KEMAL KILIÇDAROĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KEMAL KILIÇDAROĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eylül 2018 Çarşamba

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 10

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 10


- KEMAL KILIÇDAROĞLU (VAVEK Başkanı)

Sayın Başkan son derece kibar bir ifadesiyle kamu bankalarının denetim dışı tutulmasının pek de bilinçli olamayacağı gibi bir yorum yaptı. 
Son derece haklı. Çünkü bu konuda bu hükümetin bir bakanının imzasıyla yapılan işin anayasaya aykırı olduğu bir dilekçe ile bildirilmiş ve o 
dilekçenin altına da ilgili anayasa mahkemesi kararlan eklenmiştir. Bunu da bilgilerinize sunmak istedim.

- DİNLEYİCİ

- Daha evvel bir çoklarının aylarca evvel durumunu belirten raporlarına rağmen o günşöyle bir şeye rastladım. 
Bir vatandaş parasını almak istiyor. Para yok diyorlar, yarın gel iki gün sonra gel. 
Adama bağırıyor, çağırıyor kim yetkilidir diye ama üç gün sonra bankaya el konulduğunu resmen duyuyoruz. 
Demek ki bilgileri var daha evvelden, bazı tedbirleri var. Şimdi şu hususu bilmek istiyorum çok merak ederim. 
Bir patron konkartoto istiyor. Şöyle gazetelerde aldığımız bilgileri vatandaş duygusu bilgisi olarak lütfen değerlendirin. 
Ne diyor bakıyorsunuz falan banka, filan banka bir çok şirket filan on tane, yirmi tane yere milyonlarla borcu var adamın. 

Ama bu müesseseler bir kişiye kredi verirken "sen kiminle çalışıyorsun, bilançonda nelerin vardır", diye bir tahkik etmeden veriyorlar. 
Bu konkordato kabul edilince bir nevi o hak sahiplerinin hakkının durdurulması,gasp edilmesi manasına gelmiyor mu? 
Niçin buna müsaade ederiz? Birde; adam devlet bankasından kredi alıyormuş, diğer bir bankayı satın alıyormuş. Bu devlet bankasındaki resmi vatandaş, diğeri için hadi özel durum diyelim. O vatandaş sormuyor mu; bu adama bu parayı nerede kullanacaksın? Teminatın nedir,  garantin var mıdır, tekelin var mıdır,kimlerle ne üzerine çalışırsın diye sormadan verilmiştir ki bundan netice alınamıyor. 

O halde bu devlet memuru hakkında niçin bir takibat yapmıyoruz? Öyleyse kanunlar yeterli değil. Yani suçlar kusurlar karşı tarafa verdiği zararla 
orantılı bir seviyede de değil. Bunu ceza kanununda da, diğer meselelerde de kıyaslayabiliriz. Eğer karşıdaki adamı caydırıcı mahiyette bir  cezalandırma yapamıyorsak herkes kanun benim diye piyasaya çıkacak, istediği gibi korkusuz gezecek, köpeksiz köyde değneksiz oynayacaktır. 
Bunu merak ediyorum. Nasıl devlet memurunu affediyoruz? Niçin o adama sormuyoruz? Nasıl verdin bu kadar krediyi diye. 
Bu hususta bir temdir edersiniz memnun olurum.

- KEMAL KILIÇDAROĞLU (VAVEK Başkanı)

- Hemen kısaca yanıtlayayım. En son çıkan işte devlet memurlarıyla ilgili yasada yargılanmaları öngören yasada ilgili memurların ifadelerinin alınabilmesi için ilgili bakanın iznine bağlanmış, ilgili bakan izin vermezse yargı çalışmıyor. Kanun böyle. Bu doğru mu? Hayır. Kişisel olarak doğru olmadığını ben söylüyorum. 
Nitekim bir bankanın genel müdürü hakkında bir savcı beş tane yazı yazdı ilgili bakana. Beş ayrı dosyada ve ısrarla izin istedi. Israrla verilmedi. Fakat biz onu da kıvançla söyleyeyim VAVEK olarak olayın üstüne gittik. Defalarca söyledik televizyonda, televizyon programlarında, gazetelerde ve sonunda bakan iki 
dosya ile ilgili izin vermek zorunda kaldı. Demek ki toplumsal baskı unsuru olduğunuz zaman bazı şeylerden sonuç alabiliyorsunuz. 
Orada açıkça şunu söyledik biz; buna izin vermeyen bakanda bu işin içindedir, o anlama geliyor dedik. 
O bakanda o işin içinde olmadığını kanıtlamak için izin vermek zorunda kaldı. Kimseyi o ilgili bankanın genel müdürü bana telefon açtı. 
Niçin üstümüze bu kadar geliyorsunuz diye. Bende kendisine şunu söyledim; bende eski bürokratım ama bir kişinin ü/erindeki töhmetin kalkması için yargıya gidip aktarması lazım. 
Yoksa bu yük onun sürekli sırtında kalır. 
Yasal mevzuat değişirse sorun kendiliğinden çözülür diye düşünüyorum.

- DİNLEYİCİ

Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Müdürleri Derneği Başkanı. Sorum Sayın Şevket Taş-delen'e olacak. Bu yolsuzluk ayaklarından birinin de vergi daireleri olduğu ve vergi dairelerinde çalışanlar olduğunu ifade etti. Bu değerlendirmenin yargı sonuçlarına dayanarak yapılan bir değerlendirme mi yoksa tahmini bir değerlendirme olduğunu sormak istiyorum. Çünkü bu kamuoyunun önünde söylenebilecek son derece tehlikeli değerlendirmeler diye düşünüyorum. Mükellefler vergilerini öderken zaten bazı tereddütler içindeler. Bu konudaki değerlendirmelerin çok yıpratıcı olduğu kanaatındayım. Bizim bildiğimiz istatistiklere göre yargıda sonuçlanmış, vergi dairesi çalışanları itibariyle istatistikler yok denecek kadar azdır. Eğer son olaylar kastediliyorsa bunlar henüz yargıdaki olaylardır. Kendilerinin ne düşündüğünü merak ediyorum. 
Teşekkür ediyorum.

- ŞEVKET TAŞDELEN (Kaçakçılık Daire Bşk. Yrd.)

Teşekkür ederim hanımefendi. Şimdi ben hassasiyetinizi anlıyorum ama burada panelin başından beri konuşulanların hiçbiri yargı kararına dayanmıyor. Herkes herkesi burada çok rahatça töhmet altında bırakabiliyor. Kaldı ki ben yargı kararına dayanan bilgiler vermedim burada. 
Ben adliye sicil müdürü de değilim. 
Ben konuşmamda da söyledim polis kayıtlarına giren bilgilerden edindiğim izlenimleri aktardım ve bunlar vakadır. Şu anda tutuklu yargılanıyor 
bazı personel. Bu eğer töhmet altında bırakmaksa onu sizin takdirinize bırakıyorum. Bu hem İzmir'den Bursa'daki operasyonlarda tutuklu 
yargılanan bazı personelle ilgili bir değerlendirmedir. Teşekkür ederim.

