Necati Doğru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Necati Doğru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ağustos 2019 Pazar

Kalk Git Oğlum İfadeye…(!) Necati Doğru.,

Kalk Git Oğlum İfadeye…(!) Necati Doğru.,


Necati Doğru.,
05 OCAK 2014

AKP’li seçmen taş gibi, beton gibi, mermer heykel, bronzdan biblo, çelikten köprü ayağı olmuş.
Taş değişir.
Dağ değişir.
Demir değişir.
AKP’li değişmez.
Sevgisi sürer.

Bağlılığı devam eder.

* * * * *
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, kendinden, partisinden, liderinden, inancından, abdestinden çok emin açıkladı: Bakan oğullarının yatak odalarında bulunan dolar dolu çelik para kasalarından, ayakkabı kutularında istiflenmiş 4.5 milyon dolardan, Altın ihracatçısı diye bilinen fakat şimdi devlet önde gelenlerini ve oğullarını rüşvetle yemleme suçuyla hapiste yatmakta olan işadamının; bakanın bileğine 700 bin TL değerinde hediye saat takmasından, bakanı, eşini, oğlunu, gelinini özel jet uçağına bindirip umreye günahlardan arınmaya götürmesinden, 4 bakanının yolsuzluk ile rüşvete köprü olabilecekleri şüphesiyle istifa etmelerinden, bir bakanın Başbakan’a dönüp; “Sen dedin… Ben yaptım… Yolsuzluk varsa sen de içindesin…” uyarı çığlığı atarak hem partisinden, hem milletvekilliğinden ayrılıp gitmesinden, AKP seçmeni vatandaşın duyguları hiç etkilenmedi.

* * * * *
4 anket şirketi bulmuşlar
Anket yapıp sormuşlar.
Destek yüzde 52.
Rüşvetler çok büyük.
Bağlılık direnci daha büyük.
Japon gazetesi Nikkei; Türkiye’de tuzu bile kokutan bu çürüme karşısında AKP’li seçmenin hiç etkilenmeden kalabilmesini “yüzyılın dik duran sevgisi” diye 3 milyon Japon okuruna duyuruyor.

* * * * *
Peki niçin bu korku?
Neden bu panik?
Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ı da savcı “yolsuzluk-rüşvet-çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve bu örgüte üye olmaktan” ifade vermeye çağırdı.
Başbakan oğlu gitmiyor.
Polis de getirmiyor.
Başbakan’ın oğlu Bilal’in yerine bir general, bir gazeteci, bir şair, bir yazar olsaydı; 40 polis 40 TV yayın aracıyla generalin evini sabah saat 00.6’da basar, canlı yayın ifadeye götürürlerdi.
Götürmüşlerdi.
Başbakan bunu bildiği halde ve anketler de yüzde 52 desteğin sürdürdüğünü gösterdiği halde kalkıp da; “Kalk git oğlum ifadeye… Bizim adaletten korkacak hiçbir defomuz yok…” demedi mi?
Ben de babayım.
Empati kurarım.
Demiştir mutlaka (!)
Oğlan babayı dinlemiyordur.
Peki polisi kim tutuyor?
Acaba polisi; “Bilal’in babası Başbakan, onu yakalayıp ifadeye getirmeye kalkarsanız sizin hepinize kumpas kurulur…” diye korkutan mı var?

* * * * *
Çürümeyi iyice kokutan mı var?
Atatürk’e ayyaş dediler.
Atatürk yaşasaydı. Bir de oğlu olsaydı. Başına bu durum gelseydi. Atatürk oğluna; “Kalk git oğlum ifadeye…” der ve gidip gitmediğini kontrol ederdi.
İnönü’ye de ayyaş dediler.
İnönü’de yaşasaydı. İki oğlundan birinin başına bu durum gelseydi. İnönü oğluna; “kalk git oğlum ifadeye…” der ve gidip gitmediğini kontrol ederdi.
Menderes yaşasaydı…
Özal yaşasaydı…
Bülent Ecevit yaşasaydı…
Necmettin Erbakan yaşasaydı…
Mehmet Akif yaşasaydı…
Said Nursi, İzmirli İsmail Hakkı, Küçük Hüseyin Efendi, Mehmet Ali Ayini, Nurettin Topçu, Abdülhakim Arvasi yaşasaydı ve başlarına bu durum gelseydi oğullarına; “Kalk git oğlum ifadeye…” derlerdi.

