Bekir Coşkun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bekir Coşkun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2020 Perşembe

Barkodlu Vatandaşlık...

Barkodlu Vatandaşlık...

Bekir Coşkun,

Maç Seyircisiz...

Başbakan’ı dinlemek mecburi...

*
Barkodu veriyorlar eline...
Zorunlu gideceksin...
Gitmezsen yazıyor kasa...

*
Gözlerinde pirinç paketi kadarsın...
Nohut...
Makarna...
Mercimek...
Eğer bunlarla satışa geliyorsan, barkodun niye olmasın?..
*
“Dünyada ilk kez uygulandı” diyor parti önde geleni...
Doğrudur...
Git bir Almanı, Belçikalıyı, Fransızı barkodla; bak bakalım...
“Ben market hıyarı mıyım?” der mi, demez mi?..
*
Bunlar Adana’da AKP mitingine katılacakları barkodladılar...
Girerken barkodunu gösteriyorsun...
Yumurta aldığında nasıl ki okuyucu alet barkodun üzerinden geçtiğinde “bip” diyor, öyle ötüyorsa, öyle ses çıkartıyorsun...
“Bip...”
*
Memurlara barkod verip zorunlu Başbakan’ı dinlemeye gönderildi...
Okullar oraya getirildi...
Otobüs bedava...
Metro bedava...
Gelene tost, ayran, bayrak, şapka, atlet, tişört...
Giyin çık...
Bir kıçın açıkta kalıyor...
*
“Hangi ilçeden ne kadar insan geldi, öğrenelim diye yaptık” dese de arkadaş, inanma...
Barkod, öyle ileri geri bağıranları uzak tutmak için...
*
Başka türlü olmuyor...
Maça gidemiyor, tiyatroya gidemiyor, üniversiteye gidemiyor, beş bin polis olmadan sokağa çıkamıyor...
Bir kendi mitingi kaldı...
Ona da gelen sağlam olsun maksat...
Barkod iyi fikir...
*
Saklayın ayrıca barkodunuzu...
Nohut, kömür, işe giriş, terfi, pasaport yerine geçer bakarsınız...
Markettekilerle karıştırmayın ama...
Okutunca...

“Turp... Kilosu elli kuruş...” çıkmasın sonra...

***

11 Ağustos 2019 Pazar

Gökyüzünü de Çalmışlar…

Gökyüzünü de Çalmışlar… 


Bekir Coşkun.,
05 OCAK 2014

Ormanlar, yeşil alan, vadiler, koruluk, park…
Yatay hırsızlık bitince…
Dikey hırsızlığa geçildi demek…
Gökyüzünü çaldılar…

*
Şu yeşil alanlara dikilen gökdelenler… Ya da gökdelenlere imar değişiklikleri ile fazladan verilen kat izinleri, ne çok şey aldı aslında elimizden…
Ufuk çizgisini…
Yıldızları…
Ay’ı..
Tan vaktini…
Güneşin batışını…

*
Bulutları…
Yağmur yağdığında, holding sahibi yukarıdan insanın üzerine işiyormuş gibi geliyor…

*
Bir holdingin gökdelenine tam 85 bin metrekare fazla kapalı alan çıkma hakkı verildiği haberleri var gazetelerde…
85 dönüm…
Gökyüzünde 85 parsel…
Aşağıda olsa, inek çiftliği kur…

*
İstanbul’un silueti çalıntılar arasında değil mi?..
Yeni çıktı ortaya; kaça gittiği…
Nasıl kıydınız?..

*
(Yazının burasında haber portallarına düştü; Polonezköy Çevre Parkı imara açıldı…
Çüş…)

*
Dikey hırsızlık gökyüzünü dahi çaldı…
Gökkuşağının iki ucunu bir arada görmeyeceksiniz…
Uçurtmalara gökyüzünde yer yok…
Mehtap eskidendi…
Şimşek çakışının sadece sesini duyacaksın…
Yıldız kaydı gibi geldiyse size, patron bürosunu yakmıştır yukarıda…

*
Hukuk düzeltilebilir…
Rejim onarılır…
Cumhuriyet geri alınır…
Çocuklara çağdaş okullarını geri verebilirsiniz…
Çalıntı paralar yerine konulabilir…
Ama aynalı binaların altında kalmış ormanı, asırlık çınarları, zümrüt sulakları, kuş sesli bahçeleri, meşeli korulukları, güneşin doğuşunu nasıl geri getireceksiniz?..
Nasıl?..

https://www.istanbulgercegi.com/gazete-yazarlari/bekir-coskun/gokyuzunu-de-calmislar_151878.html


***

2 Temmuz 2019 Salı

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 5 _ Barkodlu Vatandaşlık...

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 5 _ Barkodlu Vatandaşlık...


Barkodlu Vatandaşlık...

26 NİSAN 2017
Bekir Coşkun


Maç Seyircisiz...
Başbakan’ı Dinlemek mecburi...

*
Barkodu veriyorlar eline...
Zorunlu gideceksin...
Gitmezsen yazıyor kasa...

*
Gözlerinde pirinç paketi kadarsın...
Nohut...
Makarna...
Mercimek...
Eğer bunlarla satışa geliyorsan, barkodun niye olmasın?..