- DİNLEYİCİ

Halkla ilişkiler ve eğitim birimi uzmanıyım. İki sivil toplum örgütü adına buradayım. Birincisi Ankara Halkla İlişkiler Derneği eski kurucusu ve 
başkanıyım. Diğeri de Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi Halkla İlişkiler Başkanı olarak. Benim sorum öncelikle Mahmut Arslan'a. 
Ben bir eğitimci olduğum için öncelikle bu yolsuzluklarla mücadelede Sayın Arslan aileyi en son cümle olarak aileden gelen eğitimle desteklemeli 
dedi. Tabi katılıyorum da acaba öncelikli sırada olması gerekmez mi? diye düşünüyorum. Çünkü hepimizin bildiği gibi kültürümüzde var, nedir o? 
Bir davranış bilimi olan üç disiplinin oluşturduğu psikoloji, sosyoloji ve de antropolojinin incelediği kültür ailemizde bize veriliyor. Yani insan sıfır kültürle doğarken yaşadığı sürece onu ediniyor. Öyleyse biz ailelerimizden başlamalıyız diye düşünüyorum bu işe. Çünkü düşünelim efendim küçükcükken çocuk ilkokula başladığında evine döndüğünde anne en büyük etken, çocuğun yetişmesinde. Çantasında bulduğu bir fazladan kalem, bir silgi, bir defterin nereden geldiğini sormazsa o çocuk ileriye dönük olarak nasıl yetişir? Yani biz denetimimizi aileden başlatalım derim.
İyi aile ve aile bireyleri yetiştirirsek ileride gençliği ve de bugünün bürokratlarını oluşturacak yani toplumu oluşturacak o kesimin evlatları önce ailede bu terbiyeyi almalı diye düşünüyorum. Çünkü eğitim başlı başına bir olay. Okullarda biz öğre¬nim görüyoruz efendim. 

Maalesef eğitim alamıyoruz. 

Eğitim ailede başlıyor. Belki ilko¬kulda sadece biraz veriliyor. Ben bu yönde liselerde böyle bir iş ahlakı çok güzel tabi eğitim verilmesi. 
Aynı zamanda kamuda da görev yapıyorum. Bu kamuda zamanında bizlerde hizmet içi eğitimler, halkla ilişkiler eğitimleri verdik. 
Ben halen birkaç üniversitede bu konuda part time derste veriyorum. Ama diyorum ki öncelikle eğitim ve bunu aileden başlatalım. 
Tabi ki sivil toplum örgütleriyle üniversitenin birlikteliği çok önemli diyorum ve liselerde bu derslere başlayarak iyi aile bireyleri yetiştirelim. 
İyi aile bireyleri ileriye dönük toplumumuzu oluşturacak kültürlü, aydın, ahlaklı insanları oluşturacak. 
Bu konuda acaba sizler üniversite ve sivil toplum örgütleriyle bir girişimde bulunmanız söz konusu mu? 
Tabi bunu meclise de aktarmak üzere. Yani bir yasaya dönüştürmek açısından. Birinci sorum bu. 

İkincisi de 
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na olacak. Sayın Kılıçdaroğlu da devletin şeffaf olmasından söz etti. Doğrudur katılıyorum. 
Ama her şeyden önce vatandaşın bilgi edinme hakkı olan bu hakkı anayasal hakkımız acaba yeterince bunu yerine getirebiliyor muyuz? 
Ya da hangi ölçüde getirebiliyoruz? Oysa pek çok engellerle karşılaşıyoruz. Çünkü biz bilgi edinme hakkı doğrultusunda hangi merciye başvurduysak bunun yanıtını alabildik mi efendim? Sanmıyorum. Ben kendi adıma söylüyorum her konuda bir engelle, bürokratik engelle karşılaşıyoruz. Her şeyden önce bunu nasıl çözeriz? 
Teşekkür ediyorum.

- MAHMUT ARSLAN (Öğretim Üyesi)

Sorunuz için teşekkür ediyorum. Öncelikle aile hakkında yaptığınız konuşmanın, aile hakkında verdiğiniz önemi tamamen buna katıldığımı söylemek isterim. 
Gerçekten çok önemli. Aile ve konuşmamda belki aileye çok yer vermedim. Ancak dikkat ederseniz kül¬türel farklılıklardan söz ettim. 
Yani Kuzey ülkeleriyle İskandinav ülkeleri Angosaksan ülkeleriyle bizim ülkemiz arasında, orta doğu ülkeleri arasındaki temel farklılıktır ve bu kültürel farklılık aileden gelen eğitimle maalesef farklılaşıyor ve aileden gelen eğitim kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Örneğin bir işi dürüst, zamanında, dakik ve gereklerine uygun olarak yapmayı temel alan viktorya derleri denen o protestan iş ahlakı değerleri belki iki yüz yıl önce İngiliz toplumunda çok dindar olan insanlar tarafından ailelere geçirildi, çocuklarına geçirildi. Bugün belki hiç bir dini inancı olmayan kişiler o terbiyeyi ailelerinden alarak bugün yine belli bir iş disiplinine sahip olmak şeklinde bir tutum, bir davranış içerisine girdiler. Şimdi okul bunu nereye kadar yapabilir? 
Okul bir yere kadar yapabilir. Ancak okullarında bir ülkenin kültürünün değiştirilmesinde etkili olduğuna inanıyorum. Bakın bir örnek vermek isterim. 
1571 yılında İstanbul'da Hollanda büyükelçisi olarak görev yapan bir diplomat Hollanda Krallığına Türkiye'yi anlatan bir rapor yazıyor. Bakın bu ülke 
de zafere karşı büyük bir alışkanlık ve dayanıklılık var diyor. Çalışmaya karşı büyük bir istek ve şevk var. Çok disiplinli, çok düzenli ve çok organize 
olarak çalışıyorlar. Böylesine büyük bir çalışma ahlakına sahip bir toplum karşısında hem Hollanda'nın hem de Avrupa'nın yapabileceği hiç bir şey yoktur. 

Biz nasıl bir sonuç bekleyebiliriz ki? Çünkü bizde diyor lüks, israf ve yolsuzluk ve tembellik almış başını gidiyor diyor ve biz Osmanlının Türkiye'nin bu durumu karşısında ne bekleyebiliriz, diyor. Bakın 1570'lerde Türkiye'nin iş ve meslek ahlakı bu seviyedeyken Osmanlının düşüşüyle birlikte bu ahlakta düşüyor. Bu ailelere de yansıyor. Yine görüyoruz ki Atatürk reformlarıyla, devrimleriyle ülkede büyük bir çalışma ahlak konusunda da büyük bir atılım yapmak istiyor. "Türk milleti çalışkandır" diyerek ne demek istiyor? Bir eksiklik görmüş ki öyle diyor, bir hedef gösteriyor. 
Neden and içerken "Türküm, doğruyum, çalışkanım" diye çocuklara and içiriyoruz. Bütün bunlar bizdeki bir eksikliğin telafisi sebebiyle o dönemin 
yöneticileri tarafından verilmeye çalışılmış. Ama tabi ki binlerce yıllık bir kültürün olumsuz etkilerini bir anda ortadan atmak mümkün değil. 
Liselerde ahlak dersinin verilmesi konusunda size katılıyorum. Ancak bir iş ahlakı olarak değil de genel bir ahlak felsefesi anlamında, bir etik dersi anlamında verilmesi gerektiğine bende katılıyorum ve üniversite olarak bu konuda ne yapabiliriz? Bizim yapabileceğimiz ancak mesleki konularda eğitim vermek olabilir ve eğitim fakülteleri belki bir konularda Milli Eğitim Bakanlığına bir takım öneriler götürebilirler diye düşünüyorum. 

Teşekkür ederim.