https://www.sozcu.com.tr/2014/yazarlar/necati-dogru/kalk-git-oglum-ifadeye-436037/

***


19 Mayıs 2019 Pazar

Hizbullah, Başbakanı da Asar Fethullah'ı da Keser!


Hizbullah, Başbakanı da Asar Fethullah'ı da Keser! 


Necati Doğru,.
28 OCAK 2011 KÖŞE YAZARLARI YAZILARI.,

GÖRÜNEN köy kılavuz istemez. 

Biz yazmış olalım. Hizbullah'ın bundan sonra "Korku salacağı" bir numaralı hedefi "Mahkemelerin hakimleri ile adalet yerine gelsin diye çalışan" polis şefleri dir.
Hizbullah, keser, asar!
Domuz bağıyla bağlar.
Kafatası na beton çivisi çakar.
Bodruma mezar kazar.
Cenin pozisyonunda gömer.
Üstüne beton döker.
Namazlık serer!
Gömdüğü ceset üstü namaz kılar.
Hizbullah, kelime anlamı olarak "Allah'ın Partisi" demektir. Hizbullah'ın liderleri, "Tek ve yüce olan Allah adına siyaset" yapan; "Kuran'ı Kerim'in yasalarını 
iktidara getirmek isteyen" insanlardır. Öldürmeyi Allah adına yaptıklarını söylerler ve "bu inanç etrafında" toplanmış mümin insanlardır.
188 kişiyi öldürmüşlerdi.
84 kişiyi yaralamışlardı.
Yakalandılar.
Yargılanmaları 9 yıl sürdü.
Dikkatinizi verin.
Bir yıl değil...
İki yıl değil...
Beş yıl değil...
Tam dokuz yıl...
Dokuz yıl sonunda "Ağırlaştırılmış hapse mahkum" edildiler ve hakimlerin verdiği kararın "usule uygun olup olmadığı incelensin" diye gönderildiği üst mahkeme 
(Yargıtay) dosya yığınları içinde kalmaya mahkum hale geldiği için Hizbullah tutukluları serbest kaldılar.
Halay çekilerek karşılandılar. Tekbir sesleriyle kucaklandı lar. Arkalarında onlara inananlar var.Bunu da göstermiş oldular ve başta dini kullanarak siyaset yapmakta olan Başbakan ile Fethullah Gülen olmak üzere herkese; internet siteleri aracılığıyla "Hizbullah cemaati, doğduğu topraklarda geniş halk kitlesinden aldığı destekle varlığını sürdürmektedir... Bu süreçten sonra herkes, bu ülkenin gerçeği olan Hizbulah'ı kabul etmeli, Hizbullah ile yaşamayı öğrenmelidir..."  dediler. 

(Bu haber dünkü gazetelerde yer aldı.

Şimdi düşünün Yargıtayın hakimleri dosyaları inceledi.
Usul hatası buldu.
Hizbullah sanıklarını dokuz yıl yargılama sonucunda  mahkum etmiş hakimlere "usulüne göre yeniden yargılayın" diye geri gönderdi.
Bu hakimleri kim koruyacak Hakimlerin topu yok.
Tüfeği, bombası yok.
Hizbullah'ın arkasında halk var.
Hakimin arkasında kimsesi yok!
Bu durumda hangi hakimin eli varacak da, hangi polis şefinin yüreği yetecek de "Allah'ın kanunlarını iktidara getirme" davası için yola çıkmış; halay çekerek, 
tekbir getirerek destek veren halkı da arkasında bulmuş Hizbullah'ı "laik hukuk adına" sorgulayacak, belge toplayacak, kanıt bulacak, yargılayacak, mahkum 
edecek!

