Fırat Kalkanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fırat Kalkanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2020 Salı

Amerikan Raporlarında Kürt Ayrılıkçılarına Rusyanın Desteği

Amerikan Raporlarında Kürt Ayrılıkçılarına Rusyanın Desteği 






Mehmet A. KANCI*
www.bilgesam.org
*TRT Haber Editörü

Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarına Barış Pınarı’nı eklemesiyle beraber Suriye’nin kuzeyinde bir terör yapılanmasına yaslanarak kurulmak istenen devlet görünümlü terör koridoru akamete uğratıldı. 

Barış Pınarı Harekâtı sürecine Türkiye’nin sahip olduğu askeri imkân ve kabiliyetler kadar diplomasi cephesindeki mücadelesi de damgasını vurdu. ABD ve Rusya ile varılan mutabakatlar Fırat Nehri’nin hem batısında hem de 
doğusunda statüko haline getirilmek istenen durumu kökünden değiştirdi, haritanın yeniden tanzim edilmesini beraberinde getirdi. 

Peki her iki süper güç ile varılan mutabakatlar, Türkiye’nin güney sınırlarındaki bu tehdidi kalıcı olarak ortadan kaldırmayı garantileyecek mi? Hem Beyaz Saray hem de Kremlin yönetimleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren özellikle İran ve Irak’taki Kürt toplumlarının, sınırları içerisinde yaşadıkları üniter yapıları hedef alan silahlı kalkışmalarına birden fazla defa destek vermiş, bu ülkelerde uzun yıllar sürecek istikrarsızlıklara yeşil ışık yakmışlardı. 

Emperyal güçlerin, Orta Doğu’daki Kürt sorununa bakış açılarını, yaklaşımların daki değişimleri ve tarihi dönüm noktalarını, özellikle ABD kaynaklı bir dizi rapor üzerinden gözlemlemek mümkün. Bu yazıda, kritik öneme sahip, ABD’deki karar vericileri Kürt sorunu hakkında yönlendiren bazı raporlara yakından bakacağız. İlk sıradaki raporumuz akademisyen William Linn Westermann tarafından kaleme alınan 1 Temmuz 1946 tarihli rapor. Dışişleri Bakanlığı’nın talebi üzerinde yazıldığı anlaşılan raporun başlığı: 

“Kürt Bağımsızlığı ve Rus Yayılmacılığı” 

Westermann’ın bu raporunun, 2. Dünya Savaşı sırasında müttefikler ile ikmal yolu tesis etmek için İran’ın kuzeyini işgal eden SSCB’nin desteğiyle Gazi Muhammed ve Molla Mustafa Barzani tarafından kurulan Mahabad Cumhuriyeti’ nin bölgedeki jeopolitik etkilerini belirlemek amacını taşıdığını söylemek mümkün. Westermann, SSCB’nin bu Kürt devletini desteklemek ile 
maksadının Kafkaslar’daki nüfuz alanını daha güneye yaymak, İran petrollerine hâkim olmak ve Hazar Denizi’ni SSCB’nin bir iç denizi haline getirmek olduğuna işaret eder. Westermann, 1945 yılının Nisan ayında, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kuruluşuyla sonuçlanan 

San Francisco Konferansı sırasında “Kürt Birliği” adına konferans katılımcılarına ulaştırılan bir mektuba ve beraberinde “Kürt Sorunu” başlıklı memoranduma dikkat çeker. 1919 yılında, 1. Dünya Savaşı’nın ertesinde Paris’teki Barış Konferansı’na da ABD adına katıldığı anlaşılan Westermann, San Francisco’daki mektup ve memorandumun büyük ölçüde 26 yıl önceki konferansta Kürt temsilcilerin dağıttığı broşür ile benzerlikler taşıdığına işaret etmektedir. Ancak bu mektup ve memorandum’daki Kürtlerin özerlik taleplerinin hem gülünç hem de abartılı olduğu yine Westermann tarafından ifade edilmektedir. 

Westermann’a göre San Francisco’daki Kürt talepleri, Sovyet kontrolündeki Mahabad, Beyrut ve Irak Komünist Partisi’nin ürünüdür. Westermann Raporu’nda bölgedeki Kızılordu güçlerinin, Mahabad Cumhuriyeti’ne propaganda çalışmaları için matbaa makinesinin yanısıra 20 tank, 4 kamyon ve havan topları tedarik ettiği belirtilirken Rus subaylarının da Mahabad Cumhuriyeti’nin silahlı gücü haline gelen Barzani’nin savaşçılarına eğitim verdiği kaydedilmekte. 
William Linn Westermann, daha sonraki yıllarda ABD’nin resmi kurumları tarafından gündeme getirilen soruları ilk kez burada ifade ediyordu: “Kürtler kimdir? Neden isyan etmektedirler? Ne istiyorlar? Bağımsız bir devlet kurma argümanları gerçekçi midir? 

Bunu başarsalar bile, bu devleti hayatta tutacaklarına inanabilir miyiz?” 

2020 yılının eşiğine geldiğimiz bu günlerde Westermann’ın bu sorularının geçerliliğini koruduğunu söylememek mümkün değil. Westermann, Kürtlerin isyan sebeplerine gerekçe olarak bağlı oldukları yönetimlere vergi vermeme ve askerlik hizmetine katılmayı reddetmeyi kronik bir sorun olarak işaret ediyor. 

Bu tespit 1990’lı yıllarda 1. Körfez Savaşı’nın ardından bir başka Amerikan raporunda daha kendisini gösterecekti. Lozan Anlaşmasının imzalandığı 1924 
yılından, Molla Mustafa Barzani’nin Irak’ta 1942 başlattığı isyana kadar Türkiye iki, İran ve Irak’ta üçer ayaklanma yaşandığına işaret eden Westermann, bu silahlı kalkışmaların gerçek bir Kürt birliği ve milliyetçiliği bilinciyle gerçekleştirildiğini söylemenin mümkün olmadığını ve sonunda devlet kurma arzusunun da bulunmadığını belirtmektedir. Westermann’ın Sovyetlerin 
yayılmacı emellerine odaklı olarak Kürt ayrılıkçı hareketlerini değerlendirdiği raporunda, Kafkaslar’daki Kürt nüfusunun, Suriye’dekinden fazla olması da dikkat çekici bir başka noktadır. Raporda, Kürt grupların ayrılıkçı hareketlerinin Batılı bir güç tarafından kaderiyle başbaşa bırakılmasının ilk örneğine de değiniliyor. 

1943 yılının Kasım-Aralık aylarında düzenlenen Tahran Konferansı’nda Roosevelt-Churchill ve Stalin arasında İran’ın toprak bütünlüğünün korunmasına dair varılan uzlaşma, SSCB’nin İran Kürtlerinin ayrılıkçı hareketlerine verdiği desteği kesmesini de beraberinde getiriyor. Ancak savaş sonunda değişen dengeler, SSCB’nin İran’daki Kürt kartını yeniden masaya sürmesini ve Mahabad Cumhuriyeti’nin kuruluşunu da beraberinde getirdi. 

Westermann, bölgede bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını engelleyecek bir başka faktör olarak ise Kürtler, Süryaniler ve Ermeniler arasında yaşanmış katliamlara işaret ediyor. Amerikalı akademisyen 19. yüzyılın sonlarında bölgede Katolik Ermenilerin Gregoryen Ermeniler tarafından, Kürtlerin Ermeniler ve Ermenilerin Kürtler tarafından, Süryanilerin ise diğer tüm etnik ve dini gruplar tarafından katledildiği olayları hatırlatıyor. Rapordaki bir başka dikkat çekici 
nokta ise SSCB’nin İngiltere ile anlaşarak Nazi sempatizanı İran Şahı Rıza’yı sürgüne göndererek İran topraklarını paylaştıkları sürece dair bir gelişme. SSCB’nin ilk icraatlarından biri, kendi nüfuz alanına bırakılan Tebriz’deki İranlı polisleri silahsızlandırıp yerlerine, Ermenistan Sovyet’inden Ermenileri getirerek güvenlik gücü olarak görevlendirmeleri. SSCB’nin Orta Asya Cumhuriyetleri’ne hâkim olduğu yıllarda, Türk nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki bürokratik 
yapıyı Ermeni memurlar ağırlıklı olarak tasarlamasının bir örneği işgal yıllarında İran Azerbaycanı’nda da görülmüş. Westermann, raporunun sonunda, Türkiye ve Irak’taki üniter yapıların bölgede bir Kürt devleti kurulmasına müsaade etmeyeceğine işaret ederken, SSCB’nin ayrılıkçı Kürt hareketlerine destek vererek Çarlık döneminden kalma tehlikeli bir oyun oynadığı uyarısı yapılıyor. 



