Selcan Taşçı 2023 Lider Ülke Türkiye Platformu’nun hukukçu üyeleri tarafından hazırlanan bir raporu özetleyeceğim bugün. Konuya geçmeden önce -malum “2023”, sahipleri “yok mu arttıran” dedirtecek hızla çoğalan bir hedefin adı- oluşabilecek yanlış anlamaları, algı karışıklıklarını önlemek üzere bir tür kimlik tespiti yapmalı: Her şeyden önce bu “2023” ; AKP’nin “intihal eseri” olan “2023” değil! Adını, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yıllar önce ortaya koyduğu “2023 Lider Ülke Türkiye” vizyonundan alan platformun bütün üyeleri Türk Milliyetçisi. Resmi biraz daha netleştirmek gerekirse, hayatlarının çeşitli dönemlerinde “ülkücü hareket”in çeşitli kademelerinde görev almış (halen görevde olanlar da var) isimler her biri. “Hayatlarının çeşitli dönemleri” dediysem, bir aksakallılar grubu da değil karşımızdaki; genç, -hadi gençlere haksızlık olmasın- orta yaşa merdiven dayamışlar arasındaki bir tür “kuşak” buluşması/dayanışması aslında onlarınki. Ayda bir düzenledikleri toplantılarda gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, siyasetçilerle bir araya geliyorlar. İlber Ortaylı’dan Yusuf Halaçoğlu’na, Ahmet Hakan’dan Alev Alatlı’ya, Rıza Zelyut’tan Cüppeli Ahmet Hoca’ya kadar geniş bir yelpazeden konukları oldu bugüne kadar. Ek olarak bir de dergi çalışmaları var. Hoca’nın dediğini yap yaptığını yapma durumu yok Girişte bahsettiğim raporun konusu 30 Eylül 2013 günü Tayyip Erdoğan tarafından açıklandıktan sonra hiç vakit kaybetmeden uygulamasına geçilen ve adına da “Demokratikleşme” denilen “paket”. İki haftadır bu konuda sayısız görüş beyan edildi. Benim, bunların içinden özellikle 2023 Lider Ülke Türkiye Platformu raporunu konu etmemin nedeni, seversiniz sevmezsiniz ayrı konu ama, mevzu bahis “demokratikleşme” ise, bu platform, bu konuda konuşmaya “hakkı” bulunan az sayıdaki oluşumdan biri. Çünkü özelliklerinden biri demokrasiyi önce, ısrarlı ve istikrarlı biçimde kendi içlerinde işletebilmeleri. Hocanın dediğini yap ama yaptığını asla durumu yok yani! Her üyenin eşit söz hakkına sahip olduğu platformun başkanı, her dönemde seçimle yenileniyor. 3-3,5 yıl içinde periyodik olarak 6 üye bu sorumluluğu üstlendi; şimdiki başkan olan Atilla Çakar yedincisi. “Farklı dil ve alfabe” AİHM kararlarına da aykırı Gelelim Raporun içeriğine: “Farklı Dil ve Lehçelerde Propaganda, Özel Okullarda Farklı Dil ve Lehçelerde Eğitim, Köy İsimlerindeki Yasal Engelin Kalkması, Q-X-W Harflerinin Kullanımının Serbestisi” ne “kamuda Türkçe dışındaki dillerin kullanımının önünü açacağı” gerekçesiyle itiraz eden platform üyelerinin AİHM kararlarından verdiği örnekler çarpıcı. Mesela, Hollanda, Fryske dilini idari ve siyasi kurumlarda yasaklayınca, “düşünce özgürlüğünün” ihlal edildiği iddiası ile AİHM’e başvuran Fryske Ulusal Partisi’nin talebi “AİHS’nin 10. Maddesi (...) kamuda isteyenin istediği dili kullanma özgürlüğünü garanti altına almaz” denilerek reddediliyor. Bir diğer örnek Fransa’dan. Çocuklarına koydukları “Marti” adının, Katalan dilindeki telaffuzu ve harfleriyle nüfusa kaydedilmesini isteyen, ancak nüfus memurunun bunu kabul etmemesi üzerine ayrımcılık ve çocuğun psikolojisini olumsuz etkileyebilecek bir uygulama olduğu