SEMPOZYUMU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SEMPOZYUMU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2021 Cuma

RUSYANIN KAFKASYA POLİTİKASINDA KARABAĞ FAKTÖRÜ., BÖLÜM 1

 RUSYANIN  KAFKASYA  POLİTİKASINDA  KARABAĞ  FAKTÖRÜ., BÖLÜM 1





Uluslararası, Sovyet Sonrası, Türkiye-Rusya, İlişkileri Sempozyumu, İzmir, Doç. Dr. Vefa KURBAN, Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ, Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN,
 Azerbaycan, Karabağ, Ermenistan,Kafkasya,

I. ULUSLARARASI SOVYET SONRASI TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI

15-16 Ekim 2020 
Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü İzmir - Türkiye

EDİTÖRLER
Doç. Dr. Vefa KURBAN
Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ
Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
I. Uluslararası Sovyet Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri Sempozyumu


Bu kitapta yayımlanmış bildiriler ile ilgili hak ve sorumluluk bildiri sahiplerine aittir.
ONUR KURULU
Prof. Dr. Necdet BUDAK
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
DÜZENLEME KURULU
Prof. Dr. Nadim MACİT (Başkan)
Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV (Eş Başkan)
Prof. Dr. Mustafa MUTLUER (Eş Başkan)
Doç. Dr. Vefa KURBAN (Eş Başkan)
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Nafiz ÜNALMIŞ
Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ
Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
BİLİM KURULU
Prof. Dr. A. Özlem ÖNDER (Türkiye)
Prof. Dr. Abdullah TEMİZKAN (Türkiye)
Prof. Dr. Aleksandr DRUZHININ (Rusya)
Prof. Dr. Aleksandr KOLESNİKOV (Rusya)
Prof. Dr. Asem NAUŞABAYEVA-HEKİMOĞLU (Kazakistan)
Prof. Dr. Çengiz İSMAİLOV (Azerbaycan)
Prof. Dr. Enver ŞEYHOV (Azerbaycan)
Prof. Dr. Gülzade SHAKULIKOVA (Kazakistan)
Prof. Dr. İrina BUSYGINA (Rusya)
Prof. Dr. İrina TURGEL (Rusya)
Prof. Dr. Leonid VARDOMSKİY (Rusya)
Prof. Dr. Mesut Hakkı ÇASİN (Türkiye)
Prof. Dr. Mirjana GAJIC (Bosna-Hersek)
Prof. Dr. Musa QASIMLI (Azerbaycan)
Prof. Dr. Mustafa MUTLUER (Türkiye)
Prof. Dr. Nadim MACİT (Türkiye)
Prof. Dr. Obren GNJATO (Bosna-Hersek)
Prof. Dr. Osman KARATAY (Türkiye)
Prof. Dr. Rajko GNJATO (Bosna-Hersek)
Prof. Dr. Sait YILMAZ (Türkiye)
Prof. Dr. Türkan OLCAY (Türkiye)
Prof. Dr. Vladimir GONDA (Slovakya)
Prof. Dr. Vladimir KOLOSOV (Rusya)
Prof. Dr. Vedat ÇALIŞKAN (Türkiye)
Doç. Dr. Altuğ GÜNAL (Türkiye)
Doç. Dr. İbrahim ŞAHİN (Türkiye)
Doç. Dr. Muvaffak DURANLI (Türkiye)
Doç. Dr. Nedim YALANSIZ (Türkiye)
Doç. Dr. Svetlana SHABALINA (Rusya)
Doç. Dr. Vefa KURBAN (Türkiye)
Dr. Öğr. Üyesi Maria STOYANOVA (Türkiye)
Dr. Öğr. Üyesi Marina LOMONOSOVA (Rusya)
Dr. Öğr. Üyesi Hanife KESKİN (Türkiye)
SEKRETARYA
Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ
Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
İÇİNDEKİLER
Doç. Dr. Vefa KURBAN, Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ, Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
Editörden 1-2
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
Açılış Konuşması 3-5
Mv. Ahmet Berat ÇONKAR
Açılış Konuşması
E. Büyükelçi Ender ARAT
Açılış Konuşması 11-14
Prof. Dr. Nadim MACİT
Açılış Konuşması
Prof. Dr. Mustafa MUTLUER
Açılış Konuşması 19-21
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Nafiz ÜNALMIŞ
Post-SovietRussia's Approach to the Problems in Georgia
Prof. Dr. Çingiz İSMAİLOV
TypuuA u PoccuA e reononumunecKou Peöyce KaeKasa 39-48
Doç. Dr. Ali ASKER, Afgan BAKHSHALİYEV
Dr. Namık AHMADOV
Azerbaycan Basınında Türk-Rus İlişkileri
Prof. Dr. Alexander DRUZHININ, Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV, Prof. Dr. Mustafa MUTLUER
BsauMoâeücmeue Poccuu u Typ^uu e MeHAW^eücn Eepasuu: meHÖe^uu, eo3Mo^Hocmu, öapbepu, npuopumembi
Prof. Dr. Kyamil SALIMOV
KBonpocy o noeumeHuu }.porutA CompyÖHunecmea T'ypu.uu u Poccuu
Dr. Öğr. Üyesi Argun BAŞKAN
Foreign Policy Orientations of the Russian Federation And Implications for Turkey
Dr. Oğuzhan ERGÜN, Doç. Dr. Vefa KURBAN
Türkiye ve Rusya İlişkilerinde Paradoksal Sürtünmeler 111-127
Prof. Dr. Türkan OLCAY
Geçmişten Günümüze Türkiye 'de Rus Dili ve Edebiyatı Öğretimi
Dr. Öğr. Üyesi Maria STOYANOVA
npenoâaeaHue PyccKo/'o MşbiKa e U,eHmpax^onoAHumeAhHo/'o OöpasoeaHuA l'ypnuu 143-147
Doç. Dr. Muvaffak DURANLI
Sovyet Sonrası Başkent Moskova'da Türkçe Öğreten Akademik Kurumlar ve Son Yirmi Yıldaki Çalışmaları
Prof. Dr. Giray Saynur DERMAN

I. Uluslararası Sovyet Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri Sempozyumu Afişi 
I. Uluslararası Sovyet Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri Sempozyumu Programı 
RUSYA'NIN KAFKASYA POLİTİKASINDA KARABAĞ FAKTÖRÜ




Ali ASKER*
Afgan BAKHSHALIYEV*
* Doç. Dr. Karabük Üniversitesi, İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi,
   aliasker2068@gmail.com
** Karabük Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Uluslararası Politik Ekonomi Anabilim Dalı yüksek lisans öğrencisi, 
   afgan.bakshaly@gmail.com


Özet

Karabağ'ın Rusya'ya ilhak edilmesinden sonraki süreçte bu bölgenin demografik yapısı tahrip edilmiş, Ermeni nüfusu yoğun bir şekilde bölgeye göç ettirilmiştir. Tarihi belgeler gerek imparatorluk döneminde gerekse Sovyetler döneminde bu
bölgede bulunan Ermeni nüfus Rusya'nın sömürgecilik emellerine alet edilmiştir. Ermenilerin silahlandırılması, Türklerle karşı çatışmalara tahrik edilmesi, bu çatışmalarda Ermenileri savunması, diplomatik ve askeri destek sağlanması
göç ettirilmesini göstermektedir. Sovyetler Birliğinin sonlarına doğru ve Azerbaycan'ın bağımsızlığına kavuşmasından sonraki süreçte de bölgeye yönelik politikalar aynı mantık ve zihniyetle devam ettirilmiştir. 1918-1920 Birinci Azerbaycan Cumhuriyeti döneminde de bu bölgede yaşayan Ermeni nüfusu, aynı zamanda Ermenistan Cumhuriyeti Bolşevik Rusyası'nın yayılmacılık politikasına hizmet etmiştir. Sovyet döneminde 1990'larda başlayan çatışmalar sürecinde de Rusya'nın bölgeye yönelik politikasında da aynı çizgi devam ettirilmiştir. 

Bu süreçte Rusya Ermenistan'a ciddi silah desteği sağlarken, diplomatik yolla da sorunun nihai çözümü değil, dondurulması yönünde çaba sarf etmiştir. Günümüzde uluslararası ilişkiler ve bölgesel politikalar bağlamında devam eden gelişmeler statükoyu değiştirme fırsatı sunmaktadır. Keza 27 Eylülde başlamış ve hala devam etmekte olan Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında Rusya'nın görece tarafsızlığı bu fırsatı daha da kuvvetlendirmektedir. Burada dikkat çekmemiz geren bir önemli konu da Türkiye'nin bölge politikalarında kararlı bir tutum sergilediği, Azerbaycan'a diplomatik anlamda güçlü destek sağladığı, gerekirse bu desteğin askeri boyutunu da devreye sokacağı gerçeğidir. Tüm bunlar çeyrek asırdır devam eden statükonun değişeceği, işgali sona erdirileceği ve sorunun nihai çözümüne doğru önemli mesafe kat edileceği umutlarını doğurmaktadır.

Giriş

Rusya'nın Kafkasya politikasında yer alan önemli meselelerinden biri Dağlık Karabağ sorunudur. Günlük kullanımda ve siyasi literatürde bu şekilde adlandırılsa da aslında bu sorun sadece Karabağ'la ilgili mesele olmayıp, Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarının işgali ve iki yüz senden fazla bir müddettir devam eden Kafkasya'daki Ermeni yayılmacılığıyla ilgilidir. 19. yüzyıldan beri Rus Devleti'nin jeostratejik çıkarlarıyla doğrudan ilgili bu sorunun mimarı aslında Rusya'dır. Rusya İmparatorluğu Kafkasya'ya doğru genişlerken ileri karakol görevi icra edecek bir Ermeni teşekkülünün oluşumuna çalışmış ve bu planını bölgenin demografik yapısını tahrip ederek ve Türk topraklarını "Ermenileştirerek" gerçekleştirmiştir.

   20. yüzyılın başlarında Ermenistan'a ilhak edilmeye çalışılan Karabağ bölgesi uzun süren çekişmeler sonucunda Azerbaycan'ın sınırları içinde kalmaya devam etmiştir. Hedeflerine ulaşamayan Ermeniler ve Moskova'nın Bolşevik yönetimi, Karabağ'a, Azerbaycan sınırları içinde özerk bir bölge statüsü verdirmeyi başarmışlar dır.

Yaklaşık yetmiş sene devam eden Sovyetler dönemi boyunca bu sorun zaman zaman, açık veya dolaylı yollardan Moskova nezdinde gündeme getirilmeye çalışılmışsa da Ermeniler hedeflerine ulaşamamışlardı.

Sovyetler Birliği yıkılmaya doğru giderken burası etnik-ulusal düzlemdeki uyuşmazlıklar gerekçe gösterilerek Ermenistan'a ilhak edilmeye çalışılmıştır. 

Bu bağlamda yaşanan çekişmeler ilerleyen dönemlerde sıcak çatışmaya dönüşmüş, Ermenistan ordusu, SSCB döneminden kalan birliklerin de desteğini alarak, Dağlık Karabağ ve çevre bölgelerdeki şehir, kasaba ve ilçelerini işgal etmiştir. İşgal edilen bölgelerin toplam yüz ölçümü Karabağ'ın yüz ölçümünden çok daha büyük olup Azerbaycan topraklarının beşte birine tekabül ediyordu.

Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Karabağ sorununun çözüm sürecinde Rusya faktörü her zaman önemli olmuştur. Nitekim Rusya'nın tarafsız kalacağı bir savaşta, gerek asker sayısı, mühimmat ve teknolojik açısından gerekse stratejik ve teknik manevra kabiliyeti yönüyle Ermenistan ordusundan kıyaslanmayacak derecede üstün olan Azerbaycan ordusunun galip geleceği kaçınılmazdır. 

Maalesef bugüne kadar böyle bir savaşa müsaade edilmediği, Rusya tarafından Ermenistan'a kesintisiz destek sağlandığı için Azerbaycan ordusu savaşarak topraklarını geri almak imkânından yoksun bırakılmıştır.

Hâli hazırda devam eden savaşta Rusya tarafsız kalmaya devam ederse Azerbaycan ordusu Karabağ'ı ve çevresini Ermeni işgal güçlerinden tamamen   temizleyecektir. Fakat Azerbaycan kamuoyu, bu tarafsızlığın sonuna kadar devam edip edemeyeceği, Rusya'nın uygun bir fırsat yakalayarak devreye girip giremeyeceği konusundaki endişelerinde haklıdır. Her bir halde savaşın bu şekilde, yani Azerbaycan'ın üstünlüğü ile devam etmesi muhtemel bir müzakere masasında Bakü'nün elini güçlendirecektir.