Türkiye’den Washington’a İlk Rapor

Sıradaki rapor ise 1952 yılında ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından hazırlandı. Rapor Büyükelçilik görevlisi E. N. Waggoner’in 3 hafta süren Güneydoğu Anadolu gezisi neticesinde oluşturularak 882.41/12-852 kayıt numaralı rapor ile 1952’nin Aralık ayında Büyükelçiliğin Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Livingston Satterwhite imzasıyla Washington’a gönderildi. 
20 daktilo sayfası uzunluğundaki raporda “Türk hükümeti sürekli olarak Türkiye’nin bir Kürt sorunu olmadığını söylüyorsa da, ülke sınırları içerisinde yaşayan yaklaşık 1-1,3 milyon Kürtçe konuşan insan Türk hükümeti için problem yaratacak nitelikte” ifadesi yer alıyordu. Amerikalı görevlinin bu gezide Başkale gözlemleri en ilgi çekici kısımlardan biri. Amerikalı diplomatın 1952’de ilgi gösterdiği Başkale 1992 yılında PKK’nın en aktif olduğu yerlerden biri haline gelecekti. 

Aradan geçen yıllarda Mahabad Cumhuriyeti’nin yıkılmasıyla SSCB’ye sığınarak Kızılordu Generali rütbesi alan Molla Mustafa Barzani Irak’a döner. Albay Abdülkerim Kasım’ın, Irak’taki darbesi dengeleri değiştirmiş Bağdat’ta SSCB yanlısı bir yönetim ortaya çıkmıştı. Ancak, Kasım’ın liderliği istikrar getirmedi. Barzani liderliğindeki Irak Kürtleri yeniden ayaklandı. 

SSCB bir yandan Barzani’ye bir yandan Bağdat’taki hükümete destek veriyordu. Ancak SSCB, Saddam Hüseyin’i kendisine yeterince bağımlık kıldığına karar verdiği 1972’de Irak ile dostluk anlaşması imzaladı ve Barzani bir kez daha açıkta kaldı. Irak’taki ayrılıkçı Kürt hareketi bu defa hiç güvenmediği İran Şahı’na dümen kırdı. Bu, dönemin ABD Başkanı Nixon’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Kissinger için Amerikan dış politikasının iplerini ele almak için bir 
fırsattı. Kissinger, ABD Dışişleri Bakanlığı’nı devre dışı bırakacak, “Kırklar Komitesi” ve CIA aracılığıyla yürüteceği Orta Doğu politikası için harekete geçti. Molla Mustafa Barzani Washington’da aradığı müttefiki bulmuştu. Kissinger’in sağladığı anlaşma ile ABD, İran toprakları üzerinden Barzani hareketine silah ve para yardımı yapmaya başladı. İsrail’de aynı dönemde eş zamanlı olarak harekete geçmiş, Barzani’ye para ve askeri eğitim desteği tedarik ediyordu. Washington’da organize edilen bu trafik o kadar gizli işliyordu ki Tahran’daki 
ABD Büyükelçisinin dahi olup bitenlerden haberi yoktu. Barzani, Beyaz Saray’a ulaşmasını sağlayan Kissinger’dan o kadar memnundu ki ona hediye olarak 3 halı göndermiş, Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanının düğününde ise eşine bir inci bir altın kolye hediye etmişti. 

Bu hediyeler, ilerleyen yıllarda diplomatik skandalın göbeğine oturacak ancak Kissinger’ı yıkmaya yetmeyecekti.

Washington-Tahran-Hac Umran trafiği başarıyla işliyor, başta Irak’ın petrol geliri olmak üzere para ve insan kaynağı ayrılıkçı Kürt hareketi vasıtasıyla yıpratılıyor, Irak istikrarsızlaştırılıyor ve İsrail için bir tehdit haline gelmesi engelleniyordu. Saddam Hüseyin artık bu çatışmanın yükünü kaldıramayacak hale gelince 1975’te Cezayir’deki OPEC Zirvesi’nde İran ile masaya oturdu. İran ile Irak arasındaki anlaşmanın en önemli şartı Kürtlere verilen desteğin kesilmesiydi. Molla Mustafa Barzani ve binlerce yandaşı 10 gün içerisinde bir kez daha kendilerini 

  “ 1943 yılının Kasım-Aralık aylarında düzenlenen Tahran Konferansı’nda Roosevelt-Churchill ve Stalin arasında İran’ın toprak bütünlüğünün korunmasına dair varılan uzlaşma, SSCB’nin İran Kürtlerinin ayrılıkçı hareketlerine verdiği desteği kesmesini de beraberinde getiriyor. Ancak savaş sonunda değişen dengeler, SSCB’nin İran’daki Kürt kartını yeniden masaya sürmesini ve Mahabad Cumhuriyeti’nin kuruluşunu da beraberinde getirdi.”

“ Kissinger daha sonra Pike Komitesi danışmalarından birine neden Kürtlere 
yardım etmediklerinin açıklamasını yaparken şu ifadeyi kullanacaktı: Gizli 
operasyonlar ve faaliyetler misyonerlikle karıştırılmamalıdır. Pike Raporu, 
Irak’taki ayrılıkçı Kürt hareketinin en başından itibaren, SSCB yayılmacılığı 
ve Saddam Hüseyin’e karşı piyon olarak kullanıldığını belgeliyordu.”

<  İran ve Türkiye sınırlarına kaçmaya çalışırken buldular. Iraklı Kürtler bir kez daha bir süper güç tarafından terk edilmişti. Kissinger ve yeni ABD Başkanı Carter, Barzani’nin mektuplarına yanıt vermiyordu. Barzani, 1976’da ABD’ye gitmeyi başardı ancak, girdiği mücadeleyi halkı nezdinde aklayacak bir Beyaz Saray ziyareti yapma fırsatı bulamadan 1979’da yaşama veda etti. >

İşte Barzani’nin son dramı ve Kissinger’ın gizli operasyonları 1976 yılında ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi’nin yayımladığı “Pike Raporu”nun konusu olacaktı

ABD’nin Karanlık Operasyonlarının Faturası: PIKE RAPORU

Bu rapor aslında ABD’nin 1965-1975 yılları arasında küresel ölçekte yürüttüğü tüm gizli operasyonları kapsıyordu. Rapora göre, Molla Musfata Barzani verdiği destek karşılığında Irak Kürtlerinin ABD’nin 51. Eyaleti olmaya gönüllü olduklarını neredeyse her konuşmasında tekrarlıyordu. Kissinger’a Barzani tarafından gönderilen hediyeler ise bizzat Beyaz Saray’ın emriyle ABD Hazine Bakanlığı’na beyan edilmemiş gizlenmişti. Bu hediyelerin beyan edilmesinin 
yürütülen gizli operasyonu ortaya çıkarmasından endişe ediliyordu. Hediyelerin gizlenmesi talimatını alan Bret Scowcroft, Baba Bush döneminde 1. Körfez Savaşı’nın kararını veren Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak bir kez daha sahneye çıkacaktı. ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi’nin raporunda, operasyonun en başından itibaren Nixon ve İran Şahı’nın Kürtlerin devlet kurmaması ve Saddam Hüseyin rejiminin devrilmemesi konusunda hem fikir olduklarına işaret ediliyordu. Barzani ve yandaşlarına sağlanan yardımın tek amacı başta Irak olmak üzere bölgenin istikrarsızlaştırılmasıydı. Bu bir sosyo-ekonomik yıpratma savaşıydı. Kissinger daha sonra Pike Komitesi danışmaların dan birine neden Kürtlere yardım etmediklerinin açıklamasını yaparken şu ifadeyi kullanacaktı: Gizli operasyonlar ve faaliyetler misyonerlikle  karıştırılma malıdır. Pike Raporu, Irak’taki ayrılıkçı Kürt hareketinin en başından itibaren, 
SSCB yayılmacılığı ve Saddam Hüseyin’e karşı piyon olarak kullanıldığını belgeliyordu. 

Kürdistan Demokratik Partisi ve PKK’nın 1984 yılından itibaren Hafız Esad’ın desteğiyle Suriye sınırında ve Irak’ın kuzeyinde hareket imkânı bulması bölgedeki Kürt Sorununu yeni bir aşamaya taşıdı. PKK terör örgütü Türkiye topraklarına saldırılar düzenlerken, Washington’da Türkiye’nin Kürt nüfusuna bakış da değişiyordu. Bu değişim ilk olarak 1988 yılında yayımlanan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Hakları Raporu’nda kendisini gösterdi.

ABD’nin Türkiye’ye ve Kürt Sorununa Bakış Açısındaki Değişim

Bu raporda o güne kadar iki ülke ilişkilerinde Türkiye’yi hedef alan alışılmamış bir dil kullanılmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı ilk kez Türkiye’deki Kürtlerden “azınlık” olarak bahsediyordu. 
Ayrıca Kürtlerin, azınlık gruplarının sahip olduğu haklara bir an evvel kavuşması 
gerektiğine işaret ediliyordu. 1 yıl önceki raporda da Türkiye’nin güney doğusunda bir ayaklanmadan söz ediliyordu. 1988’de ise etnik bir azınlığın ayaklandığına işaret ediliyor ve Lozan Anlaşması’nın hükümlerine dikkat çekiliyordu. Türkiye’nin tepkisi Washington’da pek dikkate alınmıyor, Bakanlığın İnsan Haklarından Sorumlu Bakan Yardımcısı Richard Schiffer basın toplantısında Türk gazetecilerin şiddetli eleştirilerine hedef olurken ABD’nin Türkiye’deki Kürtlere yönelik kısıtlamalardan dolayı kaygılı olduğunu söylüyordu. Basın toplantısındaki bir cümlesi ise şu şekildeydi: İnancımız o dur ki, Lozan Antlaşması’nda yer almamakla birlikte, uluslararası alanda kabul gören standartlara göre Kürtler ulusal bir azınlık olarak, bu hakların 
tanınmasına ve bunlara saygı gösterilmesine hak kazanmaktadır. 

