18 Ekim 2015 Pazar

OLDUĞUMUZ GİBİ GÖRÜNELİM





OLDUĞUMUZ GİBİ GÖRÜNELİM

YA OLDUĞUMUZ GİBİ GÖRÜNELİM YA DA GÖRÜN DÜĞÜMÜZ GİBİ OLALIM..,


E-postama gelen iletilerden okuduğum ve içeriği,Genel Kurmay Başkanı'nın 
AB-Avrupa Birliği konusunda geçenlerde sarfettiği "TSK için AB’ye tam üyelik 
Atatürk’ün amaçladığı çağdaş uygarlık düzeyine çıkma konusunda önemli bir 
araçtır. AB’den Türkiye’ye diğer devletlere olduğu gibi eşit davranılmasını istiyoruz."

"AB bizden ulusal bütünlüğümüz ve üniter devlet aleyhinde taleplerde bulunmasın 

açıklamasındaki birinci cümle üzerine üzerine yapılmış sonuna kadar da haklı 
olan bir yorum yazısına yaptığım yorum aşağıdaki gibidir;

Aynı sözü,ADD başkanı olan ve şu an "Ergenekon Tutuklusu" olan 

Şener Eruygur paşa da Cevizkabuğu programında tutuklanmadan bir kaç ay 
önce söylemiştir.

Bizler,yani Türkiye Cumhuriyetinin tam bağımsız ve demokratik yapıda 

kalmasını isteyenler artık şu gerçeği kabul edelim.
27 Mayıs 1960'dan beri,ordu içinde oluşturulan bir kısım "sağ-sol-vatansever 

yapılanma" halkın birbirine düşürülmesi için kullanılmıştır.Her ihtilalden sonra 
bu kesim resmen cezalandırılmıştır.
Ülkücüler bile bundan nasiplen mişlerdir.

Bunu artık onlar da görüyorlar.


Yazıcıoğlu da bunlardan biriydi.Daha da konuşacağından mı korkuldu neyse 

bitirildi.
Amerika'nın en büyük ortağı ordudur.Günümüz ordu mensupları daha çocukken, 

devlet bu işbirliğine girmiştir.Onlar mevcut düzeni sürdürmektedirler.

Necip Torumtay paşa'nın 1991'de istifası ile başlayan uyanış ve ABD'nin Irak'tan 

olan komşuluğu ordunun uyanışını sağlamıştır.

Ordu "İngiliz-Amerikan hayranı" İsmet İnönü'nün yapılandırdığı bir düzen 

içinde çalışır ve ülkeyi zamanı önceden belirlenmiş bir anda bölüp,parçalayacak 
olan bir projenin ortağıdır.

Türlü Bizans oyunları ile başa getirilen "dinci" iktidarların tümünde "ordunun 

marifetleri, izinleri,dümenleri vardır.Ordunun izni olmadan bu iktidarların 
gerçekleşeceği inancında değilim.11.11.1938-25.12.1973 arasındaki "44
yıl boyunca her şeyin İsmet paşa'ya dayandığı gerçeğine inandığım gibi.

Her ergenekon tartışmasında konu "her devlet halkına karşı gizli operasyon 

yapar" şeklinde bir cümleye tanık olmaktayız.Demek bu yapılanmayı ABD her
 ülkede kurmuştur. Ama,şu an, İtalya'da Gladyonun ardından Sırp kasabı 
Miloseviç'in Soykırım Mahkemesine teslimi sonrası bize de sıçrayan ABD destekli 
bir iptal olayı vardır.

Ordu bu yapılanmayı her ne kadar inkar etse de ABD destekli AKP davayı 

sürdürmektedir. Bence artık bu ve benzeri yapılanmalara bir son verilme 
zamanının gelmesi için böyle yapılanmayı kabul etmeyi gerektirir.

Ben böyle görüyorum.

Bir de bu işten "kaymak" yiyen iş,eğitim,asker,medya yapılanması vardır.

Millet,bu yapılanmanın "mağdur edip,şişirip gözüne soktuğu bu dinci ya da sahte 

demokratik yapılanmayı" dini inancı ya da demokrasiye inancı güçlü olduğundan 
kabullenerek oylar,bu kadroların içinde bazıları,dönen oyunu anlar da Menderes 
ve Demirel gibi Batı yapılanmasına karşı gelidiklerinde "darbeler" olur, halk da 
herkes çuvallar,ama onlar "kurtarıcı" olurlar ve bu kurtarıcılar da ilelebet "
resimleri yaprak yattığı yerden saltanat sürerler.

"Gericilik hortluyor,şeriat geliyor,haydi darbe" artık böyle şeyler için "işbirlikçi 

cunta destekleyen" Atatürkçü,solcu,devrimci,dindar bir vatandaş,vatansever 
olamaz inancındayım.

Kötünün iyisine razı edilmekten bıkmadınız mı?

Cunta'ya da gericilere de aynı mesafede durmadığımız sürece,solcular ve 

Atatürkçüler daima "cunta işbirlikçisi" olarak suçlanacaklardır ve de asla halkın 
güvenini kazanamayacaklardır.

Devlet içinde kökten Amerikanın projelerini 1950'lerden beri uygulayan bir " 

"ER GE(orge) NEO-CON(servatist )-Öğrcineokon okunur-dilimize efsanemizden 
uyarlanarak "ERGENEKON" a çavrilen bu dümen,cuntaya kutsallık 
kazandırmaktadır""

İşbirlikçi AKP kadar cesur olalım ve ülkenin özgür kalması için bir şeyler yapalım.

Siyasal yapılanmaların çoğu buna karşı ama çaresizdir.

"Cumhuriyet Cuntası" taraftarlığı bir son bulmalıdır.

Cesur olun,ülke "dinci-şeriatçı" olur diye korkmayın.Bizden önce bu onların 

arkasında olanların işine gelmez.

Ordu içinde hakim bir grup,Amerika'nın en büyük ortağıdır.Bunu iki yıldır 

yazmaya çalışıyorum.Başka bilgileri olanlar da yazsınlar.

Dinlerin de ne olduğu korkulmadan halka tartışmaya açılsın."Din" gerçeğini 

işlemeden, gözler önüne sermeden iktidar olmuş bir "sol,demokratik" hareket 
yoktur.

İnsanlar artık doğruyu ve yanlışı ayırt edebilirler.Kazanacağımız kesindir. 

Korkmamak lazımdır. Artık dindarı da demokratı da inançlarını sorgular hale 
gelmiştir.Sorgulayan bir toplum demokratik hakların korunması için daima 
güvencedir.

Yeterki,sol ve demokratlar sorunları tartışıp,göz önüne getirmekten korkmasınlar.
Türkiye batının dayattığı uydurma dinlerin inanıldığı,uydurma demokrasilerin 

uygulandığı, oligarşik bir gerzekler ülkesi olmayacaktır.


Bütün ilmi,eşeğinin götürdüğü yer ile sınırlı ortaçağ ulemalarının bu günün 

ilkokul 
öğrencisinin gerisinde kaldıklarını insanlara anlatmak bizlerin görevidir.

Ben bir ideolog olmamama rağmen bir şeyler yazmaya gayret ediyorum.

Daha aydın,daha adil,daha demokratik hakların yükseldiği,sokaklarda sahipsiz,

çocuk, yaşlı, yetişkin düşkünlerin olmadığı,herkesin hakkınca kazanarak yaşadığı 
bir Türkiye için yazmaya devam edeceğiz.

Bunu işbirlikçilerin,emperyalistlerin desteği ile değil,yüreğimizi halka açarak 

yapacağız.

Bu elbette yürümesi zor,engellerle dolu bir yoldur.Ama,türkülerle,"Sarı saçlı 

mavi gözlü" kurtarıcı beklemekten iyidir.