1. Rusya'nın Ermenistan'ı Himaye Politikasının Ana Hatları

Kafkasya genel olarak güney ve kuzey diye iki bölgeye ayrılmaktadır. Bu ayrım Çarlık Rusyası ve Sovyet döneminde sadece coğrafi olarak değil aynı zamanda jeostratejik anlamda kullanılmıştır.
Transkafkasya olarak da bilinen Güney Kafkasya'da günümüzde üç bağımsız cumhuriyet - Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan yer almaktadır. Kafkasya'yı güney ve kuzey olarak ayrıştırma Rusya açısından büyük önem arz etmektedir. Keza Güney Kafkasya bağımsız cumhuriyetlerden oluşurken Kuzey Kafkasya bölgesi Rusya'nın bir parçası, aynı zamanda idari birimidir.

Rusya'da Çarlık idaresi yıkıldıktan sonra Güney Kafkasya'daki Azerbaycan Türkleri, Gürcüler ve Ermeniler uluslaşma sürecinde belli başlı ilerleme kaydederek bağımsız devletlerini kurmuşlardır. Bolşevik Rusya'nın askeri müdahalesi neticesinde kısa süre devam eden bu bağımsızlıkların ardından her üç cumhuriyet Moskova'nın egemenliği altına girmiştir. Şunu da belirtelim ki bu süreci en fazla kayıplarla yaşayan ulus yine de Azerbaycan Türkleridir: bu süreçte önemli yüzölçümüne sahip Zengezur bölgesi Ermenistan'a terk edilmiş, Nahçıvan bölgesi Azerbaycan anakarasından koparılmış, bir bütün olarak bilinen ve nüfusunun mutlak çoğunluğu Türklerden oluşan Karabağ'da, Ermenilerin yoğun yaşadıkları dağlık bölgesinde yapay bir özerklik kurulmuştur. Bu özerklik ilerde meydana gelecek çatışmalara zemin hazırlamıştır.

   Güney Kafkasya'daki Ermeni nüfusu Rusya'nın bölgeyi işgal etmesinin ardından geliştirdiği demografik politikalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Nikolay Şavrov'un yazdığına göre, sadece 1828-1830 yıllarında Güney Kafkasya'ya İran'dan 40.000 ve Osmanlı'dan 84.000 Ermeni göç ettirilmiştir. Kalabalık kafileler şeklinde bölgeye göç ettirilen Ermeniler Karabağ, Revan, Borçalı ve Ahıska bölgelerindeki
verimli topraklara yerleştirilmişlerdir. 1900'lü yılların başında Güney Kafkasya'daki 1.300.000 Ermeni nüfusun ancak 300.000'i bu bölgenin yerlisiydi, geri kalan 1 milyon Ermeni ise Rus yönetimi tarafından göç ettirilmiştir.1 

 Ermenilerin iskân ettikleri bölgelerin yerli halkı ise Azerbaycan'ın diğer bölgelerine ve Osmanlı'ya göç etmek zorunda kalmıştır.

   Bu bölgelere yerleştirilen Ermeni nüfus demografik yapıyı esaslı şekilde tahrip etmiş, dönemlerde Müslümanlara/Türklere karşı uygulanacak  baskı, sindirme ve şiddetin bir aracı haline gelmiştir. İşte 1905-1906, 1918 ve 1980'lerin sonu ve 1900'ların başında Azerbaycan Türklerine karşı uygulanan eylemlerinin zemini demografik yapının değişmesiyle atılmıştır. 

Bu eylemler, kırımların her aşamasında Müslümanlara/Türklere karşı vahşet, korkutma ve insanlık dışı işkence yöntemleri uygulanarak yapılmıştır. Dönemin yazılı kaynakları, basın ve arşiv belgelerinde bu konuda yeteri kadar bilgi yer almaktadır. Tarihî belgeler, toplu kıyımlara her kesimden Ermenilerin iştirakini ortaya koymaktadır. Mart 1918 olaylarının araştırılması amacıyla Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde oluşturulmuş Olağanüstü Komisyon raporlarına göre Müslümanlara karşı uygulanan kırımlara Ermenilerin her kesiminden insanlar katılmıştı: petrolcü işadamları, mühendisler, hekimler, kısacası Ermeni ahalinin tüm zümreleri bu 'yurttaşlık görevini' ifa etmekteydi.2

Bolşeviklerle birlikte hareket eden Taşnak örgütlerinin planı Türkleri tamamen tasfiye etmekti. Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin kurulması bu planının uygulanmasını engelledi.

***

4 Mart 2017 Cumartesi

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 8


ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 8



TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASINDA TÜRKMENLER, 
4. İç Savaş Döneminde İlişkiler (2011’den Günümüze) 

Bilindiği üzere 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta seyyar satıcılık yapan üniversite mezunu Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlamış olan Arap Baharı’nda Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerini iç çatışmalara ve iktidar değişikliklerine götüren bir süreç yaşanmaktadır. Bölge ülkelerinden Suriye, süreci en kanlı ve en uzun yaşayan ülke durumundadır. 

Diğer bölge ülkelerinde olduğu gibi Suriye’de de ilk gösteriler Suriye halkının içinde bulunduğu kötü yaşam şartlarının, eşitsizliklerin, işsizliğin, adaletsizliğin, ifade özgürlüğü kısıtlamalarının bir dışa vurumu olarak protestolar şeklinde başlamıştır.7 

Tunus ve Mısır örneğinden cesaret alan ve onurlu bir yaşam isteyen Suriye halkı, daha yüksek sesle ve kalabalıklarla meydanları doldurmaya başlayınca 
Beşar Esad bir takım iyileştirmeler yapacağını açıklamak zorunda kalmıştır.8 

Evveliyatı da olmakla birlikte, Arap Baharı’nın Suriye’ye ulaştığı 2011 yılı başlarından itibaren Türkiye, Suriye rejimine sık sık reform tavsiyesinde 
bulunmuş, halkına karşı bütün gücüyle saldıran Esad yönetimini son noktaya kadar ikna çabası içinde olmuştur. (Davutoğlu 2003) Bu çabalar Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 9 Ağustos 2011 tarihinde Beşar Esad ile yaptığı son görüşmeye kadar sürdürülmüştür. 
Ancak Türkiye’nin bu çabaları bir sonuç vermemiş; Davutoğlu 15 Ağustos 2011’de “Operasyonlar durdurulmazsa Suriye ile konuşulacak bir şey kalmaz” diyerek ilişkilerin taşınacağı boyutların işaretini vermiştir. 

Yukarıdakiler kadar etkili olmasalar da Suriye Türkmenleri adına ortaya çıkan bazı siyasî girişimler de söz konusudur. Suriye Türkmenleri Birliği ve Yerel İdareler Gençliği Hareketi (Lazkiye), Adalet ve Barış Partisi ve Özgür Türkmen Gençleri (Halep), Türkmen Birliği (Hatay), Suriye Türkmen Partisi (Islahiye), Türkmen Gençlik Hareketi (Yayladağı), Suriye Türkmen Gençlik Birliği (Şam-Hacerü’Esved). Bunlardan büyük çoğunluğu Hareket ve Kitle’yi desteklemektedir (Orhan, 2013: 13). 

2012 yılında iki ülkeyi kriz noktasına taşıyan Suriye tarafının bazı tecavüzleri olmuştur. Bu çerçevede 9 Nisan’da Kilis sınırında Esad güçlerinin muhaliflere açtığı ateş sonucunda bir Türk vatandaşı yaralanmış, 22 Haziran 2012 günü keşif yapan bir Türk askeri uçağı hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürülmüştür. Bu olay sonrasında Türkiye angajman kurallarını değiştirerek, Suriye tarafından sınıra yaklaşan her askerî unsurun tehdit olarak algılayacağını açıklamıştır. 2012 Temmuz ayına gelindiğinde ise Türkiye ile Suriye arasındaki tüm resmi işlemler durdurulmuştur.9 

2012 yılının Ekim ayında artık iki ülke arasındaki ilişki savaş boyutlarına ulaşmıştır. 2012’de Suriye tarafından Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine düşen top mermileri (3 Ekim) sonucunda beş kişinin ölmesinin hemen ardından bir gün sonra TBMM, hükümete sınır ötesi operasyon yetkisi vermiştir. (4 Ekim) Bu kararın sonrasında Türkiye üyesi olduğu NATO’dan Suriye sınırlarını korumak adına füze savunma sistemleri talep etmiş ve 2013’ün ilk aylarında sınıra yakın bölgelere bu sistemler yerleştirilmiştir. 

İki ülkenin söz konusu durumunu daha da içinden çıkılmaz bir hâle sokacak olaylar 2013 yılında da devam etmiştir. 11 Şubat 2013’te Özgür Suriye Ordusu kontrolündeki Cilvegözü Sınır Kapısı’nda ve 11 Mayıs 2013 tarihinde Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde bombalı saldırılar düzenlenmiş, Türkiye, çok sayıda vatandaşının öldüğü bu saldırıların arkasında Suriye’nin olduğunu açıklamıştır. 

Savaş hâlinin başladığı süreç içinde Türkiye, Suriye’nin bütün tecavüzlerine karşı sınırlarını koruma pozisyonunda olmuştur. Bu bağlamda sınır ihlali yaptıkları gerekçesiyle bir helikopterini (16 Eylül 2013) ve bir savaş uçağını düşürmüş (23 Mart 2014); sınırları içine düşen top mermilerine karşılık vermiştir. 

Türkiye’nin Suriye Muhalefeti ile İlişkileri ve Türk Dış Politikasında Suriye Türkmenlerinin Yeri: 

Türkiye, 2012’den itibaren Suriye ile ilişkilerinde dikkatini ve enerjisini iç savaş sürecinde şekillenen Suriye muhalefetine harcamaktadır. 
Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’nun şu açıklamaları konuyu özetler niteliktedir: 

“Halkın meşru talepleri doğrultusunda Suriye’nin yeniden inşasına ilişkin geçiş sürecinde sorumluluk alacak etkin ve kapsayıcı bir muhalefetin ortaya 
çıkması yönündeki çabalara tarafımızdan destek verilmektedir… Suriyeli muhalif gruplarla temaslarımız, hiçbir siyasi, etnik, dini veya mezhep grubunun 
çıkarı ve bu gruplar arasında herhangi bir ayırım gözetilmeksizin sürdürülmektedir. Her hâlükârda mevcut krizin çözümünü Suriyeliler tayin edecek ve Suriye’nin geleceğine Suriye halkı karar verecektir. Türkiye, uluslararası camianın diğer üyeleriyle işbirliği içinde, bu süreçte Suriye halkına verdiği desteği kararlılıkla sürdürmektedir. (Davutoğlu 2013)” 

Esad’ın göstericilere silahla müdahale emrini vermesinden bu yana (Mayıs 2011), iç savaş ortamına sürüklenmiş olan Suriye’de muhalefet, askeri 
ve siyasi olmak üzere iki koldan gelişmiştir. Askeri kanat Esad rejimini silah yoluyla devirmenin mücadelesini verirken siyasi kanat dünyada bir kamuoyu oluşturma ve Suriye’nin meşru yönetimi olarak kabul edilme çabası içindedir. İç savaşın başlamasıyla Türkiye net tavrını ortaya koyarak muhalifleri desteklemiştir. Bu destek, dünya basınında farklı haberlerle yer alsa da, Türk makamlarının resmi açıklamalarına göre insani ve lojistik10 destekle sınırlıdır. Türkiye özellikle siyasi muhalefeti muhatap alarak, Suriye meselesini uluslararası kurumlar ve oluşumlar nezdinde çözmek eğilimindedir. 

Bu bağlamda, Suriye Ulusal Konseyi (SUK) Ağustos 2011’de Esad yönetimine karşı olan grupların birleşmesiyle İstanbul’da kurulmuştur (Bu oluşumda Türkmenler, 16 üye ile temsil edilmektedir). 

Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu SMDK 2012 tarihinde, Doha’da (Katar) kurulmuş olsa da İstanbul’da ofisleri bulunmaktadır (Türkmenler bu oluşumda 3 üye ile temsil edilmektedirler). Bu oluşumlar Kasım 2013’te Suriye Geçici Hükümetini seçmiş ve 11 bakanlıktan biri Türkmenlere 
ayrılmıştır. Söz konusu oluşumlarda Türkmenlerin temsil edilebilmesini, Türkiye’nin desteğini de hesaba katmak şartıyla, Türkmen muhaliflerin siyasi bir başarısı olarak görmek gerekir. 

İç savaş sürecinde, Suriye’nin genel muhalif yapılanmasına paralel bir şekilde bölge Türkmenleri de askeri ve siyasi anlamda yapılanmaya başlamışlardır. Bu yapılanmalar doğal olarak Türkmen nüfusunun yoğun olduğu Halep ve Lazkiye bölgelerinde etkili olmuştur. Türkmenlerin siyasi ve askeri yapılanmalarına değinmeden önce genel durumlarından kısaca söz etmek istiyorum. 

