SONER YALÇIN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SONER YALÇIN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2017 Salı

MÜSTAHAK BİZE.!


MÜSTAHAK BİZE.!


İnsanlık tarihinde öyle günler vardır ki…
Mevcut düzeni-sistemi-yapıyı kökten değiştirir.
Tarih: 27 Ağustos 1859.
Yer: Pennsylvania- Titusville
Adı, Edwin Drake (1819-1880) idi.
Petrol aramasında mekanik kuyu delme yöntemini buldu. (Ondan önce, sızıntı yoluyla yüzeye çıkan ham petrol, lamba yağı/gaz yağı olarak kullanılıyordu.)
Drake bulduğu bu yöntemle yeni çağın kapısını açtı: Petrol artık bilinçli olarak aranıp bulunacaktı. Ve…
Petrol, 1865'den itibaren ticari ve zırhlı savaş gemilerinde kullanılmaya başladı. Yani…
Petrol artık en değerli stratejik endüstriyel ürün oldu.
İhtiyaç artınca başta İngilizler olmak üzere emperyalistlerin gözü petrol kaynağı Ortadoğu'ya çevrildi.
“Arkeolojik kazı” kurnazlığıyla Rockefeller'dan
Rothschild'e uzanan “dünya baronları” bölgeye geldi. İngilizler (D'Arcy Grubu), Hollandalılar (Royal Dutch-Shell), Almanlar (Deutche Bank Grubu) ile Amerikalılar (Chester Grubu) arasında petrol kapışmaları yaşandı.
Bugünlerde…
Kuzey Irak'ı konuşuyoruz…
Kuzey Suriye'yi konuşuyoruz…
Ve Musul'u konuşuyoruz…
Bir konuyu ısrarla atlıyoruz!
Şöyle…

Şeyh Mübarek

Tarih: 23 Ocak 1899.
– Dünyanın en büyük petrol rezervi bulunan- Kuveyt Şeyhi Mübarek ile, İngiliz sömürgesi Hindistan'ın genel valisi Lord George Curzon el sıkıştı. İmzalanan “koruma/protektora anlaşmasına” göre, Kuveyt Dışişleri İngilizlerin elinde olacaktı. Bunun karşılığında şeyhe her yıl para vereceklerdi!
Kuveyt, Osmanlı'nın değil miydi? Basra'nın bir vilayeti yapılmamış mıydı? Şeyhe “kaymakamlık” verilmemiş miydi?
Bunlar petrolden önceydi…
Kuveyt, Arabistan yarımadasının kuzeydoğusunda, Basra Körfezi'nin kıyısında stratejik bir topraktı. Keza petrolü boldu!
İngilizler, bölgeye hızlı giriş yapan Alman gücünü durdurmak istiyordu. Petrol savaşları şimdilik “diplomatik satranç” üzerinden yürütülüyordu. Ama büyük savaşa az kalmıştı…
Şunu eklemeliyim:
Şeyh Mübarek ile Lord Curzon'ın anlaşmasından Osmanlı'nın sonradan haberi oldu! Aslında bu istihbaratı da Fransız Büyükelçisi Gustave Lannes verdi. Neyse.
Osmanlı, donanmasına yeni kattığı “Zuhaf” adlı savaş gemisini Kuveyt'e gönderdi. “Zuhaf” limana yaklaştırılmadı; İngiliz savaş gemileri “aksi halde ateş açarız” dedi. “Zuhaf” geri döndü! Sonra ne mi oldu:
Padişahın kurban bayramını kutlayan Kuveyt şeyhine “kaymakam” yerine “Kuveyt'in Yöneticisi ve Kabilelerin Şeyhi” sıfatı kullanılarak yanıt verildi!
Osmanlı böylesine savruk dış politika takip ederken İngilizler, yüzleri kızarmadan “Katar'ı bize verin” demeye başladı! Peki ne yaptık:
“Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret iki kaza yüzünden İngiltere ile ihtilaf çıkaramayız” dedik!
Keza. Bahreyn de elimizden uçtu gitti. Yetmezmiş gibi şeyhe bin sterlin verdik!

