Prof. Dr. Erol Manisalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Erol Manisalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2016 Pazar

1960'lardan 2000'lere Türkiye


1960'lardan 2000'lere Türkiye


Ulusal Sol Yerine ‘ Dinci-Bölücü Koalisyon ’
   
Sol Elim

Sarhoş oldum da 
Seni hatırladım yine; 
Sol elim, 
Acemi elim, 
Zavallı elim!

Orhan Veli Kanık


 Yol, Önder Sayan ABD 1960'lı ve 1970'li yıllarda Türkiye’de artan sol ve Amerika karşıtı gelişmeleri engellemek için hangi araçları kullandı? Bunun yanıtlarını verdiğimiz zaman Türkiye’nin 2000'li yıllarda, “ AKP yönetimine nasıl getirildiğini de” Kolayca Anlamış Oluruz.1960'lı ve 70'li yıllardaki sol ve ABD karşıtı muhalefet hareketleri 1961 Anayasası’nın getirdiği toplumcu yapılanmaların sonucudur. Şöyle ki; 

1) 1961 Anayasası Türkiye’de, ABD’nin (ve Batı’nın) hiç de hoşlanmadığı bir yapıyı yavaş yavaş sağlıyordu. Demokrat Parti’nin Amerikancı, liberal ve kapitalist felsefesine ve uygulamalarına karşılık sosyal devleti öne çıkaran bir anlayış yeşeriyordu.

Devletin iktisadi kurumlarının hızla piyasaya hâkim olmaları gerçeği vardı. Petro-kimya, demir-çelik, alüminyum, motor sanayii, elektronik gibi birçok alanda devlet devreye girmişti. Karma ekonomik yapı “sistemin esasını oluşturmaya başlamıştı”.

Bunlar ABD’nin (ve Batı’nın) Türkiye’de istemediği şeylerdir.

2) 1961 Anayasası ile kapı gibi bir Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştu. Beş yıllık planlar ve yıllık programlarla sanayi, tarım, enerji, ulaştırma, eğitim, sağlık gibi alanlar; “ulusal çıkarlar gözetilerek” , planlı ve programlı bir biçimde yürütülmeye başlandı.

Birinci Beş Yıllık Plan döneminde başbakan olan Morrison Süleyman bile, ABD’nin vermek istemediğini gidip Sovyetler Birliği’nden almıştı. Sol ve ulusalcı kesim bu işin başını çekiyordu. Sol dışında, ABD’ye karşı olan İslamcılar da Türkiye’nin sanayileşmesinden yanaydılar. Sol ve ABD karşıtı İslamcılar Ecevit-Erbakan koalisyonu ile iktidara gelmişler ve 1974'te Batı istemediği halde ulusal çıkarlarımızı Kıbrıs’ta korumuşlardı. ABD’nin bölge uzmanları şöyle karara vardılar:

1) Sağ ve sol aralarında çatıştırılmalıydı.

2) “ABD karşıtı” cephe yerine, onun yandaşı dinciler yaratılmalıydı.

3) “Sermayenin sisteme egemen olacağı” bir değişiklik yapılmalıydı.

Ama her şeyden önce ABD’nin baş belası 1961 Anayasası budanmalıydı.

- 12 Mart 1971 darbesi ABD karşıtı cepheyi, sol hareketleri ortadan kaldırmak için ilk basamak oldu. Amerikancı kimi generaller ve kimi sağ çevreler ABD istihbarat örgütleri tarafından solun üzerine gönderildiler.

- 24 Ocak 1980 iktisadi kararları ile 12 Eylül 1980 darbesi ABD’nin ortak operasyonlarıdır. 1978 Washington Uzlaşması’nın Türkiye’de uygulanması için 12 Eylül generalleri tarafından 1982 Anayasası’nın getirilmesi gerekiyordu. (*)

1980-83 Askeri Konsey ve 1983 sonrası Özal hükümetlerinde üç belirgin hareket oldu.