Türkmenler uzun yıllar gördükleri baskılar ve sürekli oyunun dışında olmaları sebebiyle Suriye’de siyasetten uzak kalmışlar yahut uzak tutulmuşlardır. 
Halep bölgesinden şimdiye kadar seçilebilmiş milletvekilleri de yönetimin karakteri gereği etkisiz kalmışlardır. Suriyeli Türkmenler için siyaset hep korkulan yahut lüzumsuz bir şey olarak görülmüştür. Bu psikolojideki bir toplumda da elbette siyasî birikime haiz insanların olması beklenemez. 

2000’li yıllara gelindiğinde Suriye rejiminin nispeten yumuşaması, Türkmen gençler arasında eskiye göre üniversite okuyanların sayısının artması, sosyal medya üzerinden gerek Türkiye gerekse kendi aralarında diyalogun başlaması gibi etkenler, bireysel anlamda da olsa gençlerde bir Türklük bilincinin oluşmasını sağlamıştır. Eğer bugün Suriye’de siyasî ve askerî anlamda bir Türkmen uyanışından söz edilebiliyorsa, bu gelişme sözü edilen gençlerin omuzlarında yükselmektedir. 

Aslında siyasetten uzak duruş sadece Türkmenler arasında değil Suri-ye’de yaşayan bütün azınlıklar için geçerli bir durumdur. Suriye rejimi kendi ideolojisi dışında hiçbir etnik ve dinî odaklı siyasete ülke içinde müsamaha göstermemiş, aksine en ufak muhalif hareketlenmeyi kanlı bir şekilde bastırmıştır.11 Doğaldır ki böylesi bir ortamda bütün gruplar gibi Türkmenler arasında da siyasi anlamda etkili bir teşkilatlanma veya muhalefet kültürü gelişmemiştir. Bu olumsuz şartlara rağmen olayların başladığı günden bu yana 3 yıl içinde önemli mesafeler kat edilmiştir. Karışıklıkların başlamasıyla birlikte diğer gruplar gibi Türkmenler de siyasi anlamda Suriye dışında örgütlenme fırsatı bulmuşlardır. Siyasî 
örgütlenmeler 1941 yılından 12 bu yana ilk kez Suriye Türkmenlerine “ Biz de Varız ” deme imkânını vermiştir. 

Bu çerçevede, Şubat 2012’de Suriye Türkmen Kitlesi adıyla ilk siyasi oluşum kurulmuştur. Türkmenler arasında kısaca “Kitle” adıyla anılan oluşumun faaliyet alanı ağırlıklı olarak Lazkiye bölgesi, yani Bayır-Bucak Türkmenlerinin bulunduğu yerlerdir. İkinci olarak ise, Mart 2012 tarihinde Suriye Demokratik Türkmen Hareketi kurulmuştur. Bu oluşum Halep merkezli çalışmakta ve Türkmenler arasında kısaca “Hareket” olarak bilinmektedir.13 

Hareket’in ve Kitle’nin önde gelen isimleri, 15 Aralık 2012 tarihinde Suriye Türkmenleri Platformu 1. Toplantısı’nı İstanbul’da düzenlemişlerdir. 
Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’nun da katıldığı ve destek sözü verdiği bu toplantıda, Suriye Türkmenlerini tek çatı altında toplamak amacıyla 
iki siyasi oluşum birleşme kararı almıştır. Platformun sonuç bildirgesinde Türkmenlerin, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından yana 
oldukları; demokratik ve müreffeh bir Suriye için her kesimin bölge, ırk, mezhep, düşünce farklılıklarına bakılmaksızın onur, özgürlük ve adalet 
temelinde çalışması gerektiğine inandıkları vurgulanmıştır. Her ne kadar birleşme kararı alınmış olsa da sonradan Kitle ve Hareket müstakil olarak 
faaliyetlerine devam etmişlerdir.14 

Suriye Türkmenleri Platformu, ilk toplantısından sonra partiler üstü bir meclis oluşturma çalışmalarını tamamlayarak 28-31 Mart 2013 tarihlerinde 
Ankara’da Suriye Türkmenleri Meclisi Kuruluş Toplantısı düzenlemişlerdir. Suriye genelinden 350 delegenin oy kullandığı toplantı sonucunda Suriye Türkmenleri Meclisi kurulmuştur.15 Toplantıda Türkiye Cumhuriyeti başbakanlık düzeyinde temsil edilmiştir. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan konuşmasında, Türkmenlerin onurlu bir mücadele verdiğini, bu birleşmenin Suriye koalisyonu içindeki pozisyonlarını güçlendireceğini ve Türkmenlere destek vermeye devam edileceğini ifade etmiştir.16 İlerleyen günlerde Meclisin yönetim kadrosu Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından da kabul edilmiştir. 

Suriye Türkmenlerinin siyasi çabalarındaki son gelişme ise 2 Mart 2014 tarihinde Suriye Türkmen Milli Hareket Partisi’nin kurulması olmuştur. 

Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ve Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) temsilcileri bu yeni Türkmen siyasi oluşumunu yaptıkları konuşmalarla desteklediklerini açıklamışlardır.17 

Gerek bütün Suriye’yi temsil eden koalisyonun gerekse Türkmen siyasi hareketlerinin varlığı bütün çabalara rağmen, görece olarak, an itibarıyla 
kâğıt üzerindedir. Uluslararası yeterli destek ve baskılar olmadığı sürece de siyasi oluşumların akıbetini sahada çarpışan birliklerin belirleyeceği ortadadır. 

Bu minvalde, Suriye’deki iç savaşın başlarında en kalabalık ve en etkili grup olan Özgür Suriye Ordusuna18 eklemlenmiş olan Türkmen birlikler,19 ÖSO’nun bir türlü organize olamayışının neticesinde, daha önce ÖSO içinde yer alan grupların kurduğu İslâmi Cephe20 ile yakınlaşmışlardır.
21 Süreç içinde her ne kadar çizgi dışına çıkan gruplar olsa da Türkmenlerin oluşturduğu askeri birlikler başlangıçta bulundukları bölgeleri savunmada ve diğer gruplarla işbirliğinde rejim güçlerine karşı önemli başarılar elde etmişleridir. 

Görece olarak, 2013’ün sonlarına kadar Türkmenlerin lehine devam eden bu durum, Türkiye sınır bölgelerinde -özellikle Halep ve civarında- IŞİD 
(Irak-Şam İslâm Devleti) adındaki, içinden çıktığı El-Kaide’nin bile kabul etmediği, bir örgütün ortaya çıkışıyla son bulmuştur. 

Ocak 2014 başlarında İslâmi Cephe karşısında Halep’te ağır kayıplar veren IŞİD kendisine hedef olarak Halep’in kuzeyindeki Türkmen birliklerinin üssü konumundaki Çobanbey kasabasını seçmiş, bir hafta kadar süren saldırılarla Şubat başında bu bölgeyi kontrolü altına almıştır.22 

Çatışmaların yoğun olduğu günlerde Türkiye, sınırındaki bir karakol yakınına düşen havan mermisinin karşılığını bir IŞİD konvoyunu vurarak vermiştir.23 

Bu müdahale Türkmenleri korumak adına yapılmış olarak yorumlansa da arkası gelmediği için sonuç değişmemiştir. Sonuçta, bu lokal olayda 30 kadar Türkmen ölmüş, beş bin civarında sivil Türkmen, hatta silahlı gruplar içinde olanların bir kısmı, bir gecede sıfır noktasındaki Kilis’in Elbeyli ilçesine kaçarak canını kurtarmıştır. Çobanbey ve civarı hâlen IŞİD kontrolündedir. Keza, mücadeleye devam ediyor olsalar da Lazkiye’deki Türkmen birlikleri de zor anlar yaşamaktadırlar. 

Sınıra sıfır noktasında Türkmenlere karşı yapılan bu eylem bir takım soruları da gündeme getirmektedir. Hatay’da durdurulan TIR ile ilgili olarak Türkiye, en yetkili ağızlardan “Türkmenler için gönderilen yardım (Ocak 2014 başları)”24 ifadesini kullanmıştır. Akabinde Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu, 8 Ocak 2014 tarihinde Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Fayez Amro ile yaptığı görüşmede “Kim ne derse desin Türkmen kardeşlerimizin yanında olmaya devam edeceğiz. Her ne suretle olursa olsun Suriyeli kardeşlerimize ve her ne suretle olursa olsun Su”riye’deki Türkmen kardeşlerimize gereken her türlü desteği vermek konusunda en ufak bir tereddüt göstermeyeceğiz” 25 açıklamasını yapmıştır. 

Bu açıklamalardan iki hafta sonra, IŞİD’in civardaki (Azez ve çevresi) birliklerini toparlayarak, Türkmen silahlı birliklerinin üssü konumundaki Çobanbey’e saldırması zamanlama olarak manidardır. Hatta, Mart ayı başlarında bu örgütün, Türkiye’nin Suriye dışındaki tek toprağı olan Süleyman Şah Türbesini kuşatması26 da aynı çerçevede değerlendirilebilir. Acaba Türkiye’nin sahada Türkmen kartını devreye sokma ihtimalinden dolayı mı bunlar yaşanmıştır? Yahut bu tip olayların artmasıyla bölgede kendini sahipsiz hissedecek Türkmenlerin, Türkiye’nin dışında yerel bir oluşumun çekim alanına girmesi mi hesaplanmaktadır?27 100’e yakın Türkmenin öldüğü Höllük mahallesinin 1 Mayıs’ta varil bombalarıyla vurulması olayı aynı eksenli midir? Bu sorulara ancak ileriki günlerde cevap verilebilecek gibi görülmektedir.28 

Yakınımızda olduğu için Halep ve Lazkiye’deki Türkmenlerden haberdarız. Ya iç bölgelerdekiler? Şam’da, Humus’un Zara beldesinde ve diğer yerlerdekilerden 2014’ün başından beri neredeyse hiç haber yok. Bütün organizasyon eksikliklerine rağmen oluşturulan birlikler sayesinde 2013 sonlarına kadar Suriye Türkmenleri nispeten iyi durumda idiler. İroni olacak ama Suriye’nin içinde bulunduğu kaotik süreçte Türkmenler, 70 yıldır kendilerini ifade etme noktasında en parlak günlerini yaşamaktadırlar. Ancak, Halep’in kuzeyindeki Türkmen yerleşimlerinde durum malumdur. Bu yılın başlarından itibaren sığındıkları köylerinden de olmaya başladılar. Böyle giderse Türkiye’nin Suriye’de destek vereceği Türkmen kalmayacak gibi görünmektedir. 

Yukarıda kısmen değindiğimiz üzere iç savaş sürecinde Türkiye’nin Suriye Türkmenlerine ilgisi ve desteği bariz bir şekilde artmıştır. Her ne kadar bu gün gelinen nokta Türkmenler adına pek iç açıcı olmasa da Türkiye’nin bölge Türkmenlerine karşı tavrı tarihte olmadığı kadar belirgin hâle gelmiştir. Sayın Davutoğlu’nun şu sözleri Türk Devleti’nin Suriye Türkmenlerine dair olan politikasını özetler niteliktedir: 

“Ülkemizin Suriye muhalefetine yönelik desteği bağlamında Suriyeli Türkmenler özel ve öncelikli konuma haizdir. Ülkenin asli kurucularından biri olan ve 
devrim mücadelesinin başından bu yana en ön saflarda yer alan Türkmenlerin Suriye’nin geleceğinde hak ettikleri yeri alabilmelerini teminen destek çalışmalarımız sürmektedir. Bu süreçte Türkmenler arasında birlikteliğin sağlanması ve dayanışma içinde hareket edilmesi önem taşımaktadır. 

Suriye’nin farklı bölgelerinden gelen Türkmen temsilcilerin 29-31 Mart tarihlerinde Ankara’da bir araya gelerek Suriye Türkmen Meclisi’ni ihdas etmeleri Türkmen siyasi hareketinin dönüm noktalarından biri olmuştur. Suriye Türkmen Meclisinin, bölge ve siyasi görüş ayrımı gözetmeden tüm Türkmenleri 
kucaklaması ve Türkmenler için olduğu kadar Suriye’nin geleceği için de somut öneri ve projeler geliştirmesi görünürlüğünün ve etkinliğinin artmasına 
katkı sağlayacaktır. ” (Davutoğlu 2013) 

Sayın Davutoğlu’nun sözlerinde dikkat çektiği noktalar var. Türkmenler arasında birlikteliğin sağlanarak dayanışma içinde hareket edilmesi ve Türkmen Meclisi üzerinden hem Türkmenler hem de bütün Suriye’nin geleceği için somut öneri ve projeler geliştirilmesi. Görebildiğimiz kadarıyla bölgesel farklılık ve fikir ayrılıkları siyasetle uğraşan Türkmenlerin ellerini zayıflatmaktadır. Bunda yetişmiş elemanın azlığı en önemli etkendir. Sahadaki durumda da bir koordinasyon eksikliği görülmektedir. Gönderilen kısıtlı yardımların yerlerine ulaştırılmasında da aksaklıklar yaşanmış ve yaşanmaktadır. Öyle Türkmen yerleşim yerleri var ki, üç yıldır yapılan insani yardımlardan tek kalem bir destek ulaşmamıştır. 