Şeyhler hep devrede

Niye anlatıyorum bunları?
Türkiye'de her çevrenin “çıkarı için kullanacağı” bir tarih perspektifi var.
Oysa:

Mesele, II. Abdülhamit'i sevip sevmemek değildir; hakikatler ile yüzleşebilmektir.

Mesele, İttihatçıları sevip sevmemek değildir; gerçekler ile yüzleşebilmektir.
Kusurlarıyla- sevaplarıyla bu bizim tarihimiz; bunlar bizim atalarımız.
Maalesef… Tarihe sadece “politik menfaat” için bakıyoruz. Örneğin:
Atatürk'e dil uzatmak isteyenler sürekli Lozan'ı gündeme taşıyor; “Musul'u Lozan'da verdik!” Koca bir yalan bu. Bakınız:
Şeyh Mübarek ile el sıkışan Lord Curzon'un Lozan'da amacı belliydi; petrol kuyuları!

İsmet Paşa Musul konusunda anlaşamayınca Lozan'dan Ankara'ya döndü. 21 Şubat 1923 ile 6 Mart 1923 arasında TBMM'de 14 oturum yapıldı.
Bugünün Atatürk düşmanları, Meclis'teki o Muhaliflerin Musul sözlerini tekrarlayıp duruyor. Oysa…

O oturumlarda bir tek kişi, İngilizlerin Musul'a sahip olma emelinde temel rol oynayan petrolden söz etmedi! Sadece duygusal nutuk attı!
Bugün bu hamaset edebiyatı ısrarla sürdürülüyor.
Sadece AKP yandaşları değil… PKK kuyrukçuları da ABD'nin hangi amaçla bugün kendilerini desteklediği hakikatiyle yüzleşmiyor.

Sonuçta Ortadoğu'da kazanan Lord Curzonlar oluyor!

Bu zaferleri için hep şeyhleri devreye sokmaları tesadüf mü? Mesela:
Türkiye… Lozan'da, Musul için “son silahı” olan “referanduma gidilsin” teklifini yaptığında İngilizler Şeyh Sait İsyanını başlatıverdi. Ankara mecburen “sıkıyönetim” ilan etti. İngilizler dünyayı ayağa kaldırdı; “Türkler, ülkelerindeki Kürtleri öldürüyor!”

Ardından… E. Af Wirsen başkanlığında Türkiye-Irak sınırını ele alan komisyon 90 sayfalık raporunu Milletler Cemiyeti'ne verdi. Ve Emperyalistler - Petrol Bölgesi- Musul'a el koydu.

Yani Ortadoğu'da:
Şeyh Mübarek ile başlayan…
Şeyh Sait ile süren…
Şeyh Barzani ile devam ediyor!
İşin acı tarafı şu:
ABD, ülkesinin zenginleşmesine sebep olan Edwin Drake'nin heykelini dikti.
Türkiye'de ise, Diyarbakır'daki meydandan Atatürk heykeli kaldırıldı ve bu meydana “Şeyh Sait” adı verildi!
Müstahak bize!…
Irak Babuka'da 1871'de Osmanlı'nın ilk ve Son Petrol Rafinerisini kuran Mithat Paşa'yı boğarak öldüren biz değil miyiz?

26.10.2017 / Sözcü


**

Tesadüf Sanmayınız D 8 TOPLANTILARI

Tesadüf Sanmayınız D 8 TOPLANTILARI



Soner Yalçın


5 gün önce… Türkiye, D8 adlı uluslararası toplantıya ev sahipliği yaptı.
Toplantıya döneceğim ancak bazı bilgiler sıralamalıyım:
Tarih: 28 Haziran 1996.
Necmettin Erbakan başbakan oldu.
Tarih: 10-20 Ağustos 1996.
Başbakan Erbakan ilk yurt dışı gezisini İran'a yaptı. Devamında ikişer gün Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya'da kalıp döndü.
Tarih: 2-8 Ekim 1996.


Başbakan Erbakan bu kez yine ikişer günlük Mısır, Libya, Nijerya gezisine çıktı.
Bu geziler Türkiye'deki siyasi tansiyonu hayli yükseltti! 
Keza:
ABD, Erbakan'ı uyardı:
– “Kesinlikle İran'a gitme.”
– “Sakın doğal gaz anlaşması imzalama.”

