14 Mart 2019 Perşembe

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI, BÖLÜM 4

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI,  BÖLÜM 4



5. SORUNLARA KARŞI NATO’NUN YAKLAŞIMLARI 

İki kutuplu dünyanın ortadan kalkmasıyla NATO’nun değişimi kaçınılmaz 
olmuş ve NATO’nun devamının tartışıldığı bir ortamdan yeni güvenlik risklerinin 
ortaya çıktığı varsayımıyla NATO’ya yeni görevler biçilmiştir. Böylece NATO 
hem varlığını koruyabilecek hem de daha önce hiç olmadığı kadar politik ve dünya politikalarında küresel bir oyuncu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni güvenlik ortamında NATO’nun karşı koyması gereken riskler; etnik çatışmalar, insan hakları ihlalleri, siyasi iktidarsızlıklar, ekonomik zafiyetler ve biyolojik silahların yaygınlaşması olarak belirtilmektedir (Gürler, 2009; 90). 

 NATO’nun görev alanı ile varolan/varolacak stratejisinin yukarıda bahsi 
geçen sorunlara müdahalesinde önemli yer tutacağı gerçeği de göz ardı 
edilmemelidir. NATO’nun görev alanı; kriz yönetimi, barışı koruma, eğitim, 
lojistik destek ve insanı yardıma kadar geniş bir kapsamda olmaktadır (NATO 
operations and missions”,  http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_52060.htm). 
NATO’nun stratejisi ise esas itibarı ile 1949’dan 1991’e kadar geçen dönemde 
“savunma” ve “caydırıcılık” olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte dönemin son 
yirmi yıllık bölümünde “diyalog” ve “detant” (yumuşama)’a giderek artan ölçüde 
önem verilmiş olduğu da söylenebilir. 1991’den sonra ise temeli oluşturan 
“caydırıcılık” ve “savunma” konseptlerinin yanı sıra “işbirliği” ve “güvenlik” 
kavramlarının da kabul edildiği daha geniş bir yaklaşım benimsenmiştir 
(Başlangıcından Bugüne NATO Stratejik Konsepti’nin Geçirdiği Evreler). 

Bu kapsamda NATO’nun alan dışı bölgesinde çıkabilecek kriz ve 
çatışmalarda, barışı koruma adına yapılacak operasyonlarda yeni ortak üyelerin 
askeri kuvvetlerini kullanmayı amaçlanmıştır. Krizlerin çözümünde kendi askerî 
kuvvetleri yerine bu ülkelerin askerî kuvvetlerinin kullanılması planlanmıştır 
(Çayhan ve Ateşoğlu, 1996). Barış İçin Ortaklık (BİO)3 programına katılan 
ülkelerin kuvvetlerini, uzun vadede NATO üyelerinin kuvvetleri ile çalışabilecek 
şekilde geliştirmesini sağlamak amaçlanmıştır. BİO programı, NATO ile Orta 
Asya ülkeleri arasındaki koordinasyonu arttıran bir program olmakla beraber, tek başına bölgesel problemleri çözebilecek bir yapıya sahip olmamıştır. Programın asıl önemi bölge ülkelerinin NATO’nun eğitim vasıtasıyla gelişmelerine katkısı olmaktadır (Simon, 2004; 33). 

3 Barış İçin Ortaklık (BİO) 10-11 Ocak 1994 tarihinde Brüksel’de yapılan NATO zirvesinde, Devlet ve Hükümet Başkanları Barış İçin Ortaklık Programı’nı başlattılar. BİO’ya, Türkmenistan 10Mayıs1994’de, Kazakistan 27 Mayıs 1994’de, Kırgızistan 1 Haziran 1994’de, Özbekistan 13 Temmuz1994’de katılmıştır (Myraunet,2006:250-251). Tacikistan ise bu programa Şubat 2002’de katılmıştır(Erdem Vahit, 2005: 202). Ayrıca Orta Asya ülkelerinin 21 Aralık 1991’den 4 Kasım 2005’ekadarUluslararası örgütlerle ilişkilerinin kronolojik sıralaması için bkz. MYRAUNET, John veSimaityte,FAUSTA. “Relations Between Central Asian States and Multilateral Organizations. A 
Chronology”,BERG, Andrea / Anna KREIKEMEYER (Ed.), Realities of Transformation: Democratization of Central Asia Revisited, Nomos, 2006. 

11 Eylül sonrası dönemde NATO, Avrupa-Atlantik bölgesi dışındaki 
bölgelere kuvvet sevk etmiş, “enerji güvenliği” gibi yeni tehditlerin ortaya 
çıkması NATO liderlerini 2010 yılında yeni bir stratejik konsept oluşturmaya sevk etmiştir (“NATO Stratejik Konsepti’nin Geçirdiği Evreler”) 11 Eylül saldırıları ile birlikte küresel güvenlikle ilgili tehdit algılamalarındaki değişim süreci hızlanarak yeni tehdit unsurları belirginleşmeye başlamıştır. Sonuçta bir güvenlik organizasyonu olan NATO, güvenlik anlayışındaki bu değişime bağlı olarak, XXI. yüzyıldaki güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik yeniden 
yapılanmaktadır. Bu yapılanma sürecinde ABD İttifakı değişime zorlayan lider 
olarak başrol oynamaktadır. XXI. yüzyılın uluslararası sisteminde asimetrik savaş ön plana çıkarken NATO’nun güvenlik konseptindeki değişimle Soğuk Savaş dönemindeki caydırıcılık stratejisi yerine “acil mukabele” ve “müdahale” 
unsurları NATO’nun güvenlik anlayışının temeline oturmuştur. (NATO’nun 
Tarihi İstanbul Zirvesi ve Sonuçları, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, 
http://www.turksae.com/face/index.php?text_id=74 (23.02.2009) 

2010 yılında Lizbon Zirve Toplantısı’nda önümüzdeki on yılda NATO’nun 
neler yapması gerektiği açık ve net bir vizyonla beyan edilmiştir. Günümüzdeki 
güvenlik ortamı, NATO üyesi devletlerin halklarının ve topraklarının güvenliğini 
etkileyecek unsurları bünyesinde barındırdığından güvenliği sağlamak adına 
İttifak’ın sorumluluğunda olan ve üstlenmeye devam edeceği üç temel göreve 
ortak savunma, kriz yönetimi ve işbirlikçi güvenlik olarak işaret edilmiştir. 
Güvenlik ortamı başlıklı bölümde, NATO’nun sınırları dışında oluşan bir 
istikrarsızlık ve çatışmanın özellikle aşırıcılık, terörizm ve silah, uyuşturucu, insan ticareti gibi yasadışı uluslararası aktiviteleri beslemesi durumunda doğrudan İttifak’ın güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturacağı; iletişim, ulaşım, transit yollar, uluslararası ticaretin yapıldığı ana arterler, enerji güvenliği ve istikrarın tüm ülkeleri ilgilendirdiği göz önüne alınarak bu alanların zarar görmemesi için aktif uluslararası işbirliğinin gerekli olduğunun su kaynaklarının azalması, artan enerji ihtiyacı gibi çevresel tehditlerin İttifak’ı ilgilendiren bölgelerin güvenlik yapısını değiştirebileceğinin altı çizilmiştir. (Akçadağ, 2010) 

İstikrarlı ve güvenilir enerji tedariki, alternatif enerji ulaştırma hatlarının, 
tedarikçilerinin ve kaynaklarının çeşitlendirilmesi, enerji şebekelerinin 
birbirlerine bağlanmaları kritik önemini korumaktadır. Kritik çevresel ve kaynak 
sınırlamaları, sağlık riskleri, iklim değişiklikleri, su kıtlığı, artan enerji 
gereksinimleri NATO’nun ilgi sahasındaki güvenlik ortamını şekillendirecektir. 
Bu durum NATO planlama faaliyetlerini önemli ölçüde etkileyebilecek 
potansiyele sahip bulunmaktadır (Başlangıcından Bugüne NATO Stratejik 
Konsepti’nin Geçirdiği Evreler). 