Ayrıca bu açıklamada her ne kadar Türkmenlerin Türk Devleti nezdinde “özel ve öncelikli” bir konumda olduğu ifade edilse de, Türkiye’yi anavatan olarak gören bölgedeki Türkmen halkının beklentilerini karşıladığı söylenemez.29 Türkmen halkı, özellikle güvenliklerinin sağlanması noktasında Türkiye’nin aktif olması gibi duygusal bir beklenti içindedir. 

Şu noktada Türkmenlerin durumu ortadadır. Bize yansıdığı kadarıyla bir söylem ve eylem uyumsuzluğu vardır. Türkmenler, mevcut yapılanlar için her ne kadar Türkiye’ye müteşekkir olduklarını ifade etseler de, yapıl(a)mayanlar çerçevesin de, Suriye meselesinde Türkmen dosyasının önceliğiyle ilgili tereddütler taşımaktadırlar. 

Bir daha vurgulamak gerekirse, Suriye’de yaşanan iç savaş süreci,olumsuzlukları bir tarafa, önceden hiçbir alt yapı tecrübesi olmamasına rağmen bir Türkmen siyasi oluşumunu ortaya çıkarmıştır. Türk Devleti ve kamuoyunun desteği ile bu siyasi oluşumun faaliyetleri, yeni Suriye’de Türkmen varlığının kabul ettirilmesinde etkili olabilir. 

DİPNOTLAR;

1 Halep’te o günlerde kurulan ve Türkler yer aldığı cemiyetlerden bazıları şunlardır: 
Halep Cemiyet-i Esamiyesi Heyet-i Merkeziyesi, 
Necat-ı Cemiyeti Vataniye, 
İstikbal Cemiyeti, 
Milli İsyan Partisi, 
Şark Karib İhtilası Cemiyeti 
(Türk İstiklal Harbinde Güney Cephesi, Genel Kurmay Başkanlığı, Ankara,1966). 
2 http://www.mfa.gov.tr/suriye-siyasi-gorunumu.tr.mfa 
3 1960’lı yılların ortalarında Türkiye’nin Kıbrıs meselesi yüzünden dış politikada yaşadığı uluslararası yalnızlığı aşmak için iki ülke arsında bir yakınlaşma 
görülse de bu durum ileri boyutlara taşınamamış, Suriye Türkmenlerinin durumları gündeme dahi gelmemiştir (Dağ 2010: 89). 
4 http://www.mfa.gov.tr/suriye-siyasi-gorunumu.tr.mfa 
5 M.Tan, A. Belli, A. Aydın (2012), 2002 Sonrası ve Arap Baharı Kapsamında Türkiye-Suriye İlişkileri ve Bölgesel Yansımaları, 
II. Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu, 
http:// iibfdergisi.ksu.edu.tr/Imagesimages/files/10.pdf 
6 T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, “Geniş Türk Coğrafyasında Tamamlanmış 
ve Halihazırda Devam Eden Projeler”, 
http://www.kdk.gov.tr/depo/3cGTCSonHali.pdf 
7 17 Şubat 2011’de Polisin Şam’da bir esnafı dövmesi üzerine bir grup, “Suriye halkı aşağılanamaz” 
sloganlarıyla olayı protesto etmiştir. Bu slogandan türetilen “onur” kavramı giderek yaygınlaşmış ve Suriye halk hareketinin de çıkış sloganı olmuştur. 25 Mart 2011 Cuma günü muhalif gruplar tarafından “Onur Cuması” ilan edilmiş ve Cuma namazı çıkışlarında ülke genelinde pek çok gösteriler yapılmaya başlanmıştır. 
8 Örneğin hükümeti feshetmiş (29 Mart 2011), kimliksiz Kürtlere vatandaşlık vermeye söz vermiş 
(7 Nisan 2011), 48 yıldır süren olağanüstü hâli kaldırmıştır (19 Nisan 2011). Ancak bu önlemler sokakların ateşini söndürmeye yetmemiştir. Protestocular kendisinden görevi bırakmasını istemeye başlayınca da Esad orduyu harekete geçirmiş ve protestoculara ateş emrini vermiştir 
(13-18 Mayıs 2011). Cisr el-Şugur’da 120 Esad askerinin öldürülmesi (6 Haziran 2011) süreci geri dönülmesi mümkün olmayan noktalara taşımıştır. Artık bütün protestocular rejim tarafından terörist olarak görülmeye, gösterilere ağır silahlarla müdahale etmeye başlanmıştır. 
    Suriye rejiminin bu şekilde halkına çevirdiği silahtan rahatsız olan çeşitli rütbelerdeki bazı askerler muhaliflerin safına geçmeye başlamışlardır. 
Rejimin kadrolarındaki çözülmeler sadece askerlerle sınırlı kalmamıştır. Zaman zaman kabineden ve meclisten ayrılmalar yaşanmıştır (6 Ağustos 
2012’de Suriye Başbakanı Riyad Hicab muhaliflere katılarak Ürdün’e sığındı). 
Suriye’de yaşanan iç savaş sürecinde önemli tarihler için Bkz: 
http://dunya.milliyet.com.tr/2-yillik-ic-savasinkronolojisi/dunya/dunyadetay/07.01.2013/1652039/default.htm 
http://www.aksam.com.tr/guncel/ankara-diplomasi-kapisini-sonuna-kadar-acik-tuttuk/haber-116766 
9 Mart ayında Türkiye Şam büyükelçiliği kapatılmış, Mayıs ayı içinde Suriyeli diplomatlar sınır dışı edilmiş,, aynı yılın Temmuz ayı sonlarında da 
Halep Konsolosluğu kapatılmıştır. 
10 ÖSO, 7 Aralık 2012’de Antalya’da 260 muhalif komutanın katılımıyla düzenlenen konferansta 30 üyeli Yüksek Askeri Komite Konseyi oluşturulmuştur (Bu toplantıya ABD, Fransa, İngiltere, Körfez ülkeleri ve Ürdün de katılmıştır). ABD başta olmak üzere pek çok ülke bu yeniden düzenlenen oluşumu destekleyeceğini açıklamıştır. Yeni oluşum uluslararası literatürde “Supreme 
Military Command (Yüksek Askeri Konsey)” adıyla anılmaya başlamış olsa da eski adı olan Özgür Suriye Ordusu halen ülkedeki geçerli adlandırmadır. Konsey tarafından ÖSO’nun başına seçimle General Salim İdris getirilmiştir. ÖSO’nun bu yeni yapılanmasının muhaliflere gelen yardımları organize şekilde dağıtacağı ve radikal grupları minimize edeceği hesaplanmaktadır (O’Bagy, 2013). 
11 İhvancılara karşı Baba Esad’ın 1982’de yaptığı Hama katliamı ile oğul Esad’ın 2004’te Kamışlı’da kanlı şekilde Kürt muhalefetini bastırması, 
rejimin her türlü muhalefete karşı tutumunu gösteren önemli örneklerdir.
12 1941 yılında Türkmenler Halep kalesine Türk bayrağı çekmişlerdir. 
13 Suriye Türkmen Demokratik Hareketi saha çalışmaları olarak Halep merkezi ve kırsalında Türkmenlerin birlikte hareket etmelerini sağlayacak örgütlenmelere gitmişlerdir. Bugün realitesi tartışılır olsa da kuruluş aşamasında heyecan uyandıran bazı alt örgütlenmeler şunlardır: Gençlik Kolları, Türkmen Öğretmenler Sendikası, Suriye Türkmenleri Yardımlaşma Derneği, Şehit Aileleri ve Gazileri Koruma Derneği, Mumbuç Türkmenleri Derneği, İnsani Yardım Merkezi gibi sivil örgütler oluşturulmuş, Türkmen Haber Ajansı, Türkmen’in Sesi Radyosu (Türkmen FM 100.6), Türkmen’in Sesi Gazetesi gibi yayın organları kurulmuş, Türkçe eğitim veren iki de okul açılmıştır (Tarık Silo Cevizci, kişisel görüşme, 22 Nisan 2013) 
14 Bu ayrılışta yahut tam olarak birleşememede, oluşum içinde Halep Türkmenlerinin nüfusları oranında temsil edilmemeleri etkili olmuştur. Ek olarak, öteden beri Lazkiye (Bayır-Bucak) Türkmenleri ile Halep Türkmenleri arasında süren bir sürtüşme de söz konusudur. Lazkiye ile Halep Türkmenleri arasındaki sürtüşme, Suriyeli Türkmen öğrencilerine Türkiye’nin tahsis ettiği burslardan neredeyse tamamının Lazkiye Türkmenlerine veriliyor olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’de yaşayan Abdullah Türkmen’in ifadesine göre şu ana kadar 560 Suriyeli Türkmen’e Türkiye burs vermiş, bunlardan sadece 30’unu Halep Türkmenleri almıştır (Abdullah Türkmen, kişisel görüşme, 16 Nisan2013). 
15 Meclis, 39 üyeden ve 9 kişilik Yönetim Kurulu’ndan oluşmaktadır. Başkanlığına Lazkiye Türkmenlerinden Samir Hafız’ın seçildiği Meclis’in yönetim kadrosunun 4’ü Lazkiye, 2’si Halep, 1’i Hama, 1’i Humus ve 1’i de Rakka Türkmenlerindendir. Dağılımda Lazkiye Türkmenlerinin başkanla birlikte 5 üyeyle temsil edilmesi eleştirilen hususlardandır (Abdullah Türkmen, kişisel görüşme 16 Nisan 2013). 
16 http://www.youtube.com/watch?v=EvrNexDCcQM 
17 http://www.aa.com.tr/tr/dunya/295683--suriyeli-turkmenler-parti-kurdu 
18 ÖSO, 29 Temmuz 2011’de Suriye Hava Kuvvetleri’nde albayken muhaliflerin safına geçen Riyad el-Esad tarafından kurulmuştur. Suriye ordusundan kaçan askerlerin oluşturduğu bu kuvvet ülkedeki milis kuvvetlerin pek çoğunu da saflarına katmıştır. Beşar Esad güçlerine karşı sürdürülen silahlı mücadelede Suriye genelinde etkili şekilde varlık gösteren bir çatı oluşumdur. 
ÖSO sadece askerlerden oluşmamaktadır. Düzenli ordudan ayrılan askerlerin yanında siviller de bu oluşum içinde silahlı mücadeleye katılmış durumdadır. Sivil katılımlarla ülke genelinde ÖSO’nun asker sayısının 70 bin olduğu tahmin edilmektedir 
(http://www.hurriyet.com.tr/planet/21358275.asp (18.04.2013)). 
19 Sahada çarpışan veya koruma görevi üstlenen Türkmen askeri birlikler Halep ve Lazkiye bölgelerinde yoğunlaşmışlardır. Bunlar Suriye genelindeki oluşturulan Cepheler içinde yer almazlar. Doğrudan ÖSO’ya bağlıdırlar. Bu birlikler çok çeşitli gruplardan oluşmaktayken zamanla Halep çevresindekiler I. Fetih Tümeni, Lazkiye-Türkmen Dağındakiler ise II. Fetih Tümeni olarak yapılandırılmıştır. 
20 http://www.ydh.com.tr/HD12479_islami-cephe-osodan-ayrildi.html 
21 http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201425_y%C3%B6netici%20%C3%B6zeti-say%C4%B1%2023.pdf 
22 http://www.cnnturk.com/haber/dunya/suriyede-el-kaide-ile-turkmenlerin-catismasi-suruyor; 
    http://www.haksozhaber.net/isid-cobanbeyi-ele-gecirdi-44597h.htm 
23 http://www.ntvmsnbc.com/id/25495461/ 
24 http://www.radikal.com.tr/politika/efkan_ala_yemin_etti-1169011; 
http://t24.com.tr/haber/ basbakan-erdogan-mit-tirlari-turkmenlere-silah-goturuyordu,254419 
25 http://www.iha.com.tr/davutoglu-suriyedeki-turkmenlere-yardim-edecegiz-politika-322588; 
    http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/272195--suriyedeki-turkmenlere-her-turlu-destegi-verecegiz 
26 http://onedio.com/haber/isid-suleyman-sah-turbesi-ni-kusatti-268653 
27 http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2014/02/kurds-turkmen-alliance-syria-security-alqaeda.html 
28 Bu gelişmelerin Türkiye’yi savaşa çekmek gibi bir amacının olabileceği yorumları da yapılmaktadır.
http://www.haber7.com/yazarlar/mehmet-acet/1123812-suriyeli-turkmenleresadlri-asil-hedef-turkiye-mi 
29 Sahadakilerin aksine, Türkmen siyasi hareketi olan Türkmen Meclisi yetkilileri Türkiye’ye teşekkür ettiklerini zaman zaman açıklamaktadırlar. 
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=25699683&tarih=2014-01-30 