- KEMAL KILIÇDAROĞLU (VAVEK Başkanı)

Efendim bende sorunuza teşekkür edeyim. Devletin saydamlığı gerçekten çok önemli. Yurttaş olarak sorgulama hakkımızı kullanmamız açısından. 
Başbakanlığın Web sayfasında yurttaşların bilgi edinme hakkı ile ilgili bir kanun tasarısı var. Bu tasarı yayınlanmış durumda. Burada çok eksiklikler var. Yani bu yasa çıksa da devlet saydam olmuyor. Çünkü devlet saydamdır diyor ondan sonra başlıyor efendim şu, şu, şu ama onlar nedir belli değil. Bunlar yasaklanabilir ilgililer tarafından. Batıda yurttaşların bilgi edinme hakkıyla ilgili yasalar var. 
O yasalarında aynen bizim ülkemizde uygulanmasını isteyelim ki yurttaş olarak bizim gidip kapı kapı dolaşmamıza da gerek yok. Teknoloji gelişti. 
Evimizden bile kamunun bilgilerine ulaşıp yorum yapmalıyız, çalışmalıyız, sivil toplum örgütü olarak tartışmalıyız. Bakın Adalet Bakanlığı bütçesi, Sağlık Bakanlığı bütçesi, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi 80'den bu yana kan kaybediyor. Sürekli düşüyor, genel bütçe içindeki harcamaları sürekli düşüyor. Nereye gidiyor o para? İç borç faizi %82.6'ya ulaştı. Yani 65 milyon insan 40 bin aileye çalışıyor. Onlara para aktarıyoruz biz. Bunu nasıl elde edebiliriz? Bunu ancak zor bela bin bir güçlükle gidip işte şuraya buraya yalvararak elde ediyoruz. Ama bu bilgilerin kamuoyuna açıklanması lazım ki bizlerde ülkenin nereye gittiğini veya nasıl gitmesi gerektiği konusunda yorum yapalım. Teşekkür ediyorum.

- DİNLEYİCİ

- Sayın Şevket Taşdelen yolsuzlukları sınıflandırdı. Ben ona bir ekleme yaparak sormak istiyorum. 
Yolsuzluklar çoğunlukla paramızı götürür. Giden paranın telafisi geçte, güçte olsa mümkündür. Ama bir yolsuzluk var ki telafisi mümkün değildir. 
Yüreklerimizi yakan trafik canavarları yetiştirmekle uğraşan sürücü kurslarından söz ediyorum. Sokaklara ehliyetli yani yasal canavarlar salarken sadece kazançlarını düşünen bu kurumlara kim dur diyecek? 

Trafik suçluları ile uğraşmak sinekleri öldürmeye benziyor. Önemli olan bataklığı kurutmaktadır. Yani hiç kursa gitmeden ehliyet alan gençleri trafiğe salan bu bataklıklara neden karışılmıyor? Sürücü kursu ve devamlı olan sınavları yetersiz buluyorum. 
Daha ciddiye alınması gerekmez mi diye düşünüyorum. 

Bu konuda ilgili olan birisi varsa cevap verebilir. Teşekkür ederim.

- ŞEVKET TAŞDELEN (Kaçakçılık Daire Bşk. Yrd.)

Teşekkür ederim. Şimdi ülkemizde tabi ben kayıtlarımıza giren Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi olarak kayıtlarımıza giren 
yolsuzluklardan hareketle olay niteliklerinden hareketle bir sınıflandırma yaptım ve bunu yaparken de eksik yada fazla olabileceğini ya da farklı 
düşünebileceğimizi söylemiştim. Teşekkür ederim. Siz bu anlamda katkıda bulundunuz. Gerçekten benim sınıflamamın aslında gruplamamında 
bir anlamda doğruluğunu sizde teyit ettiniz. Yani suçun niteliğine göre isim alıyor bir anlamda bizim ülkemizde yolsuzluklar. En azından biz böyle adlandırıyoruz kendi aramızda konuşurken. Bakın sizde yolsuzluğun yapıldığı alana göre bir isim verdiniz haklı olarak. Sürücü kurslarındaki yolsuzluk dediniz. Nasıl gümrük, ihale yolsuzluğu gibi isimlendirmişsek. Dediğiniz doğru. O alanda da bir yolsuzluk olabilir. 
Ama şimdi tabi ki bu tip şeyleri basında ya da bu tip toplantılarda gündeme gelen yolsuzluk türlerini biz bir iddia olarak, bu konuda çalışılması 
gereken bir alan olarak değerlendiriyoruz. Biz hiç kimseyi çalışmaları olgunlaştırmadan, bu konuyla ilgili yolsuzluk belgelerini ortaya çıkarmadan 
savcının önüne götürecek kadar delile ulaşmadan kimseyi suçlamıyoruz. 
Bu anlamda ben bu sorunuza aynı zamanda da bir bu alanda yapılan yolsuzlukla ilgili bir ihbar kabul edip notumu aldım. 
Teşekkür ederim. 
Buradan hemen şunu açıklamak istiyorum; biz hiç bir ihbarı; bu basında yer alan ihbar olabilir, bu şekilde ihbar mektubu şeklinde kamu kuruluşlarına gelen ihbar olabilir. Şundan emin olun ki ihbarlar teyit edilmeden kesinlikle hiç bir hareket yapılmıyor ve insanlara hiçbir soru sorulmuyor. Bunun en önemli teyidi de yansıyan isimle "paraşüt operasyonunun" hazırlık aşaması dört ay sürmüştür. Halbuki o konuyla ilgili ihbarlar basında yer aldığı hali en az dört ay öncesidir. Dört ay özel bir ekip bu iddiaların ne kadarı doğru, kimler sorumlu, işin içinde 
kimler var? Titiz bir çalışma yapıldı; DGM savcısının bizzat katılımıyla, onun bilgisi dahilinde. Bunlar test edildi ve bazı belgelere ulaşıldı, teyit edici bilgilere ulaşıldı. Ondan sonra operasyon yapıldı. Bu anlamda da sizin verdiğiniz bu bilgileri yapılacak bir hazırlık çalışmasında değerlendirilebilir diye düşünüyorum. Teşekkür ederim.

