29 Eylül 2021 Çarşamba

SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 2

SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 2



   Ne yazı ki Suriye’de Arap Baharı Tunus ve Mısır gibi olmadı. Suriye, Libya ve Yemen ise Arap baharından çıkıp bir iç savaşa sürüklendi. Suriye’de askeri ve istihbarat kadroları her ne kadar farkı kesimler tarafında yürütüldüğünü bilsek de bunun sonucu bu kadrolar tamamen Cumhurbaşkanı tarafında yönetiliyordu ve rejime sadık kadroları mevcuttu, Mısır’da oluğu gibi asker ne rejime ne de siviller yanında olmayıp tek taraf oldu. Ama Suriye’de ise ters bir durum söz konusu olup asker rejime bağlı kalıp ve sivillerle çatışmaya girmişti. Louis Farrakhan “saviour’s day” 2014 yılında yaptığı konuşmasında; Arap Baharı, George W. Bush tarafından dizen edilen “Büyük Ortadoğu Projesinin” bir parçası olup Müslüman ülkeleri ve Arap ülkeleri İsrail’in güvenliği için Obama ve Clinton tarafında yönetilmektedir. Daha sonra Wikileaks tarafında yayınlanan Clinton e.maillerin bir yazısında ise; bizin Suriye bir iç savaşa dönüştürülmesi İsrail’in güvenliği içindir diye yazılmaktadır. 

Tabi ki Arap bahar’ının en önemli desteği de kamuoyundur. Sosyal iletişim ağlarının nicelik ve nitelik bakımından hızla arttığı, etkisini çok hızlı gösterdiği günümüzde, “büyük Ortadoğu” coğrafyasında yaşanmakta olanların zamanla bölge sınırları dışına taşacağını ve küresel bir boyut kazanacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Nasıl ki, orta ve doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan “renkli devrimlerin” Arap Baharı için ilham kaynağı olduğu düşünülüyorsa, Ortadoğu’da yaşananların, gelişmiş Batılı ülkelerin vatandaşı olmalarına karşın geri kalmış ülke vatandaşı standartlarında yaşayanlar için de harekete geçmek ve sokaklara dökülmek için tetikleyici bir etki yaptığı söylenebilir (Kibaroğlu, 2011). 2011 yılı başlarında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı saran Arap Baharı’nın böylesine kitlesel ve hatta bölgesel halk hareketine dönüşmesi şüphesiz ki sosyal medyanın büyük katkıları ile olabilmiştir. Hatta bu yeni mecraların örgütlenme ve iletişim aracı olarak kullanılması, yaşanan halk hareketlerine “sosyal medya devrimi” gibi tanımlamaların yapılmasına bile neden olmuştur. Bu tanımlamalar eksik olsalar da yanlış değillerdir. Ne de olsa bölgede yaşayan on milyonlarca insan başta Facebook, Twitter ve Youtube olmak üzere birçok sosyal ağ yoluyla örgütlenerek toplantılar ve geniş katılımlı gösteriler organize etmiş, tepkilerini ortaya koyma imkânı bulabilmişlerdir.  Özellikle Beşar Esad’ın ve Baas yönetiminin ülkeye yabancı gazetecilerin girişine müsaade etmeyişi, sosyal medyayı muhalifler için önemli bir haber paylaşma mecrası, uluslararası medya kuruluşları içinse haber kaynağı haline getirdi. Facebook, Twitter ve Youtube’ta yoğun haber yayınına başlayan muhalifler böylelikle seslerini tüm dünyaya duyurmayı başardılar. Facebook, Twitter ve Youtube’ta anlık haber paylaşımları yapan Ugarit NEWS gibi muhaliflerin yayın örgütlenmeleri haberlerin tek taraflı da olsa dünyaya duyurulmasına neden oldu. Suriye’de Beşar Esad yönetiminin basına karşı baskıcı tutumu ve uzun bir süre yabancı basın mensuplarının ülkeye girişine izin vermemesi de sosyal medyayı ve muhalifleri daha önemli bir haber kaynağı haline getirdi (Yüksel, 2013).

