştı. Irak savaşı ve Amerikan karşıtlığı gibi faktörlerin yanında yaşadığı ekonomik krizin de etkisiyle Ortadoğu’ya yönelik angajmanını düşürme ye başlayan Obama yönetimi, bir yandan genel savunma   harcamalarında kesintiye giderken diğer yandan Irak’taki Amerikan askerlerinin çekilme 
işlemlerinin 2011 Aralığında tamamlanacağını duyurmuştu. Başta Basra Körfezi olmak üzere Ortadoğu genelinde bir güç boşluğunun ortaya çıkmaması için, bölge ülkeleri ittifak ilişkisi çerçevesinde daha yüksek hacimli silah satışlarıyla 
desteklenmeye başlanmıştı. 

Bununla beraber, biri Irak iç siyasetindeki köklü dönüşüm, diğeri Arap baharı olmak üzere iki gelişme, ABD’nin yeni politikasını Ortadoğu bağlamında zorlamaya başlamıştır. Zira Amerikan askerleri Irak’tan çekilirken arkalarında istikrarlı bir Bağdat yönetimi bırakamamıştı. Nuri El-Maliki’nin özellikle 2010’da başlayan ikinci döneminde uyguladığı politikalar, Irak’ta zaten pamuk ipliğine bağlı dengeleri sarsmaya başlamıştı. 

Bir taraftan Sünni Arapları sistemden dışlayan Maliki, diğer taraftan Kürt gruplarla petrol gelirlerinin paylaşımı ve ihtilaflı bölgeler konusunda sorunlar yaşamakta ve uyguladığı politikalardan diğer Şii gruplar da rahatsızlık 
duymaktaydı. 

Irak’ta güvenlik sorunları Maliki’nin politikalarından önce de bulunmaktaydı ancak bu durum 

Maliki’nin kutuplaştırıcı politikaları ile süreklilik kazandı. Örneğin IŞİD’in henüz saha kontrolünü ele geçirmediği 2013 yılında Irak’ta gerçekleştirilen bombalı saldırılar sonucunda ayda ortalama 800’ün üzerinde Iraklı öldürülmekteydi. 
Dolayısıyla Maliki yönetimi ve uygulamaları, Irak’taki bütün tarafların ortak bir uzlaşma zemini bulmasının önünde en önemli engeldi. 

Ancak ABD, Irak’ta giderek kötüleşen bu durum karşısında angajmanını düşük düzeyde sürdürmeye devam etmiş, Maliki’ye karşı çıkmamış, hatta kerhen desteğini sürdürmüştü. ABD’nin bu politikası ülkedeki krizi derinleştiren önemli 
bir faktör olarak rol oynamış ve ülkenin kırılganlığını arttırmıştı. 

2. Arap Baharı, 

Obama’nın Kırmızı Çizgilerive Suriye Obama yönetimi, Arap baharı ile başlayan Ortadoğu’daki dönüşüm sürecinin ilk aşamalarında da açık bir pozisyon almaktan çekinmişti. Nitekim 2010 yılının sonunda başlayan halk hareketleri sonucunda Tunus’ta ve Mısır’da iktidarlar değişmiş, Obama ise bundan yaklaşık altı ay 
sonra 19 Mayıs 2011’de “bölgedeki değişim hareketlerini desteklediğini” belirtmekle beraber – Irak tecrübesine atıfta bulunarak- güç kullanma yoluyla yapılan rejim değişikliğinin zor ve maliyetli olduğunu da vurgulamıştı.1 
Bu bağlamda Irak ve Afganistan’da yaşanan tecrübelerin etkisiyle, askeri müdahalelerle yapılan rejim değişikliklerinde ABD’nin artık öncü rolü oynamayacağı deklare edilmekteydi. Bir anlamda ilan edilmemiş bir Nixon doktrinine benzeyen ve güvenlik politikalarında Vietnam sendromunun  gölgesinde gelişen düşük profilli Amerikan politikası, Libya’da Kaddafi güçlerine karşı düzenlenen askeri harekâtta da kendini göstermişti. 
Zira Libya’da düzenlenen operasyonda “geriden liderlik” olarak ifade edilen pozisyonu takınan Obama yönetimi,2 daha önce olduğunun aksine bu operasyona öncülük etmemiş, geri planda kalarak sadece bazı taktik katkılarla destek vermeyi tercih etmişti. 

Ortadoğu’daki değişimin kısa bir zaman dilimi içinde ve hızlı bir akışla gerçekleşmesi nedeniyle Obama’nın Ortadoğu’ya yönelik dış politikası gerek bölgede gerekse Amerikan kamuoyunda ilk dönemlerde çok fazla sorgulanma mıştı. Ancak Suriye’de 2011 yılının Mart ayından itibaren başlayan halk hareketi ve sonrasında gelişen iç savaş, Amerikan politikalarının ciddi şekilde 
sorgulanmasına yol açtı ve Obama pozisyonunu, kerhen de olsa revize etmek zorunda kaldı. 
Bu çerçevede Esad rejiminin sivillere yönelik katliamları sonucunda henüz 2,000 Suriyeli hayatını kaybetmişken Obama ilk kez 2011 Ağustos’unda 
“Esad’ın gitmesi gerektiğini” açık bir şekilde ifade etmiş, ancak bu söylemi retorikten ibaret kalmıştı. Sahada Esad güçleriyle çatışan muhaliflerin ve ABD’nin Ortadoğu’daki müttefiklerinin en büyük beklentisi, ABD’nin uluslararası 
bir koalisyon oluşturarak Esad yönetiminin sivillere yönelik katliamının durdurul ması veya en kötü ihtimalle muhaliflere askeri ve lojistik destek verilmesiydi. Ancak Obama yönetimi, bunun yerine sahadaki muhaliflere öldürücü olmayan lojistik yardım ve istihbari bilgi sağlamayı tercih etmişti. 

Suriye’de ölü sayısının 20,000’in üzerine çıktığı ve sahadaki insani durumun giderek daha kötü bir hal aldığı 2012 yılında uluslararası toplumdan gelen ‘insani müdahale’ taleplerine karşı Obama, 21 Ağustos 2012’de yaptığı açıklamada, 
Şam yönetimine yönelik doğrudan askeri müdahale için kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi olarak ilan etmişti.3 Bir anlamda Suriyelilerin 
konvansiyonel silahlarla öldürülmesine müdahale etmeyeceğini ancak kimyasal silah kullanımına karşı çıkacağını açıklayan Obama’nın kırmızı çizgisinin çiğnendiği daha önceleri iddia edilse de, Esad rejimi tarafından 23 Ağustos 2013’te gerçekleştirilen Guta saldırısı, söz konusu kırmızı çizginin açık bir ihlali olmuştu. Bu kimyasal saldırı sonrasında Esad rejimine yönelik bir Amerikan müdahalesinin artık kaçınılmaz olduğu düşünülmekteydi. 
Bu bağlamda müdahalenin Esad rejimine son vermek için mi yoksa sadece kimyasal silah stokunun ortadan kaldırılmasına yönelik mi olacağı tartışmaları 
yaşanırken, Suriye’nin Kimyasal Silah Sözleşmesi’ne katılması ve elindeki kimyasal silahları teslim etmesi karşılığında Obama yönetimi müdahaleden vazgeçmişti. Bu dönemde BM verilerine göre Suriye’de ölü sayısının 100,000’in 
üzerine çıktığı ifade edilmekteydi. 

3. Radikalizmin Artması, 

IŞİD ve ABD 2000’li yıllarda ortaya çıkan iki gelişme, Ortadoğu genelinde ve Irak ile Suriye özelinde radikal örgütlerin ve bu örgütlere katılımın artmasına neden olmuştur. Irak’tan başlamak gerekirse, 2003 Mart’ında yaşanan Amerikan işgali ve 2011 Aralığı’na kadar devam eden Amerikan askeri varlığı, daha önce Afganistan, Çeçenistan, Bosna gibi yerlerde savaş tecrübesine sahip yabancı savaşçıların Irak’a girmesine ve örgütlenmelerine neden olmuştu. Irak’ın işgaliyle beraber ülkenin “Sünni Arap” kimliğinin ortadan kalkması ve özellikle Sünni Arap kesimin yeni oluşturulan sistemden dışlanması, söz konusu örgütlere yerel katılımın artmasında önemli bir faktör olmuştu. Bu sorunun farkına varan ABD, Sünni grupları yeniden şekillenen sisteme entegre etmeye çalışmış, yerel aşiretlerle uzlaşma yoluna giderek desteklerini almış ve bu sayede söz konusu örgütlerin hareket alanlarını büyük ölçüde sınırlandırmıştı. Ancak Maliki  yönetimi nin özellikle Amerikan askeri varlığının ülkeden çekilmesinden sonra uyguladığı politikalarla Sünni gruplar yeniden sistemden dışlanmaya başlamıştır. Bu durum ise Bağdat yönetimine karşı mücadele eden radikal örgütlere yerel katılımın ve desteğin artmasına neden olmuştur. 
Nitekim birçok Sünni Arap, Maliki’nin politikalarına duydukları tepki nedeniyle bu örgütlere katılmasa bile en azından örgütlerle mücadele etmemiştir. 

Suriye’ye bakıldığında ise radikal örgütlerin sayısının ve etkisinin artması, Suriye’deki iç savaşın uzamasıyla doğru orantılı bir seyir izlemiştir. 
Zira Suriye’de halk hareketinin başladığı 2011 yılı içinde ülkede sayıları yüzlerle ifade edilen yabancı savaşçı bulunmaktaydı. Bunlar arasında daha ziyade Arap baharındaki dönüşümün yaşandığı Libya, Tunus ve Mısır’dan gelenler ço-
ğunluğu oluştururken, El-Kaide ile ilişkili olan veya El-Kaide gibi örgütlerin çizgisine sahip kişi sayısı oldukça sınırlıydı. Ayrıca ilk aylarda yabancı savaşçılar  ın çoğunun temel motivasyonu Esad rejiminin devrilmesiydi. Çünkü bu kişiler 
Suriye’ye kendi ülkelerinde yaptıkları devrimin benzerini gerçekleştirmek için gelmişti. Bu nedenle ilk dönemde Esad karşıtı gruplar birbirlerine saldırmaktan ziyade Esad güçlerine karşı mücadele etmekte ve bu mücadelede zaman zaman 
işbirliğine gidebilmekteydi. 

