2 Aralık 2018 Pazar

Böyle Parti Olur mu?

 Böyle Parti Olur mu?

Rifat Serdaroğlu

1977 yılı 14 Aralık’ta yapılan yerel seçimlerinde Adalet Partisi Adayı olarak girdiğimiz seçimleri kazandık ve Bergama Belediye Başkanı olduk.
Seçim mazbatasını alıp, Belediye’ye gittiğimde “Başkanlık Odası Görevlisi” rahmetli Nuri Amca bana bir sürü anahtar verdi!

Ne bunlar Nuri Amca” dediğimde, “Belediyenin Anahtarları, eski Başkan bıraktı” dedi. Daha sonra, bürokratik sıkıştırmalar başladı! Fen İşleri Müdürü olan Mühendis; “Başkanım, şu konudaki emriniz nedir” , Sağlık İşleri Müdürü olan Doktor; “Başkanım, bu konudaki emriniz nedir” diye sormaya başladılar. İktisat Fakültesi Maliye Bölümünü bitirdim ama “Belediyecilik-Şehir Yönetimi” ile ilgili gram bilgim yoktu. Derhal eski Belediye Başkanlarını davet edip, ne yapacağımı, rezil olmadan bu işten nasıl çıkacağımı sordum, düşünce ve önerilerini aldım.

Öncelikle Belediyenin karar organlarından en önemlisi olan Belediye Encümenine, çoğunluğum olmasına rağmen CHP’den bir Belediye Meclis Üyesini davet ettim. AP ve CHP’li üyelerden oluşan Belediye Meclisi artık her türlü harcamadan anında haberdar ediliyor ve bir problem varsa daha başlamadan çözülüyordu. Belediyenin Daire Amirlerine de yazı ile “Yetki Devri” yapıp “Sorumluluklarını” bildirdim ve her Belediye Meclis Toplantısında tümünün Meclise hesap vermelerini sağladım.

Tam Belediyeciliği, Bergama gibi Tarihi ve Turistik bir “Dünya Şehrini” öğrendim derken, 12 Eylül Askeri Darbesi oldu ve tüm seçilmişler görevlerinden alındı ve ben de 31 yaşında “Siyasi Yasaklı” oldum.

Bergama Şehrinin dünyada 6 “Kardeş Şehri” vardır. Bunlardan biri Almanya’nın Böblingen Şehridir. Böblingen Belediye Başkanı ve heyeti Bergama’ya konuk olarak geldiler. Bir yemekte Başkan Brumme bana “Siz nasıl Belediye Başkanı oldunuz” dedi! İçimden, bu ne biçim bir soru dedim ama konuğumuzu kırmamak için sakin bir şekilde, Türkiye’nin Demokratik bir rejime sahip olduğunu, seçimlerde aday olup kazandığımı ve Başkan olduğumu söyledim.
Brumme, “Benim söylemek istediğim o değil, siz hiç Belediyecilik Eğitimi aldınız mı?” diye sordu!

Sonra da 40 yaşlarında bir Belediye Meclis Üyesini çağırıp bana takdim etti;
“Sayın Başkan bu bey bizim partimizin gelecek seçimlerdeki adayıdır. Ailesini-servetini-alışkanlıklarını-dürüstlüğünü biliriz. Kendisini partimiz 12 yıldır Belediye Meclis Üyesi olarak seçtiriyor. Ben de onu belediyenin tüm birimlerinde çalıştırıp, Belediyeciliği öğretiyorum. Böylelikle eğer seçilirse, hizmete hazır bir Başkan olarak göreve başlayacak” dedi!...
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bu yüzden adamların şehirleri düzen içinde, bu yüzden her gelen bir öncekinin yaptığını bozmuyor, bu yüzden oralarda imar yolsuzlukları-hırsızlıklar olmuyor.

Bu yüzden biz onlara imrenerek bakıyoruz.

Biz ne yapıyoruz? Hangi okulu bitirdiğini dahi bilmediğimiz, cahil-görgüsüz-geçmişe saygısı olmayan birini büyük bir Anakente Belediye Başkanı yapıyoruz. Adam birdenbire “ne oldum delisi oluyor” ve görev süresi sonunda “1,5 Milyar Dolar Serveti Oldu” iddiasına karşı, yargıya dahi gidemiyor ve suskun kalıyor…

Daha sonra Hollanda ve Almanya’daki Siyasi Parti yapılanmalarını inceledim;
Her siyasi partinin bir “Kadrobank” denen kuruluşu vardı. Bu kuruluş tüm üyelerini ve kendi meslek dallarında parlayan, ülkeye hizmet edeceğine inandıkları kişileri seçer. Onları en ufak ayrıntıya kadar inceler, gerekli elemeleri yaptıktan sonra o kişinin hangi makama gelirse iyi ve başarılı hizmet edebileceğini tespit eder. Böylelikle o kişi partinin gelecekteki kadrosundaki yerini alır.
Parti seçimleri kazanır ve iktidar olursa, Başbakan kabineyi kadrobank’a danışarak oluşturur, Bakanlara da kimlerin Müsteşar- Genel Müdür yapılması gerektiği bir liste halinde bildirilir. Hizmete hazır, bilgisi ve görgüsü sağlam olan, konusunun uzmanı bir kadro işbaşına gelmiş olur.
Parti seçimi kaybederse, bu kadrolar anında istifa ederek, seçimi kazanan kadrolara yer açarlar.
Bizdeki gibi, Cami avlularında beraber sadaka paraları topladığınız arkadaşınızı Başdanışman, damadını da Bakan yapamazsınız, asker arkadaşınızı Bakan olarak atayamazsınız. Bu yüzden oralarda yolsuzluk olmaz. Bu yüzden sadece
bir çatı” çöktüğü için o Başbakan halkından özür diler ve derhal istifa eder…
Şimdi beraberce düşünelim;
-Eğitimsiz, servetinin hesabını veremeyen, çocukları kısa sürede süper zengin olup üniversite kurmaya kalkışan bir kişiyi, Avrupa’da Başbakan yaparlar mı?
-Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde bir Bakan Oğlu, Valiyi koluna takıp dolaşarak, hazine arazisi seçebilir mi?.

-Avrupa’da, bir Başbakan’ın oğlu, o ülkenin önemli bir sanatçısına yaya geçidinde ehliyetsiz olarak çarparak öldürüp, bir dakika bile gözaltına alınmadan dolaşabilir mi?.

-Avrupa’da bir Kamu Bankası Genel Müdürünün evinde, ayakkabı kutularının içinde 4,5 Milyon Avro olur mu?. O ülkenin Başbakan’ı, o paranın hayır parası olduğunu söyleyip bu hırsızlığa sahip çıkabilir mi?

O Başbakan, koltuğunda bir dakika olsun oturabilir mi?

-Siz hiç Avrupa’da evinde 6 tane para kasası, para sayma makinası, aylık kirası bir memurun 1 yıllık maaşına denk bir evde oturan Bakan veledi gördünüz mü?
Göremezsiniz, çünkü böyle densizlikler olmaz, olursa da adamı rezil edip, kovarlar.
Bizde tüm bu rezillikler olacak, her şey milletin gözü önünde olacak sonra da “Bu yapılanlar Milli İradeye-Demokrasiye-Sandığa yapılan suikasttır. Bunlar yolsuzluk kılıfı giydirilmiş suikast planlarıdır” deyip Müslüman olduğunuzu öne sürüp, utanmadan Türk Milletinden oy isteyeceksiniz.
Ne böyle insan olur, ne böyle Müslüman!...
AKP’ye oy veren dostlar, bilmem anlatabildim mi? 

Siz anladınız onu!

 ***



Zehir Zıkkım Olsun!...

Zehir Zıkkım Olsun!...