Schiffer’in kime göre hangi standartlardan bahsettiği o günlerde de anlaşılamamıştı. 1988 yılı ABD’de Ermeni Soykırım Tasarısı konusunda en hararetli dönemlerden biriydi. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in ziyareti bu tasarı nedeniyle ertelenmiş ilişkilerdeki sıkıntıya bir de bu rapor eklenmişti. Cumhurbaşkanı Evren’in ziyareti öncesinde Washington Büyükelçisi Şükrü 
Elekdağ bir rapor hazırlayarak, Washington’da değişen iklime dikkat çekmişti. “ABD’de Kürt Sorunu” başlıklı bölümün birinci maddesinde, Türkiye’nin Batılı ülkelerde ve ABD’de yoğun bir Kürtçülük propagandasıyla karşı karşıya olduğu vurgulanırken, bu propagandanın Türkiye’de suni bir azınlık sorunu yaratılmasını hedeflediği ifade edilmekteydi. Elekdağ’ın raporuna göre, Helsinki İzleme Komitesi’nin Türkiye’de İnsan Hakları konulu raporu da Washington tarafından ciddiye alınmıştı. Şubat 1988’de yayımlanan raporun 43 sayfalık bölümü 
Türkiye’de Kürt sorununa ayrılmıştı. Jeri Laber ve Lois Whitman isimli Amerikalıların hazırladığı raporda Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bir isyan olduğu, dolayısıyla Türk hükümetinin sivillere, harp hukukuyla ilgili 1949 Cenevre Sözleşmesi uyarınca muamele etmesi gerektiği gibi ifadeler yer almıştı. Türkiye, PKK terörüne karşı yürüttüğü mücadelenin uluslararası platformlarda aleyhine kullanılarak Birleşmiş Milleler Barış Gücü’nün 
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine yerleştirilmesine yönelik teşebbüslerle 2015-2016 yıllarındaki Hendek Operasyonları sırasında karşılaşacaktı. 

<  1980’lerin sonunda ABD’nin Kürt sorunu kapsamında Türkiye’ye yönelik değişen bakış açısı Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle Ortadoğu’da değişen dengelerle yeni bir boyuta geçiş yaptı. 1. Körfez Savaşı’nı takiben Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin güneyinde ise Şiilerin başlattığı isyanların desteklenip desteklenmemesi konusu Beyaz Saray’ı karmaşık problemlerle karşı karşıya bıraktı. Bu dönemde ortaya çıkan “Pelletiere Raporu”, ABD Başkanı Bush’un ( Baba Bush ) Kürtlere yönelik 
siyasetinde belirleyici oldu. >

“ PELLETIERE RAPORU: Kürtler ve Ağalar ”

16 Eylül 1991’de yayımlanan raporu Profesör Stephen C. Pelletiere ABD Savaş Akademisi’nin Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü için hazırladı. Bu rapor, ABD’nin 1. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri korumak için askeri müdahalede bulunmasında geri adım atmasına yol açtı. “THE KURDS AND THEIR AGAS / KÜRTLER VE AĞALARI” başlıklı 35 sayfalık raporun önsözünü Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nün Direktörü Albay Karl W. Robinson yazdı. Albay Robinson’un önsözde şu ifadeyi kullanması dikkat çekiciydi: Rapor bizim subaylarımızı, kendi görevleri dolayısıyla ortaya çıkabilecek muhtemel tehlikeler 
konusunda uyarıyor ve genelde Kürt sorununun, basının çizdiği şekilde iyi huylu bir tümör gibi olmayıp, patlamaya hazır unsurlarla dolu olduğunu gösteriyor.

Pelletiere raporunda, öncülü Westermann gibi, Irak’taki Kürt toplumunda hala feodal ilişki düzeninin hâkim olduğuna dikkat çekiyor ve kısa vadede bağımsız bir devletin mümkün olmadığına işaret ediyordu. Pelletiere göre feodal yapıyı kontrol eden ağalar, ABD varlığının veya tehdidinin, onların yasadışı faaliyetlerine bölgeyi açacağı ümidiyle Amerikan ordusuna yanaşıyorlardı. 
Mesud Barzani ve Celal Talabani gibi siyasi liderler ise Amerikalı akademisyen 
göre, 1960’lı yıllarda toprak reformunu kenara iten siyasetleri nedeniyle aslında güçlerini yitirmişlerdi. Pelletiere’in bu tespitleri yönetimin çeşitli kesimlerinde rahatsızlığa neden oldu. Ancak tespitler reddedilecek gibi değildi. Profesör Pelletiere, 1970’li yıllarda defalarca Barzani ile sohbet toplantılarına katılmıştı. Ulusal Güvenlik Dairesi’nden Richard Haas rapordan etkilendi. 
Raporu Beyaz Saray’da elden ele aktararak pek çok yetkili tarafından okunmasını da sağladı. Pelletiere Raporu’nun finalindeki şu ifadeler Beyaz Saray’ı Irak’ın kuzeyine doğrudan bir askeri müdahalede bulunmaktan caydırıyor, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın baskısı ve insani durumun felakete dönüşmesi nedeniyle Çekiç Güç seçeneğine yöneltiyordu. 

Raporun sonuç kısmı şu şekildeydi: 

Kürt liderlerin bugün yaptıkları, Kürtlerin yüzyıllardır yaptıklarından farklı değildir. Kürtler tarihleri boyunca yabancı çıkarlarına paralı askerler olarak hizmet etmişlerdi. Onlar kiralık silahlardır ve kiralık silahlar bir siyasi hareket oluşturamaz. 

ABD’nin Irak’ın kuzeyindeki Kürt isyanına doğrudan müdahalesinden vazgeçilmiş ancak Türkiye’de üslenen Çekiç Güç vasıtasıyla KDP ve KYB’nin bölgedeki hâkimiyeti pekiştirilmişti. Kürtler, Ankara ve Washington’dan mahalli seçimler görünümü altında aldıkları onayla 1992 baharında seçimlere gitmiş ve parlamentolarını da oluşturma fırsatı bulmuşlardı. İşte 1992’nin Temmuz ayında hazırlanan bir rapor etkisi bugüne kadar gelen olayların habercisiydi.

“ FULLER RAPORU ” 

Rapor, CIA’nın uzman analisti RAND düşüncü kuruluşu üyelerinden Graham Fuller ve Paul Henze tarafından Pentagon için 1992 yılının Temmuz ayında hazırlandı. Raporda özet olarak, Türkiye’nin Kürtlere yönelik liberal politikalar çerçevesinde attığı adımların, Kürtleri kendi kaderlerini belirleme hakkından alıkoymak için geç kalmış olduğu ifade ediliyordu. Fuller ve Henze ikilisine göre Türkiye, tarihi açıdan geri döndürülemeyecek bir hareketi durdurmaya çalışırsa 
ortaya çıkacak kaos ve bunun maliyeti korkunç olacaktı. Raporda, ayrılıkçı Kürt hareketinin Irak’ta gelişmesinin durdurulamaz bir yörüngeye oturduğu da iddia edilmekteydi. Fuller raporunda ayrıca Kürt sorununda yaşanacak gelişmelerin Türkiye’de yeni bir darbenin altyapısını oluşturabileceğine de dikkat çekilmekteydi. 

Fuller’e göre Türkiye, 1992’deki Nevruz olaylarının da etkisiyle Kürt sorununda kontrolü kaybetmeye başlamıştı ve dönüşü olmayan bir yola girilmişti. Fuller’e göre Özal, Körfez Savaşı sürecinde uyguladığı politikalarla “Pandora’nın kutusunu” açmıştı. Raporu hazırlayan Graham Fuller, 1999 yılında Suriye’yi terk eden terör örgütü elebaşı Öcalan ile Roma’da buluşmaya çalışan, bağımsız bir Kürt devletinin ABD yönetimindeki savunucusu eski Büyükelçi Peter W. Galbraith’e eşlik edecekti. Fuller’in başka hatırda kalıcı özelliği ise FETÖ elebaşı Gülen’in ABD’ye yaptığı Yeşil Kart başvurusundaki tavsiye mektubunu imzalayan kişi olmasıydı.

< “ Kürt liderlerin bugün yaptıkları, Kürtlerin yüzyıllardır yaptıklarından farklı değildir. Kürtler tarihleri boyunca yabancı çıkarlarına paralı askerler olarak hizmet etmişlerdi. Onlar kiralık silahlardır ve kiralık silahlar bir siyasi hareket oluşturamaz.”  >

Sonuç

ABD’nin Kürt politikasındaki tüm iniş ve çıkışların göstergesi olan bu raporlar, hala Beyaz Saray’ın bölgeye yönelik net bir politikası olup olmadığına dair ipucu vermeye yetmiyor. Ancak Irak’ın ardından bugün Suriye’deki üniter devletin PKK’nın uzantıları ile parçalanma girişimi ve İran üzerindeki baskılar gözönüne alındığında, Beyaz Saray’daki değişen isimlere rağmen, zamana yayılmış bağımsız bir Kürt devleti hedefinin adım adım inşa edilmek istendiği yadsınamaz 
bir gerçek. Kuzey Irak’taki Bölgesel Yönetim’in 2017 yılındaki referandum ile bağımsızlık kartını cebine koyduğunu unutmayalım. 

