Özcan Yeniçeri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özcan Yeniçeri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Aralık 2020 Cuma

Akil İnsanlar ve Toplumsal Algı

 Akil İnsanlar ve Toplumsal Algı 

Akil İnsanlar, Toplumsal Algı, Özcan Yeniçeri, İmralı, Bebek Katili, Bülent Arınç ,

Yazar: Özcan Yeniçeri 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 


Akil insan konusunu ilk ortaya atan İmralı’daki teröristbaşıdır. İmralı’ya yapılan ziyaretler sırasında Öcalan avukatları vasıtasıyla, Hakikatleri Araştırma ve Akil Adamlar Komisyonu kurulmalı demişti. 
Süreç içinde AKP’nin kapısını çalan Kılıçdaroğlu da Akil Adam Komisyonu’nun kurulmasını önermişti. 
Gelinen aşamada Başbakan Erdoğan’ın, Öcalan’ın Akil adam görüşünü benimseyip uygulamaya geçirdiği görülmektedir. 
Başbakan Erdoğan, bu komisyonun görevini katıldığı bir televizyon programında şöyle ifade etmiştir: “Toplumsal algıyı oluşturmak, geliştirmek için toplumda karşılığı olan kişilerden akil insanlar kadrosu kurulacaktır. Yani akil insanların görevi, toplumsal algıyı yönetmektir.” Hükümet, akil insanları kullanarak “barış süreci” adını verdiği, İmralı canisi Öcalan ile AKP iktidarı arasında süren görüşmelere halk nezdinde karşılık bulmaya çalışmaktadır. Demokrasilerde bir hükümetin, halkın toplumsal algısını yönetmek üzere komisyon kurması ve bunu ilan etmesi düşünülemez. Halka senin algını yönetmek için komisyon kuruyoruz demek, halka hakarettir. Bu tavır halkı; bir şey bilmez, algılamaz, anlamaz kuru kalabalık yerine koymaktır. Halkın algısını halka rağmen yönetmeye kalkmak totaliter iktidarların işidir. 

Başbakan Erdoğan’ın bu tavrı AKP iktidarının içine düştü açmazı göstermektedir. 
Akil insan; Öcalan ile yürütülen görüşmelere kayıtsız şartsız destek veren edebiyatçı, şarkıcı, televizyoncu, sanatçı, artist, köşe yazarı, siyasetçi ve benzerlerine AKP ile Öcalan’ın uygun gördüğü addır. Akil insanlar, tek yanlı, devlet destekli, sonsuz imkânlı yönlendirme faaliyetinde bulunacaklardır. Hükümetin adımlarını, hükümetin adamları olarak yerine getireceklerdir. 

Esasen toplum tarafından bilinmeyen hiçbir görüşleri olmayan akil insanlar, PKK ile iktidarın başlattığı görüşmelere karşı çıkanları ikna etmeye daha doğrusu yönlendirmeye çalışacaklardır. Akil insanların ilk hedefi şehit ve gazi yakınları ve İmralı canisi Öcalan’ın meşru muhatap alınmasına karşı çıkanlar olacaktır. 

Akil İnsanlar, AKP’nin Öcalan ile devleti muhatap etmesinin yararlarını geniş imkanlardan yararlanarak halka anlatacaklardır. 

Akil İnsanlar; Arınç’ın “ Dağdaki PKK’lılar için ağlamayan insan değildir ”, “ PKK’lılara yapılan bana da yapılsa ben de dağa çıkardım ”, “ Öcalan geçmişte beş vakit namazını kılardı ” söylemleri bağlamında terör örgütünün ve liderinin imajını değiştirmeye çalışacaklardır. İşin daha da özeti, akil insanların görevi Bülent Arınç’ın üzerindeki yükü hafifletmektir. Hükümet İmralı’daki bebek katiline 
verdiği sözün gereğini yerine getirmiş BDP ile birlikte akil insan tespitini büyük ölçüde tamamlamıştır. 

Akil İnsanlar; halka, terörün döktüğü kanın durması için Öcalan ile Tayyip Erdoğan ikilisinin başlattığı görüşmelerin dışında bir yol olmadığını anlatacaklardır. Terörle mücadelenin terörü önlemeye yetmediğini, her yolun denendiğini ve sonuç alınamadığını artık denenmeyeni deneyerek sonuç almak gerektiğini, iktidarın da bunu yaptığını söyleyeceklerdir. 

Halkı, PKK’nın terör örgütü değil, “ Yasal olmayan örgüt” olduğu yolunda ikna etmeye çalışacaklardır. PKK’nın yaptığının terör değil, isyan olduğunu, bundan da “asimilasyoncu” ve “inkârcı” politikalarının sorumlu olduğunu vurgulayacaklardır. İmralı canisi Öcalan’ın “ Bebek Katili” imajını değiştirerek onu ’barış havarisi’olarak halka takdim edeceklerdir. 