Gene de hakkını yemeyelim.genelkurmay başkanımız AB için "aracı" kelimesini 

kullanmış.Cümlenin devamında da "ulusal bütünlüğümüzün kutsallığı 
vurgulanmıştır.Bu yine de iyi birşeydir.Necip Torumtay sonrası orduya güvenmek 
uygunsuz değildir.Devlet memurunun devleti değiştirmek gibi lüksü yoktur, 
unutmayalım.
50 yıldır bu milleti emperyalizmin dayatma "siyasi ve ekonomik projelerine 

ülkemizi laboratuvar yapan işbirlikçi yapılanmayı da " unutmayalım.

Merak edenler için o yazı;
GENELKURMAY Başkanı Org. Başbuğ, AB konusunda şöyle dedi:

"TSK için AB’ye tam üyelik Atatürk’ün amaçladığı çağdaş uygarlık düzeyine çıkma 

konusunda önemli bir araçtır. AB’den Türkiye’ye diğer devletlere olduğu gibi eşit 
davranılmasını istiyoruz."
AB bizden ulusal bütünlüğümüz ve üniter devlet aleyhinde taleplerde bulunmasın"

Org. Başbuğ'un bu sözleri büyük yanılgılar içermektedir.

Atatürk "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkalım" dememiştir.

"Çağdaş uygarlığın üzerine çıkalım" demiştir. Yani çağdaş uygarlığı aşalım.

Atatürk, başka milletlerin tavsiyeleri ile ilerleme olmayacağını kesin olarak 

vurgulamıştır.
Şu anda ezbere söyleyemeyeceğim, ama Atatürk'ün sözleri anlam olarak 

şöyledir:*
"Hangi millet başka milletlerin tavsiyeleri ile yükselebilmiştir? Tarih böyle bir 

hadiseyi kaydetmemiştir"
Yine aynı konuşmasında Atatürk, Osmanlı Devletinin başka devletlerin içişlerine

karışması yüzünden çöküntüye uğradığını söylemektedir.
Bugün de AB karışması yüzünden değil yükselmek, olduğumuz yerde bile 

kalamıyoruz, dağılmaya doğru gidiyoruz.

*Keykubat-Atatürk'e ait o söz blogumun yan tarafında"Hakkımda" bölümünde 

yer almaktadır.
3
Sayın Başbuğ, AB'nin bizden tüm isteklerinin üniter devlet ve ulusal bütünlük 

aleyhinde olduğunu bilmemekte midir?
PKK sözcülerini, DTP sözcülerini Avrupa Parlamentosu'nda konuşturan, 

komiserlerini göndererek DTP'li belediyeleri destekleme ziyaretleri yapan, 

ROJ TV'yi barındıran hep AB değil mi?
Kürtlerin ve Alevilerin azınlık olduğunu iddia ederek ulusal bütünlüğümüze 

darbe vuran kararları parlamentosunda alan AB değil mi?
Bütün bunları bizden daha iyi bilmesi gereken Sayın Başbuğ'un, hiçbir şeyden 

haberi olmayan sokaktaki adam gibi konuşmasını yadırgadım.

4
Yoksa Org. Başbuğ "tecahül-ü arif" sanatını mı kullanmaktadır?
Eğer öyle ise, buna AB kulak asmayacağı gibi bu gibi söylemlerin sokaktaki 

vatandaşın AB ninnisi ile uyumaya devam etmesine hizmet edeceği de bir 
gerçektir.
Dolayısıyla, bu sanatın kullanılması bir yarar getirmeyecektir.
Eğer gerçekler söylenemeyecekse, hiçbir şey söylememek daha iyidir.



Atatürk,O yüreği "katıksız vatan aşkı ile dolu" bir insandı.Yedi düveli dize getiren

 adama bakın.Ne hizmetçi,ne şezlong,ne şemsiye ne güneş yağı,ne de elinde bir 
bardak meşrubat.Üstelik bacaklarına da denizden mazot yağı bulaşmış.Yokluk 
içinde, sayısız savaşlardan çıkmış halkının yoksulluğunu paylaşan bir kahraman.
Nerede zırhlı araçlarla gezenler,terörden köşe olanlar,ordu malını zimmetten 

yargılanan askerler o nerede?
Bir paket sigara için Pamukkale'den İzmir'e polis konvoyları gönderenler nerede, 

o nerede?
Nerde pembe köşkü yeniden tadilat yaptırıp,İngiliz,Fransız stilinde yaşayanlar, 

o nerede?
Bu mu diktatör ve zalim denilen o adam? Mazluma iftira ne kolay.Şu hali bile 

onun fedakarlığını anlatmıyor mu? Ne çocuk yaptı ne de çocuklarına gemiler, 
şirketler aldı.İftira atanları,her gün iftiraları çarpmaktadır.
Öldü gitti, Ermeni İsmet malına da el koydu. Bedavaya millet kurtar ve 
günümüzde asgari ücretlinin bile deniz keyfine sahip olama!!!
Onun bu yoksulluğa katlanma çabası,onun çocukları olan bizlerin 


GURUR KAYNAĞIDIR.

Oysa birileri şu andan itibaren Barzani'den haraçlarını almakta.




















Saygılarımla.

http://adilyargic.blogspot.com.tr/2009/05/ya-oldugumuz-gibi-gorunelim-ya-da.html

..

Başbuğ Çok Haklı, AB Bir Araçtır

Başbuğ Çok Haklı, AB Bir Araçtır,


20 Eylül 2008 Cumartesi
EROL MANİSALI
AB bizim için bir amaç değil araçtır. Bakışımız budur. Ancak AB ile ilişkilerimizde koşullarımız var; ulus devlet ve üniter devlet konularında talepte bulunamazlar, ödün vermeyiz. Türkiye’yi diğer AB üyelerinden ve adaylarından “farklı değerlendirmelerini kabul edemeyiz”.

İlker Başbuğ’un TSK adına AB ile ilgili değerlendirmesi özetle bu. Bu değerlendirme doğru, tutarlı ve Türkiye ile AB arasında ilişkilerin “normalleştirilmesini” isteyen bir politikanın savunulmasıdır.
İlker Başbuğ’un AB ile ilgili değerlendirmesini biraz açalım:
1) “AB amaç değil araçtır” ifadesi çok önemli bir tespittir. Atatürk ilke ve devrimleriyle, Cumhuriyet’in felsefesiyle bütünleşen bir yaklaşımdır.
“AB amaç değil araçtır” yaklaşımı şu anlama gelir;
- Bizim için, “Her ne pahasına olursa olsun, AB’nin bir parçası olmamız gerekir” diyemeyiz, bu yanlıştır.
- Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinden, Atatürk devrim ve ilkelerinden; Türkiye’nin stratejik çıkarlarından “saptırma yönündeki ilişki düzeni” bizim için kabul edilemez.
- AB bizim için bir “aidiyet meselesi” değildir. Sadece çağdaş ve uygar değerlere ulaşmak için bir araçtır.
2) “Biz AB’ye karşı değiliz”; AB ile “normal ilişkiler kurulmasını isteriz”.
- AB’nin Türkiye’den “ulus devlet kimliğimiz ve üniter yapımızla uyuşmayan taleplerine karşı çıkarız.”
- Türkiye’yi “AB’nin diğer üyelerinden ayıran, bize farklı gözle bakan politikalarını kabul edemeyiz”.
İlker Başbuğ’un TSK adına ortaya koyduğu görüşler özetle bunlardır.
AB kimler için amaç?
AB, Polonya için, Yunanistan ya da Bulgaristan için hem amaç hem de araçtır. AB’nin amaç olabilmesi için;
- Onun, her ne pahasına, stratejik bir amaç olması gerekir.
- ‘Hedef’te bir aidiyet, bütünün parçası olmak gibi öğeler vardır.
- ‘Hedef’ olabilmesi için Hıristiyan dünyasının içinde bulunmak gerekir. Sadece çağdaş uygarlık değerlerinde değil, “din gibi, onun dışındaki öğelerde de” aidiyet zorunluluğu vardır.
Daha 1994 Essen Doruğu’nda bu nedenle AB yayımladığı deklarasyonda, “henüz demokrasinin uğramadığı Slovakya gibi ülkeleri bile” 26 ülke adı arasında saymıştı. Slovakya, aidiyet olarak, kabullenilmişti, Hıristiyan dünyasının parçasıydı.
Ayni şekilde, Slovakya için AB içinde olmak bir ‘hedef’ti, sadece bir araç değildi.
İlker Başbuğ’un öngördüğü koşullar bugün Türkiye-AB ilişkilerinde geçerli değildir.
- AB Türkiye’de, ulus devlet kimliğinden hoşlanmıyor. Üniter yapımızı bozacak taleplerde bulunuyor, Avrupa Parlamentosu’ndan kararlar çıkartıyor:
- 2004 ve 2005 yıllarında AKP’ye imzalattığı çerçeve anlaşmaları ile Türkiye’yi “normal üyelik yerine, apayrı bir özel statüye götürüyor”.
- AB, ABD ile birlikte, Türkiye’de ılımlı İslam devletini, Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine koymaya çalışıyor.
İlker Başbuğ yaptığı açıklama ile TSK’nin bunlara karşı olduğunu, haklı olarak ortaya koyuyor.
AKP için ‘asimetrik araç’...
AB, AKP için de bir amaç değil, araçtır. Ancak İlker Başbuğ’un yaklaşımından çok farklı bir özellik gösterir. Bu köşede defalarca yazdım AKP ile AB arasında bir alışveriş söz konusudur.
- AKP, “AB’nin taleplerini yerine getirir”.
- Bunun karşılığında Brüksel, AKP’nin arkasında durur. AKP, Türkiye içindeki “İslamcı yeniden yapılandırmasını”, bu sayede sürdürür.
İlker Başbuğ’un söylediği, bunun 180 derece zıttıdır. Avrupa’nın çağdaş uygarlıkla ilgili “nesnel uygulamalarını kullanmak”, Cumhuriyet’in değerleri ve Atatürk devrimleriyle çatışmaz.
- Buna karşılık dinci yapılanma için AB’yi bir araç olarak kullananlar, çağdaş uygarlık değerleri ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi ile çatışırlar.
Başbuğ, Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili olarak doğru bir değerlendirme yapmıştır. TSK duruşunu net bir biçimde ortaya koymuştur.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/10988/Basbug_Cok_Hakli__AB_Bir_Aractir_.html

