DEVLET BAHÇELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DEVLET BAHÇELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2018 Pazartesi

Gaflet, Dalalet ve Hıyanet

Gaflet, Dalalet ve Hıyanet,


6/4/2001 - 11:00 - Atin




Elektronik posta vasıtasıyla İnternet'te dolaşan bir resim... 


Büyük önder Atatürk sanki bu günleri görmüş. Banka Soygunları, Şaibeli Enerji ihaleleri ve yolsuzluklarla büyük bir krizin içine sokulan Türkiye'mizin durumunu daha iyi seslendirebilmek mümkün mü?



***

3 Kasım 2018 Cumartesi

RÜŞVETE ELİNİ KAPTIRMIŞ BİRİSİ., CUMHURBAŞKANI OLAMAZ.


RÜŞVETE ELİNİ KAPTIRMIŞ BİRİSİ., CUMHURBAŞKANI OLAMAZ.

Bahçeli: Rüşvete Elini kaptırmış birisi Çankaya'nın yollarını çıkamaz MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olamayacağını söyledi.

SON HABERLER

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olamayacağını söyledi. Bahçeli, "Türk milleti topyekûn bakınca 'işte benim Cumhurbaşkanım' diyebilecek birisini bu yüksek göreve seçecektir. Rüşvete elini kaptırmış birisi Çankaya'nın yollarını çıkamaz. Fitne ve fesattan örümceklenmiş yüreklerle Çankaya yokuşu aşılamaz. Mustafa Kemal'e ayyaş diyen, katliamcı yaftası vurma teşebbüsünde bulunan birisinden Gazi'nin emanetine liyakat istense de görülemez." dedi. Partisinin Meclis Grup Toplantısı'nda konuşan Bahçeli, TBMM'nin 94'ncü kuruluş yıldönümünün yarın kutlanacağını hatırlattı. "23 Nisan 1920, varlığımıza, birliğimize, tarihsel sürekliliğimize diş bileyen kanlı hesaplara karşı Türk milletinin şeref ve namus mücadelesidir." diyen Bahçeli, ilk Meclisin gönülleri ve güçleri birleştirtiğini ve geçmişi ve geleceği buluşturduğunu vurguladı. İlk Meclisin aklı ve duyguyu kavuşturduğunu anlatan Bahçeli, şöyle devam etti: "Türk milleti yeniyi 94 yıl önce bulmuş, yenide 94 yıl önce mutabık kalmıştır. Artık bizim yeniye değil, yeninin üzerini gölgeleyenlerden, yeniyle ezelden beri ihtilaf içinde bulunanlardan kurtuluşa ihtiyacımız vardır. 

   Dün kadim bir medeniyetten yeni bir doğruluş vardı, bugün ise olgunluk çağına gelmiş, rüştünü ispatlamış bir devletimiz bulunmaktadır. Sorun ise bunu göremeyen, yeni diye geçmişi silip atma vefasızlığına tevessül eden yeni bir Mondros’çu ve Sevr’çi akım ve aktörlerin varlığıdır. Şunu bilmek lazımdır ki, yeni Türkiye hezeyanları ilk Meclis’in aziz hatırlarını inkârdır. Yeni Türkiye çekilen çileleri yok saymak, şehidin, şühedanın kemiklerini sızlatmak, ruhlarını incitmektir. Yeni Türkiye, bir yanda Kuva-yi Milliye’yi hakir gören, diğer yanda Kuva-yi İnzibatiye’yi referans alan içimizdeki yabancı beslemelerinin icadıdır. Yeni Türkiye lafları; Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da başı ezilen, İzmir’de denize süpürülen düşman emellerinin son kez dirilişi, son şanslarını kullanışıdır. Yeni Türkiye musibeti, numaralı Cumhuriyetçilerin içinde saklandığı ihanet projesidir. Bir devleti yenilemek, reforma tabi tutmak, eksik ve gediğini gidermek bir şey, yeni bir devlet tantanasını ayarı bozuk düdük gibi öttürmek başka bir şeydir. Başbakan’ın Yeni Türkiye’si, 23 Nisan 1920’nin iflası, hiçe sayılmasıdır." 

"ANKA KUŞU GİBİ DOĞAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN" 

"Ne Ötüken’i bırakırız, ne Ahlat’tan vazgeçeriz, ne Malazgirt’i unuturuz, ne Söğüt’ü kenara iteriz, ne de Ankara’ya yüz çeviririz." diyen Bahçeli, "Biz insanlığa zafer nasıl kazanılır, hükümran nasıl olunur öğretmiş bir milletiz. Biz yeryüzüne adalet ve iyi yönetim getirmiş bir kudretiz. Biz yenilgilerin külünden Anka Kuşu gibi doğan, Recep Tayyip Erdoğan gibilerini elinin tersiyle itmeyi başarmış, başarmaya azmetmiş büyük Türk milletiyiz. Mazisini tersleyerek, yeni sakızı çiğneyerek, dileklerinden ve derinlere tutunmuş kültürünü kötüleyerek var olmuş bir milleti bize kimse gösteremeyecektir. Yeni Türkiye diyenler önce kendi kirlerini temizlemelidir." diye konuştu. Türkiye’nin iyi yolda, iyi durumda, velhasıl iyi halde olmadığını belirten Bahçeli, akıl, izan, insaf ve sağduyudan yoksun kuru bir kalabalığın milletin huzurundan çaldığını vurguladı. Hakikaten de istikrarın mumla arandığını dile getiren Bahçeli, "Ne tarafa baksak sorun yumağıdır. Ne yöne dönsek anlaşmazlıklar diz boyudur. Türkiye samimiyet fukarası, ahlak yoksunu, milli mefkûre yabancısı bir iktidarın tahakkümü, tacizi ve taarruzu altındadır. Bu gidişat hayra alamet değildir. Bugünkü ülke manzarası iç açıcı olmadığı gibi, yakın vadede de birçok sıkıntı ve açmazın belireceğini göstermektedir." ifadelerini kullandı. 

''TÜRKİYE’DE SANKİ CUMHURBAŞKANI DEĞİL, AKP’YE GENEL BAŞKAN SEÇİLECEKTİR'' 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine değinen Bahçeli, şunları söyledi: "Teessüfle takip ediyoruz ki, Türkiye’de sanki Cumhurbaşkanı değil AKP’ye genel başkan seçilecektir. Zannedersiniz ki, önümüzdeki 10 Ağustos’ta AKP’nin kurultayı toplanacak, delegeler ismi önceden belli olan zatı seçecektir. Şu işe bakınız ki, Cumhurbaşkanı Seçimi’ne 110 gün kala sandıklar kurulmuş, oylar sayılmış, karar verilmiş, netice belli olmuştur. Yani 110 gün sonra bir formalite yerine getirilecek, yasal bir zorunluluğun icabı istenmese de yapılacaktır. Demokratik kültürün, demokratik kuralların, demokratik teamüllerin, demokratik usullerin hilafına ne varsa Türkiye’de dolaşıma girmiştir. Yine görüyoruz ki AKP, Cumhurbaşkanlığını tekeline almış, üzerine kapaklanmış, mızmızlanarak neredeyse kimseye yar etmem demeye getirmiştir. Önce şunu ifade etmek zorundayım ki, demokrasilerde hiçbir seçimin sonucu baştan belli değildir. Sandıktan kimin çıkıp çıkmayacağını, kimin seçilip seçilmeyeceğini kestirmek, kesin yargıya varmak bir defa demokrasinin ruhuna aykırıdır. Cumhurbaşkanı’na AKP’nin karanlık odaları değil, Türk milleti karar verecektir. 12’nci Cumhurbaşkanı’nın kim olduğuna dair son sözü; AKP’nin Başkanlık Divanı, MYK’sı, milletvekilleri veya bir başka organı değil, aziz milletimiz söyleyecektir. Siyasi kâhinlik, siyasi dalkavukluk ve saray soytarılığı yapanların milli iradeye saygısız davrandıklarını bilmeleri lazımdır. Cumhurbaşkanlığını çantada keklik gören ahmakların mahcubiyetten insan içine çıkamayacakları günler de inşallah yakındır." 

