Şaban Kardaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şaban Kardaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2017 Perşembe

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ- DEMOKRATİK YANSIMA ETKİSİ


15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ- DEMOKRATİK YANSIMA ETKİSİ 


8 Eylül-Ekim 2016 Cilt: 8 Sayı: 76 
TÜRKİYE VE ORTADOĞU 
ORSAM Başkanı, Doç. Dr., Şaban KARDAŞ 




Batı’nın son dönemde benimsediği otoriteryen istikrar tezinden hareketle, darbe planlayıcılarının, antidemokratik yöntemlerle bile olsa, Türkiye’de gerçekleş-tirecekleri bir iktidar değişikliğinin uluslararası camiada siyaseten karşılık bulacağını ve yeni oluşturacakları statükonun kabul göreceğini çıkarsadıkları görülmektedir. 

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ- DEMOKRATİK YANSIMA ETKİSİ 

Ortadoğu siyaseti okumalarında demokrasi arka planda kalan kavramlardan 
biri olarak görülmüştür. Her ne kadar Arap baharıyla birlikte demokratik tecrübe hâkim okuma olma yönünde önemli bir kazanım elde etse de, bu sürecin tıkanması demokratik geçişlerin zorluklarını ve ne kadar uzun soluklu olabileceğini bir kez daha akla getirmiştir. 

Bölgenin kırılgan demokratikleşme tecrübesi son dönemde uluslararası   toplumun bölgesel dönüşüm sürecinde otoriteryen istikrar tezini 
ve jeopolitik okumayı önceleyen siyasi tercihinden de büyük bir darbe almıştır. 

Uluslararası bağlama oturtulduğunda, Türkiye’nin karşı karşıya 
kaldığı 15 Temmuz darbe girişimi demokratik siyasetin bölgede 
zemin kaybetmesinden bağımsız ele alınamayacak bir gelişmedir. 
15 Temmuz’a giden süreçte darbe eyleminin planlayıcılarının, bölgesel 
düzlemde demokratik siyasete olan uluslararası desteğin zayıflamasını 
kendi lehlerine bir faktör olarak yorumladıkları görülmektedir. 

Türk toplumunun bu meydan okumaya karşı verdiği başarılı sınav 
ve bu hesapların akim kalması, iç siyasi sisteminin gelişiminde olduğu 
kadar, bölge genelinde demokrasinin ve demokratik dönüşüm vizyonunun geleceği için de önemli bir dönüm noktası olacaktır. Ortadoğu istisnailiği: sistemik boyut Ortadoğu’da demokrasi açığını özcü yaklaşımlarla açıklama kolaycılığının ötesine geçildiğinde, bölgesel düzenin uluslararası sisteme bağımlı gelişiminin izleri açık biçimde görülecektir. 

Uluslararası siyasal tarihin seyrini de etkileyen demokratikleşme dalgalarına rağmen Ortadoğu, demokratik rejimlerin ‘istisnai’ kaldığı bir bölge olarak anılmıştır. Osmanlı sonrası Ortadoğu’da ortaya çıkan modern devletler sistemi, sömürgeciliğin tasfiyesinin de geride bıraktığı mirasla, demokratik tecrübenin 
yeşermesine uygun olmayan bir ortam yaratmıştır. Sömürgecilik sonrası döneme geçerken, Soğuk Savaşın ideolojik ortamının da etkisiyle, monarşi ve diktatörlüklerden farklı formlarda cumhuriyetçi rejimlere uzanan bir yelpazede 
bölge otoriteryen siyasetin gölgesinde şekillenmiştir. Bu dönemde değişik ülkelerde yaşanan darbeler otoriteryen siyaseti pekiştirici bir fonksiyon icra etmiştir. Fakat bölgeyi şekillendiren anti-demokratik siyasal kültür sadece iç siyasi faktörlere bağlı olarak gelişmemiştir. Uluslararası aktörlerin otoriteryen 
istikrar teziyle kendi bölgesel çıkarlarını hayata geçirme arayışı, demokrasinin desteklenmesi gündeminin de önüne geçmiştir. 