DİŞ MÜDAHALE

Başar Esad yönetimindeki Suriye, 2003’teki Irak iş galinden sonra ABD’nin işgal tehdidi karşısında özellikle Türkiye ile ilişkilerini geliştirerek hem Batı ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışmış, hem de bölgesel etki alanını genişletme gayreti içerisinde olmuştur. Ancak Suriye yönetiminin bu süre içerisinde İran’la olan ilişkilerini de geliştirmesi, İran etkisinin bölgeye girmesinden endişe eden diğer Arap devletlerinde Suriye’ye yönelik çekinceler oluşmasına sebep olmuştur (BUÇUKCU, Haziran 2012). Türkiye ise küresel beklentiler ve bölgesel hedefleri arasında denge arayışının belirlediği Suriye politikasını “Esad rejiminin gitmesi” üzerine kurmuş, Arap sokağındaki gücünün de verdiği güvenle kısa sürede sonuç almayı ummuştur. Ancak Ankara yakın zamana kadar çok iyi ilişkiler içinde olduğu ve anayasal reformlar yoluyla dönüşmesi için çaba sarf ettiği Suriye rejiminin muhalif eylemler ve hatta silahlı bir direnişe karşı tecrübesini hesaba katmamıştır. Öyle ki gösterilerin 4. ayında Başbakan Erdoğan “Esad’ın birkaç ay içinde devrileceği” öngörüsünde bulunurken, gösterilerin 1. yılına gelindiğinde bu öngörüsünü revize ederek 1,5 ila 2 yıla çıkarmıştır. Hatta Ankara’dan Şam’a yapılan “Silahları durdur, halkın taleplerini yerine getir, istifa et” çağrısı yeniden “erken seçime git” tavsiyesine dönüşmüştür (Ertuğrul)

Türkiye’nin, Soğuk Savaş yılları boyunca Suriye ile ayrı kamplarda olmasının ve Şam’ın alışılagelmiş “sınır aşan sular” ve “Hatay” konularında Türkiye’ye karşı uzlaşmaz tutumuna ek olarak 1970’li yıllardan itibaren önce Ermeni terör örgütü ASALA ’ya ve 1980’li yıllardan itibaren başta PKK olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı ayrılıkçı terör faaliyeti yürüten PKK’ya destek vermesinin gerdiği ilişkilerin 1998 yılında çatışmanın eşiğine gelmesinin ardından, “komşularla sıfır sorun” politikası çerçevesinde ikili ilişkileri yüksek seviyeli işbirliği düzeyine çıkartmak istemesi, genel anlamda Türk dış politikasının temel prensipleri ile bir uyum içinde olduğu söylenebilir. Bu ulaşılması arzulanan doğru bir hedeftir. Ancak, ikili ilişkilerde tarafların ortak hedeflere varması için gerekli şartlardan bir tanesi, her ikisinin de niyetlerinde samimi olmaları ve davranışlarında tutarlı olmalarıdır. Bu konuda yapılabilecek eksik ya da aceleci değerlendirmelerin sonuca olumsuz yansıması ve sürecin devamının gelmemesi doğal bir sonuç olmaktadır (Kibaroğlu, 2011). 2000 yılında Hafız Esad öldüğünde Türkiye’den ilk kez Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer tarafında Suriye Ziyaretinde bulundu. 2004 yılında ise Recep Tayip Erdoğan tarafında resmi bir ziyaret bulundu. Bu ziyaret sırasında Türkiye ile Suriye arasında gerek siyasi, ticari ve toplumsal olarak ilişkileri daha güçlendi, bunun akabinde de ise Suriye ile Türkiye yaşayan akrabaların bayramlarda vizesiz ziyaretler başladı ve 2009 yılında iki ülke arasında vize kalktı. Kuzey Afrika’dan başlayan ayaklanmalarla Türkiye batı ülkeler tarafında Suriye politikasına göre yön değiştirdi ve Esad’a görevini bırakması daha sonra iki dost ülke arasında tansiyon başladı.