"BAŞBAKAN KARDEŞİM DEDİĞİ GÜL'ÜN ÖNÜNE TAKOZ KOYMAKTA" 

Anlaşıldığı kadarıyla Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı adaylığına çok istekli ve hevesli olduğuna dikkat çeken Bahçeli, "Ne var ki kardeşim dediği, kader ortaklığı yaptığı, beraber parti kurduğu Sayın Gül’ü de havuz medyası, tetikçi sözcüleri ve yandaş kalemler marifetiyle alttan alta rencide etmeye ve karalamaya başlamıştır. Sayın Gül’e AKP kaynaklı etkili bir blokaj yapıldığı görülmektedir. Parti genel başkanlığına ve Başbakanlık görevine oturmasına istekli ve itiraz edenlerin değişik zeminlerde seslerini yükselttikleri de bir gerçektir. Ayrıca 'borcumuzu ödedik, aradan çekilsin, Erdoğan isterse Cumhurbaşkanı olur, Gül de buna saygı duyar' beyanları açık bir şekilde Başbakan Erdoğan’ın lehine kulis faaliyeti yürütenlerin algı operasyonudur. Görülüyor ki, Başbakan Erdoğan kararını çoktan vermiştir. Sadece prosedür gereği etrafına ve partisinin yetkili kurullarına danışmaktadır. Sayın Gül’ün karşısına çıkmadan tüm taşların yerine oturmasını ve elinin güçlü olmasını arzulamaktadır. Başbakan kardeşine oyun oynamakta, ayağına çelme takmakta, önüne takoz koymakta, kenara çekmek ve minderde tuş etmek için son kozlarını gözden geçirmektedir. Hele ki, Başbakan’ın; terleyen, koşan aktif bir Cumhurbaşkanı’ndan bahsetmesi, seçilmesi halinde ise yetkilerini tam olarak kullanacağını ve halkın Cumhurbaşkanı olacağını iddia etmesi Sayın Gül’ü rencide eden ve başarısızlığını rumuzlu sözlerle yüzüne vuran nezaketsiz bir tavırdır. Demek ki, son yedi yıldır Çankaya’da pasif duran, koşmayan ve terlemeyen bir Cumhurbaşkanı vardır. Demek ki, son yedi yıldır, yetkilerini tam olarak kullanmaktan bihaber ve halkın Cumhurbaşkanı olmak gibi bir kaygısı bulunmayan bir kişi Çankaya’da oturmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın maksatlı sözlerinden anlaşılan ve çıkan sonuç budur. Başbakan kişiliğinin alametleri arasında fazlaca yer eden Brütüslüğü dört ayaklı koltuk uğruna kadim arkadaşına da reva görmüştür." şeklinde konuştu. 

"12. CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN OLMAYACAKTIR" 

12’nci Cumhurbaşkanının Recep Tayyip Erdoğan olmayacağının altını çizen Bahçeli, "Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri Anayasa’nın 104’ncü maddesinde yazılıdır. Bu madde kapsamında; Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Peki; devleti yıllardır zehirlemiş, kurum ve kurallarını örselemiş birisinden Cumhurbaşkanı nasıl olacaktır? Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil etmektedir. Peki; TC’ye ve Türk milletinin birliğine nefret duyan, tahammülsüzlük sergileyen hastalıklı bir ruhtan Cumhurbaşkanı nasıl çıkacaktır? Cumhurbaşkanı Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmektedir. Peki; kanundan kaçan, 12 yıldır Anayasa suçu işleyen, devlet organlarını çatıştıran haset ve hakaret ehli birisinden Cumhurbaşkanı olması nasıl beklenecektir? İktidarı kanunsuzluğun zirve yaptığı bir Başbakan’ın Cumhurbaşkanı olması halinde yargıyla ilgili yetki ve görevleri adaletli ve vicdanlara uygun şekilde yerine getirmesi nasıl mümkün olacaktır? Demokrasiyi rafa kaldırmış, çoğulculuğu yanlış yorumlamış, Meclis grubunu el kaldır-indir parantezine almış bir Başbakan’ın Cumhurbaşkanı olması halinde yasamayla ilgili yetki ve görevleri ifa etmesine hangi mantıkla inanılacaktır? Kuvvetler ayrımı bağlamındaki yürütmede sınıfta kalmış bir Başbakan, farz edelim Cumhurbaşkanı oldu, o zaman bu alandaki yetki ve görevlerini layıkıyla yapması nasıl iddia edilecektir? Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, ki bize göre imkânsızdır, sadece ve sadece bir yetkisini adam gibi kullanacaktır: 

    Bu da; sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmaktır. Burada gizli amaç PKK ve KCK’lıları teker teker serbest bırakmak ve hatta işi İmralı canisine kadar götürmektir.'' diye konuştu. 

''CUMHURBAŞKANLIĞI YEMİNİNE SADIK KALMAZ'' 

Cumhurbaşkanı’nın görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde edeceği yeminin Recep Tayyip Erdoğan’a yakışmayacağını, bu yemini etse bile bu yemine sadık kalmayacağını savunan Bahçeli, şöyle devam etti: ''Başbakan hangi yeminini tutmuştur da yenisine uyması beklenecektir? Yalancının yemini, Kilise’de namaza durduğunu söyleyen akıl ve iman fukarası bir sahtekârın hezeyanlarından farksızdır. Başbakan yeminleri bozarak, ilkelerini çiğneyerek 12 yılı adımlamıştır. Cumhurbaşkanı olacak kişi önce Türk milletini zihnen ve ahlaken kabullenecektir. Cumhurbaşkanı olacak kişi temsil etmekle mükellef olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne saygı duymalı ve riayet etmelidir. Çankaya köşkünde milletin birliği konusunda herhangi bir muammalı fikri olmayan, geçmişinde akçeli işlere bulaşmamış tertemiz bir kişi bulunmalıdır. Türk milleti topyekûn bakınca 'işte benim Cumhurbaşkanım' diyebilecek birisini bu yüksek göreve seçecektir. 

   Rüşvete elini kaptırmış birisi Çankaya’nın yollarını çıkamaz. Fitne ve fesattan örümceklenmiş yüreklerle Çankaya yokuşu aşılamaz. 

   Mustafa Kemal’e ayyaş diyen, katliamcı yaftası vurma teşebbüsünde bulunan birisinden Gazi’nin emanetine liyakat istense de görülemez. 
Cumhuriyet’e şaşı bakarak Yeni Türkiye aylaklığına çivilenen bir aymazdan, eski diyerek değersizleştirdiği 29 Ekim 1923’ün 12’nci temsilciliğine talipkar olması bir anlam ifade etmez. Ezcümle, Recep Tayyip Erdoğan’dan eşbaşkan olur ve olmuştur, belediye başkanı olur ve olmuştur, maalesef ki Başbakan da olur ve olmuştur; ne var ki Cumhurbaşkanı olmaz, olmamalıdır. Türk milleti kendisini ancak Başbakanlığa kadar taşımış, ancak bu kadarına rıza göstermiştir. 
Bundan sonrası kendisi adına karanlıktır. Bundan sonra gideceği ve oturacağı tek yer ise Yüce Divan’daki sanık sandalyesidir. 

Gün gelecek, bugünlerde saygı duymadıklarının, kararlarını milli bulmadıklarının vereceği hükme boyun eğecektir. 
Şunu da söylemeden geçmek istemiyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi günü ve saati geldiğinde Cumhurbaşkanlığı’na yakışacak, bu makamın ağırlığını taşıyacak Türk milletinin güzide bir evladını mutlaka milletimize takdim edecektir. 