*
“Dünyada ilk kez uygulandı” diyor parti önde geleni...
Doğrudur...
Git bir Almanı, Belçikalıyı, Fransızı barkodla; bak bakalım...
“Ben market hıyarı mıyım?” der mi, demez mi?..

*
Bunlar Adana’da AKP mitingine katılacakları barkodladılar...
Girerken barkodunu gösteriyorsun...
Yumurta aldığında nasıl ki okuyucu alet barkodun üzerinden geçtiğinde “bip” diyor, öyle ötüyorsa, öyle ses çıkartıyorsun...
“Bip...”
*
Memurlara barkod verip zorunlu Başbakan’ı dinlemeye gönderildi...
Okullar oraya getirildi...
Otobüs bedava...
Metro bedava...
Gelene tost, ayran, bayrak, şapka, atlet, tişört...
Giyin çık...
Bir kıçın açıkta kalıyor...

*
“Hangi ilçeden ne kadar insan geldi, öğrenelim diye yaptık” dese de arkadaş, inanma...
Barkod, öyle ileri geri bağıranları uzak tutmak için...

*
Başka türlü olmuyor...
Maça gidemiyor, tiyatroya gidemiyor, üniversiteye gidemiyor, beş bin polis olmadan sokağa çıkamıyor...
Bir kendi mitingi kaldı...
Ona da gelen sağlam olsun maksat...
Barkod iyi fikir...

*
Saklayın ayrıca barkodunuzu...
Nohut, kömür, işe giriş, terfi, pasaport yerine geçer bakarsınız...
Markettekilerle karıştırmayın ama...
Okutunca...
“Turp... Kilosu elli kuruş...” çıkmasın sonra...

http://www.gunlukkoseyazilari.com

**************

19 Mayıs 2019 Pazar

Anlama Noktası.


Anlama Noktası… 

Bekir Coşkun,


28 OCAK 2011 KÖŞE YAZARLARI YAZILARI.,

Hepimiz artık biliyoruz ki; İslami demokrasinin alt ve üst yapısı tamamlandığına göre, sıra orta yere geldi.

Ve Türkiye Bülent Arınç’ın “Seks” düzenlemesini konuşuyor bir haftadır.
Niçin?..

Çünkü memleketin başına geleni şu orta yerden başka bir şey anlatamadı da ondan…

*
Mübarek şu orta yer küçüktür ama anlatım yeteneği büyüktür.
Misal; boy ölçüsünü metre, santimetre, milimetre, fit, karış ile söyleyin anlamazlar. Ama “Seyim kadar” derseniz…

Hah, demek ki kısa boy…

*
Uzaklık ölçüsüdür aynı zamanda:

“Teeee anasının…” denildiğinde anlaşılır:
Uzak…

*
İsterseniz Kasımpaşa’nın yerini en iyi şekilde tarif edin bakalım…
Başarabilirsiniz…

*
Sanatsal yorumcudur da…
Diyelim ki kemancıyı iki saat anlatmak isteyip anlatamadığınızda “….. gibi çalıyor” dersiniz, herkes o saniye anlar…

*
Mimari ölçüm aracıdır…

Ev ferah mı, aydınlık mı, geniş mi, dar mı, net oturma alanınız kaç metrekare?..
“G.. kadar” derseniz…
Anlamayan kalmaz…
Yani küçük, iki oda bir salon…

*
İşte bu yüzden zaten Bülent Arınç “Hayat içki ve seksten ibaret değildir” diyerek orta yere sınırlama getirince, herkes Türkiye’nin başına ne geldiğini anladı…
Oysa dincinin nihai hedefi insanların yaşam biçimini değiştirmektir… Bundan asla vazgeçemez… Bu bir mutlak ve kutsal emirdir… 
Eğer ramazanda ağzı oynayanların nasıl dayak yediğini ya da çağdaş yaşamı savunanların yakılmaktan vurulmaya kadar nasıl yok edildiklerini unutmadıysanız…

(Bkz; muamelat ve ukubat bahisleri.)

*
Memleketin oynamadıkları yeri kalmadı, kimse anlamadı…
Milletin kaderi ile, devletin ekseni ile, toplumun yapısı ile, Türkiye’nin geleceği ile oynadılar, yine anlayan olmadı…

Ama “Seks” denilince, anladılar…

Demek ki aynı zamanda anlama noktası da…



***

2 Aralık 2018 Pazar

Susmayacaksın!…

Susmayacaksın!…

Bekir Coşkun

Çık…
Bağır…
Çağır…
Yırtın…
Başına ne geldiğini herhalde anladın…
*
Bak dereni elinden alan adam işte…
Çevreci…
Köyünün suyu kesildi, çeşme kurudu…
Balıkların öldü…
Sorunca, sana “Hes’tir” dediler…
İşte; talan edilen ormanın, yeşilin, koruluğun, kıyının, derenin parası ayakkabı kutularından çıktı mı?..
*
Şehirdeysen…
Nohut geldi…
Makarna geldi…
Kömür geldi…
Senin payına düşen bu kadardı çünkü…
Onun payına düşeni gördün; sayamamış, eve para sayma makinesi getirmiş…

*
İşçiysen, memursan…

Yüzde 3 zam dediler…

Yanaşma sendika yüzde 4 istedi…
Ben bile bildim olacağı; ikisinin ortası yüzde 3.5…
Zamlı maaşı alan baktı ki maaşı elli lira azalmış… Yeni vergi dilimine girmiş çünkü artınca… Arttığından dolayı azalmış yani…
Tam o sırada satmışlar TEKEL arazisini…

*
Yeni yılda “huzur, hayırlar, esenlikler” dilediler…
İlk ne geldi?..

