KAFKASYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KAFKASYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2021 Cuma

RUSYANIN KAFKASYA POLİTİKASINDA KARABAĞ FAKTÖRÜ., BÖLÜM 2

RUSYANIN  KAFKASYA  POLİTİKASINDA  KARABAĞ  FAKTÖRÜ., BÖLÜM 2




Uluslararası, Sovyet Sonrası, Türkiye-Rusya, İlişkileri Sempozyumu, İzmir, Doç. Dr. Vefa KURBAN, Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ, Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN,
 Azerbaycan, Karabağ, Ermenistan,Kafkasya,

2. Sovyet Sonrası Dönem: Özerkliğin Kaldırılması, Savaş ve Soykırım

   Ermenilerin Karabağ'a yönelik 1987 yılından itibaren hukuki ve siyasi düzlemde başlattıkları kampanya ve başvurular Moskova tarafından açık şekilde desteklen mesede gerek Sovyet yönetimindeki lobicilik faaliyetleri gerekse medya sektöründe görev yapan Ermeni diasporası mensuplarının yoğun çabaları sayesinde Ermeniler lehine kamuoyu oluşturma bakımından yeterliydi. 
Bu anlamda Ermenistan Azerbaycan karşısında kıyaslanmayacak kadar avantajlı konumdaydı.
   Ermenilerin ileri sürdükleri talepler dönemin hukuk mevzuatına aykırıydı ve çabaları netice vermeyeceği için maksatlarına şiddete başvurarak erişme hazırlığı içinde idiler. Öncelikle Ermenistan'da yaşayan Türkleri ülkeden kovmayı amaç edinen Ermeniler bunu yıldırma ve korkutma yöntemiyle gerçekleştirmeye başladılar. Ermeni örgütlenmeleri yönetimin de desteğini alarak baskı, şiddeti, öldürme ve fırsat düştükçe işkence yapma vd. eylemlerinde bulunuyorlardı.

Ermenistan ve Dağlık Karabağ'da yaşayan Ermenilerin Azerbaycan'dan toprak talebinde bulunmaları, Karabağ'ı Ermenistan'a ilhak etmek çabaları bölgede huzursuzluğun artmasına ve uyuşmazlıkların derinleşmesine neden oluyordu. 

Bu durumda Azerbaycan Türklerinin tepkileri bazen yönetimin yalan vaatleri bazen de baskıcı yöntemlerle bastırılıyordu. Halk Karabağ konusunda son derece hassas ve ilkeli bir duruş sergiliyordu. Oysa dönemin Azerbaycan yönetimi Moskova'nın yörüngesinde kalarak sorunları çözebileceğine ümit ediyordu.
Azerbaycan'ın bu yönde attığı her adım Ermenistan'ın olumsuz tepkisiyle karşılaşıyordu. 7 Aralık 1988'de Ermenistan'ın Spitak (gerçek adı Hamamlı) şehri ve birkaç bölgesinde yaşanan deprem sırasında dönemin Azerbaycan yönetiminin, Ermenistan'a gönderdiği "gönüllü" kurtarma ekibini taşıyan uçak Ermeniler tarafından düşürülmüş, uçakta bulunan 68 yolcu ve 9 kişilik mürettebat hayatını kaybetmiştir.

Ermenistan'dan Azerbaycan'a kovulan Türklerin Karabağ bölgesine yerleştirilmesi konusunda kamuoyunda seslenen talepler Azerbaycan yönetimi tarafından asla kabul görmemişti. Nitekim o dönemde Karabağ yönetimi Moskova'nın denetimi altına alınırken, Azerbaycan'ın kamu otoritesi işlevsiz hale getirilmişti. 12 Ocak 1989 yılında Karabağ'ın yönetimi için Moskova tarafından kurulan "Özel Komite" Ermeni yanlısı bir siyaset yürütüyordu. Bu komitenin asıl amacı Karabağ'ın Azerbaycan'dan koparılmasından ibaretti.

   Moskova'nın uyguladığı siyaset Dağlık Karabağ'da barışı sağlamaya değil, uyuşmazlığın silahlı şiddet safhasına dönüşmesine fırsat sağlamış oldu. 1990 yılında Bakü'de baş gösteren itirazlar sırasında Ermeni milliyetinden olan vatandaşların öldürüldüğünü gerekçe göstererek, 19- 20 Ocak 1990'da Kızıl Ordu birlikleri sivil halka karşı katlim uyguladı. 

   20 Kasım 1991 tarihinde üst düzey devlet yetkililerini taşıyan helikopter Dağlık Karabağ'ın Karakent köyü semasında Ermeniler tarafından düşürüldü. Helikopterdekiler hayatlarını kaybettiler. Azerbaycan, bu olayın ardından, 
26 Kasım 1991 tarihinde Dağlık Karabağ'ın özerklik statüsünü feshetti.3

Ermenistan'ın başlattığı savaş insani felaketlerin yaşandığı, bir milyondan fazla Azerbaycan Türkünün mülteci ve göçmen durumuna düştüğü, ihtiyar, kadın, çocuk demeden sivil ahalinin topyekûn öldürüldüğü ve esir alındığı bir savaştır. 

Bu sürecin en kanlı olayı Şubat 1992'de yaşanan Hocalı soykırımı olmuştur. Ermeni çeteleri ve SSCB'den kalma 366. alay Hocalı'ya saldırarak bu cinayeti işlemiştir.
Bu saldırıda 63 çocuk, 106 kadın ve 70'den fazla yaşlı dahil olmak üzere 613 sakin öldürülmüş, 487 kişi ağır yaralanmış, 1275 kişi rehin alınmış ve 150 kişi kaybolmuş tur.4 Dönemin Ermenistan Savunma Bakanı, sonradan Cumhurbaşkanı görevinde bulunan Serj Sarkisyan, Hocalı soykırımıyla ilgili kendisiyle yapılan söyleşide "Hocalı'ya kadar Azerbaycanlılar bizim sivillere saldırmayacağımızı düşünüyordu, fakat Hocalı'da biz bu stereotipi kırdık" demiştir.
Hocalı cinayeti 9 Aralık 1948 tarihinde BM tarafından kabul edilen ve 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren BM'nin "Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmesi" 2. maddesinde yer alan "milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etme" biçiminde tanımlanan jenosit/soykırım kavramı ile tamamen örtüşmektedir. Aslında Ermeniler tarafından sadece Hocalı'da değil, Karabağ'ın tamamında yapılan kanlı eylemler birer soykırımdır: işgal altındaki bölgelerde ne bir insan sağ bırakıldı ne taş taş üste kaldı.

3. Savaş'ın Son Halkası: Büyük Taarruz, Rusya'nın Tarafsızlık İmajı ve Muhtemel Gelişmeler

İşgalci Ermeni güçleri zamanla Karabağ dışındaki yedi rayonu işgal ettiler. Savaşı durduran 1994 yılında imzalanan ateşkes anlaşması uzun süre yürürlükte kalırken sorunun çözümüne her hangi bir olumlu katkı sağlamamıştır.
   AGİT Minsk Grubu'nun 1992'den bu yana gerçekleştirdiği faaliyetler, sorunun barışçıl yoldan çözümü açısından hiçbir sonuç vermemiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi nin soruna ilişkin dört kararı (822, 853, 874, 884 sayılı kararlar) kâğıt üzerinde uygulanmamıştır. Uluslararası hukukun ilke ve normları  Azerbaycan'ın haklı olduğunu ortaya koysa da uluslararası kuruluşlar çözüme yönelik somut adım atmak iradesi sergilememiştir. Ermenistan yöneticileri her ne kadar işgal meselesini Karabağ'daki Ermeni toplumunun kendi kaderini belirleme hakkı olarak sunmaya çalışsalar da resmi konuşmalarında Karabağ'ın Azerbaycan sınırları içinde kalmasının mümkün olamayacağının altını çizmektedirler. 

Böylece, 1994 yılında ilan edilen ateşkes rejimi mevcut sorunun çözümüne değil, çatışmanın dondurulmasına hizmet etmiştir. Ermenistan'ın ve onu destekleyen güçlerin amacı Karabağ'ın işgal durumunu kalıcı hale getirmek, kuşaklara yaymak ve böylece unutturulmasını sağlamaktı.
   Ateşkes döneminde Azerbaycan ve Ermenistan arasında zaman zaman küçük çaplı çatışmalar ortaya çıkmış, fakat sürecin gelişim seyrini değişebilecek her hangi sonuç doğurmamıştır. Bu süreçte ilk şiddetli savaş 1 Nisan 2016'da başlayıp 4 gün devam "Aprel Dövüşlerindir. Bu savaş, Rusya'nın devreye girmesi ve taraflar arasında ateşkes sağlanmasıyla sona erdirilmiştir. Savaşta Azerbaycan ordusu son derece iyi performans sergilemiş, işgal altındaki bazı önemli mevzileri kurtarabilmişti.

İkinci önemli çatışma ise Temmuz 2020'de Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sınırda, Tovuz rayonunda yaşanmıştır. 
Tovuz çatışması Ermenistan tarafından devreye sokulan bir provokasyon olup, Azerbaycan'ı Ermenistan topraklarına saldırmaya tahrik etmekti.
Maksadına erişemeyen Ermenistan, yeni bir savaş hazırlığı içine girmiştir. 
Bu konuda istihbarat alan Azerbaycan tarafı acil şekilde karşı hazırlıklara başlamıştır. Her şeye rağmen Azerbaycan yine de ilk saldıran taraf olmamış, Ermenistan'ın saldırısı üzerine harekete geçerek Büyük Taarruz'u başlatmıştır. Hâlihazırda çatışmalar on günden fazla bir süredir devam etmektedir. 27 Eylül 2020 tarihinde başlayan çatışmalarda Azerbaycan ordusu, şu ana kadar 44 yerleşim birimini, bir şehir, 2 büyük kasaba ve birçok strateji yükseklikleri Ermeni
güçlerinden temizlemiştir. Kısa sürede hızlı ilerleyişi sırasında strateji ve taktik hazırlık, manevra kabiliyeti ve vurucu gücü bakımından Azerbaycan ordusunun Ermenistan ordusuyla kıyaslanmayacak derece yüksek seviyede olduğu ortaya çıktı. Azerbaycan ordusunun devam etmekte olan harekâtı yakın gelecekte savaş tarihi, güvenlik ve savunma stratejileri kitaplarında mutlaka seçkin örneklerden biri olarak yerini alacaktır.

Azerbaycan ordusunun harekâtta rehber edindiği ilkeler başarılı sonuçlarını vermektedir. 

Bu ilkeleri 

1) İsabetli nokta atışı 
2) Asla sivil hedefleri vurmama 
3) Mümkün olduğu kadar az zayiatla hareket etme şeklinde sıralayabiliriz, ayrıca hava hâkimiyeti de düşmana göz açtırmamaktadır. 

Buna karşılık Ermenistan tarafının neredeyse uçak kaldıramaması, ağır top, tank ve zırhlı araçlarını, taşımaya fırsat bulmadan bırakıp  kaçması Ermeni ordusunun acziyetini gözler önüne sermektedir. Azerbaycan SİHA'ları Ermenistan ordusunun gerek teknik mühimmat gerekse beşeri gücünü etkisiz hale getirerek ağır zayiatlar yaşatmaktadırlar. Cephedeki yenilgilerini Azerbaycan'ın sivil yerleşim birimlerine roket ve füzelerle saldırarak "telafi etmek" isteyen Ermenistan ordusu sivilleri öldürmek, Azerbaycan'ı misilleme yapmaya mecbur etmek, savaşı kısmen Ermenistan sınırları içine çekerek durumu fırsata dönüştürmek ve böylece Rusya veya Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü güçlerinin harekete geçmesini sağlamaktır. 
Fakat Azerbaycan ordusu başından beri belirlediği ilkeler doğrultusunda,
sağduyulu ve istikrarlı bir şekilde hareket etmektedir.
Çatışmaların on birinci gününde Rusya'nın ısrarlı talebi üzerine taraflar insani ateşkes imzaladılar. Ateşkesin amacı cenaze ve esir mübadelesi idi. Fakat Ermenistan ordusu eskiden süregelen geleneksel tavrını koruyarak bu kez de ateşkesi ihlal eden ilk taraf oldu.
Ateşkesin imzalanması Azerbaycan toplumunda haklı endişelere yol açmıştır. Şöyle ki, bu ateşkesin, Rusya'nın telkin ve baskılarıyla imzalandığı, savaşın durdurulacağı ve böylece çözümünün belirsiz bir tarihe kadar erteleneceği ihtimalinden bahsedilmektedir. Azerbaycan ordusu başarılı bir şekilde yürüttüğü harekâtı kesintisiz devam ettirmektedir.
Bu savaş sırasında uzmanların üzerinde en fazla kafa yordukları sorulardan biri de şudur: Neden Rusya bu savaşa müdahil olmuyor? 
Bu soruya değişik cevaplar verilmektedir. Bu cevapları bir arada ele alarak aşağıdaki tespitlerde bulunabiliriz.