1) Sermaye çevrelerinin siyaseti ele geçirerek Türkiye’yi Batı’ya bağlamaları için “Özalcılık” geliştirildi. Sermaye çevreleri, sisteme egemen kılınmaya başlandı. Özal Türkiye’yi birkaç büyük işadamı ile birlikte yönetiyordu.

2) PKK kuruluyor ve “Devlete Karşı yeni bir Ayrılıkçı Muhalefet” ve terör oluşturuluyordu.

3) Askeri Konsey (1980-83) ve Özal dönemi ile birlikte İslamcı yapılanma sistemli bir biçimde devreye sokuluyordu. Atatürkçü geçinen 12 Eylül’ün Amerikancı generalleri bu konuda ellerinden geleni yaptılar. Özalcılıkla birlikte tarikatçılık devletin tepesine yavaş yavaş sızmaya başladı. Fethullahçılık bu dönemde sistem tarafından desteklendi.

İlk tohumlar…

Böylelikle sol kesim başta olmak özere ABD karşıtı ulusal öğelere alternatif olacak “Amerikancı işbirlikçiler” ilk filizlerini vermeye başladılar.

- Bir yanda Amerikancı (Batıcı) büyük sermaye çevreleri;

- Onun yanında Amerika’ya yakın İslamcılar (ve tarikatlar);

- Ve tabii Türkiye Cumhuriyeti’ne, Lozan’a ve devlete karşı PKK terör örgütü. Bu birbirinden tamamen farklı görülen unsurlar yavaş yavaş ABD ve AB tarafından “terbiye edilecekler” ve 2000'li yıllardaki ortaklıklarını kuracaklar. ABD ve AB’nin güdümüne girmiş olan “ Büyük Sermaye, Köktendinci ve Bölücü ” koalisyonu işin esasını oluşturdu.

Amerika ve (Sonra AB), 1960'lı ve 1970'li yıllardaki solun karşısına büyük sermaye-köktendinci-bölücü koalisyonunu 2000'li yıllarda oturtmayı başarmıştır (**). Eski solun bir bölümü dinci ve liberal çevrelere yamandı. İşin en ilginç yanı şu:

- İslamcıların tabanının büyük çoğunluğu ABD’nin (ve AB’nin) karşısındalar.

- Kürt kökenli yurttaşların da çoğunluğu PKK’ye karşılar. Çünkü terörden en büyük zararı onlar gördü. Terör yüzünden Güneydoğu geriledi;

- İş çevrelerinin çok küçük bir bölümü “gözü kapalı Amerikancı ve AB’ci”.

Çoğunluğu, İktisadi İşgale Karşı.

- Bu kesimler dışındaki insanlarımızın yine büyük çoğunluğunun ABD’ye karşı olduğunu kamuoyu yoklamaları gösteriyor.

Ve bütün bunlara rağmen Amerikancılar iktidarda. Bu sonucun bir tek açıklaması bulunmaktadır; Türkiye’de demokrasi işlemiyor. Sadece demokrasi oyunu oynanıyor.

O zaman düşünmemiz gereken şey bu işi nasıl ve hangi yolla düzelteceğimizdir.

Türkiye’yi emperyalizmin güdümündeki oligarşiden nasıl kurtaracağımızı, “büyük çoğunluğu oluşturan kesimler bütün güçlerini kullanarak” çözmek zorundalar. Bugünkü gidişe karşı olan bütün kesimlerin kenetlenmesi gerekiyor.

Sağcısı, solcusu, işbirlikçi olmayan ve Atatür k’ü seven Müslümanıyla…


Prof. Dr. Erol Manisalı

(*) Hayatım Avrapa, Birinci kitap 2006, Truva.
(**) AKP, Ordu, ABD Üçgenindeki Türkiye, 2007, Truva
1 Orhan Veli Kanık

http://www.transanatolie.com/turkce/Turkiye/1960lardan_2000lere_turkiye.htm



..