Zam…
*
Yeni yılın daha ikinci günü cebindeki 100 liranın 17 lirası gitti…
Bayrağın, andın, marşın, bayramların, ordun, aydınların, yargın, üniversiten, cumhuriyetin, çocukların, umutların, geleceğin elinden alındığında hadi uyanmadın…
Kazıklandığında bari uyansaydın…

*
Hâlâ çıkıp “Türkiye seninle gurur duyuyor” diyorsan…

*
“Göbeğini kaşıyan adam” deyince kızma…
Ya da susmayacaksın…


***


16 Mart 2018 Cuma

KASETİN Mİ VAR, Derdin var...


KASETİN Mİ VAR, Derdin var...


Bekir Coşkun,

BAYKAL’ın kasetini inceleyen özel Ulusal Kriminal Bürosu(!) görüntülerin montaj
olduğunu,  şahısların Baykal ve  Baytok olmadığını dün kamuoyuna şema üzerinde açıkladı.
Belki Baykal da izlediyse “Demek ki ben değilmişim“ demiştir...
İncelemenin esaslı olduğunu bacaklardaki kılların yapısının belirlenmesinden de anlıyoruz ki, bu durumu “kıl payı” kurtarıyor...
“Ulusal Kriminal Bürosu”ndan televizyonlarda izlediğiniz Uğur Kurtulan, ayrıca
Baykal’ın görüntülerinde, gömlek kolunun önce aşağıda olduğunu, ayağa kalktığında ise yukarıya katlandığını belirtiyor, bu “birisi de gömleğin kolu ile oynamış” olasılığını akla getiriyor...
Aynı kriminal büronun, belediye başkanlığı sırasında Tayyip Erdoğan‘ı da bir “dinleme” sorunundan kurtardığını öğrenmiş bulunuyoruz... Zaten büro sahibinin soyadı:
“Kurtulan...”
Ayrıca, 72 milyona saatlerce anlatıldığına göre; görüntüdeki Baykal’ın soyunduğunda pantolonunu götürüp gardıroba özenle asması, bu kaseti yalanlayan bir önemli unsur görülüyor...
(Ki bu durumlarda erkeklerin, nereye düştüğüne bakmadan pantolonlarını havaya savurdukları varsayılarak...)
Acaba disiplin açısından sosyal demokraside görülen itina ve düzenin gardırop boyutu sayılabilir mi, biz bilemeyiz...
Sonuç olarak özel “Ulusal Kriminal Bürosu”na göre o gözükenler Baykal ile Baytok değil...
Belki de işin en konuşulan yeri burası; Baykal‘ın ilk günden bu yana niye “O ben değilim” demediği...
Hani kimi işler vardır, insan yapar ama farkına varmayabilir...  Başkası “Ne yaptın?” dediğinde bakar ki yapmış... Burada ise başkasının “Sen yapmamışsın” demesi söz konusu...
Bence bu tartışma yeter...
Baykal kimseden oy istemeyeceğine göre, özel hayatı da artık kimseyi ilgilendirmez ve kimseye hesap vermek zorunda değil...
Yaptıysa yaptı, yapmadıysa yapmadı...

bcoskun@htgazete.com.tr

***


13 Kasım 2017 Pazartesi

Bekir Coşkun'un Milletvekili


Bekir Coşkun'un Milletvekili 



YENİ ŞAFAK
Salih Tuna

Ortalık zibil gibi mevzu kaynıyor; Garih cinayeti, Ergenekon muhabbeti, Arıtman rezaleti… 

Lakin hiçbiri tat vermiyor! 

Melih Gökçek'in yeniden aday olmasına ilişkin netameli konulara da, lafımızı esirgedikten sonra girmenin âlemi yok. 
“O benim cumhurbaşkanım değil…” zıpçıktılığını yeniden dillendiren Sevgili Bekir Coşkun'a da ne desek faydasız. 
Faydasız ama hepten tatsız değil. 
Sayın Cumhurbaşkanının, Canan Arıtman'ı mahkemeye vermesini, Ermeni olmayı hakaret bellemesine yormuş. 
“Yoksa niye dava açsın?..” diyor. 
Anlaşılan o ki; mevzuyu hiç çakmamış! 
Bir insanın ailesinde Ermeni olması başka şey, herhangi bir tavrını ailesinde Ermeni olmasına bağlamak başka şeydir. 
Şuncacık şeyi fehmedemedikten sonra, bu kış kıyamette ben sana ne diyiim?! 
Bir de sıkılmadan, “O benim cumhurbaşkanım değil. / Olamayacak da… / Ama benim gibi çoğunuzun da cumhurbaşkanı değil, sadece siz bunun farkında değilsiniz…” diyebiliyorsun! 
Cumhurbaşkanının, Ermenilerden “Özür diliyorum” imza kampanyasına isyan etmemesini, ailesinde Ermeni olmasına bağlayan “hanımefendiyi” mahkemeye vermesiyle, Ermeni olmayı hakaret saymak arasındaki farkı fark et de, ondan sonra konuş. 
Mevzunun bile farkında değilsin; bir de farkında olmaktan bahsediyorsun! 
Canan Arıtman'ın, Cumhurbaşkanının kökenini anne tarafından Ermenilere dayandırma gerekçesini adamakıllı bilip bilmeden atıp tutmak adamlığa sığar mı? 
Her şeyden evvel, Ahmet Kekeç kardeşimin de dediği gibi, hakaretin asıl muhatabı Ermenilerdir. 