..

Ermenistan'ı Türkiye Üzerinden Ele Geçirmek



Ermenistan'ı Türkiye Üzerinden Ele Geçirmek


13 Eylül 2008 Cumartesi
EROL MANİSALI
Washington, Londra ve Brüksel, Ermenistan ve Gürcistan’ın NATO ve AB’ye alınmasını istiyorlar.
İsrail, Ermenistan ve Gürcistan Büyük Ortadoğu Projesi’nde Batı’nın bölgedeki doğal uzantıları konumundalar.
Ermenistan ve Gürcistan’ın NATO ve AB’ye sokularak Batı’nın Kafkasya’ya yerleştirilmesinde Ankara bir maşa gibi kullanılıyor. Bu “misyonu” üslenen hükümete Batı’dan alkışlar geliyor “Sen benim maşam ol, ben senin arkanda durayım…” AKP hükümeti Ermenistan ve Gürcistan konularında neler yapıyor? AB ve NATO üyeliklerinin altyapısı nasıl hazırlanıyor? Önce Ermenistan’ı ele alalım:
-Ermenistan fiilen, bölgenin iki büyük gücü Rusya ve İran ile çok yakın ilişkiler içinde. Ekonomik ilişkilerden başlayarak bu bağların koparılması ve “Türkiye üzerinden Batı’ya kaydırılması” isteniyor.
Ermenistan üzerinde Batı’nın etkisini arttırabilmek için onun iktisadi olarak güçlendirilmesi zorunlu. Kuzey Irak’ta Barzani yönetimi için yaptırdıklarını şimdi de Ermenistan için uygulattırıyorlar.
Kapılar açılacak ve bu kapılardan Ermenistan’a Batı’nın her türlü eli, Türkiye üzerinden uzanacak. Böylelikle Rusya ve İran’ın etkisi ortadan kalkacak, Batı ekonomik olarak dev yardımlar yapacak. Diyaspora Türkiye’yi bir koridor gibi kullanacak.
İşte Gül’ün (ve hükümetin) üslendiği misyon budur. Washington, Londra ve Brüksel’den yükselen alkış sesleri bundandır.
-ABD (ve AB) Gürcistan’da Ankara’ya gerekenleri yaptırttı. Gürcistan’a Türkiye üzerinden silah sokuldu, ordusu Ankara’ya eğittirildi. Sonunda düğmeye basıldı ve Gürcistan ile Moskova arasında, “uluslararası bir sorun üretildi.”
ABD ve NATO savaş gemilerinin Karadeniz’e doluşmalarının yolu böylelikle açıldı. Ayrıca Ankara ile Moskova bir güzel karşı karşıya getirildi.
Gül’ün Erivan ziyareti Batı \t\tiçin çok önemli
Rusya ve İran’a karşı Ermenistan’ın “Türkiye üzerinden Batı’ya bağlanması”, Batı’nın Kafkasya’daki çıkarları ve BOP için hayati bir önem taşıyor.
Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırması ile başlatılan “kampanya”, “Gül’ün Ermenistan’a Batı’nın elini uzatması ile” devam ediyor. Erivan ziyareti, 1991’deki “Çekiç Güç”e paralel bir operasyondur. Çekiç Güç’ün bugüne kadar Irak ve Güneydoğu’da yerine getirdiklerini, kuzeydoğu sınırımızda başlatacaktır.
ABD ve AB’nin AKP ile yürütmekte olduğu politika devam ederse şu sonuçla karşılaşacağız:
-Gürcistan ve Ermenistan NATO ve AB’ye zamana yayılarak alınacaklar. Muhtemelen iki ülke arasında federal bir çatı kurulacak.
-Hükümetin de desteği ile ABD, AB ve NATO askeri güçleri Karadeniz’e yerleşecekler.
-Türkiye Rusya ile karşı karşıya gelecek ve çok büyük sorunlar yaşanacak.
“ABD’nin 1 Mart Teskeresi’ni” Meclis’ten geçiremeyen hükümet Irak, Kıbrıs ve Kafkasya’daki uygulamaları ile bunu telafi etmiş ve Amerika’nın gözüne girmiştir. Cüneyt Zapsu’nun tavsiyeleri ABD tarafından uygulanmaktadır.
Ankara kendi kuyusunu mu kazıyor?
AKP’nin izlediği politika kime yarıyor? Bölgeye ve Türkiye’ye barış ve esenlik mi getiriyor? Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgede çağdaş, demokratik, güçlü bir ülke durumuna gelmesini mi sağlıyor? Yoksa sömürgeci amaçlar peşinde koşan dış güçlerin bölgeye, “Türkiye’deki yönetimler aracılığı ile”yerleşmelerine mi yol açıyor?
Bu sorunların yanıtlarını Ortadoğu’da son 15 yıl içinde ortaya çıkan fiili gelişmeler ve Batı’nın Türkiye ve bölge üzerinde belgelere geçmiş talepleri ışığında baktığımız zaman büyük olasılıkla şunlarla karşı karşıya kalacağız:
-Türkiye Karadeniz’den, Kafkasya’dan, Irak’ın kuzeyinden, Akdeniz’den ve Ege’den kuşatılıp baskı altında tutulacaktır.
-Yunanistan ve Rum örneğinde olduğu gibi NATO ve AB’nin yeni üyeleri tarafından Kafkasya’dan da sürekli sıkıştırılacaktır.
-ABD, AB ve NATO, “Türkiye karşıtı üyeleri kanalı ile” Ankara’yı baskı altında tutacaktır. Bugünkü politika sürerse karşılaşacağımız manzara bu olacaktır.
ABD ve AB’nin “Türkiye içinde oluşturdukları siyasi ve ekonomik uzantıları” , bütün bu koşulların hazırlanmasına yardım ediyor. Abdullah Gül’ün ABD, AB, Ermenistan ve Gümrük Birliği ile ilgili olarak dün söyledikleri ile bugün yaptıkları ve söyledikleri arasındaki karşıtlık,“sorunların nedenlerini de açık bir şekilde gösteriyor”.
Bugün yapılmakta olan yanlışlar, “yanlış oldukları biline biline uygulanıyor.” Ancak Türkiye için hata kabul edilenlerin emperyalizmin doğruları olduğunu görüyoruz.
Keşke Gül Erivan’a bölge ülkelerinin ve halklarının ortak çıkarları için gitseydi. Keşke bölgeye göz diken dış güçlerin alkışlamadığı bir insan olarak bu ziyareti yapsaydı. Ama o zaman da iktidarda başkaları olurdu, esas sorun burada…

Bir not: 
8 Eylül 2008 tarihli Bıçak Sırtı’nda “Güneydoğu Asya Birliği” sözcükleri yanlışlıkla yazıya girmediği için Hindistan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü içinde bulunduğu gibi yanlış bir anlam ortaya çıkmıştır; düzeltiriz.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/9610/Ermenistan_i_Turkiye_Uzerinden_Ele_Gecirmek_.html

..