İşbirliği aracılığıyla uluslararası güvenliği geliştirme başlıklı bölüm AB ile 
ortaklığın NATO için temel teşkil ettiği; ayrıca NATO-Rusya işbirliğinin ortak 
barış, istikrar ve güvenlik ortamı oluşturulmasına yaptığı katkı nedeniyle stratejik bir önem arz ettiği; bu nedenle özellikle füze savunması, terör karşıtı 
operasyonlar, uyuşturucu maddelerle ve korsanlara karşı mücadele ile uluslararası güvenliğin desteklenmesi gibi ortak güvenlik çıkarlarının olduğu konularda Rusya ile siyasi istişare ve işbirliğinin geliştirileceği; diyalog ve ortak hareket hususlarında Rusya-NATO Ortaklık Konseyi’nde yararlanılacağı da belgede yer almıştır (Akçadağ, 2010) 

NATO-Rusya Konseyi (NRK) tarafından tecrübelerin diğer ülkelerle 
paylaşılması hususunda oluşturulan ağ, uyuşturucu ticareti ile mücadele 
konusunda eğitim ve NATO-Rusya Konseyinin terörizm konusunda uygulamaya 
geçirdiği eylem planı (NATO’s relations with Russia”, 
http://www.nato.int/cps/en/SID-5EB4A1BD-146C5480/natolive/topics_50090. 
htm?; “NATO-Russia Council Action Plan on Terrorism”, 
http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_72737.htm?selectedLocale=e) 

işbirliğinin ele alındığının göstergeleri olmaktadır. NATO uluslararası örgütler ve 
aktörler ile savunma ve güvenlik konularında işbirliğini kapsamlı yaklaşım 
çerçevesinde geliştirmektedir (“Partnerships: A cooperative approach to 
security”, http://www.nato. int/cps/en/ natolive/ topics_ 8433 6. htm?). 

Avrupa-Atlantik bölgesinin içinde ve dışında, NATO diğer aktörlerle 
birlikte hareket ederek siyasi, sivil ve askeri kriz yönetim araçlarını etkili 
kullanmak suretiyle çözüm üretebilmelidir. İstikrar ve yeniden yapılandırma 
sorumluluğu en uygun olarak bu konularda gerekli birikim, yetki ve yeteneğe 
sahip aktörler tarafından üstlenilmelidir (Başlangıcından Bugüne NATO Stratejik 
Konsepti’nin Geçirdiği Evreler). 

6. SONUÇ 

Soğuk Savaşın sona ermesi ile artık daha güvenli bir dünyanın kendilerini 
beklediğini düşünenler çok çeşitli tehditleri içinde barındıran geniş bir güvenlik 
algılaması ile karşı karşıya kalmışlardır. Güvenlik kavramı, devletin askeri 
gücünden daha geniş bir eksende düşünülmesi ihtiyacı, yumuşak güvenlik 
kavramının bu alanda kendine yer bulmasını sağlamıştır (Aldis, ve G. HERD, 
2004;170). 

Özellikle iç istikrarsızlık etkenlerini ele aldığımızda, Rusya tarafından 
belirlenen sınırlar, gerçekten ülkeler arasında savaşı sürdürmek için bir 
istikrarsızlık etkeni olarak hesaba katılabilir.4 Taraflar arasında vuku bulacak bir 
çekişmenin, bölgesel veya ülkeler arası olarak kalmayacağı göz ardı 
edilmemelidir. Hepsi uluslararası bir problem haline gelme potansiyeline sahiptir. 

Barış zamanında bile bölgedeki herhangi bir ülkeden karşı tehdit algılayan bir 
devlet bölgedeki veya dışarıdaki ülkelerle anlaşma yapabilir. Bu, özellikle 
Amerikan hedeflerine 11 Eylül saldırısından sonra ortaya çıkmış bir küresel 
mücadele olduğu için Rusya ve Amerika gibi her iki karşıt güç içinde geçerli 
olmuştur. Amerikan hükümetinin bölgeyi gerçek küresel güç olmak için çok 
önemli bir yer olarak gördüğü gibi Rus hükümeti de bu eski Sovyet bölgesinde 
kontrolü kaybetmenin dünya politik ve ekonomik mücadelesinde ikinci sıraya 
düşmeyi kabul etmek olduğunun farkındadır. ABD, Rusya, Çin ve İran’ı kontrol 
etmek ve Afganistan’ın güvenliği sağlamak, kazanılan hâkim pozisyonu korumak ve doğal kaynakları kontrol etmek için bu devletlerin zayıflıklarını ve güvenlik sorunlarını istismar edebilir. Bu durum NATO’nun kısa vadede olmasa da uzun vadede AB’nin çıkarlarıyla ters düştüğü takdirde etkinliğini yitirmesine sebep olabilir. 

4 Eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in de belirttiği gibi Pakistan Afganistan sınırdaki sorunlar çözülmediği sürece ne yapılırsa yapılsın El-kaide destekli Taliban terörü devam edecektir. 

İki kutuplu dünyanın ortadan kalkmasıyla NATO’nun değişimi kaçınılmaz 
olmuş ve yeni güvenlik risklerinin ortaya çıkmasıyla yeni görevler belirmiştir. 
Böylece NATO hem varlığını koruyabilecek hem de daha önce hiç olmadığı kadar 
politik ve dünya politikalarında küresel bir oyuncu olarak karşımıza çıkacaktır. 

Tabii ki burada NATO’nun faaliyet alanının giderek genişlemesindeki en 
önemli etkenlerden birisi de İttifakın, ABD’nin dış politika önceliklerinde büyük 
önem arz etmesidir. Bu nedenle, Amerikalı politika yapıcıları NATO’nun 
uluslararası sistemdeki ağırlığını ABD dış politikasına yaptığı katkılarla bağlantılı 
hale getirerek NATO’nun alan dışı operasyonları ve yeni görev tanımlamalarını 
reddetmesini engellemeye çalışmaktadır. Bu noktada önemli olan unsur Avrupalı müttefikler ile olan ilişkilerdir. ABD, NATO’nun faaliyet alanları ile ilgili 
Avrupalı devletlerin karşı çıkışlarının zararına olacağını bildiği için bu unsuru 
dikkatle göz önünde tutmaktadır (http://www.nato.int/docu/review/2005/ 
issue3/turkish/analysis.html, (e.t. 25/01/2009). Bu bağlamda NATO’nun gelecek dönemdeki politikalarında ABD’nin dış politika çıkarları ve ABD ile Avrupalı müttefikler arasındaki ilişkilerin seyrinin büyük önem taşıdığı ortadadır. 

NATO’nun önemli bir kanadı olan AB’nin, Orta Asya ile ilişkileri 
düzeyindeki gelişmeler açısından bakıldığında en önemli hususun, enerji meselesi olduğunun göz ardı edilmemesi gereken bir konudur. 21. yüzyılın enerji açısından kıyasıya rekabet şeklinde cereyan edeceği, bir bağımsız değişken olarak enerjinin birçok bağımlı değişken faktörü etkileyebileceği ve enerji üzerinde kontrol sağlamayı başaranın diğer alanlarda da gücü elinde barındırabileceği dikkate alındığında enerji üzerinden geliştirilen politikaların ciddiyeti diğer tüm alanlardaki politikaları gölgede bırakmaktadır. Ayrıca Afganistan’da yaşanacak bir başarısızlık sonucu Avrupa’nın ABD’nin stratejik çıkarlarının egemen olduğu NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusu fikrinin hayata geçirilmesini çabuklaştırabilir. Kurulması durumunda NATO ile beraber çalışacak olan Avrupa ordusu, her ne kadar Avrupalı politikacılar Avrupa devletlerinin NATO’dan ayrılması ihtimaline değinmeseler de, Avrupa ve Amerika’nın farklılaşan çıkarları ve dış politikalarını göz önüne aldığımızda NATO’nun kısa vadede olmasa bile uzun vadede yok olması ihtimalini bu kapsamda gündeme getirebilir (Erkmen, Gülru., “Nato’nun Geleceği”, http://tarihonline.blogspot.com/2007/09/natonun-gelecei.html (e.t. 11/03/2009). 