9 Ocak 2016 Cumartesi

TÜRKİYE, ÖRTÜLÜ BİR SÖMÜRGE YAPILIYOR... YAVAŞ YAVAŞ...





TÜRKİYE, ÖRTÜLÜ BİR SÖMÜRGE YAPILIYOR... YAVAŞ YAVAŞ...





Prof. Dr. Erol MANİSALI
MAYIS 2002   


Sorun, Türkiye AB'ye girdiği zaman neleri kaybedeceği sorunu değildir. Sorun, "Türkiye'nin AB'ye alınmadan, neleri kaybetmekte olduğu" hadisesidir.
 Türkiye'de "anayasanın, kanunların daha demokratik yönde değiştirilmesi meselesi" olumlu bir gelişmedir. Ancak bu olumlu gelişmeler, "Türkiye'nin AB dışında tutularak, AB'ye tek taraflı bağlanmasının" bir sebebi olarak kullanılamaz. Böyle bir yaklaşım, siyaset, iktisat ve akıl ile bağdaşmaz.

 "Türkiye AB'ye alınmasa da, bu sayede alınacakmış gibi düşünülerek iyi yönde hazırlıklar yapılıyor. O zaman AB'ye yarın alınmasak da, yapılan şeyler kâr kalır" diyenler çoğunlukta. Ancak bu arada, a) AB, Türkiye'yi kendisine tek taraflı bağlıyor; b) Türkiye'nin ulusal çıkarları ile bağdaşmayan ödünler alıyor. O zaman bu anlayış kına gecesi ile zifaf gecesi arasında bir fark görmemek kadar abes olmazmı?

Türkiye - AB ilişkilerinde AB tarafı "kendi çıkarını" her alanda fazlası ile koruyor. Türk tarafı ise Türkiye'nin çıkarlarını siyasi, iktisadi ve kurumsal alanlarda koruyamıyor. Acaba neden? Çünkü Türkiye tarafında "Türkiye adına karar verenler" dar bir çevre. Bu çevrede "büyük sermaye" egemen: Büyük sermayeye bağımlı entelcensiya ve bürokrasi egemen. Bu dar çevre, Türkiye-AB ilişkilerinde, "Türkiye'nin çıkarlarını değil, dar bir çevrenin çıkarlarını koruyor". AB, Türkiye'de işbirliği yaptığı bu dar çevre ile ilişkileri çok iyi götürdü. Ancak Avrupa Ordusu (AGSP) meselesinde sorun çıktı. Diğer alanlarda yürütülen "tek taraflı ilişki düzeni", askeri alanda sırıtıverdi. TSK, AB'nin tek taraflı bağımlılığa yol açan tutumuna karşı çıktı.
Oysa AB, Türkiye içindeki "dar çevre ile" 1995'teki gümrük birliği belgeseli ile başlayan "tek taraflı ilişkileri" çok iyi yürütüyordu. Öte yandan AB, tek yanlı avantajına ek olarak, Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, Ermeni meselesi gibi alanlarda da ödünler istemeye başladı. NATO-Avrupa Ordusu meselesi çıkmasaydı, bu ödünlerde de ilerleme olabilirdi. Ancak TSK'nin gözü açıldı ve AB'nin "gerçek niyetini" geç de olsa gördü.
 AB, Türkiye üzerinde sivil toplum örgütlerini kullanmak istiyor. Kullanma yöntemi olarak da bunları "besleme" yolunu seçti. Vakıflara, derneklere, meslek kuruluşlarına mali ve teknik yardım yaparak yönlendiriyor. Bu yönlendirmenin amacı, "Türkiye'nin AB'ye tek taraflı bağlanmasının altyapısını hazırlamak".
 AB'nin bu "rüşvetini" ceplerine indirmeye hazır, oldukça geniş bir kesim var. Hatta bunların bazıları bu AB rüşvetini "Atatürkçülük, Batılılaşma, uluslararası işbirliği" gibi süslü vitrinler arkasına gizliyorlar.