Göz Göre Göre Oyunun Parçası Olmak




Göz Göre Göre Oyunun Parçası Olmak.


06 Eylül 2008 Cumartesi
EROL MANİSALI
Türkiye, “Balkanlar, Kafkasya, Körfez ve Doğu Akdeniz dörtgeninin tam ortasında”. Bu bölge, 1990 sonrasında ABD ve AB tarafından, “yeniden yapılandırılıyor”. Yeniden yapılandırmayı, hangi amaçlara yönelik olarak istiyorlar?
1) Adı geçen dörtgene askeri, siyasi ve iktisadi anlamda egemen olup “enerji kaynaklarını ve yollarını ele geçirmek istiyorlar”.
2) Böylelikle Rusya, Çin ve Hindistan gibi siyasi, iktisadi ve nükleer rakipler üzerinde baskı yaratmak amacındadırlar.
3) ABD ve AB sonuçta, Batı kapitalizminin her anlamda egemen olduğu bir küresel düzen kurmak istiyor.
Bu amaçlarına ulaşmak için hangi yöntemi ve araçları kullanıyorlar?
- Bu coğrafyadaki ülkelerde sivil darbeler yapıyorlar. Sivil darbeler yolu ile kendi adamlarını iktidara getirip bunları maşaları gibi yönlendiriyorlar. Gürcistan örneğinde olduğu gibi.
- Sivil (ve sessiz) darbelere uygun olmayan, içine sızamadıkları, açamadıkları ülkelere ise saldırarak işgal ediyor ve parçalıyorlar, Irak’ta olduğu gibi.
Sessiz ve sivil darbeler için bu ülkelerde her türlü aracı kullanıyorlar. Dincileri, kimi iş çevrelerini, medyayı, bürokrasiyi, aydın çevreleri (!), akademisyenleri, sanatçıları satın alabiliyorlar.
“Açık toplum” adı altında “emperyalizmin hizmetine açılmış topluluklar” hazırlıyorlar. Bölge ülkelerini (ve halklarını), “Batıcılar ve ona karşı olanlar” olarak ayrıştırıyorlar.
“Batıcılar”, onların hizmetine girenlere verdikleri isimdir. İçerde dincilerden, sermaye çevrelerinden, bürokratlardan, akademisyenlerden, gazetecilerden ve tabii siyasilerden oluşan bir oligarşi kurup maşa gibi kullanmaya başlıyorlar.
Rusya Ortadoğu’ya inecek
ABD’nin (ve AB’nin) Karadeniz’i denetim altına alma çabaları “Balkanlar, Kafkasya, Körfez, Doğu Akdeniz dörtgeninde” ikinci perdeyi oluşturuyor. Irak ve Afganistan’daki kilitlenmenin Batı lehine çevrilmesi için Rusya’nın önünün kesilmesi zorunlu.
- Irak, Afganistan ve Lübnan’daki işgal girişimleri,
- İran, Suriye ve Türkiye üzerinde ABD’nin (ve Batı’nın) uygulamaya başlanan planları, Rusya’yı Ortadoğu’da dengeyi sağlamaya zorlamaktadır.
Rusya, ABD (ve AB) kuşatmasını önlemek için Doğu Akdeniz’e yeniden inmek durumunda bırakılıyor.
- Çin, Hindistan ve İran Rusya’ya destek vereceklerdir. İran Körfezi’nde (Persian Gulf) Rus-İran ortak savunma girişimlerini bekleyebiliriz.
Ya Ankara?
AKP hükümeti, ABD’nin (ve AB’nin) BOP’una destek verdiği için kendini Karadeniz’de ve Gürcistan’da Rusya ile karşı karşıya getirmiştir. Oysa Türkiye ve Rusya, Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi, bugün de ortak çıkarları paylaşıyorlar.
AKP yönetiminin ABD’ye olan bağımlılığı Rusya’yla işbirliği yapmamızı engelliyor. ABD Ankara’nın, soğuk savaş döneminde olduğu gibi, Rusya ile karşı karşıya getirilmesini kendi çıkarlarına uygun görüyor.
Ankara’daki yönetim Türkiye’yi, soğuk savaş döneminde düştüğü tuzağa yeniden sürüklemektedir.
Ankara’nın bugün Karadeniz ve Kafkasya’da izlediği politikanın Türkiye üzerindeki olumsuz etkileri şunlardır:
- Boğazlar üzerinde Rusya ile örtüşen çıkarlarımız yerine ABD ve AB’nin talepleri doğrultusunda değişiklikler gündeme getirilmektedir.
- Patrikhane konusunda Rusya ile bire bir birleşen çıkarlarımız yerine Batı’nın Fener’i Vatikanlaştırma girişimleri öne çıkacaktır.
- ABD ve AB kurumlarının, sözde soykırım dayatmaları üzerinden Ankara’ya baskılar yoğunlaşacaktır.
- Batı’nın planları, “Karadeniz üzerinden de Türkiye’ye dayatılabilecektir”.
- Türkiye, bölge ülkeleri ile işbirliği yerine soyutlanarak, “Batı’nın kucağına itecektir”.
Gül’ün futbol merakı…
- Erivan, Lozan’ı ve mevcut sınırları tanımamaktadır.
- Ermenistan yönetimleri bütün dünyada, Türkiye’ye karşı bir karalama kampanyası yürütmektedir. AB ve ABD yetkililerinin Erivan ziyaretlerinde, “Türkiye’ye karşı düşmanca bildiriler sürekli yayımlanmaktadır”.
- Erivan, diyaspora ile birlikte Türkiye aleyhinde kampanya yürütmektedir.
- Bugüne kadar Ankara’nın bütün iyi niyet girişimleri geri çevrilmiştir.
Ermenistan, Azerbaycan topraklarını (Karabağ’ı) işgal ederek soykırım yapmış ve 1 milyon Azeri sürülmüştür.
Bütün bu koşullar altında Gül’ün gidişi, Ermeni hükümetlerinin bugüne kadar yürüttükleri politika ve uygulamaları “kabullenerek meşrulaştırmak anlamına gelmez mi”?
Yoksa yalnızca, Washington’ın taleplerinin yerine getirilmesine yönelik bir jest mi?
Gül’ün Erivan ziyaretini AKP’nin Karadeniz ve Gürcistan’daki tutumu ile birlikte değerlendirdiğimiz zaman ortaya “çok vahim” bir durum çıkıyor. 1 Mart 2003 tezkeresinin desteklenmesi ve Erivan ziyareti AKP açısından büyük resmin içindeki lego parçalarından başka bir şey değildir.


http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/8384/Goz_Gore_Gore_Oyunun_Parcasi_Olmak....html

.

16 Ekim 2015 Cuma

ALMANYA KISKACINDAKİ AVRUPA BİRLİĞİ




ALMANYA KISKACINDAKİ AVRUPA BİRLİĞİ,




ALMANYA KISKACINDAKİ AVRUPA BİRLİĞİ 
Doç.Dr.Sait YILMAZ* 

Giriş 





Genel dünya konjonktürü içinde artık büyük güçler kendi işsizlik ve enflasyonunu başka ülkelere satma peşindedir, bunun da vasıtası para’dır. 
Bu paradigma 11 Eylül 2001 ile başladı ve yansımaları daha uzun süre devam edecektir. 