Hikmet Çetinkaya,

Soygun, vurgun, talan... 
Biraz yalan! 
Yok yok yalanabildiğin kadar yalan ki yağmadan yararlan! 
Safları sıklaştır, kavgaya hazırlan. 
Patron ne istiyorsa başını salla... 
Çevresinde dolanabildiğin kadar dolan. 
Yaşadığın evrene bak, coğrafyaya, oğullara, gemilere, gemiciklere... 
Kutulara! 
Büyük, küçük her boy var... 
Beğen! 
Stadyumlardan yükselen seslere kulak ver: 
“Her yer rüşvet, her yer yolsuzluk!” 
İstersen uyan! 
Çal, çırp... 
Götür babacığım götür... 
Çelik kasalar, kutular... 
Birazını kutulara birazını kasalara... 
İyi yerleştir! 
Ortaya dökülen dolarcıklara bak! 
Bir de asgari ücrete... 
Dayanabilirsen dayan! 
Kutuyu kim açtı? Kasalara kim baktı? 
Sana ne? 
İktidar ve cemaat çatışması mı ne! 
Çeteler-meteler! 
Yeter! 
Bu düzen dün de böyle gidiyordu bugün de... 
Yalanım varsa, kutular benim olsun inan! 
Tüm bunlar olurken, seni demokrasi masallarıyla, özgürlük ninnileriyle uyuttular! 
Gezi Direnişi’nde patlayan tomurcuğu görmediler... 
O gençler var ya o gençler! 
Her şeyi onlar yaptılar...
***

Kuş besledin mi kafeste yetiştin mi son nefeste! 
Yetişemedin... 
O anaları babaları gördün mü? 
Görmedin... 
Sen uyu ve uyanma hiç! 
Gözlerini açma... 
Haziran Direnişi yurdun dört bir yanında kendi türkülerimizle birlikte çoğalırken, umudumuzu hiç kırmadık! 
Ölümler gördük, acılar, hüzünler... 
Gözyaşlarında boğulduk. 
Gecenin yıldızlarıydı gençler! 
Mehmet AyvalıtaşAbdullah CömertEthem SarısülükMedeni YıldırımAli İsmail KorkmazAhmet Atakan ve Hasan Ferit Gedik... 
Onlar öldüler... 
Yüreklerimize gömüldüler. 
İktidar ve cemaat medyası... 
Evet sizler! 
Neler yazdınız arkalarından neler! 
Yürekleriniz taş kesilmişti... 
Şimdi unuttunuz! 
Demokrasi, özgürlük, hukuk... 
Adalette eşitlik... 
Bugün aklınıza geldi. 
Çelik kasalar ve kutular... 
Rüşvet ve vurgun! 
Size dokununca! 
Öyle değil mi? 
Oysa o gençlerin umutları vardı, hayata ve dünyaya bakışları... 
Sevgi, aşk, kardeşlik... 
İnsanca yaşama tutkuları... 
Kırdınız o fidanları, yalan yazdınız, yalan söylediniz... 
Utanmadan ve sıkılmadan üstelik. 
Umut ve emek! 
O yüzden Fenerbahçe stadında atılan sloganlar: 
Her yer Taksim, her yer direniş!Her yer rüşvet, her yer yolsuzluk!
***
Bu iştah sizin, bu mide sizin... 
Hanlar ve hamamlar sizin... 
Bankalar sizin, kasalar, kutular sizin... 
Yiyin birbirinizi yiyebildiğiniz kadar! 
Haram olsun!.. 
Yürü, koş, atla, zıpla... 
Erit, diyeceğim ama eritemezsin! 
Zehir zıkkım olsun... 
Doymak bilmiyorsun... 
Çatlayıncaya kadar yedin... 
Sonunda patladın! 
Her şey balondu aslında biliyordun! 
Soygun ve vurgun! 
Durumları idare etmek, ortaklık yapmak! 
Bavulcuyu koruyup kollamak, onu demokrasi kahramanı olarak görmek. 
Sabah akşam televizyon kanallarına çıkarmak! 
Haydi şimdi çıkarın bakayım o kanallara!
***
Şimdi kalkmış birileri dolarları, mangırları anlatıyor... 
Rüşveti! 
Yolsuzluğu! 
Öteki yanıt veriyor: 
Ne istediyseniz verdik 11 yıldır... Sizi de Allah doyursun... 
Paralel devlet varmış, polis ve yargıda cemaat imamları... 
Sanki bilmiyorduk! 
Anlat bakalım anlat... 
İyi geliyor iyi... 
Haziran Direnişi, o genç ölümler, ağlayan analar, babalar, kardeşler, arkadaşlar... 
Ah kara gözlü halkım sen uykudasın... 
Bilmiyorum uyanacak mısın? 
Zamanın şafağında hayatı kucaklayıp yarınlara umutla bakacak mısın?


***

Pencerelerdeki adamlar,

Pencerelerdeki adamlar,


Afet Ilgaz

Genelde dört pencereye dağılıyorlar. Bazen de altı. Dinlerken de işler karıştı. Eskiden milli veya demokrat olanlar bir tarafta alt alta veya yan yana; pencerelere yerleşirler sıraları gelince guguklu saatin kuşları gibi konuşurlardı. Öbür tarafta veya öbür katta dinciler, Kürtçüler veya fanatik muhafazakârlar olurdu. Hiç zahmetsiz nereye bakacağınızı bilirdiniz. Bazen televizyonu kapatıp öteki sıraya gelinmesini beklerdiniz, bu arada programı kaçırdığınız da olurdu veya bakardınız tekrar bunlara sıra gelmiş.

Şimdi işler karıştı. Bir yere bakıyorsunuz adam beklediğinizin aksine öbür tarafın ağzıyla milli milli konuşuyor. Ötekiler, milli olanlar yerli yerinde duruyor. Pencere değiştirmelerine hacet kalmadı çünkü. Söylem değiştirmek icap etmiyor. Ötekiler, üçüncü grup yani, dinciler Kürt milliyetçileri dönüp dolaşıp lafı çözüm sürecine getiriyorlar. Bizimkiler sıkılıyor, “Memlekette demokrasi olmazsa çözüm de olmaz” diye kestirip atıyorlar. Kürt milliyetçileri de çözüm süreci olmazsa, demokrasi olmaz diyorlar. Karışıklık sadece burada. Yoksa yolsuzlukları falan hepsi kabul ediyorlar.

***
Başbakan yetkim olsa HSYK’yı yargılarım diyor. Danıştay’a Yargıtay’a haddini bildireceğini söylüyor.
Oğlum üzerinden bana ulaşacaklar diyor.
İkinci dalga önleniyor. Sekiz on kişi. İsimlerini gördük ama kendilerini göremeyeceğiz. Çünkü Adalet Bakanı ve Başsavcı bunun için gerekli önlemi aldılar.

***
Doğrular meydana çıktığı için insan, önemli olan buydu deyip adamların yakalanmayışına kızmıyor. Bilal’in kaçtığı söylentilerini de hikaye gibi dinliyoruz. AKP yandaşları istikrar istikrar diye kıvranıyorlar. Memleketimizde istikrar varmış. Gülüp geçme aşamasına geldik. Savcıların kara para aklama yetkisi yokmuş. Başbakan, her yerde miting yapıyormuş. Bulgaristan da bile yapmış. Onun gibi parlak bir adamı değil, silik bir adamı istiyorlarmış.

***
Yazmadan geçemeyeceğim. Hiç uslanmıyoruz. Hatay’da gene bir TIR yakalandı. Bir yardım kurumu gibi sınırdan geçerken jandarma tarafından yakalanmış. İçinde bir MİT elemanının da olduğu söyleniyor. Oysa Suriyelilere battaniye götüren gençler ceza evindeymiş.

