23 Aralık 2015 Çarşamba

BAŞBAKAN VE APO NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜNE ADAY



BAŞBAKAN VE  APO  NOBEL  BARIŞ  ÖDÜLÜNE  ADAY,



BAŞBAKANIMIZ, ÖCALAN’LA BİRLİKTE NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜNE ADAY GÖSTERİLİYOR. İŞTE BELGELERİ. 



Murat Karayılan’ın Kandil’deki açıklamalarından sonra, Ak Parti Grup Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Türkiye Büyük Millet 
Meclisi kürsüsünden “Bu ülkede bayram var bayram” diye bağırmıştı. 

Meğerse biz anlayamamışız. Gerçekten bayram varmış. Müjdeler olsun; Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı, İmralı’daki bebek katili 
terörist başı Abdullah Öcalan’la birlikte Nobel Barış Ödülüne aday gösteriyorlar. 

Bir dostum kanalıyla Belçika’dan ulaştırılan belgelerin tercümeleri aşağıda olduğu gibidir. Bu tercümelerden sonra, belgelerin İngilizce orijinalleri de 
yazının sonunda sunulmuştur. 

Tercümeleri okurken ve belgelerin asıllarına bakarken dikkat ederseniz: 

a. Önce, Avrupa’da etkili bazı kişiler arasında, karşılıklı e-posta yazışmaları başlıyor.  

b. Böylece; altyapı oluşturulduktan sonra, Norveç Nobel Komitesine resmi müracaatta bulunuluyor. 

c. Bundan sonra, tüm okuyuculara bir çağrı yapılıyor. 

d. Ayrıca, Nobel Barış Ödülüne aday göstermeye yetkili kişilere ve Dünyanın önde gelen liderlerine gönderilmiş olan mektubun örneği veriliyor. 


Birinci Mesaj: 

Sevgili ağabeyim Hans, 

Bu mesajımı olumlu karşılayacağınızı umuyorum. Aşağıdaki metni, herkesin işine yarayacak şekilde düzeltebilir veya kendiniz yazabilirsiniz. 

Bize göre; PKK lideri Abdullah Öcalan’ı ve Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, bölgeye barış getirmeye ve Kuzey Kürdistan bölgesinde Kürt 
sorununu çözmeye çalıştıkları için, Norveç Nobel Barış Ödülü Komitesi, her ikisini de 2013 yılı Nobel Barış ödülüne aday gösterilmesini dikkatle 
düşünmelidir. 

Tarihimizdeki bu yeni dönemde, Kürt Diasporasının önemli (kilit) görevlerinin neler olduğunu kendi kendimize sormalıyız? 

Bizi bir amaç etrafında birleşmeye teşvik eden ve ilham veren nedir? 

Halkımızı destekleyecek şekilde uluslararası bir Kürt lobisi örgütü yaratabilmek için Yahudi ve Ermeni diasporalarından neler öğrenebiliriz? 

Tarihin bu çok özel ve kritik zamanında, halkımıza nasıl en iyi şekilde hizmet edebiliriz? 

Geçmişteki hataları ve başarısızlıkları önlemek için, sizin işbirliğiniz kesinlikle yardımcı olacaktır. 

Samimi Hürmetlerimle 

Profesör Alan (İsveç) 

İkinci (Cevabi) Mesaj: 
Sevgili Alan, 

İzlememizi istediğiniz yolu çok beğendik. Öcalan’ın adaylığı için ilk oyu verecekler bizler olacağız. Bugün, Norveç Nobel Komitesine, resmen yazılı 
müracaatta bulunacağız. 

Bu müracaatımız, İmre Kertesz gibi diğer Nobel Ödülü sahipleri tarafından da imzalanmıştır. 

En iyi saygılarımla (Dileklerimle) 

Hans Branscheidt (MESOP) 

Bu mesajın altında, tüm okuyuculara şu çağrı yapılıyor: 


“Öcalan’ın adaylığı için sevgili okuyucularımızdan geri beslemede bulunmalarını rica ediyoruz. Lütfen şu adrese mesajınızı gönderiniz; 
mesop@online.de  <mailto:mesop@online.de > deniyor.” 


Ayrıca; Öcalan’ın 2013 yılı Nobel Barış Ödülüne adaylığı için gelen ilk uluslararası tepkilerin dökümü yapılmış. Örneğin: 

Çok teşekkürler. Gayretlerinizin çok başarılı olmasını dilerim. 

(Lucinda Kathman, Board of PEN International) 


Öcalan’ın açılımı, O’na sadece Nobel Ödülünün verilmesini sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Türkler ve Kürtler arasındaki barış sürecini de 
hızlandıracaktır. 


(Imre Kertesz – Berlin / Budapest – Nobel Ödülü sahibi) 


Öcalan, önümüzdeki üçüncü Kürt Dünya Kongresinin açılımını da sağlayabilir. 


(Dilshad Sidigh, Hewler) 


Bu ikna edici fikirden yanayım. 


(Hiroşima Eski Belediye Başkanı Tadatoshi Akiba from Hiroshima (former president of Mayors for Peace) 


Ayrıca, Nobel Barış Ödülü Önermeye yetkili kişilere ve Dünyanın önde gelen liderlerine gönderilen mektupların örneği de aşağıda olduğu gibidir: 


Sayın (Bay/Bayan) veya Ekselansları, 


Aşağıda imzası olan biz akademisyenler, yazarlar ve insan hakları savunucuları olarak; Sayın Abdullah Öcalan’ı, 2013 yılında Nobel Barış Ödülü kazanmış 
olarak görmek istiyoruz. 


Eğer Abdullah Öcalan’ı aday olarak önerirseniz, çok minnettar olacağız. 


Bu mektubu, Dünyanın önde gelen diğer liderlerine, politikacılarına, akademisyenlerine ve insan hakları aktivistleri ne de gönderiyoruz. 


Sayın okuyucu dostlarım, 


Böyle bir şey hiç aklınıza ve hayalinize gelir miydi? Rüyada görseniz inanır mıydınız? 


Eğer, 40 bin kişinin ölümüne sebep olmuş bebek katili terörist bir iblisi; Beş vakit namaz kılardı diyerek evliya mertebesine çıkarırsanız ve barış için el de 
öpülür etek de diyerek bu kadar önünü açar ve meşrulaştırırsanız, O’nu bir daha şeytanlaştıramazsınız. 

Belki de amacınız buydu. Şimdi muradınıza erdiniz mi? Başınız göğe değdi mi? 

Yarın öbür gün Nelson Mandela gibi Terörist Başı Abdullah Öcalan hapisten çıkıp Türkiye’nin Başbakanı olursa hiç şaşırmayın. 


Pekiyi ama bu günlere nasıl geldik. İşte size: 


Ahmet Taner Kışlalı spor salonunda; BDP’liler ikinci kadın kongresini yaptı. Salonda bulunan Türk bayrağı ve Atatürk posteri, Öcalan posteri ve operasyonlarda öldürülen kadın PKK’lıların fotoğraflarıyla kapatıldı 


Onlar bunu yaparken; 


 İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Vatan Caddesi’ndeki merkez binasının üzerinde bulunan “Ne mutlu Türküm diyene” tabelası indirildi. 


Batman'da bir vatandaş akillere gösterilen Türk Bayraklı tepkileri anımsatınca, Kezban Hatemi; gülerek, "Amaaaan, it ürür, kervan yürür" dedi. 
 Buna karşılık, Milletvekillerinden hiç kimse ayağa kalkıp “İt kim, kervan kim” diye sormadı ve Kezban Hatemi’yi kınamadı. 