Avrupa’da görülen ekonomik kriz de ABD’nin para vasıtası ile kendi yaşadığı krizi Avrupa Birliği’ne satmasından başka bir şey değildir. Buna çare bulmak için Rusya ve Çin, dış ticarette doları devre dışı bırakmaya çalışmaktadır. Avrupa Birliği içinde Maastricht Anlaşması ile kabul edilen ortak para ‘Euro’, önce durgunluğa 2008 krizi ile birlikte bölünmeye yol açtı. Gelinen aşamada Avrupa Birliği’nde para federalleşti ama yapı konfederal kaldı. Evin babası Almanya gerçekten çok kazandığı halde ailenin üyelerine para yetiştirememektedir. Hâlbuki Avrupa Birliği siyasi nedenlerle kuruldu ama ekonomik beklentiler bunun bir sonucu idi. Ekonomik refahı yaymayı hedefleyen Avrupa Birliği, bugün başka ülkelerin borçlarını hatta yoksulluğunu paylaşmak için düzenlemeler peşindedir. Gelinen aşamada, siyasi birlik sağlanmadan ekonomik birliğe gitmenin doğru olmadığı anlaşıldı. Avrupa Birliği içinde ülkeler ekonomik performanslarına göre alacaklılar ve borçlular olmak üzere ikiye bölündü. 

Diğer yandan siyasi ve sosyal dinamikler birliği çözülmeye doğru götürmektedir. Şengen, Ortak Pazar ve Avrupa Birliği’nin kendisi tehlike altındadır. Yaşanan 
ekonomik kriz ve devam eden süreçte AB’nin patronunun Almanya olduğu ortaya çıktı. Bu makalede, Avrupa Birliği’nin geleceğini ve bu gelecekte Almanya’nın rolünü tartışacağız. 

Avrupa Birliği’nde Ekonomik Kriz ve Almanya 

     Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik bunalımın nedeni oldukça basit; bankalar ve ülkelerin genel olarak ağır finansal baskı altında yani borç batağı içinde olması, bunu dışarıdan yardım almadan önlemenin hemen hemen hiçbir yolunun bulunmamasıdır. Emanet para ile sorun çözülebilir ama bu karmaşık bir siyasi süreç gerektirmesinin yanında pek çok Avrupalının muhalif olduğu bir konudur. Bu karmaşıklık, faiz miktarı arttıkça ve verilen sözlerde durulmadıkça artmaktadır. 
Bankacılık ve ulusal borç sorunları iç içe ve birbirilerini besleyen sorunlardır. Banka sermayesinin garanti edilmesi yerine sermaye yapılarının yeniden düzenlenmesi için her ülkenin kendi yolunu izleyecek olması Euro bölgesinin geleceği için bir tehlike olarak görülmektedir. Fakat sorun problemin karmaşık olması ile sınırlı değildir. 2008 yılından itibaren yetkililer yaklaşan krizin farkında olmasına rağmen önlemek için çeşitli sebeplerle bir şey yapmadı. Bunun altında yeteneksizlik, aldatma ve hayal görme gibi pek çok neden sayılabilir. Bazı liderler zaman kazanmak, bazıları kendi beklentileri için çözüme yönelik harekete geçmeyi erteledi1. 
Örneğin Yunanlıların sahte mali verilerle hareket ettiği, bankacıların bunu çeşitli nedenlerle görmezden geldiği aşikârdı. Avrupa Birliği, ülkeleri şeffaf olmaya zorlamasına rağmen Güney ve Orta Avrupalılar buna pek uymaz. Bunun altında vergiden kaçmaktan ziyade birbirlerine olan tarihsel güvensizlik yatmaktadır. 

* İstanbul Aydın Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, saityilmaz@aydin.edu.tr 

1 George Friedman: European Crisis: Precise Solutions in an Imprecise Reality, Stratfor, (Oct 4, 2011). 


Brüksel’in vergi ve çalışma düzenlemelerinin uygulanması müteşebbisler ve küçük işletmeler için zor olduğundan bu ülkeler yazılı olmayan kendi yöntemleri ni geliştirmişlerdir. Bu yüzden Yunan, İspanyol ya da İtalyan ekonomisine gerçekte ne olduğunu söylemek rakamların çok sıhhatli olmaması nedeni ile zordur. Ekonominin önemli bir kısmı resmi rakamlara yansımamıştır. Bazı rakamlara göre Yunanistan’da %10, diğerine göre %40 kayıt dışı yani gri ekonomi vardır. Hâlbuki bu rakamlar bir kurtarma planı için çok gereklidir. Bu tür sebeplerden dolayı Avrupa bankalarının ve ülkelerinin ne kadar borçlu ya da bundan sorumlu olduğu tıpkı ABD’deki karşılıksız garantiler gibi karanlıktadır. Bu belirsizlik hükümetleri ve bankaları kurtarma planı geliştirmede zorlamaktadır. Bunlar içinde sadece Almanya’nın durumu farklıdır. 

Alman sistemine göre işleyen Brüksel bürokrasisi partizan uygulamalara ve vergi vermeyenlere göre değildir. Kısaca güneyle olan bu kültür farkı bugün Avrupa’yı 
vururken, Avrupa Birliği kurulurken dayatılan Alman anlayışının tutmadığı da ortaya çıkmıştır. Devlet ve sivil hizmet disipline edilmeden Alman refahını yakalama hayali büyük bir şoktadır. 

    Yunanistan’daki kriz AB içinde yapısal bir krize dönüştü. Yunanistan AB’ye girdiğinden beri Maastricht kriterlerine uygulamak yerine rüşvet dağıttı ve mobil zeytin ağaçları ile tarım fonundan sürekli çok para aldı. Yunanistan’da üretim olmadığı için 360 milyar Euro hibe olarak gelmeden bir şey değişmeyecektir2. Yapılan kurtarma planı ile %174 olan kamu borçlanması %120’e çekilebilecektir. Bu plana göre borçlarını ancak 46 yılda ödeyebilir. En fazla Yunan devlet tahvilini (92 milyar Euro) elinde bulunduranlar Fransa ve Almanya idi ama kabak Fransa’nın başına patladı. 

AB şu anda kontrol sistemleri ve ekonominin nasıl yönetilmesi gerektiğini tartışıyor. İtalya’da da durum farklı değildir ama şansı üretim sektörünün olmasıdır. İtalya’nın 1.9 trilyon dolar borcu var ve 250 milyar Euro bu yıl ödemek zorundadır. Kredi notu düştüğü için borç bulmakta da zorlanmaktadır. Fransa’nın %84 kamu borcu var ve kredi notunu koruyamaması milli aşağılanma hissi yarattı. Almanya; Avrupa Komisyonu onayı olmadan kimse bütçe yapamaz kuralını getirdi. Kamu borçlarının ödenmesi 20 yıla yayıldı. Krize çare olarak iki görüş öne çıkmaktadır. Almanya başbakanı Merkel’in savunduğu kemer sıkma politikasına karşı, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, harcama artırıcı yöntemleri savunmaktadır. 

2 Can Baydarol: Avrupa Birliği Çöküyor mu?, ORKAM, (05 Ocak 2012). 
3 European Financial Stability Facility, or the EFSF 
4 Uri Dadush: Brussels Summit: The Long War Ahead, Commentary, (October 27, 2011). 
5 George Soros: A Routemap Through the Eurozone Minefield, (Oct 13, 2001), 
http://www.georgesoros.com/articles-essays/entry/a_routemap_through_the_eurozone_minefield 
6 Hürriyet: İngiltere yeni sözleşmeye yanaşmadı, 27 üyeli AB için yolun sonu göründü,(10 Aralık 2011). 