Bununla beraber, muhalif grupların kendi içindeki örgütlenme sorunları, ülke dışından bekledikleri silah ve lojistik desteği alamamaları, Esad rejiminin bilinçli bir şekilde uyguladığı politikalar ve dışarıdan El-Kaide zihniyetine sahip daha 
fazla kişinin gelmesi ile beraber Suriye’de radikal örgütlerin etkisi giderek artmaya başlamıştır. 
Bu noktada muhaliflerin askeri ve lojistik destek alamaması, buna karşılık radikal örgütlerin hem askeri hem finansal açıdan üstün durumda bulunmaları 
ve Esad rejiminin uyguladığı bilinçli politikaların etkili olduğunu vurgulamak gerekir. 
Zira savaşma kabiliyeti yüksek, silah donanımı iyi ve finansal açıdan mensupları nı tatmin eden radikal örgütler, özellikle bazı bölgelerde saha hâkimiyeti ni ele geçirmekte zorlanmamış ve Esad rejiminin hareketsizliği de bu örgütlerin 
sahada elde ettikleri başarılarda önemli bir rol oynamıştır. 

Esad rejimi, bu örgütlerle doğrudan mücadele etmek yerine daha ziyade Özgür Suriye Ordusu’nun üzerine gitmeyi tercih etmiş ve bu durum da kaçınılmaz olarak söz konusu örgütlerin sahadaki kazanımlarını pekiştirmelerine yol açmıştır. Ilımlı muhalefet ise büyük ölçüde Suriye Ordusu’ndan kaçan askerlerin beraberlerinde getirdiği silahlarla ve dışarıdan alabildikleri sınırlı silah ve mühim mat desteğiyle hem Esad güçlerine hem de bu örgütlere karşı mücadele etmeye çalışmıştır. Dolayısıyla Suriye’deki iç savaşın uzamasıyla hem ülkeye gelen yabancı savaşçı sayısı artmış hem de ılımlı muhalefetin büyük ilerlemeler kaydedememesi nedeniyle radikal örgütlere yerel katılım artmıştır. Bu örgütler içindeyse hareket tarzı ve etkisi açısından IŞİD ön plana çıkmıştır. 

Buradan hareketle radikal örgütlerin gerek Irak gerekse Suriye’de etkisini arttırması, aslında öngörülemeyen bir gelişme değildi. Bu durum, öngörülebilir olduğu gibi, önlenebilirdi. Nitekim Irak’ta Maliki’nin kutuplaştırıcı ve özellikle 
Sünni Arapları sistem dışına iten politikaları önlenebilseydi, IŞİD’e yerel halk desteği günümüzdeki kadar olmaz ve IŞİD Irak içinde harekete geçmeye çalıştığında, ciddi bir Sünni Arap muhalefetiyle karşılaşırdı. Öte yandan, Suriye’de ılımlı muhalefet desteklense ve Esad rejiminin gerçekleştirdiği katliamlara karşı yaptırımlar uygulanabilseydi, IŞİD’in sahada kalıcı kontrolü 

söz konusu olmaz, örgüte özellikle yerel katılımlar düşük düzeyde kalabilirdi. Ancak Obama yönetimi, Irak ve Suriye’de radikalizmin artması sürecinde, genel Ortadoğu politikasıyla uyumlu olarak sürece müdahil olmamış ve deyim 
yerindeyse seyirci kalmıştır. Bu noktada sürece müdahil olmaktan kastedilen, Suriye ve Irak’ta Amerikan askeri müdahalesi değildir. Zira bu noktaya gelmeden çok sayıda politika alternatifi bulunmaktaydı ve bunlar uygulanmış olsaydı, bugün IŞİD’in söz konusu ülkelerde ve bölge genelinde oluşturduğu tehdit konuşulmayacaktı. 

4. IŞİD’le Mücadele Stratejisinin Arka Planı, 

IŞİD her ne kadar Irak kaynaklı ortaya çıksa da, esas kazanımlarını Suriye’de elde etmiş ve 2014 Haziran’ında Musul’u işgaliyle beraber Suriye ve Irak’ın bazı bölgelerinde saha hâkimiyetini ele geçirmiştir. IŞİD’in Suriye’de kontrolü altında 
bulundurduğu topraklar, muhaliflere yönelik saldırıları ve Irak’ta gerçekleştirdiği katliamlar ilk aşamada ABD ve uluslararası toplumun gündeminde fazla yer bulmamıştı. Bununla beraber, IŞİD’in Irak’ta ilerleyişini sürdürmesi ve ülkedeki etnik ve dini gruplara karşı gerçekleştirdiği katliamlar, kafa kesme şeklindeki infaz görüntüleriyle beraber IŞİD tehdidi konusunda farkındalığın artmasına neden olmuş ve Obama yönetimini harekete geçirmiştir. Nitekim hâlihazırda Nuri El-Maliki’nin politikaları nedeniyle parçalanmanın eşiğine gelen Irak’taki 
istikrarsızlık, IŞİD’in ilerleyişiyle beraber farklı bir noktaya gelmişti. Bunun üzerine ABD, Irak’ı parçalanmadan kurtarmak için daha önce kerhen destekledi ği Maliki’den desteğini çekmiş, Sünni Arap ve Kürt grupların desteğini almak 
amacıyla yeni bir başbakan belirlenmesi sürecini desteklemiştir. Bu bağlamda 30 Nisan 2014’te yapılan seçimlerden üç ay sonra Fuad Masum Cumhurbaşkanı olarak seçilebilmiş ve yeni Irak hükümeti yoğun pazarlıklar sonucunda seçimlerden ancak 5 ay sonra 2014 yılının Eylül ayında kurulabilmiştir. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 1

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 1






ORSAM Rapor No: 191 
Eylül 2014 
ISBN: 978-605-4615-91-9 
Ankara - TÜRKİYE ORSAM © 2014 

Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. 


Hazırlayanlar: 
Doç. Dr. Ferhat Pirinççi, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi 
Oytun Orhan, ORSAM Araştırmacısı 
Bilgay Duman, ORSAM Araştırmacısı 
ORSAM Rapor No: 191, Eylül 2014 


İçindekiler 
Takdim..............................................................................5 
Giriş..................................................................................7 

1. Bush’tan Obama’ya Kalan Sorunlu Miras: Irak ve IŞİD’e Giden Yol...9 
2. Arap Baharı, Obama’nın Kırmızı Çizgileri ve Suriye.........................9 
3. Radikalizmin Artması, IŞİD ve ABD............................................10 
4. IŞİD’le Mücadele Stratejisinin Arka Planı.....................................11 
5. Obama’nın IŞİD Stratejisinin Ana Hatları.....................................12 
6. IŞİD Karşıtı Koalisyon Oluşumu..................................................13 
7. ABD’nin IŞİD Stratejisinin Irak Bağlamında Değerlendirilmesi........13 
8. ABD’nin IŞİD Stratejisinin Suriye Bağlamında Değerlendirilmesi.....16 
Sonuç........................................................................................ 20 


ORSAM Rapor: 191, Eylül 2014 

TAKDİM 

Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) Irak’ta Musul’u ele geçirdikten sonra kısa süre içinde İran sınırına kadar uzanan bir bölgede hâkimiyet kurdu. Örgüt uzun süredir Suriye’de etkili olsa da Irak’taki kazanımları sonrasında ABD başta olmak üzere Batı’nın hedefi haline gelmiştir. Batı açısından bakıldığında dönüm noktası IŞİD’in Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) başkenti Erbil’in sınırlarına dayanması olmuştur. Bunun üzerine ABD ani bir kararla Irak’ta IŞİD mevzilerini havadan bombalamaya başlamıştır. Bu süreç kısa vadeli de olsa Iraklı Kürtler üzerindeki IŞİD tehdidini bertaraf etmiştir. ABD’nin havadan verdiği destek ve karadan Irak merkezi ordusu ile Peşmerge güçlerinin ilerlemesi ile IŞİD Irak’ta bir nebze olsun geriletilmiştir. 

Hava saldırıları ABD Genelkurmay Başkanı’nın ifade ettiği üzere IŞİD’in kısa vadeli taktiksel hedeflerinde değişiklik yapacak ancak IŞİD tehdidini kalıcı şekilde yok etmeye imkân sağlamayacaktır. 
ABD tarafından son yıllarda karşılaşılan en büyük tehdit olarak nitelenen IŞİD’in kalıcı olarak bertaraf edilmesi için ABD Başkanı Barack Obama 10 Eylül 2014 günü ülkesinin IŞİD’e yönelik stratejisini açıklamıştır. 
IŞİD’e yönelik hava saldırıları, terörle mücadele kapasitesinin artırılması, yerel güçlerin  desteklenmesi ve insani yardımın artırılması gibi başlıkları içeren 4 ayaklı planın başarılı olması için de NATO ve müttefiklerini devreye sokarak bir koalisyon oluşturulmuştur. Söz konusu süreç IŞİD’in geleceğini etkileyeceği gibi Irak ve Suriye’deki güvenlik durumu, siyasi ortam, insani boyut gibi açılardan kritik etkiler yaratacaktır. 

ORSAM tarafından yayınlanan elinizdeki rapor temel olarak iki noktaya odaklanmaktadır. Birincisi IŞİD’i ortaya çıkaran faktörler ile IŞİD’le mücadele için oluşturulan koalisyonun oluşum süreci. 
İkincisi IŞİD ile mücadelenin Irak ve Suriye bağlamında yaratacağı etkiler. “ABD’nin IŞİD Stratejisi ve Irak ile Suriye’ye Olası Yansımaları” başlıklı raporumuzun IŞİD meselesinin dünya gündeminin en üst sırasında yer aldığı şu günlerde tartışmalara ışık tutacağını umuyor ve kamuoyunun ilgisine sunuyor  uz. Keyifli Okumalar. 