Ülkeyi bu noktaya getirdiler.

Adalet sisteminde "usul esasın önüne geçmiş", hukuk sistemi "usul bataklığına" gömülmüş ve "hakimle de usulün esiri yapılmış" bir düzende köklü reform 
düşünmek yerine iktidar ve onun yandaşları; yargıyı ele geçirme peşinde koşuyor.

Görünen köy!..
Hizbullah, Başbakan'ı da asar
Fethullah Hoca'yı da keser!
Örgüt bizi asla unutmaz uykularımız kaçıyor 
Beykoz operasyonuna katılan polis: 

   HİZBULLAH lideri Hüseyin Velioğlu'nun öldürüldüğü Beykoz'daki villa baskınında en önde bulunan ve güvenlik nedeniyle adını açıklamadığımız 
Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli polis memuru SOZCÜ'ye şunları söyledi:
"Hizbullah'ın kafa adamlarının serbest bırakıldığı bize tebliğ bile edilmedi. Örgüt, operasyonlara katılanları unutmaz. 
Ben o operasyona görevim gereği canımı ortaya atarak seve seve katıldım. Şimdi böyle bir operasyon görevi verilse yine yaparım. 
Teröristlerin serbest kaldığını ben teşkilatımdan değil, televizyonlardan öğrendim. 

Açıkçası Uykularım kaçtı. Biz canımızı boş yere mi ortaya koymuşuz?"

***

2 Aralık 2018 Pazar

Allah’ı Unuttu, Rüşvete Sarıldı

Allah’ı Unuttu, Rüşvete Sarıldı


Necati Doğru

Bu kadar günahkar bir unutkanlık nasıl oldu?” diye sorarsanız cevabını “Gök Kafes” adlı gökdelenin dikilme hikayesinde bulabilirsiniz derim. Gök Kafes, İstanbul silüetini ilk bozandı.

Hikayesi şuydu:

Gök Kafes’ti adı.
Orada İTÜ binası vardı.
İTÜ binasını geçmeyecekti.
Göğü delerek yükseliyordu.
İstanbul’un Beyoğlu İlçesi’nin sınırları içinde; Beşiktaş İnönü Stadı’nın hemen arkasında, Boğaz’ın atlas renkli sularının en manzaralı kucağında ve elini uzatsan Dolmabahçe Sarayı’nı tutacak yakınlıktaydı.
O tarihte ismi bilinmiyordu.
Tayyip Erdoğan yoksuldu.
Oturacak evi bile yoktu.
Zor geçinen halktan biriydi.
Bu tarihi arazi üzerine “imar planına aykırı olarak göğe doğru yükselen Gök Kafes’in yapılmasına” yoksulların ve Allah’a inananların partisi Refah’ın Beyoğlu İlçe Başkanı Tayyip Erdoğan da karşı çıkıyordu.
İstanbul’u ise CHP yönetiyordu.

Belediye Başkanı Prof. Dr. Nurettin Sözen, Gök Kafes’in şehir planına aykırı yapıldığını, rantçılığın İstanbul tarihini hançerlediğini mahkeme kararıyla saptayıp, yapımı durdurmuş, inşaatı mühürletmişti.

* * *
Nurettin Sözen’in rantçılığa isyan eden kararını boşa çıkartmak ve iktidara yandaş işadamına yüksek imar rantı yedirmek için İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beyoğlu Belediyesi Ankara’dan alınan bir kararla devreden çıkarıldı. Ankara’da adı yolsuzluk, rüşvet, hortumculukla anılan ANAP iktidarı vardı.
Bir gecede karar alındı.
600 yıl hiçe sayıldı.
Gök Kafes’in üstünde yükseldiği şehir arazisi Osmanlı’dan beri 600 yıl Beyoğlu toprakları sayılırken, bir gecede “Gök Kafes’in arazisi Beyoğlu’ndan alındı ve Şişli Belediyesi sınırlarına” katıldı. Şişli Belediyesi’nin başında o zaman iktidar partisi ANAP’lı belediye başkanı vardı.