Ekim 2011 içinde Brüksel’de yapılan Euro krizi ile ilgili acil zirve sonrası uzun dönemli niyet ve yükümlülükleri içeren15 sayfalık bir sonuç bildirisi hazırlandı. Euro bölgesi liderleri sorunlu ülkeleri desteklemek için 1.4 trilyon dolarlık Avrupa kurtarma fonu (EFSF3) oluşturdular 4. En fazla parayı başta Almanya olmak üzere çekirdek ülkelerin vermesi öngörüldü. Yunanistan gibi Güney Akdeniz ülkelerinin istatistiklerle oynayarak AB’yi yanılttığı açık olduğundan, bu tür ülkelere tedbir olarak AB, bütçe kontrol uzmanları görevlendirdi. AB mali konular etrafında kilitlenmiş durumdadır. En önemli umut olan Almanya’nın para transferinin Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile Alman Parlamentosu’nun (Bundestag) onayına bırakılması bu umudun da yolunun büyük ölçüde kapanması na yol açtı 5. Artık uygun bir faizle borç alma ümidini yitiren ülkeler bankacılık sistemini revize edecek arayışlar içine girdiler. Avrupa Birliği, Euro Bölgesi’ni korumak için mali birlik oluşturma konusunda bölünürken, Almanya ve Fransa liderliğindeki ülkelerin büyük bölümü ayrı bir anlaşmayla yola devam kararı aldı6. AB’ye üye 27 ülkenin liderlerinden 25’i Euro Bölgesi’ni korumak için katı bütçe kurallarıyla daha sıkı birlik oluşturma konusunda anlaştı. Ancak İngiltere kendisi için istediği imtiyazları elde etmede başarılı olamayınca AB anlaşmasında önerilen değişiklikleri kabul edemeyeceğini açıkladı. Böylece, Euro Bölgesi üyesi olmayan 10 AB üyesi ülkeden sadece İngiltere yeni anlaşma yapılması sürecinin dışında kalmış oldu. 

 Avrupa Güvenliği ve Almanya 

Bağımsız devletlerin post-modern modeli olan Avrupa Birliği, yumuşak gücü ile küresel bir etki sahası yakalamaya çalışırken fazla toy ve kibirli yüzü ortaya çıktı. 
Post-modernlere göre iki grup ülke; biri medeni ülkeler diğeri henüz post-modernizme ulaşamamış, zorba yönetimlerin ülkeleridir7. Liberal emperyalizm, binlerce insanı savaşmak yerine düzen sağlamak için sınırlı süre uzaklara göndermeyi yani sivil güç kullanmayı gerektirir. Soğuk Savaş’ın bitmesi ile birlikte Amerikalı ve Avrupalılar yeni bir güç geliştirmeye başladılar; “dönüştürücü güç”. Bu güç kısa vadeli kazanımlara bakmadan uzun vadede dünyayı yeniden şekillendirmeyi hedeflemektedir. Bu güç askeri bütçe ya da akıllı füze teknolojisi ile değil anlaşmalar, anayasalar ve kanunlarla çalışmakta dır. Avrupa Birliği, kendi kurallarını ve mekanizmalarını ABD’nin tersine görünmez bir el gibi kullanmaktadır8. Avrupa Birliği, böylece İspanya, Yunanistan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ni dönüştürdü, Türkiye için de benzer süreç devam etmektedir. 450 milyon Avrupa Birliği nüfusuna karşılık 80 ülkedeki 1.3 milyar kişi birlik ile bağ kurmuştur. Yani dünyanın üçte biri kredi, yatırım, yardım yolu ile Avrupa etki sahası içindedir. Avrupa Birliği, Afrika’ya barışı koruma ve Afganistan’a polis görevi gibi operasyonlar altında dünya genelinde askeri misyonlara katılsa da bir bütün olarak Avrupa’nın sert gücü ciddi zafiyetler içindedir. NATO’nun odağında toprak savunması varken AB ancak sivil görevler ve küçük barışı koruma misyonları yerine getirilebilmektedir. Savunma alanında çare olarak kabiliyet havuzları oluşturulması ve ülkelere belirli uzmanlıklar verilerek tasarruf edilmesi düşünülmektedir. 

7 Walter Laqueur: After The Fall, Dunne/St. Martin's, (Jan 2012). 
8 Mark Leonard: Europe: the new superpower,Center For European Forum, (01 February 2005), 
http://www.cer.org.uk/topics/transatlantic-relations?page=8 
9 Steven Erlanger: What the War in Libya Tells Europe, Strategic Europe, Carnegie Endowment, (Sept 
21, 2011). 

Almanya ve Fransa’nın ABD’nin savunma politikalarına askeri ve siyasi desteği keseli uzun zaman oldu. Dünyanın en zayıf ordularından birine sahip olan 
Libya’da NATO’nun yedi ay sürdürdüğü savaş sivilleri korumak adına yapıldı ama herkes açıkça biliyordu ki ittifak sivil savaşa bir tarafta katılmakta idi. Kosova’dan günümüze “sivilleri korumak” yeni kurt kapanının adıdır9. Ancak, Libya’da NATO’nun güçlü ülkelerinin önemli bir kısmı harekâta katılmadı ya da İspanya ve Türkiye gibi ülkeler savaş uçağı vermedi. Sadece Danimarka ve Norveç hava harekâtında beklenilenden fazla gayret gösterdi. Almanya, uçuşa yasak bölge uygulamasında yer almayı reddetti. NATO hava gücü ve teknolojisi İngiliz, Fransız ve Katar’ın Libya topraklarındaki isyancıların içinde bulunan gizli eğitimcileri ile Kaddafi’nin çoğu paralı asker olan güçlerini yendiler. Libya tecrübesi gösterdi ki ya Avrupalılar kendi güvenlik ve savunma yapısını kurup dünyanın sadece yumuşak güçle dönmediğini anlayacaklar ya da bu işin ne kadar pahalı ve zor olduğunu anlayarak bu işlerden vazgeçeceklerdir. İlginç olan Libya müdahalesi Avrupalıların liderliğinde yapılmış olmasına ve bu savaşta NATO ile Avrupa arasındaki işbirliğinden bahsedilmiş olmasına rağmen, Avrupa Birliği bu savaşta hiçbir rol oynamadı. Avrupa giderek solarken ittifak da giderek “anlamsız” hale gelmektedir. 


Avrupa hala Amerika’dan güvenlik ithal etmek zorundadır. ABD’den umudu kesen Orta ve Doğu Avrupa (ODA) ülkeleri ABD’nin gözüne girme ve Atlantikçi 
teorilerini bir kenara bırakıp Almanya’ya yağ çekme yarışına girdiler. ODA elitlerine göre Almanya, Rusya’dan daha az şeytandır ama Gerhard Schröder’in 1998-2005 yılları arasındaki iktidarından beri Almanya-Rusya ilişkileri gelişmektedir. Bu ilişki Rusya’nın ODA ülkelerine göre Almanya’ya daha ucuz fiyata doğal gaz satması gibi bir denkleme oturmuştur. Haziran 2010’daki Meseberg Zirvesi’nde Almanya Başbakanı Merkel, NATO-Rusya Konseyi’ne benzer şekilde AB ve Rusya arasında Politik ve Güvenlik Konseyi oluşturulmasını önerdi10. AB üyesi ülkelerin daha çok komşuları ile işbirliğine gitme merakı “daha az Avrupalılaşma daha çok bölgeselleşme” olgusunu ortaya çıkardı. İngiltere ve Fransa doğal olarak bir platform oluştururken, Çekler Slovaklar ile, İskandinav ülkeleri de kendi aralarında dayanışmaktadır. Almanya ve Fransa, Orta Avrupa ve Baltık ülkelerini hayal kırıklığına uğratarak Rusya’ya karşı uzlaşmacı bir tutuma girince ODA ülkeleri kendi alternatiflerini oluşturma arayışına girdiler11. Ekonomik olarak Almanya’ya bağımlı bu ülkelerin önündeki tek seçenek aslında Almanya’nın uydusu olmaktır. 

10 Daniel Keohane, The EU and NATO’s Future, EU Institute for Security Studies, Issue 11 | Winter, 
2010/2011, p.27. 
11 Marko Papic: The Divided States of Europe, Stratfor, (June 28, 2011). 
12 Erlanger: ibidi, (Sept 21, 2011). 