Fakat belirsizliğini korumakla beraber, Soğuk Savaşın sona ermesi, 
NATO’nun varlığını ortadan kaldırmamıştır. NATO’nun, üyelerinin güvenlik ve 
istikrarı için politik danışma ve askeri işbirliği sağlayan bir ittifak oluşu ve bu 
özelliklere sahip bir İttifakın yaşamını devam ettirmesinin, Avrupa’nın 
bütünleşmesi için en önemli faktörlerin birini oluşturması hep göz önünde 
bulundurulacaktır. NATO’nun varlığını devam ettirmesi için ikinci önemli sebep 
ise, NATO’nun BM ve AGİT gözetiminde kriz yönetimi, barışı korumaya yönelik 
bölgesel sorunlara bulacağı çözümler olacaktır. NATO’nun Afganistan’a verdiği 
desteğin devamı ve yürütmekte olduğu harekâtın başarısı NATO’nun geleceği 
açısından önem taşımaktadır. Üçüncü önemli sebep ise, bundan sonra küresel 
terörizmle mücadele kapsamında, dolayısıyla bahsi geçen sorunların terörizme 
olan katkısının bertaraf edilmesinde, NATO’nun üstleneceği öncü roldür. 11 Eylül sonrasında ABD’nin güvenlik politikasında meydana gelen değişiklikle 
“asimetrik savaş” kavramının kabulü bunun göstergesidir. Bu nedenle kolektif 
savunma da bütün dünya için İttifak’ın temel amacı olmaya devam edebilecektir 
(Bozkurt, Enver., “Nato’nun Geleceği”, http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/ 
7tJmXLMLqy 0CBZ1PlNJzM Um X0 oMcYB.pdf (e.t. 19/08/2012). NATO’nun 
güvenlik konseptindeki değişimle Soğuk Savaş dönemindeki caydırıcılık stratejisi yerine “acil mukabele” ve “müdahale” unsurları NATO’nun güvenlik anlayışının temeline oturmuştur (“NATO’nun Tarihi İstanbul Zirvesi ve Sonuçları”, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, http://www.turksae.com/face/index.php?text_id=74   (23.02.2009). 


5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI, BÖLÜM 3

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI,  BÖLÜM 3


3. BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTLERİ 

Bağımsızlığın ilk yıllarında Orta Asya’da işbirliğinin sağlanmasına yönelik 
oluşturulan ilk kurumsal yapı 8 Aralık 1991’de Rusya Federasyonu, Ukrayna ve 
Beyaz Rusya tarafından kurulmuş olan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) 
(Karaev, 2005; 49), 1994 Nisanında yürürlüğe giren ve bölge ülkelerinden 
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’ın dahil olduğu Kolektif 
Güvenlik Antlaşması ve sonrasında, 2002’de aralarındaki askeri işbirliğini 
arttırmak için örgütlenmeye giden Kolektif Güvenlik Antlaşması üyeleri, Kolektif 

Güvenlik Antlaşması Örgütü kurulmuştur (Nikitin, 2007; 35)42. Karşılıklı güven, 
işbirliği, silahsızlanma ve güvenlik gibi prensipleri ön plana çıkaran (Al-Qahtani, 
2006; 129) bölgede istikrarı sağlamaya yönelik olarak kurulan bir başka örgütse, bilindiği gibi Şanghay İşbirliği Örgütü’dür. NATO’nun Doğu Avrupa’ya 
genişlemesini Rusya tehdit algılarken, Çin de insan hakları konusundaki 
baskısından ve ABD’nin Tayvan’la olan ticaretinden dolayı rahatsız olduğundan, 
aralarında gelişen ilişkiler Eylül 1994 te yapıcı ortaklığa ve Nisan 1996 da stratejik ortaklığa dönüşmüştür (Çolakoğlu, 2004; 173-197). 1996’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından imzalanan “Sınır Ülkeleri 
Arasında Askeri Güveni Arttırmaya Yönelik Antlaşma” ve 1997’de “Sınır 
Bölgelerinde Askeri Kuvvetleri Azaltma Antlaşması”na dayanan girişimlerle 
başlayan Şanghay İşbirliği Örgütü, 2001’de Özbekistan’ın katılımının ardından 
uluslararası bir örgüt niteliğini almıştır (Foreign Affairs Ministry of Peoples 
Republic of China, “Shanghai Cooperation Organization”, 

http://www.fmprc.gov.cn /eng/topics/sco/t57970.htm,   
(e.t. 04/04/2006). 2004’den itibaren Moğolistan, 2005’den itibaren İran, Hindistan, Pakistan ve 2007’de de Türkmenistan gözlemci üye olarak örgütün zirve toplantılarına kabul edilmiş (Norling ve Swanström, 2007; 429-444) oluşu ise örgütün bölgesel olarak etkin bir güç oluşunun işaretidir. 

2 Bu arada Özbekistan 2006’da Örgüte katılmıştır. 

Diğer bir örgüt ise Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan tarafından ilk 
faaliyetleri Orta Asya Ekonomik Birliği adı altında sürdürülen örgüt olup, 1998’de Tacikistan’ın katılımıyla beraber Orta Asya Ekonomik İşbirliği’ne dönüşmüştür. 2002’de ise Orta Asya İşbirliği Örgütü adını alan Örgüt, 2004’te Rusya’nın da katılımıyla yine Rusya’nın baskın konumda olduğu bir örgüt haline dönüşmüştür. Nisan 2005’te söz konusu örgüt, Rusya’nın önderliğinde olan Bağımsız Devletler Topluluğu ve Güneydoğu Asya’daki on ülkeden oluşan ve ekonomik birlik olan ASEAN ile işbirliği ilişkilerini tesis etmiştir. 

Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü, Avrasya Ekonomik Topluluğu, Orta 
Asya İşbirliği Örgütü gibi örgütlerin temel özelliği, Rusya’nın eski Sovyet nüfuz 
alanlarındaki istikrarsızlığı önlemek ve başka güçlerin bölgeye yönelik 
angajmanlarını sınırlamaya yönelik olmasıdır. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün 
temel özelliğiyse, Rusya’yla beraber diğer bölge güçlerinin de bu örgütlenmelerde rol oynamasıdır. Bu grubun bir diğer özelliğiyse bölgedeki Amerikan angajmanına tepki niteliğinde olması ve bu angajmanı dengelemeye yönelik politikalar izlemesidir (Ekrem, “Şanghay İşbirliği Örgütü Üzerinde Çin-ABD Sorunları”, 
http://www. turksam.org/tr/a946.html ,(e.t. 21.06.2007). 