Refah’lı Erdoğan çok kızdı.

Hak mı bu dedi?
Adalet mi bu?
Diye isyan etti?
Bundan ötürü açılışı kendi başbakanlığı dönemine rastlamasına rağmen nutuk söylemeye gelmedi. Gök Kafes’te yapılan hiçbir toplantıya katılmadı.

* * *
O günlerde “hak mı-adalet mi bu” diye isyan ettiği yolsuzluğu bugün kendisi yapıyor. Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Sen dedin… Ben yaptım… Yolsuzluk varsa… Sen de içindesin…” uyarı şamarını atarak istifa etmişti ya Gökkafes’te yapılanın aynısı son 11 yıldır uygulanmış, “İstanbul şehri hemen tamamı rüşvet kokan Gök Kafesler ormanına Tayyip Erdoğan döneminde” dönüşmüştü.

Ne oldu biliyorsunuz.
Gök Kafes kaya oldu.
Tayyip’in başına düştü.

Rüşvetle vidalı şüphesiyle istifa eden bakanlardan birinin oğlu Barış Güler, 6 çelik kasa ve para sayma makinesiyle aylık kirası 60 bin TL olan Gök Kafes’teki dairesinde yakalandı. Tayyip Erdoğan, tarihi unutmuş, Gök Kafes’i, Kafes dairesinde yakalanan rüşvet kasalarını görmüyor; “bana darbe yapıldı” diye halka yeni narkozlar sunuyor. Soruşturmanın oğlu Bilal Erdoğan’a ulaşmasının yolunu kesmeye çalışıyor.

Gücünü rüşvetten alıyor.
AKP oylarına güveniyor.

ANAP da yüzde 50’leri geçen yüksek oy almıştı. Yolsuzluğa battı. Gücünü rüşvete dayadı.

Tabela partisi oldu.
ANAP kapandı.
Ders alınmıyorsa eğer.
Tarih tekerrür eder.
AKP tabela olmaya gider.
Yılın ilk akıl açıcı sorusu!

Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Başbakan Erdoğan’a yanıtlaması için yılın ilk akıl açıcı sorusunu sordu. Emine Ülker Tarhan, soru önergesinde; “Aksaray Valisi iken İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atanan Selami Altınok hakkında 40 ayrı soruşturma var mıdır ve Selami Altınok’un müteahhit kardeşine usulsüz ihaleler verilmiş midir?” dedi.


***

31 Ekim 2018 Çarşamba

Halkın Tarih Yazacağı Bir Yıla Girdik

Halkın Tarih Yazacağı Bir Yıla Girdik


Necati Doğru

Giden yıl hüzündür. Gelen yıl umut. Halkın tarih yazacağı yeni bir yıla girdik. Yeni yılınız kutlu olsun.
Seçimle getirdi.
Kutuları Rüşvet doldu.
Seçimle Gönderecek.
Tarihleri halk yazar.
2014 tarihi Dönüm olacak.

11 yıldır korkutan.
11 yıldır sindiren.
11 yıldır susturan.
O olmuştu.
Yeni yıla girdik.
Şimdi korkan o oldu.
Bir kutudan ödü kopuyor.

* * * 
Bir karton ayakkabı kutusunu, uzun namlulu suikast tüfeği gibi görüyor. Kıtalararası balistik füze sayıyor. Kitle imha
silahından daha öldürücü buluyor. Yanında 170 korumayla gezen Başbakan’a ayakkabı kutusunu uzaktan göster; koca Tayyip panikliyor!
İçi boş, rengi soluk.
Dilsiz, elsiz, ayaksız.
Karton kutuya bakıyor.
Korkudan dehşete düşüyor.
Çatal yürekli, altın kalpli, gerçekten halk gibi halk Akhisarlı Nurhan Gül, meydana bakan evinin çatı balkonunda elinde
bir karton ayakkabı kutusunu “yeni mağduriyet narkozuyla afyonlama masalı anlatmakta olan Başbakan’a gösterdiğinde”
suikastçı, balistik füze ateşleyicisi sayıldı.
Polisler evi bastılar.
Nurhan kapıyı açmasaydı.
Koçbaşı getirmişlerdi.
Kapıyı kıracaklardı.