Erbakan geri adım Atmadı…

Yanıt Gecikmedi: ABD, 2 bin peşmerge ile ordu kurduğunu açıkladı. (Erbakan, Kuzey Irak konusunda Saddam ile görüşeceğini ve Hafız Esat'ı Türkiye'ye davet edeceğini söyledi.)

Bu süreçte…

PKK terörü arttı. Canlı bombalar patlatıldı. HADEP kongresinde Türk bayrağı indirildi.
Mehmet Ağar Libya gezisini protesto edip İçişleri Bakanlığı'ndan istifa etti. Bu gezi nedeniyle Erbakan hakkında gensoru verildi. Hakkında Yargıtay'a suç duyurusunda bulunuldu. Susurluk skandalı patladı.
Aczmendi Tarikatı şeyhi Müslüm Gündüz, Fadime Şahin ile basıldı. Ankara Sincan'da Filistin'e destek için düzenlenen Kudüs Gecesi'ne İran büyükelçisinin katılması sert tepkilere neden oldu. Sincan'da tanklar yürüdü. Türkiye ve İran büyükelçilerini çekti. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir, İran'ın terörist devlet muamelesi görmesi gerektiğini açıkladı.
Mitinglerde “Türkiye İran Olmayacak” sloganı daha gür atıldı. Dolar 100 lirayı aştı. Ve:
28 Şubat 1997'de “post-modern darbe” yapıldı. Erbakan'ın partisi RP hakkında Anayasa Mahkemesi'nde dava açıldı.
Ve beklenen oldu: Erbakan, 18 Haziran'da istifa etti. Aslında daha önce başbakanlıktan ayrılacaktı. Fakat:
Üç gün önce gerçekleştirdiği “doğumu” bekledi.
Neydi bu?
Sadece dört göz
Başbakan Erbakan…
Gerek 10-20 Ağustos 1996 ve gerekse 2-8 Ekim 1996 yurt dışı gezilerinde -Batı'nın (sadece dört göz) “four eyes only” dediği- baş başa görüşmelerde yedi muhatabına aynen şunu anlattı:
“Batı, Sovyetlerin çöküşünü yanlış değerlendirmektedir ve zafer sarhoşluğu içerisindedir. Dünyada tek kutuplu yeni bir düzen kurmayı hayal ediyorlar. Bunu yapabilecek medeniyet birikimine sahip değiller. Herkes Soğuk Savaş dönemi sonrasının daha iyi olacağını beklerken İslam coğrafyasında sıkıntılar ve çatışmalar olmaya başladı. (…)
Bizler nüfusu 50 milyondan büyük olan Müslüman ülkeler, bir araya gelirsek yaklaşık 900 milyonluk bir nüfusu temsil etmiş oluruz. Bu aynı zamanda çok büyük bir ekonomik güçtür. Ekonomik güç zamanla siyasi güce dönüşür. (…)
Bugün aramızda ticareti dolar üzerinden yapıyoruz. Bu durum bizim ticaretimize engel ve ülkelerimizin menfaatlerine aykırı bir durumdur. Bunun yerine ortak para birimi oluşturabiliriz. Hatta şu anda bile aramızdaki ticarette dolar kullanmamıza gerek yoktur. “Karşılıklı müzakereler planlananı bir-iki saat geçiyordu. Yetmiyor…

Örneğin: Erbakan yakın dostu Pakistan Ana muhalefet lideri Gazi Hüseyin Ahmet'e, bu oluşumun gerçekleşmesine destek veren Benazir Butto hükümetinin yanında durmasını rica ediyordu. (Bilgileri, Erbakan ile bu toplantılara katılan Mete Gündoğan'ın “ Narkoz ” kitabından aldım.)

Sonuçta….