Oysaki Batman’da, Batmanlı kadınlar adına “Başkan Apo’suz Dünyayı başınıza yıkarız” pankartları dolaştırılıyordu. 


Türk Bayrağı açanı işte böyle gözaltına aldılar. PKK’nın sözde bayrağını açanları işte böyle alkışladılar. 


Öcalan ve Karayılan’ın mesajları, işte böyle halaylar çekilerek kutlandı. 

Cumhuriyet Bayramını kutlamak isteyenler, işte böyle tazyikli su, biber gazı ve coplarla haşlandı. 

Terörist Başı bebek katili işte böyle kutsandı. 

Bu Devletin Genelkurmay Başkanlığını yapmış kişi “Terörist damgası vurularak” işte böyle tutuklandı. 



Habur sınır kapısından giren teröristler, işte böyle törenlerle karşılanıp serbest bırakıldı. 
Habur’dan giren teröristler serbest bırakılırken, Terörle mücadele eden madalyalı kahramanlar, işte böyle tutuklandı. 


PKK teröristleri, işte böyle onöre edildi. 



Türk Mehmetçikleri ise, işte böyle küçümsendi. 

PKK’nın sözde bayrağı işte böyle meşrulaştırıldı. 


Türkiye Büyük Millet Meclisi ambleminden bile Türk Bayrağı işte böyle silindi. 

BU VATAN İŞTE BÖYLE KURULDU: 



BU VATAN İŞTE BU HALE GETİRİLDİ: 


Son söz: 


Eğer, 40 bin kişinin ölümüne sebep olmuş bebek katili terörist bir iblisi; Beş vakit namaz kılardı diyerek evliya mertebesine çıkarırsanız ve barış için el 
de öpülür etek de diyerek bu kadar önünü açar ve meşrulaştırırsanız, O’nu bir daha şeytanlaştıramazsınız. 


Bu yazıda sözü edilen belgelerin orijinal aslı aşağıda olduğu gibidir: 

From: Merry Fitzgerald 

Sent: Monday, April 29, 2013 10:31 AM 

To: mfitz@skynet.be 

Subject: THE NOMINATION OF ABDULLAH ÖCALAN FOR NOBELPEACE-PRICE 2014 

FOR INFO THE NOMINATION OF ABDULLAH ÖCALAN FOR NOBELPEACE-PRICE 2014 

Dear kak Hans, 

I hope this mail finds you well. – You can write the following text and also you can self edit what you like that works for everyone! 
In our view, the Norwegian committee for the Nobel Peace Prize should carefully consider the nominations of PKK leader Abdullah Öcalan and Turkish Prime Minister Recep Tayyip Erdogan for the 2013 peace prize since both are working to bring peace to the region and solve the Kurdish issue in the North Kurdistan region. 
In this new era in our history, we ask ourselves what are the key tasks of the Kurdish Diaspora? What is the motivation and inspiration that could unite us in our mission? How can we learn from the Jewish and Armenian diasporas towards creating an international Kurdish lobby organization to support our people? 

How can we best serve our people in this very unique and critical time of our history? Your cooperation will certainly help to avoid past mistakes and failures. 

Warm regards - Alan 


Alan Dilani, Ph.D. - Professor, Architect/Public Health – International Academy for Design & Health – Box 7196. 103 88 Stockholm, Sweden – T +46 70 453 90 70 | F +46 8 745 00 02 


ORGANIZER OF 3r KURDISH WORLD CONGRESS STOCKHOLM 


http://www.designandhealth.com/ <http://www.designandhealth.com/> 

http://www.worldhealthdesign.com/ <http://www.worldhealthdesign.com/> 


Dear Alan, 
we like very much to follow your direction. We would like to be the very first who vote for Öcalan’s nomination. 

Today we will write a formal appeal to the Norwegian Nobel committee. Signed by other Nobel Price owners like our friend Imre Kertesz. 

Best regards – Hans Branscheidt (MESOP) 
We ask our dear readers for some feed back about Öcalan’s nomination ! Please send to: mesop@online.de <mailto:mesop@online.de> 

ÖCALAN’S INAUGURATION FOR THE PEACE NOBEL PRIZE 2014 
First international reactions : 
Many thanks and I wish you most success in your effort! 
Lucinda Kathman, Board of PEN International 
Öcalan’s Inauguration could not only give him the Nobel Prize – but will speed up also the whole peace process between Turks and Kurds: 


Imre Kertesz – Berlin / Budapest – Nobel Prize Owner 


Öcalan can be also inaugurated by the upcoming 3rd Kurdish World Congress 
Dilshad Sidigh, Hewler 

I’m in favour of this convincing idea. 

Ex-Mayor Tadatoshi Akiba from Hiroshima (former president of Mayors for Peace) 
SO LET’S BUILT UP AN INTERNATIONAL WORKING GROUP NOW! 
JOIN THE INITIATIVE - AND SEND YOUR FEDD BACK ! 
Letter to the Nobel Prize Nominators & prominent World Leaders 
Nobel Peace Prize 2014 for President for Abdullah Öcalan on Imrali Island 
Dear Mr (Mrs), Or: Your Excellency, etc. …… 


We, the undersigned, academics, writers and human rights activists, would like to see Mr. ABDULLAH ÖCALAN as the Nobel Peace Prize laureate for the year 2013. 

We would very much appreciate if you would consider proposing Mr. Öcalan as a candidate. We are sending this letter to a number of other prominent world leaders, politicians, 
academics and human rights activists. 


Read more + send a feed back 

 < http://www.mesop.de/?p=31455 >


Learn about Norwegian Nobel Committee : 


 <http://nobelpeaceprize.org/en_GB/nomination_committee/members/ >


Selam ve saygılarımla… 

Hikmet YAVAŞ (İZMİR) 

hikmetyavas@gmail.com 

NOT: Ülkemizi ilgilendiren çeşitli konulardaki yazı ve görüşleri okuyup, yorumlarıyla katkıda bulunmak isteyenlerin aşağıdaki bağlantıyı tıklamaları önerilir; 




**

BALYOZ ZULMÜ KARŞISINDA SUSUP SİNENLER UTANSIN




BALYOZ ZULMÜ KARŞISINDA SUSUP SİNENLER UTANSIN


Eğer bir ülkede yargıç ve savcılar, adalet yerine zulüm dağıtıyorsa; o ülkede hak, hukuk, adalet, özgürlük ve demokrasi bitmiştir.

Eğer bir ülkede insanlar bu zulüm karşısında susup siniyor ve demokratik tepkilerini gösteremiyorsa; o insanlar bu zulmü, haksızlığı, hukuksuzluğu ve adaletsizliği kanıksamış demektir.

Maalesef ülkemiz, zalimin zulmü karşısında susan vefasız ve korkaklar ile demokratik tepkilerini susup sinmeden ortaya koyabilen cesurların karışımından oluşmaktadır.

Şimdi, aşağıdaki resme dikkatle bakın:


Bu resim, şike davasına karşı demokratik tepkilerini ortaya koyan binlerce taraftarların resmidir. Ortalığı kırıp dökmeden, yakıp yıkmadan, medenice gösterilen bu demokratik tepki, siyasal iktidar ile futbol kulüplerini ele geçirmek için kirli tezgâhlar kuran cemaati endişelendirmiştir. Siyasal iktidar, acele kanun değişikliği yapmış ve yargıçlarımız da tutukluların tahliyesini sağlamıştır.

Şimdi aşağıdaki resme de dikkatle bakın:



Bu resim, basın meslek örgütlerinin; gazetecilere yönelik gözaltı ve tutuklamalara karşı protestolarını göstermektedir. Bu gibi demokratik tepkiler de etkisini göstermeye başlamış ve bir kısım gazeteciler tahliye edilmiştir.