Soğuk Savaş sonrası dönemde dünya genelinde yaşanan yeni demokratikleşme 
dalgası da yine Ortadoğu istisnailiğini kıramamıştır. Bilakis, İslamcı siyasetin aynı dönemde güçlenmesi ve demokratik sistemle uzlaşı arayışına gitmesi, 
Batının Ortadoğu’daki demokratikleşmeye ket vuran rolünü daha da pekiştirmiştir. 
Her ne kadar 11 Eylül saldırıları sonrasında bölge politikalarında demokrasi teşviki gündeme gelse de, bu, terörizme karşı küresel savaş projesinde araçsallaştırılmış ve dönüştürücü bir etki yapmaktan uzak kalmıştır. 

Arap Baharı ve demokratikleşme gündemi Arap Baharı ile bölgenin içine 
girdiği siyasal dönüşüm sürecinde demokratikleşme gündemi net Eylül-Ekim 2016 Cilt: 8 Sayı: 76 9 biçimde Ortadoğu siyasetine damga vurmuştur. Arap devrimlerinin Tunus ve Mısır’da ilk ortaya çıktığından beri takındığı pozisyon 
ile Türkiye, bu sürecin demokratik dönüşüm olarak okunmasında önemli bir rol oynamıştır. Dönüşüm sürecinin iç savaş, çatışma ve terör dinamikleriyle kesintiye uğramasına rağmen Türkiye, mevcut krizlerin çözümünün yeniden demokratikleşme gündemine dönülmesinden geçtiğine olan inancını 
sürdürmektedir ve yoğun eleştirileri göğüsleyerek Suriye, Mısır, vb. örneklerde görüldüğü gibi bölgesel politikalarını bu perspektiften yürütmektedir. Köklü demokratik dönüşümler, tarihsel tecrübenin de gösterdiği gibi, kolaylaştırıcı bir uluslararası ortamın varlığına ihtiyaç duymaktadır. Arap devrimlerinin ilk evresinde demokratik geçişe desteğini ifade etmekte gecikmeyen uluslararası 
toplum, Mısır, Libya, Tunus gibi ülkelerin ihtiyacı olan reformların yapılabilmesi ve değişim sürecinin sağlıklı biçimde ilerleyebilmesi için gereken somut adımları atmakta başarısız kalmıştır. Arap Baharının ikinci evresinde otoriteryenizmin 
yeniden konsolidasyon sürecine girmesiyle Batı’nın demokrasi teşviki 
politikaları önemli bir sınamadan geçmiştir. 

Bölgedeki demokratik dönüşümü yönetebilecek bir vizyon ve proje ortaya koymakta başarısız kalan uluslararası toplum, yeniden otoriteryen istikrar tezine hızlı bir dönüş yapmıştır. Kısa süreli demokrasi denemesinde serbest seçimlerle iktidara gelen iktidarın uygulamalarını eleştirirken en üst düzeyde demokratik hassasiyet  gösteren uluslararası toplum, Mısır’ın demokratik yöneticilerinin 
‘otoriterleştiği’ tezini hızla satın almıştır. Fakat 2013 Mısır darbesi gibi demokrasiyi inkıtaya uğratan bir eyleme karşı aynı demokratik duyarlılık sergilenmemiştir. Darbe sonrasında demokratik yollarla seçilen idarecilerin bastırılmasına ses çıkarmayan ve yeni statükoyu hızla kabullenen Batılı aktörler, 
demokrasinin araçsallaştırılabileceği ve jeopolitiğe feda edilebileceği mesajını vermiştir. Bu ikircikli tavrın demokratik siyaset dışında tercihleri olan aktörleri cesaretlendirici bir yansıma etkisi de bölge siyasetinde öne çıkan bir unsurdur. 
Yansıma etkisi: 15 Temmuz 15 Temmuz darbe girişimine giden süreçte FETÖ terör örgütünü motive eden temel faktörlerin ne olduğu ve nasıl bir hesapla hareket ettiği soruşturmaların seyrine bağlı olarak daha net biçimde ortaya 
çıkacaktır. FETÖ yapısının Türkiye’deki demokratik hükümeti yıpratmak için son yıllarda yürüttüğü siyasi kampanyaya ve kalkışma girişimi sonrasındaki adımlarına bakıldığında, Batı gündemini ne kadar yakından takip ettiği ve siyasi mesaj ve eylemlerini buna uyumlaştırmaya çaba sarf ettiği açık biçimde 
görülmektedir.