Doç. Dr. Şaban Kardaş 
ORSAM Başkanı 
ORSAM 
Rapor: 191, Eylül 2014 
Hazırlayan: Doç. Dr. Ferhat Pirinççi, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi 
Oytun Orhan, ORSAM Araştırmacısı 
Bilgay Duman, ORSAM Araştırmacısı 

ABD’NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE’YE OLASI YANSIMALARI 

Giriş;





Irak 2003 işgalinden bu yana güvenlik ve siyasal istikrarsızlık sorunları ile boğuşmaktadır. İşgal sonrasında devletin tasfiyesi ile yaşanan otorite boşluğu, istikrarın bir türlü sağlanamamasına neden olmuştur. Sonraki süreçte merkezi otoriteyi ele geçiren güçlerin toplumun önemli bir kesimini dikkate almayan politikalar izlemesi merkez kaç kuvvetlerin güçlenmesine neden olmuştur. Merkezden umudunu kesen kesimler dışlanmışlık ve umutsuzluk duygusu içinde farklı siyasal arayışlara girmiştir. Suriye ise Arap Baharı sürecinin devamı olarak 2011 yılının Mart ayından bu yana muhalif hareketlerin merkezi otoriteye yönelik başta sivil sonradan silahlı boyut kazanan ayaklanmasına sahne olmaktadır. 
Uluslararası toplumun söylem düzeyinde sert ancak pratiğe dönüşmeyen politikaları neticesinde Suriye’deki ayaklanma etnik-mezhepsel boyutu ağır basan bir iç savaşa dönüşmüştür. Esad rejimi, uluslararası sistemin sağladığı rahat hareket alanından faydalanarak ayaklanmayı her türlü şiddet yöntemini kullanarak bastırmaya çalışmıştır. Bunun sonucunda yaklaşık 250.000 kişi hayatını kaybetmiş, ayaklanma öncesi 23 milyon olan nüfusun yarıya yakını ya iç ya da dış göçe maruz kalmıştır. Rejim ve muhalifler arası mücadele tam bir kördüğüme dönüşmüş ve ülkede kaotik bir ortam hüküm sürmektedir. 

Irak ve Suriye’de yaşanan istikrarsızlık, şiddet kullanımı ve siyasal dışlanmışlığın iki önemli sonucu olmuştur. Birincisi radikal düşünceye sahip gruplar açısından yeni bir savaş alanı doğmuştur. İkincisi, umutsuzluk duygusuna kapılan geniş halk kitleleri radikal gruplara katılmaya; en azından bu gruplara sempati duymaya başlamıştır. İşte bu sürecin ortaya çıkardığı sonuçlardan biri Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüdür. Kökeni Irak’ta işgal sonrası kurulan 
Irak El Kaidesi’ne dayanan IŞİD, Suriye iç savaşının yarattığı ortamdan faydalanarak kısa sürede ülkenin kuzey bölgesinde etkinlik kazanmıştır. 

Suriye’de kontrol ettiği kaynaklar ve savaştan elde ettiği silah gücünü Irak’ta kullanan örgüt, merkezi otoritenin politikalarından rahatsız kitlelerin desteğinden de faydalanarak kısa süre içinde Musul’dan İran sınırına uzanan bir hattı kontrol etmeyi başarmıştır. Bu döneme kadar IŞİD’e karşı eyleme geçmeyen Batı, örgütün Erbil sınırlarına dayanması ile karar değişikliğine gitmiştir. ABD’nin hava saldırıları ile başlayan süreç 10 Eylül 2014 tarihinde ABD Başkanı Obama’nın IŞİD’e yönelik dört ayaklı mücadele planını ilan etmesi ile devam etmiştir. ABD IŞİD ile mücadele planına müttefiklerini de dâhil ederek IŞİD’i yok etmeye yönelik uzun süreli bir mücadele başlatmıştır. 

Genel kabul IŞİD ile Irak ve Suriye’de birlikte mücadele etmeden yok edilmesi nin mümkün olmadığıdır. Dolayısıyla Irak ile başlayan hava saldırılarının Suriye ile devam etmektedir. IŞİD ile mücadele örgütü yok etmenin ötesinde mücadelenin yürütüleceği Irak ve Suriye’de güvenlik, siyasal ortam, insani durum gibi açılardan önemli etkiler yapması beklenmektedir. Bu çalışma da temel olarak bu soruya odaklanılmaktadır. Çalışmada ilk olarak IŞİD’in oluşumuna giden süreç ele alınacaktır. IŞİD’i doğuran en önemli faktörün Irak ve Suriye’deki istikrarsızlık ve merkezi otoritelerin dışlayıcı politikaları olduğu tespitinden hareket edilecektir. IŞİD’in doğuşu ve gelişimini ele alan bölümün ardından ABD başta olmak üzere Batı’nın IŞİD’e yönelik harekete geçme süreci ele alınacaktır. Bu kısımda ABD tarafından açıklanan IŞİD ile mücadele 
planının içeriği ele alınacaktır. Sonraki iki kısımda ise IŞİD ile mücadele planının Irak ve Suriye bağlamında etkileri değerlendirilecektir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

13 Ekim 2017 Cuma

MUSUL OPERASYONU VE MUSUL' UN GELECEĞİ Fırsatlar ve Riskler, BÖLÜM 2


Musul Operasyonu ve Musulun Geleceği Fırsatlar ve Riskler, BÖLÜM 2


3. MUSUL OPERASYONUNA İLİŞKİN TEMEL DİNAMİKLERİ

Irak’ta 2015-2016 yılları IŞİD’le mücadelenin yoğun bir biçimde yapıldığı yıllar olmuştur. Özellikle 2016 yılında Irak’ta IŞİD’e karşı büyük bir ilerleme sağlanmış, IŞİD’in elinde olan büyük şehir merkezlerinden Tikrit ve Anbar, IŞİD’den temizlenirken, 2016 yılının sonuna yaklaşıldığında büyük şehirlerden sadece Musul, IŞİD kontrolünde kalmıştır. Bununla birlikte, Beyci, Şirgat, Felluce, Rutba gibi IŞİD’in elinde tuttuğu önemli yerleşim bölgeleri de IŞİD’den temizlenmiştir. Musul’un yanı sıra Telafer, Havice ve Kaim, IŞİD’in kontrol altında tuttuğu yerler olarak kalmıştır.

Nihayetinde 17 Ekim 2016 tarihinde Musul operasyonu başlatılmış ve pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir.

Operasyona ilişkin ABD’li yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda Ekim 2016 tarihinin hedeflendiği pek çok kez ifade edilmiştir. Bu bağlamda Iraklı yetkili
makamların hazırlıklar tamamlanmadığı için Musul operasyonu konusunda istekli davranmadıkları, ancak ABD’nin Kasım 2016’da yapılacak Başkanlık seçimleri öncesinde operasyona başlanması için baskı kurduğu söylenmektedir.

Neredeyse Irak’taki hemen hiçbir bölgede ABD’nin hava desteği olmadan IŞİD’e karşı büyük bir ilerleme sağlanamadığı bir gerçektir. Tikrit operasyonu bu açıdan en büyük örneği teşkil etmektedir. ABD’nin hava desteği olmadan başlayan Tikrit operasyonunda Irak merkezi hükümeti, 3 ay sonunda ilerleme sağlayamamış; hatta sahadaki güçleri arasında koordinasyon da kopmalar, aksaklıklar ve sorunlar çıkmıştır. Bunun üzerine Irak merkezi hükümeti operasyonu durdurmak zorunda kalmıştır. Operasyon durduktan kısa bir süre sonra ABD’nin hava desteği ile yeniden başlatılan operasyon sonucu Tikrit alınabilmiştir. Bu nedenle ABD’nin öncelikleri ve yönlendirmesine uygun davranmak zorunda kalınmıştır. Bu durum sadece operasyonun başarısıyla ilgili değildir.

Irak merkezi hükümeti özellikle Erbil tarafından ortaya konabilecek aşırı istekler konusunda da ABD’nin bir denge rolü oynadığını bilmektedir. IKBY Başkanı Mesut Barzani’nin Ekim 2016’daki Bağdat ziyaretinin bunun bir göstergesi olduğunu söylemek mümkündür. ABD, Erbil’i Bağdat’la anlaşması için teşvik etmiştir. Barzani de ABD desteğinden mahrum kalmamak için Bağdat’la Musul operasyonu konusunda uzlaşmıştır. Bu nedenle hem Erbil hem de Bağdat, ABD ile uyum göstermek zorunda kalmıştır. Erbil ve Bağdat için bu durum bir tercihten çok zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Zira ABD’nin desteğindeki ağırlık merkezinin bir tarafın lehine kaymasının, dengeleri büyük oranda değiştirebileceği öngörüsü tarafta da hâkim düşüncedir.

Kısacası Musul operasyonunun zamanlamasındaki ilk tercihin ABD’de olduğu, ancak Erbil ve Bağdat’ın da buna uyum gösterdiğini söylemek mümkündür.
Operasyona 15.000 civarında Peşmerge ve 30.000 civarında Irak güvenlik gücünün katıldığı bilinmektedir. Bu güvenlik güçleri içerisinde Irak Ordusu çoğunluğu oluştururken, federal polis, yerel polis, terörle mücadele gücü, aşiret birlikleri de bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye tarafından Başika’daki kampta eğitilen ve Musul halkından oluşan Haşdi Vatani gücü de Irak Ordusu ile birlikte operasyona dahil olmuştur. Öte yandan Musul’a yapılacak operasyona katılıp katılmayacağı büyük tartışmalara yol açan Haşdi Şaabi, 1 Kasım 2016 tarihi itibariyle, Telafer’e doğru operasyon başlatmış ve Musul-Rakka arasındaki bağlantıyı sağlayan karayolunu kontrol etmiştir. Ayrıca Haşdi Şaabi,

Telafer’in çevresindeki köylerin büyük bölümünü IŞİD’den temizlemiş ve Telafer Havaalanı’nı kontrol ederek şehrin etrafını kuşatmıştır. Ancak Irak hükümetinden
yapılan açıklamada hem Telafer merkezine hem de Musul merkezine Haşdi Şaabi güçlerinin girmeyeceği belirtilmiştir.

Telafer’e Irak Ordusu’na bağlı 72 ve 92. alayların gireceği açıklanmıştır.
Musul’a yapılan harekâtta 5 yönlü bir plan ortaya konmuştur. Bu plana göre güneyde Gayyara’dan Hammam El-Alil ve Şura hattına, kuzeyden Musul Barajı’ndan hareket edilerek Tilkeyf hattına, doğudan Hazır- Bartılla-Başika hattına, güneydoğudan Hamdaniye-Başika hattına ve güneybatıdan Gayyara’dan Hammam El-Alil-Telafer hattına doğru ilerleme sağlanmıştır.