Şimdi de aşağıdaki resme bakın:



Bu resim; eğitim sistemindeki haksızlıklara karşı çıktığı için gözaltına alınan ve tutuklanan öğrencilere karşı yapılan zulmü protesto eden öğrencileri göstermektedir. Az veya çok, bu protestolar da ses getirmiştir.

Şimdi de aşağıdaki resme bakın:




Bu resim de; tutuklu bulunan Cüppeli Ahmet Hocanın yargılandığı mahkeme önünde toplanan ve hocalarını destekleyen binlerce müritlerinin resmidir.

Şimdi de aşağıdaki ibret belgesi resme bakın:



Bu resim; BALYOZ davasında tutuklu bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları hakkındaki kararın verildiği gün, duruşma salonu önünde çekilmiştir.
Bu resim, sahte oldukları yerli ve yabancı 6 adet bilim kuruluşu tarafından ispat edilen CD’lere ve pek çok hukuk ihlaline rağmen, en ağır cezalara çarptırılan askerlerin, canlarını ortaya koyarak terörle mücadele etmiş madalyalı kahramanların yalnızlığının ve onlara reva görülen vefasızlığın
belgesidir. Dikkat edin, tutuklu yakınlarından başka, ortalıkta kimsecikler yoktur.
Zalimlerin elindeki balyoz darbesi değil, işte bu yalnızlık, vefasızlık ve gönül yarası daha çok acıtmıştır.

Şimdi de aşağıdaki resme bakın:



Bu resim; Habur sınır kapısından giren teröristlerin, zafer kazanmış kahramanlar gibi, davul ve zurnayla karşılanışını göstermektedir.
Siyasal iktidar, Türk hukuk sisteminde yeri olmayan bir seyyar mahkemeyi, bu eli kanlı teröristlerin ayağına göndermiştir. Sözde bağımsız savcı ve yargıçlarımız da; “Türk askerine silah çekmekten ve şehit etmekten pişman olmadıklarını” açıkça belirten teröristleri, etkin pişmanlık yasasından yararlandırarak serbest bırakmışlardır.

Şimdi de aşağıdaki resme bakın:



Bu resimler de; 20’şer yıla varan çeşitli cezalara layık görülen, 330 civarındaki Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu muvazzaf ve emekli askeri simgelemektedir. İşte pişman olmayan teröristleri bir tek gün içeriye tıkmayan ve buna karşılık teröristlerle mücadele etmiş madalyalı kahramanları 20 yıl Silivri zindanlarına tıkan hukuk sistemi budur.

Bu zulüm karşısında bakın kimler sevinçten kına yakacak:

1. Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü yok etmek isteyen bölücüler,
2. Bölücülerin tetikçiliğini yapan, bebek katili PKK’lılar,
3. Bölücülerin ve PKK’lıların değirmenine su taşıyan numaracı cumhuriyetçiler,
4. Türk Ordusunu “imamın ordusuna” dönüştürmek isteyen ve Hıristiyanlıkla uyumlu bir din yaratmaya çalışan “Ilımlı İslamcılar”,
5. Bunların borazanlığını yapan ve:

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı, bugüne kadar ortaya çıkartılmış en ciddi tehdidin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içinden geldiğini gösteriyor… Türkiye'nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu " Kurumsal yapı " ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım… Bizim bir Nizam-ı Cedit ordusuna ihtiyacımız var…” diyenler,

“Benim gibi intikam duyguları ile son 15 yılı geçirenlerin yüreği soğusun. Ben intikam istiyorum. Hem de en şiddetlisini” ve “ Bana sorarsanız ben onlar için 'İdam yerine' eskiden olduğu gibi 'yağlı kazıklara oturtularak' cezalandırılması taraftarıyım” diyenler,

6. Müslüman dünyasına karşı yeni bir haçlı seferi başlattıklarını ilan edenlerin plan ve projelerine ortaklık edenler, sevinçlerinden kına yakacaklardır.
Bunları, köşe yazılarından ve dolap beygiri gibi televizyon ekranlarını dolaşıp, zevkten salyaları akarak verilen cezaları savunmalarından ve yapılan hukuk ihlallerine gözlerini kapamalarından tanıyacaksınız.

Zalimin zulmü karşısında sinip sessiz kalmadan Demokratik tepkisini gösterebilenlere benden selam ve saygılar olsun.

Hikmet YAVAŞ (İZMİR)

hikmetyavas@gmail.com
Not: Ülkemizin sorunlarıyla ilgili bilgi, belge, yorum ve analizlere ulaşmak için 

http://hikmetyavas.wordpress.com/ adresini tıklamaları önerilir.



18 Aralık 2015 Cuma

Irak Kürtlerinin Bağımsızlık Söylemi ve Değişen Dengeler.





Irak Kürtlerinin Bağımsızlık Söylemi ve Değişen Dengeler




Doç. Dr. Şaban Kardaş, ORSAM Başkanı





Ortadoğu’da derinleşen çatışma ve istikrarsızlık sarmalı içerisinde Kürtler, sahip oldukları konum ve takip ettikleri politikalarla gündemde önemli bir yer işgal ediyorlar. 1916’da Sykes-Picot Anlaşması ile bölgede kurulan düzen ve oluşturulan sınırların kırılganlaştığı tezleri yüksek sesle zikredilirken, Ortadoğu’nun en büyük nüfusa sahip devletsiz halkı Kürtlerin siyasi talepleri de öne çıkıyor. Bölgesel siyasette "Kürtlerin zamanı" algısı güçlenip sınır-aşan dinamikler ivme kazanıyor. Yine de Kürt siyaseti hâlâ içinde yaşadığı ulus-devletlerin koşulları dâhilinde evriliyor.
 
Türkiye’deki Kürt hareketi, Çözüm Süreci ile birlikte ana akım siyasi süreçler ve ülkenin genel demokratikleşme serüveni içinde temsil edilme ve geleceğini belirlememe arayışında. Suriye Kürtleri, ülkelerindeki çatışma ortamına, kendi kantonlarını ilan ederek cevap verdiler. Fakat burada ortaya çıkacak siyasi oluşum ve bunun sürdürülebilirliği, Suriye İç Savaşı’nın seyrine bağlı. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) çatısı altında kendi-kendini yönetme tecrübesiyle öne çıkan Irak Kürtleri ise son dönemde bağımsızlık söylemleriyle dikkat çekiyorlar.
 
Irak Kürtlerinin bağımsızlık söylemi
 
Irak’ın yaşadığı siyasi kriz ve güvenlik tehdidi, Kürtlerin bağımsızlık söylemini yeni bir zemine taşımalarını beraberinde getirdi. Özellikle Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi’nin (KDP), bu yeni istikrarsız ve yönetilemez ortamı Kürtlerin bağımsızlık taleplerini meşrulaştırmak için araçsallaştırdığı görüldü. Irak’ta 30 Nisan 2014’te düzenlenen parlamento seçimlerinin çıkardığı siyasi tablonun, ülkenin bütünlüğünü sürdürmeyi zorlaştırdığı tezi kuvvetli biçimde işlendi.
 
Bu teze göre, Nuri Maliki’nin iki dönem süren başbakanlığı altında ABD’nin ülkede tesis ettiği federal sistem ve bunun dayandığı yetki ve kaynak paylaşımı düzenlemeleri geçerliliğini yitirmiş, ülke başarısız devlet olma eşiğine gelmişti.
 