- DİNLEYİCİ

Efendim Maliyeden Gelirler Genel Müdürlüğünden bir hanımefendi bir şey konuştu, Şevket Beyde bir şey söyledi. Şu anda dikkatimi çeken bir şey 
var. Yurtdışından gelen bir fakstan bir cümle okumak istiyorum. Devleti soymak için hazırlanan naylon faturaları onaylayan ve yönlendiren devletin 
memurları değil mi? Devlet memurlarının bilgisi ve onayı olmadan Türkiye böyle şekilde soyulabilmesi mümkün mü? Daha üç hafta önce tümü memurlardan oluşan sayım memurlarının yerel yöneticilerle işbirliği yaparak nüfusumuzu 75 milyona çıkartmadı mı? İşte bu Cemalettin Kaplan'lar, Metin Kaplanlar yurtdışına gidip yeşil ay yıldızlı pasaportla yurdışına çıkıp, Türkiye'yi yıkmak isteyenler bunlar değil mi? diye hakikaten çok ciddi. Memur soyduğu devletten ne istiyor, zam mı istiyor? Oda çok kızmış. Zam istemesin diyor. Bu arada bu ayrı bir olay. Şevket Beye soracağım. Bu son olaylarda kaç gümrükçü tutuklandı? Benim bildiğim Gaziantep'teki paraşüt operasyonu ile ilgili olarak oranın defterdarı çok 
önemli bir il'e terfi etmiş gibi Mersin'e nasıl atandı? Yine bir ihbar mektubu var elimde. Kalemli, Meclisle ilgili suistimalden yargılanıyor. 
Olimpik yüzme havuzu olan sadece devletten aldığı maaş dışından başka geliri olmayan bir kişi, nasıl Mesa'dan daire aldı 500 bin dolara? 
Rayiç bedeli, tapudaki satış değeri nedir? Peşkeş mi yoksa vergi kaçırma mı söz konusudur diye soruluyor. Bu arada Sayın Kızılot'a da bir şey söyleyeceğim. İki üç unsur veriyorum. Çünkü bunlar çok önemli. Şemiler ile ilgili İmpeks Bank'ta zaman aşımına uğradı dava düştü dedik. 
Eski bir banka ve kambiyo genel müdürü bana diyor ki; işte mahkemeler bakan tarafından imzalanmayan suç duyurularını iade ederler. 
Suç duyurusunda bulunarak dava açılır ve müsteşarlık davaya hukuk müşavirliği vasıtasıyla müdahil olur. Diyor ki ben böyle bir zaman aşımına bizim elimizden giden şimdiye kadar hiç bir davanın zaman aşımına uğradığını geçmişte bilmiyorum. Bu zaman aşımı nedeniyle davanın düştüğü haberi diyor siz ben bu konuda da yazı yazmıştım. 
Doğruysa ortada araştırılmaı gereken çok ciddi bir konu var. Bunu teknik önlemde öğrenmek istiyorum. Zaman aşımına uğrayıp hakikatan Emlak 
Bankasını soyanlar, Civan'lar falan hakikaten böyle kurtulmuşsa? Bir yetkili merci var mı? Teşekkür ediyorum. 
Ben hanımefendiden bir cevap bekliyorum. Yani burada o vergi iadelerinin alınmasını onaylayın defterdar sonradan terfi edilircesine Mersin'e gidiyor. 
Çok gariptir arkasından bütün hayali ihracat firmaları da Mersin'e taşınıyor.

- DİNLEYİCİ

Efendim burada vergi dairesinin nasıl çalıştığını bilenler söylemek istediklerimizi çok ayrıntılı bir biçimde anlayacaklardır. 
Vergi dairesi çalışanları dendiği zaman vergi dairesi müdürü ve orada çalışan memurlar kastedilmektedir. Vergi dairesi müdürünün son olayları örnek alırsak yetkileri yeminli mali müşavirin raporunu yedi gün içerisinde onaylamak şeklinde sınırlandırılmıştır. Yeminli mali müşavirler naylon faturaları ve o incelemeyle ilgili bütün konuları inceleme durumunda olan kişilerdir. Vergi dairesi müdürünün böyle bir yetkisi yoktur. 
Vergi dairesi müdürü sadece yasalarla ve yönetmeliklerle bu yedi gün içerisinde bunu onaylamak zorunda olan bir otomatik mekanizmadır ve yedi gün içerisinde onaylamadığı takdirde çete mensubu musun? diye yargılanabilecektir. Benim söylemek istediğim buydu. Ben defterdarın ne tarafa atandığı ve hangi siyasi etkilerle, idari yetkilerle olduğu konusunda herhangi bir yorumda bulunmak istemiyorum. Çünkü bu benim şu anda soru sorduğum sıfatımla ilgili bir olay değil. Ancak ben şunu belirtmek isterim; vergi daireleri bugün Türkiye bütçesinin gelirlerini toplayan çok önemli bir uç noktadır. Bu noktayı çok fazla tahrip etmeyelim diye düşünüyorum. 

Bu sabahki oturumda ve öğleden sonraki oturumda yapılan eliştirilere canı gönülden katılıyorum. 

Elbette Türkiye'de bir yolsuzluk var ve de bu yolsuzluğun ayağının bürokrasi ve siyaset olduğu açık. Ancak bunu vergi dairesine indirmemiz vergi dairesi bürokrasisine indirmemiz oldukça haksızlık olur diye düşünüyorum. Elbette vergi dairesinde de bazı yolsuzluklar vardır. 
Bunu tam bağlantılı bir neden olarak söylemiyorum. Ama vergi dairesi müdürleri 350 milyon lira maaş almaktadırlar. 
Bugün İstanbul ve Ankara'da vergi dairelerini büyük vergi dairelerini demiyorum ortalama matrah hacimleri katrilyonlardır. 
Bu insanlar 350 mil-yonla o vergi dairesinde çalışanlar 120-150 milyon ile çalışmaktadırlar ve de ben herhangi bir mesleki taassupla söylemiyorum.
 Vergi dairelerinde Şevket Beye de sorumu sorarken onu söylemek istedim. Yargıyla sonuçlanmış yolsuzluk rakamları yok denecek kadar azdır. 
Bunu Türkiye genelinde başka kurumlarla karşılaştırdığımız zaman görebiliriz demek istiyorum. Bunu mesleki bir taassupla söylediğimi zannetmeyin. Son olaylarda üç tane vergi dairesi müdürü henüz tutuklu durumda bulunabilirler ama yargı sonucu alınmamıştır. 
Kamuoyuna bunları bu şekilde aksettirdiğimiz takdirde zaten zor bir konu olan vergi ödeme konusunda çok çeşitli tereddütlere düştüğünü görüyoruz mükelleflerin. Yani bir olayı tartışırken bazı kurumlan çok fazla yıpratmayalım diye düşünüyorum. Ama biz burada en son bakmamız gereken noktaya bakarak kamuoyunun önünde onları suçlu olarak lanse edersek bunun haksızlık olacağını düşünerek ben bir tepki gösterdim ve de Sayın Şevket Taşdelen'in de belirttiği gibi olay henüz yargıdadır. Tutuklu olmaları onların suçlu olduğunu göstermez. Belki de suçludurlar. 
Yani bende yargı sonucu olmadan onları savunan bir durumda değilim. Ancak ben mekanizmayı size söylüyorum. Vergi dairesi müdürünün yetkileri hayali ihracat olaylarında sadece iadeyi yedi gün içinde ödeme zorunluluğu şeklindedir. Hiç bir zaman orada ne bir vergi incelemesi, ne bir fatura incelemesi vergi daire müdürünün bugün gümrükler çerçevesinde ve diğer ticari işlemler içerisinde yapabileceği bir iş değildir. 

Bu teknik bir olaydır. Bunu maliyeciler bilir, benim ne demek istediğimi anlarlar. Şimdi biz deminden beri söyleniyor işte sivrisineklerle uğraşıyoruz falan gibi. Tabi ki meslaktaşlarım son derece şerefli bir iş yapıyorlar. 
Onlara böyle bir yakıştırma olamaz. Ama vergi dairesi çalışanlarım suçlanması gerçekten büyük haksızlık. Elbette onların içinde de bir takım yolsuzluklara karışanlar olabilir. Ama tüm vergi dairesi çalışanlarını Türkiye'deki bütün vergi dairelerini bunun içine kalamayız.

- ŞEVKET TAŞDELEN (Kaçakçılık Daire Bşk. Yrd.)