* * * 

Türkiye’yi ne Hale getirdi!

Türkiye’yi  İbiş ülke yaptı.

Bir karton ayakkabı kutusunu 100 metre uzaktan göstermek bile “yılın annesi Akhisarlı Nurhan Gül’ün ifade özgürlüğünü yok etmeyi” kabule zorlanan ülke olduk!
Bir karton kutu görüyor:

Akhisarlı Nurhan’ın konut dokunulmazlığını ihlal etmeye, yasayı savunan soruşturma savcısı Muammer Akkaş’ı linç etmeye, hukuk devletini polis devletine çevirmeye, oğluna kadar geleceğini haber aldığı soruşturmayı kendine bildirmediler diye Türkiye ölçüsünde 800 Emniyet mensubunu, hiçbir gerekçe göstermeden, yerlerinden etmeye, adaleti rüşvet doları dolu bir ayakkabı kutusunda öldürmeye karar verecek kadar kendinden geçiyor.

* * *

Giden Yıl Zavallıdır.

Türkiye’nin Başbakanı olacak, bir Karton kutudan korktu; “Bırakın yolsuzluğun dibine kadar gidilsin” diyemedi. 11 yıl “askeri vesayet önümüzü kesti” diye bağırıp, 11 yılın sonunda yolsuzluğu örtmek için “devlete paralel Fethullah vesayeti önümüzü kesiyor” mağduriyeti üretti.

Fethullah ile Birlik oldu.

Vesayetçi askerleri(!) hapse koydu.
Şimdi Fethullah’a da vesayetçi diyor.
Halk bu kadarını artık yemez.
Türkiye Akhisarlı Nurhan’ın ülkesi. Halkın tarih yazacağı bir yıla girdik.
Gelen yıl umuttur.

Yeni yılınız kutlu olsun.

***

29 Ocak 2017 Pazar

Soyadları...




Soyadları...


Necati Doğru

Yazmak bile acı. Ergenekon ve Balyoz davalarında soyadları “Çiçek… Başbuğ… Fırtına… Erguygur… Örnek… Balanlı… “ olanlar hapishaneden “cenazeleri çıkacak şekilde mahkumiyet kararları” aldılar.
Dursun Albay.
Soyadı; Çiçek…
Milli Güvenlik kararları doğrultusunda “irtica ile mücadele eylem planı” düşündüğü için ölünceye kadar hapiste kalacak cezalar yedi.
Aynı planı yapmışlar.
Altına imza atmışlar.
Onlar dışarıda.
Biri şimdi Başbakan.
Başbakanlığı bırakacak.
1 Numara’ya çıkacak.
Cumhurbaşkanı olacak.
Diğeri Cumhurbaşkanı.
Köşk koltuğundan inecek.
Başbakan olacak.
Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül kendilerine 2023’e kadar devletin en üst iki koltuğunda oturan; “ Devletin 1 Numaralı ve 2 Numaralı Adamları olacak şekilde” planlar yapıyorlar.

* * * * *

Bu adalet mi!
O hakimlere sormalı.
Ölene kadar hapis verdiler.
O savcılara sormalı.
Ölene kadar hapis istediler.
Adalet varsa; 9 yıldır gizlenen ve şimdi; “Fetullah Gülen-Tayyip Erdoğan arasındaki iktidar çatışması” sonunda ortaya çıkan “Milli Güvenlik Kurulu kararlarına” göre Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ün de yargılanıp “hapishaneden cenazeleri çıkacak şekilde” içeri atılmaları gerekir.
Hiçbir hakim karşı çıkamaz.
Hiçbir savcı da karşı çıkamaz.
Onların dokunulmazlığı var, yargılamayız diyemez. Engin Alan ile Mustafa Balbay da; “halkın seçtiği dokunulmazlıkları olan” kişilerdi fakat “irtica ile mücadele eylem planına karıştıkları iddiasıyla yargılanıp” hapishaneden ölüleri çıkacak şekilde ağır hüküm giydiler.