1. Ermenistan Cumhurbaşkanı Paşinyan "Batı yanlısı" tutum sergileyerek Rusya'ya karşı tavır almıştır. Bu yüzden Putin rejiminin Paşinyan'ı cezalandırmak, hatta iktidardan uzaklaştırmak gibi bir planı bulunuyor.
2. Karabağ Azerbaycan sınırları içindedir ve Rusya'nın askeri anlamda harekete geçmesi ve Ermenistan'ı açıktan desteklemesi bölgeye yönelik planlarını olumsuz etkileyecektir.
3. Stratejik önemi itibariyle Azerbaycan Rusya açısından diğer ülkelerle kıyaslanmayacak kadar üstün niteliklere sahiptir. Rusya böyle bir partneri temelli kaybetmeyi göze almayacaktır.
Bundan sonraki dönemde Azerbaycan ordusunun öncelikli görevi harekâtı mümkün olduğu kadar hızlandırmak ve çok daha fazla alanı düşmandan temizlemektir. Zaten gelinen noktada düşman istihkâmlarında ciddi kırılmalar söz konusudur. Düşmanın önemli ikmal yolları kesilmiş, ellerindeki hâkim mevziler kaybedilmiş, yaşanan yenilgiler karşısında Ermeni toplumu ve ordusu demoralize olmuş durumdadır. Görünen şu ki Rusya en azından belli bir süre bu tavrını korumaya devam edecektir.
Bizce, cephedeki başarıların yanı sıra savaşın diplomasi ve propaganda ayağı asla ihmal edilmemeli, Ermenilerin dünya kamuoyunu yanıltmaya yönelik yalanlar ifşa edilmelidir. 
Azerbaycan ordusu kazanımlarını artırarak kuvvetlendirdikçe Ermenistan'ın başından beri seslendirdiği "Karabağ'ın statüsü" meselesi de gündemden düşecektir.
Ermenistan'ın Karabağ'ı bağımsız bir devlet olma dışında herhangi bir statüde görmek istememesi, malumun ilamıdır. Bu yüzden özerklik veya kültürel özerklik gibi statü düzeylerinin gündeme getirilmesi ve konuşulmasına gerek kalmamakta dır. Rusya'nın arabuluculuğu ile yapılan ateşkes anlaşmalarının uygulanmaması Putin yönetiminin imaj kaybı olarak değerlendirilmektedir. İlerleyen süreçte Rusya bu imajı onarma, Kafkasya'daki varlığını hissettirme, bunu yaparken Ermenistan'ı kontrolden çıkarmama, aynı zamanda Azerbaycan'ı kaybetmeme çabasında bulunacaktır: bu yüzden ateşkes veya barış anlaşması konusunda ısrarcı davranacağı ve bunu sağlayacağı kuvvetle muhtemeldir. Elinde fazla kazanımları bulunan ve sahadaki üstünlüğünü devam ettiren bir Azerbaycan'ın masada şartlarını dikte etme gücü daha fazladır. Yapılması gereken diğer husus da Azerbaycan'ın bu süreçte Türkiye'yi yanına almak ve süreçleri danışarak ilerletmektir.

    Hâlihazırda devam eden Azerbaycan-Ermenistan savaşının hangi yönde gelişeceğini kestirmek pek kolay değildir, fakat mevcut durumun uzun zaman diline yayılmayacağını söyleyebiliriz. Azerbaycan ordusunun sahada kazandığı başarıların kalıcı olması için diplomatik cephede de yoğun çaba sarf edilmelidir. Minsk Grubunun Ermeni yanlı turumu, sorunun çözümüne ilişkin iyimser olmaya esas vermemektedir.
Muhtemelen, savaşın başında seslendirildiği gibi Minsk Grubu, formalite icabı varlığını sürecek ve barış süreciyle ilgili yan formatların geliştirilmesine çalışılacaktır. Türkiye'nin bu süreçte aktif tutum sergilemesi ve bu formatlarda yer alması gerek Azerbaycan'ın çıkarlarının korunması gerekse Türkiye'nin Kafkasya'daki varlığını ilerletmesi açısından son derece önemlidir. 
Bugün Azerbaycan'ın stratejik ve taktik hedefi, her bir halde Türkiye'nin gelişen süreçlere eşbaşkan olarak dahil edilmesini sağlamaktır.

Sonuç ve Değerlendirmeler.5

Azerbaycan-Ermenistan savaşının 26 sene devam eden ateşkes sürecinin en etkili kırılma noktası Tovuz muharebesi olmuştur. 
Bu kırılma noktası 27 Eylül'de yaşanan saldırının ardından gelişen olaylara kuvvetli bir ivme kazandırmıştır. Bu seferki savaş öncekilerden çok daha farklıdır: küresel salgının yaşandığı bir dönemde ülkelerin ciddi ekonomik ve sağlık sorunlarıyla baş başa kalması, Orta Doğu'da ve Akdeniz'de sıcak gelişmelerin yaşanması, yabancı güçlerin Türkiye'yi âdeta sorunlu alanlarla kuşatmak istemesi, Kafkasya'nın, bu kuşatmanın bir parçası haline getirilmeye çalışılması Ermenistan-Azerbaycan savaşına yeni pencereden bakma zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Türkiye, dost ve kardeş Azerbaycan'ın yanında yer alarak, çok daha kuvvetli birliktelik nümayiş ettirirken, sadece Ermenistan'a değil, Türkiye'nin bölge politikalarını engellemeye çalışan devletlere da karşı kararlı bir duruş sergilemektedir.

Her bir halde Ermenistan ve destekçileri yeni şartların dikte ettiği bazı gerçekleri kabul etmek zorunda kalacaklar. Hâlihazırda Azerbaycan ordusunun başarılı taarruzu karşısında Ermenistan tarafı adeta şaşkına dönmüş, önceki dönemlerde kendisine sağlanan desteği alamayınca ciddi bunalıma girmiştir. Rusya'nın, ayrıca KGAÖ'nün savaşa müdahil olması gerektiğine ilişkin Ermeni tarafın nabız yoklaması böyle bir şeyin imkânsız olduğunu gözler önüne sermektedir. Rusya, bu konudaki tavrını açık ve net bir şekilde ortaya koyarak savaşın Ermenistan
topraklarında değil Azerbaycan sınırları içinde devam ettiğini gerekçe göstermekte dir. Konuya ilişkin yaklaşımında, Rus medyasının Ermenistan'a verdiği destek önceki dönemlerde gözlemlediğimizden farklı bir mecrada gelişmektedir: medya Putin'in açıklamalarına paralel şekilde değişik tutum sergilemektedir.
Bundan sonraki süreçte Azerbaycan'ın izlemesi gereken yol hız kesmeden ve Ermenistan ordusuna toparlanma fırsatı vermeden, ülke topraklarını düşmandan temizlemektir.

Savaşın bundan sonraki seyrinin nasıl gelişeceğine bakılmaksızın, hâli hazırda Azerbaycan açısından önemli sonuçlar doğurduğunu görebilmekteyiz.

• Ermenistan'ın Azerbaycan'a karşı yürüttüğü psikolojik harp stratejisi iflasa uğramıştır.
• Rusya'nın Ermenistan'a koşulsuz ve kesintisiz destek vereceğine ilişkin tahmin ve söylemler geçersiz hale gelmiştir.
• Ermenistan'ın Azerbaycan'a karşı herhangi bir savaşta galip gelme şansının olmadığı kesin bir şekilde doğrulanmıştır.
• Azerbaycan devleti ve toplumu "hep baskı altında kalan, yalnızlığa itilmiş devlet ve toplum" imajından kurtulmuştur.
• Halkın moral ve motivasyonu yükselmiş, kendi gücüne olan inancı
   tazelenmiştir.
• Azerbaycan ordusu gerek silah, mühimmat ve teknolojik donanım gerekse savaş kabiliyeti bakımından Kafkasların en güçlü ordusu
   olduğunu yine bu savaşta doğrulamıştır.
• Türkiye ve Azerbaycan arasında gerek toplum gerekse devlet arasındaki bağlar son derece kuvvetli hale gelmiş, bu olaylar "bir
   millet iki devlet" şiarının daha sağlam temeller üzerine oturmasına yol açmıştır.

Kaynakça

Ali Asker. İşgalin Kırılma Noktası veya Yalancı Ateşkesin Sonu: Eylül 2020
Azerbaycan-Ermenistan Savaşını Geniş Tablodan Okumak,
https://www.sde.org.tr/degerlendirme/isgalin-kirilma-noktasi-veyavalanci-
ateskesin-sonu-evlul-2020-azerbavcan-ermenistan-savasini-genistablodan-
okumak-analizi-18517 [Erişim tarihi: 16.10.2020]
Anar İsgsndsrov, "Ermsni-daşnak birlsşmslsrinin türk-müsslman shalisins qarşı
soyqırımları", Azsrbaycan müsllimi, 30 Mart 2012 - N°12.
Azsrbaycan Respublikasının Dağlıq Qarabağ Muxtar Vilaystini lsğv etmsk haqqında
Azsrbaycan Respublikasının qanunu. Azsrbaycan Respublikası Ali
Sovetinin malumatı. 31.12.1991. Bakı, 1991, No: 24 (853).
AKH$ Hara, "O Heo6xognMocra BoeHHoro nyra", Kapa6ax enepa,
ce^o^HH u 3aempa, ^acrb 1, BaKy 2009; Kitabın elektronik
versiyonu: http ://karabakh-doc.azerall. info/ru/articls/artcl 15 -5.php
HnKojıaft EaBpoB, HoBaa yrpo3a pyccKOMy geny B 3aKaBKa3te: npegcToa^aa
pacnpoga®:a MyraHH HHopogyaM, CaHKT-neTep6ypr, 1911, s. 63-64.

DİPNOTLAR;

1 HnKo^an OaBpoB, HoBaa yrpo3a pyccKOMy ge^y B 3aKaBKa3be: npegcToa^aa pacnpoga^a MyraHU HHopog^M, CaHKT-neTepöypr, 1911, s. 63-64.
2 Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Arşivi, f.100, liste 2, dosye 791, varak. 791; Anar İsgsndsrov, "Ermsni-daşnak birlsşmslsrinin türk-müsalman 
   shalisins qarşı soyqmmları", Azarbaycan muallimi, 30 Mart 2012 - N°12.
3 Azsrbaycan Respublikasının Dağlıq Qarabağ Muxtar Vilaystini lsğv etmsk haqqında Azsrbaycan Respublikasının qanunu. Azsrbaycan Respublikası Ali Sovetinin mslumatı.
   31.12.1991. Bakı, 1991, No: 24 (853), s.16-17.
4 Sayısal veriler Azerbaycan'ın resmî devlet kurumlarının belgelerinden derlenmiştir
5 Bu bölümdeki tespitler Azerbaycan'ın başlattığı Büyük Taarruz'la ilgili Stratejik Düşünce Enstitüsünde yapılan toplantı ve analiz yazısından iktibas edilmiştir. 
   Bkz: Ali Asker. İşgalin Kırılma Noktası veya Yalancı Ateşkesin Sonu: Eylül 2020 Azerbaycan-Ermenistan Savaşını Geniş Tablodan Okumak, 

https://www.sde.org.tr/degerlendirme/isgalin-kirilma-noktasi-veyayalanci-ateskesin-sonu-eylul-2020-azerbaycan-ermenistan-savasini-genis-tablodan-okumakanalizi- 18517 [Erişim tarihi: 16.10.2020]

***


RUSYANIN KAFKASYA POLİTİKASINDA KARABAĞ FAKTÖRÜ., BÖLÜM 1

 RUSYANIN  KAFKASYA  POLİTİKASINDA  KARABAĞ  FAKTÖRÜ., BÖLÜM 1





Uluslararası, Sovyet Sonrası, Türkiye-Rusya, İlişkileri Sempozyumu, İzmir, Doç. Dr. Vefa KURBAN, Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ, Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN,
 Azerbaycan, Karabağ, Ermenistan,Kafkasya,

I. ULUSLARARASI SOVYET SONRASI TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI

15-16 Ekim 2020 
Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü İzmir - Türkiye

EDİTÖRLER
Doç. Dr. Vefa KURBAN
Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ
Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
I. Uluslararası Sovyet Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri Sempozyumu


Bu kitapta yayımlanmış bildiriler ile ilgili hak ve sorumluluk bildiri sahiplerine aittir.
ONUR KURULU
Prof. Dr. Necdet BUDAK
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
DÜZENLEME KURULU
Prof. Dr. Nadim MACİT (Başkan)
Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV (Eş Başkan)
Prof. Dr. Mustafa MUTLUER (Eş Başkan)
Doç. Dr. Vefa KURBAN (Eş Başkan)
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Nafiz ÜNALMIŞ
Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ
Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
BİLİM KURULU
Prof. Dr. A. Özlem ÖNDER (Türkiye)
Prof. Dr. Abdullah TEMİZKAN (Türkiye)
Prof. Dr. Aleksandr DRUZHININ (Rusya)
Prof. Dr. Aleksandr KOLESNİKOV (Rusya)
Prof. Dr. Asem NAUŞABAYEVA-HEKİMOĞLU (Kazakistan)
Prof. Dr. Çengiz İSMAİLOV (Azerbaycan)
Prof. Dr. Enver ŞEYHOV (Azerbaycan)
Prof. Dr. Gülzade SHAKULIKOVA (Kazakistan)
Prof. Dr. İrina BUSYGINA (Rusya)
Prof. Dr. İrina TURGEL (Rusya)
Prof. Dr. Leonid VARDOMSKİY (Rusya)
Prof. Dr. Mesut Hakkı ÇASİN (Türkiye)
Prof. Dr. Mirjana GAJIC (Bosna-Hersek)
Prof. Dr. Musa QASIMLI (Azerbaycan)
Prof. Dr. Mustafa MUTLUER (Türkiye)
Prof. Dr. Nadim MACİT (Türkiye)
Prof. Dr. Obren GNJATO (Bosna-Hersek)
Prof. Dr. Osman KARATAY (Türkiye)
Prof. Dr. Rajko GNJATO (Bosna-Hersek)
Prof. Dr. Sait YILMAZ (Türkiye)
Prof. Dr. Türkan OLCAY (Türkiye)
Prof. Dr. Vladimir GONDA (Slovakya)
Prof. Dr. Vladimir KOLOSOV (Rusya)
Prof. Dr. Vedat ÇALIŞKAN (Türkiye)
Doç. Dr. Altuğ GÜNAL (Türkiye)
Doç. Dr. İbrahim ŞAHİN (Türkiye)
Doç. Dr. Muvaffak DURANLI (Türkiye)
Doç. Dr. Nedim YALANSIZ (Türkiye)
Doç. Dr. Svetlana SHABALINA (Rusya)
Doç. Dr. Vefa KURBAN (Türkiye)
Dr. Öğr. Üyesi Maria STOYANOVA (Türkiye)
Dr. Öğr. Üyesi Marina LOMONOSOVA (Rusya)
Dr. Öğr. Üyesi Hanife KESKİN (Türkiye)
SEKRETARYA
Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ
Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
İÇİNDEKİLER
Doç. Dr. Vefa KURBAN, Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ, Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
Editörden 1-2
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
Açılış Konuşması 3-5
Mv. Ahmet Berat ÇONKAR
Açılış Konuşması
E. Büyükelçi Ender ARAT
Açılış Konuşması 11-14
Prof. Dr. Nadim MACİT
Açılış Konuşması
Prof. Dr. Mustafa MUTLUER
Açılış Konuşması 19-21
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Nafiz ÜNALMIŞ
Post-SovietRussia's Approach to the Problems in Georgia
Prof. Dr. Çingiz İSMAİLOV
TypuuA u PoccuA e reononumunecKou Peöyce KaeKasa 39-48
Doç. Dr. Ali ASKER, Afgan BAKHSHALİYEV
Dr. Namık AHMADOV
Azerbaycan Basınında Türk-Rus İlişkileri
Prof. Dr. Alexander DRUZHININ, Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV, Prof. Dr. Mustafa MUTLUER
BsauMoâeücmeue Poccuu u Typ^uu e MeHAW^eücn Eepasuu: meHÖe^uu, eo3Mo^Hocmu, öapbepu, npuopumembi
Prof. Dr. Kyamil SALIMOV
KBonpocy o noeumeHuu }.porutA CompyÖHunecmea T'ypu.uu u Poccuu
Dr. Öğr. Üyesi Argun BAŞKAN
Foreign Policy Orientations of the Russian Federation And Implications for Turkey
Dr. Oğuzhan ERGÜN, Doç. Dr. Vefa KURBAN
Türkiye ve Rusya İlişkilerinde Paradoksal Sürtünmeler 111-127
Prof. Dr. Türkan OLCAY
Geçmişten Günümüze Türkiye 'de Rus Dili ve Edebiyatı Öğretimi
Dr. Öğr. Üyesi Maria STOYANOVA
npenoâaeaHue PyccKo/'o MşbiKa e U,eHmpax^onoAHumeAhHo/'o OöpasoeaHuA l'ypnuu 143-147
Doç. Dr. Muvaffak DURANLI
Sovyet Sonrası Başkent Moskova'da Türkçe Öğreten Akademik Kurumlar ve Son Yirmi Yıldaki Çalışmaları
Prof. Dr. Giray Saynur DERMAN

I. Uluslararası Sovyet Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri Sempozyumu Afişi 
I. Uluslararası Sovyet Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri Sempozyumu Programı 
RUSYA'NIN KAFKASYA POLİTİKASINDA KARABAĞ FAKTÖRÜ




Ali ASKER*
Afgan BAKHSHALIYEV*
* Doç. Dr. Karabük Üniversitesi, İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi,
   aliasker2068@gmail.com
** Karabük Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Uluslararası Politik Ekonomi Anabilim Dalı yüksek lisans öğrencisi, 
   afgan.bakshaly@gmail.com


Özet

Karabağ'ın Rusya'ya ilhak edilmesinden sonraki süreçte bu bölgenin demografik yapısı tahrip edilmiş, Ermeni nüfusu yoğun bir şekilde bölgeye göç ettirilmiştir. Tarihi belgeler gerek imparatorluk döneminde gerekse Sovyetler döneminde bu
bölgede bulunan Ermeni nüfus Rusya'nın sömürgecilik emellerine alet edilmiştir. Ermenilerin silahlandırılması, Türklerle karşı çatışmalara tahrik edilmesi, bu çatışmalarda Ermenileri savunması, diplomatik ve askeri destek sağlanması
göç ettirilmesini göstermektedir. Sovyetler Birliğinin sonlarına doğru ve Azerbaycan'ın bağımsızlığına kavuşmasından sonraki süreçte de bölgeye yönelik politikalar aynı mantık ve zihniyetle devam ettirilmiştir. 1918-1920 Birinci Azerbaycan Cumhuriyeti döneminde de bu bölgede yaşayan Ermeni nüfusu, aynı zamanda Ermenistan Cumhuriyeti Bolşevik Rusyası'nın yayılmacılık politikasına hizmet etmiştir. Sovyet döneminde 1990'larda başlayan çatışmalar sürecinde de Rusya'nın bölgeye yönelik politikasında da aynı çizgi devam ettirilmiştir. 

Bu süreçte Rusya Ermenistan'a ciddi silah desteği sağlarken, diplomatik yolla da sorunun nihai çözümü değil, dondurulması yönünde çaba sarf etmiştir. Günümüzde uluslararası ilişkiler ve bölgesel politikalar bağlamında devam eden gelişmeler statükoyu değiştirme fırsatı sunmaktadır. Keza 27 Eylülde başlamış ve hala devam etmekte olan Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında Rusya'nın görece tarafsızlığı bu fırsatı daha da kuvvetlendirmektedir. Burada dikkat çekmemiz geren bir önemli konu da Türkiye'nin bölge politikalarında kararlı bir tutum sergilediği, Azerbaycan'a diplomatik anlamda güçlü destek sağladığı, gerekirse bu desteğin askeri boyutunu da devreye sokacağı gerçeğidir. Tüm bunlar çeyrek asırdır devam eden statükonun değişeceği, işgali sona erdirileceği ve sorunun nihai çözümüne doğru önemli mesafe kat edileceği umutlarını doğurmaktadır.

Giriş

Rusya'nın Kafkasya politikasında yer alan önemli meselelerinden biri Dağlık Karabağ sorunudur. Günlük kullanımda ve siyasi literatürde bu şekilde adlandırılsa da aslında bu sorun sadece Karabağ'la ilgili mesele olmayıp, Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarının işgali ve iki yüz senden fazla bir müddettir devam eden Kafkasya'daki Ermeni yayılmacılığıyla ilgilidir. 19. yüzyıldan beri Rus Devleti'nin jeostratejik çıkarlarıyla doğrudan ilgili bu sorunun mimarı aslında Rusya'dır. Rusya İmparatorluğu Kafkasya'ya doğru genişlerken ileri karakol görevi icra edecek bir Ermeni teşekkülünün oluşumuna çalışmış ve bu planını bölgenin demografik yapısını tahrip ederek ve Türk topraklarını "Ermenileştirerek" gerçekleştirmiştir.

   20. yüzyılın başlarında Ermenistan'a ilhak edilmeye çalışılan Karabağ bölgesi uzun süren çekişmeler sonucunda Azerbaycan'ın sınırları içinde kalmaya devam etmiştir. Hedeflerine ulaşamayan Ermeniler ve Moskova'nın Bolşevik yönetimi, Karabağ'a, Azerbaycan sınırları içinde özerk bir bölge statüsü verdirmeyi başarmışlar dır.

Yaklaşık yetmiş sene devam eden Sovyetler dönemi boyunca bu sorun zaman zaman, açık veya dolaylı yollardan Moskova nezdinde gündeme getirilmeye çalışılmışsa da Ermeniler hedeflerine ulaşamamışlardı.

Sovyetler Birliği yıkılmaya doğru giderken burası etnik-ulusal düzlemdeki uyuşmazlıklar gerekçe gösterilerek Ermenistan'a ilhak edilmeye çalışılmıştır. 

Bu bağlamda yaşanan çekişmeler ilerleyen dönemlerde sıcak çatışmaya dönüşmüş, Ermenistan ordusu, SSCB döneminden kalan birliklerin de desteğini alarak, Dağlık Karabağ ve çevre bölgelerdeki şehir, kasaba ve ilçelerini işgal etmiştir. İşgal edilen bölgelerin toplam yüz ölçümü Karabağ'ın yüz ölçümünden çok daha büyük olup Azerbaycan topraklarının beşte birine tekabül ediyordu.

Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Karabağ sorununun çözüm sürecinde Rusya faktörü her zaman önemli olmuştur. Nitekim Rusya'nın tarafsız kalacağı bir savaşta, gerek asker sayısı, mühimmat ve teknolojik açısından gerekse stratejik ve teknik manevra kabiliyeti yönüyle Ermenistan ordusundan kıyaslanmayacak derecede üstün olan Azerbaycan ordusunun galip geleceği kaçınılmazdır. 

Maalesef bugüne kadar böyle bir savaşa müsaade edilmediği, Rusya tarafından Ermenistan'a kesintisiz destek sağlandığı için Azerbaycan ordusu savaşarak topraklarını geri almak imkânından yoksun bırakılmıştır.

Hâli hazırda devam eden savaşta Rusya tarafsız kalmaya devam ederse Azerbaycan ordusu Karabağ'ı ve çevresini Ermeni işgal güçlerinden tamamen   temizleyecektir. Fakat Azerbaycan kamuoyu, bu tarafsızlığın sonuna kadar devam edip edemeyeceği, Rusya'nın uygun bir fırsat yakalayarak devreye girip giremeyeceği konusundaki endişelerinde haklıdır. Her bir halde savaşın bu şekilde, yani Azerbaycan'ın üstünlüğü ile devam etmesi muhtemel bir müzakere masasında Bakü'nün elini güçlendirecektir.

1. Rusya'nın Ermenistan'ı Himaye Politikasının Ana Hatları

Kafkasya genel olarak güney ve kuzey diye iki bölgeye ayrılmaktadır. Bu ayrım Çarlık Rusyası ve Sovyet döneminde sadece coğrafi olarak değil aynı zamanda jeostratejik anlamda kullanılmıştır.
Transkafkasya olarak da bilinen Güney Kafkasya'da günümüzde üç bağımsız cumhuriyet - Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan yer almaktadır. Kafkasya'yı güney ve kuzey olarak ayrıştırma Rusya açısından büyük önem arz etmektedir. Keza Güney Kafkasya bağımsız cumhuriyetlerden oluşurken Kuzey Kafkasya bölgesi Rusya'nın bir parçası, aynı zamanda idari birimidir.

Rusya'da Çarlık idaresi yıkıldıktan sonra Güney Kafkasya'daki Azerbaycan Türkleri, Gürcüler ve Ermeniler uluslaşma sürecinde belli başlı ilerleme kaydederek bağımsız devletlerini kurmuşlardır. Bolşevik Rusya'nın askeri müdahalesi neticesinde kısa süre devam eden bu bağımsızlıkların ardından her üç cumhuriyet Moskova'nın egemenliği altına girmiştir. Şunu da belirtelim ki bu süreci en fazla kayıplarla yaşayan ulus yine de Azerbaycan Türkleridir: bu süreçte önemli yüzölçümüne sahip Zengezur bölgesi Ermenistan'a terk edilmiş, Nahçıvan bölgesi Azerbaycan anakarasından koparılmış, bir bütün olarak bilinen ve nüfusunun mutlak çoğunluğu Türklerden oluşan Karabağ'da, Ermenilerin yoğun yaşadıkları dağlık bölgesinde yapay bir özerklik kurulmuştur. Bu özerklik ilerde meydana gelecek çatışmalara zemin hazırlamıştır.

   Güney Kafkasya'daki Ermeni nüfusu Rusya'nın bölgeyi işgal etmesinin ardından geliştirdiği demografik politikalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Nikolay Şavrov'un yazdığına göre, sadece 1828-1830 yıllarında Güney Kafkasya'ya İran'dan 40.000 ve Osmanlı'dan 84.000 Ermeni göç ettirilmiştir. Kalabalık kafileler şeklinde bölgeye göç ettirilen Ermeniler Karabağ, Revan, Borçalı ve Ahıska bölgelerindeki
verimli topraklara yerleştirilmişlerdir. 1900'lü yılların başında Güney Kafkasya'daki 1.300.000 Ermeni nüfusun ancak 300.000'i bu bölgenin yerlisiydi, geri kalan 1 milyon Ermeni ise Rus yönetimi tarafından göç ettirilmiştir.1 

 Ermenilerin iskân ettikleri bölgelerin yerli halkı ise Azerbaycan'ın diğer bölgelerine ve Osmanlı'ya göç etmek zorunda kalmıştır.

   Bu bölgelere yerleştirilen Ermeni nüfus demografik yapıyı esaslı şekilde tahrip etmiş, dönemlerde Müslümanlara/Türklere karşı uygulanacak  baskı, sindirme ve şiddetin bir aracı haline gelmiştir. İşte 1905-1906, 1918 ve 1980'lerin sonu ve 1900'ların başında Azerbaycan Türklerine karşı uygulanan eylemlerinin zemini demografik yapının değişmesiyle atılmıştır. 

Bu eylemler, kırımların her aşamasında Müslümanlara/Türklere karşı vahşet, korkutma ve insanlık dışı işkence yöntemleri uygulanarak yapılmıştır. Dönemin yazılı kaynakları, basın ve arşiv belgelerinde bu konuda yeteri kadar bilgi yer almaktadır. Tarihî belgeler, toplu kıyımlara her kesimden Ermenilerin iştirakini ortaya koymaktadır. Mart 1918 olaylarının araştırılması amacıyla Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde oluşturulmuş Olağanüstü Komisyon raporlarına göre Müslümanlara karşı uygulanan kırımlara Ermenilerin her kesiminden insanlar katılmıştı: petrolcü işadamları, mühendisler, hekimler, kısacası Ermeni ahalinin tüm zümreleri bu 'yurttaşlık görevini' ifa etmekteydi.2

Bolşeviklerle birlikte hareket eden Taşnak örgütlerinin planı Türkleri tamamen tasfiye etmekti. Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin kurulması bu planının uygulanmasını engelledi.

***

12 Mayıs 2020 Salı

AZERBAYCAN’IN DENGE SİYASETİ

AZERBAYCAN ’IN DENGE SİYASETİ 




Sinem Karadağ 



Referans için: 
Karadağ, Sinem. “Azerbaycan’ın Denge Siyaseti”, 
İNSAMER, 

17.06.2019. 
Analiz 

Sovyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasıyla 1990’lı yıllarda Avrasya coğrafyasında 
güç boşluğu ortaya çıkmış ve bölgenin kaynaklarından faydalanmak isteyen Batı, söz konusu güç boşluğunu doldurmak için bağımsızlığını kazanan bu yeni devletlere yönelik politikalar geliştirmeye başlamıştır. 

Azerbaycan’ın onu eşsiz kılan coğrafi konumu ve Güney Kafkasya’nın doğal kaynaklar bakımından en zengin ülkesi oluşu da bu dönemde ABD’nin ve Batı’nın dikkatini Azerbaycan’a yönlendirmesinde belirleyici faktör olmuştur. 

Nitekim ülkenin sahip olduğu bu özellikleri, 1991 yılına kadar bu bölgeyi doğrudan yöneten Rusya ile bölgenin kaynaklarından faydalanmak isteyen Batı dünyasını karşı karşıya getirmiştir. Azerbaycan ise stratejik çıkarları olduğu Rusya ve Batı ile ilişkilerinde büyük bir denge arayışına girişmiştir. 

Dönemin SSCB lideri M. Gorbaçov tarafından başlatılan Glastnost (açıklık) ve Perestroika (yeniden yapılanma) politikaları, reform olmaktan çıkıp SSCB’nin dağılma sürecine dönüşünce, birçok bölge ülkesiyle birlikte Azerbaycan da Ekim 1991’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Bölge ülkeleriyle ilişkilerini eskisi gibi 
sürdüremeyeceğini anlayan Rusya Federasyonu, Avrasya coğrafyasındaki güç boşluğunu ABD ve Batı’nın doldurmasından endişe ettiğinden Azerbaycan dâhil, bağımsızlığını kazanan Orta Asya ve Kafkasya ülkelerine yönelik “Yakın Çevre” (nearabroad) doktrinini geliştirmiştir. 1993 yılında ortaya konan bu anlayışa göre, eski Sovyet coğrafyası, ekonomi ve güvenlik açılarından yaşamsal çıkar alanı ilan edilerek yeni dönemde bu coğrafyanın yeni ülkeleriyle özellikli ilişkiler geliştirilmesi hedeflenmiştir.1 

Bağımsız Azerbaycan’ın ilk cumhurbaşkanı Ayaz Mutellibov döneminde Azerbaycan-Rusya ilişkileri önemli ölçüde Rusya lehine unsurlar barındırmaya devam ederken Ebulfeyz Elçibey döneminde iki ülke ilişkileri giderek zayıflamış 
ve Bakü yönetimi, Batı ile ilişkilere ağırlık veren yeni bir denge arayışına girişmiştir. 1993 - 2003 yılları arasında iktidarda olan Haydar Aliyev de benzer bir denge arayışı yürütmüş, bu çerçevede bir yandan Rusya ile ilişkileri sağlam 
tutmaya çalışırken bir yandan da Batı dünyası ile ilişkilerin geliştirilmesine önem vermiştir. 


2003 yılında iktidara gelen İlham Aliyev döneminde daha aktif bir dış politika benimseyen Azerbaycan, Rusya-ABD ilişkilerinde denge siyasetini dış politikasının merkezine koymuştur. Bu dönemde Rusya, Azerbaycan ile  süregelen diplomatik ilişkilerini geliştirirken ABD, Kafkasya bölgesinde etkinliğini 
artırmak için “demokrasini inşası” ve “serbest piyasa ekonomisine geçiş” konusunda destek olma söylemiyle Azerbaycan’la ilişkilerin geliştirilmesine önem vermiştir. 

Aynı dönemde Rusya’da iktidar değişmiş ve Azerbaycan’ın Batı’ya kaymasından 
endişelenen yeni başkan Vlademir Putin, Bakü yönetimi ile yakınlaşma siyasetine yönelmiştir. 
Bu dönemde Azerbaycan’ı Rusya için cazip kılan jeopolitik nedenler arasında şu başlıklar öne çıkmaktadır: 

1) Azerbaycan’ı etki alanında tutarak Yakın Doğu’ya ve Ortadoğu’ya Rusya’nın etkisini yayma imkânı elde etme, 

2) Azerbaycan’ı kendisine yakın tutarak stratejik hava kuvvetleri için ileri üs olarak yararlanma imkânı bulma, 

3) Azerbaycan’ın zengin doğal kaynakları konusunda yapılacak iş birliği sayesinde Rusya’nın küresel gücünü artırma, 

4) Azerbaycan’da etki alanını genişleterek Türkiye’nin ve ABD’nin Orta Asya, Kuzey Kafkasya ve Volga Nehri Havzası’na yayılmasını 
engelleme.2 

   Bunlara karşın Azerbaycan’ı ABD için önemli kılan etkenlerin bir bölümü de tıpkı Rusya’nın gerekçelerine benzemektedir: 

1) Bölge coğrafyasında Rusya’ya karşı stratejik bir konum elde etme konusunda Azerbaycan’la iş birliği yapma, 

2) Azerbaycan’da yoğunlaşmış enerji kaynakları konusunda avantaj elde etme, 

3) Avrasya’daki güç mücadelesinde Rusya’ya karşı Azerbaycan’ı yanına alma ve Orta Asya’ya açılımda sıçrama tahtası olarak kullanma, 

4) İran’a karşı kuzeyden kuşatma siyaseti. 3 ABD ve Rusya’nın bu gerekçelerinin yanı sıra Azerbaycan açısından da hem tarihî bağları olduğu Rusya ile hem de ABD ve Batı ile olan ilişkilerini dengede tutma isteğinin belli sebepleri vardır. 

Bunlar arasında en öncelikli sebeplerden biri Ermenistan ile bir türlü çözülemeyen Dağlık Karabağ sorunudur. Bu sorun, Azerbaycan’ın gerek Rusya gerekse ABD-Batı kurumlarıyla ve ayrıca Türkiye ve İran ile ilişkilerini geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Rusya’nın Dağlık Karabağ sorununda Ermenistan yanlısı tutumuna karşın Azerbaycan, ABD ve Batı ile ilişkilerini geliştirerek sorunun çözümü için destek aramaktadır. Ancak ABD’de ciddi 
bir Ermeni lobisi olduğu hesaba katıldığında, Dağlık Karabağ sorununda ABD’nin barış için etkin olamayacağı kesindir. 


Azerbaycan açısından en güncel konulardan bir diğeri de kuşkusuz, sahip olduğu enerji kaynaklarının uluslararası pazarlarda satışı ve bu pazarlara ulaştırılması konusudur. Enerji hatlarının güvenliğini içeren bu husus, Rusya ve ABD arasındaki denge siyasetinin en hassas unsurudur. 1990’lı yılların çalkantılı siyasi koşullarında, Azeri petrolünün uluslararası pazarlara ulaştırılması konusunda onlarca proje tartışılmış ve bu mesele çeşitli spekülasyonlara 
konu olmuştur. Bakü yönetimi bu konuda Rusya ve ABD arasındaki dengeyi korumak adına bir yandan Rusya’dan geçen Bakü-Novorossiysk boru hattı ile petrol ihracatını sürdürürken bir yandan da ABD’nin desteklediği Türkiye’den 
geçen Bakü-Ceyhan hattını inşa etmiştir. 

Böylece, bölgesel gerilim faktörü durumundaki enerji kaynakları, Bakü yönetimi nin denge siyaseti sayesinde önemli bir iş birliği alanına dönüşmüştür. 

Azerbaycan’ın denge arayışında en kritik müttefiklerinden biri olarak Türkiye ön plana çıkmaktadır. 1991-1993 döneminde Türkiye, yeni bağımsız olan Türk devletlerini tanıyan ilk ülke olarak bölgede model ve lider olma çabaları  sergilemiş ve bölgedeki Rus etkisini kırmaya yönelik aktif bir politika izlemiştir.4 Buna karşın Azerbaycan açısından Türkiye ile kurulan ilişkilerin önemi, Türkiye’nin sadece ortak tarihi paylaştığı bir ülke olması ötesinde, ABD ve Batı 
ile ilişkilerin kuvvetlendirilmesinde Türkiye’nin üstlendiği aracı rolden kaynaklanmaktadır. 

Azerbaycan’ın sahip olduğu enerji kaynaklarının boru hattı projeleri ile Türkiye üzerinden Batı’ya ulaştırılması her ne kadar Rusya’yı rahatsız etse de bu projeler Azerbaycan’ın Batı dünyası ile ilişkilerinin gelişmesine katkı sağlamıştır. Nitekim hem Dağlık Karabağ politikasında önemli bir destekçisi olan Türkiye’nin bu sorunun çözümünde etkin rol üstlenmesi hem de iki ülke arasında gelişen ekonomik faaliyetler ve enerji anlaşmaları, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini her 
iki taraf için de zaruri kılmaktadır. 

Dolayısıyla Türkiye’nin hem çözülemeyen Ermenistan-Azerbaycan sorununda üstlendiği rol hem de Doğu-Batı enerji koridorundaki stratejik konumu nedeniyle Azerbaycan’ın Rusya ve ABD arasında izlediği denge siyasetinde kritik etkisi devam etmektedir. 

Azerbaycan, sahip olduğu jeopolitik konumu ve zengin enerji kaynakları sebebiyle Avrasya coğrafyasındaki etkinliğini arttırmak isteyen Rusya, ABD, Türkiye ve İran gibi ülkeler için stratejik öneme sahip bir ülkedir. Dolaysıyla 
Azerbaycan’ın bu stratejik konumunu etkili bir şekilde kullanabilmesi ve Dağlık Karabağ sorunun çözülebilmesi için hem Rusya, ABD, 

Avrupa Birliği gibi güçlerin desteğini alması hem de Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerle ilişkilerini yapıcı bir şekilde sürdürebilmesi gerekmektedir. Bu ise izlediği denge siyasetini etkin bir dış politika aracı olarak kullanmasına bağlıdır. 

Son Notlar 

1 Mehmet Seyfettin Erol, Amirbek Aidarbek, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Rusya’nın Dış Politikasında Yakın Çevre ve Orta Asya” Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi/Journal of Turkish World Studies, XIV/1 (Yaz 2014), s. 155-178; Giray Saynur Derman (Aktaran), “Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) Dönemi Rus Dış Politikası Paradigmaları”, Akademik Bakış, c. 10, S. 19,Kış 2016, s. 288. 

2 Nazim Cefarsoy, “Bağımsızlığın Onuncu Yılında Azerbaycan-Rusya İlişkileri (1991-2001)”, Avrasya Dosyası, Azerbaycan Özel, İlkbahar 2001, c. 7, S. 1, s. 287-288. 

3 Angeliki Spatharou, “Geopolitics of Caspian Oil: The Role of The Integration of The Caspian Region into World Economy in Maintaining Stability in The Caucasu”, Bülent Gökay (Ed.), The Politics Of Caspian Oil, New York: Palgrave, 2001, s. 21. 

4 Mustafa Aydın, “Kafkasya ve Orta Asya’yla İlişkiler”, Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (Cilt 2 1980-2001), İstanbul: İletişim Yayınları, 12. Baskı 2010, s. 371. 

Kaynakça 

Aydın, Mustafa. “Kafkasya ve Orta Asya’yla İlişkiler”,Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (Cilt 2 1980-2001). İstanbul: İletişim Yayınları, 12. Baskı, 2010. 

Cefarsoy, Nazim. “Bağımsızlığın Onuncu Yılında Azerbaycan-Rusya İlişkileri (1991-2001)”, Avrasya Dosyası, Azerbaycan Özel, c. 7, S. 1, İlkbahar 2001. 

Derman, Giray Saynur (Aktaran). “Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) Dönemi Rus Dış Politikası Paradigmaları”, Akademik Bakış. c. 10, S. 19, Kış 2016. 

Erol, Mehmet Seyfettin, Amirbek Aidarbek. “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Rusya’nın Dış Politikasında Yakın Çevre ve Orta Asya”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi/Journal of Turkish World Studies. XIV/1 (Yaz 2014), s. 155-178. 

Guliyev, Samir. ‘’Bağımsızlıktan Sonra Azerbaycan – ABD İlişkileri’’, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2004. 