gerekçesiyle AİHM’e başvuran Alain Baylac Ferrer ve Natalie Suarez çiftine verilen cevap şöyle: “Devletlerin dil birliği amacıyla belli bir dil politikasını uygulamaları mantıklı ve o devletlerin egemenlik sahaları içerisinde kendi tasarruflarıdır.” Yani “ Azınlıklara ait ya da etnik dillerin kamusal/resmi alanda kullanımı bir devletin egemenliğinden taviz verme anlamına gelir.” “Yeniçeri İsyanları” nı mı özlediler? Rapordaki bir diğer dikkat çekici ayrıntı siyasi partilere üyelikle ilgili. Bunun, anayasanın eşit davranma ilkesine gölge düşüreceğini savunan platform üyeleri, özellikle TSK, Emniyet ve İstihbarat mensuplarının siyasi parti üyesi olmalarının “Türk devlet tarihinde yaşanan Yeniçeri isyanları, Balkan Harbinde yaşanan ordu içerisindeki siyasi çekişmeler gibi büyük kaoslara kapı aralayacağı ve yeni 31 Mart Vakalarına yol açacağı” görüşünde. Bu konudaki diğer çekince -özellikle terör eylemlerinden- devlete karşı suçlardan hüküm giymiş kişilerin siyasi partilere üyeliklerinin, siyasi partileri terör örgütlerinin şubesine dönüştüreceği ve terörü siyasallaştıracağı biçiminde. “Andımız”ı kaldırmak antidemokratik bir tavır “Andımız”ın kaldırılması konusunda Gezici Araştırma Şirketi’nin halkın yüzde 88.7’sinin buna “Hayır” dediğini gösteren anketini ve çocuklarının “Andımız”ı okumasından yana olan ailelerin durumunu hatırlatan platform üyeleri “Andımızı okumak isteyen öğrencilerin bu haklarının ellerinden alınmalarını antidemokratik bulmaktayız” diyor. “Kamuda başörtüsü serbestisi”ne dair değerlendirme, Türkiye’de bunu yasaklayan bir anayasal ya da yasal düzenlemenin zaten bulunmadığı hatırlatmasıyla başlıyor. Rapor paketin kendi içindeki bir çelişkinin de altını çiziyor: Başörtüsünün hakim ve savcıların tarafsızlığına gölge düşüreceği söyleniyor ama aynı hakim ve savcıların siyasi partilere üye olmasının önü açılıyor! Ve “şapkadan ne çıkacağı” muallak “nefret suçu” mevzusu. “Bu konunun yargının yorum ve takdir alanına bırakılmaması, aksi halde nefret suçu adı altında düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanacağı” uyarısında buluyor 2023 mensupları. Raporun tamamı hayli uzun ve detaylı. Merak edenler 2023 Lider Ülke Türkiye Platformu’nun internet sitesinden erişebilirler. ***
Rıza Zelyut, 28 OCAK 2011 KÖŞE YAZARLARI YAZILARI.,
Dün; 2. Dünya Savaşı'nda ve öncesinde Almanların yaptığı Yahudi soykırımı anıldı. Naziler; kamplara doldurduğu 6 milyon Yahudi'yi buralardaki gaz odalarında yok etmişlerdi. Bu kamplardan birisi de Polonya'daki Auschwitz idi, burası soykırım (holokost) kurbanlarının sembolü oldu. Auschwitz Kampı, 27 Ocak 1945’te, Sovyet askerleri tarafından ele geçirilip kalanlar kurtarılmıştı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, bu tarihi, Yahudi Soykırımını Anma Günü kabul etti. Dün; Türkiye'de de Neva Şalom Sinagogu'nda bir anma toplantısı vardı. Ama haberlere baktığımda bu önemli günden ve ülkemizdeki durumdan hiç söz edilmediğini gördüm. İnsanlığın ortak belleğinin dışına düştüğümüzü bundan iyi ne gösterir ki... Milyonlarca insanın katledilmesini hatırlamayan bir toplumsal bellek; hasta bir bellektir. O günlerde Türkiye; sırtına Alman silahı dayanmış olmasına karşın; Yahudilere kucak