 Küreselleşme ve işbirliği adı altında,

- Bürokrasiye,
- Üniversitelere,
- İşçi sendikalarına, meslek kuruluşlarına, 
- Vakıf ve derneklere kadar yaygınlaştırılarak sürdürülüyor.

Bütün bunlar, yeni sömürgeleştirme faaliyetleridir ve AB, Türkiye'nin içinde bulunduğu zaaflardan yararlanarak bunları yürütmektedir. Temeldeki sorun ise, "Türkiye'yi fiilen yönetiminde tutan dar bir çevrenin, bütün bu faaliyetlere destek vermesi ve yönlendirmesidir".

 Bu nedenle Türkiye, ulusal çıkarlarını koruyamamakta, tek taraflı bağlanarak örtülü bir sömürge düzeni altına girmektedir. Tek yanlı anlaşmalar, gönüllü kuruluşların bağlanması, bürokrasinin " Perspektifinin " yönlendirilmesi, entelecensiyanın denetim altına alınması ile işin altyapısını hazırlamaktadırlar.
 Aslında, Türkiye'yi AB'ye tek yanlı bağlamakta olan bu dar çevre "Türkiye değil", AB'nin Türkiye'deki uzantısıdır. Taklitçi Tanzimatçıların torunlarıdır; Atatürk devrimleri ile, savaşıp da o yıktığımızı sandığımız çevrelerin yeni uzantılarıdır.


 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/mayis02_04.html


..

6 Ocak 2016 Çarşamba

1960'lardan 2000'lere Türkiye Ulusal Sol Yerine ‘Dinci-Bölücü Koalisyon’





  1960'lardan 2000'lere Türkiye    
Ulusal Sol Yerine ‘Dinci-Bölücü Koalisyon’


Sol elim1
Sarhoş oldum da
Seni hatırladım yine;
Sol elim,
Acemi elim,
Zavallı elim!


Orhan Veli Kanık


Yol, Önder Sayan










ABD 1960′lı ve 1970′li yıllarda Türkiye’de artan sol ve Amerika karşıtı gelişmeleri engellemek için hangi araçları kullandı? Bunun yanıtlarını verdiğimiz zaman Türkiye’nin 2000′li yıllarda, “AKP yönetimine nasıl getirildiğini de” kolayca anlamış oluruz.1960′lı ve 70′li yıllardaki sol ve ABD karşıtı muhalefet hareketleri 1961 Anayasası’nın getirdiği toplumcu yapılanmaların sonucudur. Şöyle ki;

1) 1961 Anayasası Türkiye’de, ABD’nin (ve Batı’nın) hiç de hoşlanmadığı bir yapıyı yavaş yavaş sağlıyordu. Demokrat Parti’nin Amerikancı, liberal ve kapitalist felsefesine ve uygulamalarına karşılık sosyal devleti öne çıkaran bir anlayış yeşeriyordu.

Devletin iktisadi kurumlarının hızla piyasaya hâkim olmaları gerçeği vardı. Petro-kimya, demir-çelik, alüminyum, motor sanayii, elektronik gibi birçok alanda devlet devreye girmişti. Karma ekonomik yapı “sistemin esasını oluşturmaya başlamıştı”.

Bunlar ABD’nin (ve Batı’nın) Türkiye’de istemediği şeylerdir.

2) 1961 Anayasası ile kapı gibi bir Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştu. Beş yıllık planlar ve yıllık programlarla sanayi, tarım, enerji, ulaştırma, eğitim, sağlık gibi alanlar; “ulusal çıkarlar gözetilerek” , planlı ve programlı bir biçimde yürütülmeye başlandı.