Ve 12’nci Cumhurbaşkanlığına pırıl pırıl bir isim, vatan ve millet konularında en küçük şaibesi olmayan, herkesin 'aradığım buydu' diyebileceği değerli bir arkadaşımız aday olacaktır." CİHAN

Kaynak:

https://www.sonhaberler.com/siyaset/bahceli-rusvete-elini-kaptirmis-birisi-cankayanin-yollarini-cikamaz-h51573.html



***

14 Ocak 2017 Cumartesi

MHP’nin Üç Hali ve Gülen Örgütü


MHP’nin Üç Hali ve Gülen Örgütü



HALİME KÖKÇE
1 MAYIS 2016
SİYASET
Devlet Bahçeli’nin 1997’de başkan olmasından sonra MHP, ülkücü gençliğe dayalı sokaktaki sert aktivizmden ziyade, siyaset sahnesindeki etkinliği ile ön plana çıkmaya başladı. “ Merkez Siyasete Yakınlaştığı ” şeklinde analiz edilen bu dönüşümle birlikte MHP, “yıkıcı” değil “yapıcı” etkileriyle kendinden söz ettirdi.
90’lardan geriye kalan kirli siyasete ait enkazın adeta süpürüldüğü 2002’de, MHP de Meclis dışına itildi. Yakın tarihin bu tecrübesi Bahçeli liderliğindeki MHP’yi kritik hatalar yapmama, siyaseten çok sivrilmeme ve “milli menfaatler siyaseti” diyebileceğimiz bir asgari alanda varlık gösterme stratejisine sevk etti. Çünkü 2002’den sonra Türkiye’nin içine girdiği yeni süreç siyaset kurumunu güçlendirdi. Bu dönemde CHP merkezden uzaklaşırken MHP merkeze daha da yaklaştı. Fakat AK Parti’nin geniş kesimleri içine alan toplumsal kuşatıcılığı, ne MHP’nin ne de benzeri ideoloji tabanlı siyasi partilerin iktidar ortağı olmasına imkan tanımadı.
Gülen Örgütü’nün Mağduru
Bugün MHP ya da başka bir parti hakkında konuşurken AK Parti’nin siyaset alanında kapladığı yeri, Türkiye sosyolojisinin AK Parti üzerinden nereye aktığını hesaba katmak ve bu çıktıyla birlikte diğer partilere bakmak durumundayız. Zira 2013’ten itibaren AK Parti ve Tayyip Erdoğan’ı hedef alan yeni bir siyaset mühendisliği sahnelenmeye başlandı. Adına “ağır çekim darbe” ya da “siyasi mühendislik” ne dersek diyelim, bu girişimde CHP ve HDP gibi MHP’nin de katkısı vardır. “ Siyasetin siyaset dışı yollarla dizaynı ” şeklinde tanımlayabileceğimiz bu süreçte söz konusu siyasi partilerin her biri, yıkıcı etkilerini artırırken siyasi kabiliyetlerini kaybetti ve meşruiyet krizi yaşamaya başladı. MHP ve Bahçeli özelindeki vasat da tam olarak bu düzlemde ortaya çıktı.
MHP’yi analiz ederken üç evreden bahsedebiliriz. Bu üç evre arasındaki farkı belirginleştiren husus Bahçeli’nin Fethullah Gülen Örgütü’ne bakışıdır. 2011’de partisine yönelik kaset kumpasındaki tavrında belirginleşen ilk evrede Bahçeli, hiç düşünmeden “okyanus ötesini” işaret etmiş, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan farklı olarak bu kumpasın Pensilvanya’da mukim Fethullah Gülen’in işi olduğunu açıklıkla ifade edebilmiştir. O dönem seçim kampanyasında Zaman gazetesine reklam dahi vermemiştir. Ne var ki 17-25 Aralık’tan sonraki ikinci evrede partisini adeta paralel yapının hizmetine açan bir görüntü arz etmiştir.
Gülen Örgütü’nün Hizmetinde
Bahçeli bu ikinci evrede, 2011’de partisine yönelik kaset kumpasını ve ardından söylediklerini adeta unutmuş çasına bugün Paralel Devlet Yapılanması olarak adlandırılan örgütün ürettiği tüm argümanları siyaset sahasında kullanmaktan çekinmedi. Hatta cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın karşısına çıkartılacak “ Çatı Aday ” formülünü bizzat Bahçeli icat etti. Yine 2011’den farklı olarak 2014 seçim kampanyasında en çok ilanı Zaman gazetesine verdi. Bahçeli bu süreçte Erdoğan karşıtı cephenin temel aktörlerinden biri olarak hizmet verdi ve bu anlamda siyasetin yeni fay hattının oluşmasına büyük katkı sağladı.
Devlet Bahçeli 7 Haziran seçimlerinde partisinin oyunu ve milletvekili sayısını yükseltti, yüzde 16,3 oy ve 80 milletvekiliyle Meclis’in kilit partisi oldu. Fakat “hayırcı siyaset” olarak ifade edilen tavrı dolayısıyla, Türkiye’nin 1 Kasım 2015’te “tekrar seçime” gitmesine neden oldu. Bu ara dönem aynı zamanda Bahçeli’nin Paralel Yapı ile arasına mesafe koymaya başladığı bir dönem olmuştur. Bahçeli HDP’nin içinde bulunduğu bir hükümetin ortağı olmaya hayır diyerek siyaseten MHP’nin intiharının önüne geçmiştir. Bahçeli buna hayır demekle kalmamış, Meclis Başkanı seçiminde dahi partisini HDP ile aynı adaya oy veren bir konuma sokmak istememiştir. MHP’nin önündeki diğer seçenek AK Parti ile koalisyon ortağı olmaktı. Bahçeli bu yolu da kapatmış ve “hayırcı tutumu” sayesinde 7 Haziran akşamı söylediği gibi ülkeyi erken seçime götürmüştür.
Gülen Örgütü’nün Karşısında
“Hayırda hayır vardır” sözleriyle varılan 1 Kasım’dan sonra Bahçeli, parti içi iktidar kavgalarıyla uğraşmaya başladı. Bu üçüncü evrede “Fethullah Gülen Hareketi” ni açıkça Paralel Yapı olarak nitelendirmeye başlamış ve partisinin “okyanus ötesi” tarafından yürütülen bir operasyonla karşı karşıya olduğunu ifade etmiştir. Peki Bahçeli’ye bunları söyleten nedir?
2011’de partisine kaset kumpası yapıldığında işaret ettiği “okyanus ötesi” tehdidini neden 17-25 Aralık ile başlayan darbe sürecinde dile getirmekten imtina etmiştir?
İmtina etmek bir yana açıktan bu yapının amaç ve istekleri doğrultusunda hareket etmiştir. Bahçeli’nin 17-25 Aralık sürecinde, “Bizim Paralel’e teslim edecek ülkemiz yoktur” diyemeyip tehdit kendine yöneldiğinde, “Bizim Paralel’e teslim edecek partimiz yoktur” demesi söz konusu yapının MHP’yi hedef aldığı tezini ortadan kaldırır mı? Bahçeli’nin son dönemde parti içi muhalefete karşı geliştirdiği mezkur argüman pek çok çevrede bu soruların gündeme gelmesine sebep olmuştur.
Olağanüstü Kongre’nin Anlamı
Bahçeli’nin Meral Akşener’le ilgili tavrı aslında adaylığını açıklamadan önce belirginleşmişti.  Ayrıca Akşener’in Paralel Yapı’ya karşı zaafı olduğuna dair yorumlar da öteden beri yapılıyordu. “Akşener’in, pragmatik davrandığını zannettiği, lakin zararlı çıkanın kendisi olacağı” dost acı söyler kabilinden edilen laflardı.
Yargı ve emniyet bürokrasisindeki MHP’liler, 17-25 Aralık’tan itibaren Paralel Yapı ile mücadelede etkin rol oynamışken, Akşener’in Gülencileri kayırır pozisyon alması pragmatizmle dahi tevil edilebilir görünmüyor.
Akşener’in “ Ekmeleddin İhsanoğlu Paralel proje ise baş paralel Bahçeli’dir ” ya da  “ Tutuklu polislerin haklarının iadesi MHP’nin seçim vaadiydi ” gibi argümanlarla Bahçeli’yi sıkıştırması da son tahlilde kendisinin Paralel Yapı’ya müzahir duruş içinde olduğunu teyit etmektedir.
Akşener’in, MHP’yi merkez sağa açacağı, Ümit Özdağ ve Sinan Oğan’ın ise radikalleştireceği yorumları yapılmaktadır. Koray Aydın ise tüzük kongresi dahi yapılmadan Meral Akşener’le liderlik çekişmesine girerek gündeme gelmiş, bu da aslında söz konusu dört adayın Bahçeli karşısında güçlerini birleştiremeyeceği şeklinde yorumlanmıştır. Bu manzara bile tek başına MHP’de yaşanan depremin çok hasar vereceğini göstermektedir.
Bahçeli, AK Parti’nin anayasa önerisinin referanduma taşınmasına yeşil ışık yaktığı için mi parti içi muhalefet harekete geçti sorusu da önemli. PKK’nın yapamadığını MHP tabanına yaptırmak, ülkücü gençleri sokağa döküp toplumsal gerilimi tırmandırmaya çalışmak da Paralel Yapı’nın MHP’ye yönelik ilgisinin arkasında aranabilir. 2013’ten beri Türkiye’de olan bitene bakınca, ikisi için de komplo teorisi diyemeyiz.
Ayrıca komplo teorisi diyerek tehlikeyi bertaraf etmiş olmuyoruz. Bilakis görüşü değersizleştirip olacak olana ön açıyoruz. Bahçeli’ye karşı çıkan muhalif isimlerin kimler tarafından desteklendiği de aslında bu işin akıbeti hakkında fikir veriyor. MHP’nin başarısız bir grafik çizmiş olması elbette parti içinde sorgulanabilir bir şeydir. Ancak söz konusu muhalif isimlerin MHP için bir ümit vadettiklerini söyleyen de çıkmamıştır. Mahkemenin kayyum  kararı temyiz edilse bile, parti içindeki muhalefetin kongre talebi karşılanmadan MHP nispeten sakin bir limana demirleyemeyecektir.