KAYNAKÇA 

Dağ, Ahmet Emin (2010), Halep Türkmenleri (1918-2008), İstanbul: Marmara Ün. Türkiyat Araştırmaları Merkezi, Basılmamış Doktora Tezi. 
Davutoğlu, Ahmet (2013), 214 Yılına Girerken Dış Politikamız, Dışişleri Bakanlığı’nın 2014 Mali Yılı Bütçe Tasarısının TBMM Genel Kurulu’na Sunulması Vesilesiyle Hazırlanan Kitapçık, 
http://www.mfa.gov.tr/site_media/html/2014-yilina-girerken-dis-politikamiz.pdf 
Genel Kurmay Başkanlığı (1966), Türk İstiklal Harbinde Güney Cephesi, Ankara. 
Gönlübol, Mehmet (2007), Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919-1938), İstanbul. 
O’Bagy, E. (2013). The Free Syrian Army . ISW (Middle East Sucurity Report 9), March 2013, Washington: ISW. 
Orhan, O. (2013). Suriye Türkmenleri: Siyasal Hareketler ve Askerî Yapılanma. ORSAM 
(Rapor No: 150, Orsam-Ortadoğu Türkmenleri Programı Rapor No: 22), Ankara: ORSAM. 
Özçelik, İsmail (2005), Milli Mücadele’de Anadolu Basınında Güney Cephesi – Adana, Antep, Maraş, Urfa -,(1919-1921), Ankara. 
Tan, M., A. Belli, A. Aydın (2012), 2002 Sonrası ve Arap Baharı Kapsamında Türkiye-Suriye İlişkileri ve Bölgesel Yansımaları, II. Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu. 
Yavuz, Celalettin (2005), Geçmişten Geleceğe Suriye-Türkiye İlişkileri, Ankara. 


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 4


 ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 4





Ak Parti Hükümetlerinin Irak politikasını ve ona bağlı olarak Türkmen politikasını üç ayrı döneme bölmek mümkündür: 


2003-2008 Dönemi 

Bu dönem içerisinde Türkiye, Irak konusunda ABD ile ilişkisini düzeltmeye çalışırken, Irak’ı oluşturan etnik ve mezhebi esasa dayalı siyasi gruplarla da iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Bunların içerisinde Türkmenlere ayrı bir önem atfedildiği söylenebilir. Bu dönem içerisinde Türkiye sadece Bağdat Merkezi yönetimini muhatap alarak Kürt yönetimi ile sadece ticari ilişkiler kurmayı tercih etmiştir. Bu da Irak’ı bir bütün olarak görmek isteyen Iraklı ve Arap aydınlarını büyük ölçüde memnun etmiştir. Bunun neticesinde Türkiye’nin Türkmenlere verdiği destek kimseyi rahatsız etmemiştir. 

Bu periyot içerisinde Türkiye iki konuda önemli bir rol üstlenmiş ve başarılı olmuştur. İlki Sünni Arapların silahlarını bırakıp siyasi sürece katılmaları 
olmuştur. İkincisi de Kerkük’ün kaderi konusunda olmuştur. Irak Anayasası’nın 140. maddesine göre başta Kerkük olmak üzere ihtilaflı bölgelerde önce normalleştirme, sonra nüfus sayımı en geç de 30.12.2007 tarihinde referanduma gidilerek bu bölgelerin nereye bağlanacağı karara bağlanacaktı. Bu konuda Türkiye aktif bir rol üstlenerek bu maddenin kadük kalmasını büyük ölçüde sağlamıştır. Ayrıca Türkmenlerin siyasi yönden güçlenmelerine de yardımcı olmuş, medyalarının ve sivil kuruluşlarının canlanmasını desteklemiştir. 

Bu süreçte Irak’ta kurulan hükümetlerde birer Türkmen bakan yer almış ama seçimlerini Türkmen partileri değil, ya Amerikalılar ya da Şiiler yapmıştır. Türkmenleri temsil eden Irak Türkmen Cephesi bu siyasi süreçte ne rol alabilmiş ne de hükümete ortak edilmiştir. Üstüne üstlük Felluce’de ABD askerlerinden kaçan silahlı eylemciler Telafer’e yerleşerek bu Türkmen şehrinde mezhep çatışmalarının filizlenmesine sebep olmuştur. 

2008-2011 Dönemi 

Sayın Abdullah Gül’ün Dışişlerini bırakarak Cumhurbaşkanı olmasından sonra Irak’a yönelik politikada değişim hızlanmıştır. Çoğunluğunu Sünni Arapların oluşturduğu ve Irak’ın geneline hitap etmeyi hedefleyen Ayad Allavi başkanlığındaki El-Irakiye listesi Türkiye tarafından desteklenmiş ve Türkmenler de bu listenin içinde yer almıştır. 2010 yılında kurulan ikinci Maliki Hükümetinde Türkmenlerin en büyük temsilcisi olan Irak Türkmen Cephesi bir bakanlık alabilmiştir. Böylece Irak tarihinde ilk defa bir kabinede üç Türkmen bakan birlikte görev yapmıştır: Biri Şii listesinden, diğeri Sünni listesinden üçüncüsü ise Türkmenlerin kendi listesinden gelmiştir. 

Türkiye’nin Irakiye listesine verdiği destek, Irak’ta ve Arap aleminde bilinir hale geldi. Diğer taraftan Kürt bölgesinde Türk firmalarının ticari faaliyetleri iyice artmış, İstanbul-Erbil arasında uçak seferleri başlamıştır. Bu da Türkiye’nin Kürt yönetimi ile ilişkisini daha da geliştireceğinin işaretlerini vermiştir. 

2011 Sonrası 

Aralık 2011 tarihinde ABD Kuvvetleri Irak’ı terk etmeye başlayınca ülkedeki dengeler bozulmaya başladı. Maliki ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi arasında patlak veren kriz Türkiye-Irak ilişkisini olumsuz yönde etkiledi. Diğer taraftan Maliki ile Kürt Yönetimi arasındaki ilişki de bozulmaya yüz tutmuştu. Türkiye de tutum değiştirmeye başladı. Türkiye iki politik değişikliğe gitti: Yerel Kürt Yönetimi ile üst düzey siyasi ilişkiler kurulmaya başlandı. Erbil’de konsolosluk açıldı ve Sayın Erdoğan bir jest olarak Erbil’i ilk defa ziyaret etti. 

Tarık Haşimi’nin Türkiye’de uzun süre kalmasına izin verilerek Maliki karşısındaki Sünni Araplara destek çıkıldı. Sünni Arapların liderliğine soyunan Irak Meclis Başkanı Usame Nüceyfi ile sıkı ilişkiler kurularak Sayın Erdoğan’la birlikte bir caminin açılışına katılmıştır. Irak konusunda Türkiye’nin bu iki değişikliğinin ana sebeplerini şu şekilde özetlemek mümkündür: 

1. PKK sorununu çözmeye azimli görünen Türkiye, özellikle Barzani ile işbirliği yapması gerekmiştir. 

2. Irak’ın Kuzeybatısında yoğunlukta yaşayan Sünni Araplar, Maliki ile anlaşmazlığa düştükleri için yardıma ihtiyaçları olmuştur. 
Türkiye Sünni Arapları koruma eğilimi göstermek zorunda kalmıştır. 

3. Arap ülkelerinde başlayan bahar, Türkiye’nin bu bölgeye yaptığı ihracatı olumsuz yönde etkilemiştir. Bunu da telafi etmek için zaten güçlü olan Türkiye-Kuzey Irak ticareti, daha da geliştirilmiştir. 

4. Kürt bölgesinde mevcut olan petrol ve doğal gaz kaynaklarının paylaşımı ve boru hattı 

5. ABD’nin çekilmesinden sonra İran etkisinin azaltılması Türkiye bu yeni yol haritasını geliştirirken Türkmenlere fayda değil, zarar getirebileceğini ya hesaba katmamıştır ya da telafi edilebilir kabul etmiştir. 

Şöyle ki 

1. Genel Irak siyaseti içinde Türkmen-Türkiye ilişkisinin zayıfladığı izleniminin verilmesi. Türkiye Başbakanının son yıllarda Irak’ın Sünni Arap ve Barzani yanlısı yetkililerini sık sık makamında kabul ederken, Irak Türkmen Cephesi Başkan ve yönetimini sadece bir defa karşılaması Türkiye-Türkmen ilişkilerinin zayıfladığı imajını vermektedir. 
Nitekim Sayın Erdoğan, 2008’den bu yana 
Ayad Allavi’yi 5, 
Usame Nüceyfi’yi 4, 
Salih Mutlak’ı 3, 
Mesut Barzani’yi 3 ve 
Neçirvan Barzani’yi 6 defa Ankara’da karşılamış., 
Ancak ITC Yetkilileriyle sadece bir defa görüşmüştür. 

2. Türkmen-Sünni Arap uyuşmazlığı. Sünni Arapların toplam Irak nüfusu içerisindeki oranı %24 civarında olduğu halde Osmanlı’dan bu yana iktidarda kalmışlar ve başta Baas olmak üzere bütün iktidarlar Türkmenleri asimile etmeye çalışmış ve topraklarını ellerinden almıştır. Buna rağmen Türkiye’nin temayülüne uygun olarak ITC önce El-Irakiye listesi ile son 2014 seçimlerinde 
de Nüceyfi’nin başını çektiği El-Muttahidun listesi ile işbirliği yapmak zorunda kalmıştır. Bunun neticesinde 2013 yerel seçimlerinde Musul’da El-Muttahidun listesi ile seçime giren ITC önemli bir zafer kazanarak 6 il meclis üyeliği elde edip bu listeye destek vermiştir. Ancak 2014 genel seçimlerinde aynı listeyle girdiği halde yapılan tehdit, şantaj ve entrikalarla ITC’nin Musul’dan hiç 
milletvekili çıkarmaması çok ciddi bir skandal olarak telakki edilmelidir. Bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti’nin Sünni Araplara verdiği desteği ciddi anlamada gözden geçirmesi gerekmektedir. 

3. Türkmen-Barzani uyuşmazlığı. Kuzey Irak Kürt Yönetimi dendiğinde akla sadece Barzani gelmemelidir. Çünkü KDP’nin seçimlerden elde ettiği oy ağırlığı %37 civarındadır. Geri kalan KYB (Talabani grubu), Goran ve İslami gruplar olup, bu grupların Türkiye ile ilişkileri pek de iyi görünmemektedir. Ancak Türkmenlerin Kürt grupları ile ilişkilerine bakıldığında genel olarak hiç birisi ile iyi olmamakla beraber, ilişkinin en kötü olduğu kesim KDP grubu görünmektedir. 

4. Şii Türkmenlerde doğan ikilem. Nüfuslarının yarısı Şii olan Türkmenlerle aslında ne geçmişte ne günümüzde mezhep ayırımcılığı olmuştur. Ancak 2003 yılından sonra Irak’ın genelinde baş gösteren mezhepçilik Telafer gibi bölgelere de sıçramış ve bazı hassasiyetler yaratmıştır. Türkiye’nin Sünni Araplara göstermeye başladığı özel ilgi, başta Şii partilerde Türkmen kimliği ile siyaset yapanları ve Şii Türkmen aydınlarında rahatsızlıklar yaratmıştır. 2012 yılından başlayarak üst üste Tuzhurmatu şehrinde Türkmenlerin hedef alınmasında Türkiye’nin gösterdiği tepki yetersiz bulunmuştur. 

5. Türkmen-Merkezi Hükümet ilişkisinin sarsılması. Maliki Hükümetinde ortak olan Irakiye listesi 2012 ve 2013 yıllarının farklı tarihlerinde birkaç sefer çekilmiş ve tekrar dönmüşlerdir. Irakiye listesinden bakanlık alan Türkmenler bu çekilmelerde ciddi tereddütler yaşamışlardır. Çünkü bir taraftan Türkiye’nin dış politikasına ters hareket etmek, diğer taraftan da Maliki Hükümeti ile ihtilafa düşmek istememişlerdir. 

6. ITC içinde bölünmeler. Türkiye’nin dış politika çizgisinden çıkmak istemeyen ITC yönetimi, Irakiye listesinin Maliki Hükümetinden çekilmesi sırasında yine Türkiye’nin bu temayülü desteklemesinden dolayı ikiye bölündü; bir kısmı çekilmekten yana diğer bir kısmı ise Türkmenlerin milli çıkarlarını gerekçe göstererek kabinede kalmayı savundu. Bu fikir ayrılığı 2014 seçimlerine yansıdı ve Türkmenler Kerkük gibi sorunlu bir şehirde iki liste ile seçime girdiler ve 12 sandalyeden 3-4 vekil beklerken sadece 2 vekil çıkarabildiler. 