Özür dilerim. Şimdi diyalog gibi olmayacak çok özür dilerim burada bir saptama yapmak istiyorum yanlış anlamalara engel olmak için. 
Şimdi eğer mahkeme kararı arayarak eğer bir şeyi tartışacaksak buradaki toplanmamızın hiç bir amacı yok. Çünkü konuştuğumuz konuların hiçbirinin yargıda sonuçlanmış hali yok. O zaman neyi tartışıyoruz burada. Yani tartışmamızın bir anlamı yok. Eğer yargı kararı olmadan bu konuyu konuşmayalım diyeceksek, polisi suçlamayalım, gümrükçüyü suçlamayalım, vergici hiç konuşulmasın, yeminli mali müşavir hiç konuşulmasın. Ama şunda o zaman hemfikir değiliz demektir. Yolsuzluğun ben bir tarifini yaptım sunuşumda. Dedim ki bazı kamu görevlilerinde maalesef katılımıyla işlenen bir suçtur dedik. O zaman önce bunu tartışalım. Diyelim ki hayır sizin tarif ettiğiniz yolsuzlukta hiçbir kamu görevlisi yoktur. O zaman ben sözlerimin hepsini geri alacağım.

- ŞÜKRÜ KIZILOT (Oturum Başkanı)

- Efendim ben Sayın konuşmacılara bir iki soruyu daha yanıtlandıktan sonra son sözlerini ifade etmeleri için tekrar bir süre vereceğim. 
Yalnız izin verirseniz Sayın Bayer'in bir sorusu vardı bana yönelik. Müsadenizle onu bir cevaplandırmaya çalışayım. Sayın Yalçın Bayer hepinizin de bildiği gibi Hürriyet gazetesinin saygılı yazarlarından birisi ve bu konularda gerçekten unutulmaz hizmetleri olan çok değerli bir gazeteci. Şeminer'le ilgili zaman aşımına uğrayan bir olay. Bildiğiniz gibi zaman aşımı süre geçmesi nedeniyle bir hakkın ortadan kalkmasıyla ilgili. 
Bu eğer bir parasal bir alacaksa, bir vergi alacağıysa örneğin süre geçmesi nedeniyle bir vergi alacağının ortadan kalkmasıdır. 
Bir dava açma olayıyla ilgiliyse süre geçmesi nedeniyle o dava açılması hakkının ortadan kalkmasını ifade ediyor. 
Normal koşullar altında devlete ait tüm davalarda Maliye Bakanlığı Muhakemat

Genel Müdürlüğü ve Muhakemat Genel Müdürlüğünün bünyesindeki hazine avukatları ilgilenmektedirler. 
Bu olayda da normal akışı içerisinde Maliye Bakanlığı Muhakemat Genel Müdürlüğünün bunu izlemesi ve zaman aşımına uğratmaması gerekiyor. 

Ancak bu takdir edersiniz ki bilgilenmeye bağlı bir olay. Şu veya bu nedenle birileri bu dosyaları bir yerlerde tutarak Muhakemat Genel Müdürlüğüne 
iletmemişse konu o zaman bu zaman aşımı süresi de dolmuş olur. Şimdi soru sormak isteyen Sayın Kazım Yılmaz var. 
Buyurun Sayın Yılmaz. Efendim son üç soruyu alacağım. Çünkü süremiz tamamlanmak üzere. Ondan sonrada söz vereceğim.


11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDİLECEKTİR.,

***

29 Aralık 2015 Salı

OKUDUKÇA GÜLERİZ AĞLANACAK HALİMİZE..



OKUDUKÇA  GÜLERİZ  AĞLANACAK HALİMİZE..


   ÜLKEMDE  SİYASİ YAPI MAALESEF  BU..
( DİDİŞME ÜZERİNE SİYASET..)  KARŞILIKLI SİYASİ SÖYLEMLER  EŞLİĞİNDE GÜNÜ KURTARMA  PROVALARI.!
SEN  ŞUNU DEMİŞTİN  BEN BUNU DEMİŞTİM.

YÜRÜYEN MERDİVENE TERSTEN BİNDİ..,
ATTAN DÜŞTÜ..,
İNSAN  BİRAZ  ADAM  OLUR...




VİDEOLARI SEYRETTİKÇE  TÜRK KAMUOYU  ÖNÜNDE YAYINLANDIĞINA  GÖRE DÜŞÜNMEMİZ LAZIM..

( BİZİ KİMLER NASIL BİR SİYASİ  BİLĞİ BİRİKİMİYLE  YÖNETİYOR.)




KEMAL  KILIÇDAROĞLU ERMENİ KÖKENLİ BİR AİLEDEN GELİYOR..,


DERSİM ERMENİ Sİ YEMUŞ HANIMIN OĞLU ÇARKÇI KEMAL
Almanya Haber Şubat 25, 2011

Türkiye Gazetesi Muhabiri Adem Demir, bugünkü özel haberinde, yazdığı kitapta CHP Liderini anlatan Süleyman Yeşilyurt’un iddialarına yer veriyor.

*****


Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni dönmesi mi?






Özgür Erdem


Atatürk karşıtı Kılıçdaroğlu
(PKK NIN SOKAK OLAYLARINDA ATATÜRK ÜN HEYKELİNİ YAKIP KIRARKEN NEDEN SES ÇIKARMADI PKK YA DESTEK VERDİ


http://www.turksolu.com.tr/285/erdem285.htm

Kemal Kılıçdaroğlu, Dersim isyanı tartışmaları sırasında Atatürk’e sahip çıkan Onur Öymen’i istifaya davet ettiğinde belki bir kısım Atatürkçüler şaşırmıştı. Atatürk’ün kurduğu partinin Genel Başkan Yardımcısı nasıl olurdu da Atatürk’ün Dersim isyanını bastırmasını eleştirebilirdi?

Ancak zamanla ortaya çıktı ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun öne çıkan kimliği Atatürkçülüğü değil, Dersimli olmasıydı. Dikkat edin Tuncelili demiyoruz, Dersimli diyoruz.

Neden mi?

Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?


Kılıçdaroğlu’na bir röportajda soruyorlar, emekli olunca ne yapmayı düşünüyorsunuz. Yanıtı şu:

“Ben tarihe çok meraklıyım, özellikle Dersim tarihine. Bu konuda çok sayıda kaynak bilgi doküman var. Emekli olunca Dersim tarihini yazmak istiyordum, maalesef buna hiçbir zaman olanak olmadı.”

Her şeyden önce Türkiye’de Dersim diye bir bölge yok. Öyle bir ilimiz de... Atatürk Dersim’in ismini 1935’te Tunceli olarak değiştirmişti...

Bu klasik bir PKK söylemidir. Onlara göre Tunceli Dersim’dir, Diyarbakır Amed, Kars ise Serhad...

Tunceli’ye ısrarla Dersim demek Atatürk karşıtlığından başka bir anlama gelmez.

Tabii Kılıçdaroğlu’nun Atatürk karşıtlığı bununla sınırlı değil. Dersim isyanıyla ilgili şunları da söylemişti:

“Dersim coğrafyasında yaşanan olay, bir insanlık dramıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar, o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünlere geldiler. O dönemde yapılan çok ciddi, insanlıkla bağdaşmayan olaylar oldu.”

Yine klasik PKK söylemi değil mi?


Ancak bu söylemin ardında Kılıçdaroğlu’nun siyasal bir tercihinin değil, tarihsel bir kininin olduğunu ortaya koymamız gerekiyor.

Çünkü kısa bir araştırma gösteriyor ki, Kılıçdaroğlu’nun akrabaları bizzat Dersim isyanına katılmış insanlar...