Irak Başbakanı Haydar El-Abadi, operasyonun ilk haftalarında beklenenden hızlı bir ilerleme sağlandığını açıklamıştır. Ancak büyük ilerleme Peşmergeler ve Irak
Ordusu’nun ortak operasyon hattında gerçekleşmiştir.

Özellikle Peşmergelerin ilerlediği doğu-batı hattında önemli bir ilerleme sağlanmıştır. Operasyon planlarına göre, Peşmergelerin Irak’ta tartışmalı bölgeler olarak bilinen ve Irak Anayasası’nın süresi geçmiş 140. maddesi kapsamına giren bölgelerin ötesine geçmeyeceği bilinmektedir.

Musul şehir merkezine sadece Irak merkezi hükümetine bağlı güvenlik güçlerinin girmesi planlanmaktadır. Peşmergeler operasyonun başlangıcından
itibaren Musul’un güneyinde bulunan Dicle nehrinin batısındaki Mahmur’dan başlayarak Musul’un kuzeyine doğru bir cephe açmış durumdadır. Peşmergeler bu hat doğrultusunda doğu-batı yönlü ilerleme sağlamıştır. Bu hat şehrin dış çeperini oluşturmaktadır. Bu bölgeler daha çok Kürt nüfusla birlikte azınlık nüfusun yaşadığı yerlerdir. Ancak bu bölge neredeyse insansız bölgelerdir; zira IŞİD’in 2014’te Musul’u işgal etmesinin ardından buradaki nüfusun büyük bölümü göç etmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle Peşmerge savaş alanında rahat ilerleme sağlayabilmiştir.

Bu bölgelerin bir kısmında Erbil ve Bağdat’ın anlaşmasına dayalı olarak Irak Ordusu da Peşmerge ile ortak operasyon güçleri oluşturmuştur.
Diğer taraftan Irak Ordusu da yine Musul’un güneyinde bulunan Dicle nehrinin batısındaki Gayyara’dan hareket etmiştir.
Gayyara’da bulunan hava üssü de aynı zamanda ABD öncülüğündeki koalisyonun operasyon merkezi konumundadır.
Irak Ordusu ve güvenlik güçleri buradan güney-kuzey yönünde ilerlemekte ve Dicle nehrinin kıyısından kuzeye doğru önemli bir koridor açmıştır. Irak güvenlik güçleri operasyonu kuzeye doğru genişletirken, aynı zamanda batı ve doğu cepheleri de ortaya çıkmıştır. Peşmerge arkasını güvenli bölgeye, yani Erbil’e dayamış ve batı yönlü hareket etmiştir.

Öte yandan 21 Ekim 2016 tarihinde ABD Savunma Bakanı Ashton Carter’ın Türkiye ziyareti sonrasında Türkiye’nin Musul operasyonuna ilişkin pozisyonu netleşmiştir.
ABD Savunma Bakanı Carter ziyaret sonrası yaptığı açıklamada, Türkiye’nin operasyona dahil olmasını istediklerini ve Türkiye ile Irak merkezi hükümeti arasında derin bir krize yol açan Başika meselesi konusunda her iki ülkenin prensipte anlaştığını açıklamıştır. Bu kapsamda Türkiye, Musul operasyonunda aktif rol almıştır. Zira Türkiye, IŞİD’e karşı yapılan hava operasyonlarına destek vermeye başlamıştır.

Ayrıca istihbarat, lojistik ve askerî yardım desteği sağlanmıştır. Türkiye’nin Başika’daki askerî varlığı tartışılırken, Türkiye Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve siyasi birliğinin sağlanması konusundaki hassasiyetlerini korumuştur.

Bu nedenle Türkiye’nin Başika’daki askerî varlığı, sadece Irak’ın terörle mücadelesine bir destek olarak algılanmalıdır. Zira Başika’daki Türk varlığı, ABD Başkanı Barack Obama’nın 2014 Eylül’ünde açıkladığı, IŞİD’le mücadele stratejisi kapsamında görev yapmaktadır.

Başika’daki Türk varlığı IŞİD’e karşı mücadele ederken aynı zamanda IŞİD’e karşı savaşan gruplara da eğitim desteği sağlamıştır. 




Nitekim Türkiye’nin Başika’da eğittiği gruplar operasyonda yer almaktadır. Irak tarafı da bu gücün operasyona katılmasına onay vermiştir. Bu bir anlamda
Türkiye’nin Başika’daki varlığının kabullenildiğinin bir göstergesi olarak ifade edilebilir. Türkiye’nin hiçbir şekilde ne Irak’ta ne de başka bir ülkede toprak kazanma hedefi yoktur. Bu nedenle Türkiye Başika’daki askerî varlığı ile kendi korumasını sağlamıştır. Nitekim Türkiye, Başika’daki kampa yapılan IŞİD saldırılarında şehit bile vermiştir. Başika çevresinde Türkiye’nin IŞİD’e karşı yaptığı saldırılarda 700’e yakın IŞİD üyesinin öldürüldüğü bilinmektedir. Türkiye, Musul operasyonunda uluslararası koalisyon güçleri ve Irak güvenlik güçleri ile koordineli olarak hareket etmiştir lamıştır. Nitekim Türkiye’nin Başika’da eğittiği gruplar operasyonda yer  almaktadır.

Irak tarafı da bu gücün operasyona katılmasına onay vermiştir. Bu bir anlamda Türkiye’nin Başika’daki varlığının kabullenildiğinin bir göstergesi olarak ifade
edilebilir. Türkiye’nin hiçbir şekilde ne Irak’ta ne de başka bir ülkede toprak kazanma hedefi yoktur. Bu nedenle Türkiye Başika’daki askerî varlığı ile kendi korumasını sağlamıştır. Nitekim Türkiye, Başika’daki kampa yapılan IŞİD saldırılarında şehit bile vermiştir. Başika çevresinde Türkiye’nin IŞİD’e karşı yaptığı saldırılarda 700’e yakın IŞİD üyesinin öldürüldüğü bilinmektedir. Türkiye, Musul operasyonunda uluslararası koalisyon güçleri ve Irak güvenlik güçleri ile koordineli olarak hareket etmiştir.

4. SONUÇ: RİSKLER VE FIRSATLAR

Musul operasyonu, birçok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Operasyona katılan ve katılacak taraflar üzerinde yaşanan tartışmaların yanı sıra, operasyonun zamanlaması, operasyon planları, operasyon sırasında yaşananlar, insani problemler gibi pek çok konu riskler ve fırsatlar ortaya çıkarmaktadır. Operasyona katılan ya da destek veren bütün taraflar, Musul’un IŞİD’den kurtarılacağı konusunda hem fikir görünürken, ortaya çıkan risk ve fırsatlar konusunda taraflar arasında ayrışmalar yaşanmaktadır. Bu noktada özellikle, IŞİD sonrası süreçte Musul’un geleceği konusunda yaşanan tartışmalara ışık tutmak yerinde olacaktır.

Öncelikle Musul operasyonu sonrasında Musul’un idari yapılanmasının nasıl olacağı konusundaki belirsizlik devam etmektedir. Irak Parlamentosu, IŞİD’in
Musul’da çıkarılması sonrasında Musul’un idari sınırlarının değişmeyeceğine yönelik bir karar alsa da bu konuda bir kesinlik söz konusu değildir. Dolayısıyla en temel soru, IŞİD sonrası Musul’un kim tarafından ve nasıl yönetileceğine ilişkindir.

ABD’nin dahi IŞİD sonrası Musul için hazırlık yaptığı bilinmektedir. Musul eski Valisi Etil Nuceyfi, 6 ya da 8 ilçenin vilayete dönüştürülerek Musul’un federal
bölge olarak yönetilmesi konusunda projeler ortaya atmıştır. ABD Kongresi de daha çok azınlıkların yaşadığı, Duhok ile Erbil sınırındaki ilçeleri kapsayan bölge
için “federal bölge taslağı” hazırlamıştır.

Ancak bu bölgenin IKBY tarafından da istendiği ve “Kürdistan Bölgesel Yönetimi dışındaki Kürdistani bölgeler” olarak anıldığı bilinmektedir. Nitekim Musul operasyonunun başlamasıyla bu bölgelerdeki kontrol tamamen Peşmergelere geçmiştir. IKBY Başkanı Mesut Barzani de Peşmergelerin ele geçirdiği yerleri bırakmayacağı, bunun için gerekirse savaşacaklarını ifade eden açıklamalar yapmıştır. Öte yandan Sincar ve Telafer’in geleceği konusunda da belirsizlikler sürmektedir. 2014 yılının Ocak ayında Irak Bakanlar Kurulu tarafından Telafer’in il olmasına yönelik çıkarılan kararın yeniden gündeme getirilebileceği konuşulmaktadır. Ayrıca, IKBY’nin Sincar’ı da sınırları içerisine almak istediği bilinmektedir. Ancak mevcut durum itibariyle Sincar’ı terör örgütü PKK ve PKK’nın desteklediği grupların kontrol ediyor olması, IŞİD sonrası süreçte Sincar konusunda sıkıntılar yaşanabileceğini gösterir niteliktedir.

Musul’un kontrol altına alınması sonrasında en önemli konulardan biri de Musul’un güvenliğinin sağlanması olacaktır. Şehrin kontrolü IŞİD’den geri alınsa bile, IŞİD’in Musul içerisinde bir tabanı olduğu bir gerçektir.

Bu nedenle IŞİD sonrası süreçte, Musul’daki IŞİD’e yönelik yapılacak tespit ve soruşturmalar konusunda sıkıntılar yaşanabilecektir. Irak güvenlik güçlerinin
halk üzerinde baskı yaratması durumunda Musul’un güvenliğinin sağlanması konusunda sıkıntılar yaşanabilir. Bu nedenle Musul’un güvenliğini sağlayacak gücün daha çok Musul halkından oluşması Musul’da dengenin sağlanması konusunda faydalı olabilir.

Operasyona uluslararası koalisyon güçlerinin eğittiği Irak güvenlik güçleri de katıldığı dikkate alındığında, Musul operasyonu bu güçlerin sınavı da olacaktır. Burada sadece Musul’un IŞİD’den geri alınması değil, Musul’un korunması ve muhtemel çatışmaların da önüne geçilmesi önemli olacaktır. Sayısal çoğunluktan öte IŞİD’e karşı savaşan güçlerin askerî yeterliliği de ortaya çıkacaktır. Zira Musul operasyonuna katılan Irak güvenlik güçlerinin yeterli oranda eğitim almadığı ve tecrübesiz oldukları yönünde tartışmalar da bulunmaktadır.