Biz de zannediyorduk ki ABD ile İran kanka olduktan Suriye rahatladıktan sonra böyle işler yapmayacağız. Hâlâ Suriye’deki teröristlere neden silah yardımı yaptığımıza ilişkin uygun bir sebep bulamıyorum.

 ***

Allah’ı Unuttu, Rüşvete Sarıldı

Allah’ı Unuttu, Rüşvete Sarıldı


Necati Doğru

Bu kadar günahkar bir unutkanlık nasıl oldu?” diye sorarsanız cevabını “Gök Kafes” adlı gökdelenin dikilme hikayesinde bulabilirsiniz derim. Gök Kafes, İstanbul silüetini ilk bozandı.

Hikayesi şuydu:

Gök Kafes’ti adı.
Orada İTÜ binası vardı.
İTÜ binasını geçmeyecekti.
Göğü delerek yükseliyordu.
İstanbul’un Beyoğlu İlçesi’nin sınırları içinde; Beşiktaş İnönü Stadı’nın hemen arkasında, Boğaz’ın atlas renkli sularının en manzaralı kucağında ve elini uzatsan Dolmabahçe Sarayı’nı tutacak yakınlıktaydı.
O tarihte ismi bilinmiyordu.
Tayyip Erdoğan yoksuldu.
Oturacak evi bile yoktu.
Zor geçinen halktan biriydi.
Bu tarihi arazi üzerine “imar planına aykırı olarak göğe doğru yükselen Gök Kafes’in yapılmasına” yoksulların ve Allah’a inananların partisi Refah’ın Beyoğlu İlçe Başkanı Tayyip Erdoğan da karşı çıkıyordu.
İstanbul’u ise CHP yönetiyordu.

Belediye Başkanı Prof. Dr. Nurettin Sözen, Gök Kafes’in şehir planına aykırı yapıldığını, rantçılığın İstanbul tarihini hançerlediğini mahkeme kararıyla saptayıp, yapımı durdurmuş, inşaatı mühürletmişti.

* * *
Nurettin Sözen’in rantçılığa isyan eden kararını boşa çıkartmak ve iktidara yandaş işadamına yüksek imar rantı yedirmek için İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beyoğlu Belediyesi Ankara’dan alınan bir kararla devreden çıkarıldı. Ankara’da adı yolsuzluk, rüşvet, hortumculukla anılan ANAP iktidarı vardı.
Bir gecede karar alındı.
600 yıl hiçe sayıldı.
Gök Kafes’in üstünde yükseldiği şehir arazisi Osmanlı’dan beri 600 yıl Beyoğlu toprakları sayılırken, bir gecede “Gök Kafes’in arazisi Beyoğlu’ndan alındı ve Şişli Belediyesi sınırlarına” katıldı. Şişli Belediyesi’nin başında o zaman iktidar partisi ANAP’lı belediye başkanı vardı.

Refah’lı Erdoğan çok kızdı.

Hak mı bu dedi?
Adalet mi bu?
Diye isyan etti?
Bundan ötürü açılışı kendi başbakanlığı dönemine rastlamasına rağmen nutuk söylemeye gelmedi. Gök Kafes’te yapılan hiçbir toplantıya katılmadı.

* * *
O günlerde “hak mı-adalet mi bu” diye isyan ettiği yolsuzluğu bugün kendisi yapıyor. Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Sen dedin… Ben yaptım… Yolsuzluk varsa… Sen de içindesin…” uyarı şamarını atarak istifa etmişti ya Gökkafes’te yapılanın aynısı son 11 yıldır uygulanmış, “İstanbul şehri hemen tamamı rüşvet kokan Gök Kafesler ormanına Tayyip Erdoğan döneminde” dönüşmüştü.

Ne oldu biliyorsunuz.
Gök Kafes kaya oldu.
Tayyip’in başına düştü.

Rüşvetle vidalı şüphesiyle istifa eden bakanlardan birinin oğlu Barış Güler, 6 çelik kasa ve para sayma makinesiyle aylık kirası 60 bin TL olan Gök Kafes’teki dairesinde yakalandı. Tayyip Erdoğan, tarihi unutmuş, Gök Kafes’i, Kafes dairesinde yakalanan rüşvet kasalarını görmüyor; “bana darbe yapıldı” diye halka yeni narkozlar sunuyor. Soruşturmanın oğlu Bilal Erdoğan’a ulaşmasının yolunu kesmeye çalışıyor.

Gücünü rüşvetten alıyor.
AKP oylarına güveniyor.

ANAP da yüzde 50’leri geçen yüksek oy almıştı. Yolsuzluğa battı. Gücünü rüşvete dayadı.

Tabela partisi oldu.
ANAP kapandı.
Ders alınmıyorsa eğer.
Tarih tekerrür eder.
AKP tabela olmaya gider.
Yılın ilk akıl açıcı sorusu!

Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Başbakan Erdoğan’a yanıtlaması için yılın ilk akıl açıcı sorusunu sordu. Emine Ülker Tarhan, soru önergesinde; “Aksaray Valisi iken İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atanan Selami Altınok hakkında 40 ayrı soruşturma var mıdır ve Selami Altınok’un müteahhit kardeşine usulsüz ihaleler verilmiş midir?” dedi.


***

Bu Nasıl 'insani yardım' kuruluşu?

Bu Nasıl 'insani yardım' kuruluşu?

Mustafa Mutlu

Hatay İl Jandarma Komutanlığı'na gelen ihbarı değerlendiren jandarma ekiplerinin durdurduğu yardım TIR'ında silah ve mühimmat bulunmuş... İşin ilginci MİT, bu aracı jandarmaya arattırmamak için saatlerce direnmiş!
Peki; bu TIR, hangi yardım örgütüne aitmiş dersiniz?
İHH'ye...

Bu İHH'yi çok duyuyorsunuz ama çoğunuz ne olduğunu, kimler tarafından neden kurulduğunu bilmiyorsunuz...

***
Türkiye'deki ayağının açık adı, İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı. Ancak bu dernek sadece Türkiye'de örgütlü bir dernek değil...
IHH'nın uluslararası arenadaki açılımı da Internationale Humanitaere Hilfsorganisation...
1995'de, Müslüman Bosnalılar'a yardım amacıyla kurulmuş...
Almanya'daki ve Avrupa'daki IHH'leyle Türkiye'deki İHH İnsani Yardım Vakfı her ne kadar aynı kuruluş gibi algılansa da aslında her biri ayrı tüzel kişiliklere sahip...
Yani; tıpkı Deniz Feneri Derneği ve Almanya'daki Deniz Feneri e.V gibi...

***

Peki; İHH'nin amacı ne?

Bu sorunun yanıtı kuruluşun internet sitesinde şöyle verilmiş: "Yeryüzünde adaletin hâkim olması, iyiliğin her yere yayılması ve tüm mazlumlara ihtiyaç duydukları insani yardımı ulaştırarak onurlu bir yaşam sunmak."
Ama yardımlar nedense sadece İslamcı mazlumlar için yapılıyor.

***
İHH'nin Türkiye'de etkin bir kuruluş haline gelmesinde Deniz Feneri'ne yapılan yardımların azalmasının çok büyük rolü var...
Çünkü bu kuruluş da tıpkı Deniz Feneri e.V ve Deniz Feneri dernekleri gibi Almanya'da ve Türkiye'de İslami duyarlılıkları yüksek vatandaşlarımızın yardımlarıyla ayakta duruyor. Deniz Feneri'nin yolsuzluk iddialarıyla yıpranmasının ardından, yardım toplama faaliyetinin ağırlıklı olarak İHH'ye kaydığı biliniyor.