İmralı canisi Öcalan’ın Diyarbakır meydanında halka okunan sözlerinin, barış için terörden kurtuluşun tek çıkar yol olduğunu ilan edeceklerdir. İmralı canisiyle görüşmelere karşı çıkanların Kandan Beslenenler ” ve “ terörün bitmesini istemeyenler” olduğunu anlatacaklardır. 

İmralı canisiyle iktidarın görüşmeleri sürerken hükümetin hiçbir taviz vermediğini, bir televizyon bir de jimnastik imkânı dışında terör örgütü liderine imkân sağlamadığını söyleyeceklerdir. Terörün bitmesiyle Türkiye’nin şaha kalkacağı, ekonominin tavan yapacağı kehanetlerinde bulunacaklardır. Türkiye’deki terörden PKK terör örgütü ve İmralı canisi Öcalan’ın değil Ergenekon” adlı derin devlet yapılanmasının sorumlu olduğunu iddia edeceklerdir. 

http://www.21yyte.org/ adresinden 05.04.2013 11:09 tarihinde indirilmiştir


***

2 Nisan 2020 Perşembe

PKK’dan Bölücülük Rolü çalmak!

PKK’dan Bölücülük Rolü çalmak!

Özcan Yeniçeri,

BDP, TBMM’nin içinden, Öcalan İmralı’dan Cemil Bayık ve Murat Karayılan ikilisi de Kandil’den sürekli Türkiye’yi tehdit ediyor. Bayık, iktidarın istedikleri yasaları çıkartmadığı takdirde, “kendi yasalarını ilan edeceklerini” söylüyor.
Tehditlerine gerekçe olarak da “paket” in istediklerini kapsamadığını söylüyorlar. PKK’yla görüşerek sorunların çözülmesini, Öcalan ile yapılan görüşmelerin “araçsal” lıktan “stratejik” bir konuma yükseltilmesi gerektiğini söylüyorlar. 
Bu gelişmeleri düz mantıkla yorumlayanlar, muhalefetin PKK’nın isteklerini yerine getirdiğini, Başbakan’ın paketi Öcalan’ın talepleri doğrultusunda şekillendirdiği yolundaki iddialarının doğru olmadığını dile getiriyorlar.
Hemen başından söyleyelim, PKK’nın taleplerinin tamamını AKP hükümeti yerine getirmiş olsa bile, Kandil ya da İmralı ‘teşekkürler hükümet’ demeyecektir ve demez. Terör ve bölücü cenah iktidarın attığı ya da atacağı bütün adımları yetersiz ve taleplerini karşılamaktan uzak olduğunu söyleyeceklerdir. Taktik gereği bu böyledir.

Bu gerçek, AKP iktidarının hazırladığı paketin, PKK/Apo/Kandil/BDP formatlı olmadığını göstermez. AKP iktidarının PKK/Öcalan’ın görüş ve taleplerini bizzat üstlenerek yerine getirmiş olması, o görüş ve taleplerin AKP’nin görüşleri olduğu anlamına gelmez. Nitekim akil adamlar için komisyon kur! Ana dilde savunma hakkı için yasa çıkar! TBMM’de çekilme ve çözümü izleme komisyonu kur diyen, İmralı’daki teröristbaşıdır. Onun taleplerini iktidarın yerine getirmiş olması bu görüşlerin AKP’nin özgün görüşleri olduğu anlamına gelmez.
Teröristbaşı’nın “nevruz mektubunu” ,  “Kuzey Kürdistan Kürt Konferans” düzenleme taleplerini, BDP’lilerle görüşme imkânlarını sağlayan da AKP’dir. AKP bu ve benzer adımları atarken İmralı’daki teröristbaşının görüşlerini almadığını düşünmek akla ziyan bir durumdur.

AKP ile PKK/İmralı ikilisinin, icat edilmiş “Kürt Sorunu” nun çözülmesi konusundaki görüşleri arasında sanıldığı gibi büyük farklar yoktur. PKK/İmralı taleplerinin tamamının  “Demokratikleşme” paketinde yer almamasının nedenini Tayyip Erdoğan, paketi sunarken açıkladı. Arkası gelecek dedi. Hazmettire hazmettire, aşama aşama talepleri yerine getireceğiz mesajını verdi. Bir süre önce Tayyip Erdoğan’ın “2023’te Kürdistan, Lazistan eyaleti olabilir” anlamına gelen sözlerini kimin hangi ihtiyacını karşılamak için söylediğini iyi düşünmek gerekir.