Mammadov, Novruz. “About the main directions in the foreign polict of Azerbaijan”, Gunduz Sahabanov (Ed.), 

Azerbaijan Focus Journal of International Affairs. SAM Strateji Araştırmaları Merkezi, 2010. 

Sander, Oral. Siyasi Tarih 1919-1994, İstanbul: İmge Kitapevi, 18. Baskı. 

Spatharou, Angeliki. “Geopolitics of Caspian Oil: The Role of The Integration of The Caspian Region into World Economy in Maintaining Stability in The Caucasus”, Bülent Gökay (Ed.), The Politics Of Caspian Oil. New York: Palgrave, 2001. 

Yapıcı, Merve İrem, “1990’lar Boyunca Türkiye-Rusya İlişkileri: İstikrarsızlık İçinde İstikrar”, Uluslararası Hukuk ve Politika. c. 10, S. 40, 2014. 

Yılmaz, Zafer. “U.S. Foreign Policy towards Azerbaijan: From ‘Alliance’ to ‘Strategic Partnership’”, Alternatives Turkish Journal of International Relations. Vol. 11, No. 4, Winter 2012. 

“Amerika Azerbaycan İlişkileri”, 
https://www.amerikaninsesi.com/a/a-17-2010-03-02voa33-88922437/881602.html    (22.05.2019). 


***

25 Ocak 2016 Pazartesi

Kafkaslarda Rus - Osmanlı Mücadelesi, 1826



Kafkaslarda Rus - Osmanlı Mücadelesi, 1826




Necmettin Aygün
Academia.edu




Kafkasya da Rus Osmanlı Mücadelesi ve Kars Dolaylarında Rusların Sınır İhlâlleri, 1826 Osmanlı Mücadelesi ve Kars Dolaylarında Sınır İhlâlleri, 1826, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi (CTAD),

    Rusya’nın modernleşmeye başlayarak büyüme devrine girdiği XVIII. yüzyıl Osmanlı devletinin çözülme süreciyle aynı zaman dilimine denk geldiğinden iki devlet arasında ilerleyen süreçte meydana gelen siyasî ve askerî mücadeleler çoğunlukla Osmanlı devletinin aleyhine sonuçlanınca bilhassa sınırlardaki yerleşimler, devletlerin birbirleriyle barış sürecinde oldukları dönemlerde bile savaşları aratmayacak sıkıntılara/mücadel elere sahne olmuşlardır 


 Anahtar kelimeler: Osmanlı Devleti, Rusya, Kafkasya, Kars, Sınır.


Giriş


İstanbulun fethinden (1453) Irakta hâkimiyetin sağlanmasına kadar (1555) geçen süreçte Uzak Doğudan Yakındoğuya giren bütün ticarî yolları denetim altına alan Osmanlılar siyasî, kültürel ve iktisadî öneme sahip merkezlere doğru genişleme politikasında önemli bir aşamayı başarıyla tamamlayarak iki büyük denizin ve üç büyük kıtanın merkezinde XVI. yüzyılın en büyük devleti olma  başarısını elde ettikleri gibi İslâm dünyasının temsilcisi olma hakkını da kazanmışlardı. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren uluslar arası koşullar Osmanlı devletinin aleyhine gelişmeye  başlayınca iç siyaset de bu olumsuz gelişmelerden etkilenmiştir. Savaşlarda artık ateşli silahların kullanılmaya başlanması yanı sıra İspanyanın XVI. yüzyılın sonlarında Avrupada önemli bir güç olarak ortaya çıkması, Rusların yine bu yüzyılda kuzey ticaret yolunu denetler hâle gelerek İdil (Volga) havzasından Kafkaslara doğru ilerlemeye başlaması, İran?ın Rusya başta olmak üzere batılı devletler ile ittifaklar yaparak Osmanlının Doğu sınırlarını sürekli rahatsız etmesi Osmanlı devletinin klasik yapısını etkileyerek bir dizi problemin doğmasına neden olmuştur. 

Bu gelişmeler karşısında Osmanlı devleti varlığını devam ettirmek için müttefik bulmakta zorlanırken, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren sonucu başarıyla tamamlanamayan pek çok masraflı savaşı da  birkaç cephede yürütmek zorunda kalmıştır. Dış kaynaklı bu gelişmeler aslında hiçbir zaman merkeziyetçi olmayan ve gerçekte çok hassas yapılanmalarla  birbirine bağlanan iç dengelerin bozulmasına neden olunca iç huzursuzluklar ortaya çıkmıştır. Yenilgiyle sonuçlanan savaşların yarattığı psikolojik ortam mevcut iktidara, padişah ve diğer üst düzey yöneticilere olan güveni sarsarken idareciler arasında bölünme ve rekabeti de körüklemiştir. Halk geçim ve güvenlik kaygısıyla tarım arazilerini terk ederek büyük şehirlere, sanayi ve ticaret merkezlerine doğru gelişigüzel hareket etmeye başlamış, bu gelişmeler ise tarıma dayalı Osmanlı ekonomisinin ve devlet düzeninin yıkılmasına, ancak bozulan düzenin yerine uzun dönemde geçerlilik taşıyacak yeni bir düzenin yerleştirilememesine neden olmuştur 

Birçok alanda geri kaldığını kavrayan Osmanlı devletinin XVIII. yüzyıldan itibaren Avrupadaki gelişmeleri daha sıkı ve istekli takip ettiği görülmekle birlikte girişilen ıslahat hareketlerine Fransız devriminin (1789) milliyetçi ve özgürlükçü söylemleri olumsuz etki yapmıştır. Kendini toparlamak için ciddi tedbirlere girişen devletin III. Selim ve II. Mahmud gibi yetenekli padişahları Fransız devriminin etkisiyle isyan eden reâyâ ile uğraşmak zorunda kalınca devlet, topraklarını muhafaza edemediği gibi ıslahat ve modernleşme çabalarının sonucunu almaya da vakit bulamamıştır. Çıkar esasına dayalı sürekli değişen ittifaklar dünyası hâline gelen 
XVIII. yüzyıl ve sonrasında Osmanlı devletinin gerek siyasî ve gerekse toplumsal yapılanmasını olumsuz yönde etkileyen güçlerden biri şüphesiz Çarlık Rusyası olmuştur 

Çalışmamızda Osmanlı, Rus ve kısmen de İran?ın Kafkaslar ve Anadolunun doğusuna hâkim olma mücadeleleri ele alındıktan sonra 1826 27 yılında Rusların Kars dolaylarında Osmanlı köylerine saldırılarını ele alan bir arşiv belgesi/raporu değerlendirilmiştir . 

Yükselen Rusya ve Osmanlı Doğusunda Mücadele

Rusların Kars şehrinin ötesinde kalan coğrafyaya sahip olma mücadeleleri XIX. yüzyılda tamamlanmış olmakla birlikte Kafkaslara hâkim olma mücadelelerinin geçmişi XVI. yüzyıl başlarına kadar inmektedir. Bilindiği gibi Altınordu devletinin ( XIII-XVI. yüzyıl ) siyasî birliğinin sona ermesi Moskova devletinin tarih sahnesine çıkmasına vesile olmuştur (1480). Büyük İvan?dan (1462 -1505) Korkunç İvan?a (1533 -1584) kadar Moskova Knezliği?nin büyümesindeki ilk strateji, ticarî ve siyasî merkezlere sahip Türk -Tatarları geri iterek boyun eğdirilen Slavları daha önce ele geçirilen önemli merkezlere yerleştirmek esasına dayanmaktaydı 2 . 
Moskova Knezliği?nin çevresindeki Altın Orda sonrası kurulan hanlıklara nazaran ön plana çıkmasında otuz - kırk yıl kadar tahtta kalan uzun ömürlü knezlere sahip olması belirleyici olmuştur . 

Fetihlerle ele geçirilen bölgelerde yaşayan halkları belirli kentlere toplayarak bir ideoloji çevresinde yönlendirmesi Rus yayılmasının diğer bir önemli stratejisidir. 
Bu tarz yayılmada uçsuz bucaksız büyüklükteki ova ve nehir sisteminin sağlamış oldukları ulaşım imkânları önemlidir. Nehirler ve bu nehirler çevresinde savunma ve yayılma amaçlı olarak kurulan kale - köyler ( krepost, stanitsa ) sonraları nüfus ile beslenerek şehirlere dönüşmüştür. 1589 yılında Moskovada Patriklik kurulmasından sonra Ortodoks Kilisesi de Çarın denetimine girerek onun siyasî çıkarlarına hizmet etmeye başlamıştır. Kuzeydoğu Avrupa?daki Altın Orda kalıntılarının esnek parçalar hâlinde yaşayan ve kabile esasına dayalı; merkezî bir sistem oluşturamamış yapılanmaları Rus yayılmasını kolaylaştırmıştır. Altın Orda devletinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Kırım, Kazan ve Astrahan Hanlıklarının kendi aralarında mücadele etmeleri de Rusların güçlenmesine yardımcı olmuştur . 

1 Osmanlı devletinde gerçekleşen idarî ve sosyal gelişmelerin genel bir değerlendirmesi için bakınız Halil İnalcık, Osmanlı  İmparatorluğu Klasik Çağ , 
(Çeviren R. Sezer), İstanbul 2004, 46-57. 

2 Moskova Knezliği önemli bir güce ulaşırken Türk - Tatar hanlıklarından yeri ve zamanı geldiğinde yararlanmasını bilmiştir: XVI. yüzyılda Litvanya?ya karşı Kırım Tatarlarıyla ittifak yapmış ve XVII. yüzyılda Sibirya?nın istilası sırasında Jungar Moğollarından asker alarak yararlanmıştır. XVIII. yüzyıl başına kadar Kırım Hanlığına haraç ödeyerek dostluk gösterisinde bulunup, Baltık ve Sibirya yönündeki istilâlarında daha rahat hareket etmeyi bilmiştir bkz. Charles Tilly,  
    Avrupa’da Devrimler (1492 -1992 ), İstanbul 2005, 210 ve Halil İnalcık, “ Osmanlı - Rus İlişkileri 1492 - 1700 ”,  Türk - Rus İlişkileri 500 Yıl , Ankara 1999, 25-36. 



Kafkasyanın kuzeyinde yaşayan Çerkesler ve Kabardaylar görünüşte Kırım hanlığına, Kefe sancağına bağlıydılar. Kabile esasına dayalı Kafkas yapılanması nda Osmanlı hâkimiyetini tanıyan beyler olduğu gibi tanımayanlar da mevcuttu. Kırım hanlarının Kuzey Kafkas halkları üzerindeki vergi esasına dayalı bazı keyfî uygulamaları  bölgedeki Osmanlı varlığının pekişmesine engel olmuştur. Bu nedenle bazı Kabarday, Kalmuk ve Nogay  beyleri Kırım hanlarının keyfî uygulamaları karşısında Rus yardımını talep ederek Kafkaslarda Rus yayılmasına yardımcı olmuşlardır. Esasında Kafkasya?daki Rus ve İran etkisini kırmak için 1569 yılında  başlayan Don - Volga nehirlerinin birleştirilmesi projesinde Kırım hanlığının tutarsız tavırları Osmanlı devletinin Kırım ve Kafkaslardaki politikalarının çıkmazlarından biri olarak XIX. yüzyıla kadar devam etmiştir. Rusya?nın Orta Asya ve Kafkaslar yönünde rahatça istila hareketlerinde bulunmasında İran?ın Güney Kafkasya üzerindeki emelleri de Rusyaya kolaylık sağlamıştır. Osmanlı devletinin Hazar denizi kıyılarına ulaşmasını engelleyerek Azerbaycan ve Dağıstan hanlıklarına uzun süre hâkim olan İran, Osmanlı devletinin Kafkaslar üzerindeki manevra alanını iyice daraltarak Rusyaya hareket alanı sağlamış, bazen de Ruslarla işbirliğine giderek İslâm dünyasında bölücü ve zayıflatıcı bir öğe olarak rol oynamıştır. Osmanlı - İran savaşları, Osmanlı hazinesinin savaş harcamalarına akarak tükenmesinin en önemli etkenlerinden biri olmuştur 

5. Kafkaslar ve İran toprakları yönüne Osmanlı devletinin Fâtih Sultan Mehmed döneminde başlayan genişlemesi 1590 yılına kadar hızla devam etmiş; bu tarihten sonra ise mücadele daha önce elde edilen mahallerin İran ve Rusya?ya karşı savunulması şeklinde devam etmiştir. Osmanlı devleti ile İran arasındaki savaşlar Güney Kafkasya? ya hâkim olmanın ötesinde bir anlam taşır ve İran?ın Türkmenler üzerindeki faaliyetleri bu savaşların ana nedenlerindendir. Şiî-Sünnî ihtilâfı hâricinde ipek yolunda hâkimiyet kurma sevdası nedeniyle Yavuz Selim devrinden 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasına kadar geçen 129 yıllık Osmanlı - Safevî savaşları her iki devletin malî iflası hâricinde bölge yerleşimlerinin talan edilmesi, sosyal ve iktisadî faaliyetlerin durmasından başka taraflara gözle görülür  bir kazanç sağlamamıştır. Aksine, Orta - Doğu ve Anadolu ticaretinin darbe alarak Okyanus ticaretinin önem kazanmasında ve Astrahan?dan Orta Avrupa?ya geçen yolun önem kazanmasın da bu savaşların önemli bir etkisi söz konusudur . 

3 Türk ve İtalyan pazarlarına köle satmak, transit ticaretten vergi toplamak ve egemenlik kurdukları diğer kabilelerden yıllık haraç toplayarak yaşayan bu hanlıklar merkezi devlet oluşturamadıklarından güçlü bir kuvvet karşısında bölünmekten ve veraset savaşlarıyla birbirlerini tüketmekten uzak kalmamışlardır.
4 Kırım hanı “bölgede dokuz ay kış vardır” gibi asılsız propagandalarla Astrahan seferini ve kanal kazma projesini engellemeye çalıştığı gibi Osmanlı projelerinden Rusları haberdar etmeyi de ihmal etmemiştir bkz. M. Sadık Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, İstanbul 2005, 55 ve İnalcık, Osmanlı - Rus İlişkileri, 30. 

5 XVI. yüzyılda Osmanlı devlet adamlarının Safevilere karşı savaş yapmak için 1555 Amasya barışını bozmak istemeleri üzerine devrin sadrazamı Sokullu Mehmed Paşanın  ifadeleri, üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen güncelliğini korumaktadır; özetle: “Sultan Süleyman?ın İran seferinde çok sıkıntı çektiği, Safevilere karşı  düzenlenecek seferin çok masraflı ve yıpratıcı olacağı, elde edilen kazançların barışı bozmaya değmeyeceği, reâyânın tekâliften ve tecavüz - i askerden peymal olacağı, diyar- ı  Acem meftuh olsa dahi reâyâsının raiyyet olmağı kabul etmeyeceği…”. Sokullu?nun ifadesiyle Osmanlıya “ Raiyyet olmak ”, bu günkü anlamda bir devlete  vatandaş olarak onunla kader birliğine girmek belirli bir kültürel birikimin sonucuydu ve herkesin harcı da değildi bkz. Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 59. 

6  Hemen hemen her vadide ayrı bir kültürün yaşadığı Kafkasya, Gürcü, Laz, Adige (Çerkes), Abaza, Çeçen, İnguş, Avar, Lezgi, Lek ve Dargı gibi Kafkas halklarından; 
   Azeri, Karaçay - Malkar, Nogay ve Kumuk gibi Türk boylarından Ermeni ve Oset gibi Hint - Avrupa kavimlerinden meydana gelen; coğrafî olumsuzluklardan dolayı kuzeyi ile güneyi sadece Derbent (Demirkapı) ve Daryal geçitleriyle birbirine bağlanabilen bir coğrafyadır.


7 1578  de başlayıp yaklaşık 12 yıl süren ve 1590?da İstanbul Antlaşmasıyla sonuçlanan Osmanlı - İran savaşları Hazar denizine kadar olan coğrafyada Osmanlı hâkimiyetini sağlarken malî getirisi pek olmayan bu fetihler Osmanlı hazinesinin iflasının da başlangıcı olarak kendini daha sonraki yıllarda hissettirecektir. 
   Şah I. Abbas?ın 1590 Antlaşmasıyla Osmanlı?ya bırakılan Güney Kafkasya?yı adım adım geri alıp Sünnî halkı kılıçtan geçirmesi ise bölgedeki Osmanlı varlığının sonu olacaktır. 1639 yılında imzalanan Kasr- ı Şirin Antlaşması?yla Tebriz, Revan ve Azerbaycan havzası Safevilere terk edilmiştir. 

http://www.academia.edu/5773277/Kafkaslarda_Rus-Osmanlı_Mücadelesi_1826
 ...

23 Ekim 2015 Cuma

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 16

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

BÖLÜM 16


ULUSLARARASI POLİTİKALAR EKSENİNDE KAFKASYA


ULUSLARARASI POLİTİKALAR EKSENİNDE KAFKASYA
Dr. Fatih ÖZBAY

Stratejik açıdan dünyanın en önemli bölgelerinden olan Kafkasya coğrafik olarak batıda Azak Denizi’nin güneydoğusunu oluşturan Taman Yarımadası’ndan doğuda Hazar Denizi’nin batısında bulunan Apşeron Yarımadası’na; kuzeyde Don ve Kuma ırmakları ağzı bölgesinden güneyde Aras Irmağı’na ve Kars Platosu’na kadar uzanan; kuzeyde “Büyük Kafkaslar” güneyde “Küçük Kafkaslar” dağlarıyla kaplı yaklaşık 440.000 km2’lik bir alandır. Don nehri Kafkasya’nın kuzey sınırını, Aras nehri ise güney sınırını oluşturur.

40. ve 46. boylamlar arasında yer alan Kafkas sıradağları batıda Karadeniz kıyısındaki Novorossiysk şehrinden doğuda Hazar Denizi kıyısındaki Derbent şehrine kadar uzanır. En yüksekleri 5647 metre yükseklikteki Elbruz Dağı ve 5047 metre yükseklikteki Kazbek Dağı olan bu sıradağlar aynı zamanda Avrupa ile Asya kıtaları arasında doğal bir sınır oluştururlar. Derin vadiler, boğazlar, geçitler, yüksek yaylalar ve yer yer uzanan ovalarla Kafkas sıradağları kuzeyde ulaşım yolları olarak da kullanılan Dinyeper, Don ve Volga gibi büyük nehirlerin bitim noktasında bulunur.
Kafkasya Doğu-Batı ve Kuzey-Güney eksenlerinde çok önemli bir geçiş noktası dır. Kuzeyde Rusya’nın içlerinden başlayıp güneyde Anadolu, Ortadoğu ve Afrika’ya yönelen eski ulaşım ve ticaret yollarının kesiştiği yerdedir. Doğuda Çin’den ve uçsuz bucaksız Orta Asya steplerinden başlayıp batıda Avrupa ve Akdeniz’e kadar uzanan tarihi “İpek Yolu” da Kafkasya üzerinden geçer. Kafkasya, kendine özgü coğrafik yapısıyla Asya, Avrupa ve Ortadoğu üzerinden Karadeniz, Akdeniz, Hazar Denizi, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu gibi önemli denizlere giden yolların kavşağında bulunur.

Bölgenin oldukça dağlık olan yapısı ekonomisine, ulaşımına, siyasi ve kültürel yapısına doğrudan etki etmektedir. Kafkasya bölgesinin en önemli özelliği birçok farklı etnik grubu içerisinde barındırmasıdır. Dağlık yapısı etnik grupların belirli noktalarda yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Gürcüler, Azeriler, Ermeniler, Osetler, Çerkezler, Kabartaylar, Balkarlar, Abhazlar, Çeçenler, İnguşlar, Dargiler, Laklar, Nogaylar, Kumuklar, Lezgiler ve Avarlar etnik Kafkas halklarından bazılarıdır. Kafkasya içerisinde barındırdığı dil çeşitliliğiyle de dünyanın ender bölgelerinden birisidir. Dini yapı olarak da sahip olduğu çeşitlilik bölgeyi dünyanın diğer bölgelerinden ayırmaktadır. Jeostratejik öneminden dolayı bölge tarih boyunca Hunlar, Araplar, Bizans, Moğollar, Osmanlı, İran ve Rusya gibi yükselen büyük güçlerin sürekli ilgi alanında olmuştur. Büyük güçlerin tarih boyunca bölge üzerinde denetim ve nüfuz kurma mücadeleleri Kafkasya’yı etnik, kültürel ve politik anlamda derinden etkilemiş ve şekillendirmiştir.
Kafkasya bölgesi “Kuzey Kafkasya” ve “Güney Kafkasya” olmak üzere iki farklı bölgeye ayrılmaktadır. Kuzey Kafkasya etnik dağılım yönünden Güney Kafkasya’ya göre daha karmaşıktır. Kuzey Kafkasya, Rusya Federasyonu’nun parçası olan Adıgey, Dağıstan, Kabardino-Balkar, Karaçayevo-Çerkez, Kuzey Osetya, İnguşetya ve Çeçenistan gibi cumhuriyetlerden oluşmaktadır. Güney Kafkasya ise SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarına kavuşmuş olan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan devletlerinden oluşmaktadır.

SSCB’nin dağılması sonrasında Güney Kafkasya’da bağımsızlığına kavuşan devletler ve uluslararası ilişkiler parametrelerinin değişmesiyle ortaya çıkan yeni dengeler hem bölge devletlerinin hem de bölgede çıkarları olan devletlerin dış politika davranışlarına önemli etkide bulunmaktadır.

Günümüzde Kafkasya, sahip olduğu zengin kaynakları, jeopolitik konumu, jeostratejik önemi ve çok etnikli ve çok kültürlü yapısından kaynaklanan sorunlarıyla uluslararası ilişkilerin acil gündem maddelerinden birisi haline gelmiştir.

Kafkasya’nın karmaşık etno-kültürel yapısı bir taraftan bölge halklarının kültürel zenginliğine ve yakınlığına katkı sağlarken, diğer taraftan anlaşmazlık durumların da halkların bölünmesine, şiddetli çatışmaların, hatta savaşların çıkmasına olanak sağlamaktadır. Stratejik konumu, sahip olduğu doğal kaynaklar, etnik gruplar arasındaki çatışmalar, bölgenin ekonomik sorunları ve iç siyasi istikrarsızlık gibi olumsuz etkenler Kafkasya’yı bölge içi ve bölge dışı güçlerin müdahalesine açık bir hale getirmektedir.

Kafkasya bölgesinin en önemli özelliği kendi içerisinde siyasi ve ekonomik açıdan güçlü devletlere sahip olmamasına rağmen büyük ve güçlü devletler tarafından çevrelenmiş olmasıdır. Güney Kafkasya’nın bağımsız devletler Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ile birlikte Kuzey Kafkasya’daki Rusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyetler Rusya, Türkiye ve İran tarafından çevrelenmişlerdir. Bölgenin tarihi bu üç büyük ve güçlü ülkenin nüfuz ve çıkar mücadeleleri ile şekillenmiştir.

Jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik öneminden dolayı tarih boyunca büyük güçlerin nüfuz mücadelesinin alanı olarak önemini hiç kaybetmeyen Kafkasya günümüzde de bağımsızlık mücadeleleri, şiddetli etnik çatışmalar ve Ortadoğu’dan sonra dünyanın en zengin enerji kaynaklarının bulunduğu Hazar Denizi havzasına yakınlığı sebebiyle uluslararası ilişkilerin ilk gündem maddelerindendir.
Azerbaycan ile batılı petrol şirketleri arasında Hazar petrollerinin çıkarılmasına yönelik projelere ilişkin imzalanan “Asrın Anlaşması” ile Kafkasya’nın önemi daha da artmıştır. Günümüzde bölgenin Hazar Denizi ve Orta Asya’dan çıkartılan petrol ve doğalgazın dünya pazarlarına ulaştırılması için yapılan uluslararası enerji boru hatlarının geçiş güzergâhında olması, Asya ile Avrupa arasındaki uluslararası kara ve demiryolu ulaşım ağlarının bazılarının bu bölgeden geçmesi dünyanın ilgisini yeniden Kafkasya’ya çekmiştir. Büyük güçler hem kendi petrol
şirketlerinin menfaatlerini korumak hem enerji nakil hatlarının güvenliğini sağlamak için bölgede daha aktif politikalar izlemeye başlamışlardır.

“Yeni İpek Yolu Projesi”, “Bakü-Tiflis-Ceyhan” petrol boru hattı, “Bakü-Tiflis-Kars” demiryolu hattı, “TRACECA” (Avrupa-Kafkasya- Asya Ulaşım Koridoru), “INOGATE” (Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Taşımacılığı) ve “Kuzey-Güney Uluslararası Ulaşım Koridoru” gibi önemli projeler Kafkasya bölgesinin önemini arttıran etkenlerdir.

Kafkasya’nın coğrafik olarak Ortadoğu sorunu, Afganistan, Irak ve İran gibi sıcak bölgelere olan yakınlığı stratejik önemini daha da arttırmaktadır.

SSCB’nin dağılması sonrasında Kafkasya’da jeopolitik bir güç boşluğu ortaya çıkmıştır. Bu güç boşluğunu doldurmak için aday olan ülkelerin en başında coğrafik olarak en yakın ülkeler Türkiye, Rusya ve İran gelmektedir. Bu üç ülkeye, bölge dışından olmasına rağmen küresel güç olma planları çerçevesinde Kafkasya’da nüfuz kurma politikaları güden ABD, AB ve Çin ile birlikte çok uluslu büyük enerji şirketleri de eklenebilir. Kafkasların bağımsız üç ülkesi Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bölgedeki statüko yüzünden bir çıkmaza girmişler ve aralarındaki mevcut problemleri çözememektedirler. Bu yüzden, çok zor ve karmaşık olsa da, durumu kendi lehlerine değiştirmek amacıyla Rusya, ABD, AB, Türkiye ve İran gibi diğer aktörleri kullanarak kendilerine yeni diplomatik kanallar açmaya çalışmaktadırlar. Bu durum ise zaten karmaşık olan ilişkiler ağını daha da karmaşıklaştırmaktadır.

Güney Osetya sorunu sebebiyle Kafkasya’da son yaşanan gelişmeler “Soğuk Savaş” bitmiş olsa da, Kafkasya’da iki kutuplu sistemin bir anlamda devam ettiğini göstermektedir. Taraflar arasındaki küresel rekabet bölgesel planda Kafkasya’da kendisini yerel çatışmalar, ayrılıkçı bölgeler, azınlıkların statüsü ve enerji jeopolitiği gibi noktalarda belli etmektedir. Bu durum dünyanın bu bölgesinde Soğuk Savaş’ın yeniden başladığı veya hiç bitmediği izlenimi vermektedir. Konunun bütün hatlarıyla ortaya konulabilmesi için bölge ülkelerinin ve diğer güçlerin aralarındaki ilişkiler ağını kısaca ortaya koymak gerekmektedir.