7. Kerkük konusunda Türkmenlerin yalnızlaşması. 2007 yılında referandumun olmamasına sevinen Türkmenler, 2011 yılından sonra Kerkük konusunda ciddi endişeler taşımaya başladılar. Çünkü Türkmenlerin Kerkük konusundaki esas ihtilafı Kürtlerle ve Barzani ile olmaktadır. Barzani’nin Türkiye ile sıkı ilişkilerinin olması, Kerkük meselesine nasıl yansıyacağını kestirememektedirler. 
Bu da bir taraftan moral bozukluğuna diğer taraftan da yalnızlık hissiyatına kapılmaya sebep olmuştur. Nitekim 2014 seçimlerinde Kerkük Türkmenlerinin bir kısmı sandığa gitmezken tahminlere göre 15000 kişi de oyunu Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin liste başı olan Kerkük Valisi Necmettin Kerim’e vermiştir. Kerkük’te 12 sandalyeden 8’ni Kürtler kazanmakla beraber bunun 6’sını KYB almıştır.

Sonuç 

Bu yazıda takriben 90 yıl süren bir zaman dilimi içerisinde Türkiye’de iktidar ya da iktidara ortak olmuş Türk siyasi partilerinin icraatları ve 
tutumları incelenmeye çalışılmıştır. Bir kitap olabilecek bu kısa incelemeden şu kısa sonuçları elde etmek mümkündür. 

1. Hiçbir partinin Irak Türkleri konusunda yazılı bir plan ya da stratejisi olmamıştır. Nitekim seçim dönemlerinde ya da sair zamanlarda 
yayımladıkları yazılı kaynaklara bakıldığında, partilerin özellikle Irak Türkleri konusunda ciddi bir bilgi birikimi, stratejisi ya da iddiası bulunmamaktadır. 
2. Parti mensuplarının şahsi ilişki ve tecrübeleri dışında, hiçbir partinin Irak Türkleri konusunda bir politikası ya da stratejisi olmamış; konjonktüre göre siyaset izlenmiştir. 
3. Erbakan’ın başkanlık ettiği partilerin hepsi, muhalefette ya da iktidarda Irak Türkleri konusunda hep olumsuz tavırlar takınmışlardır. 
4. Erbakan’ın başkanlık ettiği partiler hariç, bütün partiler Irak Türkleri konusuna sempati ile bakmışlardır. 
5. İktidara ulaşabilmiş hiçbir parti, Irak Türkleri konusunda Bağdat Hükümetleriyle doğrudan temasa geçmemişlerdir. 
6. Türkiye, Türkmenlerle ilgili ciddi bir tavır takındığı zaman Irak Hükümetleri meseleyi önemsedikleri ve Türkiye’yi memnun edecek kararlar alabildikleri görünmektedir. 
7. Türkiye’nin Türkmenler konusunda Irak’a yönelttiği ilk ve tek resmi notası 14 Temmuz Katliamı ile ilgili olup, 1959 yılında Demokrat Parti tarafından olmuştur. 
8. Son 10 sene içerisinde Türkiye, Irak siyasetçileri içerisinde en az Türkmenlerle ikili görüşmeler yürütmüştür. 


1 Mahir Nakip, “Bir Derginin Düşündürdükleri”, Kardaşlık, yıl 4, sayı 16, Ekim-Aralık 2002, s.2627 
2 Bugün Irak’ta faaliyet gösteren Kürdistan Demokratik Partisi’nin kurucusu ve Mesut Barzani’nin babasıdır. 
3 Ershad El-Hurmuzi, El Turkman vel Vatan El Iraki, Kerkük Vakfı Yayınları, İstanbul, s. 76-77 (Arapça) 
4 Acar Okan, “Kerkük Meselesi ve Geleceği”, Ocak, Sayı: 33-34-35, Eylül-Ekim-Kasım 1970, s. 10 
5 Yılmaz Çetiner, “İki Ateş Arasında”, Hürriyet, 24-28 Ocak 1971; Suat Türker, “Kerkük Türkleri”, Milliyet, 16-21 Aralık 1971. 
6 Suphi Saatçi, Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, Ötüken, 2. Basım, İstanbul, 2003, s. 247 
7 Suphi Saatçi, a.g.k., s. 247 
8 1986 yılında Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşama Derneği Ankara Şubesi, Gazi Üniversitesi ile işbirliği yaparak Irak Türkleri Sempozyumu düzenlemiştir. Sempozyumun düzenlenmesinden Türk Dışişleri Bakanlığı’nın haberi olduğunda, Rektörlük ile bağlantıya geçerek, sempozyumun düzenlenmemesi için tavsiyede bulunmuştur. Ancak, her şeye rağmen sempozyum gerçekleşmiş ve bildirileri de aynı üniversite tarafından yayımlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa olarak bir üniversite Irak Türkleri hakkında bu denli geniş çaplı bir sempozyum düzenlemiştir. 
9 Kürtler, bu yağmalama ve özellikle tapu ve nüfus idarelerini yakma olayını 2003 yılında da tekrarlayacaklardır. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 1



ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU , 2014



Yayına Hazırlayan 
Firuze Yağmur Gökler, Habib Hümüzlü ,




TAKDİM 

Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) kurulduğu günden beri kuruluşunun amacı olan Ortadoğu araştırmaları konusunda kamuoyunun ve dış politika çevrelerinin ihtiyaçlarına yanıt vermek için çaba harcamıştır. Nitekim bu yolda ciddi mesafeler kat etmiştir. ORSAM, genel olarak Ortadoğu’nun değişik bölgeleri hakkında gerçekleştirdiği yüzlerce araştırma ve etütlerin yanı sıra, Ortadoğu’da yaşayan Türkmenler için de bir birim kurarak bu bölgedeki Türkmenlerin varlıklarını, sayılarını, sosyal ve siyasi yapılarını, maruz kaldıkları 
asimilasyon politikalarını incelemiş ve bu incelemeleri de raporlar halinde yayımlamıştır. 

Bilindiği üzere Irak’tan Yemen’e Libya’dan Suriye’ye ve hatta Filistin’den İran’a kadar uzanan coğrafyanın asli unsuru olarak yaşayan Türkmenler, Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasındaki ağırlığı ve ilgisiyle birlikte, derinlemesine incelenmesi gereken bir konu olarak değerlendirilmektedir. 

Sayıları 2.5 – 3 milyon civarında olduğu tahmin edilen Irak Türkmenleri, asırlar önce Orta Asya’dan batıya göç ederek Irak’ın kuzey ve orta bölgelerine yerleşmiş ve burayı kendilerine vatan edinmişlerdir. Oğuz boyundan olan bu Türk gruplarının Irak bölgesine göç etmeleri, Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden çok önceki tarihlere rastlamaktadır. Bu göçler, uzun yıllar süren ve birbirini izleyen dalgalar şeklinde gerçekleşmiştir. 

Irak Türkmenleri bugün Irak’ın kuzey batısında yer alan Telafer ilçesi ve bu ilçeye bağlı belde ve köylerden başlayarak, sırasıyla Musul civarındaki belde ve köyler, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tazehurmatu, Tuzhurmatu, Kifri ve Bağdat’ın kuzeyine kadar uzanan onlarca Bayat boyuna mensup belde ve köylerde yaşamaktadırlar. 

Suriye’ye yerleşen Oğuz boyları iki koldan ilerlemiştir. Birincisi Halep, Hama, Humus, ve Şam yöresine yerleşmiştir. Bunlar daha çok Bayat, Avşar, 
Beğdilli ve Döğer boyuna mensup oymaklardır. Diğer kol ise Lazkiye ve Trablusşam istikametinde Ensariye dağlarının batısına yerleşen Türk boylarıdır. 


Sayıları 1.5 milyonun üzerinde olduğu kabul edilen Suriye Türkmenleri Fırat nehri ile Halep’in kuzeyinde bulunan Ezar şehri arasında, Halep şehrinde, Hatay’ın güneyinde Bayır bölgesinde ve Golan’dan göç edip Şam’da yerleşmişlerdir. Şam bölgesinde yaşayanlara Şam Türkmeni denirken, Halep ve Rakka bölgesindekilere Halep veya Culap Türkmenleri, Lazkiye Türkmenlerine de Bayır-Bucak Türkmenleri denmektedir. 

Lübnan’daki Türk varlığı, beş ana başlık altında toplanabilir. Bu toplulukların her biri farklı tarihe sahiptir. Bu gruplar şu şekildedir: Kuzey Vilayeti içinde Kobayat yakınındaki iki köyde yaşayan Akkar Türkmenleri, Doğu Lübnan’da Beka vilayeti içinde yer alan Baalbek şehri çevresindeki 5 küçük yerleşim birimi ve Hermel şehri yakınında Suriye sınırındaki 1 köyde yaşayan Baalbek Türkmenleri. Lübnan Türkmenlerinin sayıları yaklaşık 20 bin civarındadır. 

Filistin Türkmenleri, Arap Türkmenleri adıyla tanınırlar; bu topluluk büyük ölçüde dillerini kaybedip Arapça konuşmaya başlamışlarsa da Türkmen kimliğini hiç unutmamıştır. Bilindiği gibi Filistin üç bölümden müteşekkildir. Bunlar: Büyük Ova, Sahra ve Bir saba ve iç ovaları da içeren dağlık bölgesi. Türkmenlerin yerleşim bölgesi olan “ Beni Âmir” ovası (Merc Beni Amir) bu son bölgenin önemli bir parçasıdır. 

Türkmenlerin bu bölgeye nasıl ve niçin göç ettiği tartışma konusu olmuştur. Osmanlı zamanında gelmiş oldukları söylense de onlar daha önce Orta Asya’dan göç etmiş olan gruplarla gelmiş olduklarını söylerler. Filistin Türkmenlerinin sayısı hakkında sağlıklı bir bilgi bulunmamaktadır. 
Araplarla iç içe yaşadıkları için bu zor olmakla beraber bazı araştırmacılar şu anda 400-500 bin kişi arasında olduklarını tahmin etmektedir. 

ORSAM bünyesindeki Ortadoğu Türkmenleri Programı, bölgesel gelişmeleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayım kapasitesine sahiptir. Program, internet sitesiyle, analizleriyle ve raporlarıyla ulusal ve uluslararası ölçekte Ortadoğu Türkmenleri literatürünün gelişimini hedeflemektedir. 

ORSAM Ortadoğu Türkmenleri programı kapsamında, Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı ile birlikte, ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU gerçekleştirilmiştir. Bu sempozyumun can alıcı taraflarından birisi de Türkiye’de ilk defa bu başlık altında bir sempozyumun düzenlenmiş olmasıdır. Başka bir ifadeyle ilk defa Türkiye’de Ortadoğu Türkmenleri birlikte ve bu kapsamda ele alınmaktadır. 

Sempozyumun amacı Ortadoğu’da yaşayan Türkmenlerin Türkiye’deki kamuoyuna tanıtımının sağlanması, Türkmenlerin Türkiye ile iletişimlerinin 
geliştirilmesi, bu toplulukların siyasal, sosyal, ideolojik durumlarının incelenmesi, birbirleri arasındaki iletişim ve etkileşimin sağlanması ve arttırılması, yaşadıkları ülkelerde diğer gruplarla ilişkilerinin ortaya konması, bölgedeki olaylara ilişkin hassasiyetlerinin ve bakış açılarının öğrenilmesi ve beklentilerinin dile getirilmesi idi. 

Sempozyum 6-7 Mayıs 2014 tarihlerinde Türk Tarih Kurumu salonunda gerçekleşti. İki gün süren sempozyumda ‘Irak ve Suriye Türkmenlerinin 
Durumuna Genel Bakış,’ ‘Suriye, Lübnan, Filistin Türkmenlerinin Durumu,’ ‘Türkiye’nin Ortadoğu Politikasında Türkmenler,’‘Irak Türkmenleri: Kimlik,  Kültür ve Sorunlar,’ ‘Kültürel Bakış Açısından Irak ve Suriye Türkmenleri’ konulu oturumlar yapılmış ve bir genel değerlendirme oturumuyla program sona ermiştir. 

ORSAM bu sempozyumda konuşma yapan ve bildiri sunan değerli katılımcıların konuşmalarını deşifre ederek bir kitap haline getirdi. Sempozyumda sunulan bildirilerin ve tartışmaların ortaya koyduğu önemli veri ve tespitlerin Türk okuyucusuna, araştırmacılarına ve karar alıcılarına faydalı olacağını umarak bu çalışmaya sizlere sunmaktan büyük kıvanç duyarız. 