Erbakan, başbakanlıktan ayrılmasından üç gün önce, ilk yurt dışı gezilerine çıktığı yedi ülkenin katılımıyla, İngilizce D8 (Developing Eight) ve bizim tabirimizle M8 (Müslüman Sekiz) kuruluşunu gerçekleştirdi…
Ya sonra?
Başlarına ne geldi,

Erbakan'ın Çabasıyla D8, 1997 yılında kuruldu.

Peki…
Kurulmasına katkıda bulunanların başına ne geldi:
3 Şubat 1997… Pakistan Başbakanı Benazir Butto Cumhurbaşkanı Faruk Leghari tarafından görevinden alındı. Sürgüne gitti. Öldürüldü.
18 Haziran 1997… Başbakan Erbakan istifa etmek zorunda bırakıldı.
2 Ağustos 1997... İran'da Cumhurbaşkanı Rafsancani koltuğundan oldu.
21 Mayıs 1998… Endonezya Devlet Başkanı Suharto istifa ettirildi.
8 Haziran 1998… Nijerya Devlet Başkanı Abacha yatağında ölü bulundu.
Keza:
Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek iktidardan düşürüldü. Malezya Başbakanı Mahathir bir süre sonra siyaseti bıraktığını açıkladı.
Bangladeş Başbakanı Hasina bir müddet hapis yattı, suikaste maruz kaldı. Ama -Cemaati İslami Partisi liderlerini idam etmesi karşılığında- iktidarda kalmayı başardı.
Tüm bunlar tesadüf olamaz!
Beş gün önce yapılan D 8 zirvesine İstanbul ikinci kez ev sahipliği yaptı.
Erdoğan açılışta şöyle dedi:
“Ülkelerimiz arasındaki ticarette artık milli para birimlerini kullanmanın önünü açarsak D-8 tarihinde bir devrime imza atarız. Dolar ve euro baskısında ekonomiyi eritmeye gerek yok. Milli ve yerli parayla ticaret yaparsak ülkelerimiz kazanır.”
20 yıl önce bu sözleri Erbakan söyledi.
Görülüyor ki:
Yaptırmıyorlar…
Yapmak isteyenlerin başına olmadık işler geliyor!

29 Aralık 2015 Salı

OKUDUKÇA GÜLERİZ AĞLANACAK HALİMİZE..



OKUDUKÇA  GÜLERİZ  AĞLANACAK HALİMİZE..


   ÜLKEMDE  SİYASİ YAPI MAALESEF  BU..
( DİDİŞME ÜZERİNE SİYASET..)  KARŞILIKLI SİYASİ SÖYLEMLER  EŞLİĞİNDE GÜNÜ KURTARMA  PROVALARI.!
SEN  ŞUNU DEMİŞTİN  BEN BUNU DEMİŞTİM.

YÜRÜYEN MERDİVENE TERSTEN BİNDİ..,
ATTAN DÜŞTÜ..,
İNSAN  BİRAZ  ADAM  OLUR...




VİDEOLARI SEYRETTİKÇE  TÜRK KAMUOYU  ÖNÜNDE YAYINLANDIĞINA  GÖRE DÜŞÜNMEMİZ LAZIM..

( BİZİ KİMLER NASIL BİR SİYASİ  BİLĞİ BİRİKİMİYLE  YÖNETİYOR.)




KEMAL  KILIÇDAROĞLU ERMENİ KÖKENLİ BİR AİLEDEN GELİYOR..,


DERSİM ERMENİ Sİ YEMUŞ HANIMIN OĞLU ÇARKÇI KEMAL
Almanya Haber Şubat 25, 2011

Türkiye Gazetesi Muhabiri Adem Demir, bugünkü özel haberinde, yazdığı kitapta CHP Liderini anlatan Süleyman Yeşilyurt’un iddialarına yer veriyor.

*****


Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni dönmesi mi?






Özgür Erdem


Atatürk karşıtı Kılıçdaroğlu
(PKK NIN SOKAK OLAYLARINDA ATATÜRK ÜN HEYKELİNİ YAKIP KIRARKEN NEDEN SES ÇIKARMADI PKK YA DESTEK VERDİ


http://www.turksolu.com.tr/285/erdem285.htm

Kemal Kılıçdaroğlu, Dersim isyanı tartışmaları sırasında Atatürk’e sahip çıkan Onur Öymen’i istifaya davet ettiğinde belki bir kısım Atatürkçüler şaşırmıştı. Atatürk’ün kurduğu partinin Genel Başkan Yardımcısı nasıl olurdu da Atatürk’ün Dersim isyanını bastırmasını eleştirebilirdi?