Maliki’nin üçüncü döneminde bu düzenin devam etmesi halinde Kürtlerin yaşamsal çıkarlarının zedelemesini seyretmektense, bağımsızlık yönünde hareket etmek tercihe şayan görülmüştü. Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) mevcut koşullarda, diğer Kürt siyasi grupları olan Goran ve İslami Hareket ile karşılaştırıldığında küçük farkla da olsa, diğer bölge ülkelerinin tepkileri veya tartışmalı bölgelerin konumunu göz önüne alarak daha temkinli hareket etmeyi savundu.
 
Haziran 2014 sonrasında Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün Musul’dak, ilerleyişi karşısında Irak ordusunun çözülmesi, modern Kürt devletinin kurucu babası olma arzusuyla aceleci davranan Barzani’nin elini daha da güçlendirdi.
 
"İstikrarsızlık sarmalındaki başarı hikayesi" olarak lanse edilen IKBY’nin, çöküşe geçen Irak’tan koparak bağımsızlık yolunda ilerleme iradesi, diğer gruplarca da paylaşıldı. Peşmerge güçlerinin tartışmalı bölgelere girerek, geri çekilen Irak ordusu yerine Kerkük’te kontrolü eline alması, Irak Kürtlerinin bağımsızlık ateşini daha da alevlendirdi.
 
IŞİD’in ilerleyişi ve Irak Kürtleri
 
Ağustos 2014 başında IŞİD’in IKBY’nin kontrolündeki bölgelere doğru ilerlemesi, "Kürtlerin zamanı" algısının yeni bir kırılma yaşamasına neden oldu. Peşmerge’nin de IŞİD karşısında Irak ordusuna benzer biçimde çözülmesi ve Erbil’in ateş hattına girmesi, Irak’ın kuzeyindeki oluşumun kırılganlığını trajik biçimde hatırlatan bir gelişmeydi. IŞİD’in kısa süreli kazanımlarının IKBY’nin eksikliklerini ortaya koyması, Kürtlerin bağımsızlık söyleminin gerçekçiliğini de köklü bir sorgulamaya tabi tuttu.
 
Ortadoğu siyasi denkleminde zayıflıktan güç üretmekte tecrübeli olan Kürt hareketi, IŞİD tehdidi üzerinden uluslararası alanda meşruiyet devşirme yoluna gitti. IŞİD ile mücadele kapsamında ABD’nin hava operasyonlarıyla verdiği desteğin devamında ABD ve Avrupa ile gerçekleştirilen siyasi temaslarda alınan askeri yardım taahhütleri, Kürt siyasetini uluslararası düzlemde yeni bir konuma taşıdı. Bu süreçte pasifist Almanya dahi, ardı ardına pek çok Batılı devlet adamını ağırlayan Erbil’e askeri malzeme sevkiyatını gündemine aldı.
 
Kürt hareketine uluslararası alanda gösterilen hüsnü kabulün şüphesiz birçok nedeni var. Kürtlerin geç milliyetçilik olarak Batı’da sahip oldukları geleneksel sempati, IKBY’nin uzun yıllardır Batı başkentlerinde yürüttüğü kamuoyu ve iletişim ağı kurma çalışmaları ve Kürt hareketinin aşırılığa karşı mücadele eden modern seküler bir hareket olduğu tezinin başarıyla işlenmesi gibi faktörlerin neticesinde karşımıza çıkıyor.
 
Irak Kürtlerine yönelik iltifat, ironik biçimde bağımsızlık söylemini törpüleyici bir etkiye yol açtı. Başta ABD olmak üzere, uluslararası aktörler, Irak’ın toprak bütünlüğünü önceleyen pozisyonlarını yinelediler ve IŞİD ile mücadele çerçevesinde Kürtlere yapılan yardımlar, IKBY’nin merkezi hükümet ve Irak ordusu ile birlikte hareketiyle ilişkilendirildi.
 
Washington, Erbil’i yoğun şekilde Bağdat ile IŞİD’e karşı ortak harekât planlamaya ve Maliki’nin yerine Haydar İbadi’nin üstlendiği yeni hükümet kurma çalışmalarına katılmaya teşvik ederek, Kürtleri Irak’ın bütünlüğünde davranmaya yönlendirdi. Kürt grupların aralarındaki farklılıkları kısa sürede sonlandırıp Fuad Masum’u Irak parlamentosunda Cumhurbaşkanı seçtirmeleri ve Masum’un Maliki’nin devreden çıkarılmasında oynadığı kritik rol, bu ortak anlayışı açıkça yansıtıyor.
 
Irak Kürtleri arasındaki rasyonel hat
 
Kürt bağımsızlığı konusunda daha rasyonel bir çizginin, Kürt siyasi grupları arasında ağır bastığı söylenebilir. Rasyonel çizgiye göre; devlet inşası sürecinde Kürtlerin önünde, bilhassa ekonomik bağımsızlık, savunma ve güvenlik gibi alanlarda gidecekleri daha uzun bir yol bulunuyor. Kürtlerin hedeflerini gerçekleştirme ve refaha kavuşturma olanakları, bütün bir Irak içerisinde daha iyi hayata geçirilebilir. Ancak bütün bu olasılıkların gerçekleşmesi, Irak’taki federal sistem ile yetki ve kaynak paylaşımı düzenlemelerinin sorunsuz işlemesiyle mümkün olabilir. KDP liderliğinin, bu doğrultuda iki kulvarlı yeni bir stratejiye yöneldiği görülüyor.
 
KDP’nin iki kulvarlı yaklaşımı; bir yandan bağımsızlık söylemini uzun vadeye ötelemeyi öngörürken, diğer yandan bu amaca matuf kurumsal altyapı ve devlet inşasını, mevcut federal sistem dahilinde Irak’tan ve uluslararası toplumdan alacağı destekle, ileri taşımayı hedefliyor. Ayrıca kısa ve orta vadede Irak’taki merkezi hükümete katılarak, ülkenin karşılaştığı kriz ve tehditlerinin bertaraf edilmesine katkıda bulunmaya çalışıyor.
 
Bu kapsamda hükümet kurma pazarlıkları sayesinde, hem yetki ve kaynak paylaşımının mümkün kılınması hem de Irak’ta yönetim sisteminin yeniden yapılandırılıp tartışmalı bölgelerle ilgili yeni düzenlemelere gidilmesi de dahil olmak üzere konfederal bir sisteme veya bağımsızlığa giden yolda yeni kazanımlar elde edilmesi öngörülüyor.
 
Bütün bu gelişmeler, IKBY içerisindeki siyasi dengeleri de etkileme potansiyeline sahip. Hatırlanacak olursa, ortak bir bölgesel Kürt konferansı düzenlenmesine dönük çalışmalar KDP ile PKK arasındaki rekabet yüzünden daha önce birkaç kez ertelenmişti. IŞİD tehdidine karşı savaş, Kürtlerin milliyetçi duygularını büyük ölçüde kabartarak ulus inşası için kullanılacak önemli bir malzeme olarak tebarüz etti. Ve IŞİD ile savaşın farklı Kürt gruplarını bir araya getireceği şeklinde bazı erken yorumlar yapılmaya başlandı.
 
Lakin mevcut gelişmeler, bu ayrışmaların öyle kolayca giderilemeyeceğini ortaya koyuyor. Öncelikle PKK’nın, IKBY sınırları içindeki Mahmur’da IŞİD’e karşı mücadelede oynadığı rol üzerine Barzani’nin IŞİD’in Ağustos 2014 başındaki ani ilerleyişiyle kaybettiği prestiji kullanarak devşirmeye çalıştığı meşruiyet, KDP’yi rahatsız ediyor. Keza Batılı ülkelerin Barzani’ye sağladığı destek, KDP’yi güçlendirdiği ölçüde PKK’nin tepkisine de davetiye çıkarıyor.
 