Dört Orta Avrupa ülkesi (Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan) “Visegrad Grubu” oluşturarak Orta Avrupa Muharebe Grubu teşkil ettiler. Baltık 
ülkeleri ise algılamaya devam ettikleri Rus tehdidi için Nordik ülkelerine yöneldiler. Litvanya, halen Estonya’nın üye olduğu Nordik Muharebe Grubu’na katıldı. Fransa ve İngiltere askeri işbirliğini artırmak için 2010 yılı sonunda bir anlaşma yaptılar. Londra, Baltık-Nordik grubu ile askeri işbirliğini geliştirme niyetini ifade etti. Bölgeselleşme, güvenlik alanında en belirgin olmakla birlikte, ekonomik alanda da ortaya çıkmaktadır. Almanya kendi ticaret hacmini düşünerek,  Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin Eurozone’a girişini hızlandırmak isterken, çevresindeki diğer ülkelerin durumu pek umurunda değildir. Alman etki alanı (Avusturya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Hırvatistan, İsviçre, Slovenya, Slovakya, Finlandiya); Almanya’nın ticaret gücünden ekonomik olarak faydalanacak ve ama göreceli olarak Rusya tehdidini hissetmeyecek çekirdek Euro zone ekonomileri dir. 

Fransa, Almanya’nın etki alanında görülmekle beraber aslında Eurozone’da kendi liderliğini kabul ettirmek, ağrısız bir şekilde Almanya’nın hâkim olduğu döviz blokunda kendi pazar kurallarını ve sosyal çıkarlarını gerçekleştirmek peşindedir. Fransa, Almanya ile ortaklığa son verirse bu durum İngiltere ve ABD’nin de içinde olduğu Akdeniz’deki etki alanında dönüş anlamına gelecektir. Akdeniz Birliği fikri bu yönde bir dönüş için geri planda tutulmaktadır. 

Pek çok Avrupa ordusu savaşacak makine olmaktan ziyade şemalardan ibarettir. Mevcut sınırlı kabiliyetleri daha da erimektedir. Motor güçler olan Fransa, 
İngiltere, Almanya, İtalya, Hollanda halen asker ve sivil kapasitesini azaltmakla meşguldür. Libya operasyonu Amerika olmaksızın lojistik, keşif, komuta ve kontrol, mühimmatı olmayan bir AB savunması olduğunu ortaya çıkardı. Kısaca AB üyeleri gerçekten Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’nı hayata geçirmek isteseler bile bunu yapacak güçte değillerdir. Şubat 2011’deki Münih Güvenlik Konferansı’nda NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen sadece son iki yılda Avrupa savunma harcamalarının 45 milyar dolar azaldığını ve bunun Almanya’nın toplam savunma bütçesine eşit olduğunu söyledi12. Ancak, en büyük problem para değil motivasyon eksikliği yani isteksizliktir. Fransa ve İngiltere AB dışında işbirliklerini organize etmeyi tercih ederken, Almanlar güvenlik alanında işbirliği için AB’nin uygun bir yer olmadığını düşünmeye başladılar. Avrupa Savunma Ajansı (EDA) boşta durmakta, AB-NATO kilitlenmesi yeni halkalar edinmektedir. 

Alman Silahlı Kuvvetleri 31 askeri üssü kapatma, 33 tanesinde personel sayısını 15’in altına düşürme kararı aldı. Personel sayısı 15’in altında olanlar artık 
askeri üs sayılamayacağından toplam 328 olan üs sayısı 264’e düşmüş olacaktır. Bu karar 26 Ekim 2011’de Berlin’deki basın toplantısında Savunma Bakanı Thomas de Maizière tarafından açıklandı13. Söz konusu planın 2017’e kadar tamamlanması öngörüldü. Hâlihazırdaki 206.000 kişilik Alman Silahlı Kuvvetleri 2017’e kadar 170.000 kişiye düşürülecektir. Sivil personel miktarı ise 68.000’den 55.000’e azaltılacaktır14. Yeni teşkilata göre Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanlıkları ile Müşterek Destek Hizmetleri ve Merkezi Sağlık Hizmeti bakanlığa bağlı daireler olmak yerine bağımsız komutanlıklara dönüştürülecektir. Savunma Bakanlığı, silahlı kuvvetlerin tank, uçak, gemi ve diğer ana teçhizatından indirime gitmeyi öngören yeni bir teşkilat yapısı geliştirdi. Almanya bazı savunma programlarında önemli kesintiler peşindedir. Kesinti düşünülen 20 büyük program arasında Typhoon savaş uçağı, Tiger taarruz helikopterleri, NH90 ulaştırma uçakları, Puma zırhlı araçları ve Euro Hawk insansız gözetleme uçağı bulunmaktadır. 

Savunma Bakanlığı önümüzdeki bir kaç yılda asker ve sivil personel indiriminden de 1 milyar dolar tasarruf etmeyi planlamaktadır. Ayrılanlara 100.000 euro’ya kadar tazminat ödenecek, 50 yaşın üzerindekiler için ise tam emeklilik maaşı ile teşvik uygulanacaktır. 

13 Albrecht Müller: Bundeswehr To Close 31 Major Bases, Defense News, (27 Oct 2011). 
14 Albert Müller: Letter Leaks Potential German Defense Cuts, Defense News, (19 Oct 2011). 
15 George Friedman: Financial Markets, Politics and the New Reality, Stratfor, (August 7, 2012). 

 Almanya ve Avrupa Birliği’nin Geleceği 

    Avrupa Birliği’nin arkasındaki politik orijini anlamadan sadece ekonomik niyete odaklanırsak geleceği okuyamayız. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da Almanya en büyük ihracatçı ülke konumu edinmeye başlarken, Almanya probleminin çözümü Avrupa’nın birleşmesinin temeli oldu. Avrupa Birliği siyasi nedenlerle kuruldu ama ekonomik beklentiler bunun bir sonucu idi. Bu sonuç Avrupa’da 20. yüzyılda çok çektiği savaşları sonlandırdı. Anahtar konu Almanya ve Fransa’nın ekonomik refah için bir ittifak yapma kararı idi. 1980’lerin sonunda Almanya, Birleşik Avrupa fikrini savunurken aklında iki Almanya’nın birleşmesi vardı. Almanya, ekonomisini sürdürebilmesi için ihracata, bunun için serbest ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasına ihtiyaç vardı. Böylece Avrupa’da bir serbest ticaret bölgesi kurulması zorunluluktu ve Almanya, bazen saldırgan bir biçimde diğer ülkeleri bu bölgenin parçası haline getirdi. Almanya, bununla da kalmadı Avrupa genelinde istihdam politikası, çevre politikası gibi pek çok standardı diğer ülkelere dayattı. Bu politikalar masrafları azaltmak ve Avrupa’nın geri kalanındakilerle rekabette üstün gelmek isteyen büyük Alman şirketlerini korumak içindi15. 

Öte yandan diğerleri için pazara girişin pahalı olması Alman stratejisinin önemli bir parçası idi. Nihayetinde Almanya, Euro şampiyonu oldu ve birliği kendi kurduğu Avrupa Merkez Bankası ile Avrupa Birliği’ni kontrol etmeye başladı. Böylece hem enflasyondan korundu hem de Alman kredi kurumlarına borçların şişirilmesini sağladı. 

Paranın değeri kontrol edilerek Eorozone ile diğer ülkeler için para politikası tuzakları oluşturuldu. 