Orsam Başkanı 
Doç. Dr. Şaban Kardaş 


AÇILIŞ KONUŞMALARI 
Doç. Dr. Şaban Kardaş 
ORSAM Başkanı 




Değerli büyükelçilerim, değerli devlet adamlarımız, sayın akademisyenler, sayın öğrenciler ve katılımcılar. 
ORSAM Türkmeneli Vakfı kapsamında faaliyet gösteren bir düşünce kuruluşudur. ORSAM geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de Ortadoğu çalışmaları konusunda 
yaşanmış olan boşluğu doldurmak, akademik dünya ile siyasi hayat arasındaki köprüyü kurmak amacıyla yola çıkmıştır. Bu bağlamda da ORSAM’ın yürüttüğü çok farklı çalışmalar bulunmaktadır. Çalışmalarımızın birçoğu bölge ülkelerinde özellikle sahada, birçok ülkeyle ilgili olarak yürüttüğümüz çalışmalardır. Bunun yanı sıra Ankara’da alanında uzman kişilerle değişik programlar da düzenliyoruz. 
Bu bağlamda bugün düzenlediğimiz Ortadoğu Türkmenleri Sempozyumu da bu çalışmalardan bir tanesidir. Buradaki hedefimiz Türkiye’nin dış ilişkilerin de özellikle son yıllarda etkili olan Türkmenlerin, Ortadoğu Türkmenlerinin sorunlarını masaya yatırmak, onlarla ilgili beklentileri tespit edebilmek ve eğer bu çalışma sonucunda olur da önemli tespitler ve beklentiler elde edebilirsek bunları da ilgili makamlara iletmek. 
ORSAM başkanlığını bu yılın başında devraldım. O süreçte Habib Hürmüzlü hocamız bu programla ilgili öneriyi getirdiğinde çok faydalı bir öneri olduğunu düşünerek bu fikri destekledim. Bu bağlamda da her ilgili kurumdan gerek maddi gerek manevi gerek akademik destek almamız gerekiyordu. Bu aşamada özellikle devlet kurumlarımız tarafından bu konuya verilen desteği görmek beni hayli memnun etti. 
Özellikle TİKA daha sonra Türk Tarih Kurumundan bu sempozyumu gerçekleştirebilmek için aldığımız destek ile Dışişleri Bakanlığımızdan 
ve Cumhurbaşkanlığımızdan aldığımız destek bizleri bir hayli memnun etti. Bu destekler sayesinde bugün buradayız. Ben bu bağlamda birkaç kuruma teşekkürlerimi iletmek istiyorum. TİKA Başkanımız Sayın Serdar Çam’a, Türk Tarih Kurumu Başkanımız Sayın Hocamız Metin Hülagü Bey’e ve diğer emeği geçen arkadaşlara teşekkür ediyorum. Bu toplantının hazırlanmasındaki yükü büyük ölçüde omuzlayan Habib Hürmüzlü Hocama teşekkür ediyorum. ORSAM çalışanlarına ve özellikle Firuze Yağmur Gökler Hanım’a ve tabi ki yurtdışından uzun seyahatlerle buraya gelen Türkmen misafirlerimize ayrıca teşekkür ediyorum. Çalıştay formatında yürüteceğimiz bu sempozyum Ortadoğu Türkmenlerinin sorunlarının anlaşılmasında küçük de olsa bir katkı sağlayacaktır. Ben de herkese tekrar katıldıkları için teşekkür ediyorum. 


Türk Tarih Kurumu Başkanı 
Prof. Dr. Metin Hülagü 


Sayın Büyükelçiler, değerli devlet adamları ve değerli katılımcılar. Herkese katıldığınız için teşekkür ediyor ve hoş geldiniz diyorum. 
Ben öncelikle böyle bir sempozyumun düzenlemesine katkı sağladığı için ORSAM’a ve Türkmeneli Vakfına teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca biliyor sunuz birkaç gün önce Kerkük vakfı kurucusu İzzettin Bey’i kaybettik. Kendisine Allah’tan rahmet diliyor, ailesine ve yakınlarına sabır temenni ediyorum. Bugün itibariyle baktığınız zaman insanlık tarihinde 30 değişik millet tarafından kurulmuş 30 farklı medeniyetten bahsedilir. Tabi ki bu medeniyetlerin bir tanesi de bize aittir. Türk milletine aittir. Türkler de tarihte medeniyet kurucu bir millet olmuşlar ve bu medeniyeti de dünyanın üç kıtasına yaymışlardır. Fakat fethettikleri ya da hakimiyet kurdukları bu topraklardan bir süre sonra geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Ama geride benim gördüğüm kadarıyla bir kültür havzası bırakmışlardır. Türk kültürünün, Türk tarihinin okunabileceği, Türk değerlerinin varlığını muhafaza ettiği geniş bir kültür havzasıdır. Bugün baktığımızda Hindistan’da 15 milyon Türk olduğunu görüyoruz veya Pakistan’da 5 milyon kadar Türkün varlığından haberdarız. Ortadoğu’da, Suriye’de, Lübnan’da, Irak’ta bir adacık halinde, öyle değerlendiriyorum ben, adacıklar görüyoruz. Türk kültürünün varlığının devam ettiği bu adacıklardan bir tanesi de Irak’tır, Irak Türkmenleridir. 
Adı belki Türkmen’dir, adı belki Kırgız’dır ama neticede Türk adı altında bu adacıkları görmemiz, değerlendirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Aslında bu adacıklar bizim gönül köprülerimizdir. Bu adacıkların en büyüğü de Türkiye’dir. Bu adacıklar Türkiye’nin etrafa saçılmış parçalarıdır, unsurlarıdır. Bu parçaların ana ülkesi olarak Türkiye’nin bu parçalara olan ilgisinin artması, onların dertleriyle hemhal olması gerektiği kanaatindeyim. Tabii ki burada Türk Tarih Kurumu’na ciddi bir sorumluluk düştüğünü düşünüyorum. Türk Tarih Kurumu sadece Türkiye’deki değil Türkiye dışında da yaşayan Türklerin tarihini araştırmak, onları yaymak, tanıtmak konumundadır. Biz de kendi açımızdan kurumsal faaliyetlerimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz. 

Örneğin yakın zamanda Afrika’da bir sempozyum yapmak için harekete geçmiş bulunuyoruz. Ekim sonu gibi gerçekleştireceğiz. 
Hindistan’da Türkler adlı bir sempozyum yapıyoruz. Japonya’da bir faaliyet yapma düşüncemiz var. Sadece Türkiye’deki değil Türkiye dışındaki 
Türklerle de Türk kültür havzası içindeki Türklerle de yakından ilgileniyoruz. 
Tabi ki bunların yeterli olduğunu düşünmüyorum. Daha da değişik faaliyetler yapmak gerektiğine inanıyorum. Özellikle ORSAM’la; özellikle Yunus Emre Enstitüsüyle, onların açtığı kurumlarla işbirliği içerisinde bizim de üzerimize düşen sorumluluklar olduğuna inanıyorum. Bu sempozyumun gönül köprüleri, gönül adacıkları kurulması yönünde başarılı olmasını temenni ediyorum. Katılımcılara saygılarımı sunuyorum. 


Erşat Hürmüzlü 
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı 


Sayın Bakanlar, Sayın Büyükelçiler, sayın başkanlar, değerli konuklar ve basın mensupları. Bugün Ortadoğu diye nitelendirdiğimiz, bir zamanlar iki Türk devleti, Osmanlı ve Selçuklu devletlerinin parmak izlerini taşıyan bir bölgedir. Burada Oğuz boylarının varlığı ya bilinmemekte veyahut da göz ardı edilmektedir. Hâlbuki Süleyman Şah ki Ertuğrul Gazinin babası ve Osmanlı hanedanlığına adını veren Osman Bey’in dedesi, bugün Suriye topraklarında Fırat nehrinin yakınında metfundur. Şam’da Süleymaniye tekkesi, Halep’te Hüsreviye Külliyesi, Bağdat’ta Muradiye Camisi, Kerbela’da şair Fuzuli’nin mezarı, Kerkük’te Redif Kışlası, Sena’da Türk Şehitliği, Ürdün’de Salad şehrinde Türk askerlerinin şehitlik anıtı, Suudi Arabistan’da İbrahim Paşa Karargahı ve buna benzer binlerce eser ve hatıra bu bölgede yaşayan soyumuzun, medeniyetimizin birer yadigarıdır. 
Neredeyse Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzde onu kadar olan bir topluluk hakkında ne biliyoruz? Sanırım bir göz atmamızda ve onları hayırla yâd edip hatırlama mızda yarar vardır. Fahri kâinat Peygamberi Efendimiz der ki, “Dostlukta birbirlerini sevmede müminlerin durumu, bir vücudun örneği gibidir ki, o vücudun bir uzvu hastalandığında geriye kalan uzuvlar da ateş, ısı ve uykusuzluğa düçar olur”. Hadislerin bize gösterdiği yol her zaman ışık tutmalıdır. Aynı ümmetin aynı soyu olan bizler de bundan feyz alarak birbirimizi sevmeli, hiç olmazsa ortak dertlerimizi göz ardı etmemeliyiz. Soydaşlarımızın ve dostlarımızın topraklarındaki acıları azıcık da olsa hafifletecek çalışmaları çok önemsiyoruz. TİKA’nın, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın, Kızılay’ımızın ve diğer kuruluşlarımızın bu sahada yaptıklarını takdirle anımsıyor ve bu uğraşların daha da güçlenerek devam etmesini diliyoruz. Sevgili dostlar biz bir milletin fertleriyiz, bunun bilinci içinde hareket etmemiz çok önemlidir. Türkiye dışında yaşayan Oğuz boylarının bulunduğu ülkelerde sadakat normaldir hatta zaruridir. Hepimiz bunun bilinci içindeyiz. Türkiye olarak komşu ülkelerle olan sınırlarımızı kutsal ve saygın görüyoruz ancak aradan kaldırmak istediğimiz sınırlar da vardır. 
Onlar kalplerimiz, duygularımız ve muhabbetimiz arasındaki yapay sınırlardır. Buna inanarak hepimiz bunun sevincini yaşarız. Neredeyse bir ilki gerçekleştiren bu sempozyumu hazırlayanları, emek verenleri ve teşrifleriyle zenginleştirenleri kutluyorum. Bu yolun yolcusu olan bizler bu çalışmaların bilimsel araştırmalarla zenginleştirilerek devam etmesini canı gönülden istiyoruz. Ankara’ya hoş geldiniz dostlar, öteki duraklarınızda da verimli çalışmalarınızı bekliyoruz. Geldiğiniz topraklara döndüğünüzde buradaki kardeşlerinizin selam ve sevgilerini 
iletiniz. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. 


 < Dışişleri Bakanı Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Mesajı 

    Nazik davetinizi aldım. Yurt dışı programım nedeniyle çok istememe rağmen sempozyuma katılamıyorum. Doğru bir zamanda Ortadoğu Türkmenlerini ele alan bu bilimsel sempozyumu düzenlemeniz önemlidir. Bugün Ortadoğu’da cereyan eden gelişmeleri yakından takip ederken bu geniş coğrafyada yaşayan soydaşlarımızın siyasi, iktisadi ve sosyokültürel yapılarını, sorunlarını bilmek takip etmekte olduğumuz siyasete ışık tutacaktır. Bugün Türkiye sınırları içinde yaşayan bir insan ne kadar önemliyse, Irak’ta, Suriye’de yaşayan Türkmenler ve Ortadoğu’da yaşayan diğer halklar da bizim için o kadar önemlidir. Türkiye, pek çoğunun ülkelerinde yaşanan istikrarsızlığın neden olduğu koşullarla boğuşan Ortadoğu Türkmenlerinin yanındadır. Sorunlarını çözmek için yardımcı olmakta ve her türlü siyasi, iktisadi, sosyokültürel sorunlarını çözmek için çaba sarf etmektedir. Ortadoğu Türkmenlerinin kendi toprakları üzerinde özgür, milli bir değer olmaları Türkiye’nin sorumluluğu içindedir. Irak, Suriye, Lübnan’dan gelen soydaşlarımıza hoş geldiniz der, sempozyumun başarılı geçmesini temenni ederim. >

Başbakan Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Emrullah İşler’in Mesajı 

Oğuz boyları akıncılarının Irak ve Suriye’de görünmeye başlamasıyla geçmişi 7. yüzyıla dayanan Türkmenler, giderek Ortadoğu’nun asli unsuru haline gelmişler dir. Yoğun olarak 10. ve 11. yüzyıllarda devam eden Türk göçleri, Tolunoğulları ile yerleşik bir hayata geçilmiştir. Türklerin yerleşimi 11. yüzyılda Selçukluların bölgeye gelmesi ile devam etmiştir. Buradaki Türk boyları, 1096 yılında Haçlı seferleri başladığında Selahattin Eyyubi komutasındaki Müslümanlarla birleşmek suretiyle Haçlılara karşı bölgeyi savunarak bu coğrafyanın asli unsuru olduklarını göstermişlerdir. 