Fakat zaman içerisinde Rusya bu fikrin aksini gösteren oluşumlar içinde bulunmaya başlamıştır. 1991’den itibaren Kuzey Atlantik İş birliği Konseyi (KAİK) çerçevesi içinde sürdürülen iş birliğine dayanarak, Rusya 1994 yılında Barış İçin Ortaklık’a katılmış ve NATO ile BİO’nun ötesinde “Daha Geniş ve Güçlendirilmiş Diyalog ve İş birliği” geliştirmeyi kabul etmiştir. 1995 Bosna Barış Anlaşması’nın askerî boyutlarının uygulanmasında NATO ile Rusya arasındaki iş birliği, güvenlik alanında aralarında gelişmekte olan iş birliğine önemli bir yeni boyut kazandırmıştır. Rusya birliklerinin NATO başkanlığındaki Uygulama Gücü 
(IFOR) ve daha sonra onun yerini alan İstikrar Gücü’nde (SFOR) İttifak ve diğer 
Ortak ülkelerin birliklerinin yanında ilk defa olarak yer almıştır (NATO Basın ve 
Enformasyon Bürosu., 2001; s:77-79). Ayrıca NATO Müttefikler ve Ortakların 
bakanları 30 Mayıs 1997’de Portekiz’de Avrupa-Avrupa-Atlantik Ortaklık 
Konseyini (AAOK) kurmuşlardır ve Rusya bu oluşumun içinde yer almıştır 
(Fritch, Paul.,“NATO-Rusya Ortaklığı: Göründüğünden Daha Fazlası”, 

http:// www.nato.int/docu/review/2007/issue2/turkish/analysis1.html, (e.t. 07.08.2007). 

Rusya görüş ayrılıklarına rağmen, NATO için Afganistan'a Rusya üzerinden silah 
hariç kargo transferi anlaşmasını yürürlüğe koyduğunu açıklamıştır. Böylece 
NATO'nun Rusya'yla birçok alanda işbirliği yapabildiğini göstermiştir (Diril, 
Yasemin., “NATO Zirvesi Amacına Ne Kadar Ulaştı?”, http://www. 
bilgesam.org/tr/index.php?Option=com_content&view=article&id=120:nato-
zirvesi-amacna-ne-kadar-ulat&catid=122:analizler-guvenlik&Itemid=147, (e.t. 
04.04.2008). 2002’de Rusya ile ilişkiler yeniden yapılandırılmış ve yeni NATO-
Rusya Konseyi (NRK) kurulmuştur. Her ne kadar 2003’ten sonra Moskova’nın 
dış politikası daha bağımsız ve iddialı olmaya başlamış ve NATO ile ilişkiler 
tatsızlaşmaya başlamışsa da, Rusya-NATO ilişkileri yine de yaşayabilmiş ve 
gelişmiştir. Moskova, NATO ile Barış İçin Ortaklık Kuvvetlerin Statüsü 
Anlaşması (SOFA) imzalamış, Almanya ve Fransa’ya toprakları üzerinden 
geçerek, Afganistan’a uzanan bir koridoru kullanma izni vermiştir. 2008 Bükreş 
zirvesinde bütün yukarıdaki sayılan ilişkilere rağmen, Rusya hiçbir zaman 
NATO’nun genişlemesinden ve sınırlarını doğuya doğru kaydırmasından 
memnun olmamış ve bu memnuniyetsizliğini açık açık dile getirmekten de 
çekinmemiştir. Putin genişleme sonucunda NATO’nun eski SSCB sınırlarına 
dayandığını, daha fazla genişlemenin artık Rusya’nın problemi haline geldiğini 
ifade etmiştir. Putin konuşmasında askeri-politik bir örgüt olan NATO’nun 
genişlemesi karşısında Rusya’nın kendi güvenliğini korumak için bazı tedbirler 
almak zorunda kalacağını da açıklamıştır. Putin, tek kutuplu dünya düzeni 
oluşturulmasına da karşı çıktıklarını ifade etmiştir (Özbay, 2008). Fakat Putin 
küresel stratejik ilişkilerin korunabilmesi için ABD ile yakın işbirliğine önem 
vermiş ve 11 Eylülden sonra ilişkiler çatışmadan ziyade işbirliğine kaymış ve 
güvenlik konularını ele almıştır (Duncan, 2003; 4). 

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün küresel alanda belirleyici unsur olarak yerini 
alabilmesi için, sınır güvenlik anlaşmalarının ötesinde ekonomik, politik ve 
kültürel işbirliğini istenilen düzeylere taşıyarak İran, Hindistan ve Pakistan gibi 
Asya-içi denge unsurlarını da içine katarak, NATO’nun genişleme planlarına 
karşı bir Asya cephesi oluşturması gerekecektir (Celalifer, 2008). 

Örgütte, BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesinden ikisi, yani Çin ve 
Rusya yer almaktadır. Dünyada stratejik nükleer silaha sahip olan ülkelerin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore, İran) yarısı bu örgütte yer almaktadır; Örgüt dünyanın en büyük ordusuna sahiptir; Zengin yeraltı ve yer üstü kaynaklara, belli düzeyde teknolojiye ve nitelikli insan kaynağına sahip olmakla birlikte ekonomik özellikle enerji alanında birbirini tamamlayıcı ilişkilere sahiptir. Aynı zamanda dünyanın en büyük pazara sahip olduğu gibi, en büyük enerji üretim ülkesi ile dünyanın en çok enerji tüketim ülkeleri bulunmaktadır (Clawson, 2003; 127-146; EC (European Communities), 
Mantzos,L.,et.al., 2003; 24; Klare, 2005; 150-158; Umbach, Frank,“ Europe’s 
Energy NonPolicy”, Globale Energiesicherheit Analyses,Transatlantic 
Internationale Politik, No:4, Berlin, 2004, pp.52-60.S.54, 
http://en.internationalepolitik.de/archiv/2004/winter2004/europe---s-energy-non-policy.html ,(e.t.03.05.2007). 

4. ENERJİ SORUNSALI 

Orta Asya-Kafkasya enerji hattının işlerliğe kavuşturulup, Rus ve Çin 
etkisinin sınırlandırılmasını hedefleyen ABD, Özbekistan, Kırgızistan ve 
Kazakistan’la yaptığı askeri işbirliği anlaşmaları yapmıştır. Bu girişimlerin 
arzulanan düzeyde başarıya ulaşmadığı, Çin’in öncülüğünde hayata geçen ŞİÖ’ 
nün Orta Asya nezdinde yarattığı anlam kadar, Çin’in artan enerji talebi, Rusya 
ile olan ilişkilerini daha üst boyuta taşımakla kalmayıp, bir yandan geçmişten süre gelen, diğer yandan yeni ortaya çıkan sorunların çözülmesini de teşvik etmektedir (Ikegami, Masako, “NATO ve Japonya: Asya’da İstikrarın Güçlendirilmesi”, 
http://www.nato.int/docu/review/2007/issue2/turkish/art4.html, (e.t. 07.02.2007). 

Fakat Orta Asya ve Kafkasya’daki enerji ticaretinin gelişmesinde çeşitli 
engeller bulunmaktadır. Afganistan ve Pakistan’daki çatışma ortamı, bu bölgede 
yer alan ülkelerin birbirleriyle olan sorunları, yeni boru hatlarının inşasındaki 
rekabet (bu ülkelerin her biri aynı enerji pazarlarını hedefleyen rakiptirler aynı 
zamanda), bölgesel enerji kurumlarının eksikliği, enerji sektörüne yönelik 
politikaların birbiriyle uyumsuz olması, işbirliği alanını daraltan en önemli 
hususlardır. Orta Asya ve Kafkasya enerji ticaretinde Rusya’nın özel bir yeri 
olduğu açıktır. Rusya’nın Asya hedeflerinden en önemlisi kuzeydoğu Asya’da, 
Çin’de, Kore’de ve Japonya’da petrol ve doğal gaz pazarını artırarak temel 
tedarikçi olmaktır. 

Buradan hareketle Rusya, Orta Asya ve Kafkasya enerji kaynaklarını mümkün olduğu ölçüde kendi kontrolünde tutmak zorunluluğunda dır (Bilgin, Mert., “ Yeni Asya’nın Enerji Paradigmasında Orta Asya ve Kafkaslar: Rusya, AB, ABD, Çin, İran ve Türkiye arasındaki açmazlar ve stratejik açılımlar”, http://stratejikongoru.org/pdf/yeniasyaninenerjipa 
radigmasi.pdf., (e.t. 10/08/2010). ABD’nin önümüzdeki dönemde Orta Asya 
enerji kaynaklarının Afganistan üzerinden Güney Asya’ya; Güney Asya üzerinden de Hint Okyanusu’na çıkarılmasını öngören projeleri destekleyeceğini ima etmiştir. Türkmenistan doğalgazını Afganistan ve Pakistan üzerinden Hint 

Okyanusu’na taşıyacak olan Trans-Afgan Boru Hattı için 2006’da yapımına 
başlamış ve boru hattının yönünün değiştirilerek, Pakistan üzerinden Hindistan’a 
kadar uzatılması kararlaştırılmıştır. Boru hattının Hindistan’a kadar uzaması 
Hindistan’ı, Güney Asya ve Orta Asya enerji bütünleşmesi sürecine dahil 
etmektedir. ABD, bölgenin diğer bir önemli boru hattı projesi olan İran-Pakistan-
Hindistan Hattı’na karşı çıkarken Trans-Afgan Hattı’nı desteklemektedir. 
Böylelikle Afganistan’ın enerji ihtiyacını karşılayarak, Afganistan’a Orta ve 
Güney Asya arasında koridor misyonu yüklemektir. Diğer yandan Kazakistan’ın 
Çin’le, Pakistan’ın ve Hindistan’ın İran’la, Hindistan’ın Rusya ile Japonya’nın da 
İran’la geliştirdiği önemli enerji projeleri bulunmaktadır. Bu projelerin 
gerçeklenmesi durumunda ise Orta Asya enerji projesinin gerçeklenmesi zor 
görünmektedir (Veliev, Cavid.,“Büyük Orta Asya Projesi”, 
http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=522&sayfa=0, (e.t. 19/ 08 /2010). 

NATO’nun önemli bir kanadı olan AB’nin, Haziran 2007 tarihinde Orta 
Asya Strateji Belgesi’nde kabul ettiği gibi bölgeye yönelik giderek artan 
ilgisinden birisi söz konusu bölgenin ekonomik potansiyelidir (Şensoy, Süleyman, “Avrupa Birliği-Türkiye Orta Asyanin Çok Boyutlu Güvenliği” , 29.04.2008, 
http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/27/avrupa_birligi_turkiye_orta_asyanin_cok_ 
boyutlu_guvenligi (e.t. 19/08/2009). AB’nin, Orta Asya politikasındaki 
hareketlenmesinin en önemli nedenlerinden biri enerji arz güvenliği açısından 
bölgenin ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkmasıdır. AB’nin bu politikaya 
yönelik hedeflerinin yer aldığı listenin başında Orta Asya cumhuriyetlerinden 
Avrupa pazarlarına sürdürülebilir ve güvenli bir enerji akışının sağlanması yer 
almaktadır. Bu çerçevede AB, enerji kaynaklarının işletilmesi için gerekli 
yatırımın sağlanmasını ve gelişmiş piyasalara enerji arzını kolaylaştıracak 
girişimlerde bulunmayı ve hükümetler bazında bu girişimleri desteklemeyi 
öncelikli hedefleri arasına koymuştur. AB özellikle enerji arzını coğrafi olarak 
çeşitlendirmek zorunda olduğu gerçeği ile yüz yüze kaldığından, Orta Asya 
ülkeleri ile daha yakın ilişkiler geliştirmeye başlamıştır. AB, dünyanın tek başına 
en büyük gaz tüketicilerinin başında gelmekte ve aynı zamanda giderek artan 
petrol ithalatı açısından da büyük bir enerji pazarı olmaktadır. ABD ise yavaş 
artan bir eğriyle gaz pazarında ve büyüyen petrol ithalatı nedeniyle bu sektörde 
büyük bir enerji pazarıdır. Tabii küresel rekabet içindeki Çin ve Hindistan bu 
enerji pazarlarıyla enerji kaynaklarına dönük bir yarışma içinde bulunmaktadırlar. 

Japonya ve Güney Kore ise rekabetin farklı bir boyutunda yer almaktadırlar 
(Demir, M. Faruk., “ Sıcak Kuşak Üzerinde Çözüm Arayışları: Nato Afganistan 
Enerji Güvenliği”, http: //www.mfarukdemir.com/yayin/enerji_guvenligi_icin_ 
isbirligi.pdf, (e.t. 21/09/ 2010). 

Petrol dışında bölgedeki diğer önemli bir kaynak ise uranyumdur. Gerek 
Rusya’nın gerekse Çin’in bu kaynağa olan ihtiyacı bölgede kontrolü sağlama 
isteğini çoğaltacaktır. Şimdilerde bilinen rezerv açısından 860.000 ton uranyuma sahip Kazakistan ve 150.000 ton rezerve sahip Özbekistan'ın yakın gelecekte yeni sahaların bulunması ve daha düşük kaliteli madenlerin ticari açıdan kullanılabilir hale gelmesi nedeniyle ciddi anlamda stratejik önem kazanacakları tahmin edilmektedir (Külebi, Ali.,“Orta Asya'nın Öteki Stratejik Zenginliği: Uranyum”, 
http://www.nukte.org/node/183, (e.t. 12/09/208).11 Eylül saldırıları sonrası 
ABD’nin serseri devletler (Roque States) olarak nitelendirdiği ülkelerin kitle imha silahlarına sahip olmasının bütün dünya ülkeleri için tehdit oluşturması (Sümer, 2008; 133) gerçeği ve bu silahlar için gerekli kaynakların bu bölgede olması ise ayrı ve başlı başına önemli bir sorun olarak belirmektedir. ABD’nin dünyada tek egemen devlet olabilmesi için potansiyel düşmanlarını ortadan kaldıracak ya da saf dışı bırakacak bir yapı oluşturmasının gerekliliği (Kissinger, 2000; 641) ve bu amaç uğruna NATO gibi askeri bir gücün Afganistan’da kullanılması beraberinde güvenlik konularını sıcak tutacaktır. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI, BÖLÜM 2

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI,  BÖLÜM 2



Sovyet döneminde Moskova yönetimi, izlediği etnik politikalarla her bir 
cumhuriyette farklı bir ulusal kimlik, dil ve kültür bilincinin oluşması için onları 
ayrı ayrı cumhuriyetlere bölerek ayrıştırmıştır. Bu sayede bu cumhuriyetlerde 
homojen nüfus oluşumlarını engellemiştir 
(Lipovski, 1996; 211-223; Erhan, 2005; 17). 
Orta Asya’nın beş ayrı cumhuriyete bölünmesi, farklı milliyetlerin 
oluşumunu büyük ölçüde hızlandırmış ve esas itibariyle Türk çoğunluğun 
oluşturduğu bölgenin Müslüman nüfusunu parçalayarak, her biri kendi ulusal 
bilinci, dili, kültürü ve ekonomik bağımsızlığına sahip ayrı ve farklı halklara 
dönüştürmüştür (Aydın, 2005; 250-251). Bu dönemde yaratılan çok uluslu 
cumhuriyetler nedeniyle bugün hala bölgede kimlikle ilgili sorunlar devam 
etmektedir. Kimlik konusu doğrudan etnik yapılarla da ilgili bir konu olup, bu 
devletlerin karışık etnik yapılara sahip olmaları bir istikrarsızlık unsuru olarak 
değerlendirilebilir. Bölgedeki bu etnik çeşitlilik, kültürel zenginlikten öte ulusal 
kimlik oluşturma sürecini zedeleyici nitelikte ve önemli bir istikrarsızlık unsuru 
olmaktadır3 (Menon, 1995;152). Bölgedeki ülkelerin hemen hepsinde 
azımsanmayacak oranlarda bulunan Rus nüfusu (Richard, 2002; 485-506), söz 
konusu ülkelerin bağımsızlık sürecinde Rusçayı ve Rubleyi terk ederek kendi 
ulusal dil ve paralarını yürürlüğe koymalarına tepki göstermiştir. 2004’te çıkarılan bir yasa ile Kırgızistan’da Kırgızcanın kullanılmasını yaygın hale getirme çabası ise diğer etnik unsurların asimilasyonunu amaçladığı için tepki toplamıştır 
(Mamataipov; 2004). Öte yandan Moskova'nın izlediği etnik politikalar da bu 
cumhuriyetlerde homojen nüfus oluşumlarını engellemiştir. Her bir cumhuriyetin 
içine yerleştirilen etnik azınlıklar, ulusal bilincin yaratılmasının önüne 
geçmektedir (Erhan, 2003). 