Birinci Beş Yıllık Plan döneminde başbakan olan Morrison Süleyman bile, ABD’nin vermek istemediğini gidip Sovyetler Birliği’nden almıştı. Sol ve ulusalcı kesim bu işin başını çekiyordu. Sol dışında, ABD’ye karşı olan İslamcılar da Türkiye’nin sanayileşmesinden yanaydılar. Sol ve ABD karşıtı İslamcılar Ecevit-Erbakan koalisyonu ile iktidara gelmişler ve 1974′te Batı istemediği halde ulusal çıkarlarımızı Kıbrıs’ta korumuşlardı. ABD’nin bölge uzmanları şöyle karara vardılar:

1) Sağ ve sol aralarında çatıştırılmalıydı.

2) “ABD karşıtı” cephe yerine, onun yandaşı dinciler yaratılmalıydı.

3) “Sermayenin sisteme egemen olacağı” bir değişiklik yapılmalıydı.

Ama her şeyden önce ABD’nin baş belası 1961 Anayasası budanmalıydı.

- 12 Mart 1971 darbesi ABD karşıtı cepheyi, sol hareketleri ortadan kaldırmak için ilk basamak oldu. Amerikancı kimi generaller ve kimi sağ çevreler ABD istihbarat örgütleri tarafından solun üzerine gönderildiler.

- 24 Ocak 1980 iktisadi kararları ile 12 Eylül 1980 darbesi ABD’nin ortak operasyonlarıdır. 1978 Washington Uzlaşması’nın Türkiye’de uygulanması için 12 Eylül generalleri tarafından 1982 Anayasası’nın getirilmesi gerekiyordu. (*)

1980-83 Askeri Konsey ve 1983 sonrası Özal hükümetlerinde üç belirgin hareket oldu.

1) Sermaye çevrelerinin siyaseti ele geçirerek Türkiye’yi Batı’ya bağlamaları için “Özalcılık” geliştirildi. Sermaye çevreleri, sisteme egemen kılınmaya başlandı. Özal Türkiye’yi birkaç büyük işadamı ile birlikte yönetiyordu.

2) PKK kuruluyor ve “devlete karşı yeni bir ayrılıkçı muhalefet” ve terör oluşturuluyordu.

3) Askeri Konsey (1980-83) ve Özal dönemi ile birlikte İslamcı yapılanma sistemli bir biçimde devreye sokuluyordu. Atatürkçü geçinen 12 Eylül’ün Amerikancı generalleri bu konuda ellerinden geleni yaptılar. Özalcılıkla birlikte tarikatçılık devletin tepesine yavaş yavaş sızmaya başladı. Fethullahçılık bu dönemde sistem tarafından desteklendi.

İlk tohumlar…


Böylelikle sol kesim başta olmak özere ABD karşıtı ulusal öğelere alternatif olacak “Amerikancı işbirlikçiler” ilk filizlerini vermeye başladılar.

- Bir yanda Amerikancı (Batıcı) büyük sermaye çevreleri;

- Onun yanında Amerika’ya yakın İslamcılar (ve tarikatlar);


- Ve tabii Türkiye Cumhuriyeti’ne, Lozan’a ve devlete karşı PKK terör örgütü. Bu birbirinden tamamen farklı görülen unsurlar yavaş yavaş ABD ve AB tarafından “terbiye edilecekler” ve 2000′li yıllardaki ortaklıklarını kuracaklar. ABD ve AB’nin güdümüne girmiş olan “büyük sermaye, köktendinci ve bölücü” koalisyonu işin esasını oluşturdu.

Amerika ve (sonra AB), 1960′lı ve 1970′li yıllardaki solun karşısına büyük sermaye-köktendinci-bölücü koalisyonunu 2000′li yıllarda oturtmayı başarmıştır (**). Eski solun bir bölümü dinci ve liberal çevrelere yamandı. İşin en ilginç yanı şu:

- İslamcıların tabanının büyük çoğunluğu ABD’nin (ve AB’nin) karşısındalar.

- Kürt kökenli yurttaşların da çoğunluğu PKK’ye karşılar. Çünkü terörden en büyük zararı onlar gördü. Terör yüzünden Güneydoğu geriledi;

- İş çevrelerinin çok küçük bir bölümü “gözü kapalı Amerikancı ve AB’ci”.