Azerbaycan: Güney Kafkasya ülkelerinden Azerbaycan nüfus, yüzölçümü, doğal kaynaklar ve coğrafik konumu sebebiyle Gürcistan ve Ermenistan’a nazaran daha öne çıkmaktadır. Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden hemen sonra Ermenilerin çoğunlukta olduğu “Dağlık Karabağ” bölgesinin statüsü sorunu nedeniyle Azerbaycan-Ermenistan arasında 1992-1994 yılları arasında yaşanan savaş ve silahlı çatışmalarda binlerce kişi öldü. Ermenistan’ın işgal ettiği bölgeler de yaşayan bir milyona yakın Azeri bölgeden göç etmek zorunda kaldı. Dağlık Karabağ sorunu ve Azerbaycan topraklarının %20’sinin Ermenistan tarafından işgal edilmiş olması Kafkasya’da birçok sorunun temelini
oluşturan Azeri-Ermeni ihtilafının en önemli sebebidir.

Azerbaycan bölgede zengin enerji kaynaklarına sahip tek ülkedir. Hazar petrollerin in ve doğalgazının uluslararası pazarlara ulaştırılması amacıyla inşa edilen boru hatları Azerbaycan’ın bölgede önemini arttırmıştır. Rusya’daki boru hatlarına alternatif olarak inşa edilen bu hatlar sayesinde Azerbaycan bölgede Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmuş olmanın avantajını yaşamaktadır. Hem Rusya hem Batı ile dengeli politikalar izlemektedir. Dağlık Karabağ sorunu ve Ermeni işgalinin sona erdirilememiş olması Azerbaycan’ı Rusya ile Batı arasında dengeli politika izlemeye iten en büyük etkendir. Kafkasya bölgesinde Türkiye ile en yakın ilişkiye sahip olan ülke Azerbaycan’dır.

Ermenistan: Ermenistan bölgenin denize çıkışı olmayan tek ülkesidir. Ermenistan, ulusal güvenliği ve ülke bütünlüğü açısından en büyük tehlike olarak iki yakın komşusu Türkiye ve Azerbaycan’ı görmektedir. Dengeleme politikası olarak Rusya ve İran ile ilişkilerini geliştirmektedir. Rusya ile yakın ilişkileri sebebiyle bölge ülkeleriyle sorunlar yaşamaktadır. Ermenistan için Rusya stratejik ortak olmanın yanı sıra, Türkiye ve Azerbaycan tehlikesine karşı garantör bir devlet olarak algılanmaktadır. Bu geleneksel bakış, 1990’lı yılların başlarından itibaren Ermenistan’ın dış politikasına adeta mührünü vurmuş durumdadır. Ermenistan, Rusya’nın dış politika ve askerî alandaki desteğini kullanmak suretiyle bölgede etkinliğini artırmak istemektedir. Önemli uluslararası sorunlarda Rusya ve Ermenistan’ın görüşleri ya bir birine çok yakındır veya örtüşmektedir.

Ermenistan Türkiye’ye karşı sözde soykırım iddialarını her platformda tekrarlamaktadır. Azerbaycan topraklarını işgale devam etmekte,
Türkiye ile arasındaki sınırı ise resmî olarak tanımamaktadır. İşgal sebebiyle Azerbaycan ile ilişkileri oldukça sorunlu olan ve Gürcistan ile de ilişkilerini geliştiremeyen Ermenistan “kuşatılmışlık psikolojisi” içerisinde politika üretmekte zorlanan kapalı bir ülke konumundadır. Ermenistan’ın sınır güvenliğini Rus askerleri sağlamaktadır ve Rusya’nın Ermenistan’da askeri üsleri vardır. Ermenistan İran ile yakın ilişki içerisinde olmak istemektedir. AB ve ABD gibi bölge dışı güçlerin enerji kaynakları ve bunların uluslararası pazarlara nakil hatları söz konusu olduğunda Ermenistan’ı dışlayan, buna karşılık Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’yi kapsayan ilişkileri Ermenistan’ı doğal müttefik olarak
Rusya’yı kabul etmeye zorlamaktadır.

Gürcistan: Gürcistan Kafkasya bölgesinin açık denizlere çıkışı olan tek ülkesidir. Gürcistan enerji kaynakları yönünden fakirdir ve bu açığını enerji hammaddeleri nin dünya pazarlarına ulaştırılmasında transit ülke rolü oynayarak kapatmaya çalışmaktadır. Güney Kafkasya ülkeleri içerisinde en problemli ülkelerden birisidir. Etnik ve idari yapısından kaynaklanan sorunlar sebebiyle iç ve dış politikada zorluklar yaşamaktadır.

Bağımsızlığını kazandıktan sonra ayrılıkçı politikalar güden Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan özerk bölgeleri ile sorunlar yaşamaya başlamıştır. Acaristan sorununu kendi istediği doğrultuda çözümleyebilen merkezi Tiflis yönetimi aynı politikasını Abhazya ve Güney Osetya konusunda yürütememiştir.

Eski Sovyet cumhuriyetleri ve Güney Kafkasya ülkeleri içerisinde Rusya ile en çok sorun yaşayan ülke Gürcistan’dır. Gürcistan, dış politika ve savunma sahasında gittikçe Avrupa-Atlantik eksenine yönelmeye başlamıştır. Gürcü yetkililer Gürcistan’ın gelecekteki yöneliminin Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşme olduğunu açıklamıştır. Bu politikası ile Rusya’nın tepkisini çekmekte gecikmemiştir. Gürcistan’ın “Gül Devrimi” sonrası yönünü tamamen batıya çevirmesi, AB ve NATO’ya üyelik perspektifini politik gündemine alması, Türkiye ve ABD ile yakın ilişkiler içerisine girmesi ve bölgede Rusya’yı dışlayan enerji ve ulaşım projelerinde aktif rol oynaması gibi sebepler Tiflis-Moskova ilişkilerini
devamlı gerginleştirmektedir. Buna karşılık ayrılıkçı bölgeler Abhazya ve Güney Osetya’ya Rusya’nın açık desteği Gürcistan’ın tepkisini çekmektedir. Gergin ilişkiler Ağustos 2008’de yaşanan savaş ile iyice gün yüzüne çıkmış ve Gürcistan-Rusya ilişkileri tamamen bozulmuştur.
ABD: 11 Eylül saldırılarından sonra terörizmle savaşı birinci önceliği haline getiren ABD, “Büyük Orta Doğu Projesi” çerçevesinde bölge ülkelerinin
demokratikleştirilmesini, batı tarzı yönetim sistemlerini benimsemelerini ve Avrupa-Atlantik eksenine yakınlaşmalarını istiyor.

Bu açıdan bakıldığında Kafkasya bölgesi Avrupa-Atlantik ekseninin önemli halkalarından birisidir. ABD bu amaçla bölge ülkelerinde çeşitli sivil toplum örgütleri aracılığıyla batı yanlısı hareketleri ve demokratik rejimlerin kurulmasını desteklemektedir. Gürcistan’daki “Gül Devrimi” ve Ukrayna’da “Turuncu Devrim” ABD’nin bu politikasında başarılı olduğunu göstermiştir.

ABD, Soğuk Savaş sonrası eski Sovyet Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerini güçlendirmeye çalışmaktadır. Rusya’ya karşı yeni bir “çevreleme politikası” sürdürmektedir. Bölgede özellikle Gürcistan ile çok yakın ilişki içerisindedir. Kafkasya bölgesinin güvenli bir hale getirilmesinin ve demokratikleşmesinin önündeki engellerden en önemlisi bölgedeki “Abhazya”, “Güney Osetya” ve “Dağlık Karabağ” gibi “Dondurulmuş Çatışmalar”dır. ABD açısından buna karşı konulacak en etkili tavır bölge ülkelerinin NATO başta olmak üzere Batı örgütlerine entegre olmasıdır. ABD’nin söz konusu politikası bölgeyi hayati çıkar alanları arasında gören Rusya’yı endişelendirmekte ve kontr politikalar üretmeye
zorlamaktadır.

AB: Küresel bir güç olma yolunda AB’nin öncelikli hedefi etrafında bir güvenlik kuşağı oluşturmaktır. Bulgaristan ve Romanya’nın birliğe üye olarak kabulüyle sınırları Karadeniz kıyılarına ulaşmıştır. Türkiye üyelik için başvurmuş ve belirtilen kriterleri yerine getirmek için çalışmaktadır.

Ukrayna ve Gürcistan da uzun dönemde AB üyeliğine dönük planlar yapmaktadırlar. Bu durum gelecekte AB’nin doğu sınırının Kafkasya
bölgesine kadar uzanacağına işaret etmektedir. Rusya’ya enerji yönünden bağımlılığını gittikçe azaltmak isteyen Avrupa açısından Hazar havzası petrol ve doğalgazını batıya ulaştıran enerji hatları oldukça önemlidir. Bu amaçla “Nabucco” gibi alternatif hatlar planlamaktadır.

İnsan, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizm gibi sorunlarla mücadeleyi politika olarak belirleyen AB açısından Kafkaslar bölgesi potansiyel risk bölgesidir.

AB son dönemde Kafkasya bölgesini yakından izlemeye almıştır.

AB, özellikle 2004 genişlemesi ile Kafkasya’yı komşuluk statüsüne almıştır. 

AB’nin güvenlik algılamasında, bölgesinin ve komşu bölgelerin istikrar içinde olması önemlidir. Bu açıdan çatışmaların önlenmesi, demokratik yönetim, azınlık ve insan haklarına saygı ve serbest pazar ekonomisi istikrar için önemli noktalardır. Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Avrupa Komisyonu’na üyedirler. Bu bağlamda AB’nin Kafkasya’daki gelişmelere uzak kalması düşünülemez.

Rusya: Rusya tarih boyunca zayıf ve istikrarsız dönemlerinde kendi kabuğuna çekilmiş ve içe dönük politikalar uygulamıştır. Güçlü ve istikrarlı dönemlerinde ise yayılmacı ve baskıcı bir politika izleyerek dışa dönük politikalar uygulama yoluna gitmiştir. Özellikle, yüksek petrol fiyatlarına bağlı olarak son yıllarda muazzam gelir elde eden Rusya ekonomik açıdan yeniden güçlenerek Kafkasya dahil eski Sovyet coğrafyasında siyasi ve askeri olarak nüfuzunu tekrar artırmak ve bölge ülkelerini etkisi altına almak istemektedir.

1993 yılında açıklanan Dış Politika Doktriniyle Rusya eski Sovyet coğrafyasını “yakın çevre” adıyla kendi nüfuz bölgesi olarak ilan etmişti.

Ancak SSCB sonrası gerek siyasi gerek ekonomik anlamda istikrara kavuşamayan Rusya bu politikasını kendi istediği şekilde tam anlamıyla
uygulayamamıştır. 2000 yılından itibaren Rusya devlet başkanı V. Putin’in sert ve kararlı politikalarına petrol fiyatlarındaki beklenmedik düzeydeki artışların ekonomiye olumlu katkısı eklenmesi Rusya’yı çıkarlarını korumak adına daha sert politikalar uygulama yönünde cesaretlendirmiştir.

Ağustos 2008’de yaşanan Rusya-Gürcistan savaşı bu açıdan uluslararası arenaya eskisi gibi güçlü bir şekilde dönmek istediğinin sinyallerini vermiştir. Rusya eski “büyük güç” statüsüne yeniden dönmek istemekte ve “yakın çevre” kabul ettiği coğrafyada yeniden hakimiyet sağlamak için gerginlikleri tırmandırma, kendisine bağlı cepheler oluşturma ve ayrılıkçı hareketleri destekleme şeklinde “kontrollü istikrarsızlık” politikası uygulamaktadır. Bölgedeki sorunları kendi kontrolünde tutma politikası izlemekte ve diğer aktörlerin çok fazla bölgeye müdahil
olmamasını istemektedir.

Rusya enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara kendi topraklarından geçen mevcut boru hatlarından taşınması için büyük mücadele vermiş ancak alternatif hatların inşa edilmesine engel olamamıştır. Kafkasya’da çıkarlarının tehlikeye düştüğünü gören Rusya dondurulmuş çatışmaları koz olarak kullanmaktadır. NATO’nun doğuya doğru genişlemesine Baltık Denizi ve Doğu Avrupa’da engel olamayan Rusya açısından Ukrayna ve Gürcistan’ın üyelik başvurusunda bulunması bardağı taşıran son damla olmuştur. Rusya, bölgedeki başat pozisyonunu korumak, ABD ve NATO’nun etkilerinin yayılmasını engellemek ve enerji ulaşım hatlarındaki tekel kontrolünü korumak için sert politikalar
izlemektedir.

İran: Bölgedeki bir diğer aktör ise İran’dır. İran da Türkiye gibi bölgesel bir güç olma isteğindedir. İran’ın Batı tarafından dışlanması, nükleer politikası nedeniyle ABD tarafından baskı altında tutulması ve ambargolara maruz kalması dikkatini kendi hinterlandına çevirmesine neden olmuştur. SSCB sonrası dönemin ilk yıllarında bölge ülkelerine rejim ihracı yapmaya çalışacağı düşünülen İran, oldukça pragmatist bir politika izleyerek daha çok ekonomik ve siyasi çıkarlarını savunma ve geliştirme politikası izlemiştir. Bölgede Rusya ve Ermenistan ile yakın ilişkiler içerisindedir. Bölgeye yönelik politikası daha çok bölge ülkelerinin ABD ile olan ilişkilerine endekslidir. Bu açıdan Rusya ile ilişkilerini stratejik olarak değerlendirmektedir. Rusya açısından, İran’la kurulan yakın ilişkiler, tek kutuplu dünya politikasına, NATO’nun doğuya doğru genişlemesine ve NATO üyesi Türkiye’nin gerek Güney Kafkasya’da gerekse Orta Asya’da etkinliğinin artmasına karşı bir denge unsuru olarak görülmektedir.