ABD ve Britanya da göstericilerin bastırılması için İran’da ve Hizbullah’ın Suriye’ye adam gönderdiği iddiasıyla suyu bulandırıyordu (Taştekin, 2015, s. 80). BM ve NATO gibi örgütlerin Suriye’ye müdahale seçeneğini ciddi anlamda etkileyen bir faktör de Rusya, İran ve Çin gibi ülkelerin tutumudur. Uluslararası toplum BM’den Suriye’ye karşı müdahale kararı beklerken, Çin ve Rusya Güvenlik Konseyi’nin Suriye devlet başkanını istifa etmeye çağıran kararını veto ettiler (Kıran A. , 2014). ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye'deki bir komuta merkeziyle işbirliği yapılarak Suriyeli muhaliflere destek verilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı (Milliyet, 2012) ABD Suriye’de isyanların başlamasıyla isyancılara ciddi maddi ve silah yardımı yapılmıştır. Ancak ÖSO arasında bir çatlak oluşması, el-Kaide ve Nusra gibi silahlı grupları ortaya çıkması ABD tedirgin etmiş ve yardımlarını kısaltmıştır. YPG çok iyi savaşıyor. ABD, IŞİD’le mücadele konusunda YPG’nin güvenilebilir ve etkin bir müttefik olabileceğini gördü. Tüm bunlar ABD’yi YPG’nin mücadelesini desteklemeye itti (Ersoy, 2014). PYD hala İŞİD’de karşı ABD’nin bölgede en aktive müttefikidir. Beşar Esad’a babası Hafız Esad tarafından “miras” bırakılan Baas Rejimi, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile yakın stratejik ilişki geliştirmişti. Günümüzde de Sovyetlerin mirasını devam ettiren Rusya Federasyonu Suriye’de Beşar Esad’a yönelik kapsamlı yaptırımlara ve askeri bir operasyona kesinlikle karşı olduğunu en üst seviyede birçok kez ortaya koymuştur (Kibaroğlu, 2011)

Suriye’ye yönelik olası bir müdahaleye şiddetle karşı çıkan Rusya ve İran, egemen bir ülke olarak Suriye’nin ülkedeki isyanı bastırmada haklı olduğunu ileri sürmektedirler İran açısından Arap Baharının ortaya çıkardığı bir diğer olumsuz gelişme Türkiye-İran ilişkilerinin özellikle Suriye’de yaşananlardan olumsuz etkilenmesidir. Türkiye Esad rejiminin karşısında yer alıp muhalif güçlere destek verirken, İran şu ana kadar Esad rejimin devamını elinden geldiğince desteklemeye çalışmıştır (Oğuzlu, 2011). ). Rusya, daha eskiden beri Ortadoğu’da özellikle Libya, Yemen, Irak ve Suriye gibi ülkelerine siyasetini sürdürmekteydi. Ancak soğuk Savaş’ından sonra Sovyet Birliğinin parçalanmasından sonra nisbi olarak Ortadoğu’dan uzaklaşmış ve yerine ABD almıştır. Ancak Rusya Suriye’de Tertus ve Lazikkiye’de askeri üslerin yapılması ve Akdeniz tek askeri üssüdür. Hafız Esad döneminde zayıf olan bu üsler ancak Arap Baharı’nın başlamasıyla ciddi yatırımlar yaptı ve güçlendirdi. Rusya’nın ikinci önemli yeri olan Libya NATO’nun Libya halkı Diktatör Muammer Kaddafi’den kurmak için yapılan hava saldırısından sonra Rusya elinden kaydırıldı. Dolasıyla Rusya, Suriye Libya gibi elinden kaçırmak istemedi ve Suriye hakkında olan herhangi bir müdahaleyi reddetti (Memdukh, 2015, s. 152). Suriye iç savaşı başladığından beri Rusya, diplomatik platformlarda rejimin yanında yer aldı. Rusya’nın ürettiği silahların en önemli alıcılarından biri olan rejime askeri desteğini de esirgemedi. Ancak 2015 yılı Eylül ayına gelindiğinde, İran’ın askeri anlamda da destek verdiği rejim, kendi kalesi olan Lazkiye’de bile muhalifler karşısında zorlanmaya başlayınca, Rusya fiili olarak devreye girmeye karar verdi (Jazeera, 2016). Dolaysıyla Rejimin yeniden güç kazanmasıyla birlikte, Rusya Devlet başkanı Vladamir Putin, bombardımanın başlamasından 5,5 ay sonra, 14 Mart 2016’da Rus birliklerinin önemli bir kısmını Suriye’den çektiklerini açıkladı. Putin’e göre, askeri operasyonun amaçlarına ulaşılmıştı. Rusya Suriye’de tek İŞİD’de karşı değil ÖSO’ya da bombalıyor.

3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder