ÜZERİNE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÜZERİNE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2017 Cumartesi

KIBRISTA ÇÖZÜMSÜZLÜK ÜZERİNE, Ankara Sertleşiyor


 KIBRISTA  ÇÖZÜMSÜZLÜK ÜZERİNE, Ankara Sertleşiyor



KIBRIS KONUSUNDA, Ankara da Siyaset Sertleşiyor;

Şubat 1995 Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi süresince açıklamalarını sertleştirmeye başladığı bir dönem olarak görülebilir. 3 Şubat 1995’te Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın, AB dönem başkanı Fransa’nın Dışişleri Bakanı Alain Juppe’ye bir mektup göndererek “Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi sonucu Türkiye’nin de buna karşı önlemler almak zorunda kalacağını” ifade eder (Terzi, 2004: 454)142. 6 Şubat 1995’te AB Dışişleri Bakanları’nın düzenlediği Kıbrıs konulu toplantının sonucunda, 
Yunanistan’ın Türkiye’nin Gümrük Birliği üyeliği üzerindeki vetosu kalkar ancak bunun karşılığında Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesi karara bağlanır. Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, kararının yayınlanmasından sonra düzenlediği basın toplantısında, Brüksel'de yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında Yunanistan'ın, Türkiye'nin gümrük birliğine geçişi üzerindeki vetosunu kaldırması, Kıbrıs Rum tarafına da AB'ye tam üyelik için müzakere takvimi verilmesi kararının çok önemli olduğunu belirterek, "Karar büyük başarı 
ve çok önemli. Ancak bu karar, Türkiye'nin AB ile gümrük birliğine girişi olarak yorumlanamaz. Gümrük Birliğine girişimiz ile ilgili karar 6 Mart'ta yapılacak Ortaklık Konseyi'nde alınacaktır" açıklamasını yapar. Karayalçın, Kıbrıs'ın bütünlüğü sağlanmadan, sadece Rum tarafının AB'ye alınmasının Türkiye'yi de bazı karşı önlemler almaya zorlayacağını ifade ederek, "Ancak Kıbrıs sorununun bu aşamaya gelmeden çözüme kavuşacağına inanıyoruz. Kıbrıs bizim için milli bir davadır"143 diyerek Türkiye’nin tutumunun sertleşmeye başladığının işaretlerini verir. “Karşı önlemler”in ne olduğu belirtilmemekle birlikte, Karayalçın’ın sözlerinin bundan önceki açıklamalara göre daha sert bir tonda olduğu bir gerçektir. 

8 Şubat’ta Karayalçın’ın yaptığı açıklama ise kafaları biraz karıştırır. Ziyaret amacıyla KKTC'ye giden Karayalçın, Ercan Havaalanı'nda bir gazetecinin "Bazı çevreler, Türkiye'nin AB ile daha sıcak ilişkiler kurma yönünde ilerleme sağlanması için Kıbrıs'ta çok büyük tavizler verdiği iddialarını öne sürüyor" şeklindeki sorusu üzerine, "Böyle bir iddia söz konusu olamaz. Kıbrıs sorununun çözümü sağlanmadan Kıbrıs'ın Güney kesiminin Gümrük Birliği'ne girmesi ya da Avrupa Birliği'ne girmesi, sorunun çözümü için çok ciddi engeller yaratır” uyarısında bulunur. Burada Ankara’nın üslubundaki yumuşama dikkat çekicidir. Zira Ankara, Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesine uluslararası antlaşmalara aykırı olduğu gerekçesiyle değil, çözümü güçleştireceği “endişesiyle” karşı çıkma siyasetine geri dönmüştür. 12 Şubat’ta Karayalçın bir açıklama daha yapar144. 
Açıklamasında, "Kıbrıs sorununun çözümünde nihai aşamaya gelmeden, her iki tarafın hakkaniyet kurallarına göre belli bir güvenlik anlayışı içinde bir karara varmadan Kıbrıs'ın girmesi demek ancak ve ancak, Kıbrıs'ın güney kesiminin girmesi demektir. Bu da Kıbrıs'ın AB'ye girmesi demek değildir. Türkiye bunu kabul etmez. Herşeye karşın eğer böyle bir gelişme olursa Kıbrıs'ın kuzeyi de Türkiye ile bütünleşir" diyen Karayalçın, önceki beyanlarına kıyasla çok daha net bir tavır ortaya koyar. 

Karayalçın’ın ifadeleri, Türkiye’nin resmi itirazları ve tutumu açısından önemli bazı noktaların altını çizmektedir. Örneğin Rum kesiminin Ada’nın tamamını temsil etmediği vurgulanmıştır. Ne var ki Karayalçın, Kıbrıs-AB bütünleşmesinin hukuk dışı ve uluslararası antlaşmalara aykırı olduğundan söz etmemektedir. Sadece bütünleşmenin sonucunun “Kıbrıs’ın kuzeyi ile Türkiye’nin bütünleşmesi” olacağını vurgulamaktadır. Karayalçın’ın sözlerinin daha önceki ifadelerine göre çok daha tehditkar olduğu ortadadır. Her ne kadar bu tehditler henüz AB nezdinde dile getirilmemiş, yalnızca Türk kamuoyuna yönelik açıklamalar olarak kalmışsa da Ankara’nın bu konuda yavaş yavaş Denktaş’ın çizgisine yaklaşmakta olduğu anlaşılmaktadır. 

Yunanistan’ın vetosunu kaldırması sayesinde 6 Mart 1995’te Türkiye ile Gümrük Birliği sürecinin tamamlanmasına 95/1 sayılı Ortaklık Konseyi kararı alınır. Aynı zamanda vetonun kalkması karşılığında Kıbrıs’a müzakere takvimi verilir. Böylece Türkiye, Rum Yönetiminin AB ile görüşmelere başlamasına açıkça olmasa da dolaylı olarak destek vermiş olur (Topur, 2002: 182). Ancak bu dolaylı tavizin yanı sıra Gümrük Birliği karar metninin imzalanmasıyla birlikte ilk başta göze çarpmayan çok daha önemli bir durum ortaya çıkar. İlgili Ortaklık Konseyi karar metninin on altıncı maddesinde “Türkiye, ticaret politikasını Topluluğun Ticaret Politikasına uyumlu hale getirmek amacıyla bu Kararın 
yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıl içinde Topluluğun tercihli gümrük rejimine aşamalı olarak uyum sağlar. Bu uyum, hem otonom rejimleri hem de üçüncü ülkelerle tercihli anlaşmaları kapsar. Bu amaçla, Türkiye gerekli önlemleri alır ve ilgili ülkelerle karşılıklı yarar temeline dayanan anlaşmaları müzakere eder” denmektedir. Antlaşmanın sonunda yer alan Ekler bölümünde ise “16. Maddede Anılan Otonom Rejimler ve Tercihli Anlaşmalar (Ek 10)” başlığı altında, “Kıbrıs ile yapılan Ortaklık Antlaşmaları” da yer almaktadır145. Kısacası Türkiye Gümrük Birliği’ne girmek için Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesine göz yummakla kalmamış, aynı zamanda Ada’nın tamamını temsil etmediğini 
iddia ettiği Rum Kesimi’nin “Kıbrıs” olarak varlığını ve bu ülke ile ticaret rejimini, müzakere edeceği antlaşmalar yoluyla uyumlulaştıracağını tescil etmek durumunda kalmıştır. Ankara, Antlaşma’nın Kıbrıs’ı da içeren bu maddesine herhangi bir itirazda bulunmamış, yalnızca önceliğin diğer ülkelere verileceğini söylemekle yetinmiştir (Bıçak, 1997: 249). 

Gümrük Birliği’nin imzalanması sürecinde hükümete karşı giderek büyüyen bir muhalif cephe oluştuğu görülmektedir (Manisalı, 2007b: 121-2). Hükümetin “Kıbrıs’ı sattığı” eleştirileri özellikle meclisteki muhalefet partileri tarafından sıklıkla dile getirilen eleştirilerdir. Böyle bir havada Gümrük Birliği Antlaşması’nın imzalanacağı AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısına katılan Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Türkiye’nin resmi tezlerini ortaya koyan ayrıntılı bir konuşma yapar146. Ancak bu konuşma dahi mecliste hükümete karşı giderek büyüyen muhalefetin eleştirilerini dindirmeye yetmez147. 

Karayalçın konuşmasında öncelikle “Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliği’ne başvurusunun tek taraflı” olduğunun altını çizmiş, bu başvurunun “Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’ın üyeliğinin toplumsal görüşmelerde ele alınması” görüşüne ve “iki toplumlu, iki kesimli federal çözüme” ters düştüğünü vurgulamıştır. Aynı zamanda “Güney Kıbrıs’ın tek taraflı başvurusunun çözümden önce veya sonra kabul edilmesinin 1959 ve 1960 antlaşmalarına aykırı” olduğu, “Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın (her ikisinin de) üye olmadığı uluslararası bir birliğe üyeliğini engelleyen maddelerin” bulunduğu ifade edilmiştir. “Üyelik görüşmelerinin Ada’da çözüme ulaşılmadan başlatılmasının, görüşmelerin Rum tarafıyla tek taraflı olarak sürdürülmesi anlamına geleceği” ve bunun sonucunda “Türkiye’nin KKTC ile entegre olmak üzere gerekli adımları atacağı” da ortaya 
konmuştur. 

Karayalçın’ın bu açıklaması Türkiye’nin temel itirazlarını yansıtan bir açıklama olarak nitelendirilebilir. Bu açıklama, aynı zamanda “entegrasyon” tezinin resmi olarak ilk kez uluslararası bir platformda ifade edilmesi bakımından bir dönüm noktasıdır148. Burada dikkati çeken unsurlardan biri, Kıbrıs’ın üyeliğinin “çözümden önce veya sonra” kabul edilemeyeceğinin altının çizilmiş olmasıdır. Bundan önce Ankara’nın yaptığı açıklamalarda Kıbrıs’ın AB yolunda attığı adımların “çözümü güçleştireceği” ve “AB üyeliğinin taraflar arasında müzakereler sırasında ele alınması gerektiği” vurgulanmış, diğer bir deyişle, “çözümden sonra Kıbrıs’ın AB üyeliğinin mümkün olabileceği” izlenimini doğuran yorumlar yapılmıştı. Oysa Karayalçın, konuşmasında bunu bir garantör ülke olarak Türkiye’nin üyeliği ile ilişkilendirerek “çözüm olsa dahi Türkiye’den önce 
üye olamaz” görüşünü ortaya koymuştur. Dikkati çeken bir diğer konu, Türkiye-KKTC bütünleşmesinin AB ile Güney Kıbrıs’ın bütünleşmesi sonucu değil, “üyelik 
görüşmelerinin başlatılması üzerine” gerçekleşeceğinin ifade edilmesidir. Demek ki 1996 yılındaki Hükümetler Arası Konferans’tan birkaç ay sonra Türkiye’nin KKTC ile bütünleşmenin kaçınılmaz hale gelecektir149. 

12 Haziran 1995’te Kıbrıs-AB Ortaklık Konseyi toplantısı gerçekleştirilir. Bu toplantıda AB’nin Rum hükümetini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdığı, “Türk Kıbrıs Toplumunun” bu süreçte “Kıbrıs Hükümeti” ile istişare etmesi gerektiği, zira “Kıbrıs Hükümeti’nin, yürütülecek yapılandırılmış diyalog çalışmaları sırasında AB’nin yegane muhatabı” olacağı kararı alınır150. Böylelikle AB, Kıbrıs ile tam üyelik yönünde adımlar atmaya devam edeceğini belirtmekle kalmamış, muhatabının kim olduğunu çok net ifadelerle tanımlamıştır. Bu karar, Ankara’nın Güney kesimin Ada’nın tümünü temsil etmediği tezine açıkça ters düşmektedir. Ne var ki Ankara’nın AB’ye herhangi bir resmi itirazda bulunmadığı görülmektedir. 

26 Haziran 1995’te toplanan Avrupa Birliği Cannes Zirvesi’nin sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nin “Giriş” bölümünde “Baltık Devletleri de dahil olmak üzere Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Kıbrıs ve Malta’nın Birliğe katılımı için yapılacak hazırlıklardan” ve “bu ülkelerin Birliğe katılmaya yönelmiş ülkeler olduğundan” söz edilmektedir. Türkiye ise Birliğin ilişkilerini geliştirmek istediği “Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu, Afrika, Karaip ve Pasifik ülkeleri, Latin Amerika ve Asya ülkeleri” ile aynı gurupta yer almaktadır. Bildirge’nin “Dış İlişkiler” başlığı altında Malta ve Kıbrıs ile tam üyelik müzakerelerinin “1996’daki Hükümetler Arası Konferans’tan altı ay sonra başlayacağı” duyurulmakta ve bu ülkelerin katılıma hazırlanması için katılım-öncesi stratejinin uygulama aşamaları açıklanmaktadır. Türkiye ise AB’nin çeşitli antlaşmalar imzaladığı ülkeler olan Tunus, Fas, İsrail, Mısır ve Ürdün ile aynı paragrafta ele alınmıştır. Türkiye’ye dair tek cümle, “AB ile Türkiye arasındaki bağların güçlenmesinin memnuniyetle karşılandığı” cümlesidir151. 

Cannes Zirvesi sonuç bildirgesinden de anlaşıldığı gibi, Kıbrıs tam üyelik yolunda hızla ilerlemektedir. Üyelik müzakerelerinin ne zaman başlayacağı somut olarak takvime bağlanmıştır. Bu aslında dolaylı olarak Türkiye-KKTC bütünleşmesinin takvimi anlamına gelmelidir; zira Ankara için Gümrük Birliği haricinde bir perspektif henüz öngörülmemektedir. Türkiye, Birliğin ilişkilerini geliştirdiği, ancak üyelik perspektifi olmayan ülkelerle birlikte anılmaktadır152. Bu durumda Karayalçın’ın konuşmasında ifade ettiği gibi Türkiye’nin KKTC ile bütünleşmesi an meselesi olmalıdır. Nitekim 26 Haziran 1995’te resmi bir ziyaret için KKTC’yi ziyaret eden Dışişleri Bakanı Erdal İnönü153, yaptığı konuşmada “AB'nin Güney Kıbrıs'ı tek başına Birliğe alma yolunu seçmesi durumunda Türkiye'nin de KKTC ile bütünleşeceğini” açıklar154. Yalnız buradaki ifadelerin Karayalçın’ın açıklamasından farklı olduğu gözden kaçmamalıdır. Hatırlanacağı üzere Karayalçın, konuşmasında AB “tek taraflı olarak üyelik görüşmelerine başlarsa” bu entegrasyonun gerçekleşeceğinden söz ederken, Erdal İnönü, bu koşulu “tek başına birliğe alma” olarak ortaya koymaktadır. Bu aslında ciddi bir tutum değişikliğidir. Kıbrıs’ın tam üyelik görüşmelerine ne zaman başlayacağının açıklandığı bir AB toplantısı sonrasında Ankara’nın üslubunu yumuşatması, daha doğru bir ifadeyle, entegrasyonu “ertelemesi” dikkat çekicidir. 

16 Aralık 1995 Madrid Zirvesi ve 29 Mart 1996 Turin’de gerçekleşen Hükümetler Arası Konferansı sonrasında yayınlanan sonuç bildirgelerinde ne Kıbrıs ne Türkiye ile ilgili ifadelere rastlanır155. Ancak bu iki zirve arasında 28 Aralık 1995’te T.C Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş arasında Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu yayınlanır156. 

Türkiye’de çok ses getirmeyen bu deklarasyon, Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi ile ilgili çeşitli maddeler içermektedir157. Metinde mevcut durumun nasıl olduğu değil, nasıl olması gerektiği tanımlanmıştır. AB’nin tek muhattap olarak “Kıbrıs hükümetini” yani Rum kesimini kabul ettiği yönünde art arda aldığı kararlara rağmen Deklarasyon’da buna karşı çıkan herhangi bir ibare bulunmaması dikkat çekicidir. Öncelikle antlaşmalar gereği Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları uluslararası birliklere katılamayacağı vurgusu ön plana çıkmaktadır. Ancak paradoksal bir biçimde AB’ye tam üyelik hedefinin “toplumlararası görüşmelerde” müzakere edileceği ve “nihai çözümden 
sonra tam üyelik görüşmelerinin yapılabileceği” ifade edilmektedir. 

Bu durumda Kıbrıs sorunu çözüldüğü ve taraflar üzerinde mutabık kaldığı taktirde Türkiye üye olmasa bile Kıbrıs’ın Birliğe tam üye olabileceği sonucu çıkmaktadır. 

Bir ihtimal de Kıbrıs sorununun yakın bir gelecekte çözümünün muhtemel görülmemesi olabilir. Türkiye, kendi üyeliği gerçekleşene kadar Kıbrıs sorununun çözülmesini erteleyerek çelişkili görünen bu iki koşulun eşzamanlı olarak yerine getirileceğini hesaplamış olabilir. 

Metinde, Türkiye’nin KKTC ile entegrasyona ya da bütünleşmeye gideceğine dair herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir. Sadece iki ülke arasında çeşitli alanlarda 
işbirliği yapılacağı vurgulanmıştır. 

21 Haziran 1996’da AB Floransa Zirvesi toplanır ve yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nde158 Kıbrıs, “Genişleme” başlığının, Türkiye ise “Dış İlişkiler” başlığının altında ele alınır. Kıbrıs ile ilgili paragrafta Komisyon’a genişleme ile ilgili raporlarını bir an önce tamamlaması çağrısı yapılmakta, buna bağlı olarak Hükümetler Arası Konferans’tan altı ay sonra Kıbrıs ile tam üyelik müzakerelerinin başlayacağıyinelenmektedir. Türkiye ile ilgili paragrafta ise Ortaklık Konseyi’nin toplanması için elverişli koşulların bir an önce oluşmasının beklendiği vurgulanmaktadır159. 

Türkiye’nin bu Zirve kararına ilk tepkisi, 15 Temmuz 1996’da KKTC’nin Türkiye Büyükelçisi Nazif Borman'ı Köşk’te ağırlayan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 
tarafından dile getirilir. Cumhurbaşkanı Demirel, kabulde yaptığı konuşmada, “KKTC'yi dikkate almadan, Güney Kıbrıs'ı, Kıbrıs'ın tümüymüş gibi varsayarak AB'ye almaya çalışmanın uluslararası anlaşmalara aykırı” olduğunu kaydederek, "Kıbrıs, Türkiye'den önce AB'ye giremez. Şimdi birtakım oyunlarla karşı karşıyayız. Geçmişte olduğu gibi bu oyunların hepsi aşılacaktır" açıklamasını yapar160. Ancak Türkiye zaten geç gelen bu tepkisini AB nezdinde ifade etmemiştir161.

16 Aralık 1996’da yayınlanan Dublin Zirvesi Başkanlık Bildirgesi’nde162 aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu “ortak üyeler” ile ilgili paragraf son derece kısadır. Paragrafta, “Devlet ve Hükümet başkanları ile Dışişleri Bakanları seviyesinde düzenlenen ve uyuşturucu ile organize suçlar konusunun tartışıldığı toplantıda kapsamlı görüş alışverişinde bulunulduğu” ifade edilmektedir. Türkiye ile ilgili bölüm ise bundan önceki Bildirgelere göre daha uzun ve ayrıntılıdır. Konsey’in Türkiye ile hem ekonomik hem de siyasi alanda ilişkileri geliştirmek istediği ancak insan hakları ihlalleri gibi ciddi sorunların varlığını hala koruduğu vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra Ege’de yaşanan sorunlara uluslararası normlar çerçevesinde bir çözüm bulunması gerektiğinden söz edilmektedir163. Ayrıca bu tarihte hala toplanmamış olan Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’ne yapılan çağrı yinelenmektedir. Türkiye ile ilgili bölümün en dikkat çekici cümlesi son cümledir. AB, Türkiye’den “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda Kıbrıs’ta ulaşılacak bir çözüme katkıda bulunmak için nüfuzunu kullanmasını” istemektedir. Her ne kadar aksi iddia edilse de Türkiye’nin AB yolculuğu ile Kıbrıs meselesinin çözümünün birbiriyle ilintili olduğu bir sır değildir. 1989’da Türkiye’nin tam üyelik başvurusunun reddedilmesinin gerekçelerinden birinin Kıbrıs sorunu olduğu unutulmamalıdır. Aynı 
şekilde, 6 Mart 1995 Gümrük Birliği karar metni, ancak Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesi koşuluyla imzalanabilmiştir. Dublin Zirvesi gerçekleştiği sırada Türkiye aday ülke bile değildir. Bu nedenle Başkanlık Bildirgesi, Türkiye-AB ilişkilerini doğrudan Kıbrıs’ta çözüm ile ilişkilendirmemiştir. Ancak Kıbrıs sorununun çözümünde Türkiye’nin inisiyatif almasının beklendiği çok net bir şekilde ortaya konmuştur. 

Dublin Zirvesi’ne Türkiye’yi temsilen Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller katılmıştır. Tansu Çiller zirve sonrasında düzenlediği basın toplantısında, “Türkiye’ye aday ülkeler arasında gösterilmeyerek büyük haksızlık yapıldığını” ifade etmiş, Kıbrıs’ın üyelik süreci ile ilgili bir değerlendirmede bulunmaktan kaçınmıştır. 21 Aralık 1996’da Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs konulu bir toplantı düzenlenir. Toplantının ardından Başbakan Necmettin Erbakan, “Güney Kıbrıs'ın, Türkiye'nin izni olmadan AB'ye girmesi söz konusu olamaz. Böyle bir durumda KKTC'nin Türkiye ile entegrasyonu gerçekleştirilir. KKTC, Türkiye ile her zaman bir ve beraberdir” açıklamasını yapar164. 

1997 yılının ilk önemli gelişmesi 20 Ocak tarihinde T.C Cumhurbaşkanı Demirel ve KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş arasında imzalanan Ortak Deklarasyon ve bunun hemen bir gün sonrasında TBMM’de kabul edilen Kıbrıs Deklarasyonu’dur165. 20 Ocak tarihli Ortak Deklarasyon, Kıbrıs’ın AB üyeliği süreci konusunda son derece net ve sert ifadelerin yer aldığı bir metindir. 1963 yılından bu yana “Kıbrıs’taki iki eşit halkı temsil etmeye ve Ada’nın tümü için konuşmaya ehil ve yetkili bir devlet hükümet, parlamento, yargı ve idare” olmadığı, “Ada’nın güneyindeki Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 1960 ortaklığının unvan ve sıfatlarına sahip çıkması iddiası ve devleti adına yaptığı bütün 
tasarrufların, uluslararası anlaşmalar tahtında gayri meşru” olduğu ve “Güney Kıbrıs’taki idarenin, sadece bir Kıbrıs Rum idaresi” olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler, Güney kesiminin Ada’nın tamamını temsil etmediği iddiasını Türkiye’de resmi ağızlar tarafından kayda geçiren o tarihe kadarki en açık ve kapsamlı açıklamalardır. Bunun yanı sıra “AB’nin Kıbrıs Rum Yönetimi’ne yeşil ışık yakarak tarihi bir hata yaptığı”, bunun tek anlamının “Yunanistan ile dolaylı bir bütünleşme olacağı” vurgulanmıştır. Ayrıca “Uluslararası antlaşmalar uyarınca, Kıbrıs’ın ancak Türkiye ile Yunanistan’ın birlikte üye bulundukları bir birliğe katılabileceği” ve üyeliğin “ancak çözümden sonra söz konusu olabileceği” ilan edilmektedir. Son olarak da “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, tek başına Avrupa Birliği üyeliği yolunda atacağı her adım, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 
Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracaktır” cümlesi ile 1995’ten beri aralıklarla gündeme getirilen entegrasyon tezinin geçerliliğini koruduğu resmen ortaya konmaktadır166. 

21 Ocak tarihli TBMM Kıbrıs Deklarasyonu ise 20 Ocak Ortak Deklarasyonu kadar kapsamlı bir belge değildir. Kıbrıs-AB ilişkilerine değinen dördüncü maddede, “Güney Kıbrıs Yönetimi’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik için yaptığı tek yanlı müracaatın 1960 Antlaşmaları’na aykırı olduğu”, “Bunun gerçekleşmesinin Kıbrıs’ın bölünmesine yol açacağı” ifade edilmektedir. Özü itibariyle 20 Ocak belgesiyle hemen hemen aynı vurguları taşımakla birlikte “bütünleşme” sözcüğünün TBMM kararında kullanılmadığı dikkati çekmektedir. Bunun yerine “Kıbrıs’ın bölünmesi” ifadesine yer verilmiştir. TBMM Deklarasyonu’nun diğer maddeleri Ada’daki güvenliği doğrudan ilgilendiren konulara ilişkindir. 

16 Haziran 1997’de yayınlanan AB Amsterdam Zirvesi sonuç bildirgesinde Kıbrıs ya da Türkiye ile ilgili herhangi bir açıklama yer almaz167. Yalnız aynı gün Kıbrıs’la ilgili bir başka önemli gelişme olur. Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeni Primakov, Kıbrıs Dışişleri Bakanı Yannis Kasulides ile Moskova'daki görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, yapılan anlaşma çerçevesinde Kıbrıs’a S-300 füzelerinin satışının gerçekleşeceğini açıklar. Kasulides de Kıbrıs’ın S-300 füzelerinin satın alımı konusunda geri adım atmaya niyeti olmadığını belirterek, "Hiç kimse Kıbrıs'ın bir savunma sistemine ihtiyacı olduğu gerçeğini reddedemez" ifadelerini kullanır168. 

Kıbrıs’ın bu girişimlerine 4 Temmuz Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu’yla cevap verildiği söylenebilir. 4 Temmuz tarihli bu belgede “1960 antlaşmaları gereği Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı uluslararası siyasi ve ekonomik birliklere katılamayacağı” ve “Güney Kıbrıs Rum kesiminin uluslararası hukuka aykırı tek yanlı müracaatına istinaden Avrupa Birliği üyeliği yolunda atacağı her adım, KKTC’nin Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracağı” belirtilir169.

16 Temmuz’da AB’nin bir sonraki genişleme dalgasında hangi ülkelerin yer alacağını açıklayan Gündem 2000 Raporu yayınlanır170. AB Komisyonu Sözcüsü Nikolaus Van Der Pas, Komisyon’un Avrupa Parlamentosu'na sunmak için hazırladığı tavsiye kararında, Kıbrıs ile birlikte Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovenya ve Estonya'nın üyeliğe kabul görüşmeleri için çağrılmasının öngörüldüğü bildirir. Gündem 2000 Raporu’nda Türkiye, AB genişlemesine dahil edilen ülkelerden biri değildir. Sadece topluluk programlarının bazılarından Türkiye’nin de yararlanabileceği belirtilmektedir. Oysa Kıbrıs’ın diğer beş ülke ile birlikte tam üyelik müzakerelerine Mart 1998’de başlayacağı resmen ilan edilmiştir. 

Gündem 2000’in ilan edildiği gün Dışişleri Bakanlığı'ndan bir açıklama yapılır. Açıklamada, “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin” Kıbrıs adına tam üyelik müzakerelerine çağrılmasının hukuka aykırı olduğu vurgulanarak, "Kıbrıs Devleti'ni kuran anlaşmalar, Kıbrıs'ın, Türkiye'nin de dahil olmadığı bir uluslararası kuruluşa katılmasına imkan vermemektedir" ifadelerine yer verilir171. 

20 Temmuz 1997 tarihli T.C-KKTC Ortak Açıklaması böyle bir havada imzalanır. Doğrudan Gündem 2000 raporuna gönderme yapan belgede “Kıbrıs Rum yönetimi ile tam üyelik görüşmelerinin 1960 antlaşmalarına aykırı olarak başlatılacağı”, “Kıbrıslı liderler arasındaki müzakerelerden sonuç almanın artık çok zorlaştığı” ve “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile AB’nin girişecekleri tüm yapısal işbirliği ve uyum düzenlemelerinin benzerlerinin TC ile KKTC arasında gerçekleştirileceği” belirtilir. 20 Temmuz Açıklaması, AB’nin Gündem 2000 raporuna bir misilleme niteliğindedir. Açıklamada, Kıbrıs-AB Ortaklık Konseyi’ni hatırlatan bir biçimde TC-KKTC Ortaklık Konseyi kurulması kararı da alınması bunun bir sonucudur. TC-KKTC Ortaklık Konseyi’nin kurulmasına dair antlaşma ise 6 Ağustos 1997’de imzalanır172. 

Türkiye, Gündem 2000 Raporu’nun ardından ulularlararası boyutta bazı adımlar atar. Bu bölümün başında belirtildiği üzere Türk Dışişleri Bakanlığı İngiliz Hukukçu Maurice Mendelson’u Kıbrıs’ın AB’ye üyelik başvurusunun hukuki yönlerini inceleyen bir mütalaa hazırlakla görevlendirmiş, Mendelson, 6 Haziran 1997 tarihinde bu mütaalayı hazırlamıştır.173. Gündem 2000 raporunun yayınlanmasından sonra Türkiye bazı girişimlerde bulunarak raporunun 25 Temmuz 1997’de Birleşmiş Milletler belgesi olarak yayınlanması sağlar174. Yalnız Mendelson raporunun yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra, Kıbrıs Rum hükümeti, hukuk profesörleri olan James Crawford, Gerhard Hafner ve 
Alain Pellet’ten bir karşı mütaala hazırlamaları talebinde bulunur. Bu mütaala da 17 Ekim 1997 tarihinde Birleşmiş Milletler Belgesi olarak yayınlanır175. Türkiye, bu karşı mütaalaya bundan ancak dört yıl sonra, 12 Eylül 2001’de cevap verecektir. 12-13 Aralık 1997’de düzenlenen AB Lüksemburg Zirvesi, Türkiye-AB ilişkileri açısından bir dönüm noktasıdır. Lüksemburg Zirvesi’nın sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nde176 Kıbrıs ve Türkiye ile ilgili uzun ve ayrıntılı görüşlere yer verilmiştir. 

Bildirgede hem Kıbrıs hem de Türkiye, “Birliğin Genişlemesi” başlığı altında ele alınmaktadır. Kıbrıs ile ilgili paragraflarda “Kıbrıs ile katılım müzakerelerine 30 Mart 1998’de başlanacağı” bir kez daha duyurulmakta, Kıbrıs’ın üyelik sürecini kolaylaştırmak için “Genişletilmiş Katılım Öncesi Strateji” öngörülmektedir. Bu strateji kapsamında Kıbrıs’ın katılacağı Birlik programları ayrıntılı bir biçimde açıklanmıştır. Ayrıca “katılım sürecinin iki toplumlu, iki kesimli bir federasyon kurulmasına yönelik olarak Birleşmiş Milletler bünyesinde yürütülen görüşmelere olumlu katkıda bulunacağı” vurgulanmakta, “Kıbrıs Hükümeti”ne, “Kıbrıs Türk toplumunun temsilcilerini katılım müzakerelerini yürütecek heyete dahil etmesi” çağrısında bulunulmaktadır. Türkiye ile ilgili bölümün başlığı ise “Türkiye için Avrupa Stratejisi”dir. Türkiye, Lüksemburg Zirvesi’nde resmi adaylık statüsü elde edememiş, “AB’ye katılmaya ehil ülke” olarak tarif edilmiştir. 

Metinde, “Türkiye’nin henüz müzakerelere başlayacak siyasi ve ekonomik koşulları yerine getirmediği” ancak “AB ile yakınlaşmasını sağlayacak bazı hazırlıkların yapılmasına önem verildiği” ifade edilmektedir. Ayrıca Türkiye, Kıbrıs da dahil olmak üzere diğer aday ülkelerin katılacağı Avrupa Konferansı’na davet edilir. Ancak AB ile Türkiye arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi bir dizi koşula bağlanır. “Türkiye ve Yunanistan arasında olumlu ve istikrarlı ilişkilerin kurulması”, “Aradaki uyuşmazlıkların Avrupa Adalet Divanı gibi hukuki süreçlerle çözülmesi” ve “Kıbrıs sorunun BM Güvenlik Konseyi kararları temelinde çözülmesine yönelik müzakerelere destek verilmesi” bu koşullardan bazılarıdır. 


142 Murat Karayalçın’ın mektubunun tam metni için, 
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic_yazici?P4=618&P5=T&page1=23& page2=23. 
143 Murat Karayalçın’ın Dışişleri Bakanları toplantısının ardından yaptığı açıklamanın ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1995/subat1995.htm. 
144 Murat Karayalçın’ın Dışişleri 8 Şubat 1995’te ve 12 Şubat 1995’te yaptığı açıklamaların ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1995/subat1995.htm. 
145 95/1 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi kararının tam metni için, 
http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/AB/ABKurumsalDb/1-95.pdf. 
146 Murat Karayalçın’ın konuşmasının tam metni için, Sabahattin İsmail, 150 Soruda... s. 354. 
147 Gümrük Birliği kararı alındıktan sonra, 8 Mart’ta TBMM’de düzenlenen AB ve Kıbrıs konulu oturumda, hükümet Gümrük Birliği için Kıbrıs’ın feda edildiği yönünde çok ağır eleştirilerle karşı karşı kalır. Hatta Dışişler Bakanı Karayalçın’ın Gümrük Birliği sayesinde beş yılda 3 milyar doların Türkiye’nin kasasına gireceğini söylemesi üzerine Refah Partisi milletvekilleri “ Kıbrıs’ın çok ucuza gittiğini ” ifade ederek, hükümeti protesto eder. 8 Mart 1995’te TBMM’de düzenlenen oturumda yapılan konuşmaların tam metni için, 
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic?P4=618&P5=T&PAGE1=21&PAGE2=104 . 
148 Bkz. Birinci bölüm, s. 26-27. 
149 Her ne kadar Ankara, Güney Kıbrıs’ın Ada’yı Kıbrıs Hükümeti olarak temsil edemeyeceğine vurgu yapsa da hem Gümrük Birliği Antlaşmasının imzalanması, 
hem de ilerleyen günlerde yaşanan bazı gelişmeler, Türkiye’nin açıklamalarının ağırlığını bir hayli azaltmıştır. Dünya Hentbol Şampiyonası’nda Kıbrıs ile 
eşleşen Türkiye, 1 Nisan 1995’te Rum Hentbol takımıyla karşılaşmak üzere İsrail üzerinden Kıbrıs Rum kesimine uçmuştur. 1986 İstanbul Birleşmiş Milletler FAO 
Konferansı sonrasında olduğu gibi yine “Rum yönetimini tanıyor muyuz ” sesleri yükselmiş, 12 Nisan’da Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Erdem 
için Rum kesimi ile oynanan maçtan dolayı mecliste bir gensoru önergesi verilmiş, ancak önerge reddedilmiştir. Bu gelişmenin ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ayintarihi/1995/nisan1995.htm. 
150 Joseph S. Joseph, European Integration And The Search For Stability In the Eastern Mediterranean: The 
Triangle Of Cyprus, Greece, And Turkey: Paper prepared for presentation at the 42nd annual convention of 
the International Studies Association, Chicago, 20-24 February 2001. 
151 26 Haziran 1995 AB Cannes Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00211-C.EN5.htm. 
152 Cannes Zirvesi bildirgesi Kıbrıs’ın Birliğin bir sonraki genişleme dalgasında tam üye olacak ülkelerden biri olacağını yalnızca teyit etmektedir. 
Zira bu durum 1994 Korfu Zirvesi’nden bu yana zaten ortadır. Nitekim Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin 7 Mayıs 1995’te Cumhuriyet gazetesine verdiği bir röportajda, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelikte ilk çemberde olmadığını, “Kıbrıs ve Malta’nın Türkiye’nin önünde” olduğunu söylemiştir. “Çetin: Kıbrıs ve Malta Önümüzde”, Cumhuriyet, 7 Mayıs 1995. 
153 Temmuz 1994-Haziran 1996 tarihleri arasındaki iki yıllık dönemde Türkiye’de sekiz ayrı dışişleri bakanı 
görev yapmıştır (Özcan, 2004: 877). Çok kısa aralıklarla yapılan bu açıklamaların farklı Dışişleri Bakanları tarafından yapılmasının nedeni bu makamdaki isimlerin sık sık değişmesidir. 
154 Erdal İnönü’nün açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ayintarihi/1995/haziran1995.htm. 
155 16 Mart 1995 Madrid Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0001.htm; 29 Mart 1996 Turin 
Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/ 
en/ec/032a0001.htm. 
156 Bu Ortak Deklarasyon birinci bölümde ayrıntılı olarak tartışıldığı için bu bölümde yalnızca Kıbrıs-AB yakınlaşmasını ilgilendiren yönleriyle ele alınacaktır. Bkz. Birinci bölüm, s. 27. 
157 Bu deklarasyonun içeriğine genel olarak bakıldığında, Kıbrıs-AB yakınlaşmasından çok 1993’ten beri Yunanistan ve Kıbrıs arasında uygulanmakta olan Ortak Savunma Doktrini’ne, buna bağlı olarak Ada’daki üslerin sayısını artırma ve Ada’yı silahlandırma girişimlerine karşı da imzalandığı görülmektedir. 
Deklarasyonun Kardak krizinin başladığı günlerde yayınlanması da bir diğer dikkat çekici unsurdur. Bkz. Birinci bölüm, s. 29, 58. dip notu. 
158 21 Haziran 1996 AB Floransa Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/ en/ec/032a0002.htm. 
159 Yukarıda da belirtildiği üzere Avrupa Parlamentosu 15 Aralık 1994’te insan hakları ihlalleri sürdüğü gerekçesiyle Türkiye-AB Ortaklık Konseyi çalışmalarının dondurulması tavsiyesinde bulunmuştu. Bu kararın ardından Ortaklık Konseyi önceden belirlenen takvim gereği iki kez toplanmıştır. Bu toplantılardan 
ilki 6 Mart 1995’te Gümrük Birliği Antlaşmasının imzalanması için, diğeri ise 30 Ekim 1995’te Türkiye’nin 1 Ocak 1996’dan itibaren yürürlüğe girecek olan Gümrük Birliği Antlaşması için gerekli koşulları yerine getirip getirmediğinin saptanması için yapılan toplantılardır. 30 Ekim’de gerçekleşen bu toplantı 37. 
Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısıdır. 38. toplantı ise ancak 29 Nisan 1997’de gerçekleşecektir. 
Türkiye-AB ilişkilerinin açıklamalı kronolojisi için, http://www.ikv.org.tr/pdfs/kronoloji5.pdf. 
160 Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bu açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1996/temmuz1996.htm. 
161 3-14 Haziran 1996 tarihleri arasında Habitat-II İnsan Yerleşimleri Konferansı İstanbul’da düzenlenir. Zirveye katılan 171 ülkeden biri Türkiye’nin Ada’nın tamamını temsil etmediği iddiasıyla Güney Kıbrıs olarak isimlendirdiği Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Türkiye’nin KKTC ile resmi hiçbir spor müsabakasında karşı karşıya gelemediği, KKTC’yi kendi bünyesinde gerçekleşen Habitat gibi uluslararası etkinliklere bile davet edemediği unutulmamalıdır. Habitat Konferansı’ndan sonra açıklama yapan Kıbrıs Toplumcu Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Mustafa Akıncı, KKTC’nin katılamadığı bu konferans için Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcisine vize verilmesine istinaden 
“ Ne yazık ki Türkiye bile bizi doğru dürüst tanımıyor ” açıklamasını yapmıştır (Dodd, 1999: 141). 
162 16 Aralık 1996 tarihli AB Dublin Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0003.htm 
163 Hatırlanacağı üzere 31 Haziran 1995’te Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler Denizcilik Hukuku Sözleşmesini onaması ve karasularını 12 mile çıkarmasının ardından Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de yaşanan gerginlikler, 1995 yılı Aralık ayında patlak veren ve 1996 yılı Ocak ayında krize dönüşen Kardak sorunu ile iyice doruğa çıkmıştı. O tarihlerden itibaren Türkiye ile Yunanistan arasında hem karasuları hem de Ege’de küçük adacıkların statüsüyle ilgili yaşanan sorunlar günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. 
164 Dublin Zirvesi sonrası Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan’ın yaptıkları açıklamaların ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1996/aralik1996.htm. 1996 yılı hem Türk-Yunan ilişkileri hem de Kıbrıslı iki toplum arasındaki ilişkiler bakımından pek çok gerginliğin yaşandığı bir yıl olmuştur. Kardak Krizi ve diğer Ege uyuşmazlıklarının yanı sıra, Ada’da da özellikle Dublin Zirvesi’nin toplandığı Aralık ayında şiddetle sonuçlanan çeşitli sınır olayları meydana gelmiştir. Aynı zamanda Ada’da giderek artan silahlanma ve Güney Kıbrıs’a Rusya’dan satın alınacak füzelerin yerleştirileceği söylentileri Türkiye’de ve KKTC’de çok ciddi hoşnutsuzluğa yol açmıştır. 1997’nin ilk aylarına bu olumsuz gelişmelerin gölgesinde girilir. Dolayısıyla bu tarihlerde Kıbrıs ile ilgili yapılan açıklamaları, yalnızca AB üyelik süreci bağlamında değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.. Bu konunun daha ayrıntılı incelemesi için bkz. Birinci bölüm, s. 29, 56. dip notu. 
165 Birinci Bölümde ayrıntılı olarak tartışıldığı için bu bölümde söz konusu belgelerin yalnızca Kıbrıs’ın AB üyelik süreciyle ilgili maddeleri değerlendirilecek tir, bkz. s. 28-29. 
166 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu’nun ilan edilmesinden önce, 3 Ocak 1997’de TC-KKTC Ekonomik İşbirliği Protokolü imzalanmıştır. Bu protokol ile Türkiye, KKTC ekonomisinin gerekli istikrara kavuşabilmesi için kaynak tahsis etmeyi taahhüt etmiştir, 
http://www.cm.gov.nc.tr/ftp/tutanak/D3Y5/B20.DOC. Bu toplantıyla aynı gün, Rusya ile Kıbrıs arasında 
Ada’da konuşlandırılacağı söylenen S-300 füzelerinin satışına ilişkin bir anlaşma imzalanmıştır, 
http://www.cyprus.mid.ru/en/ru_cy.htm. 
167 Amsterdam Zirvesi sonuç bildirgesinin tam metni için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0006.htm. 
168 Bakanı Yannis Kasulides’in açıklamalarının ayırıntısı için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1997/haziran1997.htm. 
169 4 Temmuz Açıklamasının diğer ayrıntıları için bkz. Birinci bölüm, s. 30. 
170 16 Temmuz 1997’de açıklanan Gündem 2000 Raporu’nun tam metni için, 
http://ec.europa.eu/agenda2000/public_en.pdf. 
171 16 Temmuz 1997 tarihli Dışişleri Bakanlığı açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1997/haziran1997.htm. 
172 TC-KKTC Ortaklık Konseyi kurulmasına dair 6 Ağustos 1997 tarihli anlaşmanın tam metni için, 
http://www.cm.gov.nc.tr/index/meclisfaaliyet/onay/9-1998.htm. 
173 Maurice Mendelson’un mütalaasının ayrıntıları için, 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Mendelssohn.htm. 
174 Birleşmiş Milletler 25 Temmuz 1997 tarihli karar no: UN A/51/951-S/1997/585. 
175 Birleşmiş Milletler 17 Ekim 1997 tarihli karar no: UN A/52/481-S/1997/805. 
176 12-13 Aralık 1997 AB Lüksemburg Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0008.htm. 



***

10 Kasım 2016 Perşembe

28 ŞUBAT SÜRECİ ÜZERİNE ÖZAL DÖNEMİ VE SONRASI BÖLÜM 13




28 ŞUBAT SÜRECİ ÜZERİNE ÖZAL DÖNEMİ VE SONRASI BÖLÜM 13



ÖZAL SONRASI KARMAŞASI - AÇIKLAMALAR

(1) Şu modası geçmiş SAĞ-SOL tanımı hala anlamsız bir şekilde kullanılmak ta...Bu yüzden de Ecevit'in partisi DSP " Solcu " bir parti olarak değerlendirilmekte...

Bir defa SOL'dan kastedilen ANTİ-KAPİTALİST, DEVLETÇİ bir parti ise; bugün TÜRKİYE'de böyle bir parti yok!.. Çünkü programlarında 6 OK olmasına rağmen, ne SHP, ne CHP, ne de DSP "serbest pazar" ve "özelleştirme" faaliyetlerine karşı çıkmıyorlar!.. Aslında hiç birinin Menderes'in 6 OK'lu DP'sinden farkı yok. 

Bunların hepsi için "devletçilik"; sadece DEVLET kurumlarına kendi yandaşlarını doldurmaktan, DEVLET ihalelerini yakınlarına vermekten, DEVLET MALI yemekten ibaret!

Ama o dönemde DSP'yi ötekilerden ayıran bir yan vardı...O da zaman zaman, Ecevit'in aklı başında olduğu anlarda DIŞ TÜRKLER'den yana çıkması, KIBRIS, ÇEKİK GÜÇ, BOSNA, ERMENİSTAN, IRAK, KÜRTÇÜLÜK konularında diğerlerinden daha TÜRKÇÜ, daha BATI'YA DİRENEN bir politika sergilemesiydi!.. Daha doğrusu bunu 1993’e kadar yapıyordu... Sonradan o da unuttu ya, neyse!!..

Bizce SOSYALİZM " Solculuk " ise, hiç biri SOLCU değil!.. Hepsi Sağ!.. MİLLİYETÇİLİK " Sağcılık " ise, MHP, BBP ve DSP sağ!.. 
Diğerleri Renksiz!..
ANTİ-EMPERYALİST olmak " Sol " ise, DSP, BBP ve RP Solcu!.. Daha doğrusu 1997'den önce öyle idiler... Şimdi hepsi Amerikan ve Batı uşağı!..

Gördüğünüz gibi, bu tanımlar ile işin içinden çıkmak mümkün olmadığı gibi, bu partilerden iki tanesinin bile yanyana gelmesi, birleşmesi mümkün değil!..

Ne var ki, silinip yok olma tehlikesi ve menfaat hırsı bir süre sonra SHP ile CHP'yi tekrar birleştirdi. Tek değişiklik, KARAÇALI'nın gidip, ablak suratlı HİZİPÇİ BAYKAL'ın gelmesi oldu.

Haa, " Bu partilerden hangisi ATATÜRKÇÜ ? " diye sorarsanız, ona cevabımız şaşırtıcı gelebilir... Bizce hiç biri gerçek ATATÜRKÇÜ değil, ama BATI'ya direnen, TEKNOLOJİK GELİŞMELER'i en iyi kullanan, DIŞ SİYASET'i DOĞU'ya açık olan, ve BORÇLANMA'dan kaçan, DENK BÜTÇE'yi savunan REFAH PARTİSİ; ATATÜRKÇÜ ESASLAR'a en yakın olanıydı, 1997'de devrilene kadar!.. Belki ACI, ama GERÇEK!..

(2) Bizde aydınlar bir tuhaftır...Eskiden hem SOLCU, hem BATICI idiler!.. Halbuki, bu ikisinin bir arada olması mümkün değildi. Çünkü SOSYALİZM-KOMÜNİZM, BATI EMPERYALİST-KAPİTALİST-HIRİSTİYAN zihniyetine karşı ATEİST, ANTİ-EMPERYALİST ve tabii DEVLETÇİ idi!.. Yani hem BATICI hem SOLCU olmak; hem FENERBAHÇELİ hem BEŞİKTAŞLI olmaktan zordu! Hem KADIN hem ERKEK olmak gibi imkansızdı!..Çünkü SOSYALİST ülkelerin adı bile DOĞU BLOĞU idi!.. LİBYA, IRAK, SURİYE, SOMALİ, YEMEN, hatta 1980'lere kadar MISIR gibi MÜSLÜMAN ülkeler bu bloğa yakın ülkelerdi. Ama bizim "solcu"ların onlarla bir alâkası yoktu. Onlar hem BATICI, hem AMERİKA'ya karşı, hem RUS yanlısı olabiliyorlardı da, MÜSLÜMANLAR ile bir alakaları yoktu. TÜRKÇÜ bile değildiler, ama "atatürkçü" geçinirlerdi.

Sonra SOSYALİZM'in modası geçti. Dünyada DİN'e karşı ilgi arttı. Bütün eski DOĞU BLOĞU'nda kiliseler, camiler açıldı. YELTSİN bile cumhurbaşkanı seçildiğinde İncil'e el basarak yemin etti. Ama bizim MEDYA ve sözde "aydın"larda DİN düşmanlığı arttı. Daha doğrusu başka dinlere hoşgörüleri arttı da, nedense İSLAM'a saldırmaya başladılar. DEVLETÇİLİK şöyle dursun, DEVLET DÜŞMANI kesildiler. BATICILIK Avrupa hayranlığı iken, bir de AMERİKANCI oldular. RUS sempatisi öldü!..Ha, bir de hızlı KÜRTÇÜ kesildiler. "Kürtler de insan, mozayik ülke, Kürtler'e eşitlik, siyasi çözüm" gibi ifadeler en "tarafsız" yazarlarda bile duyulmaya başladı. İSMAİL BEŞİKÇİ, YALÇIN KÜÇÜK gibileri ise KÜRTÇÜLÜK propogandası ile "adam" sayılmaya başladılar.

Bir de DİN'e, İSLAM'a söverek şöhret olanlar çıktı. İLHAN ARSEL, TARIK DURSUN, AZİZ NESİN gibileri SELMAN RÜŞTİ'ye özenip şöhret olmaya çalıştılar.

(3) 1991'den bu yana seçim sonuçları incelenirse bu açıkça görülür. TÜRKÇÜ, İSLAMCI ve BATI'YA KARŞI politika izleyen MHP, BBP, DSP ve RP'nin toplam oyları gittikçe artmış, BATI EĞİLİMLİ ANAP, DYP, CHP'nin toplam oyları ise sürekli düşmüştür. Bir kıyaslama yapmak gerekirse 1991'de TÜRKÇÜ grup %40, BATICI grup %60 iken; 1995 yılında bu oran %50-50 haline gelmiştir.

Gelecek için bir tavsiyede bulunalım: Bundan sonra TÜRKİYE'de BATICI partilere ekmek yoktur!..Gittikçe küçülmeye, yok olmaya mahkumdurlar. Umarız ki, başta Çiller olmak üzere uyanırlar. Zaten Çiller büyük ümitlerle girdiği Gümrük Birliği'nden umduğunu bulamayınca, AB için "Hıristiyan Klubü" demek durumunda kaldı.

(4) Şu bizim MEDYA ve "aydın" takımı çok enteresandır... SURİYE uçağımızı düşürdü, üzerinde durmadılar. FRANSIZ YÜZBAŞI, densizlik edip KAYMAKAM'ımızı tokatladı, geçiştirdiler... Tatbikat yaparken AMERİKALI denizciler gemimize füze atıp batırdı, subaylarımızı öldürdü, "kazadır" dediler... BATILI devletler, İMF, ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ müfettiş gönderip hakaret etti, hapishaneleri, MALİYE'yi teftiş etti, ses çıkarmadılar... AVRUPA KONSEYİ ikide birde aleyhimize karar aldı, "Kürtler'e toprak verin" diye, duymamazlıktan geldiler...İSTANBUL'a gavur bayrağı diktiler, çıt yok.... Butros Gali FEDERE DEVLET dedi, şöyle bir geçiştirdiler. (Haziran,1996)

Ama ne zamanki KADDAFİ " TÜRKİYE işgal altındadır, TARİH'ini, İLAHİ MİSYON'unu unuttu," dedi; kıyametler koptu!.. Birden TÜRKİYE'nin " Bağımsız " olduğu hatırlandı, " haysiyet, şeref "ten bahsedilmeye, "bize kimse karışamaz" denmeye başlandı!..(Ekim,1996)

Biraz müstehcen ama, tam buraya oturan bir kıssa vardır. Anlatalım:

Hükümdarın birinin kervanları devamlı olarak HARAMİLER tarafından soyuluyormuş. Ne yapsa, ne tedbir alsa başa çıkamıyormuş... Demişler ki, "Falanca yerde BABAYİĞİT, KABADAYI biri vardır, tek başına bütün haramilerin hakkından gelir!".. Hükümdar adamı çağırtmış, hakikaten kalıp kıyafet yerinde, taşı sıksa suyunu çıkarır cinsten bir KABADAYI... "Becerebilir misin?" diye sormuş, adam, "Hiç şüpheniz olmasın!" demiş...

Kervan hazırlanmış, adamla birlikte yola koyulmuş...Bir süre sonra haramiler gene saldırmış!.. Kervanbaşı hemen koşup bizim KABADAYI muhafıza gelmiş, "Aman ağam, saldırıyorlar!" demiş, adamın kılı bile kıpırdamamış!.. Haramiler kervanı her zamankinden daha kolay, bir güzel soymuşlar, Sonra neden böyle muhafızsız olduğunu sormuşlar. KABADAYI gene hareketsiz!..Kervanbaşı anlatmış. "Şu herif ben haramilere tek başıma yeterim, dedi, hükümdar da inandı, ondan muhafız vermedi," demiş...

Haramilerin reisi bunu duyunca sinirlenmiş, "Yaa öyle mi?.. Erkeklik taslarsın ha?.. Düzün ulan şu herifi!" diye emir vermiş... Haramiler yatırmışlar KABADAYI'yı, başlamışlar sıradan geçmeye!... Adam da gene "çıt" yok!.. Bir, üç, beş, on... Yok, adam sâkin!.. Yirmi, otuz... gene ses yok!... Derken Reis seslenmiş, "Amma dayandın ha, karı bozuntusu!.. Şu da düzünce tam 40 kişi olacak!"...

Bizim KABADAYI bu sözü duyunca, birden silkinmiş, "Ne!.. Kırk kişi mi oldu?" deyip yeri göğü inleten bir nara atmış, oradan bir kılıç kapıp girişmiş haramilere!.. Bir girişmiş, adam kalmamış karşısında!.. Hepsini temizleyip kervanı kurtarmış, sağ salim gidecekleri yere ulaşmışlar...

Dönüşte Hükümdar olayı dinlemiş, adama parasını verip "Tamam!.. Güle güle!" demiş... Bizim KABADAYI şaşırmış, "Ama niye Hükümdarım, kervanı kurtarmadım mı?" diye hayretle sormuş... Hükümdar gülerek cevap vermiş: "Kurtarmasına kurtardın da, ben her seferinde seni düzecek 40 KİŞİ nereden bulayım!"

İşte bizim MEDYA ve "aydın"lara da galiba KADDAFİ 40. kişi gibi geldi! Üstelik onlar, HARAMİLER'e kılıç çekmediler daha!

(5) Başımızdakiler ancak 1996'da bir "30 milyar zarar" dan söz etmeye başladılar. Bu yıllık 6 milyar dolarlık bir kayıp demektir. Ama TÜRKİYE'nin uğradığı zarar bundan çok büyüktür. Sığınmacıların tahrip ettiği ormanlar, verdikleri zarar, onlara yapılan masraflar, onlarla birlikte artan terör dolayısiyle uğranan kayıplar, terörü önlemek için yapılan masraflar, tesisleri ve kişileri korumak için alınan tedbirler, şehit ve yaralılara ödenen tazminatlar, ölenlerin can bedeli, petrol hattının eskimesi, IRAK TÜRKMENLERİ'nin çektiği sıkıntılar, ticaret kaybı, iş kaybı, dış itibarın sarsılması, bizim hesabımıza göre 2003 yılına kadar en az 200 milyar dolarlık bir zarara yol açmıştır.

Bu zararı mutlaka BATI AVRUPA, AMERİKA ve JAPONYA'nın ödemesi gerekir!.. Çünkü IRAK-AMERİKA savaşından onlar kârlı çıkmışlardır. IRAK'a uygulanan ambargoda onların menfaati vardır.

Bizim teklifimiz şudur: PETROL BORU HATTI'nın açılması ve IRAK'a AMBARGO ve BASKI'nın kalkması, yani KUZEY IRAK'ta IRAK HÜKÜMETİ'nin hakim olması kaydıyla bu 200 milyar dolar BATI tarafından 10 yıl süreyle 20 milyar BORÇ SİLİNMESİ şeklinde tazmin edilmelidir!

Eğer AMBARGO kalkmaz ise, TÜRKİYE zarara girmeye devam edeceğinden, BATI her yıl 30 milyar dolar borç silmelidir!

ABD'li yöneticilerin yüzsüzlük edip "Zararınızın sebebi SADDAM'dır" demelerine izin verilmemelidir. BATI bizim taleplerimizi karşılamadığı takdirde, TÜRKİYE hem NATO, hem AVRUPA BİRLİĞİ, hem de BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'e karşı olan taahhütlerini askıya aldığını, katkısını gittikçe azaltacağını ve kendi başının çaresine bakacağını açıklamalıdır.

BATI'dan uzaklaşırsak, batarmışız!.. Kendimizi BATI'nın kucağına bıraktık ta, ne oldu?.. Şu anda bütçemizin 3 katı dış borcumuz, bir katı kadar da iç borcumuz var. Yani İFLAS etmiş durumdayız!.. BATI kurtarıcı olsa, bizi 50 yılda kurtarırdı, şimdiki gibi batırmazdı!



http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata37d.html

***

28 ŞUBAT SÜRECİ ÜZERİNE ÖZAL DÖNEMİ VE SONRASI BÖLÜM 10




28 ŞUBAT SÜRECİ ÜZERİNE ÖZAL DÖNEMİ VE SONRASI BÖLÜM 10



Nereden nereye geldik?.. 

2013'de PKK'nın Meclis'teki temsilcisi DTP ile Başbakan Erdoğan ve AKP işbirliği yapıyor, Anayasa'dan TÜRK kimliğini çıkarmaya kalkıyor!

Yine 16 Mart'ta ABD Missisippi Parlamentosu köleliği kaldırdı!.. Demek ki, Amerika'nın bazı bölgeleri hâlâ köleci imiş!

17 Mart'ta Meclis Hesapları İnceleme Komisyonu Başkanı Ahmet Neidim tarafından Türkiye’de 2.000'in üzerinde tefeci olduğu ve yıllık hacimleri 
100 trilyon liranın üzerinde bulunduğu açıklandı. Raporda ayrıca son 10 yılda tefeciler tarafından 60 kişinin öldürüldüğü belirtildi.

18 Mart'ta Dolar ve Mark %20 civarında,değer kazandı. Faizleri % 265'e çıkaran Merkez Bankası dövizdeki yükselişi önleyemedi. 

Kriz kapıda idi.

19 Mart'ta Japonya'da metro istasyonunda teröristler salin gazı sıktı, 5 kişi öldü.

20 Mart'1994'de Şırnak'ın Kuşkonar köyü ile Koçağılı köylerini iki uçak, düşman arazisi gibi bombaladı. Kuşkonar'da 25, Koçağılı'nda 13 kişi öldü, 15 kişi yaralandı Ölenlerin 7'si bebek ya da çocuktu. İddiaya göre, köylerin suçu korucu olmayı reddetmeleri idi. Hükûmet, askerin yanıltması ile saldırıyı inkâr etti. 
AHİM de 2013 yılında TÜRKİYE'yi 2 milyon 305 bin avro tazminata mahkûm etti...

İşte ordunun şerefini lekeleyen, yargılanıp hapse tıkılması gereken rütbeliler bu katliamı yapanlardır. Ancak şunu belirtelim: Bu olay 2011 yılındaki Uludere ile kıyaslanamaz!.. Uludere'de öldürülenler yurt dışından gelmektedir, PKK yolu kullamaktadır ve masum siviller değil, silahlı terörist ve kaçakçılardır.

Aynı gün Amerika'nın perişan ettiği El Salvador'da 12 yıl süren iç savaştan sonra ilk devlet başkanı seçimi yapıldı.

21 Mart'ta Anayasa Mahkemesi, Selim Sadak’ın itirazını kabul ederek dokunulmaz lığını iade ederken, diğer 5 milletvekili için alınan kararı onayladı. 
Aynı gün Koç grubu, Arçelik ve 9 şirketinde ‘ekonomik durgunluk ve düşük talep’ nedeniyle üretimi durdurduklarını açıkladı. 

Bu karar piyasalarda büyük tedirginliğe yol açtı.

23 Mart'ta Amerika’da yerleşik Uluslararası derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s şirketi, seçimlere 3 gün kala Türkiye’nin kredi notunu düşürdü.

25 Mart'ta Dünya Bankası, sürpriz bir karar alarak Nisan ayında Türkiye’ye vereceği 100 milyon dolarlık krediyi askıya aldığını açıkladı. 
Böylece iki gavur kuruluşu krizi tetiklemiş oldu.

26 Mart'ta Cumhurbaşkanı Demirel seçimlere 24 saat kala yaptığı açıklamada, "DYP-SHP Koalisyonunun oylarının % 40'ın altına düşmesi durumunda zor durumda kalacaklarını" belirtti. Böylece dışardaki gavurlara içerdeki destek vermiş oldu. Mason Demirel'in hesabı neydi, anlaşılamadı.

27 Mart'ta Seçimler yapıldı. DYP ve RP seçimlerden güçlenerek çıkarken, ANAP ve SHP oy kaybına uğradı. Seçim tahmininde bulunan kamuoyu araştırma 
şirketlerinin bütün tahminleri boş çıktı. İstanbul (Recep Tayyip Erdoğan) ve Ankara (Melih Gökçek) Büyükşehir Belediye Başkanlıkları dahil olmak üzere 
5 Büyükşehir ve 26 İl Belediye Başkanlığı kazanan Refah Partisi, seçimin galibi oldu.

28 Mart'ta Behçet Cantürk’ün yakını olan Diyarbakır Liceli müteahhit Fevzi Arslan ve kardeşi Şahin Arslan, Sakarya’nın Hendek İlçesi yakınlarında ölü olarak bulundu.
 Aynı gün Güney Afrika Johannesburg'da Zulu kabilesi silahlı gösteri yaptı, 53 kişi öldü.

29 Mart'ta Sırplar ve Hırvatlar Hırvatistan'daki savaşı sona erdiren bir antlaşma imzaladılar.

31 Mart'ta Etopya'da tarihin en eski insan kafatası bütün olarak bulundu. (Australopithecus Afarensis)

2 Nisan'da İstanbul Kapalıçarşı’da bir boya sandığında patlatılan bomba, 2 turistin ölümüne, 9'u yabancı 18 kişinin yaralanmasına neden oldu.

5 Nisan 1994'te tarihî ’5 Nisan’ kararları açıklandı. Türkiye, tarihinin en büyük kemer sıkma politikasını uygulamaya koydu. 
Nasıl ki 24 Ocak 1980 kararları o dönemdeki Demirel'in hükûmetlerinin uyguladığı fütursuz politikalarının bir sonucu idiyse, 1991 krizi Özal'ın 1985'den beri uyguladığı politikaların sonucu idi. 5 Nisan'daki kriz de yeni göreve gelmiş Çiller'in değil; ona görevi devretmiş olan sözde "hesap adamı" mason Demirel'in 1991'den itibaren uyguladığı tutarsız politikaların neticesi idi.

Bununla iktisat profesörü Tansu Çiller'in doğru-dürüst bir ekonomi uyguladığını kastetmiyoruz. Ancak 5 Nisan vebalinin onun üzerine olmadığını ortaya koymak istedik.

5 Nisan Kararları arasında şunlar vardı:

Hububat, şekerpancarı ve tütün dışındaki tarımsal ürünlere sübvansiyon kaldırılacak,Emeklilik yaşı artırılacak. Mason Demirel'in bol keseden verdiği "5 fazla" artık olmayacak. Mason Demirel'in 20-25 yıla indirdiği emeklilik yaşı artırılacak. Memura yılın 2. yarısı için bütçe ödenekleri ölçüsünde zam yapılacak. Aylık vergi iadesi ödemeleri kaldırılacak. 
Her hükûmet, bilhassa mason Demirel döneminde parti çiftliği haline dönmüş olan KİT’lerin bir kısmı kapatılacak, bir kısmı ise özelleştirilecek. 
Ek Vergiler gelecek. Lüks taşıt sahiplerinden, birden fazla konut sahiplerinden, şirketlerden, gelir ve kurumlar vergisi ödeyen vergi mükelleflerinden, bir defaya 
mahsus ek vergi alınacak... Böyle durumlarda alınması gereken servet vergisi, varlık vergisi gene gündemde yok. Halbuki Mustafa Kemal, Millî Mücadele sırasında Tekâlüf-ü Milliye (Millî Kefillik, Millî Borç Ödemesi) adı altında herkesin varlığının % 40'ını almış, onunla zafere oluşmıştı. Zamlar gelecek. Çay, şeker, akaryakıt, sigara ve içkiye zam yapılacak. Döviz: yükselecek, Türk lirası değer kaybedecek. Dolar %38,8 oranında devalüe edildi. Hükûmet istikrar tedbirlerine güvenip Merkez Bankası faizleri düşürünce, bankalar dolara hücum etti. Aslında öyle % 30-40 değil, yılbaşına göre yüzde 200 artış oldu, dolar 15.000'den 45.000'e çıktı!

6 Nisan'da Filistinli canlı bomba 7 İsrailli'yi öldürdü. Aynı gün Ruanda Devlet Başkanı Juvénal Habyarimana ile Burundi Devlet Başkanı Cyprien Ntaryamira içinde bulunduğu uçağın vurularak düşürülmesi sonucunda Ruanda katliamı başladı. Uçağı hangi emperyalist devletin ajanlarının düşürdüğü anlaşılamadı.

7 Nisan'da Almanya, NATO antlaşmaları çerçevesinde verdiği silahların Güneydoğu’da sivil halka karşı kullanıldığı gerekçesiyle Türkiye’ye ikinci kez silah ambargosu koydu. Bir Kürt gencinin metresi olan Fransa Cumhurbaşkanı'nın fahişe ruhlu eşi Daniella Mitterand da bölücü Kürtçüler'e bir süredir desteğini açıklayıp duruyordu. Yani gavurun Türkiye'ye baskısı, ekonomik kriz ile kalmadı. Tümden teslim olalım istiyorlardı.

7 Nisan'da Vatikan Yahudi Soykırımı'nı ilk defa olarak tanıdı... Ancak bu gecikmede katliama inanmadığı mı, payının olduğu mu anlaşılamadığı gibi, tanımasında da Amerikan ve Yahudi çevrelerinden baskı gelip gelmediği de bilinmiyor.

8 Nisan'da ABD'de Pentagon dahil olmak üzere bütün askeri tesislerde sigara yasağı başladı. Acaba biz de onlardan görerek mi yasak getirdik?

9 Nisan'da sanayinin iki devi Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı, Cumhurbaşkanı Demirel’den Anayasa’nın 119. maddesini işleterek "olağanüstü hal ilan ederek ekonomiye el koymasını" istediler. TOBB Başkanı Yalım Erez Çiller'e arka çıkarak tepki gösterdi.

11 Nisan'da 18.000 tasarruf sahibinin 1 trilyon lira düzeyinde mevduatının bulunduğu TYT Bank, Marmarabank ve İmpexbank tasfiye edildi. Dışbank ise İş Bankası’na iade edildi. Devlet bankalarının TYT Bank’ta 3 trilyon lira batırdıkları ortaya çıktı.

13 Nisan'da 10 Nisan’da Taksim Meydanı’nda yapılan ‘Sırp katliamını kınama mitingi’nin lâiklik karşıtı gösteriye dönüşmesi üzerine, RP Lideri Erbakan partisinin Grup toplantısında bu gösteriyi ‘halk ayaklanması’ olarak değerlendirdi. Erbakan, “ RP, bir gün mutlaka iktidara gelecek ama bu geçiş dönemi tatlı mı olacak, kanlı mı olacak, buna halk karar verecek,” dedi. 
Cumhurbaşkanı Demirel, Erbakan’a cevaben: “ Zor kullanarak, kan, gözyaşı pahasına netice alınabileceğini aklından geçirme. Demokrasiyi tehdide kalkma ", dedi.

Yine 13 Nisan'da Ruanda'da Devlet Başkanı'nın muhafızları bir kilisede 1.200 kişiyi öldürdü.

14 Nisan'da Türkiye'ye diz çöktürmüş olan IMF ağır şartlarla 1.2 milyar dolarlık yeni bir Stand-By anlaşması yaptı. Aynı gün bir Amerikan F-15 uçağı yanlışlıkla 
iki Amerikan helikopterini vurdu, 26 kişi öldü.

15 Nisan'da ABD’de bulunan Başbakan Çiller, ABD Başkanı Clinton’a “Bize ekonomik destek vermezseniz, Türkiye’ye aşırılar gelir ve bu da dünyayı, Müslüman-Hıristiyan savaşına götürür,” diye uyarıda bulundu. Zavallı! Bilmiyordu ki, bilhassa 1989'dan beri dünyada zaten bir Müslüman-Hıristiyan savaşı vardı, ve zalim Hıristiyanlar Azerbeycan, Irak, Bosna gibi gariban Müslüman ülkeler saldırıp duruyordu!

19 Nisan'da ABD, Oklahoma City bir kamyon dolusu bomba patladı, 168 kişi öldü, 500 kişi yaralandı. İki gün sonra Timothy McVeigh adlı beyaz Amerikalı bombacı yakalandı.

20 Nisan'da Sırplar Bosna, Goradze'de bir hastaneyi bombaladı, 47 kişi öldü.

21 Nisan'da Sırplar Bosna, Goradze'de bir kliniği bombaladı, 28 kişi öldü.

22 Nisan'da Ruanda'da stadyuma toplanan 7.000 tutsi öldürüldü. Batılı ülkeler cereyan eden katliama seyirci kalmaya devam etti.

23 Nisan'da Haiti'de askerler 23 balıkçıyı öldürdü. Bir çoğunu da yaraladı. Sebebi anlaşılamadı.

24 Nisan'da bankalarda bulunan mevduata sınırsız Devlet teminatı getirildi. Çiller'in en büyük ekonomik hatalarından biri bu oldu. Yeğen Demirel gibileri banka kurup, 
mevduatı hortumlayıp, borcunu Devlet'e yükledi.

Aynı gün Güney Afrika Johannesburg'da bomba patladı, 9 kişi öldü.

25 Nisan'da Jahonnesburg'da bir taksi durağında bomba patladı, 10 kişi öldü. Herhalde beyazlar iktidarı paylaşmaktan pek memnun değildi.

26 Nisan'da Güney Afrika'da ilk defa bütün ırkların katıldığı seçim başladı, üç gün sürdü. Zenciler ve Hintliler ilk defa oy kullanabildiler.

27 Nisan'da repo paralarını ödeyemeyen Türkinvest’in sahibi ve borsa kralı olarak tanınan Nasrullah Ayan’a 48 saat süre tanındı. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Ayan’ın tanınan süre içerisinde sorunu çözmezse şirketin iflasını ve tasfiyesini isteyecekti. Batan Marmarabank’ın sahibi Atilla Uras hakkında, manipulasyon ile borsada 20 milyar lira haksız kazanç elde ettiği iddiasıyla soruşturma açıldı.

28 Nisan'da SPK, 1.3 trilyon liralık karşılıksız repo parası nedeniyle Nasrullah Ayan’ın sahibi olduğu Türkinvest şirketine el koydu.

2 Mayıs'ta Marmarabank, TYT Bank ve İmpexbank’ta Devletin 1 trilyondan fazla parasını batıran Türkiye Kalkınma Bankası Genel Müdürü Özal Baysal görevden alındı. Herife ne yapıldı, merak ediyorum.

5 Mayıs'ta Kuzey Yemen uçakları Güney Yemen'deki Aden şehrini bombaladı. 9 Mayıs'ta Zaire, Kinşasa'da ebola virüsü salgını dolayısiyle karantina uygulaması başlatıldı.

10 Mayıs'ta Güney Afrika'da seçimi kazanan zenci Nelson Mandela Devlet Başkanı olarak yemin etti.

11 Mayıs'ta RP’nin Bosna için topladığı paraları organize eden Süleyman Mercümek’in, batan Marmarabank ve TYT Bank’ta 1.8 milyon dolar ile 100 bin markı bulunduğu ortaya çıktı. Demek ki paralar Bosna'ya gitmemiş!

Yine aynı gün Güney Afrika'da 6 beyaz ırkçı ölüme mahkûm edildi.

13 Mayıs'ta eski İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel, ‘Klor yolsuzluğu’ davasından 8 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı.

18 Mayıs'ta İsrail Gazze'den çekildi, bölgeyi Filistinliler'e bıraktı.

23 Mayıs'ta Mina'da çıkan kargaşada 270 hacı öldü.

25 Mayıs'ta Başbakan Çiller’in ekonomik kararlarına muhalefetini sürdüren Cumhurbaşkanı Demirel, Devlet'e 100 trilyon liralık kaynak sağlaması beklenen 
‘lojman satışı yasası'nı veto etti.

29 Mayıs'ta Hükûmet'in çıkardığı 3 aylık %50 net getirili ‘süper bonolar’ piyasada kapış kapış gitti.

1 Haziran'da Türkiye’nin en büyük otomobil üreticisi TOFAŞ, 2.404 işçisini işden çıkardı. Halbuki ekonomik kriz nedeniyle çaresizliğe düşen otomotiv işçileri, 
işverenlere ’2 ay ücretsiz, 2 ay da yarım ücretle’ çalışmayı önermişlerdi.

5 Haziran'da eski DEP Milletvekili Leyla Zana’ya olan yakınlığıyla tanınan Güneydoğu’lu işadamları Savaş Buldan, Adnan Yıldırım ve Hacı Koray, Bolu Yığılca’ya bağlı Karakuş Köyü yolu kenarında öldürülmüş olarak bulundular. Yapılan kriminal inceleme sonucunda, eylemde kullanılan silahın, Behçet Cantürk ve üç yakınının öldürülmesi olayında kullanılan silahla aynı olduğu anlaşıldı.

6 Haziran'da Kolombiya'da meydana gelen 6 şiddetindeki depremde 1.000 kişi öldü.

7 Haziran'da, bir süre önce yakalanan bölücü Kürtçü, sözde dinci İBDA-C militanlarının sorgularında çaldıklarını itiraf ettikleri Hz. Muhammed’in torunları tarafından yazılan paha biçilmez Kuran-ı Kerim’i satın alan Kıbrıslı iişadamı Asil Nadir'in eski karısı Ayşegül Tecimer , gözaltına alındı. Tecimer, sorgusunda Kuran-ı Kerim’i Londra’da sattığını iddia etti. Ancak Kuran-ı Kerim bir hafta sonra Tecimer’in yalısının bahçesinde bulundu. Ayşegül Tecimer, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

10 Haziran'da Cumhurbaşkanı mason Süleyman Demirel’in yiyici yeğeni Yahya Demirel’e, Şekerbank’ı 20 milyon dolar dolandırmaktan verilen 15 aylık ceza kesinleşti... Peki ya dolandırdığı paralar???

16 Haziran'da Anayasa Mahkemesi DEP’i kapattı. Kararın açıklanmasından birkaç saat önce Brüksel’e kaçan milletvekilleri Remzi Kartal, Mahmut Kılınç, Naif Güneş, Zübeyir Aydar, Nizamettin Toğuç ve Ali Yiğit, bölücü Kürtçü mücadelelerini yurt dışında sürdüreceklerini açıkladılar.

18 Haziran'da Amerika, NewYork'ta homoseksüeller olimpiyatı başladı.

20 Haziran'da İran, Meşhed'de bir camiye bomba atıldı, 70 kişi öldü. Bir kere daha belirtelim, İslam'da masumları öldürmek, mabetlere saldırmak çok büyük günahtır. Çok açık Kur'an âyetidir.

- "EĞER ALLAH İNSANLARIN BİR KISMININ ZARARINI DİĞER BİR KISMI İLE SAVMASAYDI, MANASTIRLAR, KİLİSELER, HAVRALAR, 
VE ALLAH'IN ADININ ÇOKÇA ANILDIĞI MESCİTLER YIKILIR GİDERDİ!" (HAC SÛRESİ , 40. ÂYET)

Gerçek müslüman mabedlere saldırmaz!..

Yine 20 Haziran'da ünlü sporcu O.J. Simpson , karısı Nicole Simpson ve onun sevgilisi olduğu iddia edilen garson Ron Goldman'ı öldürmekten yargılanmaya başladı.

23 Haziran'da sözde ırkçılıktan vazgeçmiş Güney Afrika Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler'e tekrar alındı.

3 Temmuz'da Amerika, Teksas'ta 3 otomobil kazasında 30 kişi öldü. Diğer kazalarda ölenlerle birlikte zayiat 46'ya ulaştı.

7 Temmuz'da Kuzey Yemen birlikleri Aden'e girdi.

13 Temmuz'da İtalya, Milano'da yaşlılar evinde gaz patlaması oldu, 27 kişi öldü.

18 Temmuz'da Buenos Aires'teki Yahudi merkezinde patlıyan bomba sonucu 86 kişi öldü.

19 Temmuz'da Panama, Colon'da Alas Havayolları'nda patlayan bomba 21 kişiyi öldürdü.

22 Temmuz'da Gambiya'da askerî darbe oldu. Devlet Başkanı Dawda Jawara kaçtı.

24 Temmuz'da Hindistan, Başbari'de 37 müslüman öldürüldü.

28 Temmuz'da TÜRK uçakları Kuzey Irak'ta ki kampları bombaladı, 70 militan öldü, pek çoğu yaralandı.

29 Temmuz'da eski İtalya Başbakanı Craxi, yolsuzluktan 8,5 yıl hapse mahkûm oldu. Aynı gün Hindistan askerleri 27 müslümanı öldürdü.

7 Ağustos 1994'te Ankara DGM Başsavcılığı, yazar Aziz Nesin hakkında ‘Sivas olaylarının tahrikçisi’ olduğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. 
Aynı gün İsrail ile Lübnan arasında ilk telefon bağlantısı kuruldu.

10 Ağustos'ta Türkiye’nin ikinci uydusu Türksat 1B, uzayda yörüngesine oturdu. 1A havada patlatılmıştı. Aynı gün son İngiliz birlikleri de 1841'den beri işgal 
altında tuttukları Hong Kong'dan ayrıldılar... Bu ayrılma Çin ile İngiltere arasındaki bir anlaşmaya dayanıyordu. Aynı tarz anlaşmalar Kıbrıs, 12 Ada, Mısır, 
Cezayir ve Arabistan için yapılabilirdi. İşgalci ülkelerin bölgeyi terketmeleri durumunda, o toprakların Türkiye'ye iade edileceği hükmü Lozan'a konulabilirdi.

14 Ağustos'ta Çakal lâkaplı uluslararası terörist Carlos Sudan, Hartum'da yakalandı. Onu kullanan devlet ve istihbarat örgütlerinin artık onunla bir işi kalmamıştı.

20 Ağustos'ta Bangladeş'te meydana gelen feribot kazasında 350 kişi öldü.

21 Ağustos'ta Çin'de tayfun 700 kişinin ölümüne sebep oldu.

22 Ağustos'ta DNA testleri ünlü sporcu O.J.Simpson'un, karısı ve sevgilisinin ölümüyle ilişkili olduğunu ortaya koydu. Zaten herifi meşhur olduğu için kurtarmaya 
çalışıyorlardı.

24 Ağustos'ta İsrail FKÖ, Batı Şeria'daki Filistinliler'e eğitim, sağlık, vergi, sosyal haklar ve turizm konusunda özerklik verme konusunda anlaştılar.

30 Ağustos'ta DYP Lideri Başbakan Çiller, ABD’deki mallarını satışa çıkardı. 3 gayrimenkul için 4,5 milyon dolar istiyordu.

31 Ağustos'ta Estonya ve Latviya'daki son Rus askerleri de ayrıldı. Aynı gün Kuzey İrlanda'da Sinn Fein IRA adına ateşkes ilan etti.

6 Eylül'de Prof. Dr. Toktamış Ateş’e İstanbul Beşiktaş’ta bir sergide kitaplarını imzalarken, saatli bomba ile suikast düzenlenmek istendi.

8 Eylül'de 6 yıldır Devlet İstatistik Enstitüsü’nün Genel Müdürlüğü'nü yapan Prof. Dr. Orhan Güvenen, Kahire’de bir konferansta iken görevinden alındı. 
Prof. Güvenen, enflasyon rakamları ile oynaması için şiddetli baskılara maruz kalmış, ancak bu baskılara boyun eğmemiş biri olarak kamuoyunda tanınıyordu... 
İstatistikî rakamlarla oynalarak ekonomik durumu utozpembe göstermek Özal döneminde başlamış, bir daha da vazgeçilmemiştir. 
Büyük iktisatçı Prof. Dr. Osman Altuğ, Erdoğan döneminde hiç bir rakamın doğru olmadığını söylerdi. Bilhassa enfilasyon hesaplarında sepete konan mallar hep değişir, hangisinin fiyatı uygun ise, o konur. Et, ekmek, peynir, yağ, doğalgaz, benzin, kira, ulaşım, sağlık yerine pinpon topu, estetik ameliyat, çalı süpürgesi gibi kalemler tercih edilir.

Yine 8 Eylül'de Batı Berlin'deki son İngiliz, Fransız ve Amerikan askerleri de şehri terketti. Demek ki Almanya o tarihe kadar üç ülkenin işgali altında idi. 
Ama bu terkediş işgalin bittiği anlamına gelmez. Almanya'da hâlâ binlerce Amerikan askeri var.

9 Eylül'de yasadışı Dev-Sol (DHKP-C) örgütünün lideri Dursun Karataş, firarından 5 yıl sonra Fransa’da yakalandı.

15 Eylül'de Cezayir'de dinciler 16 kişiyi kaçırıp kafalarını kestiler. Bunlar kimdi, neydi, anlaşılamadı... Böyle "anlaşılamadı" derken, gazete ve televizyon 
haberlerinde verilenlerden anlaşılamadığını kastediyoruz. Yoksa elbette öldürenlerin, haklı veya haksız, kendilerine göre bir sebepleri vardı. Rasgele öldürülenler bile sebepsiz değildir, başkalarına korku salmak için öldürülürler.
19 Eylül'de Turgut Özal tarafından 1989'da Amerika’dan Türkiye’ye getirilerek Emlak Bankası Genel Müdürü yapılan Engin Civan, Alaattin Çakıcı’nın adamı olan Davut Yıldız tarafından silahlı saldırıya uğradı. Olayın arkasında, yine Özal’ın yakın adamlarından biri olan batık müteahhit Selim Edes çıktı. Davut Yıldız, 
olayı Çakıcı’nın talimatıyla yaptığını itiraf etti. Alaatin Çakıcı, bir basın kuruluşuna telefon ile yaptığı açıklamada; “Konuşursam, Türkiye yıkılır,” dedi. 
Çünkü olayda Semra Özal'ın da parmağı vardı.

Yine 19 Eylül'de Amerika, kargaşa içinde olan fakir ülke Haiti'ye 3.000 asker indirdi.

28 Eylül'de Estonya'da gemi battı, 909 kişi öldü.

29 Eylül'de ANAP Uşak eski Milletvekili ve Adalet Bakanı Mehmet Topaç, bürosunda 2 DHKP-C militanı tarafından vurularak şehit edildi.

4 Ekim'de Azerbaycan Başbakanı Hüseyinov’a bağlı birlikler Gence’de ayaklandı. Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, halkı isyanı bastırmaya çağırdı. İsyan kısa sürede bastırıldı, Hüseyinov Azerbaycan’dan kaçtı. Olayda Türkiye’nin parmağı olduğu iddia edildi.

5 Ekim'de Engin Civan verdiği ifadesinde, Emlakbank eski Genel Müdürü Bülent Şemiler’i suçlayarak, çeşitli yolsuzluk olaylarını ihbar etti... 
Aynı gün Zonne Tapınağı'nın 52 üyesi öldürüldü.

11 Ekim'de Rus rublesi değer kaybetti, 1 dolar 3926 ruble oldu.

13 Ekim'de batık işadamı Yahudi dönmesi Halil Bezmen’e ait trilyonlar değerindeki antika eserler, Amerika’ya kaçırılmak üzereyken Mâlî Polis tarafından yakalandı.

18 Ekim'de 5 Türk Cumhuriyeti'nin (Azerbeycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan) Devlet Başkanlarının katıldığı Türk Zirvesi, İstanbul’da yapıldı.. 
Aslında bu toplantılara Tacikistan, Moğolistan, Bosna ve Kuzey Kıbrıs ta davet edilmeliydi. Avrupa Birliği sevdası olmasa, Avrasya'da Türkiye çok daha etkili ve 
başarılı olabilirdi.

19 Ekim'de İsrail, Tel Aviv'de bir otobüse yapılan bombalı saldırıda 22 kişi öldü.

21 Ekim'de Kuzey Kore yiyecek yardımı karşılığı nükleer silah projeleri durdurma anlaşmasını imzaladı. Ama ABD sözünde durmadı. Zaten hiç bir zaman durmaz. 
Bir süre sonra Kuzey Kore tekrar nükleer faaliyete başladı.

24 Ekim'de Sri Lanka'da muhalefete bombalı saldırı yapıldı, 55 kişi öldü, pek çok kişi yaralandı.

2 Kasım'da Mısır, Dronka'da benzin deposu patlaması sonucu 400 kişi öldü, yüzlercesi yaralandı.

8 Kasım'da bir süre önce Akdeniz’de polis tarafından yakalanmak istenirken mürettebat tarafından batırılan Kısmetim-1 ve Lucky-S gemilerindeki 17.100 kg 
uyuşturucunun sahibi Nejat Daş, İstanbul’da yapılan duruşmasından sonra kaçtı!! Nasıl kaçtı, kimlere para yedirdi de kaçtı , anlaşılamadı.

10 Kasım törenleri sırasında Anıtkabir’de saygı duruşuna hazırlanırken, protokolün önüne fırlayan Mahmut Kaçar adında biri, elindeki Kuran-ı Kerim’i havaya kaldırarak, “Sizi Kuran’a davet ediyorum,” diye bağırarak tekbir getirdi. Kaçar, güvenlik görevlilerince gözaltına alındı.

11 Kasım'da milyarder Bill Gates, Leanardo Da Vinci'nin "Codex"ini 30.800.000 dolar ödeyerek satın aldı.

14 Kasım'da İngiltere ve Fransa'yı birbirine bağlayan Manş Denizi altındaki tünelde tren seferleri başladı.

20 Kasım'da Angola Hükûmeti ile UNITA isyancıları, Zambiya'da 19 yıllık savaşı bitiren antlaşmayı imzaladılar. Ancak kısa zaman sonra bölgesel çatışmalar tekrar başladı.

29 Kasım'da İstanbul’da yapılan Dünya Halter Şampiyonası’nda sporcumuz Halil Mutlu, 7 dünya rekoru kırarak 3 altın madalya kazandı. 
Naim Süleymanoğlu’da 5 dünya rekoru kırarak 3 altın madalya kazandı.

5 Aralık'ta Amerika’da en büyük tıp ödülü olarak kabul edilen ‘Philip Levine’ ödülünü, kanser tedavisiyle ilgili çalışmalarından dolayı 
Kıbrıslı Türk doktor Prof. Ten Feizi kazandı. Prof. Feizi, İngiltere’de Tıp Araştırma Merkezi Başkanlığı’nı yapmakta idi. Maalesef bizim profesörlerimiz, doktorlarımız kıskançlıklarından böyle insanları aralarında barındırmazlar. Çalışmalarına, araştırmalarına fırsat vermezler. Devlet te onları koruyup bir makama getirmez. 

Korudukları ancak Engin Civan gibi şaibeli kimselerdir.

8 Aralık'ta kapatılan DEP’in eski milletvekilleri Leyla Zana, Ahmet Türk, Selim Sadak, Orhan Doğan ve Hatip Dicle PKK üyesi oldukları, ve yardım-yataklık yaptıkları gerekçesiyle 15'er yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Mahmut Alınak ve Sırrı Sakık, yattıkları süre göz önüne alınarak tahliye edildiler... Aslında o dönemdeki uygulama doğruydu. Bölücü, Kürtçü, terörist destekticisi kişiler asla Meclis'e girememeli, Devlet memuru olamamalı, sürekli takip altında bulunmalıdırlar. 
Bu yapılmadığı için 2002'den sonra terör hortladı, genişledi, açılım bahaneleri ile adeta geçmişin sabıkalı teröristleri ve bebek kaatili baştâcı edildi.

19 Aralık'ta Brüksel’de toplanan Türkiye-AB Ortaklık Konseyi, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girişini onaylamadı ve 6 Mart 1995 tarihindeki toplantıya bıraktı. 
Toplantıda Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, DEP milletvekilleri konusunda eleştiri bombardımanına tutuldu ve terörle mücadelede insan haklarına riayet 
gösterilmesi istendi. Ermeni asıllı olduğu iddia edilen Murat Karayalçın bunlara cevap verebilecek kapasitede olmadığı gibi, etmeye niyeti de yoktu. 

Hepsini yuttu.

22 Aralık'ta Yeni Demokrasi Hareketi , (YDH), dönme işadamı Cem Boyner’in Genel Başkanlığı altında faaliyetine başladı. Rahmetli Atilla İlhan ona Batıcılığından ve Amerikancılığından dolayı Jim Boynır derdi.

26 Aralık'ta 37 kişinin can verdiği Sivas olayları davası sonuçlandı. 36 kişi beraat ederken, 66 sanık 2 ilâ 15'er yıl arasında çeşitli cezalara çarptırıldılar. 
Karar daha sonra Yargıtay tarafından bozuldu.

29 Aralık'ta THY’nın Mersin isimli uçağı Van’a inişe geçerken tepeye çakıldı. 76 yolcu ve mürettebattan 54'ü öldü.

1 Ocak 1995'de Avusturya, Finlandiya ve İsveç Avrupa Birliği'ne katıldı.

2 Ocak'ta 15 milyar ışık yılı ötede bulunan bir galaksi keyfedildi.

3 Ocak'ta ABD Merkezi Haber Alma Örgütü’nün (CIA) son raporunda Türkiye ekonomisi ile ilgili kara bir tablo çizilirken, İstanbul bir "uyuşturucu merkezi" 
olarak tanımlandı. Amerika kendi New York, Los Angeles şehirlerinini hem uyuşturucu, hem fuhuş merkezi olduğunu unutmuştu!

7 Ocak'ta eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 8. Cumhurbaşkanı Özal’ın "federasyon" fikrini hiç affetmeyeceğini söyledi. Gerçekten de patavatsız Özal günün birinde " Federasyonu da tartışmalıyız " diyerek bugünlere (2013) çanak tutmuştu. Eğer federasyondan kasıt Kuzey Irak'la Türkiye'yi birleştirmek olduğunu söyleseydi, neyse! Ama herkes Türkiye için bir bölünme şeklinde anlamıştı.

9 Ocak'ta Ekvator'la Peru sınır çatışmasına girdiler.

11 Ocak'ta uğradaşıp yırtınıp bir türlü Nobel'e aday olamayan bölücü Kürtçü yazar Yaşar Kemal'in Alman Der Spiegel Dergisi’nde yayınlanan yazısında, 
‘ Türkiye Cumhuriyeti baskı ve vahşet sistemi yarattı,’ demesi ağır eleştirilere sebep oldu. Ondan daha başarılı (!) olan Yahudi dönmesi Orhan Pamuk, 
" Türkler 1,5 milyon Ermeni'yi katletti," diyecek ve Nobel'i kapacaktı!

12 Ocak'ta Japonya, Kobe'de meydana gelen depremde 5.092 kişi öldü. Aynı gün Papa 2. Jean Paul Güney Asya'yı ziyaret etti... Bu papa hem Hıristiyan ülkeleri ziyarete, hem de misyonerlik faaliyetlerine hız vermiş bir kişidir. Görev süresi boyunca neredeyse dünyanın tümünü dolaşmıştır.

20 Ocak'ta Engin Civan skandalının bir numaralı ismi olan, ve açıklamalarıyla Türkiye’nin gündemini değiştiren yeraltı dünyasının tanınmış isimlerinden 
Dündar Kılıç’ın kızı Uğur Kılıç, eski kocası Alaattin Çakıcı’nın adamı olduğunu söyleyen bir kişi tarafından Uludağ’da öldürüldü.

29 Ocak'ta SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın ve CHP Başkanı Deniz Baykal sonunda Hikmet Çetin üzerinde uzlaşarak birleşmeyi kabul ettiler.

30 Ocak'ta ABD, sürpriz bir kararla Hazar Denizi, Bakü-Ceyhan petrol boru hattının Türkiye’den geçmesi projesine destek verdi. Amerika'ya ne ki?.. 
Proje Azerbaycan ile Türkiye arasında... Hadi maddî destek açısından Rusya da dahil olsun. Ama Amerika'ya ne oluyor?

Yine 30 Ocak'ta Cezayir'de bir otomobilde patlayan bomba 42 kişiyi öldürdü, 296 kişiyi yaraladı.

3 Şubat'ta bir süre önce sahte pasaport ile kaçak yollardan Fransa’ya girmekten dolayı yakalanan yasadışı Dev-Sol (DHKP/C) örgütünün lideri Dursun Karataş, 
zorunlu ikamet ile serbest bırakılmasından sonra kayboldu. Halbuki kırmızı bültenle İnterpol tarafından aranmaktaydı. Fransa gene terörün yanında olduğunu göstermişti.