Ancak zamanla ortaya çıktı ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun öne çıkan kimliği Atatürkçülüğü değil, Dersimli olmasıydı. Dikkat edin Tuncelili demiyoruz, Dersimli diyoruz.

Neden mi?

Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?


Kılıçdaroğlu’na bir röportajda soruyorlar, emekli olunca ne yapmayı düşünüyorsunuz. Yanıtı şu:

“Ben tarihe çok meraklıyım, özellikle Dersim tarihine. Bu konuda çok sayıda kaynak bilgi doküman var. Emekli olunca Dersim tarihini yazmak istiyordum, maalesef buna hiçbir zaman olanak olmadı.”

Her şeyden önce Türkiye’de Dersim diye bir bölge yok. Öyle bir ilimiz de... Atatürk Dersim’in ismini 1935’te Tunceli olarak değiştirmişti...

Bu klasik bir PKK söylemidir. Onlara göre Tunceli Dersim’dir, Diyarbakır Amed, Kars ise Serhad...

Tunceli’ye ısrarla Dersim demek Atatürk karşıtlığından başka bir anlama gelmez.

Tabii Kılıçdaroğlu’nun Atatürk karşıtlığı bununla sınırlı değil. Dersim isyanıyla ilgili şunları da söylemişti:

“Dersim coğrafyasında yaşanan olay, bir insanlık dramıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar, o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünlere geldiler. O dönemde yapılan çok ciddi, insanlıkla bağdaşmayan olaylar oldu.”

Yine klasik PKK söylemi değil mi?


Ancak bu söylemin ardında Kılıçdaroğlu’nun siyasal bir tercihinin değil, tarihsel bir kininin olduğunu ortaya koymamız gerekiyor.

Çünkü kısa bir araştırma gösteriyor ki, Kılıçdaroğlu’nun akrabaları bizzat Dersim isyanına katılmış insanlar...

Kılıçdaroğlu önderin kim: Seyit Rıza mı Atatürk mü?


Dersim isyanı 21 Mart 1937 gecesi Harçik köprüsünün yakılmasıyla başlar. İsyanı başlatan Dersim aşiretlerinden biri olan Kureyşandır.

Kureyşan, Kılıçdaroğlu’nun ailesinin de bağlı olduğu aşiret. Dersim isyanı lideri Seyit Rıza da aşiretin mensuplarından...

Bu aşiretin birkaç kolu var. Birisi Haydaran. Kemal Kılıçdaroğlu işte bu kola bağlı.

Haydaran Dersim isyanına en başından beri katılan 3 aşiretten biri. Ve iki yıl süren Dersim isyanını bastırma harekatında en son teslim olan aşiret. Yani en azılı devlet düşmanı olanları...

Hatta isyan bastırıldıktan sonra elebaşı Seyit Rıza ile birlikte asılan aşiret liderlerinden Hasan, Kureyşan aşiretinin reisi Ulkiye’

nin oğlu. Yani Kılıçdaroğlu’nun akrabası. Çok yaşlı olduğu için idamdan kurtulan Kamer Ağa da Haydaran aşiretinin reisidir. Yani o da Kılıçdaroğlu’nun akrabası...

Anlayacağınız, Kılıçdaroğlu “insanlık dramı” derken bunu hümanist duygularla değil, akrabaları isyan ederken öldüğü için söylüyor.

Kılıçdaroğlu kendi köklerine sahip çıkıyor. “Atatürk mü Seyit Rıza mı” deseniz yaşananların bir insanlık dramı olduğunu söyleyerek Seyit Rıza’yı tercih ediyor...

Öyleyse CHP’lilere soruyoruz: Kökünü Atatürk’te bulan birisi mi CHP Genel Başkanı olmalı yoksa Seyit Rıza’da arayan biri mi?