Aynı zamanda birlik cumhuriyetleri içinde homojen yapının kırılması ve milliyetçi bir canlanmanın engellenmesi maksadıyla, farklı ulusların bir cumhuriyet içinde bulunmasını sağlayacak şekilde sınırlar değiştirilmiş, Rus ve Slav ırkına mensup topluluklar Orta Asya’daki Cumhuriyetler içine göç ettirilmiştir (Ziegler, 2006; 103-126). Zaten tarihte Rus emperyalizminin en belirgin özelliği istila ettiği ülkelerin en verimli, stratejik noktalarına Rusları yerleştirmek ve böylece hâkimiyeti altına almak olmuştur (Uçar, 2007; 42). 

1 Özellikle Afganistan’da diğer Orta Asya ülkeleri gibi etnik yapı çeşitlilik göstermekte olup nüfus %40 Peştun,%25 Tacik,%19 Hazara,%7 Özbek,%4 Türkmen %5 diğerlerinden oluşmaktadır. 

Ülkede 47 farklı dil kullanılmaktadır. Bağımsızlıklarının ardından Kazakistan’ın yüzde 39’u Kazaklardan ve yüzde 38’i Ruslardan oluşmaktayken; Kırgızistan’ın yüzde 52’si Kırgız, yüzde 22’si Rus, yüzde 13’ü Özbek; Tacikistan’ın yüzde 62’si Tacik, yüzde 24’ü Özbek ve yüzde 7’si Rus; Türkmenistan’ın yüzde 71’i Türkmen, yüzde 9’u Özbek, yüzde 9’u Rus; Özbekistan’ın ise yüzde 71’i Özbek yüzde 8’i Rus ve yüzde 5’i Taciklerden oluşmaktadır. (Bkz: CIA World 
Factbook 2011, 
https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/index.html, (e.t. 
19/08/2009)). 

Ülkeler arasındaki su sorunu; Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan arasında gittikçe derinleşmektedir. Özellikle de Özbekistan ile Kırgızistan arasında daha önemli boyutlardadır. Su sorununun temel nedeni aslında Orta Asya’da da uygulanabilecek bir uluslararası su rejiminin bulunmamasıdır. 

Bağımsızlık sonrası suyla ilgili en büyük anlaşmazlık, başlıca su kaynakları olan 
Amu Derya ve Sir Derya nehirlerinin paylaşılamamasından kaynaklanmaktadır 
(Spoor ve Krutov, 2003; 49). Bunlardan özellikle Amu Derya ve Sir Derya’nın 
kaynaktan denize dökülmesine kadar farklı ülkelerden geçmesi, ister istemez 
bölge ülkeleri arasında sürtüşmelere ve anlaşmazlıklara neden olmaktadır 
(International Crisis Group, 2002; 1). 

Diğer bir sorunun başlangıcını Sovyetlerin dağılmasının ardından bu 
ülkelerdeki dini hareketleri arttırması oluşturmuştur. Gerek İmparatorluk 
Rusya’sında olsun gerekse Sovyet döneminde dini ve kültürel inanç ve gelenekleri İslami olan etnik grupların tamamı Müslüman halklar şeklinde anılmışlardır. Yine İmparatorluk Rusyası döneminde olduğu gibi, Sovyet Rusyasında da 

Müslümanlar, ülkenin varlığına yönelik bir tehdit olarak algılanmıştır (Çelikpala, 
2006; 214). Stalin döneminde, dinsel kültürün simgesi olan camiler, medreseler 
ve okullar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır (Sagadeev, 1994; 30). Özellikle bu 
durumun Rus ve Batı karşıtı eğilimleri de arttırmasından ve bölgede bir 
Müslüman-Hıristiyan ayrımı ve çatışmasına yol açmasından korkulmuştur 
(Olcoot, 1994; 150). Buna rağmen İslami kimliklerini tam anlamıyla kaybetmemiş olan Orta Asya ülkelerinde, toplumsal hayattan eğitime ve yönetim yapısına kadar hemen her alanda hâlâ bunun izlerini ve etkilerini görmek mümkündür. Zira Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Leninizm’in yıkılmasıyla ideolojik anlamda ortaya çıkan güç boşluğu birçok ülkede milliyetçilikle doldurulmaya çalışılsa da milliyetçiliğin tek başına bu güç boşluğunu dolduramaması üzerine dini faaliyetler bölge genelinde artmıştır (Khamidov, 2003; 1-6). Bu faaliyetlerin temel amacı mevcut yönetimlerin yerine dini esaslara dayalı yönetimlerin oluşturulmasıdır (Tabyshalieva, Swanström-Cornell-, op.cit., s. 3; Poonam Mann, “Religious Extremism In Central Asia”, Strategic Analysis, Vol. 25, No. 9 (December 2001), 
http://www.ciaonet.org/olj/sa/sa_dec01map01.html, (e.t. 05/11/2003), ss. 5-6). 

Bölgedeki ülkelerin insan hakları karnesinin zayıf oluşu, demokratik kurumların 
yetersizliği (Erhan, 2003) ise bu durum için uygun bir ortam oluşturmuştur. 

1952 yılında Ürdün’de politik bir parti olarak kurulan Hizbut Tahrir örgütünün amacı (Farouki, 1996; 53), İslam devletlerinde laik rejimleri yıkarak 
yerlerine şeriat kuralarına göre yönetilen bir İslam devleti kurmak olmuştur 
(Kimmage, 2007; 3). Özbekistan İslami Hareketi ise, Özbekistan’da Kerimov 
yönetimini yıkarak yerine İslami bir devlet oluşturmak amacıyla kurulmuştur 
(MANN, Poonam. “Islamic Movement of Uzbekistan: Will it Strike  Back?”, Strategic Analysis, Vol. 26, No. 2, 2002, 17 Kasım 2007, 
http://www.ciaonet.org/olj/sa/sa_apr02map01.html. 