5 Şubat'ta Alaattin Çakıcı’nın eski karısı Uğur Çakıcı’yı Uludağ’a götüren iki pilot, esrarengiz bir helikopter kazasında öldü.

6 Şubat 1995 Türkiye için bir karagün idi!.. Başbakan Tansu Çiller'in Avrupa Birliği’ne girmenin ilk adımı sandığı Gümrük Birliği'ne girme antlaşması imzalandı. Yunanistan, Kıbrıs’ın tam üyelik görüşmelerinin başlaması kaydıyla vetosunu kaldırdı. Türkiye gümrük gelirlerinden her yıl milyarlarca dolar kayba uğradı. 
Avrupalılar bize böyle bir kazık atmalarının yanısıra, Başbakan Yardımcısı Ermeni olduğu iddia edilen Murat Karayalçın'dan Kıbrıs konusunda başka tavizler de kopardılar. Anlaşma 15 Aralık'ta AB Parlamentosu tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.

13 Şubat'ta F-4 uçaklarının modernizasyon işini ihaleye çıkarmadan İsrail’e veren Hükûmet, TAİ ve Genelkurmay Başkanlığı’nın uyarısı üzerine kararını gözden geçirmeyi kabul etti... Yani İsrail kancayı o tarihte atmıştı, Çevik Bir ile 28 Şubat sürecinde tamamladı.

15 Şubat'ta Kuzey Irak, Mesut Barzani ve Celal Talabani güçleri arasında fiilen ikiye bölündü. Hâlâ da bu bölünme fiilen devam etmektedir.... 
Ha, sahi, Irak'ın Kürt Cumhurbaşkanı Talabani hasta olup Avrupa'ya gitmişti, neden sağlığı hakkında bir yıldır bir açıklama yapılmıyor?.. (19.5.2013) 
Herif öldü de, duyulursa, ortalık karışır diye mi?..

Yine 15 Şubat'ta Çin'in nüfusunun 1,2 milyara ulaştığı açıklandı. Dünya nüfusunun beşte biri!

17 Şubat'ta Başbakan Çiller’in ekonomi danışmanı Hüsnü Özyeğin’in ABD’de bulunduğu yıllarda, borsa ve emlak vurgunculuğu nedeniyle mahkemeye verildiği ortaya çıktı.

19 Şubat'ta CHP çatısı altında sağlanan CHP-SHP birleşmesi sonrasında Genel Başkanlık görevine seçilen Hikmet Çetin, Hükûmet’in devamı için 
Başbakan Çiller’e 13 şart ileri sürdü. Çiller, Çetin’in şartlarını kabul ettiğini açıkladı. Bu arada Murat Karayalçın milletvekili seçildiği için hem 
Ankara Belediye Başkanlığı'nı, hem Bakan koltuğunu, hem Başbakan Yardımcılığı'nı, hem de parti başkanlığını kaybetmiş oldu.

22 Şubat'ta bir süre önce gerçekleştirilen bir operasyonla "tarihi eser kaçakçılığı"ndan yakalanan Ayşegül Tecimer’in yalısına düzenlenen operasyonu yöneten Mali Şube Müdür Yardımcısı görevinden alınırken, alıcı kılığına giren Emniyet Amiri istifa etti. Tecimer'in hangi makamlarda torpil patlattığı anlaşılamadı.

Yine 22 Şubat'ta Cezayir'de bir hapishane isyanında 99 mahkûm öldürüldü.

23 Şubat'ta Emlakbank eski Genel Müdürü Engin Civan’ın İsviçre Bankalarındaki 6 ayrı gizli hesabında yaklaşık 5,5 milyon dolarlık bir serveti olduğu ortaya çıktı.

25 Şubat'ta Hindistan, Assam'da bir trene saldırı oldu, 27 asker öldürüldü.

28 Şubat'ta Başbakan Çiller’in mal bildiriminde yer almayan 7 milyar lira değerinde ikinci bir yatı olduğu ortaya çıktı.

7 Mart'ta Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile çalışan Tarık Ümit, esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu.

12 Mart'ta (muhtıra yıldönümü) İstanbul Gazi Mahallesi’nde akşam saatlerinde Aleviler'e ait üç kahvehane, sayıları belirlenemeyen kişilerce tarandı. 
Olayda 1 kişi öldü, 5 kişi yaralandı. İstanbul’da gece çok gergin geçti, Aleviler'in yoğun olarak yaşadıkları semtlerde protesto gösterileri yapıldı. Birileri ortalığı 
karıştırmak istiyordu.

13 Mart'ta bir gün önce meydana gelen olayın akabinde binlerce kişi Gazi Mahallesi'nde protesto gösterisi yapmak üzere toplandı. Yasadışı sol örgütlerin 
provokasyonu ile harekete geçen halk arasına gizlenen militanlar polise ateş açtı, Polis te karşılık verince ortalık bir anda savaş alanına döndü. Olaylarda 17 kişi hayatını kaybederken, onlarca kişi yaralandı. Olayların giderek tırmanması üzerine Valilik, Gazi Mahallesi’nde sokağa çıkma yasağı koydu. İstanbul’un çeşitli semtlerinde de gösteriler yapıldı. Polis, Gazi Mahallesi'ne giriş çıkışları yasakladı. Şehir çok gergin saatler yaşadı.

14 Mart'ta Gazi Mahallesi’nde konan sokağa çıkma yasağına rağmen çatışmalar yer yer devam etti. Olayların bir türlü yatıştırılamaması üzerine Gazi Mahallesi’ne askerî birlikler sevk edildi. Göstericiler sokaklara kurdukları barikatları ateşe vererek Güvenlik Kuvvetleri'nin müdahale etmesini engellemeye çalıştılar.

15 Mart'ta Olaylar Ümraniye’ye sıçradı. Ümraniye’de çıkan olaylarda 4 kişi öldü. Ümraniye’de de sokağa çıkma yasağı kondu. Diğer şehirlerde de gösteriler 
yapılmaya başlandı... Birileri ekonomik kriz ile sarsılmış olan Çiller hükûmetini bu sefer terör ile bunaltmak istiyordu.

16 Mart'ta İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu, Gazi Mahallesi’ndeki olayları değerlendirirken ‘Güvenlik Güçleri'nin provokasyonu önlediğini’ söyledi. Sokağa çıkma yasakları kaldırıldı.

17 Mart'ta Fransız Le Monde gazetesi Fransız şirketlerinin silah sattıkları ülkelerde önemli miktarda rüşvet dağıttıklarını açıkladı. Türkiye, bu dönemde Fransa’dan yaklaşık 8 milyar dolarlık silah almıştı... Eğer Atatürk'ün millî siyasetini devam ettirseydik, Kırıkkale silah fabrikası şimdi bizim bütün silah ihtiyacımızı karşılayacak duruma gelir, başka yerlerde kurulacak top, tank fabrikaları ile gavura muhtaç olmaktan kurtulurduk. Böylece rüşvet iddiaları bize bulaşmazdı.

20 Mart'ta Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs Barış Harekatı’ndan (1974) sonraki en kapsamlı harekatı başlatarak 35.000 askerle Kuzey Irak’a girdi. Çiller yılmamıştı. 

Bu açıdan ona "en erkek başbakan" diyenler bile vardı!

21 Mart'ta Genelkurmay’dan yapılan açıklamada, Kuzey Irak’ta 200 PKK’lı öldürülürken yaklaşık 3.000 PKK’lının çembere alındığı bildirildi.

24 Mart'ta DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Fetullah Gülen ile bir araya gelerek görüştü. Ne gereği varsa?

27 Mart'ta Çankaya Köşkü’nün iki numaralı bürokratı emekli Hâkim Tümgeneral Muzaffer Başkaynak, Cumhurbaşkanı Demirel’in gereksiz yurt dışı gezilerini eleştirerek istifa etti.

31 Mart'ta Hükûmet, TSK’nın Kuzey Irak’tan çekilmesinden sonra bölgenin güvenliğini Kürt liderler Talabani ve Barzani’ye bırakmaya karar verdiğini açıkladı... 

Kediye ciğer emanet edilir mi?.. Kürt Kürd'ü kontrol edebilir mi?

2 Nisan'da Alman Die Welt gazetesi görülmemiş bir hata yaparak PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fotoğrafını Atatürk diye tanıttı. Acaba hata mıydı, yoksa bugünlere (2013) bir hazırlık mıydı?.. Mâlûm, AKP iktidarı ve Erdoğan sayesinde bebek kaatili Abdullah Öcalan Kürtler'in Atakürd'ü oldu... 
Haa, sahi, Ahmet Altan haininin " Atatürk kürt olsaydı, Atakürt, buraya da Kürdiye demiyecek miydik" şeklinde bir yazısı (17.4.1995) yok muydu?.. 
Salak, Kürtler'in nüfusunun % 7-10 civarında olduğunu, geri kalanların hepsinin TÜRK olduğunu, bu ülkede son 1000 yılda Beylikler bir yana, 4 büyük TÜRK devleti (Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Osmanlı) kurulduğunu unutmuş, TÜRKİYE yerine "kürdiye" demeye kalkıyor!

3 Nisan'da emeklilik yaşını yükselten SSK Yasası’nın derhal çıkmasını isteyen Çiller, yasaya direnen CHP'li Çalışma Bakanı Aydın Güven Gürkan’a 
“ Bu yasa için Hükümeti bile bozarım, ” dedi. Aydın Güven Gürkan Rus yanlısı, solcu geçinen beceriksizin biridir. Hiç bir şeyden anlamaz. Sözümona işçiler, 
memurlar lehine direnirken, Devlet'in çökmekte olduğunun farkında bile değildi.

8 Nisan'da PKK Lideri Öcalan ve yüzlerce teröristin Kuzey Irak’a yapılan harekattan bir gün önce Suriye’ye kaçtıkları anlaşıldı!!! 

Acaba onlara Devlet içindeki hangi hain haber verdi?

11 Nisan'da GAP Projesinin bir parçası olan Şanlıurfa-Harran su kanallarına, Başbakan Çiller tarafından ilk su verildi.

12 Nisan'da Hollanda’da, ‘Kültür Konferansı’ adı altında toplanan sözde Kürt Parlamentosu’na tepki olarak Hollanda Büyükelçisi Zeki Çelikkol hemen Ankara’ya çağrıldı.

14 Nisan'da Körfez Savaşı’ndan beri kapalı olan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının açılması ile ilgili karar BM Güvenlik Konseyi’nde oybirliği ile kabul edildi. 
Birleşmiş Milletler ne karışır, demeyin. Her çorbaya nânedir onlar!..

17 Nisan'da Başbakan Çiller’in ABD gezisi başladı. Heyetin New York’ta gezmesi için saati 57 dolardan 18 limuzin kiralandığı öğrenildi!.. 
Çiller'den sonrakiler neler kiraladılar, neler!..

23 Nisan'da Kuzey Irak’a düzenlenen askerî harekâta destek için başlatılan ‘Haydi Türkiye, Mehmetçik’le el ele’ kampanyasında toplanan bağışlar 4 trilyon lirayı aştı... 

Bizim millet aç yatar, Devlet'e ve Ordu'ya her şeyini verir!

24 Nisan'da Dow Jones endeksi 4.303'e yükseldi.

28 Nisan'da Güney Kore metrosunda gaz patlaması oldu, 103 kişi öldü. Sri Lanka'da uçak düştü, 52 kişi öldü.

1 Mayıs'ta Hırvatistan'da Hırvat ordusu bir bağımsızlık savaşı başlattı.

3 Mayıs'ta Sırp güçleri Hırvat ordusunun hareketlenmesi üzerine Zagreb şehrine füze yağdırdı.

6 Mayıs'ta Başbakan Çiller en geç 1998 yılında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olacağını söyledi... 

Zavallı hayalperest!.. 

Ne var ki, kendinden sonrakiler de hayal kurmaktan vazgeçmediler! Hâlâ aynı rüyayı görenler var! (2013)

10 Mayıs'ta Güney Afrika'da bir asansör kazasında 104 zenci maden işçisi öldü.

11 Mayıs'ta New York'ta 170 ülke "Nükleer Silahlardan Arındırma" anlaşması imzaladı. Ama tabii bu 5 atom bombalı ülkeyi (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) ve gizli atom bombası olan İsrail'i hiç mi hiç bağlamadı.

15 Mayıs'ta Karases olarak adlandırılan sözde halife Cemalettin Kaplan, Almanya’da öldü. Aynı gün Çin bir nükleer deneme yaptı.

16 Mayıs'ta Japon polisi tarikat lideri Shoko Asahara'yı salin gazı olayından dolayı tutukladı.

23 Mayıs'ta Yeni Günaydın ve Süper Tan gazetelerinin de sahibi olan madenci Bekir Kutmangil, İstanbul Zincirlikuyu’nda silahlı bir saldırı sonucu öldürüldü. 
Yeraltı dünyasının tanınmış isimlerinden İbrahim Cici, azmettirici olarak aranmaya başlandı. Bir süre sonra Ciuci yakalandı.

25 Mayıs'ta Bosna'daki Sırp ordusu Tuzla şehrinde 72 Boşnak gencini öldürdü.

28 Mayıs'ta Rusya'nın Bakarovsk şehrinde deprem oldu, 2.000 kişi öldü.

29 Mayıs'ta işadamı Emin Cankurtaran, Alaatin Çakıcı’nın iki adamı tarafından, İstanbul Nişantaşı semtinde bulunan Park Şamdan lokantasının çıkışında ayağından silahla vurularak yaralandı... Böyle haberlerde hep Çakıcı'nın "Namuslu insanların benden korkmasına gerek yok. Benim işim namussuzlarla. 
Kumar, fuhuş, yolsuzluk, hileden para kazananlarla," demesi aklıma gelir.

7 Haziran 1995'te Yahudi cemaatinin önde gelen isimlerinden Prof. Yuda Yürüm, otomobiline konan bombanın patlaması sonucu yaralandı.

8 Haziran'da Bosna'da bir Amerikan uçağı düşürüldü. Pilot Amerikan denizcileri tarafından kurtarıldı. Ama o denizciler Boşnak erkeklerini öldürülmekten, 
kadınlarını tecavüze uğramaktan kurtarmadılar.

9 Haziran'da Avrupa Parlamentosu üyesi 3 kadın, kendilerine ‘orospu’ diyerek hakaret eden Devlet Bakanı Ayvaz Gökdemir’i, Başbakan Çiller’e şikayet 
ederek özür dilemesini istediler. Aslında Gökdemir haklıydı da, her doğru söylenmez.

12 Haziran'da Tunceli kırsalında, PKK tarafından pusuya düşürülen askerlerimizden 22 kişi şehit oldu.

15 Haziran'da İsrailliler Kudüs şehrinin tümüne elkoydular.

23 Haziran'da CHP’li Kültür Bakanı Dönmeler'in Karakaşîler grubundan Ercan Karakaş, Hükûmet'in verdiği sözleri tutmadığını iddia ederek Bakanlık görevinden istifa etti. 

Hangi sözler olduğu anlaşılamadı.

26 Haziran'da Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yasser Arafat 27 aradan sonra Gazze'ye döndü. Aynı gün Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mubarek'e suikast düzenlendi, Mübarek yara almadan kurtuldu. Katar'da Hamad Bin Halife el-Thani (halifelikle falan alâkası yok) babası Halife bin Hamad el-Thani'yi devirip emir oldu.

30 Haziran'da Genelkurmay, Terörle Mücadele Yasası’nın 8. Maddesi'nin değiştirilmesine karşı olduğunu açıkladı. Ama ABD ve AB bu madde değiştirilmez ise Türkiye'nin karıştırılmasının zor olduğunu bildiklerinden, gelen her hükûmete baskı yapmaya devam ettiler.