Kılıçdaroğlu soyadını niye değiştirdi?


Kılıçdaroğlu’nun söylediği bir şey daha var. Karabulut olan soy isimlerini değiştirmişler. Gerekçe olarak ise “Köyümüzde Karabulut soyisimli yedi aile vardı” diyor. Ama gerçeği daha sonra ağzından kaçırıyor. Dedesinin dedesinin Osmanlı döneminde ünlü bir eşkıya olduğunu söylüyor.

Anlayacağınız soylarındaki eşkıyalığı unutturmak için soy isimlerini değiştirmişler. Babası memur olmaya karar vermiş, bu yüzden de “eşkıya” geçmişlerini saklamak istemiş.

Burada “eşkıyalığı” biraz açalım. “Eşkıya” bazen sempatik gelebiliyor Türk insanına. Sonuçta Köroğlu gibi halk kahramanı haline gelmiş eşkıyalar da var. Ege’de pek çok çete reisi de Kuvayı Milliye’ye katıldı.

Ancak Kılıçdaroğlu’nun dedesi “olumlu” olarak görülebilecek bir eşkıya ya da sıradan bir kanun kaçağı değil. Çünkü bağlı bulunduğu Haydaran aşireti, devlete karşı sürekli ayaklanan bir aşiret. Ve Kılıçdaroğlu’nun bahsi geçen dedesinin dedesi de bu ayaklanmalara katılan, belki de liderlik yapan bir eşkıya... Yani Seyit Rıza’dan bir farkı yok...

Peki neler olmuş bu ayaklanmalarda?


1937 Dersim isyanı Dersim aşiretlerinin tek isyanı değildir. 1847’den itibaren Osmanlı devletine karşı defalarca ayaklanmışlardır.

Bunların en zor bastırılanı 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rusların da yardımını alarak başlattıkları isyandır. Kılıçdaroğlu’nun mensubu bulunduğu Haydaran aşireti de bu isyanın elebaşıdır.

Haydaranlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında da rahat durmamış, Rus Ordusu Erzincan’a kadar geldiğinde Dersim’i de Ruslara bağlayabilmek için 1915 ve 1916’da iki kez ayaklanmıştır!

Anlayacağınız Kılıçdaroğlu’nun “eşkıya” dediği dedeleri, sıradan kanun kaçakları değil, vatan hainidir. Osmanlı’ya karşı Rus Ordusu’yla işbirliği yapmıştır!
Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?


Kılıçdaroğlu’nun annesi  Ermeni dönmesi mi?



Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?



















Tunceli’deki Kürtleşen Ermenilerden bahsettiği için bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Halaçoğlu sözlerinin arkasında durmuş ve şöyle demişti: “Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var.”
Halaçoğlu’nu şimdi çok önemli bir görev bekliyor. Madem Ermeni dönmelerinin listesi elinde var, bunu yayınlasın. Görelim bakalım Kılıçdaroğlu’nun anne tarafı Ermeni dönmesi miymiş, değil miymiş...


Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olduktan sonra Soner Yalçın Hürriyet’te şeceresiyle ilgili bir yazı yazdı. Ve Kılıçdaroğlu’nun ailesinin köklerinin Horasan’a kadar dayandığını anlattı.

Ancak Kılıçdaroğlu’nun baba tarafından köklerini bu kadar titizlikle araştıranlar, yüzlerce yıl öncesine gidebilenler, ne hikmetse anne tarafı üzerine bir şey yazmıyor.

Biraz karıştırınca bu konuda ilginç şeyler ortaya çıkıyor.


Kılıçdaroğlu’nun annesinin ismi Yemuş. Bir Ermeni ismi. Bu konuda doğal olarak pek çok soruya da muhatap oluyor Kılıçdaroğlu. Ancak hiçbirini “Hayır, annem Ermeni değildir” diye yanıtlayamıyor.

Örneğin Rıza Zelyut, Kılıçdaroğlu’yla bir röportaj yapıyor Akşam gazetesinde. Annesinin ismini gündeme getiriyor:

“Annenizin ismi Yemuş imiş. Ermeni misiniz, diye soran birileri varmış.”