6 Aralık 2016 Salı

MHP'yi Baraj Altında Bırakan kim? Bahçeli...




MHP'yi Baraj Altında Bırakan kim? Bahçeli...




Özgür Erdem

Türk Solu Dergisi; 
Sayı ; 297


       MHP'nin tasfiye olmaya başlaması Türkiye'de milliyetçiliğin düşüşe geçmesinin bir ürünü değil. Aksine Türk milleti MHP'yi yeterince milliyetçi olmadığı için, 

" Milliyetçi " söylemlerinin gereklerini yapmadığı için cezalandırıyor. 

Bu durum, son derece hayırlıdır, çünkü Türkiye'nin en önemli sıkıntısı olan "gerçek" milliyetçi bir partinin oluşması için iyi bir siyasi ortam oluşmuştur. 
MHP'den umudunu kesen milyonlarca Türk insanının beklentilerine yanıt vermek de biz Atatürkçülere düşüyor. 
Bu nedenle, MHP'yi ABD tasfiye etmek istiyor, Fethullah ve AKP MHP'siz meclis istiyor deyip MHP'yi savunmak hiç doğru değil. Aksine bırakın MHP tasfiye olsun. 
Tasfiye olsun ki gerçekten milliyetçi bir parti Türk milletinin önüne seçenek olarak çıkabilsin. 

Ulusal Parti bu göreve taliptir. 

Atatürkçü çizgisiyle hem PKK'ya gerçekten karşı çıkabilecek cesarette bir örgütlenmedir. 

Hem de AKP gericiliğiyle asla uzlaşmayacak tek partidir.

Ağlama Bahçeli, ağlama!

Bahçeli son günlerde oldukça ilginç açıklamalar yapıyor. Türkiye'nin 2 partili sisteme götürülmek istendiğini, MHP'nin tasfiye edileceğini, partisinin baraj altında bırakılmak istendiğini söylüyor.

Referandum sonuçları ortada. Ortaya çıkan önemli sonuçlardan birisi İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi'nde MHP'nin çok kan kaybettiği ve tabanını 
AKP'ye kaptırdığı...

MHP'den öyle büyük bir kaçış söz konusu ki, önümüzdeki seçimlerde baraj altında kalma korkusunu yaşıyorlar.

Ancak bunun nedeni Bahçeli'nin ifade ettiği gibi Türk siyasetinde oynanan oyunlar değil. Temel neden MHP'

nin kendi tabanını memnun etmeyen politikalar takip etmesi.

Öncelikle şunu ifade edelim. MHP, girdiği her seçimde barajı aşmış bir kitle partisi falan değildir. Bu yüzden Bahçeli, bizi barajın altına itmek istiyorlar derken insaflı olmalıdır.

Şöyle bir hatırlatma yapalım. MHP bugüne kadar girdiği seçimlerde ne kadar oy almış acaba?

1965 %2,2 (O zamanlar ismi CKMP'ydi)

1969 %3,0

1973 %3,4

1977 %6,4

1987 %2,9 (O zamanlar ismi MÇP'ydi)

1991 (Barajı geçmek için RP ile ittifak yaptı)

1995 %8,2

1999 %18,0

2002 %8,4

2007 %14,3

Görüldüğü üzere 45 yıldır toplam 10 seçime katılmışlar. Sadece 2'sinde barajı geçebilmişler.

Yani MHP'nin baraj altında kalması şaşırtıcı bir olay olmamalı MHP'liler açısından.

Tabloya bakınca ilginç bir nokta daha göze çarpıyor. 1999 seçimlerinden beri MHP'ninoy oranı çok dalgalanmış. 1999'da %18'le ikinci parti olmuş, Bir sonraki seçimler olan 2002'de ise baraj altında kalmış. 2007'de barajı aşabilmiş. Ama 2011'de yine baraj altında kalmaları bekleniyor.

Öyleyse en basitinden şu analizi yapabiliriz: Demek ki MHP belli dönemlerde seçmene umut vermiş, oyunu artırmış, ama bekleneni yapamamış ki bir sonraki seçimde hemen oyları düşmüş.

Öyleyse o dönemleri bir hatırlamakta fayda var...

MHP ne yaptı da Türk insanını kandırıp oyunu aldı...

Ve ne yapmadı da o oyları hemen bir sonraki seçimlerde kaybeti...

1999 seçimleri: Kürtçü partiler tasfiye oldu

90'lı yıllar Türkiye'de PKK bölücülüğünün arttığı, bu­na karşılık da Türk miletindeki milli hassasiyetlerin yükseldiği bir dönemdi. Özellikle 28 Şubat döneminde sınır ötesi operasyonlar sayesinde PKK'ya vurulan ağır darbelerle birlikte, bölücülük güç kaybederken, Türkiye'de milliyetçilik güçlendi.

Tam da böyle bir dönemde yapılan 1999 seçimlerinde DSP ve MHP çok yüksek oy alarak ilk iki sırayı paylaştı. Bu sonuç aslında 90'lı yıllar boyunca Türkiye'yi yöneten partilerin Türk milleti tarafından cezalandırıldığı anlamına geliyordu.

Kimdi bu partiler? Demirel ve Özal önderliğindeki merkez sağ. Yani DYP ve ANAP. 1983'ten beri Türkiye'yi yöneten merkez sağ zihniyetin ülkeyi PKK'ya teslim olma aşamasına getirdiği görüldü. Bu iki parti de 1999 seçimlerinde hüsrana uğradı.

Diğer hüsrana uğrayan parti ise Refah Partisi'ydi. Gerek 28 Şubat sürecinin yarattığı Şeriatçılık karşıtı hava, gerekse Refah Partisi'nin Kürtçü hareketle olumlu ilişkileri bu partinin de 1999 seçimlerinde güç kaybetmesine neden oldu.

CHP ise 90'lı yıllar boyunca Kürtçülükle arasına bir türlü mesafe koyamamasının bedelini ödedi. Üstelik Türk halkı, SHP'nin 91 seçimlerinde PKK'nın yasal partisi HEP'i meclise taşımasını da asla unutmadı. Bu yüzden SHP-CHP'nin oyları 90'lı yıllar boyunca eridi durdu. Sonuç olarak 1999 seçimlerinde onlar da baraj altında kaldı.

MHP 99 seçimlerinde barajı nasıl geçti?

MHP tarihi boyunca ulaşabildiği en yüksek oy oranına 1999 seçimlerinde ulaştı: %18.