Türkiye: Türkiye tarihiyle, coğrafyasıyla, ekonomisiyle, kültürüyle ve siyasi yapısıyla Kafkasya bölgesinde çok önemli bir ülkedir. Türkiye’nin laik ve demokratik sistemi, bölge ile uzun tarihsel geçmişi, kültürel birikimi, batılı çağdaş değerleri Kafkasya için önemli bir model oluşturmaktadır.

Coğrafik konumu itibariyle Türkiye Kafkasya ülkeleri için batıya açılımın bir çıkış ve açılım noktasıdır. Aynı şekilde Kafkasya Türkiye açısından doğuya yani Orta Asya’ya açılımın kapısıdır. 2006 yılında faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, 2007’de faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı ve 2008 yılında faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Hattı bölgenin Türkiye açısından stratejik önemini daha da artırmıştır. Bu yüzden Kafkasya bölgesindeki barış ve istikrar Türkiye’nin kendi güvenliği ve istikrarı bakımından da büyük önem taşımaktadır.

Türkiye’nin gerek Kuzey Kafkasya gerekse Güney Kafkasya bölgesi ile tarihi, kültürel, ekonomik ve siyasi bağları mevcuttur. Türkiye, SSCB’nin dağılmasının ardından Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın bağımsızlıklarını ayrım gözetmeksizin hemen tanımıştır. Geleneksel olarak Azerbaycan ve Gürcistan’a özel önem vermekte ve bu ülkeler ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin bölgede sadece Ermenistan ile diplomatik ilişkisi bulunmamaktadır. Ermenistan’ın bağımsızlık bildirisinde ve Anayasasında Türkiye’nin toprak bütünlüğünü  sorgulayan ifadelerin yer alması, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki sınırı belirleyen 1921 tarihli Kars Anlaşması’nın yürürlükte olduğunu resmen tanımaktan kaçınması, soykırım iddialarının uluslararası alanda tanınmasını öncelikli dış politika hedefi olarak benimsemesi ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen işgal altında tuttuğu Azerbaycan topraklarından geri çekilmemesi Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesini önleyen unsurlardandır.

Türkiye, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Azerbaycan ve Gürcistan ile ekonomi, finans, ticaret, enerji, ulaşım, eğitim, sağlık, turizm, kültür ve savunma gibi alanlarda birçok anlaşma imzalamıştır. Türkiye - Azerbaycan ve Türkiye-Gürcistan ekonomik ve siyasi ilişkileri gittikçe ilerlemektedir.

Türkiye’nin Kafkas politikası, Azerbaycan ve Gürcistan ile yakın ilişkiler tesis etmek, Ermenistan’a karşı mesafeli davranarak diyalog yollarını açık tutmak, İran ve özellikle Rusya ile bölgesel nüfuz için rekabet etmek olarak özetlenebilir. Türkiye’nin Güney Kafkasya bölgesine yönelik politikasının temelini egemenlik ve toprak bütünlüğüne sahip; barış, istikrar ve işbirliği içerisinde yaşayan devletlerin varlığı ve bu ülkelere çağdaş dünya ile entegrasyon yolunda siyasi ve ekonomik destek sağlanması oluşturmaktadır.

Türkiye’nin Kafkasya’ya yaklaşımında bölge ülkelerin bağımsızlıklarının ve toprak bütünlüklerinin korunması ve ekonomik güçlerinin artırılması öncelikli amaç olmak zorundadır. Rusya ile ticari ve siyasi ilişkiler oldukça ilerlese bile Kafkasya’da iki ülkenin çıkarlarının çoğu zaman uyuşmadığı unutulmamalıdır. Türkiye, Kafkaslarda “Türkiye - Gürcistan - Azerbaycan” şeklinde formüle edilen doğu-batı eksenini, Rusya ise “Rusya-Ermenistan-İran” şeklinde formüle edilen kuzey-güney eksenini savunmakta ve bunlara uygun politikalar izlemektedir.
Rusya, Türkiye’nin doğu-batı ekseninde enerji nakil ve ulaşım koridoru olmasını çıkarlarına aykırı görmektedir. Alternatif olarak kuzeygüney enerji nakil ve ulaşım koridorunu geliştirmek istemektedir. Türkiye, açısından doğu-batı ekseni bölge ülkeleri ve Orta Asya ile ekonomik ilişki ve entegrasyon açısından önemlidir. Türkiye, doğu-batı ekseninde söz konusu ülkeler ile ilişkilerini geliştirmeye devam etmeli ve bu ülkelerin Avrupa-Atlantik eksenine yaklaşmalarını aktif biçimde desteklemelidir.

Bu bağlamda Türkiye NATO’nun Güney Kafkasya ülkelerini içine alarak genişlemesini Rusya’nın itirazlarına rağmen desteklemelidir. Türkiye’nin Rusya’nın Kafkasya’daki gücünü başka türlü dengeleme olanağı bulunmamakta dır. Bu durum Rusya ile ilişkilerin bozulması anlamına gelmeyecektir. Çünkü Rusya-Türkiye ilişkileri işbirliği ve rekabetin bir arada olduğu birbirini tamamlayan ilişkilerdir. Türkiye, uluslararası hukuk çerçevesinde çıkarlarını Kafkasya’da Rusya’ya rağmen savunmaya devam etmelidir. Etkinliğini iyice yitiren KEİÖ de hem ekonomik hem siyasi anlamda canlandırılmalıdır. Bölge ülkelerinin hepsini tek çatı altında toplayan tek örgüt olmasına rağmen etkinliği bulunmamaktadır. KEİÖ’nün Kafkasya’nın geleceği açısından siyasi yönüne ağırlık verilmelidir.

Dağlık Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya gibi ayrılıkçı bölge sorunları bölgede barış ve istikrarın tesisinin önündeki en temel engellerdir.

Bu sorunların çözümlenememesi ve gittikçe daha kötüleşmesi bölgede devletlerarası ikili ve çok taraflı ilişkilerin gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye, Kafkasya ülkelerindeki tüm ihtilafların barışçı yollardan çözümünden yana olmalı ve bu ülkelerdeki siyasi istikrara ve ekonomik refaha katkıda bulunmalıdır. Bu açıdan Rusya - Gürcistan savaşından sonra Türkiye’nin tekrar gündeme getirdiği “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Paktı” önemli bir adımdır ancak kısa vadede uygulanması oldukça zordur. Bölge ülkelerinin birbirleriyle olan sorunlu ilişkileri böyle bir paktın daha başta sorgulanmasına yol açacaktır.

Kaldı ki böyle bir girişim uzun zamandır düşünülüyorsa bile savaş sonrası açıklanması aslında çok geç kalındığına işaret etmektedir. Ancak yine de Türkiye bu konuda taraflara ısrarcı olmalıdır. 2000 yılında yine Türkiye tarafından ortaya atılan bu pakt Rusya’nın olumsuz tavrı sebebiyle hayata geçirilememişti. Aynı şekilde yeni teşebbüsün de Rusya’nın onayı olmadan hayata geçmesi çok zordur. Rusya’nın ikna edilmesi aynı zamanda Ermenistan’ın da bu pakta dâhil edilmesi anlamına gelecektir. Bu ise yıllardır sorunlu olan Türkiye-Ermenistan ilişkilerini
kuvvetli bir diyalog zeminine çekmek olacaktır.

Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarını işgali Güney Kafkasya’da siyasi istikrarın, ekonomik gelişmenin ve bölgesel işbirliğinin önündeki en önemli engeldir. Dağlık Karabağ sorunu konusunda barışçı, adil ve kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla AGİT çerçevesinde faaliyet gösteren Minsk Grubu’nun çalışmaları yetersiz ve neticesiz kalmıştır. Türkiye, Güney Osetya sorununun geldiği noktayı dikkate alarak tıkanıklığın aşılabilmesi için Minsk Grubu’nun çalışmalarını diplomatik platformlarda sorgulamaya başlamalı, bu konuda yeni projeler ve açılımlar
ortaya koymalıdır.

Türkiye, Ermenistan ve Ermeni diasporasına uyguladığı politikaları tek bir potada değil ayrı ayrı değerlendirmelidir. Bölgenin kapalı ve çevrelenmiş ülkesi olarak Ermenistan siyasi ve ekonomik açıdan diasporaya bağımlı durumdadır. Diaspora ise Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yumuşama ve ilerlemeye kesinlikle karşıdır. Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerinde aşamalı olarak bu ülkeyi diyalog zeminine çekecek, güven kazandırıcı çabalarına devam etmelidir. Bu çabalarla Ermenistan’a ekonomik olarak gelişmesi ve çağdaş dünyaya entegre olması için Türkiye ile yapıcı bir diyaloga girmesi gerektiği telkin edilmelidir. Bu sayede uzlaşmaz karaktere sahip diaspora ile Ermenistan yönetimi arasındaki bağa darbe vurulacaktır. Bu bağ ne kadar zayıflarsa o kadar Türkiye’nin faydasınadır. Ermenistan ile diyalog kapıları açılırsa, Suriye-İsrail, ABD-İran ve son olarak Rusya-Gürcistan arasındaki sorunlarda arabulucu olarak inisiyatif alan ve politik manevra alanını genişleten Türkiye, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunlarda da arabuluculu rolü oynayabilir.

Rusya 1991’den sonra batı kurumlarının gerek Avrupa’da gerek Kafkasya’da doğuya doğru ilerlemesine kendisinin çevrelenmesi olarak bakmış ancak son yıllara kadar bu politikalara karşı pasif karakterde cevaplar vermiştir. Ancak Rusya’nın Kafkasya’da statükoyu bozan aşırı müdahalesi bu duruma artık aktif ve sert cevaplar vereceğini açıkça ortaya koymuştur. Türkiye açısından taşıdığı büyük stratejik önemden dolayı, Rusya’nın Kafkaslarda etkisinin yayılması Türkiye’nin çıkarlarına zarar verecektir. Türkiye bir taraftan Rusya ile ilişkilerini geliştirirken diğer taraftan Rusya’nın bu politikalarına karşı dengeleyici politikalar üretmelidir. Türkiye, Rusya’nın Kafkasya’da yayılmasına ve etkisini artırmasına
karşı batının ürettiği politikalar konusunda da kendi çıkarları prizmasından bakarak hareket etmelidir.

Türkiye’de yaşayan sayıları milyonlarla ifade edilen Kafkasya kökenli bir diaspora bulunmaktadır. Türkiye bölge ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüğünü savunurken aynı zamanda nüfus yapısı, kültürel yakınlık ve tarihi bağlar nedeniyle bölgedeki sorunlarla yakından ilgilenmek durumundadır. Bunu yaparken ülkelerin tepkisini çekmemeye çalışmalı, içişlerine müdahale ediyor görüntüsü vermemelidir. Örneğin Türkiye’nin Kuzey Kafkasya politikası, aynı zamanda Türkiye’nin Rusya Federasyonu politikasının bir parçasıdır. Aynı şekilde Ahıska Türkleri politikası Türkiye’nin Gürcistan ile ilişkilerinden ayrı düşünülemez.

Bu bağlamda, Gürcistan ile ilişkiler geliştirilirken bir taraftan da Ahıska Türklerinin Gürcistan’daki yurtlarına dönebilmeleri için Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin Ocak 1999’da aldığı Ahıska Türklerinin yurtlarına geri dönüşüne dair kararın Gürcistan tarafından uygulanışını takip etmelidir.

Bünyesinde barındırdığı Kafkas kökenli nüfusu vasıtasıyla Kafkasya’daki halkları birbirine yakınlaştıracak projeler ortaya koyarak “Kafkasya
Evi” bilincini geliştirmelidir. Kafkasya’nın birbirine düşman halkların coğrafyası olarak kalması Türkiye’nin hemen yanı başında patlamaya
hazır kriz ve savaşlarla her an yüz yüze olması demektir. Bu durum ise çevresinde istikrar ve barış ortamı isteyen Türkiye’nin çıkarlarına
büyük zarar verecektir ve zaten hâlihazırda vermektedir. Bütün bunları yaparken aynı zamanda Türkiye Kafkasya bölgesinde kriz yönetimi
kabiliyetini arttırmaya ve geliştirmeye çalışmalıdır.

Kafkasya’da Ağustos 2008’de ortaya çıkan kriz Türkiye’ye daha güçlü ve istikrarlı bir ülke olması gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştır.

Bölge ülkeleri açısından ise uluslararası hukuk çerçevesinde hareket eden istikrarlı ve güçlü bir Türkiye’ye olan ihtiyacı ortaya çıkartmıştır.

Bu bağlamda Türkiye’nin AB üyeliği konusu yanı başındaki sıcak ve sorunlu bölge Kafkasya’nın istikrarı ve dolayısıyla ulusal çıkarlarının korunması
açısından öncelikli yerdedir. AB üyesi bir Türkiye Kafkaslarda istikrar ve barışın teminine çok büyük katkılarda bulunacaktır.


ULUSLARARASI POLİTİKALAR EKSENİNDE KAFKASYA
Dr. Fatih ÖZBAY

17. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***