Ancak Zelyut’un amacı Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırmak değil, rahatlatmak. Soruyu şöyle devam ettiriyor:

“O ismin aslı Yemiş olmalı, değil mi Türkçe...”


Gerçekten de Kılıçdaroğlu, nüfus memurunun azizliğine uğramışız gibi kaçak bir yanıt verebilir bu soruya. Ama o “Evet, haklısınız” diyeceğine şu yanıtı veriyor:

“Böyle soranlar var. Biz hiçbir zaman gocunmadık, annemizin ismi niye öyle diye. Telefon açıp kendisini gazeteci olarak tanıtan kişi ‘Siz Ermeni misiniz?’ diye soruyor. Telefona ablam çıkmış. Cevap verirken ‘Hayır, biz Müslümanız’ diyor. Ablam zaten kırsal bağlamdaki o kıyaslamayı bilmiyor zaten. Gayet saf, hayır biz Müslümanız diyor. Annemin Ermeni, Kürt veya Çerkez olması bizlerin ona olan sevgisini azaltmaz ki sonuç olarak o bizim annemiz.”

Yani annem bir Ermeni değildir diyemiyor. Ermeni olsa bile önemi olmamalı diyor!

Kürtleşen Ermeniler


Kılıçdaroğlu’nun anlattıklarında önemli bir gerçek gizli. Ablası Müslümanız diyor. Türk’üz demiyor. Bu aslında utangaç bir şekilde biz Müslümanlaşan Ermeniyiz demekten başka bir şey değil. Yani “Ermeni dönmesi.”

Nereden biliyorsunuz demeyin. O bölgede çok yaygın bir olgudur bu. Tehcir sırasında pek çok Ermeni çocuğun, özellikle Tunceli’de Kürt aşiretleri tarafından evlat edinildiği biliniyor. Bu çocuklar Müslümanlaştırılmış.

Bu konu birkaç ay önce Türk Tarih Kurum Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu tarafından da dile getirilmişti:

“Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak ‘Türkmen asıllı’ olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise ‘Ermeni kökenli’ olduğunu gördük.”

Halaçoğlu bu açıklamasından sonra bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşmış, adeta linç edilmişti. Halbuki, bu yalnız Halaçoğlu’nun bir iddia değil, pek çok tarihçinin kabul ettiği bir olgu.

Mesela Prof. Dr. Hasan Köni şöyle diyor:

“Tehcir sırasında, yerinden olmamak için ‘convert’ olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş, Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var.”

Hrant Dink bile kabul ediyor bunu. Tehcire kaç kişinin tabi olduğunun tartışıldığı bir toplantıda şöyle diyor:

“Aynı dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştur.”

Batılı tarihçi Hans Lukas Kieser ise şöyle diyor:

“Pek çok ipucu, Kürt Aleviliğinin beşiği olan Dersim’in en azından bir bölümünün Kürtleşmiş Ermeni asıllı halklardan oluştuğunu gösterir.”

Halaçoğlu, Ermeni dönmelerinin listesini açıklasın

Kürtleşen Ermenilerden bahsettiği için bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşan Halaçoğlu sözlerinin arkasında durmuş ve şöyle demişti:

“Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var. Tehdit olarak söylemiyorum. Bunları açıklamıyorum, açıklamayacağım da. Şimdi ben bunları öğrenince ne yapayım? Paylaşmayım mı? Bunları Ermenileri kötülemek için söylemiyorum. Bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için kendilerini Kürt Alevi gösterdiklerini söylüyorum.”

Halaçoğlu, bu sözlerinden ötürü Türk Tarih Kurumu başkanlığından alındı. Suçu Türkleri koruması ve tarihsel gerçekleri ortaya koymasıydı. Ancak Halaçoğlu’nu şimdi çok önemli bir görev bekliyor. Madem Ermeni dönmelerinin listesi elinde, bunu yayınlasın.

Görelim bakalım Kılıçdaroğlu’nun anne tarafı Ermeni dönmesi miymiş, değil miymiş...

Yanıtla Kılıçdaroğlu: Türk müsün değil misin?