Yani… 

Ermenilere hakaret eden Sayın Arıtman'dır. 

Sevgili Bekir Coşkun malum iddiayı, “çirkin” sıfatıyla geçiştirmek yerine, iddianın sahibi için, “O benim milletvekilim değil…” dese ya! 
Hem “çirkin iddia” sahibi, hem “gerçek laik” değil, daha ne arıyor? 
Evet, “gerçek laik” değil. 
Çünkü “Laik bir insan asla ırkçı olmaz…” diyor Prof. Fatmagül Berktay; “Bizde laiklik diye bağıranlar düpedüz ırkçılık yapıyorlar…” 
Bu durumda… 

Cumhurbaşkanının beğenmediği tutumunu, ailesinde Ermeni olmasına dayandıran zihniyetin “ırkçı” olmaklığı da herhalde tartışma dışıdır. 
Demek ki Sayın Arıtman mahut tavrıyla sadece “çirkin bir iddiayı” dillendirmiyor, “laik olmadığını” da ortaya koymuş oluyor. 

Ayrıca… 

Bekir Bey “çirkin iddia” derken neyi kastediyor acaba? 

Madem, iddia “çirkin”, Sayın Gül de, bu “çirkinliği” mahkemeye verdi işte, daha ne konuşuyor? 

Her şey biryana da, Canan Arıtman'dan bana ne, demesin sakın! 
Seçim boyunca AK Parti'ye karşı nerdeyse kurtuluş cephesi mesabesinde gördüğü CHP'nin milletvekili o; herhangi biri değil… 
İmdi, Sevgili Bekir Coşkun “çirkin iddia” sahibi Canan Hanım'a ne diyecek bakalım? 

“Benim milletvekilim değil…” diyecek mi? 
Demezse… 

Nerde Canan Arıtman adı geçse, “ Bekir Coşkun'un milletvekili ” diyeceğim, haberi olsun. 

***

1 Ekim 2017 Pazar

12 Eylül ÖNCESİ VE SONRASI KÖŞE YAZARLARIMIZ Kim Ne yazmıştı?


12 Eylül ÖNCESİ VE SONRASI KÖŞE YAZARLARIMIZ  Kim Ne yazmıştı?


Nazlı Ilıcak 14 Eylül 1980 tarihli yazısında ne yazmıştı?

Nazlı Ilıcak 12 Eylül 1980 darbesini savundu mu? Nazlı Ilıcak 14 Eylül 1980 tarihli yazısında ne dedi? Nazlı Ilıcak'tan darbe sonrası Oktay Ekşi için 
ne yazmıştı? İşte Nazlı Ilıcak'ın 14 Eylül 1980 tarihli o yazısı
12 Eylül Harekatı

12 Eylül tarihli yazımızı şöyle bitirmiştik. "Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete.."

Ve kıyamet koptu. Dünyanın sonu değilse de, demokrasinin sonu geldi. Siyasal partilerin faaliyetlerine ara verildi, parlamento feshedildi.. 
Milletvekillerinin ve senatörlerin dokunulmazlığı kaldırıldı..

Hürriyet, biz gazetecilerin en önemli gıdası, suyu, ekmeğidir.. İçimizdeki döktükçe ferahlar, karşı bir fikre kuvvetli delillerle mukabele ettikçe 
güçleniriz. İnanırız ki, "Berika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar…"Gerçeğe ancak fikir alış-verişiyle ulaşılabilir. Doğru olduğunu zannettiğimiz 
bir düşüncenin, değişik bir bakış açısı önünde çöküşüne defalarca şahit olmuşuzdur..

Balık ancak suda yaşar, gazeteci çok partili demokraside. Çünkü görevi sadece alkışlamak değildir.İşte, harekatı öğrenince, bu sebepten dolayı 
derin bir "Ah" çektik. .

İşin kolayı, "Biz dememiş miydik" sorumluluğu siyasi kadrolara yüklemek, konuşma ve kendilerini savunma hakkına sahip bulunmayan kimseleri, 
yerden yere çalmaktır. Biz böyle yapmayacak, onlarla hesaplaşmak için, demokratik sistem içinde yeniden yerlerini almalarını bekleyeceğiz. 
Tam tersine, bugün müdafaa edeceğiz. Eğer demokrasinin bir an evvel geri gelmesini istiyorsak, siyasi kadronun ayakta kalmasına çalışmalıyız.

Liderler kolay yetişmez; herkesin kusuru vardır ama bu kusurları dev aynasında gösterip olumlu yanları örtmemek gerekir politikacının topyekun 
tasviyesi Türk siyasi hayatında telefisi imkansız boşluklar yaratır.

Anayasa profesörü merhum Ali Fuat Başgil'in hala tazeliğini koruyan satılarını okuyup 12 Eylül harekatına teşis koymak mümkün..