Irak’ta Ekim ayının ilk günlerinde patlak veren toplumsal olaylar, Suriye’de varılan mutabakatlara rağmen PKK/YPG’nin mevzilerini terk etmemesi hatta petrol bölgelerine ABD’nin desteğiyle daha da kuvvetli şekilde tutunması ve İran üzerinde rejim değişikliğini hedefleyen ekonomik ve askeri kuşatmanın vardığı nokta, 1. Dünya Savaşı öncesinde Orta Doğu’nun sınırlarını çizmeye yönelik  uygulamaya konan planların yeni tasarımlarının yürürlükte olduğuna işaret ediyor. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 
   Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştır  maktadır. BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - 
Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 





18 Kasım 2019 Pazartesi

Suriyede Dönüm Noktası; YPG/PKK ya ne olacak?

Suriyede Dönüm Noktası; YPG/PKK ya ne olacak? 


Prof.Dr.Sait Yılmaz 
20 Ekim 2019 

 Öncelikle şunu vurgulamalıyız, geçen makalede de yazdığımız gibi Türkiye.yi 
YPG/PKK.yı Suriye.de tamamen yok etme fırsatını kaçırmak üzeredir. Özellikle hava gücümüz karşısında direnemeyen YPG/PKK, tamamen yok olmaya çok yakındı. Afrin e göre Fırat ın doğusundaki bölgede arazi açık ve savunmaya elverişli değildir. Türkiye, askeri olarak başarılı bir harekâta imza attı ama siyasi öngörüsüzlük devam ediyor. 

Türkiye.nin Suriye iç savaşının en büyük kaybedeni. Sonunda hayalimiz, 2011 
yılındaki Suriye.ye yani en başa dönüşümüz olacak. Zarardan kar etmeye çalışıyoruz. 
Önümüzde tehlikeli dönemeçler var, YPG/PKK bölgesi tasfiye edilmiş gözükse de kurt başka bir posta giriyor ve yeni senaryoların zamanı geldi. ABD-Türkiye yakınlaşması kişisel nedenler kadar daha büyük işlerin habercisi. 

Mutabakat bildirisinin hassas yönleri.. 

ABD.nin Türkiye ile birlikte açıkladığı bildiri temel olarak, harekâtı güvenli bölge 
içinde sınırlayıp, YPG/PKK.nın asıl gücünü imha olmaktan kurtarmayı amaçlıyordu. Bu amaçla, YPG/PKK bölgeden çıkacak, silahlarını teslim edecekti ama güvenli bölgenin doğusunda ve güneyinde ne olacağı belli değil. Yapılan ortak açıklama ile üzerinde mutabık kalınan sahanın sınırları belirsizliğini koruyor. 

Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu.na göre, harekâtın hedefi Fırat'ın doğusunda, Irak sınıra kadar bölgede güvenli bölge tesis edilmesi. 32 km.nin güney ise daha sonraya bırakılıyor. ABD, Resul Ayn.dan öteye Türk askeri olmayacak diye hesaplıyor. Mutabakatı ABD adına yapan, Başkan Yardımcısı Pence.e göre; YPG/PKK Türkiye.nin kontrol ettiği bölgelerden gönüllü olarak çekilecek ve Suriye içinde herhangi bir yere gidecek 1. 

1 Matthew Petti Cease-Fire Chaos: The Kurds, Turkey, and Trump Administration are Touting Different Strategies, America Magazine, (October 17, 2019). 

Türkiye.nin kontrol edeceği 32 km.nin güneyinde Rakka ve petrol yoğun bölge 
Deyrizor var. Ancak, buralarda Kürt demografik yapısı zayıf olduğu için bölgede hak iddia etmeleri ve çöl şartlarında yaşamaları zor. Asıl odak noktası Kobani.de Kamışlı ve Haseki olmalı çünkü burada hala güçlü bir nüfusları var ve Türkiye burayı temizlemezse 
tutunabilirler. 

Nitekim güvenli bölgeden kaçanlar Kamışlı ve Haseki.ye gidiyor. YPG/PKK son 
çatışmalarda doğuya girmemizi engellemek için özellikle Res ul Ayn.da çatışmaya devam ediyordu. PYD, Şam.la anlaştı. Esat.ın güçleri, Kürtlere siyasi ve askeri bağlayıcı herhangi bir taahhüt vermeden yedi yıl önce çekildikleri bölgelere dönmeye başladı. 

Esat ordusu Mümbiç ve Kobani.ye girmiş olsa da buradaki yapının ne olacağı konusu ilerideki görüşmelere bırakıldı. Türkiye.den Münbiç.e giden birlikler sınırı geçtikten sonra yolda durduruldu. Münbiç.e Esat güçlerinden daha yakındık ama son anda Ruslar devreye girerek, bölge Esat ve Rus güçlerine bırakıldı. 

Ancak, bu bölgeden YPG/PKK.nın temizlendiği anlamına gelmiyor. Bundan sonrası Esat ve Rusların onları nasıl kullanılacağına bağlı gözüküyor. Demek istediğimiz YOG/PKK kartı Rusya ve Esat.ın eline geçmiş durumdadır ve bu koz Türkiye aleyhine dönebilir. O yüzden, Esat.ın eline geçen bölgeleri de yakından izlemeliyiz. 

ABD ve YPG/PKK işbirliği nereden nereye geldi? 

 2011 yılında Suriye.deki iç savaş başladığında Afrin.deki PKK.lılar Obama.nın 
yanında olmak için kendilerine ABD.nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu içinde yer bulmuşlardı 2. ABD.nin getireceği rejim değişikliği sonrası için beklentileri vardı. Ancak sahada başarısız olan ÖSO dönüşüm geçirdi, cihatçıların kontrolüne geçti.3 

2 Steven Sahiounie, Bashar al-Assad Government Poised to Fulfill the Promise of Regaining all Syrian Territory, Mideast Discourse, (October 17, 2019). 
3 Jim Cook, Trump’s Response to the Crisis in Northern Syria: A Case of Principled Realism in Action? U.S. Naval War College, (Oct 17, 2019). 

Kürtler, Eski ÖSO içinde iken Kürt devleti hayal ediyorlardı. Yeni ÖSO ise İslamcı bir devlet kuracaktı. Suriye.deki kaostan istifade ederek kendilerine kuzey doğuda Rojova bölgesini seçtiler ve burada otonom bir bölge kurdular. 
2014 yılında IŞİD, Kobani.ye saldırınca burayı savundular ve ABD.nin müttefiki oldular. 

O yıl yaşanan başarısızlıklardan sonra sahada kendine vekil güç arayan ABD için 
çareyi şimdi emekli olan ABD Merkez Komutanlığı Komutanı General Joseph Votel bulmuştu; Kürt güçlerinden bir silahlı unsur oluşturup, Kobani.deki IŞİD.a karşı savaştırmak. Bu güçlere Suriye demokratik Güçleri adı verilse de büyük çoğunluğu YPG yani PKK.lı idi. 

Türkiye ile ABD.nin anlaşmasından sonra, ABD ve PKK ilişkileri gibi eskisi gibi 
olmayacak. ABD.ye güven kaybı yaşayan YPG/PKK Suriye.de Esat ve Rusya tarafına dönmüş gözüküyor. ABD, YPG/PKK.ya siyasi çözüm safhası için göz kırpıyor. Nitekim bildiride YPG/PKK.nın terörist örgüt olduğuna dair ifade yok. Üstelik PYD sanki bir taraf gibi gösteriliyor. Özetle; ABD, YPG/PKK.dan vazgeçmedi, gerek Türkiye gerekse YPG/PKK.ya karşı havuç-sopa taktiği izliyor. 

ABD kaynaklarına göre, Suriye.de SDG, IŞİD ile savaşta 11 bin kişi kaybetmişti. 
Hâlbuki ABD kayıpları 6 asker ve iki sivil idi3. İçeride ve dışarıda köşeye çıkan Trump gerçeği söylemek zorunda kaldı; “Kürtler, aslında toprak kazanmak için savaşmıştı”. Şimdi ABD.nin daha büyük jeopolitik hesapları vardı ve bir tercih yapılacaksa Türkiye seçilmeli idi. Buna Amerikalılar, Trump.ın „İlkeli (Principled) Realizm.i diyorlar. 

ABD-Türkiye ilişkilerinde son durum.. 

 ABD.de Suriye.den çekilme ile ilgili karara itiraz edenler Kürt hayranı değiller. 
İtirazlar iki kesimden geliyor. Birinci kesim, Orta Doğu.da başta olmak üzere dünyanın her neresinde olursa olsun Amerikan askerinin varlığını dış politikanın ana unsuru olarak görenler. İkinci ve asıl grup ise Trump ne yaparsa yapsın, ona hep karşı olanlar. 