açmıştır. Peki şimdi kimden korkuyoruz? İSRAİL'DEN VURMAK Şu sözde aydınlar; sözde insan hakları savunucuları görmek istemese bile, biz insanlık vicdanının sesi olarak yazacağız: AKP iktidarları zamanında Türkiye'de Yahudi düşmanlığı hızla yaygınlaştırıldı. Bu düşmanlık; halkın içinden gelen bir duygu değildir. Bu düşmanlık; halka dayatılan siyasi düşmanlıktır. İktidar partisi; İsrail hükümetinin yanlışlarını kullanarak; Müslüman halkın önemli bir bölümünü Yahudi düşmanı yapıp kendi partisinin gönüllü oy deposu haline getiriyor. Başbakan Erdoğan'ın İsrail ile yürüttüğü çatışma politikası; alt tabakaların bilinç altında var olan Yahudi karşıtlığını depreştiriyor. Böylece; iktidara bağlı bir seçmen kitlesi ortaya çıkartılıyor. Van minüt çıkışı... Çatışma olacağı belli iken, bu hükümetin o malum vakfa sattığı Mavi Marmara gemisinin Gazze'ye yollanması... İsrail ile gerilimin en tepede tutulması... Müslümanları savunmak için değil; içerideki seçmeni politize edip AKP'ye yapıştırmak taktiğinin bir yansıması oldu. Öyle olmasa ABD'nin Irak'ta, Afganistan'da yüz binlerce Müslümanı katletmesine de bir tepki gösterirdi hükümet. Hiç ağzını açıyor mu bu konuda Başbakan Erdoğan... Başbakan'ın İsrail'e yaptığı politik çıkışları; cami cemaatine derhal Yahudi karşıtlığı olarak yansıyor. Gidin, aralarına girip biraz sohbet edin; doğan fanatik havayı hemen anlarsınız... Giderek büyüyen ve AKP'nin yeminli seçmeni gibi davranan Yahudi düşmanı seçmen profili, Türkiye'nin geleceğini de tehdit ediyor. Ülkemiz; bu tür fanatikleştirme yoluyla çağdaş yaşam tarzından kopartılıyor. Bakın ülkemizdeki Yahudilere; gerçeği görün... Bu insanlar; susmuş durumdalar; nefes almaktan bile çekiniyorlar. Bu Türkiye midir çağdaşlaşan Türkiye? DÜNYAYI TANIMAK İÇİN Kemal Atatürk; 'Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli; kültürdür' derken; cehalete karşı yürüttüğü savaşı özetlemişti. Cumhuriyet kurulurken okumuş insan sayısı yüzde bir kadardı. Eğitime verilen önemle; yeni bir toplum ve yeni bir devlet yaratıldı. Cumhuriyet insanı kitap okuyarak modernleşmeyi yakaladı. Ben de ailelere; çocuklarına ve kendilerine kitap almalarını öneriyorum. Bırakın televizyonu, interneti. Orası beyninizi çürütür ama kitap sizi yeniden yaratır. Son zamanlarda okuduğum kitaplardan birkaçı şöyle: *Erol Sarıal'ın çalışması olan KÜRESEL SÜRTÜKLER (Kripto Yayınları) Bu kitap; Türkiye'nin yaşadığı çalkantıların nedenini, niçinini ortaya koyuyor. İçeride ve dışarıda cumhuriyet rejimine kurulan tuzakların üstündeki örtüyü kaldırıyor Erol Sarıal. *Vural Savaş'ın hazırladığı KİM BU HAİNLER (Bilgi Yayınevi) Bu çalışma da büyük hukukçumuz Vural Savaş'ın belgeleri konuşturduğu bir eser. Sayın Savaş; bilgileri, haberleri derleyerek kendi bakış açısıyla sunuyor. Böylece; dünyayı daha doğru bir gözle görmenizi sağlıyor. *Kenan Demirkol'dan GDO: ÇAĞDAŞ ESARET ( Kaynak Yayınları) Beslenmede karşı karşıya olduğumuz büyük tehlikeyi de bu çalışmadan öğreniyorum. ****
ÜLKEMDE SİYASİ YAPI MAALESEF BU.. ( DİDİŞME ÜZERİNE SİYASET..) KARŞILIKLI SİYASİ SÖYLEMLER EŞLİĞİNDE GÜNÜ KURTARMA PROVALARI.! SEN ŞUNU DEMİŞTİN BEN BUNU DEMİŞTİM. YÜRÜYEN MERDİVENE TERSTEN BİNDİ.., ATTAN DÜŞTÜ.., İNSAN BİRAZ ADAM OLUR...