Aynı süreçte, Perşmerge’nin IŞİD ile savaşa katılması, İran ile yakın ilişkileri olan Süleymaniye merkezli KYB’nin pozisyonunu güçlendiriyor. Tahran'ın askeri destek sağlayarak IKBY’de kendisine zemin kazanmasının, KDP-KYB ilişkilerinde doğuracağı gerilimin yanı sıra yine İran’ın Batı kaynaklı yardımlara karşı atacağı dengeleyici adımlar da diğer bir istikrarsızlık unsuru olarak beliriyor.
 
Öte yandan, Peşmerge güçlerinin sahadaki başarısızlığı, Goran’ın IKBY’de savunduğu değişim ve reform çağrılarını güçlendiriyor. Peşmerge’nin KDP ve KYB ile parti aidiyetinden arındırılıp 'ulusal' bir askeri güce dönüştürülmesi ve profesyonelleştirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin gündeme alınması, Gorran’ın önemli bir kazanımıdır. Bunların ötesinde Kürt grupların, Irak’ta hükümet kurma görüşmelerinde birlikte hareket etmeleri de farklılıkları azaltıcı bir gelişmedir.
 
Irak Kürtlerinin stratejilerinin Türkiye’ye yansıması
 
Türkiye açısından, bu gelişmelerin şüphesiz farklı yansımaları olacaktır. Ankara’nın uzun süredir Erbil ile yakın ilişki geliştirmesi ve Irak politikasının eleştirildiği hatırlanırsa, uluslararası toplumun IKBY’ye dönük ilginin artması ve Irak’ta Sünnileri dışlamayan kapsayıcı bir hükümet formülünün desteklenmesi olumludur. Bu ortamda Türkiye'nin, Irak’ın toprak bütünlüğü içerisinde Kürtlerin, doğal kaynakların kontrolü de dahil olmak üzere, daha geniş yetkilere sahip olmasını -petrol ihracı meselesinde olduğu gibi- desteklemeye devam etmesi beklenebilir.
 
Fakat bölgede istikrarsızlık sürdüğü müddetçe Kürt siyaseti ve milliyetçiliğinin silahlı mücadele üzerinden inşa edilmesi kaçınılmaz. KDP ve PKK arasındaki artan gerilim, bunun somut göstergesi olarak gündeme gelebilir. Bölgesel düzlemde Kürt siyasetinin askeri gündemle yoğrulmasının, nihayetinde Türkiye’nin demokratik ortamda barışçıl yöntemlerle yürütmeye çalıştığı Çözüm Süreci açısından büyük bir açmaz oluşturacağı söylenebilir.
 
* Bu yazı 4 Eylül 2014 tarihinde Al-Jazeera Turk'de yayınlanmıştır.


http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=5152
..








17 Aralık 2015 Perşembe

Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı



Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı




www.bilgesam.org

Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı
Ali SEMİN






Arap coğrafyasında 2010 yılının Aralık ayında meydana gelen halk gösterilerine bağlı olarak Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerdeki rejimlerin 
devrilmesinin ardından Orta Doğu’daki dengelerin de değişmiş olduğu görülmektedir. Arap Baharı/Arap uyanışı ile beraber Orta Doğu’daki siyasi, 
ekonomik ve güvenlik alanlarındaki istikrarsızlık da her geçen gün artmaktadır. Arap uyanışından sonra bölgede kendini gösteren bölgesel ve küresel aktörler arasındaki güç rekabeti, diplomatik krizlere yol açmıştır. Orta Doğu’daki güvenlik boşluğunun ve ekonomik sorunların artmasından mütevellit, terör örgütlerinin ve devlet dışı silahlı milis güçlerinin hareket alanlarını genişlettikleri ifade edebilir. Bu sebeple Türkiye’nin Arap uyanışıyla birlikte Orta Doğu’da cereyan eden kaotik ortamdan siyasi ve ekonomik anlamda ciddi zarar gördüğü söylenebilir. 

Aslında ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ardından ülkedeki terör eylemlerinde yükseliş yaşanması ve İran’ın hem Şii çoğunluklu Bağdat yönetiminde etkinliğini artırması hem de Orta Doğu’da (Şam, Beyrut ve Sanaa’da) bölgesel bir güç haline gelmesi Şii-Sünni gerilimini tırmandırmıştır. Türkiye 2011 yılına kadar dış politika ve kamu diplomasisi anlamında Orta Doğu’daki Şii-Sünni bloğun arasında dengeli bir siyaset izleyebilmiştir. Fakat Arap uyanışı sonrasında bölgedeki etnik, mezhepsel ve ideolojik ayrışmaların netleşmesi ve yükselişe geçmesi ile birlikte Türkiye’nin dengeli bir dış politika izlediğine yönelik algının değiştiği söylenebilir. 

IŞİD’in Irak’taki ve Suriye’deki ilerleyişine paralel olarak güç kazanması ve terörle mücadele konusunda bölgesel düzlemde güvenlik alanında işbirliği nin gerçekleştirilemeyişi Orta Doğu’daki krizleri beslemektedir. ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı verilen mücadeleye Ankara’nın başlangıçtan itibaren temkinli yaklaşması, farklı yorumlara neden olmuştur. Ayrıca Türkiye’nin kuzey Irak’ın Kandil bölgesine ve PKK terör örgütüne yönelik hava operasyonları düzenlemesi, Bağdat hükümetinin tepkisine yol açmıştır. 

Bu yazıda Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesinin etkileri analiz edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca Türkiye’ nin İncirlik üssü nü açarak ABD liderliğinde kurulmuş uluslararası koalisyona aktif destek vermesi ve Suriye’de güvenli bölgenin oluşturulması hususundaki tutumu değerlendirilecektir. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 

Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - Fax: 0 212 217 65 93

© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 


Türkiye’nin IŞİD ile Mücadeledeki Temel Yaklaşımı

IŞİD’in 10 Haziran 2014 tarihinde Musul’u kontrol etmesinin ardından Irak’ta ve Suriye’de ilerlemesi, bölgede ciddi ölçekli bir terör sorununa kaynaklık etmektedir. IŞİD’e yönelik mücadelede, hem bölgesel hem de uluslararası anlamda farklı yaklaşımlar doğrultusunda hareket edildiği izlenimi mevcuttur. IŞİD’e karşı sürdürülen mücadelede amaç, hedef ve strateji hususlarının yeterince net olmaması, Türkiye’nin bu örgüte karşı mücadeledeki tutumunda kendini hissettirmektedir. IŞİD’in Irak’taki ilerleyişini engellemek amacıyla ABD öncülüğünde 2014 yılının Eylül ayında kurulan uluslararası koalisyonda, Türkiye fiili bir katılımcı olarak yer almamıştı. Hatta Suudi Arabistan’ın Cidde kentindeki IŞİD ile mücadele konferansında yayımlanan deklarasyonu da Türkiye imzalamamıştı. Ankara’nın uluslararası koalisyonun aldığı kararlara sözlü 
olarak destek vermesinin ise iki temel nedeni bulunmaktaydı: Öncelikle Türkiye, IŞİD’in Musul Başkonsolosluğu’ndan rehin aldığı 49 vatandaşının can güvenliğini tehlikeye atmak istememiştir. 

İkinci olarak ise Irak ve Suriye ile sınır komşusu olunmasından dolayı IŞİD tehdidinin Türkiye üzerinde daha fazla hissedilebileceği öngörülmüştür.