Türkiye ile görüşmeler devam ederken Kongre.de bekletilen yaptırım paketi etkili oldu. Açıklanan yaptırım paketinin özellikle 62. Maddesinde açıklanacağı beyan edilen yaptırım ve belgeler, Türkiye.yi köşeye sıkıştırmış gibi gözüküyor. İlginç olan, ABD; ambargo kapsamında kendisi İncirlikten çekileceğini söylüyor. 

Trump gidici ve derin bürokrasidekiler Türkiye.nin peşini bırakmak istemiyor. 
Graham.ın yaptırım tasarısında yer alan, özellikle de Halk Bank iddianamesi ve Erdoğan.ın mal varlığının araştırılmasına yönelik girişimler bundan böyle ABD tarafından her fırsatta gündeme getirilecektir. S-400 yaptırımları ve vize tehdidi devam edeceğe benziyor. 

 Türkiye.nin Suriye.nin kuzeyinde askeri harekâta girişme kararlılığı ABD, İngiltere ve Fransa.nın sahadan kaçmasına neden oldu. Bu ülkeler, Suriye iç savaşının başından beri muhalifleri desteklemenin yanında sonunda YPG/PKK kartına sarılmışlardı. Yaptıkları onca yatırım boşa gitti. Sadece ABD, 11 Eylül 2001.den beri Orta Doğu maceralarına 8 trilyon dolar harcadı ve binlerce askerini kaybetti. 

Bu harekâtın Türkiye için de ders asıl olmalı. Son 30 yılda “ABD ne der?” diyerek Irak ve Suriye.de oynanan oyunlara boşuna seyirci ve aciz kaldığımızı TV.lerde ve yazılarımda defalarca anlattım. Hep söylediğim gibi; “Korkunun ecele faydası yoktur, askerinizle olmadınız yerde söz sahibi olamazsınız ve nihayet (son harekâtta olduğu gibi) zor, oyunu bozar.” 

Yeni dönemde Esat ve Rusya’nın Kürtlerle ilişkileri.. 

Türkiye, YPG/PKK meselesini ABD ile çözmek, onun bölgedeki yerini almak 
isterken, durumu izleyen Esat, „kim benle anlaşacak. diye bekliyor. Esat ve YPG/PKK arasında yapılan ve Rusya.nın aracı olduğu son görüşmelerde, detaylara girilmeden önce Türkiye.nin askeri harekâtının durdurulması konuşuldu. Sonra siyasi koşulları Esat ve Rusya belirleyecekti. 

YPG/PKK Komutanı Mazlum Abdi.nin, harekât öncesi telefon görüşmesinde Trump; “Suriye ve Rusya ile görüşmelerine karşı olmadığını” yani “Sizi artık Esat korusun” demiş. PYD.nin Rusya olmadan Esat.tan bir şeyler koparması zor gözüküyor. 2014 yılında sırtını dönüp, ülkenin petrol bölgelerine göz diken ve ülkeyi bölmeye kalkan YPG/PKK.ya karşı Esat çok sevgi dolu olmamalı. 

Nitekim Türkiye.nin müdahaleye hazırlandığı sıralarda, PYD.ye “bölücü terörist” 
dediler. Hatta Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdat, Kürtlerin diyalog çağrısına önce “Washington'ın ajanları Suriye topraklarında tutunamayacak" yanıtını verdi. Ancak, Türk-ABD mutabakatından sonra üslup hızla değişti. Esad.ın danışmanı Buseyna Şaban, Kürtlere yardım etmeye hazır olduklarını belirtti. 

Rusya.nın arabuluculuğunda Şam yönetimi ve PYD arasında sağlanan yeni mutabakat sadece bazı bölgelerin özgürleştirilmesinde askeri işbirliğini öngörüyor. Şam yönetimi mevcut yerel yönetim ve meclislere şimdilik karışmayacak. YPG/PKK.nın beklentisi hala özerlik ve Suriye.ye Beşinci Kolordu olmak. Bu yüzden, Fırat.ın batısında İdlib ve Afrin gibi yerleri geri almak için Suriye ordusuna yardım etmek karşılığında statü pazarlığı bekliyorlar4. 

Esat yönetimi ise yaptığı açıklamada, "Suriye ordusu, Türkiye'nin karşılık vermek ve Türk ordusu ile paralı askerlerin girdiği bölgeleri özgürleştirmek için PYD.ye destek verecektir" ifadesi kullandı. 27 Haziran 2018.de Şam.da Esat yönetimi ve PYD arasında yapılan görüşmelerde, YPG/PKK İdlib.te vilayeti içinde (Türkiye.nin Mart 2018.de kontrol altına aldığı) Afrin.in geri alınması için birlikte savaşmayı teklif etmişti5. 

4 Fehim Taştekin, Kürtlerin özerklik hayalleri bitiyor mu? Al Monitor, (Ekim 18, 2019). 
5 Neville Teller, What moves Putin, Assad, Erdogan and the Kurds? Israel Hayom, (Oct 10, 2019). 

YPG/PKK, Esat.a iyi niyet gösterisi olarak, bazı petrol kuyuları ve hava üslerini teslim etti. Dahası Esat.a teslim olmuş konumdalar. Esat.ın Kürtleri Halep ve İdlib bölgesine yerleştirmeyi düşündüğü konuşuluyor. Esat, Afrin.de onların ne kendi bayrakları ne de ordu kurmasına izin vermeyi reddetmişti. Yeni durumda aynı şartlar geçerli. Esat, Kürtlerin ancak Sivil Toplum Örgütü gibi yapılar kurmasına izin verebilir. 

YPG/PKK bundan sonra ne yapacak? 

Öncelikle Kürtleri artık elimizle Esat ve Rusya.ya teslim etmiş gözüküyoruz. 
YPG/PKK.nın eski elemanları artık Esat.ın güvenlik birimlerinin bir parçası olacak. Ama hepsi değil. PKK militanların bir kısmı İran-Irak sınırına yerleştirilecek ve iyi eğitilmiş olanları, Kandil.e takviye gidecek. 

Kandil, zaten en başından ABD ile çalışmayı istemiyordu. Esat.a da Türkiye ile anlaşır diye güven yoktu. Şu an Kandil, durumu izliyor ve bekliyor. Öncelikle Esat ve Türkiye arasında nasıl bir anlaşma olacağına bakacaklar. Aynı zamanda Suriye ekibi ile Kandil.deki merkez arasında da sıkıntılar olacak. Kandil de ABD ilişkilere sıcak bakmayacak ve yeni bir strateji devreye girebilir. 

YPG/PKK.nın sivil kanadı (PYD), siyasi partiler içine dağılacak. YPG/PKK ise ya 
silah bırakacak ya da Esat.ın güvenlik birimi olacak. YPG/PKK halen anlık refleksler geliştiriyor. Türkiye, bu safhada çok dikkatli olmalı YPG/PKK trafiği takip etmenin ötesinde inisiyatif almalı yani yönetmelidir. 

ABD ve Avrupalılar, Suriye.deki PKK.nın tamamen yok olmaması için devreye 
girdiler. Çünkü onlara çok yatırım yaptılar, çok adam eğittiler ve hala beklentileri devam ediyor. YPG/PKK bölgesindeki yaklaşık 50 bin militanın PKK için iyi eğitilmiş miktarı 10-15 bin arasındadır. Sahadaki adamların tamamen tasfiyesi yerine seçtikleri militanları yeni yerlerine taşımayı planlıyorlar. 

 Gerçekte ise CIA.nın yarattığı IŞİD başta olmak üzere terörist gruplar şimdi yeni görev bölgelerine gidiyorlar. Irak.taki gelişmeler ABD.nin bölgede barış istemediğini gösteriyor. Rakka.dan CIA tarafından daha önce çekilen IŞİD.lılar neden YPG/PKK.nın hedefi değildi. 

Yeni durumda bizi neler bekliyor? 

 Kürtler, ABD.nin bölgede kalması için araçtı şimdi Amerikan askeri varlığı için yeni bir gerekçe lazım. Özetle, ABD.nin Suriye.den çekilmesi aslında bir çekilme değil, küresel aklın yeni senaryosu için yeni bir düzenlemenin başlangıcını temsil ediyor. Yeni hedef İran ve daha büyük bir senaryo için terörist örgütlerle sahnenin yeniden hazırlanma zamanındayız. Suriye, Irak ve İran.da yeni terör ordularının temelleri atılıyor6. 

5 günlük aranın bittiği gün olan 22 Ekim.de Soçi.de Ruslarla görüşme yapılacak. 
Ruslar, Suriye.nin YPG/PKK. dan devraldığı bölgelerde Türk birlikleri arasında devriye görevi yapıyorlardı ancak şimdi bu bölgelerden çekilme emareleri var. Ancak, Rusların ne yapacağı belli olmaz, Kürt kartını nasıl kullanacaklarına bakacaklar. 

Rusya Federasyonu ise Türkiye.ye kızgın çünkü güneye kadar gitmemizi ve bölgeyi tamamen temizlememizi istiyorlardı. Belki de bataklığa saplanacağımızı hesap ettiler. Neden aşağı gitmediğimiz konusunda açıklama bekliyorlar. Rusya.nın diğer bir isteği de „Artık bu işi fazla uzatma, Esat ile masaya otur.. 