VİDEOLARI SEYRETTİKÇE TÜRK KAMUOYU ÖNÜNDE YAYINLANDIĞINA GÖRE DÜŞÜNMEMİZ LAZIM..
( BİZİ KİMLER NASIL BİR SİYASİ BİLĞİ BİRİKİMİYLE YÖNETİYOR.)
KEMAL KILIÇDAROĞLU ERMENİ KÖKENLİ BİR AİLEDEN GELİYOR..,
DERSİM ERMENİ Sİ YEMUŞ HANIMIN OĞLU ÇARKÇI KEMAL Almanya Haber Şubat 25, 2011 Türkiye Gazetesi Muhabiri Adem Demir, bugünkü özel haberinde, yazdığı kitapta CHP Liderini anlatan Süleyman Yeşilyurt’un iddialarına yer veriyor. ***** Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni dönmesi mi?
Özgür Erdem Atatürk karşıtı Kılıçdaroğlu (PKK NIN SOKAK OLAYLARINDA ATATÜRK ÜN HEYKELİNİ YAKIP KIRARKEN NEDEN SES ÇIKARMADI PKK YA DESTEK VERDİ http://www.turksolu.com.tr/285/erdem285.htm
Kemal Kılıçdaroğlu, Dersim isyanı tartışmaları sırasında Atatürk’e sahip çıkan Onur Öymen’i istifaya davet ettiğinde belki bir kısım Atatürkçüler şaşırmıştı. Atatürk’ün kurduğu partinin Genel Başkan Yardımcısı nasıl olurdu da Atatürk’ün Dersim isyanını bastırmasını eleştirebilirdi?
Ancak zamanla ortaya çıktı ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun öne çıkan kimliği Atatürkçülüğü değil, Dersimli olmasıydı. Dikkat edin Tuncelili demiyoruz, Dersimli diyoruz. Neden mi?
Kılıçdaroğlu’na bir röportajda soruyorlar, emekli olunca ne yapmayı düşünüyorsunuz. Yanıtı şu:
“Ben tarihe çok meraklıyım, özellikle Dersim tarihine. Bu konuda çok sayıda kaynak bilgi doküman var. Emekli olunca Dersim tarihini yazmak istiyordum, maalesef buna hiçbir zaman olanak olmadı.”
Her şeyden önce Türkiye’de Dersim diye bir bölge yok. Öyle bir ilimiz de... Atatürk Dersim’in ismini 1935’te Tunceli olarak değiştirmişti...
Bu klasik bir PKK söylemidir. Onlara göre Tunceli Dersim’dir, Diyarbakır Amed, Kars ise Serhad...
Tunceli’ye ısrarla Dersim demek Atatürk karşıtlığından başka bir anlama gelmez.
Tabii Kılıçdaroğlu’nun Atatürk karşıtlığı bununla sınırlı değil. Dersim isyanıyla ilgili şunları da söylemişti:
“Dersim coğrafyasında yaşanan olay, bir insanlık dramıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar, o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünlere geldiler. O dönemde yapılan çok ciddi, insanlıkla bağdaşmayan olaylar oldu.” Yine klasik PKK söylemi değil mi?
Ancak bu söylemin ardında Kılıçdaroğlu’nun siyasal bir tercihinin değil, tarihsel bir kininin olduğunu ortaya koymamız gerekiyor.
Çünkü kısa bir araştırma gösteriyor ki, Kılıçdaroğlu’nun akrabaları bizzat Dersim isyanına katılmış insanlar... Kılıçdaroğlu önderin kim: Seyit Rıza mı Atatürk mü?
Dersim isyanı 21 Mart 1937 gecesi Harçik köprüsünün yakılmasıyla başlar. İsyanı başlatan Dersim aşiretlerinden biri olan Kureyşandır.
Kureyşan, Kılıçdaroğlu’nun ailesinin de bağlı olduğu aşiret. Dersim isyanı lideri Seyit Rıza da aşiretin mensuplarından...
Bu aşiretin birkaç kolu var. Birisi Haydaran. Kemal Kılıçdaroğlu işte bu kola bağlı.
Haydaran Dersim isyanına en başından beri katılan 3 aşiretten biri. Ve iki yıl süren Dersim isyanını bastırma harekatında en son teslim olan aşiret. Yani en azılı devlet düşmanı olanları...