Bu bağlamda IŞİD’in kullandığı farklı yöntemler, Musul operasyonuna katılan Irak güvenlik güçlerinin IŞİD’le savaşmadaki yeterliliğinin sorgulanmasına yol açmıştır.
Özellikle tünelleri kullanarak güvenlik güçlerine verdiği karşılık, zaman zaman beklenmeyen, şaşırtıcı eylemler olarak ortaya çıkmaktadır. IŞİD’le savaşta sadece doğrudan savaş yöntemleri yeterli görünmemektedir. Bu nedenle Musul’un IŞİD’den kurtarılması sonrasında şehrin güvenliğinin sağlanması, etkili yöntemlerin belirlenmesi ve terör unsurlarının sıkı takibi önemlidir.

Ayrıca IŞİD’in Musul şehrinin dış çeperinde değil, daha çok şehir merkezinde ana savaş için hazırlık yaptığı söylenmektedir.
Bu nedenle merkeze yaklaştıkça çatışmaların artması ve ilerlemenin zayıflaması beklenmektedir. Hatta zaman zaman IŞİD’in geri kazanım sağlayabileceği bölgeler ortaya çıkabilir. Musul’daki yaklaşık 1 milyon sivil nüfus da hesaba katılmalıdır.

Bu nedenle şehir merkezine yaklaştıkça hava operasyonları konusunda da sıkıntı yaşanabilir. 

Zira sivil bölgelerde yapılacak hava operasyonlarında sivil kayıpların yaşanmaması için daha dikkatli davranılması gerekmektedir. Aksi takdirde büyük sivil ölümlerine ve insani krizlere yol açılabilir. Sivil kayıpların önüne geçmek için aynı zamanda terörist saldırılar da engellenmelidir.
Musul operasyonunu çevresinden bağımsız düşünmemek gerekmektedir. Musul şehir merkezinin alınması, Musul operasyonunun sonuna gelindiğini göstermeyecektir.

Önemli olan Musul’daki istikrarın sağlanmasıdır. Musul operasyonunun başlamasından daha bir hafta geçmeden Kerkük’te yaşanan IŞİD baskını önemli
bir mesajdır. Musul’dan çok daha küçük bir yer olan Kerkük’ün ilçesi Havice’deki IŞİD varlığı temizlenmeden operasyona başlanmıştır. IŞİD’in başka bölgelerdeki
uyuyan hücrelerini de harekete geçirmesi muhtemeldir. Bu nedenle beklenmeyen gelişmeler yaşanabilir.

Musul operasyonu sonrasında insanların güvenli bir biçimde yerlerine dönmesi ve savaş alanlarının yeniden inşası en önemli konulardan biridir. Ayrıca bir arada yaşamın sürdürülmesi için zemin oluşturulmalıdır.
Öte yandan her ne kadar Haşdi Şaabi’nin Telafer şehir merkezine yönelik operasyona katılmayacağı ve sadece Irak Ordusunun Telafer şehir merkezine gireceği söylense de Irak Parlamentosu’nda kabul edilen Haşdi Şaabi yasasıyla birlikte, Haşdi Şaabi’nin Irak Ordusu’nun bir parçası haline getirilmiş olması, ordu kisvesi altından Telafer’e sokulacağı endişelerini beraberinde getirmektedir. Haşdi Şaabi’nin mezhepsel bir tavırla Telafer’de operasyon yapması, Telafer operasyonun sonuçları itibariyle olumsuzluklara yol açabileceği endişesine yol açmaktadır. Bu durum, IŞİD öncesinde Şii ve Sünni Türkmen nüfusun bir arada yaşadığı Telafer’deki dengeyi bozacağı gibi, Türkmenler arasında ayrışmalara ve mezhepsel çatışmalara yol açabilecek niteliktedir.

Irak’taki siyasi ayrışmaların bir yana bırakılıp IŞİD ile ortak mücadele edilmesi risklerin ortadan kaldırılması için önemli olacaktır. Musul operasyonu, belki de ilk
kez Irak merkezi hükümetine bağlı güvenlik güçleri ve Peşmergelerin ortak operasyonlarına sahne olmuş ve başarı sağlanmıştır.

Bu nedenle IŞİD sonrası süreçte de aynı dayanışma ve işbirliğinin sağlanması, terörün bitirilmesi, ülke güvenliğinin sağlanması ve istikrarı açısından faydalı olacaktır.
Bu durum Irak’taki ayrışmaların da önüne geçebilir. IŞİD’in elinden alınan yerlerdeki güvenliğin net olarak sağlanması ve örgütün aynı bölgeleri tekrar ele
geçirmesinin engellenmesi de IŞİD ile mücadelede kritik bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. IŞİD’e karşı operasyonların sürekliliği ve devamlılığının sağlanması gerekmektedir. 

Operasyon sürekliliği, IŞİD ile savaşan taraflar arasında yüksek düzeyli bir koordinasyonu zorunlu kılmaktadır.
Ayrıca aynı mücadelenin ulusal sınırların da dışına taşınması, Irak’taki güvenlik ve istikrarın güçlendirilmesi konusunda faydalı olacaktır. Uluslararası koalisyonun yanı sıra Irak’ın da tüm unsurlarıyla içerisinde yer aldığı bölgesel bir işbirliğiyle mücadele konseptinin geliştirilmesi önemlidir.

Bununla birlikte yerel düzeyde de işbirliği ve dayanışmanın sonuç verdiği görülmektedir.
Nitekim Irak hükümeti, ABD’nin de desteğiyle IŞİD’in etkinlik kurup kontrol sağladığı Anbar, Diyala ve Selâhaddin gibi vilayetlerde, örgüte karşı olan Sünni Arap aşiretleriyle anlaşma yoluna gitmiştir. Örneğin Selâhaddin’de, pek çok aşiret bir araya gelerek IŞİD’e karşı birleşik bir cephe oluşturmuştur. Bundan doğan coğrafi ayrışmanın IŞİD sonrası dönemde gruplar arasında bir mücadele ye yol açmasını engellemek için farklı unsurlar arasındaki uyumun sağlanması son derece önemli olacaktır.

Ancak IŞİD zihniyetinin Irak’ta yerleştiği de akılda tutulmalıdır. Zira IŞİD zihniyetinin ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrası ülkede etkinlik kazandığı bir gerçektedir.
2003 sonrası Irak’ta farklı isimlerde etkinlik kuran örgütün yerelden önemli ölçüde destek aldığı da bilinmektedir. Bu noktada Sünnilerin siyasi sürece entegrasyonu son derece önemlidir. Mevcut durumda IŞİD’in hakimiyetindeki bölgelerde yaşayan Sünni halkın, IŞİD’in harekâtı öncesi Irak merkezi hükümetine yönelik gösterilerinde dile getirdikleri taleplerin dikkate alınması, mezhepsel ya da intikam duygularıyla hareket edilmemesi önemli olacaktır.
Irak’taki Sünniler üzerinde Nuri El- Maliki hükümetlerinin yarattığı baskının, IŞİD’in yeniden yeşermesine sebep olduğu düşünüldüğünde IŞİD’i bertaraf etmek için onu ortaya çıkaran faktörlerin kaldırılması gerekecektir. IŞİD’in Sünni bölgelerde etkinlik kazanmasında toplumsal, siyasal ve hatta ekonomik faktörlerin etkisi göz önüne alındığında, askerî tedbirler yanında toplumsal, siyasal ve ekonomik reformların yapılması da örgütle mücadelede büyük önem taşımaktadır.

Bu noktada Irak’taki federalizm daha gevşek bir yapıya kavuşturularak Sünnilere, en azında hâkim oldukları bölgelerde, daha fazla özerklik imkânı tanıyacak bir idari yapının ortaya konması gerektiği konusundaki talepler dikkate alınmalıdır.

Örneğin Irak Başbakanı Haydar El- Abadi’nin hükümet programında açıkladığı üzere, her vilayetin kendi halkından oluşacak ve bulunduğu vilayeti korumakla
sorumlu olacak “Ulusal Muhafız Gücü” kurulması planı buna işaret etmektedir.

Fakat Irak’taki yeniden milisleşme eğilimi, Şiiler dışındaki kesimi tedirgin etmektedir.

Irak’taki milisleşmenin, merkezi yönetimin kontrol ve gücünü zayıflatacağından endişe edilmektedir. Bu nedenle IŞİD’le mücadelede sistematik ve kapsamlı bir
yaklaşımın sergilenmemesi durumunda, IŞİD bitirilse bile farklı çatışma dinamiklerinin ortaya çıkması ihtimalleri dikkate alınmalıdır.

Diğer taraftan Irak’taki siyasi kriz ve istikrarsızlığın devam etmesinde IŞİD’le mücadele açısından bir risk oluşturmaktadır.
Irak Başbakanı Haydar El-Abadi üzerindeki siyasi baskı devam etmekte ve Abadi’nin bir türlü gerçekleştiremediği reformlar masada durmaktadır. Bu kapsamda Irak siyasetinde hükümetin yeniden şekillendirilmesi ve bakanların değiştirilmesi konusu ana gündem maddesi haline gelirken, Bağdat’ta Temmuz 2016’da yaşanan patlama sonrasında Irak İçişleri Bakanı istifa etmiş, sonrasında haklarındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle Savunma ve Maliye bakanları görevden alınmıştır. IŞİD’le mücadelenin temelini güvenlik konusu oluşturduğu düşünüldüğünde, güvenlik temelli bakanlıklarda yaşanan bu boşlukların risk olarak ortaya çıktığı görülmektedir.