Bunun en büyük nedeni Bahçeli'nin meydanlarda Apo'yu asacaklarını söylemesiydi. Apo henüz yeni yakalanmıştı ve hak ettiği cezayı bulup asılacağı umudu oluşmuştu. 
15 yıllık PKK terörünün artık biteceği ve binlerce şehidin hesabının sorulacağı sanılıyordu. DSP ve MHP'nin 99 seçimlerinde aldıkları yüksek oy da bu umudun bir sonucuydu. 

Milliyetçi sağ seçmenler MHP'ye, milliyetçi sol seçmenler ise DSP'ye yöneldi.

Ayrıca bir önceki seçimler olan 1995'te birinci parti olan Refah Partisi'nin izlediği rejim karşıtı politikalar da büyük tepki toplamıştı. 

1997'deki 28 Şubat da, Türk milletindeki Atatürkçü hassasiyetleri harekete geçirmişti. Böylece 1995'te Refah Partisi'ne kayan belli bir sağcı ta­ban da MHP'ye yöneldi. Çünkü MHP'nin Refah Partisi gibi Şeriatçı olmadığı düşünülüyordu.

MHP Apo'yu Asamayınca baraj altında kaldı

99 seçimlerinin ardından seçimin iki büyük galibi MHP ve DSP, güvenoyu için gerekli sayıya ulaşmak amacıyla ANAP'ı da yanlarına alarak koalisyon oluşturdular.

Türk milletinin bu koalisyondan iki beklentisi vardı. Birincisi, PKK'dan hesap sorulması ve Apo'nun yargılanıp asılması. İkincisi, Refah Partisi'nin başlattığı rejim karşıtı Şeriatçı yönelimin durdurulması.

Ancak koalisyon bu beklentileri karşılayamadı. Aksine Türkiye o dönemde ABD'ye, AB'ye ve IMF'ye teslim oldu. Milliyetçi Türk halkının oylarıyla iktidara gelen DSP ve MHP, Türkiye tarihinin en işbirlikçi dönemlerinden birini yaşattı.

AB ile Uyum Yasaları çıkarıldı, Kürtçülüğe büyük tavizler verildi.

İdam Cezası Kaldırıldı, Apo Kurtarıldı.

Ekonomi tamamen IMF güdümüne terk edildi. Türkiye'yi ekonomik krizden kurtarması için IMF'ci Kemal Derviş getirildi.

Böylelikle Türk milleti Türkiye tarihinin gördüğü en büyük tasfiyeyi 2002 seçimlerinde DSP ve MHP'ye yaşattı. İki parti de baraj altı kalıp meclis dışında kaldı.

AKP iktidarı Türkiye'ye MHP'nin hediyesi

Bugün Bahçeli, MHP'nin bir " Dış güçler operasyonu "yla meclis dışında bırakılacağını söylüyor. Halbuki, AKP'nin bir "dış güçler operasyonu"yla iktidara geldiği 2002 seçimlerinde, operasyonu başlatan bizzat kendisi olmuştu.

AB Uyum Yasalarının çıktığı, ekonomik krizin en yoğun haliyle yaşandığı, Türk milletinin Apo'yu asamadıkları için DSP ve MHP'ye büyük tepki gösterdiği bir dönemde, erken genel seçim çağrısı Bahçeli'den geldi. Sıradan bir kasaba politikacısı ya da herhangi bir köy muhtarı adayının bile tahmin edeceği üzere o seçimlerde MHP kesin kaybedecekti. Ama Bahçeli "bile bile lades" oldu.

Bu hata sadece siyasi körlük ya da strateji yanlışlığıyla açıklanamaz. Açık bir şekilde, bilinçli bir ihanettir.

2002 seçimleri aslında ABD'nin Türk siyasetine yön verdiği seçimler oldu.

O dönem Irak'a saldırıp Saddam'ı devirmek isteyen ABD, DSP'nin ve Ordu'nun direnişiyle karşılaşıyordu. Üstelik AB yasaları ve ekonomik kriz nedeniyle yıpranan DSP-MHP-ANAP hükümeti, ABD'nin istediği kamuoyu desteğini de sağlamaktan acizdi.

Yeni, yepyeni, yıpranmamış, Ordu'yu da hizaya sokabilecek, ABD'nin Irak işgalini koşulsuz destekleyecek bir hükümet gerekliydi. Ve bunu en iyi yapacak parti de 
Tayyip'in AKP'siydi.

Ancak ABD'nin acelesi vardı. 2003'te olması beklenen seçimler, Irak işgalinin bir yıl ertelenmesi demekti. Üstelik bu bir yılda, işgale direnecek Ecevit de ekonomik krizin yaralarını sarabilir, tekrar seçimlerde iddialı hale gelebilirdi.

Bahçeli'nin 2002'deki erken seçim çağrısını, büyük siyasi hata olarak değerlendirenler yanılıyor. Bahçeli'nin o erken seçim çağrısı siyasi körlüğünün değil, Amerikan işbirlikçiliğinin göstergesidir.

ABD'nin kurduğu, beslediği, büyüttüğü bir parti, bunun diyeti olarak bir seçimi kaybetmeyi de göze almalıydı.

Nitekim o diyet ödendi. Bahçeli, kendi partisinin baraj altında kalacağını bile bile, ABD'nin hatırına erken seçimi istedi. Bir yıl erkene alınan genel seçimler, 

ABD planlarının devamını sağlayacaktı.

Varsın MHP de baraj altında kalsındı.

Bahçeli AKP'ye hiç muhalefet yapmadı

Peki bugün niye MHP baraj altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya?

Bunun iki temel nedeni var.

Birincisi, MHP AKP'nin bir muhalifi asla olmadı.

İkincisi, MHP AKP'nin Kürtçülüğüne ve gelişen PKK terörüne karşı mücadele etmedi.

Bu iki maddeyi de biraz açalım.

MHP, AKP iktidarının en büyük koltuk değneği oldu. AKP'nin son olarak referanduma verilen Anayasa değişikliği dışındaki bütün anayasa değişikliklerine onay verdi. 

Özellikle türban ile ilgili Anayasa Mahkemesinin de sonradan iptal ettiği değişiklik MHP desteğiyle meclisten geçmişti.

Sadece bu değil, 22 Temmuz seçimleri sonrasında meclise giren MHP'nin yaptığı ilk iş, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP için boykot etmeyip aday göstererek 
Abdullah Gül'ün seçilmesini sağlamak olmuştu.

Dolayısıyla 2002'de ülkeyi erken seçime götürerek iktidarı hediye ettiği AKP'ye bu şekilde ikinci büyük kıyağını yapıyordu Bahçeli... 

Ve Çankaya'yı da Gül'e hediye ediyordu...

Üstelik 2007'den beri MHP, AKP'ye muhalefet etmedi. AKP'nin her tür gerici uygulamasıyla uzlaştı, hatta bu durumdan memnun oldu. Ve sonuç olarak bugün yine baraj altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Bu son derece normal.

AKP'ye muhalif olması gereken bir parti, muhalefet yapmazsa nasıl oy alsın ki? Nitekim, MHP AKP'nin dümen suyuna girmenin bedelini tabanını AKP'ye kaptırarak ödüyor. 

AKP'nin gerici politikalarıyla uzlaşarak AKP tabanından bir şeyler kopartırım hesapları tutmadı Bahçeli'nin.

Ava giden avlandı ve tabanını yitiren Bahçeli oldu.

AKP gericiliğiyle işbirliği yapan Bahçeli, MHP tabanını toptan gericileşmesini sağlamış oldu. Ve o gerici olmuş taban da gericiliğin esas oğlanına vardı doğal olarak...

PKK'ya karşı çıkmayan MHP tasfiye oluyor

Ancak MHP'deki kan kaybının esas nedeni PKK'yla mücadele eden bir parti olmamasıdır.

Özellikle son 3-4 yıldır PKK saldırılarında verdiğimiz şehitler çığ gibi arttı. Ve Türk milleti, şehit cenazelerinde hem bu durumun baş sorumlusu AKP'yi protesto etti, hem de PKK terörüne karşı mücadele azmini gösterdi.