* * * * *
Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Albay Dursun Çicek ve yüzlerce üst düzey, orta düzey ordu mensubunu mahkum eden belgenin 9 yıl önce (2004’te) AKP’li Başbakan Tayyip Erdoğan ve o yıllarda AKP’li Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile AKP’li 5 bakanın katılıp altına nal büyüklüğünde imzalarını attıkları Milli Güvenlik Kurulu toplantısında karar altına alındığı ortaya çıktı.
Söylendiği gibi değil.
Silahlı Kuvvetler’e sızmış yasa dışı bir terör örgütü var. Bunlar iktidarı devirmek için darbe ortamı yaratacaklar, kendi camimizi kendi askeri uçağımızla bombalayacaklar denilmişti ya öyle değilmiş. İrtica ile mücadele eylem planı düşünmek; Başbakan’ın ve şimdiki Cumhurbaşkanı’nın da altında imzaları bulunan MGK adlı Anayasal kurumun kararıymış.

* * * * *
Şimdi o hakimlere sormalı.
Sayın Ergenekon hakimleri.
Sayın Balyoz hakimleri.
O savcılara da sormalı.
Sayın Ergenekon savcıları.
Sayın Balyoz savcıları.
Başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan ve toplantıya katılan 5 Bakan ile şimdi hapishanede olmayıp dışarıda durumu idare eden Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök ile eski kuvvet komutanı Aytaç Yalman, 9 yıldır “irticayla mücadele eylem planını yapma kararının MGK toplantısında alındığı gerçeğini” gizleyerek adaleti yanıltmış olmadılar mı?
Hiç ses çıkartmadılar.
Hem adaleti yanılttılar.
Hem hukuku hançerlediler.
Orduya terör örgütü suçu sürülmesine ses çıkartmadılar ve o kadar subayın “ölülüleri hapishaneden çıkacak şekilde mahkum edilmesine” seyirci kaldılar.

* * * * *
Ergenekon hakimleri!
Balyoz hakimleri!
9 yıl önce altına imza attıkları kararları gizleyerek siz hakimlerin; o kadar insan için “ancak ölüleri hapisten çıkacak ağır kararlar verdiğiniz o davaları” çürütecek Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Hilmi Özkök’e söyleyecek bir lafınız yok mu?

MGK kararını gizlediler.
TSK’yı bitirdiler.
Şimdi Hoca Efendi bitiriliyor.


***



20 Ağustos 2016 Cumartesi

Tırnağı Olamadınız…





Tırnağı Olamadınız…


Necati Doğru

Pusu davasının (Balyoz) yüksek yargı ayağı da beklenildiği gibi çıktı.
Büyük rejisörün yerli figüranlarla sahneye koyduğu pusu; ülkenin iki bayraklı, iki vatanlı, iki uluslu, iki hukuklu olması için kuruldu.

PKK ile açılım oldu.

Türklük yasaklandı.

Arkası “birliği bozmak” hedefine yürüyecek aheste paketlerle gelecektir. Bölünmez birlik olalım. Birlikte üretelim. Birlikte paylaşalım. Birlikte “hakki mürşit (yol gösteren) olarak ilmi alalım ve uygarlığa birilikte yürüyelim” demek için 1933’de yazılmış andın 79 yıl önce ölmüş yazarını yuhalıyorlar.
Başbakan kinle sataşıyor.
Partilileri nefretle yuhalıyor.
11 yıldır iktidardalar; “bölünmez birlik olalım, birlikte uygar olalım” hedefini geliştirecek hiçbir katma değer adımı atmadılar.
Sadece rant ürettiler.
Yandaşlarına dağıttılar.