Çoğunluğu, iktisadi işgale karşı.


- Bu kesimler dışındaki insanlarımızın yine büyük çoğunluğunun ABD’ye karşı olduğunu kamuoyu yoklamaları gösteriyor.

Ve bütün bunlara rağmen Amerikancılar iktidarda. Bu sonucun bir tek açıklaması bulunmaktadır; Türkiye’de demokrasi işlemiyor. Sadece demokrasi oyunu oynanıyor.

O zaman düşünmemiz gereken şey bu işi nasıl ve hangi yolla düzelteceğimizdir.

Türkiye’yi emperyalizmin güdümündeki oligarşiden nasıl kurtaracağımızı, “büyük çoğunluğu oluşturan kesimler bütün güçlerini kullanarak” çözmek zorundalar. Bugünkü gidişe karşı olan bütün kesimlerin kenetlenmesi gerekiyor.

Sağcısı, solcusu, işbirlikçi olmayan ve Atatür k’ü seven Müslümanıyla…


Prof. Dr. Erol Manisalı


(*) Hayatım Avrapa, Birinci kitap 2006, Truva.
(**) AKP, Ordu, ABD Üçgenindeki Türkiye, 2007, Truva

Orhan Veli Kanık1

http://www.transanatolie.com/turkce/turkiye/1960lardan_2000lere_turkiye.htm


..

12 Kasım 2015 Perşembe

TSK ve AVRUPA BİRLİĞİ




TSK ve AVRUPA BİRLİĞİ



Prof. Dr. Erol Manisalı
AĞUSTOS 2001  

Genelkurmay Başkanlığı bir açıklamayla AB'ye karşı olmadığını bildirdi.

Türkiye'nin AB'ye bir Fransa ya da bir İspanya gibi tam üye olmasına TSK karşı değildir. Bunu çok doğal karşılamak gerekir. TSK'yi bu yönde açıklama yapmaya, bazı spekülatif yayınlar zorladı.

Ancak, arada bazı farklar var...

Evet, Türkiye'nin aynen AB içindekiler gibi eşit statüde ve normal, tek yanlı olmayan bir ilişki düzeni içinde AB'ye üye olmasına TSK karşı değildir. Ancak bugüne kadar, haklı nedenlerle TSK ve askeri çevreler, Türkiye-AB ilişkilerinde "bazı tepkiler" göstermişlerdir.


Son aylarda bu tepkilerin "hangi konularda" ortaya çıktığını sıralayalım:

1) Güneydoğu konusunda Brüksel'den ve AB Parlamentosu'ndan, "Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik dayatmalara" yeltenildiğinde TSK ve askeri çevreler, "AB Türkiye'den böyle şeyler isteyemez" demişlerdir.

2) "Ulusal azınlıklar" adı altında, Türkiye'den, ülke bütünlüğüne yönelik tahrikler ve dayatmalar yapıldığında, TSK tepki göstermiştir.

3) Türkiye-AB ilişkileri bahane edilerek, hatta istismar edilerek Kıbrıs ve Ege konularında AB "koşul getirdiğinde", TSK olmaz demiştir.

4) Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği-NATO ilişkilerinde, AB'nin dayatmak istediği "tek yanlı düzene", TSK karşı çıkmıştır. TSK, Türkiye-AB ilişkilerinde çok haklı olarak tek yanlı yapılanmalara karşıdır.

5) MGK konusunda, Brüksel'den "dayatmalar yapılmak istendiğinde", TSK buna da tepki gösterdi. 

6) Son olarak, Katılım Ortaklığı Belgesi'nde, Kıbrıs'ın "koşul olarak dayatılmasına" TSK hayır demiştir.

Ayrıca bu konuda, Çankaya Doruğu ile Sezer, Denktaş, Ankara hükümeti ve Genelkurmay, ortak tepkilerini ve çizgilerini net bir biçimde kamuoyuna yansıtmışlardır.