CHP’nin Genel Başkanı olmuş bir siyasetçiye Türk milletinin “Türk müsün değil misin?” diye sorması kadar doğal bir şey olamaz. Sonuçta CHP Türk’ü yok olmaktan kurtaran Kuvayı Milliye’nin partisi. Türk’ün Cumhuriyetini kuran parti. Türk’ün atası Atatürk’ün partisi...

Ama Türk olmanın Kılıçdaroğlu için önemli olmadığını üzülerek görüyoruz. Rıza Zelyut röportajında bu konuyu da gündeme getiriyor:

“Size ‘Alevi-Kürt’ göndermesi de yaptılar. Peki siz kendinizi Alevi mi görüyorsunuz, Kürt mü görüyorsunuz?”

Soru burada bitmiyor. Annesinin Ermeniliği sorusunda olduğu gibi Zelyut bu konuda da Kılıçdaroğlu’na bir çıkış noktası bırakıyor: “Yoksa bir Türk veya cumhuriyetçi mi görüyorsunuz?”

Kılıçdaroğlu:

“Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyım ama Tunceli’de doğdum babam memurdu. Anadolu’nun değişik şehir ve ilçelerinde bulundum. 21. yüzyıla giren Türkiye’de bu konuları gündeme getirmemeliyiz. İnsanlar yeni bir boyuta girmiş. İnsanları üzmemek, insanları sevmek temel konu bu olmalıdır.”

Gördüğünüz gibi “Türk müsünüz” diye soruluyor, evet diyemiyor... İnsanları sevmekten bahsediyor.

Şimdi diyeceksiniz ki Kılıçdaroğlu’nun etnik kökeninden size ne. Bizim için Türklüğün tanımı Atatürk’ün koyduğu şekildedir: “Ne mutlu Türk’üm diyene.”

Yani biz Atatürkçüler için Türklük etnik bir kökeni tanımlamaz. Türklük bir tarihsel kimliktir. Bir karakterdir. Bir medeniyet anlayışıdır.

Bu yüzden “Ben Türk’üm” diyen birisinin etnik kökenini araştırmayız, karıştırmayız.

Ancak Kılıçdaroğlu gibileri için etnik kökenleri önemli. Dersim isyanı tartışmalarında aldığı tavır tamamen etnik kökeninin bir yansıması. CHP’li kimliğini de bir kenara itip CHP’yi ve Atatürk’ü bir anda eleştiriveriyor.

Öyleyse bizim de Kılıçdaroğlu’nun etnik kökenini ortaya koymamız kadar doğal bir şey olamaz.

Genel Başkanı Türk olmayan bir parti Türk’ü savunabilir mi?

“Kılıçdaroğlu kim” basında en çok sorulan soru bu sıralar. Bu sorunun yanıtını bir de bizden duyun:

– Annesinin Ermeni dönmesi olduğu söylenen,

– Kendisine bir türlü “Türk’üm” diyemeyen,

– Dersim İsyanında Atatürk’e başkaldırmış ve Türk askerine kurşun sıkmış bir aşiretin mensubu,

– Rus işbirlikçisi eşkıyaların torunu.

Böyle birisine Türk diyebilir misiniz?


Kendisi bile demiyor ki!

Kılıçdaroğlu çıksın Annesinin Ermeni dönmesi olmadığını kanıtlasın, en azından “Ben Türk’üm” desin, o zaman Türkleri yönetmeye aday olsun.

Bunu yapamıyorsa, etnik kökenine göre kararını versin. Ya Ermenilerin yanına gitsin ya da ABD’nin kucağındaki Kürtlerin...

Ama Türkleri rahat bıraksın.


http://www.turksolu.com.tr/285/erdem285.htm

https://plus.google.com/communities/105763761493502805979/stream/45c5e623-e6b0-408c-bb66-4d71497c1960


ANA BAŞLIKTADA DEDİĞİM GİBİ BİZİ HANGİ SİYASİ KADROLAR NASIL BİR SİYASET BİLĞİSİ İLE YÖNETİYOR..? ( OKUDUKÇA  GÜLERİZ  AĞLANACAK HALİMİZE.. )   

SAYGIYLA..




..