***
İHH ile AKP arasında görünürde hiçbir ilişki bulunmuyor.
Ancak AKP yöneticilerinin çoğu Deniz Feneri Derneği yöneticileriyle nasıl yakın arkadaşlık içindeyse, bu kuruluşa da o kadar yakınlar.
Hatırlarsınız; 2010 yılında Gazze'ye insani yardım götüren İHH gemisine İsrail'in düzenlediği kalleş saldırıda çok sayıda vatandaşımız ölmüştü.
İşte; o vatandaşlarımızın önemli bir bölümü o gemiye AKP iktidarının talimatıyla "vizesiz" binmişti.
Ayrıca İHH gemilerinin Türk limanlarından usulsüz bir şekilde çıkış yapmalarına izin veren liman görevlileri hakkında da işlem yapılmamıştı.
İHH, son yıllarda ise tüm enerjisini Suriyeli muhalif gruplara yaptığı yardımlara harcamaya başladı.

***
İşte; şimdi bu İHH'nin yardım TIR'ında silah ve mühimmat bulundu...
Siz şaşırdınız mı bilmem ama...
Nedense benim içimden "şaşırmak" falan gelmiyor.

GÜNÜN SORUSU

Üç kamuoyu araştırma şirketinin ayrı ayrı yaptığı anketlere göre yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, AKP'nin oyunda en az iki, en çok beş puanlık düşmeye neden olacakmış! Sorum bu araştırma şirketlerinin yetkililerine:
Bu sonuçla "Onlar için rüşvet de yolsuzluk da fazla önemli değil" diyerek, AKP seçmenine hakaret etmiş olmuyor musunuz?

Beş yıldızlı Metris!

Beş yıldızlı Metris! Metris, Türkiye'nin kızaran yüzüydü.
Bugüne kadar binlerce hukuk cinayeti işlenmişti bu dört duvar arasında; işkencenin en gaddarı yapılmıştı.

Analar çocuklarının yüzlerini bir saniye olsun görebilmek için aylarca kapı önlerinde bekletilmişti.
Ancak şimdi bakan çocukları, zengin işadamları, banka genel müdürleri falan konuk oldu ya...

Kurallar da değişti!

Yıllardır devrimcilere her türlü insanlık dışı muameleyi yapan cezaevi yönetimi ve savcılar; birden bire "beş yıldızlı otel yöneticisi" havasına girdiler.

***
Cezaevinin kapısından lüks makam arabaları giriyor; içinden bakanlar, bakan hanımları, milletvekilleri, sosyete mensupları çıkıyor... Getirdikleri paketler aranmıyor, içeride saatlerce kalıyorlar, oğullarıyla, eşleriyle çay kahve içip yemek yiyorlar!
Yani tüm kuralları alt üst oldu, zulmüyle bilinen Metris Cezaevi'nin!

***
Cezaevi Müdürü'ne, Cezaevi Savcısı'na soruyorum:
Bakan çocukları hani koğuşlarda ve hangi olanaklarla kalıyorlar? Örneğin masanızı, telefonunuzu kullanıyorlar mı?
İnfaz koruma memurlarına ofis boy muamelesi yapıyorlar mı?
Nasıl oluyor da onların ziyaretçilerine istedikleri zaman izin verilebiliyor?
Ve son soru:
Böyle davranmanızı sizden kim istedi? Adalet Bakanı mı?

Günün İsyanı!

Vatan Gazetesi'nde Erdoğan Demirören'in son kurbanı, beş aydır zatürre tedavisi gören usta röportajcı kardeşim Mine Şenocaklı olmuş... Mine de "Dön kardeşim" çağrılarına uymamış olacak ki işten çıkarılmış... İsyanım, emekle ve ekmekle oyuncak gibi oynayan bütün işverenlere:
Aldığınız ahlar çıkmaz mı sanıyorsunuz?

 ***

İlk Seks Kaseti


İlk Seks Kaseti

Soner Yalçın,

Baş­ba­kan Er­do­ğan-Fet­hul­lah Gü­len kav­ga­sın­da ko­nu seks ka­set­le­ri­ne de gel­di:
Er­do­ğan isim ver­me­den Fet­hul­lah Gü­le­n’­i kas­te­de­rek; Bir ta­raf­tan Ku­ran, Al­lah, Pey­gam­ber di­ye­cek­sin; ama adın ka­set­ler­le komp­lo­lar­la anı­la­ca­kdi­ye ko­nuş­tu.
Fet­hul­lah Gü­le­n’­in res­mi web si­te­si Baş­ba­kan Er­do­ğa­n’­a İs­la­m’­dan re­fe­rans­lar gös­te­rip çok uzun bir ya­nıt ve­re­rek, id­di­ala­rı red­det­ti.
Pe­ki…
İlk seks ka­se­ti ne za­man or­ta­ya çık­tı?
Anım­sı­yor mu­su­nuz?
Ka­set­te­ki gö­rün­tü­de bir sav­cı var­dı!
Önem­li bir da­va­nın sav­cı­sıy­dı…
Ama ön­ce da­va ko­nu­su­na ba­ka­lım:

“Ad­li­ye­’ye Mül­ki­ye­’ye sı­za­ra­k”
Ta­rih: 18 Ha­zi­ran 1999

atv te­le­viz­yo­nu Fet­hul­lah Gü­le­n’­in çe­şit­li yer­ler­de­ki ev soh­bet­le­rin­den olu­şan ka­set ya­yın­la­dı. Şöy­le di­yor­du:
- Ar­ka­daş­la­rı­mı­zın mev­cu­di­ye­ti İs­la­mi ge­le­ce­ği­miz adı­na bu işin ga­ran­ti­si­dir. Bu açı­dan Ad­li­ye, Mül­ki­ye ve­ya baş­ka bir ha­ya­ti mü­es­se­se­de, bi­zim ar­ka­daş­la­rı­mı­zın mev­cu­di­ye­ti öy­le fer­di mev­cu­di­yet­ler şek­lin­de ele alı­nıp, öy­le de­ğer­len­di­ril­me­me­li­dir. Ya­ni bun­lar ge­le­cek adı­na bi­zim o üni­te­ler­de ga­ran­ti­miz­dir. Bi­zim var­lı­ğı­mı­zın bun­lar nab­zı­dır.
- İs­tik­bal­de yü­rü­mek için sis­te­min püf nok­ta­la­rı­nı keş­fe­din. Bu sis­tem için­de ar­ka­daş­la­rı­mız is­tik­ba­le yü­rü­ye­cek­ler­dir. İs­ter Ad­li­ye­’de is­ter Mül­ki­ye­’de ar­ka­daş­la­rı­mı­zın git­tik­le­ri yer­ler­de da­ha ra­hat iş yap­ma­la­rı, tu­tul­ma­la­rı; kay­ma­kam ise va­li ol­ma­la­rı; sı­ra­dan bir ha­kim ise­ler tek­dir olu­nan bir ha­kim ol­ma­la­rı.
- Fu­zu­li kah­ra­man­lık ye­ri­ne ele ge­çir­me­yi ter­cih ede­lim. Bu ne­den­le Mül­ki­ye ve Ad­li­ye­’de ça­lı­şan ar­ka­daş­la­rı­mız için bu çok önem­li­dir.
- İs­ter Mül­ki­ye­’de is­ter Ad­li­ye­’de is­ter di­ğer sa­ha­lar­da böy­le bir mü­na­se­bet­le bah­set­miş­tim. Ar­ka­daş­la­rı­mı­zın mev­cu­di­ye­ti İs­la­mi ge­le­ce­ği­miz adı­na o işin ga­ran­ti­si­dir. Ya­ni bu açı­dan, Ad­li­ye­’de Mül­ki­ye­’de ha­ya­ti mü­es­se­se­ler­de bi­zim ar­ka­daş­la­rı­mı­zın mev­cu­di­ye­ti böy­le bir mev­cu­di­yet­ler gi­bi ele alı­nıp öy­le de­ğer­len­di­ril­me­me­li­dir. Ya­ni ge­le­cek adı­na bi­zim o üni­te­ler­de ga­ran­ti­le­ri­miz­dir.