" Hürriyet terbiyesi gelişmemiş olan memleketlerde, hürriyet rejimi çocuk elinde dinamit olmaya, demokrasi ise evvela demagojiye ve sonra 
anarşiye dökülmeye mahkumdur. Anarşiyi de bir tepkinin takip etmesi mukadderdir. Bu tür memleketlerde, hürriyet rejimi gelip gecicidir. 
Kışın bulut arkasında görünüp batan güneş gibidir.. Böyle olması tabiidir. Çünkü demokrasi, istibdat ve kargaşa arasında yer alan bir itidal ve muvazene rejimidir. Bu rejimin bir parmak yukarısı istibdat ise,  bir parmak aşağısı anarşidir. Hürriyet terbiyesi eksik olan memleketler, ekseriya itidal ve muvazeneyi kaybederler ve neticede istibdat ile kargaşalıktan birini tercih etmek zorunda kalırlar. Kargaşalık, milletlerin haklı olarak en çok yığıldıkları bir felaket olduğundan böyle bir vaziyet kaşısında kalan memleketler daima istibdatı tercih etmişler  ve kargaşalık tufanında boğulmamak için kendi yarattıkları bir Nuh peygamberin gemisine sığınmışlardır. Umumiyetle, diktatörlerin bidayette birer kurtarıcı sevgisi ile karşılanmalarının psikolojik sebebi budur." 

Demokrasinin devamı ancak otorite ve hürriyet arasındaki dengenin korunmasına bağlıdır. Hürriyetsiz disiplin totoliter bir rejimin karakteridir 
ama disiplinsiz hürriyet başı bozukluk ve kargaşa demektir. Başgil bu konuda şunları söylüyor:

" Disiplinsiz bir hürriyet tasavvur etmek ve hürriyeti başıbozukluk manasına almak, hürriyet idealine bir başka şekilde ihanet etmektir. Hürriyete 
kasd için yapılan yanlış telakkiye göre, hürriyet güya herkesin dilediği gibi hareket etmesidir. Bu hal, asla hürriyet değil, kargaşalığa götüren bir 
şirretlik bir şımarılıktır.. Dilediği ve istediği gibi hareket etmek kudret ve ihtiyarı yalnız Tanrı Teala'ya hastır. Hatta Tanrı bile, üstün irade ve 
mutlak kudretini, bizzat kendi yarattığı nizamı alem ile hudutlamayı, kendi için ilahi bir kanun tanımıştır.

…. Cemiyet disiplin temellerine oturan birliktir. Herkes memleketin kanunlarına ne derece kuvvetle bağlanır ve riayet ederse, o nisbette medeni 
bir hürriyete kavuşur. Görülüyor ki, hürriyet ile kanun fikri arasında sıkı bir münasebet vardır ve netice itibariyle hürriyet, herkesin müsavi surette  
kanuna saygı göstermesi ve itaat etmesinden doğan bir hava ve iklimdir." 

* Türkiye'de demokrasi, demagojiye ve anarşiye dönüşmüştür otorite ve hürriyet arasındaki denge birincisi aleyhine bozulmuş, bir otorite 
boşluğu doğmuştu Türk Silahlı Kuvvetleri, bu boşluğu doldurdular açıklanan hedef  "demokrasinin işlemesine müsait ortamı hazırlamaktır". 

Bu ortam ne kadar süratle oluşursa, milletimiz, memleketimiz o kadar çabuk huzura kavuaşacaktır.

Nazlı ILICAK

14 EYLÜL 1980 TERCÜMAN

 http://www.sivilmedya.com/nazli-ilicak-14-eylul-1980-tarihli-yazisinda-ne-yazmisti-21753h.htm


12 Eylül'de Sevinen Yazarlar bakın kimler

"Kızdırırlarsa, anayasaya 'Hayır' demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül'de zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; 
şaşar kalırsınız..."

      Akşam gazetesi yazarı Ali Saydam, 12 Eylül 1980 günü Türkiye'yi terketmek üzereyken darbe yüzünden kaldığını anlattığı yazısında ilginç bir 
ayrıntıya değindi. 

"Darbenin ardından kimle konuştuysam hayatından memnundu" diyen Saydam, herkesin 'Ordu Cumhuriyet'e ve vatana sahip çıktı!' diye 
düşündüğünü yazdı. Saydam eğer kızdırırlarsa 12 Eylül'de zil takıp oynayanların isimlerini açıklarım şaşarsınız derken şunları yazdı:

"Entelektüeli, aydını, işadamı, sanatçısı, sokaktaki sıradan vatandaşı mutabıktı: 'Vatan elden gidiyor!'...

Bugün ne hikmetse herkes bir başka havada... Kızdırırlarsa, anayasaya 'Hayır' demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül'de 
zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; şaşar kalırsınız..."

KİM NE DEMİŞTİ?

Ali Saydam zil takıp oynayanların kim olduğunu açıklar mı bilinmez ama bianet'in geçen sene hazırladığı 12 Eylül'de ne demişlerdi? başlıklı dosya 
medyadaki isimlerin 31 yıl önce ne yazdıklarını gözler önüne seriyor. 

Metinleri yazar Mine Söğüt'ün derlediği Darbeli Kalemler/ 27 Mayıs-12 Mart- 12 Eylül Askeri müdahalelerin ilk haftasında yazılan köşe yazılarından 
seçmeler kitabından aldık.