7) Son olarak Nice Doruğu'nda TSK, Türkiye'nin AGSK'den dışlanmasına ve Türkiye'ye 2010 randevusu verilerek ülkemizin "oyalanmasına" anında tepki göstermiş bulunuyor.

TSK Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olmamıştır ama, AB'nin, adaylığımız bahane edilerek ulusal çıkarlarımız üzerinde oynamasına tepki göstermiştir.

TSK Nelere Karşı?

Türkiye-AB ilişkilerinde, TSK'nin tepki gösterdiği konulara baktığımızda aşağıdaki gerçekler ortaya çıkıyor:

1) TSK, Türkiye-AB ilişkilerinde, "tek yanlı düzenlemelere karşıdır". Bunun somut örneğini AGSK-NATO ilişkisinde gördük.

2) TSK, ileride Türkiye'nin bütünlüğünü tehlikeye sokacak AB isteklerine karşıdır.

3) TSK, Kıbrıs ve Ege konularında, AB'nin "ön koşul dayatmalarına" karşıdır. Atina'nın, AB'yi kullanarak Türkiye'nin karşısına çıkmasına tepki gösteriyor.

4) AB'nin, MGK gibi, Türkiye'nin ulusal çıkarlarının korunmasında önemli olan bir kurumu karşısına almasına tepki veriyor.

5) TSK, AB çevrelerinin, Atatürkçü düşünceden rahatsız olmalarına da, çok doğal olarak tepki göstermektedir.

6) TSK, Türkiye'nin AB tarafından "oyalanmasına" da karşıdır.

TSK AB'ye karşı değildir ama, AB'nin Türkiye ile ilişkilerinde, yukarıda anılan konular üzerinde ısrar etmesine çok haklı olarak karşı çıkmakta, tepki göstermektedir.

İki Şeyi Birbirinden Ayırmak...

TSK, AB'ye normal koşullar altında "evet" demektedir. Oysa AB, sürekli olarak Türkiye'nin ulusal çıkarları ile bağdaşmayan önerilerle karşımıza çıkmaktadır. Bir taraftan Türkiye'den ödün koparmaya çalışırken öte yandan da ülkemizi "oyalama taktiği" gütmektedir.

TSK, AB'ye karşı değildir ama, bütün bu anormal taleplere de tamamen karşıdır. Karşı olduğunu, bugüne kadar ortaya koyduğu tepkilerle göstermiştir.

Kimse konuyu istismar etmeye kalkmasın: AB'ye karşı olmamak başka şey, ulusal çıkarlarla bağdaşmayan dayatmalara evet demek ise bambaşka bir şey.

 http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/agustos01_08.html

..

TESLİMİYET FELSEFESİ ÜZERİNE




TESLİMİYET FELSEFESİ ÜZERİNE


Prof. Dr. Erol Manisalı

Türkiye sanki birilerine "havale ediliyor" gibi. İçerden yönetilemiyor, insanımız, siyasal yapımız yetersiz kalmış havası yaygınlaştırılıyor. IMF, ABD, AB Türkiye'nin "kurtarıcıları" olarak sunuluyor. Medyamız neredeyse, "Tanrı iyi ki IMF'yi, AB'yi yarattı, yoksa halimiz dumandı" diye başlık atacak.

- Ekonomik reformlar IMF'ye havale edilmiş.
- Sosyal ve politik düzenlemeler AB'nin vesayeti altına sokulmuş.
- Türkiye'nin bölgesindeki çıkarları Amerikan patentine bağlanmış.
Yıllar önce İngiltere de IMF ile anlaşma yaptı, para aldı. Ama İngiltere bunu yaparken IMF'yi bir "araç" olarak görüyordu, kendi ulusal önceliklerini İMF'ye bırakmıyordu.
Bizde esen hava çok farklı: Ankara insiyatifi elinde tutmuyor, tutamıyor, medya ve bazı sermaye çevreleri de bu oluşumun altyapısını oluşturuyor.
İşler dışarıya ihale ediliyor