15 Temmuz öncesi dönemde Türkiye’nin bölgesel politikalarına dönük manipülasyon ve dezenformasyona dayalı yoğun eleştiri kampanyasının yanı sıra, Türkiye’deki demokratik hükümeti ‘İslamcı’ parantezine almayı 
hedefleyen siyasi ajanda, uluslararası alanda hükümetin meşruiyetini 
zayıflatma projesinin bir parçası olarak fonksiyon görmüştür. 

Aynı dönemde Türkiye’nin otoriterleştiği yönünde dolaşıma sokulan argümanlarla uluslararası ortamdaki muhatap olunan kesimlerin 
bir hükümet değişikliğine hazırlanmaya çalışıldığı görülmektedir. 
Batı’nın son dönemde benimsediği otoriteryen istikrar tezinden 
hareketle, darbe planlayıcılarının, anti-demokratik yöntemlerle bile 
olsa, Türkiye’de gerçekleştirecekleri bir iktidar değişikliğinin uluslararası 
camiada siyaseten karşılık bulacağını ve yeni oluşturacakları 
statükonun kabul göreceğini çıkarsadıkları görülmektedir. 

Türk halkının ve siyasal sisteminin bu darbe girişimini topyekûn bir dirençle püskürtmesi demokrasinin konsolidasyonunu göstermesi açısından öğretici olmuştur. Otoriteryen istikrar tezinden destek alan bu girişimin bastırılışının Ortadoğu’da çok yakından takip edilmesi, Türkiye’nin tecrübesinin bölgede demokrasinin geleceği açısından oynadığı role işaret etmektedir. Demokrasiyi kesintiye uğratacak veya demokrasi dışı yöntemleri düşünen aktörlere karşı Türkiye’nin demokratik direnişi 
bölge genelinde önemli bir yansıma etkisini hâlihazırda yaratmıştır. 

TOBB-ETÜ Ortadoğu’da demokrasi açığını özcü yaklaşımlarla açıklama 
kolaycılığının ötesine geçildiğinde, bölgesel düzenin uluslararası sisteme bağımlı 
gelişiminin izleri açık biçimde görülecektir. 



***

18 Aralık 2015 Cuma

Irak Kürtlerinin Bağımsızlık Söylemi ve Değişen Dengeler.





Irak Kürtlerinin Bağımsızlık Söylemi ve Değişen Dengeler




Doç. Dr. Şaban Kardaş, ORSAM Başkanı





Ortadoğu’da derinleşen çatışma ve istikrarsızlık sarmalı içerisinde Kürtler, sahip oldukları konum ve takip ettikleri politikalarla gündemde önemli bir yer işgal ediyorlar. 1916’da Sykes-Picot Anlaşması ile bölgede kurulan düzen ve oluşturulan sınırların kırılganlaştığı tezleri yüksek sesle zikredilirken, Ortadoğu’nun en büyük nüfusa sahip devletsiz halkı Kürtlerin siyasi talepleri de öne çıkıyor. Bölgesel siyasette "Kürtlerin zamanı" algısı güçlenip sınır-aşan dinamikler ivme kazanıyor. Yine de Kürt siyaseti hâlâ içinde yaşadığı ulus-devletlerin koşulları dâhilinde evriliyor.
 