Refik Erduran: Serinkanlılıkla

Başka ülkelerde yönetim olağanüstü bir yoldan el değiştirirken genelde kan akar. Bizde ise 12 Eylül 1980 yıllardır kansız geçen ilk gün oldu. 
Herkes kafasında dilediği yorumu ve soyut değerlendirmeyi yapabilir.
Ama bu so­mut durumun büyük çoğunluğa rahat bir soluk aldıracağı gerçeğini hesaba katmamak yanıltıcı sonuçlara götürür yorumcuyu. 
(Mercek, Milliyet /13 Eylül 1980)

Uğur Mumcu: Terörsüz Özgürlük

Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs'ta da 12 Mart'ta da kalıcı bir askeri yönetim kurmak istemedi. Yeni yönetim de "özgürlükçü, demokratik, laik ve 
sosyal" nitelikli bir "sivil yönetim" kurma amacı taşıdığını ilan etti.
Şimdi hepimizin tek bir amacı olmalıdır. Çok yönlü kışkırtmaların kurt kapanlarına kapılmadan, terörsüz özgürlüğü, kansız demokrasiyi kurmak 
ve sivil yönetimi, sağlıklı yöntemleri ve kalıcı çözümleri ile yeniden oluşturmak...(Gözlem, Cumhuriyet/ 15 Eylül 1980)
Hasan Pulur: İflas masasında bir kadro
Orgeneral Evren böyle demektedir. Bu ne büyük bir aydınlıktır bilir misiniz?
Dahası da var; "Bir defa daha belirtiyorum ki, Silahlı Kuvvetler aziz Türk milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve 
gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendisini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam 
temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır..."
Şu son üç kelimeye dikkat edilmelidir:... El koymak zorunda kalmıştır".
Bu zorunluluğu yaratanlar kendi kendilerini yargılamalıdırlar.
Ve sonra iflas masasına oturmalıdırlar. (Olaylar ve insanlar, Hürriyet/ 16 Eylül 1980)
Nazlı Ilıcak: 27 Mayıs-12 Eylül
12 Eylül, 27 Mayıs'ın akıbetine uğramayacaktır, uğramamalıdır. "Kadife eldivenli" vasfını daima koruma, müsamaha ve iyi niyet her zaman devam 
etmelidir. Çünkü bu bizim son şansımızdır. Kaybedeceğimiz şey, demokrasiden de, hürriyetlerden de önemlidir. Haysiyetimizin istiklal ve 
istikbalimizin teminatı olan anavatandır.
Not: Kadife eldivenli harekât liderlere telefon görüşmesine dahi müsamaha ediyor. Bravo. Biz de bu müsamahaya sığınarak Sayın Demirel'e ufak 
bir mesaj iletmek isteriz:
"İyilik, sıhhat ve selametinizi özler, bu vesileyle hürmetlerimi teyiden takdim ederim." (Tercüman/ 16 Eylül 1980)
Rauf Tamer: Duyuyor musunuz?
Kenan Evren'in söyledikleri, her hukukçunun ve her profesörün başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir...
Öpüp öpüp başlarına koysunlar.
Vazgeçtik istifalarından... (Sözün kısası, Tercüman/ 17 Eylül 1980)
Güneri Civaoğlu: İlk intiba, en iyi intiba
Bu hafta hükümet ilan edilecek. Sonra bir geçici anayasa yürürlüğe giriyor. Daha sonra Kurucu Meclis seçilerek göreve başlayacak. 
Yeni anayasa hazırlanacak. Siyasi partiler, seçim kanunu ve diğer bazı yasalarda değişiklikler yapılarak, demokrasinin daha iyi işleyeceği bir 
hukuk ortamı oluşturulacak.
Bu arada kimsenin şüphe etmemesi gereken bir gerçek şu: Şiddet örgütlerinin üzerine hiç müsamahasız gidilecek.
Önümüzdeki günlerde ibret levhalarının sunulması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Kamu vicdanının süratle tatmin edileceği infazlar... Adalet kılıcının yeni şiddet suçlarının işlenmesini önleyici, caydırıcı bir süratle işlemesi.
Beklenen bu. (Ankara notları, Tercüman/ 17 Eylül 1980)
Oktay Ekşi: Gevşemeden, gevşetmeden
Çok basit: Türkiye son derece ağır bir ameliyat geçirmiştir. Bu ameliyatın tam başarıya ulaşması ve hastanın sağlığına tam kavuşması için çok 
dikkatli olmak, Türkiye'yi seven, demokratik düzene inanan herkesin borcudur.
Evren Paşa sempatikti.
Evren Paşa demokratik sistemin en kısa zamanda işletileceğini vaat etti.
Evren Paşa içtenlikle konuştu.
Doğrudur, Evren Paşa bu izlenimleri vermiştir ama iş orada bitmemiştir. Daha doğrusu Evren Paşa'nın işi orada bitmemiştir, tam tersine orada 
başlamıştır. (Günün yazısı, Hürriyet/ 18 Eylül 1980)
Çetin Altan: Çağdaşlığa giden yol
Atatürk temelde çağdaşlıkla, çağdışılığın bazı toplum kesitlerine sağladığı kolaylıklara karşıydı. O nedenle çağdaşçılığı, Cumhuriyetçiliği yani 
var olan koşullar önündeki en zor yolu seçmiştir.
Atatürk'ten sonra Atatürkçülük kolay gibi görünmüştür. Oysa bir Şark toplumunda Atatürkçülük zorların en zoruydu.
Özellikle laiklik bayrağını ayakta tutabilmek en zoru idi. (Şeytanın gör dediği, Milliyet/ 18 Eylül 1980)

Müşerref Hekimoğlu: Yasalar değil kafalar...