Rusya, YPG/PKK.ya hoş gözükmek için en azından kültürel özerklik vermek isterken; Esat, buna da karşı çıkıyor. Esat.ın verebileceği tek taviz, Arapça yanında diğer azınlık dillerinin kullanılmasına izin vermek. 

1979.daki Afganistan işgalinden ders alan Ruslar, Suriye.de önce hava ve füze 
savunma kaplaması sağladılar, sonra başta İran olmak üzere sahadaki müttefikler ile işbirliği yaptılar7. 

6 Draso Bossic, US Plot to Transfer Thousands of ISIS Terrorists from Syria to Iraq, Fort Russ, (October 15, 2019). 
7 Elijah J. Magnier, Winners and Losers in the Turkish Attack on Syria. Russia is the Most Successful Player, Global Research, (October 18, 2019). 


Rus tipi Realizm.de hiç kimse dost ya da düşman değildir. Yeni Orta Doğu ve Kürt planı konusunda ABD ile anlaşmış da olabilirler. 

Rusya.nın İsrail ile ilişkilerine dikkat etmeliyiz. ABD Başkan Yardımcısı Pence, 
Ankara.dan doğrudan Netenyahu.nun yanına koştu. Kürtlerle ikinci bir İsrail kurma hevesi sona ermiş gözüken İsrail, şimdilik işgal ettiği Suriye toprağı Golan Tepeleri ile avunmaya çalışacak ama muhtemelen Suriye buna razı olmayacak. 

Suriye.de doğudaki Kürt sorunu bir çözüm yoluna girmişken başta İdlib olmak üzere askeri konular henüz bitmiş değil. Bundan sonra siyasi çözüm için bir yandan Anayasa Komisyonu çalışmaları devam ederken, ay sonunda siyasi çözüm için Cenevre Görüşmeleri başlayacak. Esat, Kürtlerin dişlerinin sökülmesinden oldukça mutlu. Esat, Türkiye karşısında Rusya.ya güveniyor. 

Kürtler, sığınmak ve yardım için Esat.a dönmek zorunda kaldılar. Fırat.ın doğusunda güvelik bölgesi içinde YPG/PKK.dan boşalan bölgelere Araplar yerleştirileceği için Türkiye.nin bölgede uzun süre kalmasının anlamı yok. Ancak, bazı kaynaklara göre Türkiye burada kalmaya ısrar edecek ve bu 15-20 sene sürebilir. 

Bir an önce Esat ile anlaşmalı, şu konularda uzlaşı sağlamalıyız; 

- Suriye sorununa siyasi çözüm planı kapsamında YPG/PKK.nın konumu, 

- Türkiye.nin kontrolündeki bölgeler ve güvenlik bölgelerinin geleceği, 

- Adı bile anılmayan Türkmenlerin hakları, 

- Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü, 

- Suriye.nin yeniden inşasında Türkiye.nin rolü. 

Eğer Türkiye olarak Esat ile anlaşmaz ve bölgede uzun süre kalmaya devam edersek, bu sefer karşımıza Rusya ve Esat dikilecektir. Bizden sırası ile Afrin, Fırat Kalkanı ve son harekât bölgesinden çekilmemizi ama Adana Mutabakatı çerçevesinde sınırdan 5 km. içeride güvenli bölgeyi sürdürebileceğimizi söylüyorlar. 

Sonuç.. 

ABD ve Türkiye arasında Suriye.nin kuzeydoğusu konusunda bir anlaşma yok sadece bildiri var ve bu konuda da anlaşmazlıklarımız var. Örneğin ABD „ateşkes. olduğunu biz ise „harekâtı durdurma. olduğunu söylüyoruz. Ancak, 120 saat sonra harekâta devam edeceğimiz beklenmiyor. Öngörülen YPG/PKK çekilmesinin yapılmaması ve harekâta devam etme olasılığımız „0. yakın. Ancak, en başta da söylediğimiz gibi büyük bir fırsatı kaçırdık. 

 ABD, Suriye.den tamamen çekilmiyor. Trump, bir gece de en iyi dostlarını bile 
satabileceğini gösterdi. Suriye.den askerlerini çekme kararı verirken, eş zamanlı olarak Suudi Arabistan.a petrol alanlarını korumak ve Yemen.deki soykırıma devam etmek için 1.800 asker gönderiyor. ABD.nin asker bırakacağı Ürdün sınırındaki Tanaf üssü, IŞİD liderlerinin yetiştirildiği yerdi. 

Barış Pınarı Harekâtı, tıpkı Afrin ve Fırat Kalkanı.nda olduğu gibi adeta Esat adına yapılmış ve onun açısından somut sonuçlar üretmiş bir harekât olarak değerlendirilebilir. Kürtlerle Esat arasında uzlaşmasının yolunu açan bir harekât olarak, Suriye iç savaşında önemli bir dönüm noktasını temsil ediyor. Yeni durumda Esat çok güçlenmiş oldu. Ancak, Esat kendi iç kamuoyu için „Türkiye işgalci. kartını oynuyor ve pazarlık öncesi elini güçlü tutmak istiyor. 

Suriye.deki gelişmeler Irak.taki gelişmeleri gözlerden kaçırsa da Güney.de İngilizler bu ülkeyi karıştırma, ayaklanma çıkarma tecrübelerini kullanıyorlar. Para karşılığı verilen bakanlıklar yolsuzluklara iyice gömülmüş durumda ve halk artık sabrının sonuna gelmişti. 
Şimdi İran projesinin zamanı; Titre İran! Sıra sana ve bizlere geliyor.. 

Bu yüzden, YPG/PKK.dan ayrılacaklara İran-Irak sınırında yer aranıyor. 

 ***



6 Ekim 2018 Cumartesi

Türk Dış Politikası’nda Suriye....

Türk Dış Politikası’nda Suriye....

Oğuz ÇELİKKOL
20 Mart 2018


   911 kilometre sınırı paylaştığımız komşu ülke Suriye’de 2011 yılından beri iç savaş yaşanıyor. Suriye “sorunu” Türk dış politikasının, kaçınılmaz olarak, en önemli ve öncelikli konusu haline gelmiş durumda. Ancak Suriye artık Türkiye için  ilgilenmesi zorunlu bir dış politika konusu değil. 3.5 milyona yakın Suriyeli Türkiye’de yaşıyor. Sadece Türkiye–Suriye  ilişkilerinin geleceği (ve Türkiye-Suriye sınırının güvenliği) değil bu 3.5 milyon Suriyelinin kaderi de Suriye iç savaşının nasıl biteceğine ve Suriye’deki rejim sorununun nasıl çözümleneceğine bağlı.

    2014 yılında kaleme aldığım Suriye ile ilgili kitabıma “İçimizdeki Komşu Suriye” adını vermiştim. Bu adı sadece şimdi içimizde yaşayan 3.5 milyon Suriyeli haklı kılmıyor. Konunun bir de terörizm bağlantısı var. Suriye’de yaşayan Kürtlerin en azından önemli bir bölümü PKK ile doğrudan bağlantılı. Bugün Suriye topraklarının %30’a yaklaşan bir bölümü (NATO müttefikimiz ABD’nin sağladığı yardımla)  PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG tarafından kontrol ediliyor ve fiilen yönetiliyor.

    7 yıldır devam eden iç savaşın bir süreden beri Suriye’de ortaya çıkarttığı tablo artık Türkiye’ye Suriye’deki gelişmelerin dışında kalma ve uzaktan izleme imkanını tanımıyor. Mevcut tabloda bölgesel güç İran ve küresel güçler Rusya ve ABD, kullandıkları yerel ortakları (yerel müttefikleri de diyebiliriz) yanında , doğrudan kendi askerleriyle, özel kuvvetleriyle, milis güçleriyle, eğitmenleriyle fiilen Suriye’deler.

   Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları yapılmasaydı bugün Suriye’de nasıl (çok daha kötü) bir tabloyla karşı karşıya kalacağımıza  bakılması ,Türkiye’nin fiilen Suriye’de bulunması ile Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) Türkiye için önemini ortaya koyuyor. ÖSO bu askeri operasyonların ( mümkün olduğunca az kayıp verilerek ) sürdürülmesi için zaten önemliydi. Ama disiplinli ve eğitimli bir ÖSO’nun önemi Azez-Cerablus-El Bab bölgesi  ile şimdi  (PYD/YPG’den tamamen temizlenmekte olan)  Afrin bölgesinin kontrol altında tutulması ve (mümkün olan en az Türk mevcudiyetiyle) yönetilebilmesi aşamasında daha da artıyor.

Bitmekte olan Afrin operasyonundan sonra Türkiye’nin ne yapacağı, Türk askeri operasyonların Menbiç’e ve Fırat’ın doğusuna yayılıp yayılmayacağı üzerinde durulan ve gündeme gelen önemli sorular. Bu soruların yanıtı büyük ölçüde ABD’nin tutumuna ve sahadaki uygulamalarına bağlı gözüküyor. Türkiye ve ABD Dışişleri Bakanlıkları arasında Mart ayının ilk haftası içinde Vaşington’da Suriye konusunda yapılan görüşmelerde önemli  ilerle sağlandığı bildiriliyor.