- Bunu yaptırsa yaptırsa IMF yaptırır.
- Şunlar şunlar ancak "AB boyunduruğu altnda olur".
- Bu bölgede Amerika olmasa yadık gitti, havasına sokulan bi toplumsal ve siyasal anlayış, Türkiye üzerinde, "güçlülerin gönüllü vesayetini" getirmiyor mu?
Dünya ile işbirliği başka, teslimiyet başka. Bir ülke kendi politik, ekonomik ve sosyal gelişmesini "dışarıya havale ediyorsa", sömürgeleşmeyi ve uydu devlet olmayı baştan kabullenmiş olmaz mı? Portekiz mi, Yunanistan mı, Norveç mi, Fransa mı, hangisi bizim gibi yapıyor? Hiçbiri. Uygar dünyada Türkiye gibi davrananı yok.
Dünyada hâlâ her toplum, her ülke önce kendi çıkarını düşünüyor. Kendi yapması gereken işleri "dışarıdaki devletlere havale eden" bir ülkenin gerçekten de geliştiği, dünya tarihinde bugüne kadar olmadı. Bu, demokrasinin de mantığına aykırıdır. AB ve ABD bir vatandaşının işsiz kalmasını, gelirini düşmesini, zarar görmesini kabullenemez. Demokrasi, "hem içerde hem de dışarda ülkenin, kendi toplumunun çıkarlarının korunmasını" zorunlu kılar. Ancak demokrasiden uzak toplumlar "kendi insanlarının geleceğini dışarıya havale ederler".

Türkiye'de bu teslimiyet neden?..

- En başta, toplumsal demokrasi çalışmıyor. Çiftçi, işçi, memur, küçük işletme sahibi kendi çıkarlarını savunamıyor. bilinçlenme yetersziliğinden politik örgütlenme zaafına kadar birçok neden var. Demokrasinin işlediği Avrupa'da AB çiftçisi AB bütçesinden, bugün bile yılda 50 milyar dolar destek alıyor. IMF ise Türkiye'ye, "Çiftçiden desteği tamamen kaldır, reformun faturasını düşük gelirliye yükle" diyebiliyor. IMF'ye yapılan bu "ihale"de medyada alkışlanabiliyor.

- Türkiye'de ekonomik, siyasal, hukuksal ve bürokratik "güç paylaşımında bozuk bir düzen tıkır tıkır işletiliyor". Çeteler yargılanamıyor, bankaların içi bazı güç odakları tarafından göz göre göre boşaltılıp bedeli halka yükletiliyor. Devlet ormanlarını koruyamıyor, kanunlar uygulanmıyor.
Devlet, özellikle zaaf içinde tutuluyor. Kamu yararı, toplum yararı, ulusal yarar kavramlarının sahibi yok. 

- Büyük sermayenin bir bölümü, bu bulanık ortamdan yararlanıp ülkeyi yönetmeye kalkıyor. Uluslararası güç odakları ile kader birliği yapıyor.

- Türkiye'de "entelecensiya zaafı" var. Bir kısmı, bazı çıkar çevrelerini uydusu olmuş, entelecensiyayı oynuyor. Bir bölümü de kendi toplumuna "yabancılaşmış". Teslimiyet anlayışı içinde "küresel entelecensiya" olmuş.

Bir toplumda gerçek entelecensiya, "uluslararası uygarlık değerlerni, kendi ulusal gelişme değerleri ile bağdaştırabildiği ölçüde" entelecensiya olma özelliğini kazanabilir. İki dayanaktan biri yoksa, işler teslimiyet ve havale felsefesi üzerine oturtulmuşsa, ortada göstermelik bir entelecensiya vardır.

İşler havale ve teslimiyetle yürütülecekse 80 yıldır bu çabalara ne gerek vardı? Sevr'e de evet derdik, dışardakiler bütün işleri yürütürler, memleketi güllük gülistanlık ederlerdi!..

http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/eylul01_05.html
  

..