Arap Baharı sürecinin başlamasıyla Ortadoğu’da uzun yıllar boyunca üstü örtülen yeni toplumsal dinamikler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dinamiklerden biri Türkiye açısından soydaş olmamız nedeniyle ayrı bir önem taşıyan Türkmenler dir. Bölgedeki Türkmen kökenli nüfusun kesin sayısı hakkında net bilgi bulunmamakla birlikte, Suriye’de 3-3,5 milyon, Irak’ta 2 milyonun üzerinde, Lübnan’da 10 bin civarında Türkmen soydaşımızın olduğu tahmin edilmektedir. Bölgenin sosyal yapısının heterojen niteliği göz önüne alındığında bu rakam siyasal sürece etkisi bakımından son derece önemlidir. 

Ortadoğu tarihini yakından bilenler, Türkmenlerin bu coğrafyanın ayrılmaz bir parçası olduğunun bilincindedirler. Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Türkmenler, yaşadıkları ülkelerin asli birer unsuru olarak önemli katkılarda bulunmuşlar, bulunmaya da devam edeceklerdir. Kuşkusuz son dönemde yaşanan gelişmeler tüm bölge halkı gibi Türkmenleri de derinden etkilemiştir. Geçmiş dönemlerin siyasi iradelerinin diğer birçok hususta olduğu gibi Türkmen politikasında da günü kurtarıcı, stratejik karakteri olmayan, vizyonsuz politikaları ülkemiz açısından ciddi dezavantajlar doğurmuştur. Ancak AK Parti hükümetleri olarak göreve geldiğimiz günden itibaren başta Irak, Suriye ve Lübnan olmak 
üzere bölgede yaşayan tüm Türkmenlerin sorunlarına hassasiyetle yak-laşarak çözüm yollarını aradık. 

Türkiye olarak, Irak’ın istikrar ve refahına önem atfettiğimiz gibi, Irak Türkmen toplumunun da Irak’ın bütünlüğü içerisinde demokratik haklarını haiz şekilde barış ve huzur içinde varlığını sürdürmesini arzu ediyoruz. Bu arzumuz bölgenin diğer ülkelerinde yaşayan Türkmenler için de geçerlidir. Ortadoğu’nun istikrar ve bütünlüğü Türkiye’nin barış ve huzuru için de çok önemlidir. Zira yakın komşumuz olan coğrafyalarda meydana gelen herhangi bir huzursuzluk, doğal olarak bizleri de üzmekte ve rahatsız etmektedir. Bu bağlamda, Türkmenlerin içinde yaşadıkları toplumlarda, gerek siyasi, gerek ekonomik, gerekse sosyal ve kültürel alanda haklarının korunması önem taşımaktadır. 
Irak’ın genelinde kötüleşen güvenlik durumuna paralel olarak, Türkmen soydaşlarımızın yoğunlukla yaşadığı bölgelerde meydana gelen terör olayların da, bir kısmı Türkmen toplumunun önderlerinden olmak üzere çok sayıda Iraklı kardeşimizin hayatını kaybetmesinden büyük üzüntü duyuyoruz. Irak’taki terör saldırılarında yaralananlar için imkânlarımızı seferber etmekte, gerektiğinde tahliye operasyonları ile yaralıları ülkemize getirerek terör mağdurları ve ailelerinin acısını hafifletmeye çaba sarf etmekteyiz. 

Irak’ın anayasa ile garanti altına alınan çoğulcu yapısında, bu ülkenin kurucu unsurlarından olan Türkmen toplumunun kritik bir konumu vardır. 
Irak Türkmenlerinin dil, kültür ve kimliklerini muhafaza edebilmeleri en büyük temennimizdir. Türkmen soydaşlarımıza bu bağlamda destek olmayı üzerimize bir borç biliyoruz. 

Bölgedeki Türkmen toplumunun varlığının bu ülkelerdeki etnik ve dini mozaik içinde korunması ve kadim yaşam tarzı ile kültürünü gelecek nesillere aktarmasının sağlanması ülkemizin Türkmen politikasının asli unsurlarındandır. 

Bu çerçevede, ilgili ülkelerdeki muhataplarımızla yaptığımız görüşmelerde, Türkmen soydaşlarımızın güvenlik ve huzurunun sağlanması ile anayasal hak ve hürriyetlerinin garantiye alınması hususları başlıca gündem maddelerimizi teşkil etmektedir. 

Irak’ta 30 Nisan 2014 tarihinde gerçekleştirilen parlamento seçimlerinin genelde Irak, özelde ise Türkmen toplumunun daha parlak bir geleceğe adım atması için önemli bir aşama olmasını diliyoruz. 
Türkmen toplumunun Irak siyaset sahnesinde hak ettiği yeri alması, anayasal çerçevede kendilerine sunulan haklardan azami derecede istifade etmeleri için, bugüne kadar olduğu gibi önümüzdeki dönemde de elimizden gelen desteği vermeye hazırız. 

Türkmenlerin siyasi görüşleri, dini anlayışları ve yaşadıkları bölgeler itibarıyla olabilecek nispi farklılıklarının, bir kültür zenginliği olarak addedilmesi, her türlü ayrımcılığa karşı Türkmen toplumunun kararlı bir duruş sergilemesi önem arz etmektedir. Önemli olan Türkmen soydaşlarımızın kardeşlik ve barış içinde yaşaması, hep birlikte daha müreffeh bir coğrafya için çalışmasıdır. 

Suriye’deki devrim mücadelesinin ön saflarında yer alan ve bu uğurda yüzlerce şehit veren Türkmen kardeşlerimiz, hiç şüphesiz Suriye’nin geleceğinde hak ettikleri yeri alacaklardır. Türkmen kardeşlerimizin bu haklı mücadelelerinde gereken her desteği sağlamakta kararlıyız. 
Ortadoğu’daki sorunların kavranmasında adil ve gerçekçi çözümler üzerinde durulması, uzlaşmacı inisiyatifleri cesaretlendirecektir. Söz konusu çerçevede, Türkiye yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın tesisi için yapıcı katkılarını sürdürecektir. Cepheleşen eksenlere dahil olmadan, taraflar arasında diyalogun tesisini kolaylaştırmaya devam etmesi, tutarlı ve uzlaştırıcı politikalarıyla sağladığı uluslararası desteği en etkili biçimde değerlendirebilmesi bölge devletlerinin ve halklarının ortak menfaatidir. 

Öte yandan, Ortadoğu coğrafyasında dağınık bir halde yaşayan Türkmenler arasında birlik ve beraberliğin muhafazası önem taşımaktadır. 
Gerek ülkesel, gerek bölgesel düzeyde bu birlik ve bütünlüğün sağlanabilmesini teminen farklılıkların ya da kişisel çekişmelerin bir kenara bırakılarak, ortak paydaları ve hedefleri ön plana çıkaran bir anlayışla hareket edilmesi zaruridir. 

Nitekim, Suriye’deki ihtilaftan kaçarak Lübnan’a sığınan Türkmenlere kucak açan Lübnanlı Türkmen kardeşlerimizin sergiledikleri kardeşlik ve birliktelik duygusu, Türkmenler arasındaki kuvvetli bağların en güzel göstergesini teşkil etmektedir. Bu birlik ve beraberliğin bölgesel düzeyde güçlendirilmesi, Türkmen davasının geleceğine önemli katkı sağlayacaktır. 
Ülkemiz, bölgedeki Türkmen kardeşlerimizin durumlarıyla yakından ilgilenmekte, her fırsatta Türkmenlerin haklarını gözeten bir siyaset izlemektedir. Komşu coğrafyalarda yaşayan Türkmen toplumunu bölge ile aramızda bir dostluk köprüsü olarak görüyoruz. 

Ülkemiz bölge ülkelerindeki her kesimle ilişkilerinde kapsayıcı tutumunu devam ettirmekte, ayrımcılığın her türlüsünden uzak, dostane bir yaklaşım benimsemektedir. 
Türkiye’nin her zaman olduğu gibi bundan sonra da Türkmen davasına gereken her türlü desteği vereceğinden şüphe duyulmamalıdır. Bu çerçevede, ORSAM bünyesinde bir birim olarak kurulan Ortadoğu Türkmenleri Programı, son derece büyük bir önem arz etmektedir. 


<  Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün Mesajı 

Değerli Katılımcılar, 
Kıymetli Misafirler, 

Ortadoğu’nun içinden geçtiği bu çalkantılı dönemde Türkmen kardeşlerimizle ilgili bu önemli sempozyumu düzenleyen ORSAM yetkililerine ve organizasyonda emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Bölgenin farklı yerlerinden Ankara’ya gelen Türkmen misafirlerimize ve tüm katılımcılara en samimi hislerimle hoş geldiniz diyorum. 

Türkmen kardeşlerimiz, Ortadoğu’nun asli unsurlarıdır. Devletler ve siyasi yapılar değişse de, Türkmenler bu topraklarda baki kalmışlardır. 
Zamanında Hac Yolu’nun bekçiliğini yapan bu fedakâr kardeşlerimiz, her daim vatandaşı oldukları ülkelere sadakatle bağlı olmuşlar ve toplumsal hayata katkı sağlamışlardır. Ancak bunu yaparken, en zor dönemlerde bile kimliklerine, kültürlerine ve öz değerlerine sahip çıkmışlardır. 

Türkiye olarak, dünyanın neresinde olursa olsun, soydaş ve akraba toplulukların refah ve saadetini önceliklerimiz arasında görüyoruz. Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin başta olmak üzere, yakın çevremizde yaşayan Türkmen kardeşlerimizin huzur ve mutluluğunu, kendi saadetimizden ayrı tutmuyoruz. Ortadoğu’daki Türkmen kardeşlerimizin hak ve hukuklarının korunması ise değişmez dış politika hedeflerimizdendir. 
Bu kapsamda, Irak’ın anayasayla garanti altına alınan çoğulcu yapısında, bu ülkenin asli unsurları olan Türkmenlerin de haklarını güvence altına alarak yerlerini almalarına büyük önem veriyoruz. Irak halkının tüm unsurlarını kardeş ve akrabaları olarak gören ve her kesimle yakın ilişkileri bulunan ülkemizin, Türkmen soydaşlarımızın anayasal haklarından yararlanarak dillerini, kültürlerini ve kimliklerini muhafaza etmelerine yönelik desteği tamdır. 
Suriye’de meşruiyetini yitiren Rejimin baskı ve zulümleri karşısında onur mücadelesini sürdüren ve bu uğurda çok sayıda şehit veren Türkmenlerin 
hak ve hukuklarının korunması elzemdir. Türkmen kardeşlerimiz, bu amaçla Suriye Türkmen Meclisi çatısı altında bir araya gelmişlerdir. 
Türkiye olarak, kendilerine gerekli tüm desteği sağlamakta kararlıyız. Şahsen ben de konuyu çok yakından takip ediyorum. 

Bu vesileyle, Lübnan’daki Türkmen kardeşlerimizin Suriyeli Türkmenlere kapılarını açarak sahip çıkmalarından duyduğumuz memnuniyeti vurgulamak isterim. Kardeşlik hukukunun gereğini vefakârca yerine getiren Lübnanlı Türkmen kardeşlerimizin tavrı her türlü takdire şayandır. 
Filistinli Türkmenlerin de Filistin toplumunun ayrılmaz bir parçası olarak varlıklarını huzur ve refah içinde devam ettirmesi en samimi arzumuzdur. 
Böylesine zor dönemlerde birlik ve beraberliğin önemi daha da artmaktadır. Atalarımızın “ Birlikten Kuvvet Doğar ” şiarının doğruluğu çok daha 
iyi anlaşılmaktadır. 
Ortadoğu coğrafyasında yaşayan tüm Türkmen kardeşlerimizin, sıkıntılarının aşılması için tek vücut ve tek sesle hak, hukuk, özgürlük ve insanca yaşama mücadelelerini sürdüreceklerine güveniyoruz. Her zaman olduğu gibi sorunlarının barışçıl yollardan halli için gayret sarf edeceklerinden ve bu yöndeki çabalarında beraber yaşadıkları tüm kesimlerle irtibat ve dayanışma halinde hareket edeceklerinden şüphe duymuyoruz. 
Türkiye’deki kardeşleriniz, bu yoldaki mücadelenizde sizlere elinden gelen her türlü yardım ve desteği sağlamayı sürdürecektir. 
Bugün gerçekleştirilecek görüşmelerin, Ortadoğu Türkmenlerinin sorunlarının çözümüne önemli katkılarda bulunması temennisiyle, hepinizi en 
kalbi hislerimle selamlıyor ve başarılar diliyorum. >

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***