Bu görüşmelerde “çözümün” temel unsurlarının  belirli ölçüde ortaya çıktığı,  ABD’nin (daha önce de Türkiye’ye verdiği sözler doğrultusunda ) PYD/YPG’nin Menbiç’ten tamamen çekilmesini kabul ettiği, Menbiç’te güvenliği Türk ve ABD askerleri birlikte yerel unsurların sağlayacakları anlaşılıyor. Adeta Türkiye ve ABD’nin “gözlemci” olacağı bir yönetim ve güvenlik sisteminin düşünüldüğü ortaya çıkıyor. Bu sistemde, Menbiç’te de Fırat’ın doğusunda da, Arap ve Kürtlerin nüfusları oranında yerel yönetimde ve güvenlik güçlerinde olamasının temel alınacağı görülüyor.

Bu teknik görüşmelerden sonra Türkiye Dışişleri Bakanı’nın 19 Mart tarihinde Vaşingtona gitmesi, Türk ve ABD Dışişleri Bakanlarının iki ülke Dışişleri Bakanlıkları Müsteşar Yardımcıların başkanlığında yapılan görüşmelerde ortaya çıkan temelde (Menbiç ve Fırat’ın doğusundaki) YPG sorununa nihai bir çözüm bulmaları bekleniyordu. Ancak, bu ziyaret Başkan Trump’ın ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’u değiştirmesi nedeniyle gerçekleşmedi. Yeni atanan ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun göreve başlaması ise (Senato onayı nedeniyle) bir süre alacak.

Dışişleri Bakanı’nın Vaşington ziyaretinin “bir süre” ertelemesi belki de iyi oldu. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünden geçen hafta gelen ifadeler, Vaşington’un iki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasında yapılan teknik görüşmelerin ilk turunda henüz “tam bir mutabakata”  varılmadığını düşündüğünü gösterdi ve kafaları karıştırdı. İki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasındaki teknik görüşmelerin bu hafta içinde devam edeceğini, görüşmelerin ikinci turunun yapılacağını anlıyoruz. İki ülke Dışişleri Bakanlarının bir araya gelmesinden önce çözüm için üzerinde varılan mutabakatın tam olarak ortaya çıkması önem taşıyor.

Diğer yandan geçmişte ABD’nin Türkiye’ye karşı adeta bir oyalama politikası uyguladığı, verdiği sözleri yerine getirilmediği hatırlarda. Dışişleri Bakanlıkları arasındaki teknik görüşmelerden ortaya çıkacak mütabakat,  iki ülke Dışişleri Bakanları tarafından sonuçlandırılarak onaylansa bile, bu mütabakatın Amerikalılar tarafından sahada uygulanıp uygulanmayacağı, yine bir oyalama taktiğine dönüştürülüp dönüştürülmeyeceği hususunda Türk kamuoyunda haklı şüphelerin bulunduğu da görülüyor.

Ancak bu kez (YPG’nin Menbiç’ten çekilmesi dahil) üzerinde anlaşılan tüm hususların bir yol haritası haline getirileceği, yol haritasının yer ve tarihlerle ayrıntılı hale getirilmiş bir takvimi içereceği belirtiliyor.Böylece sahadaki uygulamanın yer ve zaman olarak kesileştirileceği, bu yolla oyalama tattiklerine başvurulmasının da önüne geçilmek istendiği ortaya çıkıyor.

Türkiye’nin Azez-Cerablus-El Bab bölgesinden sonra şimdi (son hızlı gelişmelerle) Afrin’de bitirmek üzere olduğu askeri operasyonlar Ankara’nın Suriye’de milli menfaatleriyle ilgili hususlarda taviz vermeyeceğini, Suriye’nin Türkiye’nin iç  ve sınır güvenliği için bir tehdit durumuna gelmesine  izin vermeyeceğini de açıkca gösterdi. Yani Türkiye çıkarlarını koruma konusundaki kararlılığını sahada ortaya koymuş, sınırındaki terörizm tehdidi ve PYD/YPG sorununu görüşmeler yoluyla çözmeye devam ederken, gerekirse askeri güçünü başarıyla kullanmaktan kaçınmayacağını açıkca orta koymuş durumda.  

ABD’nin Türkiye’nin bu kararlılığını gördüğü, PYD/YPG sorununun çözümü konusunda Ankara’nın isteklerinin dikkate alınmaması durumunda askeri operasyonların (çok daha kolay coğrafi şartlardaki Menbiç ve Tel Abyad gibi bölgelerde) devam edebileceğini anladığı ümit ediliyor.

Konuya tabii bir de daha büyük bir resimden bakılması gerekiyor. Yeni ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun İran (İran’ın Irak ve Suriye’deki varlığı da buna dahil)  konusunda daha “duyarlı”  olduğuna işaret ediliyor. Pompeo döneminde Orta Doğu’da ABD-İran ve  Suudi-Arabistan-İran ilişkilerindeki tırmanmanın daha da büyüyebileceği görülüyor.Suudi Veliah Prensi Salman yarın Vaşington’da ve Beyaz Saray’da Başkan Trump’la görüşecek. Yani Orta Doğu’daki küresel ve bölgesel bölünmeler ve çatışma daha da derinleşiyor. Vaşington’un Orta Doğu’da (NATO müttefiği ) Türkiye’siz hareket etmede karşılaşacağı sorunları Pompeo döneminde daha iyi görebileceği beklentisi var.

Türkiye için Suriye’den iç güvenliği için gelen tehdidin, sınır güvenliğinin ve PKK’nin uzantılarının Suriye’de oynadığı rolün (müttefiği ) ABD’nin PYD/YPG ‘ye sağladığı askeri ve siyasi destek nedeniyle öncelik kazandığı doğal olarak ortada. Ancak Türkiye için Suriye’nin geleceği de önemini aynen devam ettiriyor. Ankara açısından Vaşington’un Suriye’nin geleceği, toprak bütünlüğü ve siyasi birliği konusunda (gerçekten) ne düşündüğünü, PYD/YPG ‘ye sağladığı desteğin ileriye dönük olarak Suriye’nin geleceği açısından ne ifade ettiğini bilmek de önemli.

Bu yazı 20.03.2018 tarihinde Hürriyet Gazetesinde yayınlanmıştır.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/oguz-celikkol/turk-dis-politikasinda-suriye-40777889


http://www.bilgesam.org/incele/5770/-turk-dis-politikasi-nda-suriye----/#.W7hejnszYdU

***

26 Kasım 2016 Cumartesi

Fırat Kalkanı Hedefler, Fırsatlar ve Riskler



Fırat Kalkanı Hedefler, Fırsatlar ve Riskler 





Oytun ORHAN 

Türkiye, Fırat Kalkanı ile ABD’nin önceliği DEAŞ ile mücadelede başarı kaydediyor olsa da ABD’nin operasyondan çok da memnun olmadığı hatta rahatsız olduğu görülmekte. Bunun altında ABD’nin Kuzey Suriye’de PKK/YPG eliyle kendi kontrolü/etkisi altında bir bölge oluşturmak istemesi yatmaktadır. 

Suriye iç savaşının karakterinin süreç içinde değişmesi ve savaşan aktörlerin farklılaşması ile Türkiye’nin Suriye’deki öncelikleri değişmeye başlamıştı. 
Bu değişimde Suriye iç savaşında iki aktörün ortaya çıkışı ve güç kazanması etkili oldu. Bunlardan birincisi, PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ve diğeri El 
Kaide türevi DEAŞ’tı. Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul edilen her iki yapı Türkiye’ye yakın bölgelerde etkinlik kurdu ve PYD/YPG “kanton” DEAŞ 
da “İslam Devleti” adı altında tek taraflı egemenlik iddiasında bulundu. Bu durum o zamana kadar Suri-ye’de sadece Esad rejimini tehdit olarak gören Türkiye açısından Suriye kaynaklı tehditlerin çeşitlenmesi anlamına geliyordu. 

PKK/YPG ile DEAŞ’ın Suriye’de yükselişi Türkiye tarafından kaygıyla izleniyordu ancak iki gelişme Türkiye’nin ilgisinin büyük ölçüde merkez Suriye’den 
kuzey Suriye’ye kaymasına neden oldu. Bunlardan birincisi, Ayn el Arap’ta (Kobane) yaşanan gelişmeler sonrasında ABD-YPG ittifakının başlaması ve 
YPG’nin hızlı bir biçimde kontrol ettiği sahayı ge-nişleterek tüm Kuzey Suriye’yi içerecek şekilde bir federal bölge kurma yolunda ilerlemesi. YPG, Ağustos 
2016 ortasına gelindiğinde ABD hava desteği altında Fırat’ın batısında kalan Münbiç’i ele geçirmiş ve Afrin ile coğrafi bağlantıyı sağlayacak son büyük yerleşim elBab’a ilerlemenin hazırlıklarına başlamıştı. Herhangi bir dış etken devreye girmezse ABD liderliğinde Kuzey Suriye’de Kürt nüfusun yoğun yaşadığı yerlerin çok daha ötesinde bir coğrafyada PKK/YPG kontrolünde devletimsi bir yapının temelleri atılmış olacaktı. Bu durum Türkiye’nin PKK ile sınır komşusu olması anlamına geliyordu ve daha önemlisi uzun vadede PKK’nın meşru bir aktör olarak bölgesel ve küresel düzeyde siyaset yapma, aktör olma imkanı ortaya çıkacaktı. Türkiye’yi kuzeye odaklayan ikinci gelişme ise IŞİD’in Türkiye içinde terör eylemlerini ve sınır illerine yönelik saldırılarını artırması oldu. 