Orgeneral Evren'in demokrasiseverliğine her zaman güven duydum. Tüm dünya görevinin bilincine varmış bir komutan olarak, ülkenin ve rejimin 
gücünü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin asıl görevine dönüşünde hisseden kişiliğiyle tanıyor Evren Paşayı. Uygar kişiliğine saygı duyuyor, içtenliğine 
güven...
Ben de aynı saygı ve güven içinde Sayın Başkan ve öteki Konsey Üyelerine "Kolay gelsin" diyerek bitirmek istiyorum yazımı. Görevlerini başarıyla 
sona erdirmelerini diliyorum. Ama bu görevin güçlüğünü de belirtmek zorundayım.
Onları Atatürk yolunda bir eyleme iten ortamı değiştirmek hiç kolay değil. Çürümüş, tepeden tırnağa fosilleşmiş bir düzeni sağlıklı bir varlığa 
dönüştürmek kolay değil. Hele düne dönük kurallarla yarına yönelmek hiç kolay değil... (Ankara. Anka, Cumhuriyet/ 19 Eylül 1980)


http://www.gazeteciler.com/gundem/12-eylulde-sevinen-yazarlar-bakin-kimler-40616h.html

*********


12 Eylül'de kim Ne yazmıştı?

12 Eylül ASKERİ DARBSİ Sonrası, Basındaki bazı kalemler Hangi satırları yazdı?
VE BUGÜN NELER YAZIYORLAR..
( TAKDİRLERİNİZE )


Oktay Akbal (Cumhuriyet-13 Eylül 1980) “Atatürk devriminin yandaşları, erleri, Atatürk ilkelerinin sahipleri, böyle bir duruma sürgit göz 
yumamazlardı elbet. Nasıl 27 Mayıs 1960'ta göz yummadılarsa, daha sonraki yıllarda nasıl zaman zaman uyarı mektuplarıyla, anımsatmalarla 
iktidarı ellerinde tutanları Atatürk devriminin yoluna çağırdılarsa, bir kez daha aynı kutsal görevi yapacaklardı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti. 
Öyle de oldu.” 

Güngör Mengi (Yeni Asır-18 Eylül 1980) “12 Eylül Harekatı, hedefine varacaktır. Devlet, rejim ve topluma hazırlanan tuzak mutlaka bozulacaktır. 
(…) İhanet, bu aşamadan sonra silahlarını gömerek lanetli mücadelesine son verecek değildir kuşkusuz. Ama devletin güçlenmesi sayesinde ihanet 
odakları, masum insanları eskisi gibi şantaj ve baskıyla eyleme sürükleme olanaklarını yitireceği için, gerçek gücü ile kalacak, savaşını 
sürdürmekteki inadı intiharı olacaktır.” 

Rauf Tamer (Tercüman-17 Eylül 1980) "Kenan Evren'in söyledikleri (16 Eylül 1980 tarihli basın toplantısı) her hukukçunun, her profesörün, 
başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir. Öpüp öpüp başlarına koysunlar. Vazgeçtik istifalarından.." 

Oktay Ekşi (Hürriyet-18 Eylül 1980): "Evren Paşa, son derece ağır bir sorumluluk altına girmiştir. Bu, Türkiye'yi yıllardır bunaltan anarşi, 
terör ve bölücülüğü tam bir tarafsızlıkla kökünden kurutmak ve ülkemizi aydınlık ve huzurlu günlere tekrar kavuşturmak sorumluluğudur. 
Ve bu sorumluluğun altından kalkabilmek için, Evren Paşa ile onun bu amaçlara ulaşmasını isteyen görevli görevsiz herkesin, içinde 
bulunduğumuz durumun icaplarına göre hareket etmesi zorunludur." 

Güneri Cıvaoğlu (Tercüman-4 Ekim 1980) "12 Eylül Harekatı'nı, dünyadaki diğer asker kökenli rejim olayları ile mukayese ettirmeyecek diğer 
görüntüleri ise yeni yönetimin uygulamalarında buluyoruz. Her geçen gün bir yeni uygar görüntüyü, aşırı davranışlardan kaçınan makul ve 
kamu vicdanını tatmin eder nitelikte haklı uygulamaları sergilemektedir. 

Hedefler saptırılmamakta, harekatın ilk gününde açıklanan amaçlara, kararlı, tavizsiz fakat ölçülü ve akıllı adımlarla ilerlenilmektedir. 
Böylesine olumlu, özlenen sonuçları almaya dönük, makul ve ölçülü yönelişlere destek olmak, milletçe hepimizin görevidir. Bu konuda 
siyaset adamları ve basın da dahil, hepimizin sorumluluğu vardır." 