Türkiye’deki Kürt hareketi, Çözüm Süreci ile birlikte ana akım siyasi süreçler ve ülkenin genel demokratikleşme serüveni içinde temsil edilme ve geleceğini belirlememe arayışında. Suriye Kürtleri, ülkelerindeki çatışma ortamına, kendi kantonlarını ilan ederek cevap verdiler. Fakat burada ortaya çıkacak siyasi oluşum ve bunun sürdürülebilirliği, Suriye İç Savaşı’nın seyrine bağlı. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) çatısı altında kendi-kendini yönetme tecrübesiyle öne çıkan Irak Kürtleri ise son dönemde bağımsızlık söylemleriyle dikkat çekiyorlar.
 
Irak Kürtlerinin bağımsızlık söylemi
 
Irak’ın yaşadığı siyasi kriz ve güvenlik tehdidi, Kürtlerin bağımsızlık söylemini yeni bir zemine taşımalarını beraberinde getirdi. Özellikle Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi’nin (KDP), bu yeni istikrarsız ve yönetilemez ortamı Kürtlerin bağımsızlık taleplerini meşrulaştırmak için araçsallaştırdığı görüldü. Irak’ta 30 Nisan 2014’te düzenlenen parlamento seçimlerinin çıkardığı siyasi tablonun, ülkenin bütünlüğünü sürdürmeyi zorlaştırdığı tezi kuvvetli biçimde işlendi.
 
Bu teze göre, Nuri Maliki’nin iki dönem süren başbakanlığı altında ABD’nin ülkede tesis ettiği federal sistem ve bunun dayandığı yetki ve kaynak paylaşımı düzenlemeleri geçerliliğini yitirmiş, ülke başarısız devlet olma eşiğine gelmişti.
 
Maliki’nin üçüncü döneminde bu düzenin devam etmesi halinde Kürtlerin yaşamsal çıkarlarının zedelemesini seyretmektense, bağımsızlık yönünde hareket etmek tercihe şayan görülmüştü. Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) mevcut koşullarda, diğer Kürt siyasi grupları olan Goran ve İslami Hareket ile karşılaştırıldığında küçük farkla da olsa, diğer bölge ülkelerinin tepkileri veya tartışmalı bölgelerin konumunu göz önüne alarak daha temkinli hareket etmeyi savundu.
 
Haziran 2014 sonrasında Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün Musul’dak, ilerleyişi karşısında Irak ordusunun çözülmesi, modern Kürt devletinin kurucu babası olma arzusuyla aceleci davranan Barzani’nin elini daha da güçlendirdi.
 
"İstikrarsızlık sarmalındaki başarı hikayesi" olarak lanse edilen IKBY’nin, çöküşe geçen Irak’tan koparak bağımsızlık yolunda ilerleme iradesi, diğer gruplarca da paylaşıldı. Peşmerge güçlerinin tartışmalı bölgelere girerek, geri çekilen Irak ordusu yerine Kerkük’te kontrolü eline alması, Irak Kürtlerinin bağımsızlık ateşini daha da alevlendirdi.
 
IŞİD’in ilerleyişi ve Irak Kürtleri
 
Ağustos 2014 başında IŞİD’in IKBY’nin kontrolündeki bölgelere doğru ilerlemesi, "Kürtlerin zamanı" algısının yeni bir kırılma yaşamasına neden oldu. Peşmerge’nin de IŞİD karşısında Irak ordusuna benzer biçimde çözülmesi ve Erbil’in ateş hattına girmesi, Irak’ın kuzeyindeki oluşumun kırılganlığını trajik biçimde hatırlatan bir gelişmeydi. IŞİD’in kısa süreli kazanımlarının IKBY’nin eksikliklerini ortaya koyması, Kürtlerin bağımsızlık söyleminin gerçekçiliğini de köklü bir sorgulamaya tabi tuttu.
 
Ortadoğu siyasi denkleminde zayıflıktan güç üretmekte tecrübeli olan Kürt hareketi, IŞİD tehdidi üzerinden uluslararası alanda meşruiyet devşirme yoluna gitti. IŞİD ile mücadele kapsamında ABD’nin hava operasyonlarıyla verdiği desteğin devamında ABD ve Avrupa ile gerçekleştirilen siyasi temaslarda alınan askeri yardım taahhütleri, Kürt siyasetini uluslararası düzlemde yeni bir konuma taşıdı. Bu süreçte pasifist Almanya dahi, ardı ardına pek çok Batılı devlet adamını ağırlayan Erbil’e askeri malzeme sevkiyatını gündemine aldı.
 