Hatta isyan bastırıldıktan sonra elebaşı Seyit Rıza ile birlikte asılan aşiret liderlerinden Hasan, Kureyşan aşiretinin reisi Ulkiye’
nin oğlu. Yani Kılıçdaroğlu’nun akrabası. Çok yaşlı olduğu için idamdan kurtulan Kamer Ağa da Haydaran aşiretinin reisidir. Yani o da Kılıçdaroğlu’nun akrabası...
Anlayacağınız, Kılıçdaroğlu “insanlık dramı” derken bunu hümanist duygularla değil, akrabaları isyan ederken öldüğü için söylüyor.
Kılıçdaroğlu kendi köklerine sahip çıkıyor. “Atatürk mü Seyit Rıza mı” deseniz yaşananların bir insanlık dramı olduğunu söyleyerek Seyit Rıza’yı tercih ediyor...
Öyleyse CHP’lilere soruyoruz: Kökünü Atatürk’te bulan birisi mi CHP Genel Başkanı olmalı yoksa Seyit Rıza’da arayan biri mi? Kılıçdaroğlu soyadını niye değiştirdi?
Kılıçdaroğlu’nun söylediği bir şey daha var. Karabulut olan soy isimlerini değiştirmişler. Gerekçe olarak ise “Köyümüzde Karabulut soyisimli yedi aile vardı” diyor. Ama gerçeği daha sonra ağzından kaçırıyor. Dedesinin dedesinin Osmanlı döneminde ünlü bir eşkıya olduğunu söylüyor.
Anlayacağınız soylarındaki eşkıyalığı unutturmak için soy isimlerini değiştirmişler. Babası memur olmaya karar vermiş, bu yüzden de “eşkıya” geçmişlerini saklamak istemiş.
Burada “eşkıyalığı” biraz açalım. “Eşkıya” bazen sempatik gelebiliyor Türk insanına. Sonuçta Köroğlu gibi halk kahramanı haline gelmiş eşkıyalar da var. Ege’de pek çok çete reisi de Kuvayı Milliye’ye katıldı.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun dedesi “olumlu” olarak görülebilecek bir eşkıya ya da sıradan bir kanun kaçağı değil. Çünkü bağlı bulunduğu Haydaran aşireti, devlete karşı sürekli ayaklanan bir aşiret. Ve Kılıçdaroğlu’nun bahsi geçen dedesinin dedesi de bu ayaklanmalara katılan, belki de liderlik yapan bir eşkıya... Yani Seyit Rıza’dan bir farkı yok... Peki neler olmuş bu ayaklanmalarda?
1937 Dersim isyanı Dersim aşiretlerinin tek isyanı değildir. 1847’den itibaren Osmanlı devletine karşı defalarca ayaklanmışlardır.
Bunların en zor bastırılanı 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rusların da yardımını alarak başlattıkları isyandır. Kılıçdaroğlu’nun mensubu bulunduğu Haydaran aşireti de bu isyanın elebaşıdır.
Haydaranlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında da rahat durmamış, Rus Ordusu Erzincan’a kadar geldiğinde Dersim’i de Ruslara bağlayabilmek için 1915 ve 1916’da iki kez ayaklanmıştır!
Anlayacağınız Kılıçdaroğlu’nun “eşkıya” dediği dedeleri, sıradan kanun kaçakları değil, vatan hainidir. Osmanlı’ya karşı Rus Ordusu’yla işbirliği yapmıştır! Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?
Kılıçdaroğlu’nun annesi Ermeni dönmesi mi?
Tunceli’deki Kürtleşen Ermenilerden bahsettiği için bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Halaçoğlu sözlerinin arkasında durmuş ve şöyle demişti: “Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var.” Halaçoğlu’nu şimdi çok önemli bir görev bekliyor. Madem Ermeni dönmelerinin listesi elinde var, bunu yayınlasın. Görelim bakalım Kılıçdaroğlu’nun anne tarafı Ermeni dönmesi miymiş, değil miymiş... Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olduktan sonra Soner Yalçın Hürriyet’te şeceresiyle ilgili bir yazı yazdı. Ve Kılıçdaroğlu’nun ailesinin köklerinin Horasan’a kadar dayandığını anlattı.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun baba tarafından köklerini bu kadar titizlikle araştıranlar, yüzlerce yıl öncesine gidebilenler, ne hikmetse anne tarafı üzerine bir şey yazmıyor. Biraz karıştırınca bu konuda ilginç şeyler ortaya çıkıyor.