Türkiye bu dönemde kuzey Suriye’de güvenli bölge kurulması talebini daha güçlü bir biçimde dile getirmeye başladı. Türkiye’nin Suriye’de güvenli bölge 
kurmak ile ulaşmak istediği hedefler şu şekildeydi. (Bu hedefleri Fırat Kalkanı Operasyonu’nun hedefleri olarak da okumak mümkündür): 

1- YPG’nin Kuzey Suriye’de kontrol ettiği bölgeleri birleştirerek fiili olarak özerk bir bölge oluşturmasını engellemek. 

2- DEAŞ’ı sınır bölgesinden uzaklaştırarak Türkiye içinde terör eylemi ve sınır illerini vurma imkanını ortadan kaldırmak/sınırlandırmak. 3- Türkiye’ye 
yönelik yeni Suriyeli sığınmacı akınlarını Suriye içinde karşılamak ve Türkiye içindeki Suriyelilerin bir kısmının geri dönüş imkanlarını hazırlamak. 4- Uzun 
vadede Türkiye’nin Orta Doğu ve Arap dünyasına ulaşımını garanti altına almak. 5- Suriye siyasi çözüm masasındaki konumunu güçlendirmek. 

Fiili Anlamda Güvenli Bölge; 

Bu hedefler çerçevesinde Türkiye, 24 Temmuz 2016 tarihinde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlattı. Türk ordusuve ÖSO ilk aşamada genel beklentinin ötesinde hızlı bir başarı elde ederek Cerablus gibi DEAŞ’ın güçlü olduğu bir yerleşimi kısa sürede ele geçirdi. Doğudan 
Cerablus ve batıdan al-Rai (Çobanbey) üzerinden ilerleyen Türkiye destekli muhalifler kısa süre içinde sınır hattı üzerindeki DEAŞ varlığına son verdi. Bu 
aşamadan sonra Türkiye ve ÖSO için iki seçenek söz konusuydu. Güvenli bölgeye derinlik kazandırma ve tehditleri bertaraf etmek için güneye doğru giderken ya PKK/YPG ya da DEAŞ bölgelerine ilerlenecekti. Türkiye açısından Münbiç’in ele geçirilmesi El-Bab kadar hatta belki daha büyük öneme sahip. Ancak Türkiye muhtemelen ilk aşamada operasyonun ElBab’a ilerlemesi konusunda uluslararası mutabakat olacağı düşüncesinden hareketle DEAŞ bölgelerine yönelmeyi tercih etti. Ekim 2016 ortası itibarıyla Dabık’ın DEAŞ’tan temizlenmesi ile Azaz-Cerablus arasında kalan hatta yaklaşık 30 km’lik derinliğe sahip coğrafyada fiili anlamda güvenli bölge kurulmuş oldu. 

ABD neden Rahatsız? 

Türkiye, Fırat Kalkanı ile ABD’nin önceliği DEAŞ ile mücadelede başarı kaydediyor olsa da ABD’nin operasyondan çok da memnun olmadığı hatta rahatsız olduğu görülmekte. Bunun altında ABD’nin Kuzey Suriye’de PKK/YPG eliyle kendi kontrolü/etkisi altında bir bölge oluşturmak istemesi yatmaktadır. Suriye’deki YPG bölgeleri ABD etki alanı olarak kabul edilmekte ve Fırat Kalkanı gerçekleşmemiş olsaydı bu bölge tüm Kuzey Suriye’yi kapsayacak şekilde genişleyecekti. Buna karşın Fırat Kalkanı ile DEAŞ geriletilse bile doğacak boşluğun Türkiye ve Türkiye’ye yakın duran güçler tarafından doldurulacak olması rahatsızlık yaratmaktadır. 

Fırat Kalkanı ile Azaz-Cerablus hattında hamle sırası Türkiye’ye geçmiştir. Ancak ABD, El-Bab’da başarı sağlanamaz ve askeri operasyonlar ilerleyemezse 
“sıranın kendisine geçtiği” argümanını dillendirerek DEAŞ’a karşı YPG kozunu oynayacaktır. Tam da bu nedenle El-Bab’ta ÖSO-DEAŞ mücadelesinin sonucu 
Türkiye’nin Münbiç ve Rakka’daki konumunun ne olacağı sorusunun yanıtı açısından belirleyicidir. Yine bu nedenle ABD ve YPG, Türkiye’nin Kuzey Suriye’de bir bataklığa saplanmasını umabilir hatta bu yönde bir çaba içine girebilir. 



Obama yönetimi DEAŞ’a karşı başarı sağlamak istemektedir. ABD’nin ilk tercihi DEAŞ’ı YPG eliyle temizlemek ve tamamen kendisine bağlı bir nüfuz alanı oluşturmaktır. Ancak Türkiye’nin sahaya girişi ve olası başarısı ABD’nin kendini yeni duruma adapte etmesini zorunlu kılabilir. Obama yönetimi, DEAŞ 
ile mücadelede başarıyı Türkiye ve Özgür Ordu’da bulursa bunu kullanmak isteyebilir. ABD yönetimi içinde bir kanat hariç DEAŞ ile mücadelede YPG ile 
ittifak yapmak konusunda takıntılı bir yaklaşım söz konusu değildir. Türkiye’nin başarısı ABD yönetimi içinde Türkiye’nin hassasiyetlerinin dikkate alınması 
gerektiğini savunan kesimlerin elini güçlendirecektir. ABD muhtemelen YPG ile ittifakın kendileri için stratejik anlam ifade etmediğinin farkındadır. Bu nedenle 
Türkiye Fırat Kalkanı Operasyonu’nda başarılı olursa ABD’nin direnme şansı kalmayabilir, böylece YPGABD işbirliği sınırlarına ulaşmış olabilir. Bu açıdan 
ABD’nin bakışını etkileyecek en önemli gelişmeler şunlar olacaktır: 

1- Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’nda sağlayacağı askeri başarı ve El-Bab’ın DEAŞ’tan temizlenmesi. 

2- IŞİD’den kurtarılan bölgelerde yerel sosyal yapıyı dikkate alan bir sivil idare oluşturulması, bölgede temel hizmetlerin başarılı bir şekilde sunulması, istikrarın korunması ve genel olarak işleyen/istikrarlı bir yönetim modelinin oluşturulması. 

Fırat Kalkanı ile Azaz-Cerablus hattında hamle sırası Türkiye’ye geçmiştir. Ancak ABD, El-Bab’da başarı sağlanamaz ve askeri operasyonlar ilerleyemezse “sıranın 
kendisine geçtiği” argümanını dillendirerek DEAŞ’a karşı YPG kozunu oynayacaktır. 

Operasyon Genişler mi? 

Değişme ihtimali olmakla birlikte ABD yönetiminde baskın görüş YPG ile ittifakın sürdürülmesi ve Fırat’ın doğusundaki YPG kazanımlarının ne olursa olsun 
korunması şeklindedir. Bu nedenle ABD’de Pentagon başta olmak üzere YPG ile ittifakı savunan kurumlar Fırat Kalkanı’nı boşa çıkaracak hamleler yapabilir. Eylül 2016 ayı ortasında ABD Özel Kuvvetleri’nden bir grup askerin al-Rai’ye girmesi, protestolar ardından geri çekilmesi bu yöndeki girişimlerden biri olarak 
kabul edilmektedir. ABD’nin bu hamlesini takiben Fırat Kalkanı’na katılan bazı gruplar ABD’nin varlığını protesto ederek operasyondan çekilmiş ve DEAŞ kısa 
süre içinde bazı yerleşimleri geri almıştı. Operasyona katılan grupların çoğunluğu Türkiye’ye yakın dursa da Hamza Tugayı, El Mutasım Tugayı ve 13. Fırka, 
Türkiye’den daha fazla ABD’den destek alan ve onun yönlendirmesine açık gruplardır. ABD onayı olmak-sızın bu grupları Münbiç’e yönlendirmek, YPG ile 
savaştırmak mümkün değildir. Dolayısıyla ABD’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’nu içeriden etkileme kapasitesi de bulunmaktadır. Buna rağmen özellikle Türkiye’nin sahaya girmesiyle inisiyatifin büyük ölçüde Türkiye’de olduğu gerçektir. Türkiye kararlı davranır, operasyonlarda başarılı olur ve DEAŞ’tan kurtarılan bölgelerde başarılı bir yönetim modeli oluşturabilirse ABD’nin Münbiç ve hatta Rakka konusunda direnme şansı azalacaktır. 


ORSAM Araştırmacısı 
Oytun ORHAN 

Bu yazı “ Fırat Kalkanı: Hedefler, Fırsatlar ve Riskler ” başlığıyla Karar Gazetesinde yayımlanmıştır. 


***