Kürt hareketine uluslararası alanda gösterilen hüsnü kabulün şüphesiz birçok nedeni var. Kürtlerin geç milliyetçilik olarak Batı’da sahip oldukları geleneksel sempati, IKBY’nin uzun yıllardır Batı başkentlerinde yürüttüğü kamuoyu ve iletişim ağı kurma çalışmaları ve Kürt hareketinin aşırılığa karşı mücadele eden modern seküler bir hareket olduğu tezinin başarıyla işlenmesi gibi faktörlerin neticesinde karşımıza çıkıyor.
 
Irak Kürtlerine yönelik iltifat, ironik biçimde bağımsızlık söylemini törpüleyici bir etkiye yol açtı. Başta ABD olmak üzere, uluslararası aktörler, Irak’ın toprak bütünlüğünü önceleyen pozisyonlarını yinelediler ve IŞİD ile mücadele çerçevesinde Kürtlere yapılan yardımlar, IKBY’nin merkezi hükümet ve Irak ordusu ile birlikte hareketiyle ilişkilendirildi.
 
Washington, Erbil’i yoğun şekilde Bağdat ile IŞİD’e karşı ortak harekât planlamaya ve Maliki’nin yerine Haydar İbadi’nin üstlendiği yeni hükümet kurma çalışmalarına katılmaya teşvik ederek, Kürtleri Irak’ın bütünlüğünde davranmaya yönlendirdi. Kürt grupların aralarındaki farklılıkları kısa sürede sonlandırıp Fuad Masum’u Irak parlamentosunda Cumhurbaşkanı seçtirmeleri ve Masum’un Maliki’nin devreden çıkarılmasında oynadığı kritik rol, bu ortak anlayışı açıkça yansıtıyor.
 
Irak Kürtleri arasındaki rasyonel hat
 
Kürt bağımsızlığı konusunda daha rasyonel bir çizginin, Kürt siyasi grupları arasında ağır bastığı söylenebilir. Rasyonel çizgiye göre; devlet inşası sürecinde Kürtlerin önünde, bilhassa ekonomik bağımsızlık, savunma ve güvenlik gibi alanlarda gidecekleri daha uzun bir yol bulunuyor. Kürtlerin hedeflerini gerçekleştirme ve refaha kavuşturma olanakları, bütün bir Irak içerisinde daha iyi hayata geçirilebilir. Ancak bütün bu olasılıkların gerçekleşmesi, Irak’taki federal sistem ile yetki ve kaynak paylaşımı düzenlemelerinin sorunsuz işlemesiyle mümkün olabilir. KDP liderliğinin, bu doğrultuda iki kulvarlı yeni bir stratejiye yöneldiği görülüyor.
 
KDP’nin iki kulvarlı yaklaşımı; bir yandan bağımsızlık söylemini uzun vadeye ötelemeyi öngörürken, diğer yandan bu amaca matuf kurumsal altyapı ve devlet inşasını, mevcut federal sistem dahilinde Irak’tan ve uluslararası toplumdan alacağı destekle, ileri taşımayı hedefliyor. Ayrıca kısa ve orta vadede Irak’taki merkezi hükümete katılarak, ülkenin karşılaştığı kriz ve tehditlerinin bertaraf edilmesine katkıda bulunmaya çalışıyor.
 
Bu kapsamda hükümet kurma pazarlıkları sayesinde, hem yetki ve kaynak paylaşımının mümkün kılınması hem de Irak’ta yönetim sisteminin yeniden yapılandırılıp tartışmalı bölgelerle ilgili yeni düzenlemelere gidilmesi de dahil olmak üzere konfederal bir sisteme veya bağımsızlığa giden yolda yeni kazanımlar elde edilmesi öngörülüyor.
 