Diğer yandan terör örgütünün çekilmeyi durdurduğunu açıklaması üzerine şu değerlendirmeyi yaptığını unutmamak gerekir: “Sanırım mesajlar Kandil’e geç ulaşıyor. Ya da acele ediyorlar. Bizden 4 partinin uzlaşamadığı hususlarda yasa çıkarmamızı istiyorlar. Diğer partilerin kabul etmediğini bize fatura etmeye çalışıyorlar” diyerek, örgüte karşı kendisini savunmuştu. 

Elbette Tayyip Erdoğan, “Bu paket bir dayatmanın eseri değildir. Bu paket, bir müzakerenin, bir pazarlığın eseri değildir” diyecektir. Dayatma altında, PKK ile müzakere ederek bu paketi çıkarttık, diye Tayyip Erdoğan’ın halka açıklama yapmasını herhalde kimse beklemiyordu. 

T.C.’yi PKK, roket atarlarla tabelalardan silmeye çalışıyordu, AKP,  “T.C. tabelalara sığmıyor” gerekçesiyle indirdi. “Andımız” dan PKK fena halde rahatsızdı, AKP “demokratikleşme” bağlamında bu rahatsızlığı giderdi. PKK, ’ana dilde eğitimi tartışmayız, temel talebimiz’, diyordu AKP “önce özel okullarda sonra da anayasa değiştirilerek diğer okullarda hayata geçirilecek”  mesajını verdi. PKK, “demokratik özerklik” istiyordu, AKP bunun Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekinceleri kaldırarak gerçekleştirileceğini zaten ilan etmişti. Bunun için AKP’nin sadece zamana ihtiyacı vardır. BDP “hadi ne duruyorsun adım at!” dedi, AKP “demokratikleşme paketi” çıkararak bir adım atmış oldu. BDP’li belediyeler, yörelerinde tabelalara yerlerin eski isimlerini yazmıştı, AKP bunu resmi hale getirmiş oldu. 

Öcalan’ın statüsü konusunu da Erdoğan’ın statüsü konusundaki gelişmelere bağlı olduğu ima edilmiş durumdadır. Erdoğan, Başkan olarak Çankaya’ya, Öcalan halk kahramanı olarak Diyarbakır’a... 

Model budur.

***

5 Aralık 2019 Perşembe

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 3

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 3





Mal bildirimi ne zaman verilir?

a- Zorunlu haller:

-Kamu görevlilerinin işe girişlerinde (işe giriş için gerekli belgeler arasında yer alır ve bu belge olmadan göreve başlatılmaz),

-Görevlerinin sona ermesi hallerinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

-Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde (ek bildirim)
bildirimde bulunulması zorunludur.

Birçok memur görevlerinden ayrılma halinde mal bildirimi zorunluluğuna uymamaktadır. Yine başka kurumlara atanma hallerinde de beyanname vermeyi unutuyorlar ve farkına vardıklarında da başımıza iş açarız endişesiyle genel beyan dönemine kadar seslerini çıkarmamayı tercih ediyorlar.

b - Ek bildirim:

Kamu görevlileri; kendilerinin, eşlerinin ve velayetleri altındaki çocuklarının şahsi mal varlıklarında önemli bir değişiklik olduğunda, değişikliği izleyen bir ay içinde yeni edindikleri mallara ilişkin ek bildirim vermek zorundadırlar. Bildirimde diğer malların yeniden belirtilmesine gerek yoktur.

Önemli değişikliğin anlamı ise; Kendilerine aylık ödenenler, net aylık tutarının beş katından; aylık ödenmeyenler ise Genel İdare Hizmetleri sınıfında birinci derecenin birinci kademesindeki şube müdürüne ödenen net aylığın beş katından fazla değer ve tutarındaki mal varlığındaki artışlar anlaşılmalıdır.

Belirli bir tutarın altında yer alan mal varlıklarındaki artışların beyan zorunluluğu da bulunmamaktadır. Çünkü, Yönetmelikle genel beyan döneminde gayri menkullerin tutarı dikkate alınmaksızın beyan zorunluluğu getirilmişken ek mal beyanında edinilen malın hem mahiyet hem de miktarının birlikte dikkate alınması gerektiğinden net aylık tutarının beş katından az tutardaki mal edinimlerinin beyan zorunluluğu bulunmamaktadır.

Yönetmelik hükmüne bakıldığı takdirde “8 inci maddede gösterilen mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesinde malın mahiyetinin ve miktarının birlikte aranması gerekmekte olduğu görülecektir. Cümledeki VE bağlacı açık bir şekilde bu durumu izah etmektedir. Şayet Yönetmelik maddesinde geçen “mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesi “mahiyet veya miktardaki malın iktisabı” şeklinde ifade edilmiş olsaydı, o zaman gayri menkullerle menkuller ayrı ayrı dikkate alınmalıydı. Ancak, böyle bir ayrıma gidilmediği açıkça görülecektir.

c- Bildirimin yenilenmesi:

Kamu görevlileri, görevlerine devam ettikleri sürelere rastlayan, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar mal bildirimini yenilemek zorundadır.