    Refah sürdükçe sistemin problemleri saklı kaldı ama 2008 krizi Alman ticaretindeki dengeyi negatif yönde bozunca Almanya önce kendisinin daha az 
oranda ise Fransa’nın çıkarlarını korumaya odaklandı. Düzenleyici rejim büyük şirketleri koruyan ama tüm sistemi katılaştıran bir rejim yarattı. Ancak, 2008 yılında başlayan küresel ekonomik krizden beri yaşanan belirsizlik nedeni ile büyük yatırımların yapılamamakta, bu belirsizliğin kaynağı olarak Almanya Başbakanı Merkel’in kaprisleri gösterilmektedir. Merkel’e göre krizin nedeni hovarda Güney Avrupa ülkeleridir ve Almanya’nın sırtından durumu kurtarmama ları gerekir. Ama gerçekte krizin nedeni Almanya’nın kullandığı ticaret sistemidir; pazarları kendi malları ile doldurmak, düzenlemeler yolu ile kendisi ile rekabet edilmesini önlemek ve borç verilen her Euro için bir Euro almak. Böyle bir retorik içinde Merkel’in hiç bir şekilde bir ülkenin AB’nin serbest ticaret bölgesi dışına çıkmasını istemesi beklenemez. Bu bir kere başladı mı nerede duracağı belli olmaz ve sonuç Almanya için felaket olur. Merkel borcunu ödeyemeyenler için olabildiğince agresif olmak zorundadır ama bunun derecesi üyeleri sistemden çıkacak kadar küstürmemelidir. Özetle Merkel karar almıyor, daha önce AB yapısı ve Alman ekonomisi için yazılmış bir senaryo dâhilinde hareket ediyor. 

Merkel sonunda krizin yükünü bir şekilde çekmek zorunda olduğunu biliyor ve refah temelli Avrupa fikri yürümediği için yeni bir Avrupa yapısı getirmeye çalışıyor. 
Avrupa ülkelerinin bazılarının kabul ettiği bu yapıda Almanya’nın sistemli çözümünün bir parçası olarak Brüksel’in kendi iç bütçelerini denetlemesine imkân tanınıyor. Bazı ülkeler bu öneriyi reddetti, bazıları ise nasıl olsa uygulanamaz diye kabul etti. Merkel’in daha güçlü bir Avrupa mekanizması yaratma teşebbüsü iki nedenle başarısızlığa mahkumdur. Birincisi ülkeler egemenliklerinden Almanya için kolay vazgeçmeyecekledir. İkinci neden ise diğer ülkeler biliyor ki sonunda çözümü Almanya kaleme alacak ya da serbest ticaret bölgesi parçalanacaktır. Almanya, ticarete bağımlılığı nedeni ile Avrupa Birliği’ne diğer başka her ülkeden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle Avrupa’nın birliğinin bölünmesine ve ülkeler arasındaki bağların kopmasına izin vermeyecektir. Bundan dolayı Yunan krizinde olduğu gibi sürekli blöf yapmakta ama sık boğaz etmemektedir. Euro konusu da bankacılığı ilgilendirdiği için ilginçtir. Euro’ya odaklanan yatırımcılar bunun ikinci derecede önemli bir konu olduğunu anlayamadılar. Avrupa Birliği, politik bir kurumdur ve Avrupa’nın birliği önce gelir. Bu nedenle, alacaklılar borçlulardan daha fazla endişelendiler. Avrupa Merkez Bankası bir şekilde ödemeleri bir plana oturtacaktır ancak mesele para değil serbest ticaret bölgesi ve Alman-Fransız birliğidir. 

Avrupa’nın bulması gereken cevap 21.yüzyılda Avrupa kıt’asının nasıl yönetileceği dir. Ekonomik kriz her 100 yılda bir olduğu gibi Avrupa’nın kaderinin tekrar masaya yatırılmasına neden oldu. Avrupa’nın gerçek sorunu karşılıklı güven, devletlerin çıkarlarının en doğru karışımının bulunması ve aynı kaderi paylaştıklarına inanmalarıdır. Avrupa Birliği üyesi ülkeler aynı kaderi ve ortak çıkarları mı paylaşıyor? 

Son dönemde Avrupa’da yaşanan Yunan krizi Almanlarla aynı kaderi paylaşmadıklarını gösterdi. Çünkü Alman bankerler Alman vergi mükellefleri ile aynı kaderi paylaşmaktadır. Bu da gösterdi ki ekonomik kader birliği olmadan entegrasyon mümkün değildir ve bu bile ortak siyasi birlik için yeterli değildir. Eurozone’dan faydalanan Alman vergi mükellefi Yunanistan’ı kurtarma planına iyi bakmamaktadır. Almanya henüz açıkça kendi halkı ile Avrupa’daki rolünü, geleceğini ve bunun ödeyeceği fiyatı tartışmadı. Eylül 2013’de Almanya’da yapılacak seçimlerde Merkel bir dönem daha başbakan olmak isteyecektir. Merkel’in kurtarma planının Alman vergi mükelleflerini ne kadar kızdırdığı bu seçimlerde belirleyici olabilir. 


Avrupa’da finansal disiplini savunan Almanya başbakanı Merkel, yeni yıl kutlamaları esnasında ekonomik kurtuluş için henüz uzun bir yol olduğunu söyledi. 
Avrupa Merkez Bankası, yeni dönemde birliğin bankalarını kontrol altına alacak, ülkelerin finansal kurumları ve ülke finans yöneticilerini yönetecektir. Ancak genel gidişat Avrupa Birleşik Devletleri yerine bölgeselleşme yönündedir. Avrupa’da ki bölgeselleşme nin alternatifi ekonomik ve siyasi entegrasyonu yeniden yoluna sokacak olan Almanya’nın liderliğidir. Eğer Almanya, Euro karşıtlığını yener ve Eurozone’daki kurtarma planını başarıya ulaştırırsa, çevre ülkelerin desteğini almaya devam edecektir. Almanya bir yandan Orta Avrupa’yı Rusya politikasının Moldova örneğinde olduğu gibi olumlu olduğuna iknaya çalışmaktadır. Ancak, henüz Orta Avrupa’nın güvenlik testinden geçemedi. Burada belirleyici olan Almanya’nın yeni üyelere bütçeden verilecek paraya ve Avrupa çapında güvenlik ve savunma düzenlemelerine hayır dememesidir. Eğer Almanya, birleşik bir Avrupa’ya liderlik etmek istiyorsa bunun ekonomik yükünü kaldırmalı ve Rusya’ya karşı bir duruş geliştirmelidir. Eğer Rusya ile olan ilişkilerini Orta Avrupa ile ittifakının üstünde tutarsa bu ülkeler için Belin’in yolunu izlemek zor olacak ve bölgesel gruplanmalar yanına ABD’yi de çekmek isteyerek yeni bir ivme kazanacaktır. 

Sonuç Yerine: Alman İmparatorluğu kurulabilir.. 

Avrupa’nın siyasi ve jeopolitik problemi basittir; Almanya büyüklük ve değerleri ile Avrupa’da rakipsizdir. Dünyaya farklı bakan Fransa ile birlikte Alman anlayışına uygun bir serbest ticaret bölgesi yaratmaya çalışmaktadır. Almanya ve Orta Avrupa tarafından ifade edilen “önce Avrupa” prensibine rağmen, diğer ülkeler bunun böyle olmadığını bilmekte ve olmasını da istememektedirler. Güney ülkelerindeki rakamların doğru olmaması Almanların hassas bir kurtarma planı hazırlama da kafasını karıştırmaktadır. Bu yüzden zamana oynamakta ve işlerin zamanla yoluna girmesini umut etmektedir. Ancak doğru bilginin olmadığı Avrupa’da eski mutlu günlerin geri dönmesi ve gerçeklerin değişmesi zor gözükmektedir. Merkel’in politikası bugün de tarihsel Alman gerçeklerine dayalıdır; Alman ekonomisi ihracata dayalı ve onun ihracatı Avrupa için hayatidir. Bu yüzden öncelikle serbest ticaret bölgesi çalışmalı ve Almanya sistemi stabilize etmek için yükü başkalarına dağıtmalıdır. Almanya, AB vasıtası ile kendine Doğu Avrupa’da Polonya’dan Bulgaristan’a Hinterland (Arka Bahçe) kurdu. Euro alanı küçülürken Almanya, patlayacak kadar büyümektedir. Sonuç hinterlandı ile büyük bir Alman imparatorluğu olabilir. Avrupa Birliği’nin geleceği Almanya’nın onu gerçekten kurtarmak isteyip istemeyeceğine bağlı olacaktır. 

 Doç.Dr.Sait YILMAZ
 İstanbul Aydın Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi,

..