Öte yandan ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona destek veren 60 ülkenin, IŞİD ile mücadele noktasında izlemiş olduğu çeşitli yöntem ve stratejilerin belirsizliğinden söz edilebilir. Çünkü IŞİD’e yönelik savaşta izlenen stratejilerin, Irak ve Suriye üzerinde farklılaştığı görülmektedir. 
Örneğin; Irak’ta uluslararası koalisyonun IŞİD’e karşı düzenlediği operasyonlar sayıca Suriye’dekilerden daha fazladır. Türkiye’nin IŞİD ile mücadeleye aktif destek verebilmesi için üç şartı bulunmaktadır: Bunlardan ilki Suriye’de sadece IŞİD ile mücadele edilmemesi, ayrıca ülkedeki Esed rejiminin de devrilmesi doğrultusunda çaba sarf edilmesi yönündedir. İkincisi, Türkiye sınırına yakın Suriye topraklarında güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesidir. Bir diğeri ise Esed rejimine karşı savaşan mutedil silahlı muhalif güçlerin eğitilmeleri ve silahlandırılmaları şeklinde tezahür etmektedir.

Bu bağlamda Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelede öne sürmüş olduğu taleplere ilişkin bir değerlendirme yapıldığında; bu talepler ile ABD’nin Suriye’ye ve IŞİD’e yönelik politikalarının örtüşmediği görülmektedir. ABD’nin hem Suriye krizine yaklaşımında hem de IŞİD ile mücadeleye dair tutumunda bazı çelişkilerin mevcuttur. ABD’nin Suriye’deki IŞİD’e yönelik hava operasyonlarının neredeyse tamamı, ülkenin kuzeyindeki bölgelere düzenlenmektedir. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki Irak’ta IŞİD’e karşı verilen mücadelede koalisyon güçleri; Irak güvenlik güçleri ve Peşmergeler ile birlikte hareket etmektedir. Suriye’de ise IŞİD’den geri alınan bölgelerin çoğunluğunun, PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD’nin kontrolüne bırakıldığı görünmektedir. Bu nedenle -Eylül 2014’ten bu yana - uluslararası koalisyonca terör veya IŞİD ile mücadele doğrultusunda izlenen stratejiler neticesinde, örgütün Irak’taki (Bağdat ve Erbil gibi) ve Suriye’deki (PYD’nin kurduğu kantonlara) belirli bölgelere ilerleyebilmesi gibi bir gelişmenin önüne geçilmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin IŞİD ile mücadele noktasında kurulmuş uluslararası koalisyona aktif destek vermemesinin en önemli sebeplerinden birisini, yukarıda belirtilen çelişkiler oluşturmaktadır. 
Ayrıca IŞİD’e karşı mücadele hedefiyle kurulmuş, anti-terörizm nitelikli uluslararası koalisyon güçlerine bölge ülkelerinden katılım olmuşsa da güvenlik çerçevesinde bölgesel bir işbirliğine yine de ihtiyaç bulunmaktadır. Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kollektif nitelikli bir güvenlik ve istihbarat paylaşımı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böylesi bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin ve rekabetin geri planda tutulması gerekir.

Ankara’nın IŞİD’e yönelik mücadele meselesindeki tutumunun değişmesi çerçevesinde ise terör örgütüne katılmış 1200 Türk vatandaşının orta ve uzun vadede Türkiye açısından ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi olarakdeğerlendirilmesi kuvvetle muhtemeldir. Özellikle IŞİD’in Türkiye topraklarında düzenlediği saldırı eylemleri, Ankara’nın uluslararası koalisyon gücü içerisinde aktif şekilde rol almasına neden olmuştur. 

Şu noktaya değinmek gerekir ki IŞİD ve benzeri diğer terör örgütleri sadece eylem yaptıkları ülkelerde tehdit oluşturmamakta, tüm bölge için tehlike arz etmektedir. Türkiye, IŞİD terör örgütü nedeniyle ciddi anlamda ekonomik zarara uğramıştır. Bilhassa IŞİD’in Musul’u kontrol etmesinin ardından Türkiye’nin Irak’a yaptığı ihracatta önemli düşüşler söz konusu olmuştur.

Suriye Krizi ve Güvenli Bölge Bağlamında Türkiye

Suriye krizi, Türkiye’nin Orta Doğu coğrafyasına yönelik dış politikasında önemli bir kırılma noktasıdır. Suriye krizi çerçevesinde Ankara’nın Esed rejimine karşı izlediği politikalar netice itibariyle Orta Doğu’daki çeşitli diplomatik ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Zira coğrafi olarak Orta Doğu’da yer almasına karşın Suriye içerisindeki gelişmelerin, küresel bir krize ve güç mücadelesine dönüştüğü ifade edilebilir. Suriye krizi bölgeyi iki kutba ayırdığı gibi küresel güçleri de aynı ayrışmaya sevk etmiştir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) daimi üyeler (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) arasında da güç rekabeti yaşanmıştır. Suriye krizinde Rusya ve Çin’in Esed rejimi aleyhine alınan kararları veto etmesi BMGK içerisindeki güç rekabetini gözler önüne sermiştir. Bu nedenle Türkiye tarafından Suriye krizi ve IŞİD ile mücadele doğrultusunda sunulmuş Esed’in devrilmesi, güvenli bölgenin oluşturulması ve ılımlı silahlı Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi gibi öneriler uluslararası güçler tarafından yeterince göz önünde bulundurulmamıştır.

Türkiye’nin önerdiği güvenli bölgenin, mevcut uluslararası güvenlik sisteminde BMGK’nin girişimi neticesinde oluşturulması gerekmektedir. 

Nitekim Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası hava operasyonlarının önlenmesi amacıyla BMGK, 1991 yılında 688 no’lu kararını uygulayarak 36. paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyindeki bölgeyi Irak Uçaklarının Uçuşunu yasaklamıştır. 

“Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kollektif nitelikli bir güvenlik ve istihbarat paylaşımı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böylesi bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin ve rekabetin geri planda tutulması gerekir.”


Böylece güvenli bölge oluşturulmuştur.
Fakat burada şu kritik noktayı vurgulamak gerekir ki Irak’ın kuzeyi uçuşa yasak bölge ilan edilmiş olsa dahi Saddam rejimi helikopterler aracılığıyla havadan operasyonlar düzenlemeye devam etmiştir. Suriye’de oluşturulmaya çalışılan 
güvenli bölgenin ise Türkiye sınırındaki Suriye toprakları içerisinde yer alan Azez-Cerablus hattı boyunca 98 kilometrekare uzunluğa ve 45 kilometre 
derinliğe sahip bir alanda inşa edilmesi planlanmaktadır.2

Türkiye’nin IŞİD ve PKK terör örgütlerine karşı 24 Temmuz 2015 tarihinde başlattığı hava operasyonları sonrasında, Suriye’deki güvenli bölge hususu üzerine Ankara ve Washington arasındaki görüşmeler başlamıştır. ABD’nin Eylül 2014’ten bu yana IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi amacıyla uluslararası koalisyona İncirlik üssünün açılması şeklindeki talebine Ankara, Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında izin vermiştir. Fakat İncirlik üssünün uluslararası koalisyon güçlerinin kullanımına açılmasına Türkiye yönetimince izin çıkmasının ardından ABD, güvenli bölge yerine IŞİD’den arındırılmış bölgeler kavramını kullanmaya başlamıştır. Bu gelişme Ankara’nın 
Suriye’de inşa edilmesini istediği güvenli ve uçuşa yasak bölge şartlarına ilişkin, Washington yönetiminin tereddütlü olduğu izlenimini vermektedir. Bu nedenle Türkiye açısından bakıldığında güvenli bölgenin oluşturulması gibi bir durumun uluslararası hukuk teamüllerine uygun olabilmesi noktasında 1991 yılında Irak’ın kuzeyi için BMGK’den çıkan 688 no’lu kararının, Suriye’de işgalci konumuna düşülmesi şeklindeki bir riski bünyesinde barındırdığı söylenebilir. 