Bekir Coşkun (Günaydın-20 Ocak 1981) "Devlet Başkanı'nın konuşmaları, televizyonda en ilginç polisiye diziden daha çok ilgiyle izleniyor. 
Türk toplumu, hep demagoji süslü püslü konuşmalar dinlediğinden, haksız da değil. Oysa, Evren Paşa'nın sade, halkın anlayabildiği, zaman 
zaman şaşırmalarla ayrı bir özellik kazanan öz bir konuşma üslubu var. (…) Bu konuşma konusuna iyice değinmemizin nedeni şu: İşlerine 
gelmeyen sözleri duyunca, 'Belki ağzından kaçırmıştır', ya da 'Boş bulunarak söylemiştir' gibi düşünenler, boşuna heveslenmesin." 

Cüneyt Arcayürek (Hürriyet 21 Şubat 1981) "Başkalarını bilmem ama, kendime soruyorum bazen: Acaba Türkiye, ne zaman 12 Eylül Harekatı'nın 
komuta zinciri içinde yapılmış olmasının mutluluğunu taa benliğinde duyacaktır. Eğer ordu, 12 Eylül öncesi kendi bünyesinde parçalanmasını, 
bölünmesini isteyenlerin oyununa gelseydi, komuta zinciri içinde hareket edip ihtilali başaramasaydı, başımıza gelecekleri hiç düşünebiliyor 
musunuz? Birbirimizi vuracaktık! Bunu hiç unutmayalım, hep düşünelim, bin şükredelim. Türkiye'de işkence olaylarının varlığını inkar etmeyen bir 
yönetimin, işkenceyi devlet politikası olarak yürüttüğünü söyleyecek veya ima edecek insafsız çıkacak mıdır, bunu çok merak ediyorum." 

Yavuz Donat (Tercüman-11 Eylül 1981) "Eylül 1979. Huzurun sürmesi ve Türkiye'nin bir süre sonra, çok partili parlamenter demokrasiyle 
yönetilen ülkeler arasında laik olduğu yeri alması dileğiyle.." 

Metin Toker (Milliyet-9 Kasım 1982) "Bu anayasa (1982 Anayasası) reddedilirse, uçtaki ışık kaybolacak, her şey yeniden tam karanlığa, yani 
meçhule girecektir. Belki sonu daha hayırlı olacaktır. Ama belki de daha fena. Ben aydınlıkta kalıp yolun doğru çizilmesine yardımcı olabilmenin 
iyi niyetli bir yönetime iyi niyetle etki ve uyarma yapabilmenin, aksaklık ve eksikliklerin bir zaman parçası içinde düzeltebilmesi için imkanının 
muhafaza edilmesinin faziletine inanıyorum. 1982 Anayasası'na kabul oyu verdim." 

Mehmet Barlas (Milliyet-14 Kasım 1983) "12 Eylül'ü yapanlar sözlerini tutmuşlardır. 12 Eylül'ü destekleyen halk çoğunluğu da 1982 Anayasa 
referandumunda olduğu gibi top yekûn sandık başına gitmiş, geçersiz oy kullanmamış ve bir sivil iktidara 6 Kasım günü destek vermiştir.(…) 
Cumhurbaşkanı Evren, 10 Kasım'da Anıtkabir Defterine duygularını yazarken, ‘Demokratik parlamenter sisteme geçiş sınavını başardık’ 
müjdesini vermektedir Atamıza.. Bir insan yürekten bunun sevincini duymasa, böyle bir ifadeyi seslendirir mi?"

http://www.hurhaber.com/12-eylul-de-kim-ne-yazmisti/haber-72286

***

24 Mart 2017 Cuma

Büyük İkramiye



Büyük İkramiye...

Bekir Coşkun,


“Sizden büyük kız kardeşinize ne denir?..”
Cebinize geliyor soru…
“Bildiysen yaz, tıkla, büyük ikramiyeyi kazan…”
Evdeki herkes bildi tabii, bir ağızdan bağırdılar:
“Abla…”
* Tıkladılar…
Beklediler…
“Büyük ikramiye”den ses yok…
Verilen bilgilerle bankadaki beş bin lirayı çekmişler…
Uçtu…

*Soru:
“Kız kardeşinizin kocasına ne denir?..”
“Bil, tıkla, büyük ikramiyeyi kazan…”
Haydar kimse bilmeden bilmiş tabii:
“Enişte…”
Tıkladı…
600 lirası gitti, o kadardı parası…

* “Ayakkabıdan önce ayağa geçirilen torba biçimindeki giysiye ne denir?..”Düşün, düşün…
Büyük ikramiye geliyor…
“Çorap…”
Eminim “şapka” diyen de olmuştu ama çoğunluk doğru yanıt vermiştir…
Tık…
Bilsen de bilmesen da bankadaki hesaplar uçtu, toplam 1.5 milyon götürmüşler…
* Ama sor vatandaşa:“Elin tıfıl oğlu gemicik aldıysa, sana da kömür çuvalı düştüyse… Buna ‘adalet ve kalkınma’ diyene ne denir?..”

Düşün…

*Soru: “Katillerin, hırsızların salındığı… Şerefli yiğitlerin hapishanelere doldurulduğu ‘hukuk devleti’ yeryüzünde bir tek kimde var?..”Tık…

* “Küçük oğlan imam eğitimi alıyorsa, bitirince bilgisayar mühendisi çıkar mı?..”
* Büyük ikramiye sorusu:
“Durmadan sana yalan söyleyeni ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ diye alkışlarsan, benzin elli kuruş olur mu?..”
* Tıkla…
Bilsen de bilmesen de…
Cebine mukayyet ol…
Büyük ikramiyedir…



***