Washington yönetiminin köktendinci gurupların yıkıcı eylemlerinin tüm 
antidemokratik uygulamalarına karşı Orta Asya rejimlerini desteklemiş (Menon, 
2002; 190) ve bölgenin sorunlarıyla istismara açık oluşunun tipik bir örneğini 
oluşturmuştur. Özbekistan İslam Hareketi ve Taliban gibi terör örgütlerinin 
kendilerine finans sağlamak üzere uyuşturucu kaçakçılığını kullandığından bölge 
devletleri organize suçlarla mücadele konusunda yetersiz kalmaktadırlar (Erhan, 
2004; 123-149). Taliban gruplarının geçtiğimiz on yılda uyuşturucu kaçakçılığını 
vergilendirmeden yıllık 75-100 milyon dolarlık gelir elde ederken, 2005 yılından 
2009 yılına kadar kaçakçılığın vergilendirilmesinden bu rakamın yıllık 90-160 
milyon dolara ulaştığı tahmin edilmektedir (Gürer, Cüneyt., “Afganistan Kaynaklı Uyuşturucu Kaçakçılığı ve Uluslararası Güvenliğe Etkileri”, 
http://guneyturkistan.wordpress.com/2009/11/02/afganistan-kaynakli-
uyusturucu-kacakciligi-ve-uluslararasi-guvenlige-etkileri/ (e.t.02/11/2009). Orta Asya'ya giren uyuşturucunun bir kısmı bölge içinde dağıtılıp tüketilirken, bir kısmı da buradan Rusya’ya ve Avrupa ülkelerine sevk edilmektedir (Olcott ve Udalova, 2005; 2). Böylelikle Afganistan, İran ve Pakistan’dan Rusya ve 
Avrupa’ya uyuşturucu madde ticareti için ana geçiş güzergâhlarından birisi olarak kullanılmaya başlanmıştır (Nichol, 2007; 20-21). Sınır problemleri, bölge 
devletleri arasındaki işbirliği eksikliği, suç örgütleri ile mücadele edecek 
birimlerin eğitim, teçhizat, bütçe ve teknoloji olarak yetersizliği, işsizlik rüşvet 
gibi sosyo – ekonomik sorunlar nedeniyle Dünya genelinde üretilen ve kaçakçılığı yapılan afyon ve eroininin %90 nından fazlası Afganistan kaynaklı olmasına, dünya genelinde yılda üretilen toplam 3700 ton afyonun 3500 tonu Afganistan’da üretilmesine sebebiyet vermektedir (Gürer, Cüneyt, “Afganistan Kaynaklı Uyuşturucu Kaçakçılığı ve Uluslararası Güvenliğe Etkileri”, 
http://guneyturkistan.wordpress.com/2009/11/02/afganistan-kaynakli-
uyusturucu-kacakciligi-ve-uluslararasi-guvenlige-etkileri/ (e.t.02/11/2009). 

Sınır sorunları, etnik problemler, su sorunları ve uyuşturucu kaçakçılığının 
sonucunda ortaya çıkan iç sorunlar; ilgili taraflar arasında çatışma yaratması, 
ekonomik durumlarını ve politik bağımsızlıklarını geliştirmek üzere yapılan 
işbirliğinin güvenilirliğini önlemesi ve hatta bilinen dış tehdide karşı yabancı 
güçlerden bir garanti almak için anlaşmaya çabalanması gibi birçok sebepten 
dolayı bu durum potansiyel istikrarsızlık sebebi olarak düşünülmelidir. İlgili 
ülkelerin yabancı müdahalelere karşı işbirliğinden kaçınmasını sağlayan bu 
etkenler, bunun yerine yabancı güçleri bu zayıflığı kendi çıkarları doğrultusunda 
kullanmaya davet etmektedir. Bu durum gerek Rusya gerekse ABD için herhangi bir kargaşada bu ülkeleri kontrol altına almaları için elverişli bir ortam 
yaratmaktadır. 

Bu sorunların bölgede bulunan NATO’nun gerek faaliyetlerine gerekse 
güvenliğine etkileri, sorunları her daim sıcak tutulabilme potansiyeline istinaden 
devam edebilecektir. NATO, küresel bir güvenlik örgütü haline gelmesi 
noktasında, siyasal, ekonomik ve sosyal zorluklarla karşı karşıya olsa da, XXI. 
yüzyılın tehditleriyle mücadelenin bunları dikkate alarak gerçekleştirilebileceği 
açıkça ortadadır. Bu nedenle yukarıda bahsi geçen yeni dönemin sorunları ile 
mücadelede uluslararası işbirliğinin sağlanmasında en etkili adres, daha önceki 
dönemlerde elde ettiği başarılar da göz önünde tutularak yine NATO olacaktır 
(Erhan, 2004). Bu sebepten dolayı bu sorunların çözümü için NATO, bölgede 
geliştirilen işbirliği girişimlerini önemsemek durumundadır. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI, BÖLÜM 1

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI,  BÖLÜM 1




Tayfun ÇELİK* 
* TSK mensubu, 
tayfunfile@yahoo.com 


ÖZET 

Orta Asya ülkelerinin geçmişten kalan sorunlarını kısa sürede çözüme 
kavuşturmaları olanaksız görülmektedir. Sınır sorunları ve etnik sorunlar 
geçmişten itibaren ulusal bilincin yaratılmasının önüne geçmektedir. Ülkeler 
arasındaki su sorunu, uyuşturucu ve dine dayalı sorunlar ilişkilerin 
derinleşmesini her zaman engelleme potansiyeline sahiptir. Orta Asya sorunları 
günümüzde yaygınlaşan asimetrik tehditler olarak belirmekte, özellikle de yakın 
zamana kadar nispeten bölgesel bir olgu olarak algılanan terörizmin, dünya 
çapında algılanmasına katkısı bulunmaktadır. Bölgesel İşbirliği Örgütleri belirli 
bir tarihsel süreç içinde geliştirilmiş ve bu sorunlara çözüm bulmaya çalışmıştır. 
Bu örgütlerin en önemlisi olan Şanghay İşbirliği Örgütü’nün, küresel alanda 
belirleyici unsur olarak yerini alabilmesi ise zaman alacaktır. Diğer taraftan 
bölgenin önemli enerji kaynaklarına sahip olması ise, AB ve ABD’nin bölgeye 
ilgisini arttıran önemli nedenlerinden birini teşkil etmektedir. Bu kapsamda 
NATO’nun bölgede bulunması ve askeri kanadı ile başlatılan çözüm süreci, 
NATO’nun geleceğini belirleyecek önemli bir unsur olmaktadır. NATO’nun, BM, 
AGİT, AB, bölge ülkeleriyle ve ŞİÖ ile ikili işbirliğini geliştirmesi kaçınılmaz olacaktır. 

1. GİRİŞ 

Sovyetler Birliği’nin dağılması, Orta Asya’daki bağımsız devletlerin 
uluslararası sisteme entegrasyonunu sağlarken, bölgede yeni güvenlik 
sorunlarının ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesi ile 
uluslararası sistemde meydana gelen değişmelere paralel olarak güvenlik 
kavramının da boyutları değişmiş, Sert Güvenliğe (Hard Security) yapılan vurgu 
geri plana itilirken, Yumuşak Güvenlik (Soft Security) ön plana çıkmaya 
başlamıştır. Yumuşak Güvenlik yaklaşımı çerçevesinde incelen Asya’nın 
güvenlik sorunları; sınır sorunları, kimlik ve etnik sorunlar, radikal dini akımlar, 
terörizm, su sorunu, uyuşturucu kaçakçılığı ve enerji sorunu olarak belirmiştir. 

Orta Asya ülkelerinde ve Afganistan’da bulunan mevcut sorunlar, bölgenin 
güvenliğinin sağlanmasında istismarlara açık bir boyutta bulunmaktadır. Bölgede petrol, doğalgaz ve uranyum gibi enerji kaynaklarının bulunması ve bunlar üzerinde kontrol mücadelesi ise her zaman bu güvenlik unsurunu sıcak tutmuştur. AB’nin, bölgede var olan gerek enerji kaynaklarına gerekse yine enerji kapsamında Rusya’ya olan ihtiyacı ve Orta Asya enerji kaynaklarının 
paylaşımında ABD ile bölgenin diğer başat ülkelerinin rekabeti önemsenecek 
hususlardır. Dolayısıyla bahsi geçen konuların aşılmasında, hâlihazırda bölgede 
bulunan NATO’nun katkıları aşikârdır. 