Kılıçdaroğlu önderin kim: Seyit Rıza mı Atatürk mü?


Dersim isyanı 21 Mart 1937 gecesi Harçik köprüsünün yakılmasıyla başlar. İsyanı başlatan Dersim aşiretlerinden biri olan Kureyşandır.

Kureyşan, Kılıçdaroğlu’nun ailesinin de bağlı olduğu aşiret. Dersim isyanı lideri Seyit Rıza da aşiretin mensuplarından...

Bu aşiretin birkaç kolu var. Birisi Haydaran. Kemal Kılıçdaroğlu işte bu kola bağlı.

Haydaran Dersim isyanına en başından beri katılan 3 aşiretten biri. Ve iki yıl süren Dersim isyanını bastırma harekatında en son teslim olan aşiret. Yani en azılı devlet düşmanı olanları...

Hatta isyan bastırıldıktan sonra elebaşı Seyit Rıza ile birlikte asılan aşiret liderlerinden Hasan, Kureyşan aşiretinin reisi Ulkiye’

nin oğlu. Yani Kılıçdaroğlu’nun akrabası. Çok yaşlı olduğu için idamdan kurtulan Kamer Ağa da Haydaran aşiretinin reisidir. Yani o da Kılıçdaroğlu’nun akrabası...

Anlayacağınız, Kılıçdaroğlu “insanlık dramı” derken bunu hümanist duygularla değil, akrabaları isyan ederken öldüğü için söylüyor.

Kılıçdaroğlu kendi köklerine sahip çıkıyor. “Atatürk mü Seyit Rıza mı” deseniz yaşananların bir insanlık dramı olduğunu söyleyerek Seyit Rıza’yı tercih ediyor...

Öyleyse CHP’lilere soruyoruz: Kökünü Atatürk’te bulan birisi mi CHP Genel Başkanı olmalı yoksa Seyit Rıza’da arayan biri mi?

Kılıçdaroğlu soyadını niye değiştirdi?


Kılıçdaroğlu’nun söylediği bir şey daha var. Karabulut olan soy isimlerini değiştirmişler. Gerekçe olarak ise “Köyümüzde Karabulut soyisimli yedi aile vardı” diyor. Ama gerçeği daha sonra ağzından kaçırıyor. Dedesinin dedesinin Osmanlı döneminde ünlü bir eşkıya olduğunu söylüyor.

Anlayacağınız soylarındaki eşkıyalığı unutturmak için soy isimlerini değiştirmişler. Babası memur olmaya karar vermiş, bu yüzden de “eşkıya” geçmişlerini saklamak istemiş.

Burada “eşkıyalığı” biraz açalım. “Eşkıya” bazen sempatik gelebiliyor Türk insanına. Sonuçta Köroğlu gibi halk kahramanı haline gelmiş eşkıyalar da var. Ege’de pek çok çete reisi de Kuvayı Milliye’ye katıldı.

Ancak Kılıçdaroğlu’nun dedesi “olumlu” olarak görülebilecek bir eşkıya ya da sıradan bir kanun kaçağı değil. Çünkü bağlı bulunduğu Haydaran aşireti, devlete karşı sürekli ayaklanan bir aşiret. Ve Kılıçdaroğlu’nun bahsi geçen dedesinin dedesi de bu ayaklanmalara katılan, belki de liderlik yapan bir eşkıya... Yani Seyit Rıza’dan bir farkı yok...

Peki neler olmuş bu ayaklanmalarda?


1937 Dersim isyanı Dersim aşiretlerinin tek isyanı değildir. 1847’den itibaren Osmanlı devletine karşı defalarca ayaklanmışlardır.

Bunların en zor bastırılanı 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rusların da yardımını alarak başlattıkları isyandır. Kılıçdaroğlu’nun mensubu bulunduğu Haydaran aşireti de bu isyanın elebaşıdır.

Haydaranlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında da rahat durmamış, Rus Ordusu Erzincan’a kadar geldiğinde Dersim’i de Ruslara bağlayabilmek için 1915 ve 1916’da iki kez ayaklanmıştır!

Anlayacağınız Kılıçdaroğlu’nun “eşkıya” dediği dedeleri, sıradan kanun kaçakları değil, vatan hainidir. Osmanlı’ya karşı Rus Ordusu’yla işbirliği yapmıştır!
Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?


Kılıçdaroğlu’nun annesi  Ermeni dönmesi mi?



Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?



















Tunceli’deki Kürtleşen Ermenilerden bahsettiği için bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Halaçoğlu sözlerinin arkasında durmuş ve şöyle demişti: “Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var.”
Halaçoğlu’nu şimdi çok önemli bir görev bekliyor. Madem Ermeni dönmelerinin listesi elinde var, bunu yayınlasın. Görelim bakalım Kılıçdaroğlu’nun anne tarafı Ermeni dönmesi miymiş, değil miymiş...


Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olduktan sonra Soner Yalçın Hürriyet’te şeceresiyle ilgili bir yazı yazdı. Ve Kılıçdaroğlu’nun ailesinin köklerinin Horasan’a kadar dayandığını anlattı.

Ancak Kılıçdaroğlu’nun baba tarafından köklerini bu kadar titizlikle araştıranlar, yüzlerce yıl öncesine gidebilenler, ne hikmetse anne tarafı üzerine bir şey yazmıyor.

Biraz karıştırınca bu konuda ilginç şeyler ortaya çıkıyor.


Kılıçdaroğlu’nun annesinin ismi Yemuş. Bir Ermeni ismi. Bu konuda doğal olarak pek çok soruya da muhatap oluyor Kılıçdaroğlu. Ancak hiçbirini “Hayır, annem Ermeni değildir” diye yanıtlayamıyor.

Örneğin Rıza Zelyut, Kılıçdaroğlu’yla bir röportaj yapıyor Akşam gazetesinde. Annesinin ismini gündeme getiriyor:

“Annenizin ismi Yemuş imiş. Ermeni misiniz, diye soran birileri varmış.”

Ancak Zelyut’un amacı Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırmak değil, rahatlatmak. Soruyu şöyle devam ettiriyor:

“O ismin aslı Yemiş olmalı, değil mi Türkçe...”


Gerçekten de Kılıçdaroğlu, nüfus memurunun azizliğine uğramışız gibi kaçak bir yanıt verebilir bu soruya. Ama o “Evet, haklısınız” diyeceğine şu yanıtı veriyor:

“Böyle soranlar var. Biz hiçbir zaman gocunmadık, annemizin ismi niye öyle diye. Telefon açıp kendisini gazeteci olarak tanıtan kişi ‘Siz Ermeni misiniz?’ diye soruyor. Telefona ablam çıkmış. Cevap verirken ‘Hayır, biz Müslümanız’ diyor. Ablam zaten kırsal bağlamdaki o kıyaslamayı bilmiyor zaten. Gayet saf, hayır biz Müslümanız diyor. Annemin Ermeni, Kürt veya Çerkez olması bizlerin ona olan sevgisini azaltmaz ki sonuç olarak o bizim annemiz.”

Yani annem bir Ermeni değildir diyemiyor. Ermeni olsa bile önemi olmamalı diyor!

Kürtleşen Ermeniler


Kılıçdaroğlu’nun anlattıklarında önemli bir gerçek gizli. Ablası Müslümanız diyor. Türk’üz demiyor. Bu aslında utangaç bir şekilde biz Müslümanlaşan Ermeniyiz demekten başka bir şey değil. Yani “Ermeni dönmesi.”