Ama Türk milletinin " Kahrolsun PKK " diye sokağa döküldüğü bu dönemde MHP'nin tavrı " Evinize Dönün " demek oldu. Bahçeli sürekli "itidal" çağrıları yaptı.

Bu, bir hata değil, aynen 2002'de yaptıkları gibi, ağababaları ABD'nin verdiği direktifin sonucuydu.

ABD Türk milletinin PKK'ya karşı ayağa kalkmasından çekiniyor, milliyetçi yükselişi bir şekilde durdurmak istiyordu. Türk milletinin %90'lar oranında nefret ettiği ABD bir "itidal" çağrısı yapsa, tabii ki dinleyen olmayacaktı. Bunu en iyi "milliyetçi" bilinen bir parti yapabilirdi.

Bahçeli, işte bu görevi de üstlendi. Sokaklara çıkan Türk milletin sürekli evine dönmeye çağırdı. Bu çağrı sokakları PKK'ya teslim edin demekti.

Allahtan Türk milleti MHP liderini takmadı da, sokaklar PKK'ya teslim olmadı. Bütün "  İtidal " çağrılarına karşın Türk insanı meydanı boş bırakmayacağını defalarca gösterdi. 

O kadar ki, Bahçeli bu konuda kendi parti örgütüne bile hakim olamadı.

Bahçeli bununla da yetinmedi. Türkiye çapında " Kardeşlik " mitingleri düzenledi. Kürtler Batı Anadolu'da Türk mahallelerine saldırır, Türkler kendi malını, canını, 
namusunu korumaya çalışırken Bahçeli il il gezip "Bin Yıllık Kardeşlik" mitingleri düzenlemeye, Türklerle Kürtlerin bin yıldır kardeş olduğunu anlatmaya koyuldu.

Bu da Affedilir bir politika değildi. 

Zaten MHP 2007 seçimlerinden sonra meclise girer girmez, PKK'lı Ahmet Türk'ün ve Apo'nun Avukatı Hasip Kaplan'ın ellerini sıkarak aslında hiç de PKK karşıtı 
olmadığını göstermişti. Türk milletinin Kürt istilasına karşı bu derece bilinçlendiği bir dönemde, " Türk - Kürt kardeşliği " nden  bahsetmesi de asla unutulmadı...



http://www.turksolu.com.tr/320/foto/bahceli-hasip-kaplan.jpg

Dolayısıyla MHP, aynen 2002 seçimlerinde yediği tokadın bir benzerini yemek üzere...



http://2.bp.blogspot.com/-a5jih7cPLJg/Vlc1M-0KM2I/AAAAAAAAJ-Y/XOcLKn5IwkA/s1600/RES%25C4%25B0M%2BKOY%2B%2BTOKALA%25C5%259EMA%2BVE%2B%2B%25C3%2596NERGE..jpg


2002'de Apo'yu asmadığı ve Avrupacılık, IMF'cilik yaptığı için baraj altı kalmıştı.

Şimdi de PKK'ya karşı mücadele etmek isteyen Türk milletini durdurmaya çalıştığı, PKK'lıların elini sıktığı ve bölücü terörün artmasına neden olan AKP iktidarıyla hep uzlaştığı için aynı tokada hazır olmalı...

MHP'nin tasfiyesi Atatürkçüler için hayırlıdır

Aslında bu gelişme son derece hayırlı. MHP'nin tasfiye olmaya başlaması Türkiye'de milliyetçiliğin düşüşe geçmesinin bir ürünü değil. 
Aksine Türk milleti MHP'yi yeterince milliyetçi olmadığı için, "milliyetçi" söylemlerinin gereklerini yapmadığı için cezalandırıyor.

Bu durum, son derece hayırlıdır, çünkü Türkiye'nin en önemli sıkıntısı olan "gerçek" milliyetçi bir partinin oluşması için iyi bir siyasi ortam oluşmuştur.

MHP'den umudunu kesen milyonlarca Türk insanının beklentilerine yanıt vermek de biz Atatürkçülere düşüyor.

Bu nedenle, MHP'yi ABD tasfiye etmek istiyor, Fethullah ve AKP MHP'siz meclis istiyor deyip MHP'yi savunmak hiç doğru değil. Aksine bırakın MHP tasfiye olsun. Tasfiye olsun ki gerçekten milliyetçi bir parti Türk milletinin önüne seçenek olarak çıkabilsin.

Ulusal Parti bu Göreve taliptir.

Atatürkçü çizgisiyle hem PKK'ya gerçekten karşı çıkabilecek cesarette bir örgütlenmedir. Hem de AKP gericiliğiyle asla uzlaşmayacak tek partidir.

Bu da zaten Türk milletinin beklentisi değil mi?

PKK'yla ve AKP'yle uzlaşayacak gerçekten milliyetçi bir parti...

MHP'nin tarihi boyunca olamadığı, asla da olamayacağı kimlikte bir parti...

Böyle bir partiyi seçenek olarak Türk milletinin önüne getirmek görevi biz Ulusal Partililere düşüyor.


http://www.turksolu.com.tr/299/erdem299.htm

1 Mart 2015 Pazar

APO YU İPTEN DEVLET BAHÇELİ VE MHP Lİ VEKİLLER KURTARDI ..

APO YU İPTEN DEVLET BAHÇELİ VE MHP Lİ VEKİLLER KURTARDI ..



Apo’yu ipten kurtaran MHP  ve Devlet Bahçeli’dir!
MHP’nin ihaneti ve gerçek milliyetçiliğin doğuşu

Ali Özsoy




















Ulusal Parti’nin başlattığı yeni kampanya ile tüm Türkiye’nin sokakları Türk’ün sesiyle çınlamaya başladı. Artık sokaklarda yepyeni bir gündem var.
Ulusal Parti standına her siyasi görüşten, her partiden vatandaş geliyor. Şu bir gerçek ister AKP’ye, ister CHP’ye, ister MHP’ye oy vermiş olsun, kendini Türk hisseden herkes idam cezasının geri gelmesini, Apo’nun asılmasını istiyor.
Türk siyasi hayatında artık yeni bir saflaşma yaşanıyor: Türklüğe bağlı olanlar ve karşı olanlar...
Bu yüzden eski partilerin seçmenleri, üyeleri ve hatta yöneticileri bile Ulusal Parti’yi büyük ilgiyle karşılıyor. Kendi partilerinin ihanetleri onları yeni arayışlara yöneltiyor.
Geçmişte yaşanan ihanetler adeta halkımızın boynuna zincir, ayaklarına pranga oldu. Herkes geçmişte verilen sözleri bize hatırlatıyor. Kimisi “asamazsınız, ABD izin vermez” diyor. Kimisi“Sizin dediğinizi MHP de demiyor mu? Onlar da Apo asılsın diyor ama asamadılar.”
Samimi bir eski ülkücü hayıflanıyor: “Siz asın valla sizden olacağım. Bizimkiler sözünü tutamadı, asamadı.”
Şu gerçek herkesçe iyi bilinmelidir. MHP asamadı değil!
Asmadı, astırmadı.
MHP Apo’yu asmanın değil, astırmamanın partisiydi.
Bu amaçla 1999’da iktidara getirilmişti.
Türk milliyetçiliğini yok etmek, halkın milliyetçiliğe olan güvenini ortadan kaldırmak için bu parti elinden gelen her şeyi yaptı.


İhanetin kısa tarihçesi


İşte Apo’yu asmama belgesi  Altında Bahçeli’nin İmzası var!
