* * *
79 yıl önce toprak olmuş Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’i kinle yuhalayarak; çapsızlıklarını gizlemeye çalışmaktalar.
Tarihe bakın yazıyor.
Reşit Galip ilericiydi.
Tıp okumuştu.
Hem edebiyat doktoruydu.
Hem hukuk doktoru.

41 yıllık yaşına 400 yıl sığdırdı: Hiç durmadı. Tıp fakültesi ikinci sınıftayken; iki cepheye gitmek için gönüllü yazıldı. Balkan Harbi’nde savaştı. Yaralandı. Kafkas cephesine katıldı. Erzurum’da hastalandı. Çatalca Cephesi’nde verem mikrobu kapmıştı. Osmanlı ordusundan onbaşı rütbesiyle emekli oldu, tıp okumaya devam etti. Hocası ve 2 sınıf arkadaşıyla Fransız hardal şişelerini laboratuvar tüpü gibi kullanıp gaz lambası ışığında 37 derecede tutarak bakteri, aşı, serum ürettiler.
Savaş sürüyordu.
Orduya serum gerekli.
Yeterli zaman yoktu.
Vücudunu kobay yaptı.
Serumu kendinde denedi.
Cephede Mehmet’e yetiştirdi.

* * *

Osmanlı yenildi. Ülke parçalandı. “Kurtuluş Savaşı”na destek vermek için “Köycüler Cemiyeti”ni kurdu. Tavşanlı’da bir cepheyi örgütledi. Savaş kaçaklarını yargılamak için kurulan İstiklal Mahkemesi üyeliği de yaptı.

1925’de Milletvekili seçildi.

1932 yılında Bakan oldu.

11 ay Milli Eğitim Bakanlığı yaptı. Yasaklanan andı; okullarda “bölünmez birlik ve bütünlük aşısı” olsun diye bakanlığı döneminde yazdı. Türk Tarihi Tetkik Heyeti Genel Sekreterliği yaptı. Türk Tarih Kurumu’nun temellerini o attı. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni Türk Dil Kurumu’na o dönüştürdü. Halkevleri’nin kurulmasına emek verdi. Üniversite reformunu o yaptı. İstanbul Üniversitesi’nin 1 Ağustos 1933 günü açılışında: “Türk’ün öz malı bir bilim yaratmalıyız, bunu yapamazsak başka ilmi terakkilerin (bilimde ilerleyenlerin) haraçgüzarı( sömürgesi) oluruz” temalı konuşma yaptı. Köy Enstitüleri’nde ilk DNA çatısını o kurdu. Anadolu Medeniyetler Müzesi, Milli Kütüphane, İlimler ve Sanatlar Akademisi’nin kurulmasında emeği var. Bakanlığının hedefine o yıllarda bile; “içinde 1 milyon kitap olan kütüphane kurma çıtasını” da o koydu. Halk kendi dilinde dinini anlasın diye Ezanı da o Türkçeleştirdi.
1934’de öldü. 41 yaşındaydı.

Cebinden 5 lira çıktı.

Bütün serveti, cebinden çıkan kefen parasıydı. Sağlığında; Mustafa Kemal Atatürk’ü Beyoğlu’nda Rus karı-kocanın işlettiği bir bar (Rose Noir) sahibine İş Bankası’nın 15 bin liralık kredi mektubunu verdiği için en ağır eleştiriyi çekinmeden Reşit Galip yaptı.

* * *

79 yıl sonra yuhalıyorsunuz.

Siz sadece rant ürettiniz.
Ürettiğiniz rantı bile Reşit Galip’in “Bölünmez birlik olalım, birlikte uygarlığa koşalım” esası üzerine kurduğu Cumhuriyet’in malını-mülkünü satma sayesinde başardınız.

Tırnağı bile olamadınız.



 ****