Bütün bu gelişmeler, IKBY içerisindeki siyasi dengeleri de etkileme potansiyeline sahip. Hatırlanacak olursa, ortak bir bölgesel Kürt konferansı düzenlenmesine dönük çalışmalar KDP ile PKK arasındaki rekabet yüzünden daha önce birkaç kez ertelenmişti. IŞİD tehdidine karşı savaş, Kürtlerin milliyetçi duygularını büyük ölçüde kabartarak ulus inşası için kullanılacak önemli bir malzeme olarak tebarüz etti. Ve IŞİD ile savaşın farklı Kürt gruplarını bir araya getireceği şeklinde bazı erken yorumlar yapılmaya başlandı.
 
Lakin mevcut gelişmeler, bu ayrışmaların öyle kolayca giderilemeyeceğini ortaya koyuyor. Öncelikle PKK’nın, IKBY sınırları içindeki Mahmur’da IŞİD’e karşı mücadelede oynadığı rol üzerine Barzani’nin IŞİD’in Ağustos 2014 başındaki ani ilerleyişiyle kaybettiği prestiji kullanarak devşirmeye çalıştığı meşruiyet, KDP’yi rahatsız ediyor. Keza Batılı ülkelerin Barzani’ye sağladığı destek, KDP’yi güçlendirdiği ölçüde PKK’nin tepkisine de davetiye çıkarıyor.
 
Aynı süreçte, Perşmerge’nin IŞİD ile savaşa katılması, İran ile yakın ilişkileri olan Süleymaniye merkezli KYB’nin pozisyonunu güçlendiriyor. Tahran'ın askeri destek sağlayarak IKBY’de kendisine zemin kazanmasının, KDP-KYB ilişkilerinde doğuracağı gerilimin yanı sıra yine İran’ın Batı kaynaklı yardımlara karşı atacağı dengeleyici adımlar da diğer bir istikrarsızlık unsuru olarak beliriyor.
 
Öte yandan, Peşmerge güçlerinin sahadaki başarısızlığı, Goran’ın IKBY’de savunduğu değişim ve reform çağrılarını güçlendiriyor. Peşmerge’nin KDP ve KYB ile parti aidiyetinden arındırılıp 'ulusal' bir askeri güce dönüştürülmesi ve profesyonelleştirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin gündeme alınması, Gorran’ın önemli bir kazanımıdır. Bunların ötesinde Kürt grupların, Irak’ta hükümet kurma görüşmelerinde birlikte hareket etmeleri de farklılıkları azaltıcı bir gelişmedir.
 
Irak Kürtlerinin stratejilerinin Türkiye’ye yansıması
 
Türkiye açısından, bu gelişmelerin şüphesiz farklı yansımaları olacaktır. Ankara’nın uzun süredir Erbil ile yakın ilişki geliştirmesi ve Irak politikasının eleştirildiği hatırlanırsa, uluslararası toplumun IKBY’ye dönük ilginin artması ve Irak’ta Sünnileri dışlamayan kapsayıcı bir hükümet formülünün desteklenmesi olumludur. Bu ortamda Türkiye'nin, Irak’ın toprak bütünlüğü içerisinde Kürtlerin, doğal kaynakların kontrolü de dahil olmak üzere, daha geniş yetkilere sahip olmasını -petrol ihracı meselesinde olduğu gibi- desteklemeye devam etmesi beklenebilir.
 
Fakat bölgede istikrarsızlık sürdüğü müddetçe Kürt siyaseti ve milliyetçiliğinin silahlı mücadele üzerinden inşa edilmesi kaçınılmaz. KDP ve PKK arasındaki artan gerilim, bunun somut göstergesi olarak gündeme gelebilir. Bölgesel düzlemde Kürt siyasetinin askeri gündemle yoğrulmasının, nihayetinde Türkiye’nin demokratik ortamda barışçıl yöntemlerle yürütmeye çalıştığı Çözüm Süreci açısından büyük bir açmaz oluşturacağı söylenebilir.
 
* Bu yazı 4 Eylül 2014 tarihinde Al-Jazeera Turk'de yayınlanmıştır.


http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=5152
..