Grupların arasındaki problemlerin yanı sıra, her grubun kendi içerisinde de büyük problemler bulunmaktadır. Daha açık bir ifadeyle 2014 seçimlerine kadar neredeyse Şii, Sünni ya da Kürt olarak grup halinde hareket eden bütün kesimlerin içerisindeki siyasi partiler, 2014 seçimleriyle birlikte giderek ayrışmıştır.  
Bu noktada Şii, Sünni ya da Kürt siyasi partilerin aralarındaki problemlerin yanı sıra, kendi içlerinde de bir uzlaşmadan bahsetmek mümkün değildir.
Ayrıca Erbil ve Bağdat arasındaki kriz çözülemediği gibi, ülke ciddi bir ekonomik darboğaza sıkışmış durumdadır.
Ekonomik sıkıntılar aynı zamanda siyasi krizlerin çözümünü de sekteye uğratmaktadır.
Bu nedenle Musul’un ve genel olarak Irak’ın IŞİD sonrası süreçte siyasal, ekonomik ve sosyal reformları gerçekleştirmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu noktada IŞİD sonrası süreç için IŞİD’den temizlenen bölgelerin yeniden imarı ile sosyal, siyasal ve ekonomik entegrasyon, ulusal uzlaşı ve işbirliği projelerinin hazırlanması yerinde olacaktır

http://www.orsam.org.tr/index.php/orsam/reports?s=orsam|turkish

***

MUSUL OPERASYONU VE MUSUL' UN GELECEĞİ Fırsatlar ve Riskler, BÖLÜM 1


MUSUL OPERASYONU VE MUSUL' UN GELECEĞİ Fırsatlar ve Riskler, BÖLÜM 1


MUSUL OPERASYONU VE MUSUL’UN GELECEĞİ: FIRSATLAR VE RİSKLER

ORSAM Rapor No: 206 Ocak 2017
Ankara - TÜRKİYE ORSAM © 2017
Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarıncakaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızınkullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM’ın
kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.

Hazırlayan:
Bilgay Duman, 
Ortadoğu Araştırmacısı, ORSAM






İçindekiler
Takdim....................................................................................5

1. GİRİŞ ................................................................................ 7

2. IŞİD ÖNCESİ MUSUL’DA SİYASİ VE GÜVENLİK DURUMU ............9
3. MUSUL OPERASYONUNA İLİŞKİN TEMEL DİNAMİKLERİ ..............14
4. SONUÇ: RİSKLER VE FIRSATLAR .............................................19

TAKDİM

Irak’ta 2014’ten bu yana etkinliğini sürdüren, ancak 2015 ve 2016’te büyük oranda toprak kaybeden IŞİD’in elinde kalan, Irak’taki son büyük şehir merkezi Musul’a yönelik operasyon 17 Ekim 2016 tarihinde başlamıştır. Operasyon başlasa dahi Musul etrafında yapılan tartışmalara hala büyük bir belirsizlik hakimdir. 

Mesela, Musul operasyonunun ne zaman ve nasıl sonlandırılacağı konusunda net bir takvim ortaya konamamaktadır.
Musul’un çevresi temizlenmeden ve IŞİD’in destek ve lojistik destek hatları kesilmeden başlatılan operasyonun başarısı konusunda şüpheler bulunmaktadır.
Öte yandan operasyona katılan güçler konusunda da uzun süre tartışma yaşanmıştır. Irak güvenlik güçleri ve peşmergelerin nasıl pozisyon alacağıyla birlikte, Haşdi Şaabi ve Musul eski Valisi Etil Nuceyfi’nin liderliğindeki Ninova Muhafızları adlı yapının operasyondaki varlığı da uzun süre tartışılmıştır. 
Bununla birlikte Türk askerinin de bulunduğu Başika Üssü’nün statüsü de Musul operasyonu konusundaki temel tartışmalı konulardan biri olmuştur. 

Ancak ABD’nin inisiyatif almasıyla Erbil ve Bağdat’ın ortak operasyon yapma yönünde aldıkları karar sonrası, bütün tartışmalara rağmen operasyon başlatılmıştır.
Operasyon başlamasına rağmen operasyona katılan güçler, operasyonun planları, ilerlemehızı ve daha da önemlisi operasyon sonrası Musul’un siyasi ve idari geleceğine ilişkin tartışmalar gündemin ana konularıdır. Özellikle operasyon sonrası Musul’daki güvenliğin nasıl sağlanacağına yönelik tartışmalarla birlikte, 
Musul’un yeniden yapılandırılması,sosyal, siyasal, idari ve ekonomik dengenin sağlanması, göç etmek durumunda kalan Musul halkının nasıl ve hangi şartlarda 
geri dönebilecekleri gibi konular gündemi meşgul etmeye devam edecek gibi görünmektedir.

Elinizdeki bu rapor da Musul’un IŞİD öncesi siyasi ve idari durumuna ilişkin geniş bir çerçeve ortaya koyarken, Musul operasyonu öncesi siyasi-askeri durumu da
özetlemektedir. Bununla birlikte operasyonun temel dinamiklerini geniş bir şekilde ele alırken, operasyonun Musul ve Irak için ortaya çıkardığı riskler ve fırsatlar konusunda bir perspektif sunmaktadır. İlgiyle okumanızı diliyorum.

Doç. Dr. Şaban Kardaş
ORSAM Başkanı

Hazırlayan: Bilgay Duman, Ortadoğu Araştırmacısı, ORSAM
MUSUL OPERASYONU VE MUSUL’UN GELECEĞİ: FIRSATLAR VE RİSKLER

1. GİRİŞ

ABD’nin 2003’te Irak işgalinin ardından kurulan siyasi yapı içerisinde federal bir yönetim tarzı benimsenmiş ve Irak halkının alışık olmadığı bir biçimde iktidar
gücü yerelleşmiştir; yani merkezi yönetimle birlikte federal bölgeler ve il yönetimleri pek çok konuda özerkliğe kavuşmuştur.
Gelinen noktada bu yapı Irak’taki etnik, dinî ve mezhebî ayrışmaları körüklerken, coğrafi olarak da fiilî bölünmeler ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla ABD’nin Irak’ı işgaliyleberaber ortaya çıkan yapının, çatışma dinamiğini beraberinde getirdiğini söylemek mümkündür. 

Örneğin Musul, Anbar, Selâhaddin gibi illerde Sünniler ana güç olurken, Basra, Meysan, Zikar, Babil, Necef, Kerbela, Kadısiye, Musennâ ve Vasit’te
Şiiler yönetici konumu tekil olarak ele almıştır.

Öte yandan Erbil, Süleymaniye ve Duhok’u içerisine alan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) de başlı başına bir güç haline gelmiştir. Irak’ta “ulusal birlik
hükümetleri” olsa da yerel yönetimler üzerindeki ayrışma merkezi yönetime de sirayet etmiştir. Bu açıdan yerel politika Irak’taki merkez siyaseti de doğrudan etkilerkonuma gelmiştir. Özellikle Irak’ta Şiilerin hâkim olduğu merkezi hükümet ile Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı Musul, Tikrit, Anbar gibi vilayetlerin yönetimleriarasındaki çekişmeler, zaman zaman Irak siyasetinin belirleyicisi olmuştur.

Nuri el-Maliki’nin başbakanlığı döneminde Sünniler üzerine uygulanan baskıcı politikalar, Sünnilerin siyasi sürecin dışında kalmış olması veya bunu tercih etmiş
olmaları, Sünnilerin kendi içerisinde bir liderlik mücadelesinin ortaya çıkması ve bütüncül bir Sünni liderliğinin ortaya çıkamamış olması, merkezi hükümetin Musulüzerine kurduğu baskıyla beraber oradaki yerel unsurların daha çok illegal veya siyaset dışı yöntemlere yönelmesi gibi sebepler, Sünnilerin Irak merkezi hükümetineinancını azaltmış ve bir alternatif arayışına yöneltmiştir. Sünnilerin hâkim olduğu bölgelerdeki yerel yönetimler, Irak merkezi hükümetine karşı ciddi bir muhalefetiçerisinde olurken, zaman zaman bu durum silahlı çatışmalara dönüşmüştür.

Bu ortam içerisinde IŞİD kendisine yer bulmuş, 2014’ten önce kısmi hâkimiyet sağladığı Sünni Arapların yaşadığı bölgelerde, Haziran 2014’ten itibaren hâkim
güç konumuna gelmiştir. IŞİD, Haziran 2014’te Musul’u işgal etmiş ve Irak’ın üçte birinden fazla bir alanda denetim sağlayarak “İslam Devleti” ilan ettiğini açıklamıştır.

Aynı zamanda IŞİD’in Suriye’de de denetim sağlaması, diğer ülkelerdeki El- Kaide bağlantılı terör örgütlerinin IŞİD’e biat etmeleri ve IŞİD’in özellikle Batı ülkelerindeterör eylemleri gerçekleştirmesi, IŞİD meselesini küresel bir mesele haline getirmiştir.

2014 Haziran’ından sonra başlayan IŞİD’le mücadelede 2016 yılı itibariyle büyük oranda başarı sağlanmış, IŞİD’in Irak ve Suriye’de ele geçirdiği toprakların
büyük bölümü kurtarılmıştır. IŞİD’in “İslam Devleti’nin başkenti” olarak ilan ettiği Musul’a yönelik olarak da 17 Ekim 2016 tarihinde büyük bir operasyon başlatılmıştır.
Musul, IŞİD’den askerî olarak temizlense bile, Musul’un siyasi ve idari geleceği konusunda uygulanacak politika, Irak’ın geleceğini de doğrudan etkileyecek
niteliktedir. Bu nedenle Musul özelinde IŞİD öncesi durumun temel dinamikleri hatırlanarak Musul operasyonu ve sonrasında ortaya çıkabilecek riskler ve fırsatlarınortaya konmasını faydalı olacaktır.

2. IŞİD ÖNCESİ MUSUL’DA SİYASİ VE GÜVENLİK DURUMU




Nuri El-Maliki, 7 Mart 2010’da yapılan genel seçimlerden 9 ay sonra hükümeti kurmasının ardından Sünni Arapların gücünü bölmek amacıyla özellikle Musul’da bazıSünni siyasi grupları yanına çekmeye çalışmıştır.

Musul’da 2009’da yapılan il meclisi seçimlerinde Hadba listesiyle ilk sırayı alan Nuceyfi grubunun Musul’da en etkili güç olması ve Irak genel siyaseti içerisinde
de Nuri el-Maliki’ye karşı Kürtlerle işbirliği yaparak en sert muhalefeti göstermesi, Maliki’nin de Musul’da Nuceyfileri zayıflatma girişimlerine yol açmıştır. Maliki,Musul Valisi Etil Nuceyfi’ye de istifa çağrısında bulunmuştur. Bu arada, Irak merkezi hükümetinin Aralık 2012’de başlayan Sünni Arapların yoğun olarak yaşadığı illerdeyapılan protesto gösterilerine karşı sertlikle karşılık vermesi ve Sünni Arap siyasetçilere yönelik suçlamalar, Sünnilerin Maliki’ye tepki duymasına yol açmıştır.

Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El- Haşimi’ye yönelik gıyabında verilen idam kararı ve Eylül ayının ilk 10 günü bitmeden yaşanan şiddet eylemleri nedeniyleEylül 2012, Irak tarihine özel ve karanlık bir iz bırakmıştır. Tarık El-Haşimi’ye yönelik Şiilere karşı “ölüm mangaları” kurduğu ve terör eylemlerine yol açtığı iddiasıyla19 Aralık 2011’de hakkında açılan soruşturma sonrası kurulan mahkeme, 8 Eylül 2012 Pazar günü kararını vererek, Haşimi hakkında gıyabında idam kararı vermiştir.
Hakkında mahkeme başlamadan önce tutuklama kararı çıkmasıyla IKBY’de bir süre kaldıktan sonra Katar’a giden Haşimi, Nisan 2012’de Katar’dan Türkiye’ye
geçmiş, Türkiye de kendisine oturma izni vererek konut ve koruma tahsis etmiştir. 8 Mayıs 2012’de Haşimi için İnterpol tarafından “kırmızı bülten” çıkarılmış olsa da Türkiye, Haşimi’yi kendi istemediği sürece ülkesine teslim etmeyeceğini, Haşimi’nin dilediği kadar kalabileceğini açıklamıştır.
Tarık El-Haşimi hakkında gıyabında 5 kez idam cezası kararı verilmiştir.
Tarık eEl-Haşimi’den sonra Sünni Arapların önde gelen liderlerinden biri olan Irak Maliye Bakanı Rafi El-İsâvi’ye yönelik de adli süreç başlatılmıştır. 20 Aralık 2012’de Irakiye listesinin Sünni liderlerinden Irak Maliye Bakanı Rafi El-İsâvi’nin Felluce’deki evine ve Bağdat’taki ofisine “anti terör” kapsamında baskın yapılarak 150’ye yakın korumasının Irak hükümeti tarafından tutuklanmasının ardından yükselen gerginlik, Musul’daki bir hapishanede Irak Ordusu’na bağlı bir subayın genç bir kıza tecavüz ettiğinin ortaya çıkmasıyla üst seviyeye ulaşmıştır. Diyala’daki bir hapishanede de Sünni Arap bir tutuklunun işkence sonucu hayatı kaybetmesi gerginliği bir adım daha öteye taşımıştır.

Rafi El-İsâvî’nin evine ve ofisine düzenlenen operasyonun Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’ye bağlı özel birlikler tarafından yapıldığının iddia edilmesi üzerine, hükümet muhalifleri 21 Aralık 2012 Cuma günü Cuma namazı çıkışında Anbar’da (Ramadi ve Felluce) gösteriler başlatmıştır.

Anbar’daki gösteriler gittikçe yayılmış Tikrit (Samarra ve Beyci), Musul, Diyala (Bakuba ve Celevle) ve Kerkük’te Maliki aleyhine protesto gösterileri yapılmıştır.
Maliki’nin önce bu gösterilere sert karşılık vererek gösterilerin yapılmasına izin vermemesi, halkın gösterilere katılımını engelleyecek önlemler alınması ve Maliki’nin yaptığı açıklamalar, göstericilerin ana unsuru olan Sünni Arapların gösterilere ilgisini ve desteğini arttırmıştır. Özellikle 28 Aralık 2012 Cuma günü Anbar’da yapılan gösteriler son derece büyük olmuş, binlerce insan gösterilere katılmıştır. Tutukluların salıverilmesi, genel af ilan edilmesi gibi taleplerin yüksek sesle istendiği gösteriler sırasında eski (Saddam Hüseyin dönemine ait) Irak bayrakları açılmış, “Irak Baharı”, “Irak’ta Sünni Baharı” gibi sloganlar atılmıştır. Ayrıca Kürt gruplar da bu gösterilere destek vermiş ve Anbar’daki gösterilerde Kürt bayrakları da açılmıştır.

Gösterilerden açılan bazı pankartlarda Sünnilerin “IKBY gibi özerk yönetim” talep ettikleri görülmüştür.

Öte yandan Musul’da da Maliki karşıtı gösteriler Sünni Araplar tarafından güçlü bir biçimde devam etmiştir. Musul Üniversitesi ve Ahrar Meydanı’nda yapılan
gösterilere katılım büyük olmuştur. Irak Ordusu ve polisi Musul’da güvenlik önlemlerini arttırmış, halkın yaşadığı mahallelerden çıkışı yasaklanmış, yollar kapatılmıştır.
Hatta Musul Üniversitesi içerisine Hummer tipi zırhlı araçlar ve tanklar yerleştirilmiştir. Irak güvenlik birimlerinin göstericilere karşı sert müdahalelerde
bulunmuş, göstericilerin arasına zırhlı araçlarla girdikleri ve göstericilere ateş açmıştır. 7 Ocak 2013 Pazartesi günü Musul’daki Ahrar Meydanı’nda yapılan gösterilerde Irak güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 6 kişi yaralanmış, göstericilere ateş açılması sonucunda da 2 kişi hayatını kaybetmiştir.

Muhalifler ve göstericilere itidal çağrısı yapan Nuri El-Maliki, siyasi süreci baltalamak isteyenlere imkân tanınmamasını isteyerek göstericilerin taleplerinin bazılarının değerlendirilebileceğini açıklamıştır.

Bunun üzerine 14 maddelik bir talep bildirisi yayınlayan göstericilerin istekleri arasında;

• Tutuklu erkek ve kadınların serbest bırakılması,
• Uluslararası toplumun çağrıları doğrultusunda idam hükümlerinin infazının durdurulması,
• Mukaddes mekânların yönetimiyle ilgili yasal düzenlemelerin gözden geçirilmesi,
• Terörle Mücadele Kanunu’nun 4. Maddesi’nde ifade edilen teröre karışan, teröre destek veren ve teröristleri saklayan herkes idam edilir hükmünün kaldırılması ve
   bu kanunla ilintili davaların iptal edilmesi,
• Genel af ilan edilmesi,
• Adli soruşturmaya ilişkin yasal düzenlemenin iptali,
• Güvenlik ve yargı başta olmak üzere, devletin tüm kurumlarında kapsamlı yolsuzluk soruşturmaları yapılması,
• Uluslararası gözlemcilerin denetimi altında nüfus sayımının yapılması,
• Diyala ve Musul Operasyonlar Komutanlığı gibi özel askerî birimlerin iptal edilmesi gibi talepler yer almıştır.

Nuri El-Maliki’nin siyasi olarak en büyük gruba sahip muhalifi ve rakibi olan Irakiye Listesi Lideri İyâd Allavi de yaptığı açıklamada, bu olayların Maliki’nin başarısızlığının kanıtı olduğunu ifade ederek kendisinin istifa etmesi ve erken seçimlere gidilmesi çağrısında bulunmuştur.

Irak’ta devam eden gösteriler siyasi krizi derinleştirmiştir. Maliki, hükümet karşıtı Sünni Arap-Kürt bloğunu kırmak amacıyla özellikle Musul’daki Yaver grubu, Kerkük’teki Haviceli Arap aşiretler gibi oluşumlar yanına çekmeye çalışmıştır. Ancak Nuri El-Maliki’nin karşıtı gösteriler Havice’de de yapılmıştır. 11 Ocak 2013

Cuma günü Cuma namazı sonrası Havice Stadyumu’nda toplanmak isteyen göstericilere izin verilmemiş, stadyuma giden yollar Irak güvenlik güçleri tarafından kapatılmıştır. Gösteriler Musul, Tikrit, Samarra, Anbar (Ramadi) ve Bağdat’ta yapılmış, göstericiler toplu Cuma namazları kılmıştır. Ancak Irak güvenlik güçleri başta Bağdat olmak üzere bazı bölgelerde gösterilerin yapılmasını engellemiştir.

Bu olaylar Irak hükümeti ve Nuri El- Maliki’ye karşı Sünni Araplarda bir “nefret” duygusunu ortaya çıkarmıştır. 

Hatta Maliki ile son derece iyi ilişkiler kuran Irak Başbakan Yardımcısı Salih El-Mutlak, Rafi El-İsavi’nin tutuklanan koruma ve yardımcılarıyla ilgili soruşturma nın tarafsız makamlar ve adli kurumlar tarafından yapılmasına izin verilmesini talep etmiş ve aksi takdirde kendi bloğunun siyasal süreçten tamamen çekileceğini açıklamış. Ayrıca, 30 Aralık 2012’de de Anbar’ı ziyaret ederek gösterilere destek verdiğini ortaya koymuştur. Ancak eylemciler Maliki ile
iyi ilişkileri olan Salih El-Mutlak’ı alandan kovmuş, bunun üzerine Salih el-Mutlak’ın korumaları göstericilerin üzerine ateş açması sonucu 5 kişi yaralanmış, yaralılardan biri daha sonra hayatını kaybetmiştir.

Salih El-Mutlak’a yönelik bu tutum Sünni Arapların geldiği noktayı göstermesi açısından son derece önemlidir.
Diğer taraftan 23 Nisan 2013 günü sabah erken saatlerde Kerkük’te uzun süreden beri devam eden gösterilerde açlık grevine başlayan göstericilere Irak Ordusu’nun müdahalesi sonucunda 85 kişi hayatını kaybetmiş ve yüzlerce kişi yaralanmıştır. Olaylar Kerkük’ün tamamında değil Sünni Arapların çoğunlukta yaşadığı Havice ve Selâhaddin’deki Tuzhurmatu’ya bağlı Süleymanbeg nahiyesinde gerçekleşmiştir.

Havice ve Süleymanbeg’de Sünni Araplar kamu binalarını ele geçirmiş ve ordunun kuşatması altındaki bölgelerde ciddi bir direnişe hazırlık yapmaya başlamışlardır.
Aynı şekilde Diyala’ya bağlı Celevle ve Karatepe’de ordu ve aşiret güçleri arasında çatışmalar başlamıştır.

Bu şartlar altında Irak 2013 yılında yerel seçimlere hazırlanmıştır. Ancak Irak Bakanlar Kurulu 19 Mart 2013 tarihinde aldığı bir kararla Musul ve Anbar’daki güvenlik durumunun kötü olması ve seçim için gerekli hazırlıkların yapılamadığı gerekçesiyle bu bölgelerde en geç 6 ay içerisinde yapılmak üzere seçimleri ertelemiştir.
Böylece seçimler Irak’ın 12 vilayetinde 20 Nisan 2013’te, Musul ve Anbar’da ise 20 Haziran 2013’te yapılmıştır.