“Dev­le­te al­ter­na­tif sis­te­m”

Ta­rih: 11 Ağus­tos 2000

An­ka­ra Dev­let Gü­ven­lik Mah­ke­me­si (DGM) Sav­cı­sı Nuh Me­te Yük­sel; bir yı­lı aş­kın yap­tı­ğı so­ruş­tur­ma­yı ta­mam­la­dı (1999/420 hz. Nu­ma­ra­lı 2000/192 Esas 2000/141 İd. nu­ma­ra­lı); ve yu­ka­rı­da­ki söz­le­ri ifa­de eden Fet­hul­lah Gü­len hak­kın­da ya­sa­dı­şı ör­güt kur­mak ve yö­net­mek­ten id­di­ana­me ha­zır­la­dı.
Gü­len bu id­di­ana­me­den ön­ce 19 Mart 1999’da AB­D’­ye git­miş ve dön­me­miş­ti.
Nuh Me­te Yük­sel, bu ne­den­le Gü­len hak­kın­da gı­ya­ben tu­tuk­lu­luk ka­ra­rı çı­ka­rıl­ma­sı için baş­vur­du. An­ka­ra 2 No’­lu DGM he­ye­ti Gü­le­n’­in gı­ya­ben tu­tuk­lan­ma­sı­na ka­rar ver­di.

Gü­le­n’­in avu­kat­la­rı 16 Ağus­to­s’­ta İs­tan­bul 2 No’­lu DGM’­ye iti­raz et­ti­ler. An­ka­ra DGM’­nin ka­ra­rı­nı İs­tan­bul DGM 28 Ağus­to­s’­ta boz­du.

Üç gün son­ra…

Sav­cı Nuh Me­te Yük­se­l’­in id­di­ana­me­si­ni An­ka­ra 2 No’­lu DGM ka­bul et­ti ve da­va açıl­dı (Esas No 2000/124).

İlk etap­ta dev­le­te kar­şı sa­vaş ve­re­rek he­def­le­re ulaş­ma­nın yıp­ra­tı­cı ola­ca­ğı­nı teş­his eden sa­nı­ğın; mev­cut sis­te­mi yık­ma ye­ri­ne dev­let mo­de­li­ne uy­gun bir ör­güt­len­me ile dev­le­te al­ter­na­tif bir sis­tem kur­ma­yı he­def­le­di­ği; bu ne­den­le tüm dev­let or­gan­la­rın­da, ye­rel yö­ne­tim­ler­de, si­vil sek­tör­de ör­güt­len­di­ği; ile­ri­de dev­let yö­ne­ti­mi­ni kon­trol al­tı­na ala­bil­mek için kı­sa va­de­de tüm kad­ro­la­ra yan­daş­la­rı­nın ge­ti­ril­me­si ve­ya bu kad­ro­la­rı iş­gal eden­le­rin ken­di­ne bağ­lan­ma­sı­nı he­def­le­di­ği…
“Gü­len tu­tuk­lan­ma­lı­dı­r”

Ta­rih:16 Ekim 2000.

İlk du­ruş­ma ya­pıl­dı.

Nuh Me­te Yük­sel, Fet­hul­lah Gü­le­n’­in tu­tuk­lan­ma­sı­nı is­te­di.
4 Ara­lık 2000 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 29 Ocak 2001 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 28 Mart 2001 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 21 Ma­yıs 2001 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 16 Tem­muz 2001 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 17 Ey­lül 2001 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 6 Ka­sım 2001 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 12 Ka­sım 20001 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 26 Ara­lık 2001 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 11 Mart 2002 ta­rih­li du­ruş­ma­da; 6 Ma­yıs 2002 ta­rih­li du­ruş­ma­da sav­cı Nuh Me­te Yük­sel hep Gü­le­n’­in tu­tuk­lan­ma­sı­nı ta­lep et­ti.

Sav­cı Nuh Me­te Yük­sel her du­ruş­ma­ya “Em­ni­ye­t’­te Fet­tul­lah Gü­len ör­güt­len­me­si­” ko­nu­sun­da ra­por ha­zır­la­yan mü­fet­tiş­le­ri ya da po­lis­le­ri (Cev­det Sa­ral, Os­man Ak, Za­fer Ak­taş vs.) ta­nık ola­rak ça­ğır­dı.
Bir son­ra­ki du­ruş­ma­da ta­nık ola­rak dö­ne­min Te­rör­le Mü­ca­de­le Şu­be Mü­dü­rü Ca­vit Çe­vik ile ya­zar Er­gün Poy­ra­z’­ın din­len­me­si­ni ta­lep et­miş­ti ki…
Bir son­ra­ki du­ruş­ma­ya, Em­ni­yet Ge­nel Mü­dür­lü­ğü­’n­de ha­len sür­dü­rü­len Fet­hul­lah Gü­len so­ruş­tur­ma­sı dos­ya­sı­nı ge­ti­re­ce­ği­ni söy­le­miş­ti ki…

Po­lis “te­sa­dü­fe­n” bul­du

Ta­rih: 3 Ha­zi­ran 2002

An­ka­ra­’da kri­tik Fet­hul­lah Gü­len du­ruş­ma­sı bek­le­nir­ken; İs­tan­bu­l’­da Te­rör­le Mü­ca­de­le Şu­be­si po­lis­le­ri bir der­nek­te ara­ma­ya ya­par­ken seks ka­se­ti “bul­du.
Bu; Tür­ki­ye­’nin ile­ride sık­ça gö­re­ce­ği “bu­lu­na­n” ilk seks ka­se­tiy­di.
İs­tan­bul po­li­si­nin “bul­du­ğu­” seks ka­se­tin­de Fet­hul­lah Gü­len da­va­sı­na ba­kan DGM Sav­cı­sı Nuh Me­te Yük­se­l’­in bir ka­dın­la se­viş­me gö­rün­tü­sü var­dı.
An­ka­ra­’da bir avu­kat­lık bü­ro­sun­da çe­ki­len 4 da­ki­ka 52 sa­ni­ye­lik gö­rün­tü tar­tış­ma ya­rat­tı. Jan­dar­ma Ge­nel Ko­mu­tan­lı­ğı Kri­mi­nal La­bo­ra­tu­va­rı ka­se­din mon­taj ol­du­ğu­na da­ir ra­por ver­di. Em­ni­yet Ge­nel Mü­dür­lü­ğü Kri­mi­nal La­bo­ra­tu­va­rı ve Ad­li Tıp gö­rün­tü­de­ki ki­şi­nin sav­cı Nuh Me­te Yük­sel ol­du­ğu so­nu­cu­na var­dı.
Fet­hul­lah Gü­len da­va du­ruş­ma­sı­nın ya­pıl­dı­ğı, 21 Ekim 2002 gü­nü Ha­kim­ler ve Sav­cı­lar Yük­sek Ku­ru­lu (HSYK) top­lan­dı; seks ka­se­ti­ni sey­ret­ti ve Nuh Me­te Yük­sel hak­kın­da ka­ra­rı­nı ver­di: Nuh Me­te Yük­sel DGM sav­cı­lı­ğın­dan alın­dı. Ya­ni il­gi­li da­va­ya ar­tık ka­tı­la­ma­ya­cak­tı.

O gün mah­ke­me­de; esas hak­kın­da­ki mü­ta­la­ası­nı ha­zır­la­ma­sı için (son gö­rü­şü­nü söy­le­me­si için) dos­ya­nın so­ruş­tur­ma­yı pek bil­me­yen ye­ni sav­cı­ya ve­ril­me­si ka­ra­rı­nı al­dı.

Sav­cı Nuh Me­te Yük­se­l’­e seks ka­se­ti tez­ga­hı­nı ki­min kur­du­ğu hâ­lâ bir tür­lü or­ta­ya çı­ka­rı­la­ma­dı.