Apo’nun idam kararı TBMM’ye sevk edilmek üzere Başbakanlığa gönderildi. Ama bu dosya Başbakanlık’tan TBMM’ye asla gönderilmedi. Tam 3 yıl boyunca dosya hasıraltı edildi. Bu Türkiye tarihinde bir tektir. Apo’ya bu iltimas ve kıyak dönemi boyunca MHP iktidardı.
Dosyayı Meclise getirmek için tek bir eylem yaptılar mı? Kıllarını kıpırdattılar mı? Hayır! Tersine dosya başbakanlıkta kalsın diye ellerinden geleni yaptılar.
12 Ocak 2000 tarihinde Başbakanlıkta kritik bir toplantı yapıldı. Başbakan Bülent Ecevit ve koalisyon ortakları Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz tam 7,5 saat boyunca Apo’nun idamıyla ilgili dosyayı görüştü. ABD ve AB idama karşıydı. Koalisyonun temel hedefi ise AB’ye katılmaktı. Her üç lider mutabakata vardı. Bu yazılı olarak zapta geçildi. A­po’nun idam dosyası Meclis’e getirilmeyecekti.


MHP yönetimi özellikle son günlerde yeniden idamdan bahsediyor. DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde diğer partilere sözlerini dinletemedikleri için idam edemediklerini ileri sürüyorlar.
Birincisi MHP mağdur değildir. Tersine şehit ailelerini ve Türk milletini mağdur etmiştir. Apo’yu kurtarmışlardır. Hem de tek bir sloganla, “asacağız” diye milyonlardan oy toplamalarına ve iktidara gelmelerine rağmen.
İkincisi idamın kaldırılması MHP’ye rağmen değil, MHP sayesinde gerçekleşmiştir. Bu gerçek çok iyi algılanmalıdır. Çünkü “MHP bile asamadı” söylemi halkımızı yılgınlığa sevk etmek için sürekli öne sürülmektedir.
Yakın tarihi hatırlayalım. 16 Şubat 1999’da Kenya’da teröristbaşı bordo bereliler tarafından yakalandı. Tam da bu süreçte Türkiye seçim sürecine girdi. İktidarda DSP-ANAP koalisyonu vardı. Bu iki parti Apo’nun yakalanmasının primini seçimlerde toplamayı hesaplıyordu.
Bir diğer parti MHP ise tek bir sloganla seçimlere giriyordu: “Apo’yu asacağız!” Ve bu sayede oylarını neredeyse üçe katlayarak tarihinde görmediği büyük bir seçim zaferi kazandı.
18 Nisan 1999’da DSP-MHP-ANAP koalisyonu kuruldu. Bu üç partiyi iktidara taşıyan dalga ulusalcılıktı. Oysa her üç parti çok daha gizli bir gündemi savunuyordu: İdamı kaldırmak ve AB’ye üye olmak.
Abdullah Öcalan’ın yargılanmasına 31 Mayıs 1999’da başlandı. İmralı’daki mahkeme 29 Haziran 1999’da son buldu. Karar oybirliğiyle idamdı. Hiçbir hafifletici neden ve indirim de söz konusu değildi.
Yargıtay kararı 25 Kasım 1999’da onayladı.
Karar TBMM’ye sevk edilmek üzere Başbakanlığa gönderildi.
İşte bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en utanç verici sayfaları dönemin iktidarı tarafından yazılmaya başlanacaktı.
Bu dosya Başbakanlık’tan TBMM’ye asla gönderilmeyecekti. Oysa kanunlar açıktı. İdam cezasının infazı için dosyanın Meclis’e getirilip oylanması şarttı. Tam 3 yıl boyunca dosya hasıraltı edildi.
Bu Türkiye tarihinde bir tektir. Apo’ya bu iltimas ve kıyak dönemi boyunca MHP iktidardı.
Dosyayı Meclise getirmek için tek bir eylem yaptılar mı?
Kıllarını kıpırdattılar mı?
Hayır!
Tersine dosya başbakanlıkta kalsın diye ellerinden geleni yaptılar.
12 Ocak 2000 tarihinde Başbakanlıkta kritik bir toplantı yapıldı. Başbakan Bülent Ecevit ve koalisyon ortakları Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz tam 7,5 saat boyunca Apo’nun idamıyla ilgili dosyayı görüştü.
ABD ve AB idama karşıydı. Koalisyonun temel hedefi ise AB’ye katılmaktı. Her üç lider mutabakata vardı. Bu yazılı olarak zapta geçildi. Apo’nun idam dosyası Meclis’e getirilmeyecekti.
Çıkışta onlarca tv kamerası üç lideri bekliyordu. 70 milyon canlı olarak liderlerin aldıkları bu kararı dinledi.
Şimdi Devlet Bahçeli hangi yüzle milliyetçilikten bahsetmektedir?
“Apo’yu bize astırmadılar” sözü tamamen yalandır. Siz hep birlikte astırmadınız.


DSP-MHP-ANAP’ın Ulusal Programı

Şimdi sözü Devlet Bahçeli’ye bırakalım. Böylelikle hiçbir MHP’li bizim iftira attığımızı ileri süremez. Aşağıdaki sözler Devlet Bahçeli’nin 25 Haziran 2002’de Ertuğrul Özkök ile yaptığı röportajdan.
Bu tarihlerde kimilerinin ulusalcılık şampiyonu ilan ettiği dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer AKP dâhil AB’ye üyeliği destekleyen tüm partileri köşke topla-
mış, bir tek MHP bu toplantıya çağrılmamıştı. Tüm Türkiye idam meselesi yüzünden koalisyonun çatırdayacağını düşünüyordu.
Oysa bakın Devlet Bahçeli, Ertuğrul Özkök’e ne kadar kesin konuşuyor. 25 Kasım 1999 tarihinden itibaren Apo’nun idamının büyük bir rezaletle Başbakanlıkta saklanmasının nedeninin kendi imzaları olduğunu nasıl itiraf ediyor:
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre kesinleşmiş idam cezalarının yerine getirilmesi kararı münhasıran TBMM’nin yetkisindedir. Hükümet, TBMM’nin 1984 yılından bu yana yaşama hakkının özüne dokunulmaması yönünde benimsediği uygulamaya saygılıdır. Türk ceza hukukundan ölüm cezasının kaldırılması hususu, şekil ve kapsamı itibariyle TBMM tarafından orta vadede ele alınacaktır.’”
Devlet Bahçeli’nin bahsettiği bu metin DSP-MHP-ANAP’ın AB’ye taahhüt olarak imzaladıkları Ulusal Programın 2.1.8 No’lu bölümünden alıntıdır.
Devlet Bahçeli 25 Haziran 2002’de Ertuğrul Özkök’e neden Apo’yu asamayacaklarını çok açık bir şekilde itiraf etmektedir. Devlet Bahçeli’nin “Apo asılmayacak” taahhüdünün metninin altında imzası vardır.
Bu tarihi bir belgedir. Kimse inkâr edemez. Hükümet olmak için ilk başta bu sözü vermişlerdir.

“Sözünün eri”, “Mert Başbuğ”


İşte belgesi: Bahçeli idamı kaldırma sözü verdi 












































Devlet Bahçeli, Ertuğrul Özkök ile röportajında konuyu hep devlet adamlığı ciddiyetine getiriyor ve idamla ilgili verdikleri sözü tutmak zorunda olduklarını belirtiyor:
“Bir, bizim ölüm cezalarının uygulanmayacağı yolunda bir moratoryum ilan ettik. Buna sadığız. İki, idam cezasının kaldırılmasını orta vadeli bir karar olarak ilan ettik. Buna sadığız.”
“Sözünün eri” devlet adamımız ABD ve AB’ye verdikleri sözü tutmak için her şeyi yaptı.
Peki ya, seçim meydanlarında 70 milyon Türk halkına verdikleri “asacağız” sözüne ne oldu?
“Devlet adamı ciddiyeti” burada işlemiyor muydu?
Devlet adamlığı ABD ve AB’ye karşı “ciddi”, halka karşı ciddiyetsiz olmak mı?
Röportajda Ertuğrul Özkök Devlet Bahçeli’ye öylesine içten ve net sorular soruyor ki, o gün verdiği yanıtlardan Devlet Bahçeli bugün asla kıvırtamaz.
Özkök “kötü durum” senaryosu olarak şunu merak ediyor:
“Peki, Meclis’e geldiği takdirde, bazı milletvekilleri, biraz da seçim ortamının etkisiyle, ‘Getirin şu dosyayı Meclis’te oylayalım’ derse ne olacak?”
Bahçeli kesin emin. Milletvekillerinin hepsini kontrol altına almış. Asla Apo’yu asmayacaklarını bakın nasıl belirtiyor:
“İdam cezaları uygulanmayacak diyen o moratoryumu kim imzaladı? Altında bizim imzalarımız yok mu? Elbette imzamıza sadık kalacağız.”
Özkök bile bu yanıta şaşırıyor:
“Ya yıl sonunda AB bize tarih vermezse ne olur? Bunun sorumluluğu MHP’nin üstüne yıkılmaz mı?”
Bahçeli kendi partisinden ve siyasi geleceğinden çok AB ve Apo’yu düşünüyor. Bakın ne cesaretli bir yanıt veriyor:
“Siyaset risk alma sanatıdır. İnandığınız bir konuda elbette risk alacaksınız.”
MHP’nin aldığı riskin bedelini şimdi İmralı’daki katilin emriyle her gün şehit edilen Türk gençleri ödüyor.