Musul’da 20 Haziran 2013’te yapılan il meclisi seçimlerine 28 ittifak katılmıştır.

28 ittifaktan toplam 667 aday Musul İl Meclisi’ndeki 39 sandalye için yarışmıştır.

39 sandalye içerisinde Musul’da Hristiyan, Yezidi ve Şebeklere birer sandalye olmak üzere toplam 3 sandalye kota olarak ayrılmıştır.
Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komiserliği Musul’da seçime katılım oranını yüzde 37,5 olarak açıklamıştır. Oylama sonucunda 14 liste ve oluşum il meclisinde
temsil edilmeye hak kazanmıştır.

Musul eski Valisi Etil Nuceyfi’nin başkanlığında kurulan Muttahidun Listesi, 14 üyeli Nahda Koalisyonu adı altında yeni bir oluşuma giderek Musul İl Meclisi’ndeki en büyük grup haline gelmiştir.

Öte yandan Dildar Zebari başkanlığındaki Ninova’ya Vefa ve Abdullah Yaver başkanlığındaki Birleşik Ninova oluşumları da bir araya gelerek Ulusal Koalisyon adı altında bir birliktelik oluşturmuştur. Hayır ve Verimlilik Listesi de seçimin galibi Kardeşlik ve Ortak Yaşam Listesi’ne katılmıştır. Buradan hareketle Musul İl Meclisi’nde üç büyük grup ortaya çıkmıştır. 11 siyasi grubun bir araya gelmesiyle oluşan Muttahidun Listesi toplam geçerli oyların yaklaşık yüzde 22’sini alarak 8 sandalye ile Musul İl Meclisi’nde temsil edilmeye hak kazanmıştır.

Muttahidun Listesi’nin kazandığı 8 sandalyeden 5’ini Türkmenlerin temsil etmesi ve bu 5 sandalyeden de 4’ünü Irak Türkmen Cephesi adaylarının kazanması
dikkat çekmiştir. Bu arada seçimlerden sonra Musul İl Meclisi’ne girmeyi başaran diğer parti ve oluşumlarla ittifak görüşmeleri yapan Muttahidun Listesi, 2 sandalyeye sahip Birleşik Ulusal Irakiye İttifakı ve birer sandalyeye sahip Ulusal Ninova İttifakı, Ulusal Um El-Rabiain Aşiretler Topluluğu, Irak Hayır ve Verimlilik Listesi, Reform ve İlerleme Yezidi Hareketi ile birlikte Musul İl Meclisi’nde birlikte hareket etmek amacıyla “Nahda Koalisyonu” adı altında birleşerek 14 sandalyeli bir koalisyona dönüşmüş ve Etil Nuceyfi yeniden vali seçilmiştir.

Etil Nuceyfi’nin yeniden vali seçilmesi sonrasında, Irak merkezi hükümet ve Musul yerel yönetimi arasındaki uyumsuzluk giderek artmış ve Irak Başbakanı Nuri  el- Maliki, Musul üzerindeki baskının boyutunu ve çapını genişletmiştir. Maliki’nin Irak iç siyasetindeki tavrı hem Kürtleri hem de Sünnileri radikalleştirmiş, merkez siyasetten uzaklaştırmıştır.

Bu ortam içerisinde 30 Nisan 2014’te Irak genel seçimleri yapılmıştır. Bu süreçte 2010’dan sonra neredeyse tüm Şii grupların içerisinde yer aldığı Ulusal İttifak’tan bağımsız hareket etmesi, Maliki’nin Şii birlikteliğini de bozduğuna ilişkin görüş birliğine yol açmıştır.
Bununla birlikte merkezi hükümette elde ettiği pozisyonu yerel siyaset için de kullanan Maliki’nin, diğer Şii grupların vilayet yönetimlerindeki etkisini sınırlamaya ve Şii bölgelerinde hâkimiyet kurmaya çalışması da Şii gruplar içerisinde Maliki’ye yönelik tepkiyi artırmıştır. Öte yandan Irak’taki siyasi ve güvenlik krizinin sorumlusu olarak da Maliki görülmüş ve Sünniler ile Kürtleri ötekileştirerek krizi derinleştirmiştir.

Irak, 30 Nisan 2014’te yapılan genel seçimlerin ardından hükümet kurma sürecine girmiştir. Liderliğini yaptığı Kanun Devleti Koalisyonu’nun seçimlerden birinci çıkması, Maliki’nin eline hükümet kurma çalışmalarında ciddi bir koz vermiş ve üçüncü dönem başbakanlık için zorlamaya başlamışsa da, bir kez daha hükümet kurma çalışmalarını domine etmesi, Irak’taki bütün kesimlerde rahatsızlık yaratmıştır. Bu rahatsızlıkla birlikte Maliki’nin gerekirse çoğunluk hükümeti kuracağına yönelik açıklamaları, Irak’ta siyasi ortamı iyice gerginleştirmiş ve Sünnilerin, yönetimin dışında kalacakları yönünde tehdit algılaması geliştirmelerine yol açmıştır.
Hükümet kurma çalışmaları, IŞİD’in 6 Haziran 2014 Cuma günü Musul’a girmesi ve daha sonrasında kenti tamamen kontrol altına almasıyla sarsılmıştır. Musul’u
ele geçirdikten sonra Kerkük’e yönelen IŞİD’in lideri Ebu Bekir El-Bağdadî, amaçlarının Bağdat’ı ele geçirmek olduğunu açıklamıştır. IŞİD, kısa sürede Bağdat’ın sınırlarına kadar ulaşmıştır. Irak ordusu ve emniyet birimleri, IŞİD’in Musul, Kerkük ve Tikrit’teki saldırıları karşısında son derece yetersiz kalmıştır. 

Irak merkezi hükümetine bağlı güvenlik güçleri, IŞİD’in saldırıya geçtiği bölgelerde silah ve üniformalarını bırakarak kaçmıştır.
IŞİD, Sünnilerin yaşadığı Musul, Anbar, Selâhaddin, Diyala ve Kerkük gibi vilayetlerde kontrol alanları yaratıp halk arasında kendine taban oluşturmaya gayret ederken, ele geçirdiği Musul’da günlük yaşamı devam ettirmek suretiyle halk desteğinin sağlamaya çalışmıştır. IŞİD daha önce yapmış olduğu saldırı stratejisinden farklı olarak yeni bir strateji çizmiş ve Sünnilerin yaşadığı Musul, Tikrit ve Anbar gibi şehirlerde “alan hâkimiyeti” sağlamaya yönelmiştir. Maliki de halka, IŞİD’e karşı koyma çağrısından bulunmuş ve merkezi hükümetin yanında yer alacak kişilerin silahlandırılabileceğini açıklamıştır.
Öte yandan IŞİD’in başta Samarra olmak üzere Şiilerin kutsal mekanlarının bulunduğu coğrafyalara yönelmesinin ardından Irak’taki en büyük Şii dini merci Ayetullah Ali El-Sistânî “cihad” çağrısı yaparak, bütün Şiileri ve Iraklıları IŞİD’e karşı mücadeleye çağırmıştır. Bu çağrıyla birlikte binlerce Iraklı Şii, Türkçe’ye “millet yığınları” olarak çevrilebilecek “gönüllü birlikler” olarak anılan “Haşdi Şaabi” oluşumunu meydana getirmiştir. Haşdi Şaabi yapısı içerisinde ABD’nin Irak işgali sonrası ülkede ortaya çıkan ve süreç içerisinde bir kısmı ortadan kalkan Şii milis oluşumlarının yanı sıra, hiçbir milis gruba dahil olmayan halktan pek çok kişi de yer almıştır.

Bununla birlikte, Maliki’nin ikinci dönemindeki siyasi, sosyal, askerî ve ekonomik uygulamalarının getirdiği olumsuzlukların IŞİD’in etkinliğine yol açtığına yönelik 
algılamanın boyutu düşünüldüğünde, seçimlerden açık ara farkla en yakın rakibinden yaklaşık 60 milletvekili fazla çıkarmasına rağmen hükümet kurma yetkisi Maliki’ye verilmemiştir. Şii siyasi grupların bir araya gelerek oluşturduğu Irak Ulusal İttifakı içerisinde Ağustos ayında yapılan oylamada Haydar El-Abadi hükümet kurmakla görevlendirilmiştir. İbâdî yaklaşık bir ay içerisinde hükümet kurma çalışmalarını tamamlayarak 8 Eylül 2014’te 328 sandalyeli Irak Parlamentosu’nda 289 milletvekilinin katıldığı oylamayla güvenoyunu almıştır.

IŞİD’in Irak’taki ilerleyişi ve Haşdi Şaabi yapısıyla birlikte IŞİD’le mücadele bölgesel ve uluslararası bir nitelik kazanmıştır.
Bu süreçte, Irak’ta İran’ın doğrudan müdahil pozisyona girmiş olmasının yanı sıra, Irak’ta hükümetin kurulmasının hemen ardından ABD’nin IŞİD’e karşı
mücadele eden güçlere destek verilmesini öngören IŞİD’le mücadele stratejisini açıklaması etkili olmuştur. Neticede, içerisinde Türkiye’nin de yer aldığı 60’a
yakın ülkenin oluşturduğu koalisyon IŞİD’le mücadelede işbirliğine girmiştir. Ancak özellikle başta İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu Komutanı Kasım
Süleymanî olmak üzere İranlı komutan ve askerlerin Irak’ta IŞİD’e karşı operasyonlarda yer almış olması, Irak’taki siyasi süreci, İran’ın etkisini ve içerisinde yer alan Şii milis gruplarıyla birlikte Haşdi Şaabi’yi tartışılır hale getirmiştir. Özellikle Haşdi Şaabi içerisindeki milis grupların giderek çoğalması, hâkim oldukları bölgelerde sadece askerî değil, idari olarak da etkin konuma gelmeleri ve Haşdi Şaabi içerisindeki bazı grupların zaman zaman girdikleri Sünni Arap bölgelerindeki uygulamaları, Haşdi Şaabi oluşumunu tartışılır konuma getirmiştir.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***