Kılıçdaroğlu’nun annesinin ismi Yemuş. Bir Ermeni ismi. Bu konuda doğal olarak pek çok soruya da muhatap oluyor Kılıçdaroğlu. Ancak hiçbirini “Hayır, annem Ermeni değildir” diye yanıtlayamıyor.
Örneğin Rıza Zelyut, Kılıçdaroğlu’yla bir röportaj yapıyor Akşam gazetesinde. Annesinin ismini gündeme getiriyor:
“Annenizin ismi Yemuş imiş. Ermeni misiniz, diye soran birileri varmış.”
Ancak Zelyut’un amacı Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırmak değil, rahatlatmak. Soruyu şöyle devam ettiriyor: “O ismin aslı Yemiş olmalı, değil mi Türkçe...”
Gerçekten de Kılıçdaroğlu, nüfus memurunun azizliğine uğramışız gibi kaçak bir yanıt verebilir bu soruya. Ama o “Evet, haklısınız” diyeceğine şu yanıtı veriyor:
“Böyle soranlar var. Biz hiçbir zaman gocunmadık, annemizin ismi niye öyle diye. Telefon açıp kendisini gazeteci olarak tanıtan kişi ‘Siz Ermeni misiniz?’ diye soruyor. Telefona ablam çıkmış. Cevap verirken ‘Hayır, biz Müslümanız’ diyor. Ablam zaten kırsal bağlamdaki o kıyaslamayı bilmiyor zaten. Gayet saf, hayır biz Müslümanız diyor. Annemin Ermeni, Kürt veya Çerkez olması bizlerin ona olan sevgisini azaltmaz ki sonuç olarak o bizim annemiz.”
Yani annem bir Ermeni değildir diyemiyor. Ermeni olsa bile önemi olmamalı diyor! Kürtleşen Ermeniler
Kılıçdaroğlu’nun anlattıklarında önemli bir gerçek gizli. Ablası Müslümanız diyor. Türk’üz demiyor. Bu aslında utangaç bir şekilde biz Müslümanlaşan Ermeniyiz demekten başka bir şey değil. Yani “Ermeni dönmesi.”
Nereden biliyorsunuz demeyin. O bölgede çok yaygın bir olgudur bu. Tehcir sırasında pek çok Ermeni çocuğun, özellikle Tunceli’de Kürt aşiretleri tarafından evlat edinildiği biliniyor. Bu çocuklar Müslümanlaştırılmış.
Bu konu birkaç ay önce Türk Tarih Kurum Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu tarafından da dile getirilmişti:
“Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak ‘Türkmen asıllı’ olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise ‘Ermeni kökenli’ olduğunu gördük.”
Halaçoğlu bu açıklamasından sonra bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşmış, adeta linç edilmişti. Halbuki, bu yalnız Halaçoğlu’nun bir iddia değil, pek çok tarihçinin kabul ettiği bir olgu.
Mesela Prof. Dr. Hasan Köni şöyle diyor:
“Tehcir sırasında, yerinden olmamak için ‘convert’ olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş, Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var.”
Hrant Dink bile kabul ediyor bunu. Tehcire kaç kişinin tabi olduğunun tartışıldığı bir toplantıda şöyle diyor:
“Aynı dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştur.”
Batılı tarihçi Hans Lukas Kieser ise şöyle diyor:
“Pek çok ipucu, Kürt Aleviliğinin beşiği olan Dersim’in en azından bir bölümünün Kürtleşmiş Ermeni asıllı halklardan oluştuğunu gösterir.”
Halaçoğlu, Ermeni dönmelerinin listesini açıklasın
Kürtleşen Ermenilerden bahsettiği için bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşan Halaçoğlu sözlerinin arkasında durmuş ve şöyle demişti:
“Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var. Tehdit olarak söylemiyorum. Bunları açıklamıyorum, açıklamayacağım da. Şimdi ben bunları öğrenince ne yapayım? Paylaşmayım mı? Bunları Ermenileri kötülemek için söylemiyorum. Bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için kendilerini Kürt Alevi gösterdiklerini söylüyorum.”