1  Ali Semin,”Türkiye’nin Irak Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı”, Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011,S.180-181.

2  http://bit.ly/1fHyO4M, (Erişim:15.08.2015). Aksi takdirde Türkiye’nin bahse konu girişimibenzer bir kararın uygulanmasında fayda vardır. 



Dolayısıyla Türkiye ve ABD arasındaki görüşmelerde net bir sonuca ulaşılmasının ardından BMGK’da tekrar görüşülüp ortak bir karara varılması daha isabetli bir yol haritası olacaktır. Çünkü Suriye topraklarında oluşturulması planlanan güvenli bölge üzerindeki denetimin, sadece Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’na veya ılımlı muhalefete bırakılması yeterli olmayabilir. Bu durumun temel sebebleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Türkiye’nin öngördüğü güvenli bölgenin etnik ve mezhepsel yapısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bölgede bulunan Arap, Kürt, Türkmen ve diğer etnik grupların güvenli bölgedeki siyasi, askeri, idari ve mali yapılanmada ortak bir paylaşım içerisinde bulunmalarında fayda vardır. Zira Azez-Cerablus hattında oluşturulması planlanan güvenli bölgede yaşamlarını sürdüren çeşitli etnik grup içerisinde çatışma meydana gelmesi gibi bir risk halen geçerliliğini korumaktadır. Örneğin; Kuzey Irak’ta oluşturulan güvenli bölgedeki tek hâkimiyetin Kürtlerde 
olmasına karşın Celal Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Mesud Barzani’nin lideri olduğu Kürdistan Demokratik Partisi arasında Habur sınır kapısı gelirinin paylaşılması meselesinden ötürü 1994 yılından 2003 yılına kadar silahlı çatışma yaşanmıştır. Bu nedenle Suriye’de planlanan güvenli bölgenin uluslararası barış gücü himayesinde inşa edilmemesi halinde etnik-mezhepsel ayrışmaların ortaya çıkması ve daha ileri bir noktada, muhalif güçler arasında silahlı çatışmaların meydana gelmesi kuvvetle muhtemeldir. 

2. Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sayısı Mart 2011’den bu yana 2 milyonu aşmıştır. Bu bağlamda uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler (kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir. Başka bir ifadeyle dört yıl önce güvenli ve uçuşa yasak bölge kurulsaydı Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin dönüşü daha kolay olabilirdi. Ancak ülkedeki iç savaş konjonktüründen ve IŞİD gerçeğinden dolayı Suriyeliler, güvenli bölgeye yerleşme hususunda istekli davranmayabilir. Esasında 
güvenli bölge planı, oluşturulacağı sınır hattı çerçevesinde iç savaştan kaçmayan/kaçamayan bireyler açısından önemli bir adım olarak nitelendirilebilir.

Bu perspektiften Ankara-Washington hattındaki gelişmeler değerlendirildiğinde, Türkiye’nin İncirlik üssünü ABD’ye ve uluslararası koalisyon güçlerine açması 
neticesinde IŞİD ile mücadelede elde edilecek kazanım, güvenli bölgenin oluşturulması hedefinden daha fazla önem taşımaktadır. 

Çünkü İncirlik üssünün ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerine hem zaman hem de maliyet konusunda katkısı vardır. IŞİD ile mücadele sürecinde, koalisyon güçlerine ait uçakların Ürdün ve Körfez ülkelerindeki farklı askeri üslerden havalandırılmaları suretiyle Irak’taki ve Suriye’deki hava operasyonları düzenlenmektedir. Ürdün ve Körfez’den havalanan uçak yaklaşık 1000 mil (1609 kilometre) yol kat etmekte ve Suriye hava sahasında kısa süreli operasyon düzenlemektedir. Türkiye’nin izin verdiği İncirlik üssünden havalanan uçak ise 250 millik (400 kilometrelik) bir mesafeden operasyona katılmış olacak ve 6 saat havada kalabilecektir.
Bu bağlamda ABD’nin IŞİD’e karşı düzenlediği hava operasyonlarındaki günlük 9,4 milyon dolarlık maliyet, İncirlik üssü gelişmesine bağlı olarak azaltılabilir.4 
Dahası ABD tarafından IŞİD ile mücadele edilebilmesi amacıyla düzenlenen hava operasyonlarına, Eylül 2014 ve Ağustos 2015 tarihleri arasında toplamda 3,5 
milyar dolar harcanmıştır. Türkiye’nin onay vermesiyle birlikte IŞİD’e yönelik 9 Ağustos’ta düzenlenecek operasyonlara katılım sağlanabilmesi üzerine ilk etapta ABD’deki 480. Filo’ya bağlı 6 adet F-16 uçağı, Adana’daki İncirlik üssüne getirilmiştir. İncirlik üssünün koalisyon güçlerinin kullanımına açılması, Ankara-Washington arasında yapılan güvenli bölge hususundaki görüşmelerde Türkiye açısından daha kayda değer bir pazarlık konusu oluşturabilirdi. Türkiye, Suriyeli muhaliflerin daha rahat hareket edebilmeleri için İncirlik üssünün kullanımını güvenli bölge planına entegre etmiştir. ABD ise güvenli bölge yerine uluslararası hukukta kullanılmayan IŞİD’den arındırılmış/temiz bölge kavramını 
kullanmayı tercih etmiştir.

3 ‘ABD 480. Hava Filosu’nu İncirlik’e kaydıracak’, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150729_times_abd_filo, 
(Erişim,15.08.2015)

4 http://bit.ly/1PVqcV5,(Erişim: 16.08.2015).

“ Uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler ( Kamptakiler hariç ) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir.”


Ankara’nın IŞİD’e karşı mücadele sürecindeki şartlarından birisi olarak tezahür eden Esed rejiminin devrilmesi meselesinin Washington’un gündeminde yer almamasına rağmen İncirlik üssünün koalisyon güçlerinin kullanımına açıldığı görülmektedir. Diğer yandan 16 Ağustos 2015 tarihinde The New York Times gazetesi, Almanya ve ABD’nin Suriye’den gelebilecek muhtemel bir füze saldırısını engellemek amacıyla 2013 yılında Türkiye’de konuşlandırdıkları Patriot füze savunma sistemini geri çekme yönünde karar almış olduklarını duyurmuş tur. 
Almanya’nın ve ABD’nin temel gerekçesi, Suriye’den Türkiye’ye yönelik herhangi bir saldırı ihtimalinin söz konusu olmadığıdır.5 

Bu gerekçe de ABD’nin Esed rejiminin devrilmesi doğrultusunda herhangi bir çaba içerisinde olmadığını göstermektedir. 

Yukarıda belirtilen gelişmeler ışığında Türkiye’nin sınıra yakın Suriye toprakları nda güvenli bölge inşa edilmesi planı ele alındığında iki temel etmen ortaya çıkmaktadır: Bunlardan birincisi; PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD/YPG tarafından kurulmuş kantonların genişleyebilmelerine engel teşkil edilmesi ve beraberinde uluslararası desteğin önlenmesidir. Başka bir ifadeyle Suriye’de kısa ve orta vadede olası bir güvenli bölgenin meydana getirilmesi durumunda, 1991 yılında kuzey Irak’ta uygulanan modelde olduğu gibi tamamen Kürtlerin hâkimiyeti altındaki bir özerk bölgenin önüne geçilebilecek tir. 