3 Temmuz'da Tunceli şehir merkezinde güvenlik güçleriyle çatışmaya giren PKK militanları, 4 polisi şehit ettiler. Aslında Tunceli halkı Kürt değildir, Zaza'dır, 
yani Horasan'dan gelme Gur Türkleri'ndendir. Ama onları kışkırtmaya çalışan Ermeni ve Kürt örgütler vardır.

5 Temmuz'da RP Genel Başkanı Erbakan, "Avrupa ile entegrasyonun Türkiye’ye hilekârlık ve homoseksüellik getireceğini, erkeğin erkekle evleneceğini" ileri sürdü. Çünkü Avrupa'da öyleydi. Başbakan Çiller ise ikide birde "Avrupa'da ne varsa, bizde de olacak," deyip duruyordu.

7 Temmuz'da Irak sınırında başlatılan operasyonda 90 PKK militanı öldürüldü, 5 asker şehit oldu.

14 Temmuz'da Isparta’nın Senirkent ilçesinde meydana gelen sel faciasında 70 kişi hayatını kaybetti.

15 Temmuz'da Yahudiler Kudüs'ün müslüman tarafına da girdiler. Ürdün onlara bırakmıştı.

19 Temmuz'da Ümraniye Belediye Başkan Vekili Ahmet Özalp, Dudullu’da arazi mafyası tarafından silahla yaralandı.

20 Temmuz'da Asgari ücret 8.400.000 TL olarak tespit edildi... Göze çok görünmesin, bugünün (2013) parası ile 8 lira 40 kuruş!.. Yıllarboyu süren enflasyon elemizdeki parayı nasıl da küçültmüş!

21 Temmuz'da İstanbul Gaziosmanpaşa semtinde görevli Çevik Kuvvet otobüsüne bombalı saldırı düzenlendi. Saldırıda 12 polis memuru yaralandı.

26 Temmuz'da Gümüşhane Baro Başkanı Ali Günday, İzzet Kıraç adlı bir şahıs tarafından öldürüldü. Niye öldürüldü, anlaşılamadı.

30 Temmuz'da Bayrampaşa Cezaevi’nde çıkan olaylar nedeniyle 144 mahkûm başka cezaevlerine sürgün gönderildi.

31 Temmuz'da sözde "Sürgünde Kürt Parlamentosu", 2. toplantısını Avusturya’nın başkenti Viyana’da yaptı. Bu bölücüleri kim seçti, ne zaman seçti, 
kimleri temsil ediyorlar, bir türlü anlaşılamadı. Bir başka anlaşılamıyan husus ta, sıradan vatandaş Avrupa'ya gitmek için vize kuyruklarında sürünürken, 
bu kişilerin Avrupa'da kendi evlerinde imiş gibi dolanıp durmaları, ve istedikleri binada toplantı yapabilmeleri idi.

2 Ağustos'ta TOBB’un Prof. Doğu Ergil’e hazırlattırdığı Güneydoğu Raporu yayınlandı. Doğu Ergil o tarihten sonra hızlı kürtçü, bölücü kesildi.

4 Ağustos'ta Hırvatistan'da Hıristiyan Batılılar'ın Sırplar'a karşı Fırtına Operasyonu başladı. Bosna'ya yardım yok!

8 Ağustos'ta Türkiye, Yunanistan’ı PKK’ya verdiği destek için Birleşmiş Milletler'e şikayet etti. Ama bir işe yaramadı.

15 Ağustos'ta Mardin’in Savur ilçesinde, PKK militanları ile çıkan çatışmada, Mardin Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden şehit oldu.

17 Ağustos'ta PKK militanları, Diyarbakır-Elazığ karayolunda bir otobüsü taradılar. Olayda 2 kişi öldü, 9 kişi yaralandı.

24 Ağustos'ta ABD'de Long Island'da 80 yılın en büyük yangını başladı, 4 gün sürdü, 6.000 hektar alan yandı.

25 Ağustos'ta ANAP Ordu Milletvekili Şadi Pehlivanoğlu, THY uçağında bir hostesi tokatlayarak dövmesi kamuoyunda büyük tepki ile karşılandı... 

Şadi Pehlivanoğlu esas Ankara, Kızılay'daki gökdelenin üst katındaki bürosunda bir kadınla iş üstündeyken basılmasıyla meşhurdur. 
Sonradan da Tüstaş'a Yönetim Kurulu Başkanı olmuş, kuruluşa o kadar çok hemşehrisini doldurmuştur ki, adamlara masa ve sandalye bulunamamış, 
hepsi koridorlarda sigara içip, tesbih çekip dolaşarak Devlet'in milletin parasını içetmiştir. Bu herif çok haltlar karıştırmıştır.

27 Ağustos'ta Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde, iki ayrı yerde meydana gelen bombalı saldırıda 2 kişi öldü, 19 kişi yaralandı.

1 Eylül'de suçla başa çıkamayan New York eyaleti idam cezasını geri getirdi. Darısı bizim başımıza! Yoksa, terörle de, kadın cinayetleri ile de, kan davasıyla da, kapkaçla da, en önemlisi vatana ihanetle de başa çıkamıyacağız!

3 Eylül'de İstanbul Fatih’teki bir birahane dinci militanlar tarafından silahla tarandı, 1 kişi öldü, 5 kişi yaralandı. 

Yine kendini müslüman zanneden İBDA-C militanlarının işi!

7 Eylül'de PKK militanları, Hatay’da bir maden ocağında çalışan işçilerden 9’unu kurşuna dizerek katletti.

9 Eylül'de CHP Olağan Kurultayı'nda hizipçi Baykal, allem edip kallem edip CHP Genel Başkanı oldu. Böylece başbakan yardımcılığını da elde etti. 

30 Ekim'de kurulan 52. Hükûmet'te Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev aldı.

10 Eylül'de Hakkâri’de çıkan çatışmada 16 PKK militanı öldürüldü.

11 Eylül'da Sümerbank, 103 milyon dolara Hayyam Garipoğlu grubuna satılarak özelleştirildi.

12 Eylül'de Nur cemaatinin önde gelen isimlerinden Yeni Asya Gazetesi’nin sahibi Mehmet Kutlular’ın kızı Vildan Kutlular 17 yaşında, aşırı dozda eroinden dolayı öldü.

Yine 12 Eylül'de ABD’nin Başkenti Washington’da Cessna tipi bir uçak, Beyaz Saray’a intihar saldırısında bulundu. Başkan Bill Clinton'un yatak odasının hemen dibine çakılan uçağın pilotu öldü. ABD’liler olayla ilgili başka açıklamalar yapmadılar. Aynı gün Beyaz Rusya askerleri bir Amerikan balonunu vurup düşürdüler. 

Balondaki iki Amerikalı öldü.

15 Eylül'de Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’nde çıkan çatışmada, 51 PKK militanı öldürüldü.

17 Eylül'de İzmir Gaziemir’de, Tansaş Cafe önündeki çöp bidonuna konan bombanın patlaması sonucu 5 kişi öldü, 25 kişi yaralandı.

19 Eylül'de CHP-DYP koalisyonu bozuldu.

21 Eylül'de Selim Edes ve Engin Civan’a yolsuzluklarından dolayı verilen hapis cezaları Yargıtay tarafından onanarak kesinleşti.

24 Eylül'de İstanbul’da 5 ayrı işyeri ve banka şubesine bombalı ve molotof kokteylli saldırılar düzenlendi.

28 Eylül'de İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğü ekipleri, Kolombiya’dan ithal edilen köpek kemikleri içinde 50 kg. kokain ele geçirdi... 
Yurt dışından niye köpek kemiği ithal edilir ki?.. Biz kendi sokak köpeklerimizi, köpek eti yiyen Çinliler'e ihraç etmek istiyoruz, bir türlü edemiyoruz.

Aynı gün İshak Rabin ile Yasser Arafat Batı Şeria'nin Filistinliler'e devri için anlaşma imzaladılar. Tabii gene İsrail işgali ve askeri altında!..

1 Ekim'de Afyon Dinar’da meydana gelen 6.0 şiddetindeki depremde 90 kişi öldü, 212 kişi yaralandı.

3 Ekim'de O.J.Simpson karısı Nicole Simpson'u ve Ron Goldman'ı öldürme konusunda "suçsuz" bulundu. İster inan, ister inanma!

7 Ekim'de Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak’ta bulunan PKK’lılara yönelik yeni bir sınır ötesi harekâta başladı.

10 Ekim'de İsrail Batı Şeria'dan çekilmeye başladı. Yüzlerce Filistinli mahkûmu serbest bıraktı.

13 Ekim'de Tansu Çiller Hükûmeti, TBMM’de 230 ret oyuyla güvenoyu alamadı.

16 Ekim'de İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, DYP-CHP Koalisyonunun önünü tıkamamak için istifa ettiğini açıkladı. 
CHP, Kürtler'e ve Aleviler'e yaranmak için Hükûmet'in sert uygulamalarını eleştiriyordu. Bu huyundan hiç vazgeçmedi, ama hiç te istediği oyu toplayamadı.

26 Ekim'de Hükümet ve Türk-İş'in anlaşmaya varmasıyla 10 aydır devam eden grevler sona erdi.

Yine 26 Ekim'de İsrail ve Ürdün barış antlaşması imzaladılar. Ödlek Ürdünlüler Batı Şeria'yı zaten İsrail'e bırakmışlardı. 
Aynı gün İsrail Mossad ajanları Malta'da bir otelde İslâmî Cihad lideri Fathi Shikaki'yi öldürdü.

30 Ekim'de 25 günlük 51. Hükûmet yerine 52. Hükûmet kuruldu. Aynı gün Kanada, Puebec'te yapılan referandumda, Fransızca konuşan Quebec 
İngilizce konuşan Kanada'ya bağlı kalmayı tercih etti.

4 Kasım'da İzmir’de meydana gelen sel felaketinde 57 kişi öldü.

5 Kasım'da CHP-DYP 52. koalisyon Hükümeti, 172 ret oyuna karşılık, 243 kabul oyuyla güvenoyu aldı.

6 Kasım'da Filistinliler'le barış imzaladı diye bir Yahudi tarafından öldürülen İshak Rabin toprağa verildi. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ta İsrail'le 
barış yaptı diye öldürülmüştü.

11 Kasım'da İstanbul’da 4 ayrı bankaya bombalı saldırılar düzenlendi.

Aynı gün Prenses Diana, Prens Charles'a ihanet ettiğini, başkasıyla seviştiğini bir televiziyon programında açıkladı. İngiliz Kraliyet ailesi perişan oldu.

19 Kasım'da Pakistan, İslamabad'daki Mısır elçiliğine canlı bomba saldırısında 16 kişi öldü.

21 Kasım'da Dow Jones endeksi 5.000'in üzerine çıktı. Aynı gün İsrail kendisine casusluk yapan Amerikalı Jason Pollard'a vatandaşlık hakkı tanıdı, 
böylece Amerika'ya hem kazık, hem de posta attı.

28 Kasım'da Tekstil ve döviz piyasalarının tanınmış isimlerinden Yahudi tefeci Nesim Malki, Bursa’da uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.

30 Kasım'da Yahudi Nesim Malki’nin öldürülmesinin ardından ilişkili olduğu isimlerden borsacı Yener Kaya, İstanbul’da otomobilinin içinde yakılarak öldürüldü.

5 Aralık'ta Sri Lanka Hükûmeti Tamil direniş merkesi Jaffna'yı ele geçirdiğini açıkladı.

7 Aralık'ta Deniz Baykal, Gümrük Birliği’ne girişimizden dolayı elde edilen başarının, bütün Türkiye’nin olduğunu söyledi... 
Başarı zannettiğinin felâket olduğunu bir türlü anlayamadı. Ne demişler?.. Şecaat arzederken merd-i kıptî sirkatin söyler!.. 
Çingenenin yiğidi (!) kahramanlığını (!) anlatırken hırsızlıklarını dile getirirmiş!.. Deniz Baykal da "Bu haltı yiyenler arasında biz de varız, bizi unutmayın," 
demek istemiş!

8 Aralık'ta İngiliz The Times Gazetesi, Başbakan Çiller’in Gümrük Birliği için Kıbrıs konusunda taviz verdiğini açıkladı.

10 Aralık'ta Avrupa Parlamentosu’nun 13 Aralık’ta oylanacak Gümrük Birliği anlaşmasından sonra, Türkiye’yi PKK ile masaya oturmaya çağıran bir tasarı 
görüşeceği kamuoyuna sızdı. Yani taviz sadece Kıbrıs konusunda değil, bölücü Kürtler konusunda da verilmişti!

11 Aralık'ta Kürt tasarısının, Dışişleri yetkililerince Çiller ve Baykal’a önceden bildirildiği ileri sürüldü. PKK lideri Abdullah Öcalan, seçimden sonra kurulacak 
yeni hükümetin karar verme sürecine kadar ateşkes ilan edeceğini açıkladı. Yani Öcalan Avrupa Birliği'nin tasarısından haberdardı, yolu açmak istiyordu.

12 Aralık'ta Avrupa Parlamentosu’nda görüşülecek olan tasarı, Türkiye’nin tepkisi üzerine iptal edildi... Demek ki, tepki gösterince bir takım şeyler 
engelenebiliyormuş! Ama her zaman tepki gösterecek babayiğidi nereden bulacaksın?.. O yüzdendir ki, 2013'te kürtçü bölücü BDP milletvekili Entuğrul Kürkçü TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ adına katıldığı AB Parlamenter Toplantısı'nda PKK için " Terorist " değil de, " Aktivist " örgüt denmesini teklif edince, Deniz Baykal'ın da aralarında bulunduğu heyet yeterince tepki göstermediği, Hükûmet uyuduğu için, bu teklif karar olarak kabul edildi. Yazıklar olsun!

13 Aralık'ta Avrupa Parlamentosu, 149 ret oyuna karşılık 343 oyla Türkiye ile yapılan Gümrük Birliği anlaşmasını onayladı. Aynı gün Ankara'da havaî fişekler 
atılarak olay kutlandı. 1856'da Osmanlı Devleti'ni batıran, azınlıklara imtiyazlar tanıyan Islâhat Fermanı da böyle kutlanmıştı!

14 Aralık'ta eski Yugoslavya'da savaşı sona erdiren Dayton antlaşması imzalandı. Ancak bu antlaşma Katolik Hırvatisyan ve Slovenya'yı korurken, 
Ortodoks Sırbistan'ı fazla ezmiyor, en az müslüman Bosna'ya yarıyordu. Bir süre sonra zalim Batılılar Bosna'ya müslümanları ezen bir anayasa yapacaklardı.

19 Aralık'ta İngiltere Kraliçesi Elizabeth Prens Charles ile Prenses Diana'nın boşanmasını istedi.

20 Aralık'ta NATO Bosna'da sözümona barışı koruma faaliyeti başladı.

21 Aralık'ta seçim sonrasında devalüasyon olacağına dair söylentiler ile yükselen faizler aylık vadede % 120’ye fırladı. Kriz devam ediyordu.

24 Aralık 1995'te genel seçimler yapıldı. RP: % 21,1 ile birinci parti olurken, ANAP ikinci, DYP ise üçüncü parti oldu. Milleti "şeriat geliyor" korkusu sardı. 
Çiller ve Yılmaz, RP ile koalisyon kurmayacaklarını açıkladılar.

26 Aralık'ta TÜSİAD, tarihinde ikinci kez, gazetelere verdiği ilanla sağduyu çağrısı yaparak ANAP-DYP koalisyonunun kurulmasını arzuladığını açıkladı. 
Ancak TÜSİAD bunu bir alışkanlık haline getirecek, 2 yıl sonra gene ilanlar verecekti.


DEVAM EDECEK

http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata37.html

***