Halaçoğlu, bu sözlerinden ötürü Türk Tarih Kurumu başkanlığından alındı. Suçu Türkleri koruması ve tarihsel gerçekleri ortaya koymasıydı. Ancak Halaçoğlu’nu şimdi çok önemli bir görev bekliyor. Madem Ermeni dönmelerinin listesi elinde, bunu yayınlasın.
Görelim bakalım Kılıçdaroğlu’nun anne tarafı Ermeni dönmesi miymiş, değil miymiş...
Yanıtla Kılıçdaroğlu: Türk müsün değil misin?
CHP’nin Genel Başkanı olmuş bir siyasetçiye Türk milletinin “Türk müsün değil misin?” diye sorması kadar doğal bir şey olamaz. Sonuçta CHP Türk’ü yok olmaktan kurtaran Kuvayı Milliye’nin partisi. Türk’ün Cumhuriyetini kuran parti. Türk’ün atası Atatürk’ün partisi...
Ama Türk olmanın Kılıçdaroğlu için önemli olmadığını üzülerek görüyoruz. Rıza Zelyut röportajında bu konuyu da gündeme getiriyor:
“Size ‘Alevi-Kürt’ göndermesi de yaptılar. Peki siz kendinizi Alevi mi görüyorsunuz, Kürt mü görüyorsunuz?”
Soru burada bitmiyor. Annesinin Ermeniliği sorusunda olduğu gibi Zelyut bu konuda da Kılıçdaroğlu’na bir çıkış noktası bırakıyor: “Yoksa bir Türk veya cumhuriyetçi mi görüyorsunuz?”
Kılıçdaroğlu:
“Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyım ama Tunceli’de doğdum babam memurdu. Anadolu’nun değişik şehir ve ilçelerinde bulundum. 21. yüzyıla giren Türkiye’de bu konuları gündeme getirmemeliyiz. İnsanlar yeni bir boyuta girmiş. İnsanları üzmemek, insanları sevmek temel konu bu olmalıdır.”
Gördüğünüz gibi “Türk müsünüz” diye soruluyor, evet diyemiyor... İnsanları sevmekten bahsediyor.
Şimdi diyeceksiniz ki Kılıçdaroğlu’nun etnik kökeninden size ne. Bizim için Türklüğün tanımı Atatürk’ün koyduğu şekildedir: “Ne mutlu Türk’üm diyene.”
Yani biz Atatürkçüler için Türklük etnik bir kökeni tanımlamaz. Türklük bir tarihsel kimliktir. Bir karakterdir. Bir medeniyet anlayışıdır.
Bu yüzden “Ben Türk’üm” diyen birisinin etnik kökenini araştırmayız, karıştırmayız.
Ancak Kılıçdaroğlu gibileri için etnik kökenleri önemli. Dersim isyanı tartışmalarında aldığı tavır tamamen etnik kökeninin bir yansıması. CHP’li kimliğini de bir kenara itip CHP’yi ve Atatürk’ü bir anda eleştiriveriyor.
Öyleyse bizim de Kılıçdaroğlu’nun etnik kökenini ortaya koymamız kadar doğal bir şey olamaz.
Genel Başkanı Türk olmayan bir parti Türk’ü savunabilir mi?
“Kılıçdaroğlu kim” basında en çok sorulan soru bu sıralar. Bu sorunun yanıtını bir de bizden duyun:
– Annesinin Ermeni dönmesi olduğu söylenen,
– Kendisine bir türlü “Türk’üm” diyemeyen,
– Dersim İsyanında Atatürk’e başkaldırmış ve Türk askerine kurşun sıkmış bir aşiretin mensubu,
– Rus işbirlikçisi eşkıyaların torunu. Böyle birisine Türk diyebilir misiniz?
Kendisi bile demiyor ki!
Kılıçdaroğlu çıksın Annesinin Ermeni dönmesi olmadığını kanıtlasın, en azından “Ben Türk’üm” desin, o zaman Türkleri yönetmeye aday olsun.
Bunu yapamıyorsa, etnik kökenine göre kararını versin. Ya Ermenilerin yanına gitsin ya da ABD’nin kucağındaki Kürtlerin... Ama Türkleri rahat bıraksın. http://www.turksolu.com.tr/285/erdem285.htm