Fet­hul­lah Gü­len da­va­sı ne mi ol­du?
Da­va za­ma­n’­ın aşı­mı­na uğ­ra­dı!..


***

Kızlı-Erkekli

Kızlı-Erkekli

Yılmaz Özdil,

60’lı yıllara kadar, Mehmet, Mustafa, Ali, Ayşe, Fatma, Hatice gibi, İslami görünmekle beraber, aslında, dedelerin ninelerin isimleri verilirdi çocuklara…
Yeni ve farklı isimler aranmaz, kalpleri kırılmasın, gönülleri olsun diye, büyükler yaşatılırdı torunlarda.
*
70’lerde… Köyden kente göç’ün, acı vatan’ın, yeni yeni tanışmaya başladığımız popüler kültür’ün izleri görülmeye başlandı. Türkan Şoray’ın Türkan’ı, Hülya Koçyiğit’in Hülya’sı, Filiz Akın’ın Filiz’i, gurbet hasretinin Özlem’i Ümit’i Dilek’i Kader’i yazıldı, bebelerin nüfus kâğıtlarına.
*
80’lerde… Çoğunluk tablosu değişmedi ama, darbeyle beraber, Deniz Gezmiş’in Deniz’inde adeta patlama oldu, Eylem, Özgür, Barış, Devrim, Ulaş’ın yanı sıra, Ülkü, Turan, Alp, Tolga, Kaan, Asena, Aybüke gibi, o güne kadar pek tercih edilmeyen ideolojik tınılar arttı.
*
90’lar, siyaseten iki arada bir deredeydi, geçiş döneminin ufak ufak sinyallerini veriyordu, gelenek’le modern buluştu, dedelere ilaveler yapıldı, Kemalcan, Mehmetcan, Alican, Mithatcan’lar dünyaya geldi; kızlara resmen nur yağdı, Ayşenur, Fatmanur, Yurdanur, Gülnur, Göknur’lar doğdu.
*
Milenyumla beraber, gidişat belli olmuştu; erkeklerde Enes, Ensar, Yasir, Bilal, Ammar, Bedir, Furkan, Tayyip duyulmaya başlandı, kızlarda ise, sıralama külliyen değişti, Rabia, Merve, Amine, Medine, Seyma, Büşra, Hüsna, Yüsra sıklaştı.
*
Peki ya, 2014’ün ilk bebekleri?
İsimleri ne oldu?
*
Kızlı-Erkekli…

İstanbul’da Vildan, Giresun’da Ada, Bursa’da Muzaffer, Eskişehir’de Naz, Ordu’da Kuzey, Kayseri’de Yaren, Denizli’de Burak, Ağrı’da Samsun’da Zehra, Çorum’da Erdem, Antalya’da Ecenaz, Manisa’da Emir, Ankara’da Mustafa, Düzce’de Nehir, Adana’da Mete, Van’da Umut, Muş’ta Umut… En az üç talimatı verildiği için, İzmir inadına doğurmaktan vazgeçti sanırım, bu yılbaşı İzmir’de doğum olmadı :) Kahramanmaraş’ta Demet, Elazığ’da Yusuf, Adıyaman’da Damla, Muğla’da İlayda, Ardahan’da Aymira, Sivas’ta Didem, Mardin’de Azra, Kocaeli’nde Can, Uşak’ta Tokay, Edirne’de Hande, Zonguldak’ta Asaf, Çankırı’da Yıldız, Tekirdağ’da Narin.
*
Ne dini referans var…
Ne de mütedeyyin atıf.
*
Çünkü, moda tabirle paralel devlet deniyor ya… Tıpkı onun gibi “paralel millet” vardır. Siyasi atmosfer, vatandaşın tercihlerine birebir yansır. Devir değiştikçe, memleketin isim haritası da değişir.
2014 model bebişleri tekrar okumanızı rica ederim… AKP rüzgârı bitti. Kanıtıdır.

***


Susmayacaksın!…

Susmayacaksın!…

Bekir Coşkun

Çık…
Bağır…
Çağır…
Yırtın…
Başına ne geldiğini herhalde anladın…
*
Bak dereni elinden alan adam işte…
Çevreci…
Köyünün suyu kesildi, çeşme kurudu…
Balıkların öldü…
Sorunca, sana “Hes’tir” dediler…
İşte; talan edilen ormanın, yeşilin, koruluğun, kıyının, derenin parası ayakkabı kutularından çıktı mı?..
*
Şehirdeysen…
Nohut geldi…
Makarna geldi…
Kömür geldi…
Senin payına düşen bu kadardı çünkü…
Onun payına düşeni gördün; sayamamış, eve para sayma makinesi getirmiş…

*
İşçiysen, memursan…

Yüzde 3 zam dediler…

Yanaşma sendika yüzde 4 istedi…
Ben bile bildim olacağı; ikisinin ortası yüzde 3.5…
Zamlı maaşı alan baktı ki maaşı elli lira azalmış… Yeni vergi dilimine girmiş çünkü artınca… Arttığından dolayı azalmış yani…
Tam o sırada satmışlar TEKEL arazisini…

*
Yeni yılda “huzur, hayırlar, esenlikler” dilediler…
İlk ne geldi?..

Zam…
*
Yeni yılın daha ikinci günü cebindeki 100 liranın 17 lirası gitti…
Bayrağın, andın, marşın, bayramların, ordun, aydınların, yargın, üniversiten, cumhuriyetin, çocukların, umutların, geleceğin elinden alındığında hadi uyanmadın…
Kazıklandığında bari uyansaydın…

*
Hâlâ çıkıp “Türkiye seninle gurur duyuyor” diyorsan…

*
“Göbeğini kaşıyan adam” deyince kızma…
Ya da susmayacaksın…


***


Türkiye’nin 2014 falında ferahlık görünmüyor


Türkiye’nin 2014 falında ferahlık görünmüyor





Savaş Süzal,

Son iki hanesi uğursuz, 2013’den çıkıp, yeni yıl ve yılın ilk gününde, yazı yazmak için masaya oturdum, umut dolu, mavi veya pembe şeyler anlatmak istedim. Ama televizyonu açıp, vergi ve akaryakıt artışları, zam, zam laflarını dinleyince. İçimden gene kara kara duygular yükseldi. Ülkenin siyasetçileri, “yahu halt ettik, kusura bakmayın, biz geldiğimiz gibi gitmesini biliriz” demedi. Onun yerine, “Yahu kardeşim, bizi neden yakalıyorsunuz, ben çalmadım onlar cebime koydular” edebiyatı. Aklımın almadığı bir başka nokta da, Çankaya’daki kavga arkadaşının bu işe müdahale ederek düzeltmesinin beklenmesi. 
Aslında, benimki de fazla. Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından, savaş vererek ve kanları ile kurdukları Cumhuriyetin temel taşlarını söküp, tasarruflarını satan, sonra avantayı ayakkabı kutularını dolduranlar, ülkeyi aşirete dönüştürdü. Aşiretten, devlet anlayışı beklemek de fazla değil mi? Benim beklentilerim, yürütme, yasama ve yargısı bağımsız işleyen, kurumlaşmış uygar devletler için geçerli. Bizde, milletvekilleri, Meclis Başkanı, yargıçları atayıp kontrol eden kişi, sonuçta, yasama ve yargıyı kontrol etmiyor mu? Aynı Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi gibi. Ağzından çıkan, ferman kabul edilen padişah değil mi? Türkiye, şu anda Batılıların gözünde, devlet değil, bedevi aşiretinden farksız. 

Türk halkı da, yeni yıla, eller havada, hırsızlık, yolsuzluk ve dolandırıcılığı umursamadan, güle oynaya girdi. Değişen bir şey yok;
Ekonominin kötü gitmesi, doların başına alıp yükselmesinin sebebi Amerika. Devlet içinde yapılanmanın sebebi, İsrail. 