2010 Lizbon zirvesinde NATO tarafından ele alınan benzer tehditlerin 
günümüzde artık devlet sınırlarını aşarak, bölgesel ve hatta küresel nitelik 
kazandığı belirlenerek, güvenliğin artık daha fazla kaplayıcı bir bakış açısıyla 
tanımlanması gerektiğinin altı çizilmiştir. Burada kastedilen şey, güvenlik 
konularının birden fazla boyutlarının olduğu ve bu sorunlara salt askeri ya da 
ekonomik perspektiflerden yaklaşılmaması gerektiğidir. Lizbon’la birlikte NATO 
diğer uluslararası örgütler, AB ve önemli küresel aktörlerle daha fazla işbirliği 
yapmaya karar verilmiştir. NATO’nun kendisinin küresel bir güvenlik aktörü 
olarak hareket etmesinin yerine, küresel düzlemdeki diğer aktörlerle olan 
işbirliğini arttırmasının daha doğru olacağı sonucuna varılmıştır (Oğuzlu, 2012; 
14). Neticede karmaşık ve çok boyutlu sorunların çözülmesinde bütünlükçü bir 
bakış açısını benimsek NATO’nun geleceği için de önem arz etmektedir. 

Bu çalışmada, Orta Asya’nın güvenlik sorunlarının ilgili taraflar arasında 
çatışma yaratabilmesi, ekonomik durumlarını ve politik bağımsızlıklarını 
geliştirmek üzere yapılan işbirliğinin güvenilirliğini önlemesi ve hatta bilinen dış 
tehdide karşı yabancı güçlerle anlaşmaya çabalanması gibi birçok sebepten dolayı potansiyel istikrarsızlık kaynağı olabileceği düşünülmüştür. Bu sorunların 
bölgede bulunan NATO’nun gerek faaliyetlerine gerekse güvenliğine etkileri, 
sorunları her daim sıcak tutulabilme potansiyeline istinaden devam edebileceği 
gerçeğinden yola çıkarak, NATO’nun küresel bir güvenlik örgütü haline gelmesi 
noktasında, XXI. yüzyılın tehditleriyle mücadelesinde bunları dikkate alması 
gerekliliği vurgulanmıştır. Ayrıca bu sorunları ile mücadelede uluslararası 
işbirliğinin sağlanmasında en etkili adres, daha önceki dönemlerde elde ettiği 
başarıları da göz önünde tutularak yine NATO olacağı (Erhan, 2004) varsayılarak, bu sorunların çözümü için NATO’nun bölgede geliştirilen işbirliği girişimlerini önemsemesi gerekliliği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda bölgedeki sorunların NATO’nun güvenliğine etkilerini tespit etmeden önce, bu sorunların önemini vurgulamak yerinde bir başlangıç noktasını teşkil edecektir. 

2. BÖLGESEL GÜVENLİK SORUNLARI 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan Orta 
Asya ülkeleri bir dizi sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Genel olarak sınır 
sorunları, etnik sorunlar, ekonomik ve siyasal dönüşümün getirdiği sancılar, su 
sorunu ve radikal dini akımlar şeklinde ifade edilebilecek olan bu istikrarsızlık 
faktörleri nedeniyle taraflar avantajlı olduğu konularda diğer ülkeler üzerinde bir 
baskı oluşturarak sonuç almaya çalışmaktadır. Buzan, Ole Weaver gibi Kopenhag Okulu mensubu teorisyenler tarafından oluşturulan ‘Yumuşak Güvenlik’ güvenlik kuramına ait bu konuların bertaraf edilmesinde, bölgesel işbirliğinin gerekliliği (Gray, 2005; 19) her ne kadar önemsenmiş olsa da, bölgede oluşması gereken dostluk ilişkilerinin kurulması zorlaşmakta; şimdiye kadar oluşturulmaya çalışılan işbirliği girişimleri derinleştirilememekte ve dolayısıyla bu çabalardan istenen ve beklenen sonuçlar alınamamaktadır. Söz konusu sorunlar bölge ülkelerinin hem Orta Asya’ya hem de dünya sorunlarına yönelik ortak ve tutarlı bir politika geliştirememelerine yol açmaktadır. Bu durum ise bölgeyi hem Rusya açısından hem de bölge dışı güçler açısından kolay etkilenebilecek bir alan haline getirmektedir. 

Rusya’nın yakın çevre doktrini ile orta Asya’daki etkinliğini devam ettirmek istemesi, AB’nin Avrupa-Kafkasya – Asya Taşıma koridoru (TRACECA) ve Avrupa’ya Devletlerarası Gaz Taşımacılığı (INOGATE) projelerinin geliştirilmesi ve Çin’in bölgede etkin olması, ABD’nin bölgeye ilgisini arttırmıştır (Uzgel, 278). Diğer taraftan Rusya’nın doğal nüfuz alanı olarak gördüğü bu bölgedeki sorunlarla ilişkisi ve bölgeyi Rus çıkarlarına yönelik herhangi bir doğrudan tehdit karşısında bir tampon bölge olarak değerlendirme si gibi stratejik faktörler, Orta Asya’yı Rus dış politikası açısından hayati hale getirmektedir. Oysa Rusya’nın askeri ve ekonomik etkinliğini artırarak denetim sağlamaya çalışması bölgede istikrardan çok istikrarsızlığa neden olmaktadır. Bölge ülkeleri gerek kendi aralarındaki sorunlardan gerekse Rusya ile ilişkilerden kaynaklanan tehdit algılamalarından dolayı, ABD odaklı bir güvenlik yapılanmasına girmekte sakınca görmemektedir. Bölgede söz konusu olan zengin enerji kaynaklarının varlığı da dikkate alındığında, Orta Asya’nın dünya çapında politikanın mücadele eksenine yerleşmesinin gayet normal olduğu görülmektedir. 

Orta Asya ülkeleri arasındaki sınır sorunu, ülkeler arasında potansiyel bir 
çatışmanın tohumlarını atarak birleşmelerini önlemek ve böylece bölgenin daha 
kolay yönetilmesine olanak sağlamak için Ruslar tarafından keyfi biçimde çizilen 
sınırlardan kaynaklanmaktadır. Sınırlar belirlenirken, herhangi bir etnik grubun 
ayrılıkçı bir politika izlemesini önlemek için bütün cumhuriyetlere farklı etnik 
grupların dahil edilmesine özen gösterilmiş ve coğrafi gerçeklikler göz ardı 
edilerek Rusya’ya (Merkeze) bağımlı yapıların oluşması sağlanmıştır. Öyle ki, bir 
Tacik, Özbek veya Kırgız, kendi başkentine gitmek için diğer cumhuriyetlerin 
sınırlarından geçmek durumunda kalırken; hammaddeler rahatlıkla sanayi 
merkezlerine ulaştırılabilmektedir (Karaeve, 2005; 2). En önemli sınır sorunu 
Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında Fergana vadisinden kaynaklanan 
sorundur. Sorun, Kırgızistan’ın Fergana vadisinde bulunan Oş eyaletinde yaşayan Özbeklerin özerklik talepleriyle beraber başlamış ve bir anlamda sınır sorunları beraberinde etnik sorunlardan kaynaklanan olayların yaşanmasına da yol açmıştır. 

Zira özellikle Özbek, Tacik ve Kırgız toplumlarının bir arada yaşadığı yaşam alanı Fergana Vadisi’nde her bir topluluğun yaşadığı yere göre sınırları çizmek bugün bile çok güç gözükmektedir (Farrant, 2005; 715-716). Nitekim iki ülke arasındaki 130 km’lik sınır hâlâ ihtilaflı durumda olup çözüme kavuşturulamamıştır (Donaldson, 2005; 403). 1990’ların sonunda Özbekistan’ın kendisine yapılan terörist saldırılardan sonra sınır güvenliğini gerekçe göstererek henüz tartışmalı olan sınırlarına mayın döşemiş ve serbest dolaşımı kısıtlamıştır (ICG; 3). 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***