Nereden biliyorsunuz demeyin. O bölgede çok yaygın bir olgudur bu. Tehcir sırasında pek çok Ermeni çocuğun, özellikle Tunceli’de Kürt aşiretleri tarafından evlat edinildiği biliniyor. Bu çocuklar Müslümanlaştırılmış.

Bu konu birkaç ay önce Türk Tarih Kurum Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu tarafından da dile getirilmişti:

“Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak ‘Türkmen asıllı’ olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise ‘Ermeni kökenli’ olduğunu gördük.”

Halaçoğlu bu açıklamasından sonra bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşmış, adeta linç edilmişti. Halbuki, bu yalnız Halaçoğlu’nun bir iddia değil, pek çok tarihçinin kabul ettiği bir olgu.

Mesela Prof. Dr. Hasan Köni şöyle diyor:

“Tehcir sırasında, yerinden olmamak için ‘convert’ olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş, Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var.”

Hrant Dink bile kabul ediyor bunu. Tehcire kaç kişinin tabi olduğunun tartışıldığı bir toplantıda şöyle diyor:

“Aynı dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştur.”

Batılı tarihçi Hans Lukas Kieser ise şöyle diyor:

“Pek çok ipucu, Kürt Aleviliğinin beşiği olan Dersim’in en azından bir bölümünün Kürtleşmiş Ermeni asıllı halklardan oluştuğunu gösterir.”

Halaçoğlu, Ermeni dönmelerinin listesini açıklasın

Kürtleşen Ermenilerden bahsettiği için bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşan Halaçoğlu sözlerinin arkasında durmuş ve şöyle demişti:

“Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var. Tehdit olarak söylemiyorum. Bunları açıklamıyorum, açıklamayacağım da. Şimdi ben bunları öğrenince ne yapayım? Paylaşmayım mı? Bunları Ermenileri kötülemek için söylemiyorum. Bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için kendilerini Kürt Alevi gösterdiklerini söylüyorum.”

Halaçoğlu, bu sözlerinden ötürü Türk Tarih Kurumu başkanlığından alındı. Suçu Türkleri koruması ve tarihsel gerçekleri ortaya koymasıydı. Ancak Halaçoğlu’nu şimdi çok önemli bir görev bekliyor. Madem Ermeni dönmelerinin listesi elinde, bunu yayınlasın.

Görelim bakalım Kılıçdaroğlu’nun anne tarafı Ermeni dönmesi miymiş, değil miymiş...

Yanıtla Kılıçdaroğlu: Türk müsün değil misin?

CHP’nin Genel Başkanı olmuş bir siyasetçiye Türk milletinin “Türk müsün değil misin?” diye sorması kadar doğal bir şey olamaz. Sonuçta CHP Türk’ü yok olmaktan kurtaran Kuvayı Milliye’nin partisi. Türk’ün Cumhuriyetini kuran parti. Türk’ün atası Atatürk’ün partisi...

Ama Türk olmanın Kılıçdaroğlu için önemli olmadığını üzülerek görüyoruz. Rıza Zelyut röportajında bu konuyu da gündeme getiriyor:

“Size ‘Alevi-Kürt’ göndermesi de yaptılar. Peki siz kendinizi Alevi mi görüyorsunuz, Kürt mü görüyorsunuz?”

Soru burada bitmiyor. Annesinin Ermeniliği sorusunda olduğu gibi Zelyut bu konuda da Kılıçdaroğlu’na bir çıkış noktası bırakıyor: “Yoksa bir Türk veya cumhuriyetçi mi görüyorsunuz?”

Kılıçdaroğlu:

“Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyım ama Tunceli’de doğdum babam memurdu. Anadolu’nun değişik şehir ve ilçelerinde bulundum. 21. yüzyıla giren Türkiye’de bu konuları gündeme getirmemeliyiz. İnsanlar yeni bir boyuta girmiş. İnsanları üzmemek, insanları sevmek temel konu bu olmalıdır.”

Gördüğünüz gibi “Türk müsünüz” diye soruluyor, evet diyemiyor... İnsanları sevmekten bahsediyor.

Şimdi diyeceksiniz ki Kılıçdaroğlu’nun etnik kökeninden size ne. Bizim için Türklüğün tanımı Atatürk’ün koyduğu şekildedir: “Ne mutlu Türk’üm diyene.”

Yani biz Atatürkçüler için Türklük etnik bir kökeni tanımlamaz. Türklük bir tarihsel kimliktir. Bir karakterdir. Bir medeniyet anlayışıdır.

Bu yüzden “Ben Türk’üm” diyen birisinin etnik kökenini araştırmayız, karıştırmayız.

Ancak Kılıçdaroğlu gibileri için etnik kökenleri önemli. Dersim isyanı tartışmalarında aldığı tavır tamamen etnik kökeninin bir yansıması. CHP’li kimliğini de bir kenara itip CHP’yi ve Atatürk’ü bir anda eleştiriveriyor.

Öyleyse bizim de Kılıçdaroğlu’nun etnik kökenini ortaya koymamız kadar doğal bir şey olamaz.

Genel Başkanı Türk olmayan bir parti Türk’ü savunabilir mi?

“Kılıçdaroğlu kim” basında en çok sorulan soru bu sıralar. Bu sorunun yanıtını bir de bizden duyun:

– Annesinin Ermeni dönmesi olduğu söylenen,

– Kendisine bir türlü “Türk’üm” diyemeyen,

– Dersim İsyanında Atatürk’e başkaldırmış ve Türk askerine kurşun sıkmış bir aşiretin mensubu,

– Rus işbirlikçisi eşkıyaların torunu.

Böyle birisine Türk diyebilir misiniz?


Kendisi bile demiyor ki!

Kılıçdaroğlu çıksın Annesinin Ermeni dönmesi olmadığını kanıtlasın, en azından “Ben Türk’üm” desin, o zaman Türkleri yönetmeye aday olsun.

Bunu yapamıyorsa, etnik kökenine göre kararını versin. Ya Ermenilerin yanına gitsin ya da ABD’nin kucağındaki Kürtlerin...

Ama Türkleri rahat bıraksın.


http://www.turksolu.com.tr/285/erdem285.htm

https://plus.google.com/communities/105763761493502805979/stream/45c5e623-e6b0-408c-bb66-4d71497c1960


ANA BAŞLIKTADA DEDİĞİM GİBİ BİZİ HANGİ SİYASİ KADROLAR NASIL BİR SİYASET BİLĞİSİ İLE YÖNETİYOR..? ( OKUDUKÇA  GÜLERİZ  AĞLANACAK HALİMİZE.. )   

SAYGIYLA..




..