Yolsuzlukların ve ayakkabı kutularının nedeni, dış güçler.
Yani siz, kendi devletinizin yönetimi konusunda, hiçbir fikir ve rolünüz yok. Ülkeyi yönetenler, Şam babası. Onlar yalnız seyirci ve komisyonlarını alıyor. Böylesine demokrat bir ülke olur mu? 

Böyle bir manzara karşısında, umut sahibi olabilir misiniz? Kusura bakmayın ama hayır. İzmir’de kadrosunda deniz subayı kalmayan, Deniz Kuvvetlerine ait basit tersane kazasında ölü sayısı 10. Suriyeli göçmenlere hükümet, utanmadan 2 milyar dolar harcadığını açıklıyor. Oysa emeklisine, işçi ve memuruna, 40 liradan fazla zam vermeyi düşünmüyor bile. Bakın yolsuzluk haberlerine, en az tepki gösteren parti hangisi? BDP. Onların amacı hedefi başka. Türkiye çökmüş yıkılmış, pek umurlarında değil, laf olsun diye bir iki tepki lafı, o da yerseniz. Belediye seçimleri neyi çözecek, ondan da emin değilim. 

Aslında bu yıl, Türkiye için, şimşek hızında geçecek, eminim. Hükümet, aklınca askerleri erken terhis edip, para tasarrufu yapıyor. Oysa zaten ordu diye bir şey kalmadığı için, polis gücüne çevrilen silahlı kuvvetler, temelli boşaltılıp, milli savunma bütçesi sıfırlanabilir. Bir kere iktidar, bebek katilini İmralı’daki lüks konutundan çıkarıp, siyasete sokmak için, bu yıl yoğun bir çalışma temposuna girecek. AKP iktidarı, bu yıl içinde hem Silivri, hem de İmralı ve PKK’lı teröristleri, toplumsal uzlaşma ve barışma maskesi altında, cezaevlerinden çıkaracak, siyasete hazırlayacak. 

Amerika’ya gelince. Bizim holding ekonomistlerinin tahminlerinin tersine, işler yolunda görünüyor. Bu kıtada, ABD Başkanı Obama’nın genel sağlık sigortası, hızlanarak giderek güç kazanıyor. Kasım ayına kadar, 300 bin kişinin üye olduğu sağlık sigortasına, son 30 gün içinde 2 milyon kişi katıldı. Bu sene, yani 2014 içinde, bu rakamların zirveye vurması bekleniyor. Yani her şeye rağmen, genel sağlık sigortası olayı, çalışmaya başladı. Baştan beri söylediğim gibi, ABD, ekonomik krizden çıktı. Amerikan oto sanayi, kendini yenileyerek, Japon oto satışlarını geride bıraktı. İnşaat ve konut sektörü, düzelme yolunda, iyi işaretler veriyor. İşsizlik rakamları azalıyor.

Amerikan ekonomisi, tabii ki krizden çıkacak. Aslında bir gerçeği, bizim kabul etmemiz gerek. İnşaat ve öteki sanayileri bulunan ülkeler, sıkıntı çekebilirler, ama temelleri güçlü olduğu için ekonomik krizleri atlatabilir. Sanayi olmayan, bizimki gibi çakma ekonomiler, yani başkalarının paraları ile külhanlık yapanlar ise er geç sonunda krize girer ve bedelini ağır öder. Bizimki gibi.
Dış politikada oyuncak olan Türkiye bu konuda da bölgedeki itibarını ve saygınlığını yitirmiş durumda. Komşularımızı korkutan askeri gücümüz de yok artık. Ülke başında başkalarının kuklası olmuş bir siyasi iktidar var. Üretimi olmayan, ülke içinde kolay para harcayan zenginliklerin kaynağı tartışmalı. Gördüğünüz gibi Türkiye’nin 2014 falında da 
 feraha çıktığı görünmüyor. 


***



2014 YILINA GENEL BİR BAKIŞ

2014 YILINA GENEL BİR BAKIŞ

Sedat Atay, 
Eğitimci

Öncelikle böyle bir yazıya başlarken gelenek olduğu üzere, herkesin yeni yılı kutlanır. Mutluluk ve esenlikler dilenir. Bende öyle güzel şeyler söylemek istiyorum. Ama eldeki veriler hiçte öyle söylemiyor. Ülkemiz yıllardır içte ve dışta kötü yönetimin biriken faturalarını ödemeye başladı. Doğal olarak bu ekonomik ve sosyal faturalar dar gelirli emekçi kesimler tarafından ödenecektir. Ayakkabı kutularında bulunan ve de bulunamayan paralar bizlerin paraları idi. Yeni yıl başlar başlamaz gelen zamlar daha başlangıç.

Ülkemiz, bu yıl 30 Mart’tan başlayarak ardı ardına üç önemli seçim yaşayacak. Bizler önce yerel yöneticilerimizi seçeceğiz, ardından ilk kez halkoyu ile cumhurbaşkanımızı seçeceğiz. Ardından da(Beriye alınmaz ise) Genel Milletvekili seçimi yapılacak.

2013 yılının ikinci yarısından beri AKP hükümetinin yönetemezliği saklanamaz oldu. Önce gezi olayları ardından yolsuzluk dosyaları(sanırım devamı gelecek) AKP’den FT yandaşlarının ve bazı Milletvekillerinin istifaları toplumda ciddi soru işaretleri oluşturdu.

Her şeye, zam gelirken, doların 2 YTL yi geçtiği Euro’nun 3 ytl’ye yaklaştığı dönemde, emekçilerle dalga geçer gibi 40-50 YTL zam yapılması, emeklilere ve memurlara komik zamlar, milyon dolarların ayakkabı kutularından fışkırdığı bir dönemde, AKP giderek inandırıcılığını her geçen gün yitirmektedir.
Ülkemizde genel anlamda bunlar yaşanırken, ilimiz Muğla’da neler oluyor. Muğla ili ilk kez büyük(Bütün) şehir yasası ile yerel seçime gidecektir. Bu yasanın bir dolu yarar ve zararları vardır. Ve de yasanın birçok pratik içinde görülecek eksikleri vardır. Fakat bu yasa ile belde belediyeleri ve köyler mahalle olmuşlardır. İlçelerden geçmişte seçilen il genel meclisi üyeleri yerine büyüklüğüne göre ilçe belediyeleri merkezi belediye yönetimine temsilci vereceklerdir. Bu temsilciler ilin tümünün yatırımlarını planlayarak ili yöneteceklerdir. İl özel idaresi de Büyükşehir Belediyesine bağlanacaktır.
30 Mart 2013 tarihinde yapılacak yerel yönetim seçimleri için partiler kendi yöntemlerine göre adaylarını belirlediler veya belirliyorlar. Bu arada başkan kadar her ilçenin belediye meclis üyeleri de bundan sonra daha da önem kazanmıştır. Birincisi tüm ilçeden sorumlu olacaklardır. İkincisi, bu üyelerden bazıları büyük şehir temsilcisi olarak ilçelerinin sorunlarını çözmeye çalışacaklardır.