5 After Delicate Negotiations, U.S. Says It Will Pull Patriot Missiles From Turkey, 
http://www.nytimes.com/2015/08/17/world/europe/after-delicate-negotiations-us-says-it-will-pull-patriot-missiles-from-turkey.html?_r=0, 
(Erişim:25.08.2015).


İkinci etmen ise, Mart 2011’den beri Esed rejiminin devrilebilmesi için Türkiye’nin desteklediği muhalif güçlerin kontrolündeki korunaklı bir bölgenin kalıcılığının sağlanabilmesidir. Bu nedenle Esed rejimi devrilmese de ülke içerisinde 98 kilometrekarelik uzunluğa ve 45 kilometrekarelik derinliğe 
sahip olan bir bölgenin yeniden rejim güçlerinde kontrol edilmesi zordur. Böylece Türkiye, hem Esed rejimine bağlı güvenlik güçlerini hem de PYD’nin kurduğu kantonları Suriye ile mevcut sınır kapılarından uzaklaştırabilecektir. Bütün bu ihtimaller değerlendirildiğinde Türkiye’nin İncirlik üssüne karşılık ABD’den, IŞİD ve Esed rejimiyle birlikte mücadele edilmesi gerektiği yönündeki talebi ve güvenli/uçuşa yasak bölgenin inşası ile ılımlı muhalif güçlerin eğit-donat programı kapsamına alınması şeklindeki istemleri Washington tarafından teorik düzlemde kabul edilmiş olsa bile pratik anlamda bu isteklerin gerçekleştirilmeleri noktasında bir gönülsüzlüğün mevcut olduğu ifade edilebilir. Özellikle güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındırılmış / temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebinin tam karşılığını sunmamaktadır. Bunlara ilaveten eğit-donat programı çerçevesindeki ılımlı muhalif güçler hususu ise, 2015 yılının Mayıs ayından beri Türkiye ve Ürdün’de uygulamaya konulmasına ve yılda 5 bin kişiye eğitim verilmesinin planlanmasına rağmen Suriye’deki çatışma sahasında etkisini gösterememektedir. Örneğin; Temmuz ayında Eğit-Donat programı kapsamında eğitilmiş 30. Tümen’in Türkmen kökenli komutanı Nedim el-Hasan ile birlikte 21 kişi, el-Nusra Cephesi tarafından Halep kırsalından kaçırılmıştır. 


“Güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındırılmış/temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebinin tam karşılığını sunmamaktadır.”

Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki ABD’nin eğit-donat programına destek vermesindeki temel amaç, eğitilenlerin Esed rejimine karşı savaşmalarını sağlayabilmek değildir. Bu bağlamda ABD’nin temel hedefi, havadan uluslararası koalisyon güçleri ile karadan da söz konusu program kapsamında eğitilmiş Suriyeli muhalif savaşçılar aracılığıyla IŞİD’e karşı kapsamlı bir şekilde mücadelenin sağlanmasıdır. Dolayısıyla eğit-donat programının Suriyeli muhaliflerin Mart 2011’den bu yana Esed rejiminin devrilmesi hedefinden uzaklaştığını söylemek mümkündür. 

Sonuç:

Orta Doğu coğrafyasında cereyan eden gelişmeler dikkate alındığında Arap uyanışı/baharı ile birlikte bölgesel ve küresel aktörlerin güç mücadelesinde, etnik ve dini (Şii-Sünni) gerilimde ve devlet dışı silahlı örgüt sayısında artış gözlemlenmektedir. Bu açıdan Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik dış politikasını gözden geçirmesinde yarar vardır. Ayrıca Arap dünyasında yaşanan halk gösterileri ile Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de değişen iktidarlar bölgesel dengelerin değişmesine yol açmıştır. Bununla birlikte Suriye’deki iç savaşın her geçen gün daha kanlı boyutlara ulaşması ve uzaması bir an önce bölgesel ve küresel konsensüsün sağlanmasını gerektirmektedir. Özellikle IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’de güç kazanması ve ilerlemesi bölgesel bir terör tehdidini beraberinde getirmektedir. Şu hususa dikkat çekmek gerekir ki Orta Doğu’daki sorunları çözmenin yolu bölgesel işbirliği ve küresel ittifaklardan geçmektedir. Bununla birlikte IŞİD ile mücadele sürecinde küresel güçlerin kurduğu uluslararası koalisyonlarla somut neticelere varılması oldukça zordur.

Bu çerçeveden bakıldığında, bir taraftan 26 Mart 2015 tarihinden beri Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan Arap koalisyonunun Yemen’deki Husi Hareketi’ne hava operasyonları düzenlemesi, diğer taraftan Tahran ile P5+1 ülkelerinin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin artı Almanya) nükleer müzakereler konusunda anlaşmaya varması, Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin politikaları fazlasıyla etkilediğinin bir göstergesidir. 
Bu sebeple Türkiye’nin 20l0 yılının Aralık ayında başlayan Arap uyanışına yönelik politikasını yalnızca halkın değişim istediğinden yana kullanması ve söz konusu tutumunda sabit kalması tutarlılık bakımından önem taşımaktadır. Fakat bölgesel ve küresel gelişmeler bağlamında bahse konu krizin Türkiye’ye ciddi maliyetlerinin olduğu da ifade edilebilir. Bilhassa Suriye krizi Türkiye’nin ekonomi ve sınır güvenliği sorunlarını -iç savaştan kaçan Suriyeli mültecilere bağlı olarak- daha da arttırabilir. Suriye komşuları içerisinde en çok Suriyeli mülteci kabul eden ve kendi bütçesinden 6 milyar dolar harcayan ülke Türkiye’dir. Dolayısıyla Arap camiasından yapılan halk gösterileri Suriye’de bir iç savaşa Çevrilmeseydi, Türkiye bölgesel gelişmelerden olumsuz manada etkilenmeyebilirdi. Bu bağlamda Suriye iç savaşını artık ne güvenli/uçuşa yasak bölge ne de eğit-donat programı çözebilir. Suriye’nin çözüm anahtarı bölgesel düzlemde Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’ın ve küresel olarak ise ABD ve Rusya’nın ortak yol haritası ile mümkün olabilir. Böylesi bir kollektif plana acilen ihtiyaç vardır. Aksi halde Suriye’deki iç savaşın yıllarca sürmesi kaçınılamazdır.

Türkiye’nin Suriye’deki güvenli bölge planına, içerdiği risk ve fırsatlar doğrultusunda yukarıda değinilmiştir. Netice itibariyle Türkiye tarafından 
güvenli bölgenin inşa edilmesi durumunda, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurduğu kantonların uluslararası arenadaki zemini meşrulaşabilir. 
Başka bir tabirle Türkiye’nin inşa etmeye çalıştığı güvenli bölge planına karşılık, ABD ve batılı ülkelerin etnik ve mezhepsel unsurlara dayalı birden çok güvenli bölge sistemini Suriye’de geliştirmesi riski göz önünde bulundurulmalıdır. Zira Türkiye, PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki hareket alanını genişletmesini ve özerk bölgeleşmesini önlemek için çaba harcarken tam tersi bir tablo ortaya çıkabilir. 


BİLGESAM Hakkında;

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında

Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, 
Orta Doğu siyaseti, 
Türkiye’nin Ortadoğu politikası, 
Türk-Irak ilişkileri, 
Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, 
Türkmenler, 
Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, 
Körfez ülkeleri, 
İran, 
Suriye, 
Libya, 
Mısır, 
Tunus, 
Filistin sorunu, 
Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 

Ali Semin, 
2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.

ÖZEL  NOTUMDUR;

Türk Dış  Siyasetine yön verdiği bu  güzel araştırma çalışmasından ve katkılardan dolayı SAYIN Ali SEMİN 'e Teşekkür ederim,
..