Adalet Komisyonunda yaşanan rezalet


Bu röportajı internetten herkes okuyabilir. Zaten yakın tarihimiz Devlet Bahçeli’nin ABD ve AB’ye sadık kalma pahasına uyguladığı bu ihanet politikasının sonuçlarını içermektedir.
Bilindiği gibi idam cezasının kaldırılması adım adım oldu.
Önce 3 Ekim 2001 günü Anayasa’nın 38. maddesine ‘savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemeyeceği’ ifadesi eklendi.
Devlet Bahçeli dâhil tüm MHP bakan ve milletvekilleri bu maddeye evet oyu kullandı. Bu madde “terör suçlarının” idamla cezalandırılıp cezalandırılmayacağının düzenlemesini kanun çerçevesinde meclise bırakıyordu. Aslında meclisin ne yapacağı da belliydi.
O dönem SP’den ayrılarak yeni kurulmuş olan AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan çok sinsice bir politika yürütüyordu. Tayyip Erdoğan hükümetin ABD tarafından yıkılacağını biliyordu. Bir an önce başbakan olmak istiyordu. İdam meselesinin buna vesile olması için çalışıyordu. AKP, idamın kaldırılmasının Anayasal olarak hükme bağlanmasını istiyordu. İş Türk Ceza Kanunu (TCK) değişikliğine bırakılmamalıydı.
Hükümet ortakları AKP’nin bu taktiğine koalisyon dağılmasın diye başka bir taktikle yanıt verdi. İdamın kaldırılmasına yönelik idamla ilgili Anayasa değişikliği sınırlı ola-rak yapıldı. Böylelikle idamı tamamen kaldırmak için TCK değişikliğini beklemek ve bu sayede süreci uzatmak mümkün oldu.
Ancak Tayyip Erdoğan 2002 yazında yepyeni bir açıklama yaptı. İdamın kaldırılmasının kanun çerçevesinde yapılmasına artık karşı olmadıklarını belirtti. Bu konuda TCK değişikliği yapılırsa AKP olarak destek vereceklerdi. Böylelikle DSP-ANAP ile MHP arasındaki çatlak derinleşmiş olacaktı.
Bundan sonra TCK’da idamın kaldırılması için TBMM Adalet Komisyonuna teklif getirildi. Burada Türk tarihinin en büyük rezaletlerinden biri yaşandı. MHP’li Mehmet Gül de bunu itiraf etmektedir. Meclisteki Adalet Komisyonunda “Apo’ya af yasası” olarak bilinen idamı kaldıran düzenleme görüşülüyorken; AKP inanılmaz bir taktik adım daha attı. AKP’li milletvekilleri DYP milletvekili Sevgi Esen’in TCK değişikliğindeki “idam ile ilgili hüküm bu sefer için Meclise gelmesin” şeklindeki komisyona getirdiği yeni bir önergeye destek verdiler. Amaç belliydi: Koalisyon ortaklarını birbirine düşürmek.
Devlet Bahçeli’nin birden bire etekleri tutuştu. Komisyondaki MHP’li üyeler AKP önergesine destek verip, TCK değişikliğinde idam maddesini saf dışı etme eğilimindeydiler.
MHP’li üyeler Bahçeli’nin odasına çağrıldı. Odadan çıktıklarında hepsi kıpkırmızı kesilmişti. Mehmet Gül odadan çıkıyorken kendi ifadesiyle gözyaşları içindeydi. Apo’yu kurtarmak ülkücülere nasip olmuştu.
“Sert ülkücülerimiz” komisyonu terk edip gitti. Güya protesto etmek için. Bir tek MHP’li üye Orhan Bıçakçıoğlu ise idamın kaldırılmasının TCK değişikliğinden çıkarılması için verilen önergeye parti disiplinine rağmen evet oyu verdi.
Sonunda önergeye verilen bir MHP’li milletvekili, DYP’li ve AKP’li vekillerin toplam 7 evet oyuna karşı DSP-ANAP ve SP’lilerin 10 hayır oyuyla idamı kaldıran hüküm TCK değişikliğinde aynen kaldı.
Komisyondaki diğer 5 MHP milletvekili ise çekimser oy kullanmış oldular.
Eğer bu “çekimser” ülkücüler oy kullansaydı matematik 12’ye karşı 10 oy olacaktı.
MHP’liler o gün oy kullansalardı idamı kaldıran yasa meclise bile gelmeyecekti.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bunu engelledi.

Sahte milliyetçilerin millete ihaneti

Adalet Komisyonunda bu oyunları oynayan AKP 3 Ağustos’ta idamın kalkması için evet oyu kullanacaktı. Zaten oylamanın sonucu belliydi. Bütün partiler Apo’nun kurtarılmasından yanaydı. DSP-DYP-YTP-SP-AKP-ANAP evet oyu kullandılar.
MHP’liler ise güya şov yapacak ve oy toplayacaklardı. Ancak asıl yaptıkları evetçilere çanak tutmaktı. Çünkü isteseler oturumu engelleyebilirlerdi.
3 Ağustos 2002’de yasa Meclise gelmeden hemen önce, MHP’liler bal gibi Meclisten istifa edip yasayı engeller ve seçime gidebilirlerdi. Ve böyle bir restten sonra asla AKP iktidara bu gücüyle gelemezdi. Kim bilir belki MHP iktidar olurdu.
Ama onlar öylesine Amerikancıydılar ki; idam yasası geçmeden değil, yasa geçtikten sonra meclisi kilitleyip, “hadi seçime gidelim” dediler. Kendi partilerini barajın altına indirme pahasına ABD’ye hizmetlerini tamamladılar.
Böylelikle Türk halkına iki kazık attılar. Hem meclisten idamı geçirttiler, hem de iktidarı hemen AKP’ye teslim ettiler.
Oysa 3 Ağustos’tan önce TBMM’den istifa edebilirlerdi. Bunu yapabilselerdi hem idam yasalaşmaz hem de AKP ezici bir çoğunlukla iktidara gelmezdi. Adeta görünmez bir el onlara bu millet için olabilecek en kötü sonuç için yön vermişti.
Bu elin daha başbakan olmadan önce Tayyip Erdoğan’ı Beyaz Saray’da kabul edip elini sıkan Irak soykırımcısı ve Türk düşmanı George Bush’un eli olduğuna şüphe yok.
Devlet Bahçeli gerçekten de tam bir “Devlet Adamıydı.” Kendi partisini hezimete uğratmak pahasına Amerikan devleti için en iyi sonucu yarattı.
3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP de geri kalan ihanet yasalarını tamamladı. “Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri” durumunda idama olanak tanıyan Anayasa’nın 38. maddesini değiştirmek ve idamı anayasal olarak yasaklamak da AKP’ye ve bunu destekleyen CHP’lilere nasip oldu. Apo’yu böylelikle Meclisteki tüm partilerimiz kutsamış oldu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en büyük ve en eli kanlı vatan haininin hayatını kurtarmak için tüm yasa ve Anayasa maddelerimiz bütün partilerin suç ortaklığıyla değiştirildi. Bu utanç hepsinindir. Ama MHP’nin suçu çok daha büyüktür.

http://www.turksolu.com.tr/290/ozsoy290.htm