Ülkemizin bu kadar zor bir yılla karşı karşıya bulunduğu bir dönemde, Ula ilçemizin mevcut durumu ve olması gerekenlere genel olarak bakacak olursak, Ula ilçesi Muğla ilinin büyüklük olarak onuncu sırasındadır. Toplam nüfus olarakta 25.000 kişiden oluşmaktadır.. Doğal olarak büyük şehre gidecek temsilcilerin çok yetenekli olmaları gerekmektedir. Fakat Bunun yanında Ula ilçemizin, çok ta önemli artıları vardır. Birincisi, Dünya cenneti Gökova, ikincisi ise özellikle Akyaka’nın Muğla’nın denizi oluşudur. Bu artılar temsilciler tarafından değerlendirilebilirse önümüzdeki süreç Ula ilçemiz için geciken yatırımların ve düzenlemelerin yapılacağı bir dönem olabilir. Bunların olabilmesi için Ula’daki STK’larında uyum içinde verimli çalışmaları gerekmektedir.
Bu verilerin ışığında önümüzdeki süreçte yapılması gerekli işleri sıralayacak olursak; En kısa sürede turizmin kalitesini ve alternatifini arttırıcı çalışmayı sektör temsilcileri ile yaşama geçirmek. Sokak hayvanları sorununu kalıcı ve çağdaş bir yöntemle çözmek. İmar konusunda kalıcı çözümler üretmek, Azmak yönetimini ve düzenini sağlamak. Özellikle Gökova’nın tümünde kömür yakılmasını kalıcı bir şekilde önlemek. Turizm sezonunu uzatabilmek için sektör temsilcileriyle tanıtım çalışmaları yapmak. Spor kulüplerinin mutlaka yöre gençlerine(kız-erkek) deniz sporları başta olmak üzere amatörce yapılmasını sağlamak. Turizm sektöründe yöre tarımsal ürünlerinin tüketilmesini sağlamak. Yerli ve yabancı bileşenlerle çağdaş modern huzurevleri yapmak. Yörenin kültürle anılıp tanınması için ilimizde örnekleri bulunan Uluslar arası sanat merkezlerinin açılması. Citta Slow kriterlerine uygun kent dokuları oluşturmak. Özellikle yeşil turizmi geliştirmek için köyleri hareketlendirmek. Yaz dönemleri için gençlik kamp alanları hazırlamak. Karavan kamp alanları düzenlemek. v.b Bunları ve daha fazlasını önerip, takip edecek STK’lar da önemlidir.
Tüm bunları ve daha fazlasını düşünüp yaşama geçirecek yöneticilere gereksinim vardır.



***


Yıl, İki Bin On Dert


                              Yıl, İki Bin On Dert!!!

Ahmet Tan,

Yılın Saygısızı: Bakan oğlunun bürosunu arayan komiserin görevden alınma nedeni, lahmacun sipariş etmesiymiş. Parası yetseydi belki de suşiısmarlayacaktı! Kahraman polisimizi lahmacuna mahkûm edenler utansın!

Yılın Özgürlüğü: Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Başbakan’a, Allah belanı versin!demenin suç olmadığına karar verdi. Belanı versinsözünü hakaret değil, bir temenni olarak değerlendirdi ve bedduasaydı. Böylece, Fethullah Gülen’le birlikte milyonlarca seçmenin önü açıldı!

Yılın ‘Good’ Duası: Sevgi sellerine kapılasın, mutluluk fırtınalarına tutulasın, aşktan nefesin kesile... Dostlardan, dostluklardan, bereket ve bolluktan kurtuluşunuz olmaya... Her neye - nereye bakarsan içiniz sevinç ve coşku dola, veladdalin amin!

Yılın TIR’ı: Suriye’ye yardım malzemesi götürdüğü söylenen ve savcılıkça denetlenmek istenen TIR’ın aranmasına engel olan vali bey, iktidara hizmet aşkına muhtemel bir silah kaçakçılığına yardım ve yataklık yaptı. İHH, “TIR bizim değil!” dediğine göre içindeki malzeme kimin? Kimlere, ne için teslim edilecek? İçindeki malzemenin parası kimlerin ayakkabı kutularına dolacak?

Yılın Rotası: Gemicikle milletçe dalga geçtik. Haksızlık etmişiz. Sahiden gemicikmiş: sadece 5 bin 500 tonluk! Satın alınan yedinci ve sonuncu geminin adı Cihan: 85 bin tonluk! Dünya küçük, haber dediğin de ışıktan hızlı. Cihan’ın son rotası ve yükü ile ilgili haber bir asker arkadaşımın kardeşinden geldi. Cihan’da bir süre lostromoluk yapıp ayrılmış. Güney Kore’den kömür almışlar, Kanada’nın Vancouver kentine götürmüşler. Bu kadar uzak diyarlar ve uzak rotalar seçmesi dedikodu korkusundan mı? Hayır, korksalar karada rahat dururlardı!

Yılın Şehadeti: Erdoğan, arada bir Şehadet en yüce mertebedir! diyor. Buna milletçe şahidiz. Raslantıya bakın ki, şehadet, hem şahitlik, hem de şehitlik anlamına geliyor. Suriye’de savaşan tarafların hepsi de Müslüman. Hangi tarafın şehit sayılacağını Allah bilir. Ama belli ki bizim Başbakan da biliyor. Ki, Suriye’deki savaşa dahil oldu... Bir tarafın şehit, bir tarafın niyazi olması için çalışıp duruyor. 

Yılın Manşeti: Yeni Adalet Bakanı Bozdağ, Bu iktidar manşetlerle gelmedi. Manşetle gitmez!diyor. Ama aynı gün gazetecilerin Emniyet Müdürlüğü’ne girmesi de yasaklanıyor. Niye? Manşetatılmasın diye. Manşetler önemli değilse, yandaş medya yaratma uğruna kamu bankalarının milyonlarca lirası neden ortalığa açıldı saçıldı?

Yılın Simgesi: Elbette ayakkabı kutusu. Belki asrın simgesidemek daha doğru. Asrın Lideri’nin, Asrın Projeleri’nin ülkesine de bu yakışır. Arada bir Özal’ın devamıyızdiyordu. Haklıymış!.. Rahmetli Özal da davul delen jaguarla tarihe geçmişti! Partisi bile kurulmuştu. Ayakkabı Kutusu Partisi için de ortam çoktan hazır!  

Yılın İmamları: AKP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Adalet Bakanı M.Ali Şahin Yargıtay’da “Yargıtay İmamı” bulunduğunu açıkladı. “İmam” kadrosunun Danıştay, Sayıştay, Genelkurmay Başkanlığı, MİT, Devlet Opera ve Balesi ve Et Balık Kurumu dahil daha hangi kuruluşlarda bulunduğu bizzat “Başimamımız” tarafından açıklanmalıdır.  

Yılın Sorusu: Dolar lobisine zevkten çifte telli oynatan nedir? “İç savaşa hazırız!” diye kefen giymiş meczupları önüne dizip miting yapmak mı, yoksa dolar dolu mekânlara baskın yapılmasına engel olmak mı?  

Yılın Cezası: Suriye’ye geçecek TIR sınırda savcılık emriyle durduruldu. Durduran polisler görevden alındı. Üstelik ellerinde de tespih yokmuş, bacak bacak üstüne de atmamışlar, lahmacun da sipariş etmemişler.  

Yılın Tivitçisi: Alman seçimleri öncesinde Merkel’e “Balığa çıkar artık” demişti ama kendisi seçime girmeden kavağa çıktı. Elinde de olta yerine akıllı telefon. Tivitleyip duruyor. Öldüğünde 2 daire bırakan Ecevit ile savcıdan kaçırılan oğlu 7. gemiyi de alan Erdoğan’ı kıyaslıyor. Siyasetten önceki son görevi, bendenizin ve Arınç’ın da bulunduğu TBMM heyetine, ABD Dışişleri adına mihmandarlık idi. Egemen Bağış, bu ülkeye Allah’ın mı yoksa, ABD’nin mi bir bağışı henüz ortaya çıkmadı!  

Yılın Duası: Bir taksi şoföründen; Adalet ve Kalkınma Partisi’ne “adalet”, Cumhuriyet Halk Partisi’ne “halk”, Barış ve Demokrasi Partisi’ne “barış”, Miliyetçi Hareket Partisi’ne “hareket” nasip eyle yarabbi!  


 ***