22 Eylül 2015 Salı

ATATÜRK PARTİSİYİZ DİYEN CHP DE İKİ ÖNEMLİ HABER...& İKİ ÖNEMLİ GİRİŞİM.. PARÇALANMAYA GİDEN TÜRKİYE



İ

                                     
ATATÜRK PARTİSİYİZ  DİYEN CHP  DE İKİ ÖNEMLİ HABER...&  İKİ ÖNEMLİ  GİRİŞİM.. PARÇALANMAYA GİDEN TÜRKİYE  

                   
                     İki haber ve CHP Kurultayı


    Son hafta içinde medya’da yer alan iki haber önümüzdeki dönemde yaşanacak siyaset gündemininde habercisi oldu. Bu haberlerden birincisi, 13 Ağustos tarihinde önemli medya organlarında yayınlanan DİHA (Dicle Haber Ajansı) kaynaklı, Şemdinli’de 13 IŞID üyesi olduğu belirtilen militanın YDG-H ( PKK Gençlik Örgütlenmesi) tarafından tutuklanmaları,sorgulanmaları ve kendi üst makamlarına teslim edilmesi hakkında. İkinci haber ise geçtiğimiz günlerde Lice’de PKK nın ilk militanlarından Mahsun Korkmaz’ın silahlı bir heykelinin dikilmesi. Bu haberin gazetelerde yayınlanması üzerine MHP Genel Başkanı oldukça sert bir açıklama yaptı. AKP ve CHP’den ise parti yada sözcüler adına yapılan bir protesto veya açıklama yok. Oysa bu iki haber herkesin bildiği bir gerçeği yeniden gözler önüne serme açısından son derece güncel ve uyarıcı. Bu bölgede ‘de facto’ bir PKK otonomisi faaliyette görünüyor.

                      CHP kongresi ne ile uğraşacak

     CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yaptığı Olağanüstü Kurultay açıklamasına göre Eylül ayı içindeki bir tarihte yeni bir kongre yapılıyor. Bu kongre 2015 yılı içinde yapılacak olan genel seçimlerden önceki son büyük çaplı tartışma ortamını yaratıyor. 2015 Seçim kampanyası sürecinde ise Partilerin ‘açılım’ konusundaki görüşlerinin gündemi tamamiyle işgal edeceği kuşkusuz. CHP yönetiminin bu tarihi dönemde uygulayacağı program ve siyasetler ne olacaktır ? . CHP’nin mevcut yönetiminin yada Muhalefet olarak son günlerde isimleri ön plana çıkan liderlerinin Kongre tartışmalarının odağını bu yöne çevirmeleri gerekiyor. Zira CHP nin Eylül ayında yapılacak Olağanüstü Kongresinden sonra yapılacak olan Kurultay’da ‘atı alan Üsküdar’ı geçmiş’ olacak. Doğrudan doğruya Türkiye’nin bir ulus-devlet olarak yapısını ilgilendiren bu tarihi tartışma döneminde CHP nin nasıl bir yönetime sahip olacağı önümüzdeki Olağanüstü Kurultayın ana maddesini oluşturmak zorunda. Bu gündemi CHP nin mevcut yönetim kurullarının ‘gönüllü’ olarak yapıp yapmayacağı çok su götürür. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında ortaya çıkan ve Kongre’yi zorlayan Muhalif isimlerin medya ve kongre delegeleri önünde bu konuyu tartışmaya açmaları ve Partide ‘Kılıçdaroğlu ekibi’ olarak bilinen yönetimin izlediği politikaları bu açıdan değerlendirmeleri şarttır. Bu konuda CHP mevcut yönetiminin politik çizgisinin işaretleri şu üç tasarruf ile ortaya çıkmış görünüyor;
  1. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’unun 2012 yılında Hakkari’de yaptığı konuşmada ‘Avrupa Konseyi Yerel İdareler Şartı’na Türkiye’nin koyduğu şerhlerin kaldırılması.
  2. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimi programında 2014 Temmuz ayında Diyarbakır’da yaptığı ‘tüm kırmızı çizgileri kaldıracağız’ açıklaması.
  3. Yine 2014 Temmez ayı sonunda TBMM de yapılan ‘açılım’ oylaması için Sezgin Tanrıkulu İmzasıyla (Kemal Kılıçdaroğlu değil) Parti Milletvekillerine gönderilen '' Destekliyoruz''  genelgesi. (CHP DE GENEL BAŞKAN SEZGİN TANRIKULUMU? KEMAL KILIÇDAROĞLUMU? ) Bu oylama sonunda MHP nin Muhalefetine karşın AKP ve çok az sayıda CHP milletvekilinin oyları ile ‘PKK ile yapılan görüşmelerin Resmi olarak ve devlet adına sürdürülmesi karar altına alınmıştır. ( BURADAKİ KARAR  ÇOK ÖNEMLİ DİKKATİNİZE !!! PKK İLE YAPILAN GÖRÜŞMELERİN RESMİ OLARAK VE DEVLET ADINA SÜRDÜRÜLMESİ KARAR ALTINA ALINMIŞTIR ) CHP ÜSTÜ KAPALI AKP  NİN ÖNÜNÜ AÇMIŞTIR..ÜLKE PARÇALANMASININ  ÖNÜNÜ AÇMAKTIR  BU KARAR VE SİYASİ GİRİŞİM..TAKDİRLERİNİZE..

                             
            ‘Siyasi Mevta’ları değil, Canlı bir tehlikeyi konuşun

  CHP nin birkaç hafta gibi kısa bir süre içinde toplanacak Olağanütü Kurultay’ı hiç kuşkuya yer yokki ‘üzeri örtülmeye çalışılan bir seçim hezimetinin’, ortaya çıkan muhalefet liderlerinin baskısıyla tabanda oluşan huzursuzluğun damgasını taşıyor. 10 Ağustos sonrası yalnız CHP saflarında değil tüm Türkiye’de en çok konuşulan konu Muhalefetin ‘çatı adayının siyasi kimliği’ ve hangi kaynakların etkisi ile Cumhurbaşkanı adayı olarak sunulduğudur. Öte yandan bu sorunun cevapları yalnızca ‘İhsanoğlu’nun siyasi kişiliği ötesinde, bir sosyal demokrat ve Cumhuriyetçi partinin kendi yapılanmasında benimseyeceği ilkelerle ilgilidir. Bir parti başkanı kendi başına böylesi hayati bir konuda hiç bir kitle örgütü ve parti organına danışmadan karar verebilir ve herkesi bağlayacak bir aday ismini açıklayabilir mi ? Bu soru doğrudan doğruya 60 Yıldan beri,kısa aralıklar dışında, muhalefette kalmış bir partinin,Demokratik Siyasi Parti ile Muhalefet Şirketi arasında sıkışıp kalmış karakteri ile ilgilidir.  CHP Muhalefet kanatları içinde Başkanlık adayı olarak belirlenecek liderin çok iyi dengelemesi gereken ‘siyasi gündem’ sorununda öncelikle ‘açılım’ ve onun getireceği açık olan sorunların ilk sıralara taşınması ve Parti içindeki ‘Başkan Hegemonyası’na karşı demokratik bir tüzük yaratılması çabası olmalıdır.
 Olağanüstü Kongre’nin toplanmasında ‘aciliyet’ şartını yaratan, açık bir biçimde 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanan yöntem, yönetimin net bir hezimeti hasıraltı etme çabası, Acemice seçim çalışması politikaları olmuştur. Ancak unutulmaması gereken, Cumhurbaşkanlığı ‘çatı adayının’ seçimden önce ve seçimden sonra bir ‘Siyasi Mevta’ oluşudur.Bu sonuç çatı adayının aldığı oydan da bellidir. Oysa kapıdaki tehlike canlı ve hızla güç kazanan bir tehlikedir. Eylül ayında yapılacak kongrede belirlenmesi gereken ilk sorun Parti’nin ‘açılım karşısındaki’ politikası olmalıdır.  Bu aynı zamanda CHP nin varlık sebebinin tartışılmasıdır.


Mahir Tan            LondraPosta- Londra