Mal bildirimleri eski bildirimlerle karşılaştırılıyor mu?

Mal bildirimlerinde yer alan bilgiler, kamu kurumları bilgisayarlarında mevcut bilgilerle bilgisayar ortamında ve gizliliği sağlanacak şekilde karşılaştırılır. Ancak, uygulamada beyannamelerin zarflarında müfettişleri veya muhakkikleri beklediği görülür.

Yapılan karşılaştırma sonucunda gerçeğe aykırı bildirimde bulundukları veya haksız mal edindikleri, kaçırdıkları veya gizledikleri anlaşılanlar hakkında yetkili mercilerce Cumhuriyet başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulur.

Kamu Görevlileri Etik Kurulu mal bildirimlerini gerektiğinde inceleme yetkisine sahiptir. Mal bildirimlerindeki bilgilerin doğruluğunun kontrolü amacıyla ilgili kişi ve kuruluşlar talep edilen bilgileri en geç otuz gün içinde Kurula verirler.

Haksız mal edinme nedir?

Yönetmeliğe göre, mevzuata veya genel ahlaka uygun olarak sağlandığı ispat edilmeyen mallar veya ilgilinin sosyal yaşantısı bakımından geliriyle uygun olduğu kabul edilemeyecek harcamalar şeklinde ortaya çıkan artışlar, mal bildirimine ilişkin Kanun kapsamında haksız mal edinme sayılmaktadır.

Dikkat edin, gayrimenkul ediniminde ek beyan konusunda tartışma var

Bize göre genel beyan dönemi dışında gayrimenkul ediniminde de mal varlığındaki artış tutarı maaşın 5 katı kadar ise ek mal beyannamesi verilmemelidir. Ancak, bu konuyu farklı yorumlayan kurumlar çıkabilir ve ek mal beyanı verme döneminde olduğu gibi tutarı ne olursa olsun ek mal beyanı verilmeliydi denebilme riski olduğu için riske girmeden gayrimenkul ediniminde tutara bakmadan süresinde ek mal beyannamesi verilmesini öneririz.

Burada dikkate edilmesi ve bilinmesi gereken bir husus da birlikte oturulsa dahi velayet altında olmayan çocuklar için yani 18 yaşından büyük çocuklar için hem genel beyan, hem de ek beyan döneminde mal beyannamesi vermeye gerek olmadığıdır.

Kamuda yaşanan canlı bir örnek

Ben Temmuz/2012 de devlet memurluğuna atandım. Memuriyete başlarken istenen evraklarla birlikte Mal Bildirim Beyanında bulundum. Bu beyanımda Şubat/2012 de (memuriyete başlamadan önce) sözleşmesini yaptığım ve peyderpey taksitlerini ödediğim EMİNEVİM sözleşmesini bildirmedim. Çünkü bu bir borçlanma değil, tasarruf şekli olduğu için (çünkü ortada herhangi bir gayrimenkul, tapu vb. bir şey yok) mal bildirim beyanında bildirmedim. Daha sonra buraya ödediğim taksit miktarı maaşımın 5 katına ulaştığında ek mal bildirim beyanı ile Şubat/2013 bildirimde bulundum. Bunun üzerine, beyanlarımda uyumsuzluk olduğu gerekçesiyle, kademe durdurulması cezası verilmesi için hakkımda soruşturma açıldı ve devam ediyor.

Burada bir kaç sorum olacak:

1- Eminevim'le yaptığım sözleşme mal bildiriminde belirtilmesi gereken bir husus muydu? (sonuçta bir tasarruf şekli ve buradan istediğim zaman ödediğim taksit tutarlarını geri alarak ayrılabilirim.

2- Aday memurlar mal bildirimi ve Ek Mal Bildirimi Beyanından ne kadar sorumludurlar.

3- Aday memurların yukarıdaki disiplin cezasını alması durumunda uygulanabilirliği var mıdır? (aday memurların kademe ilerlemesi yapılmıyor.)

4- Ceza almam durumunda memuriyetim in sona erme ihtimali var mıdır. Bütün bunlara karşı ne yapmam gerekir.

Mal beyanı memurların en fazla sıkıntıya düştükleri konulardan birisidir. Kamu kurumunun iyi niyeti veya kötü niyetine göre uygulama değişmektedir. Özellikle de en fazla sıkıntı ek mal beyanında yaşanmaktadır. Birçok memurun Mal Bildiriminde Bulunulması Hakkında Yönetmelik 'te yer alan ince detayları bilmesini beklemek doğru bir yaklaşım değildir.

Bu Yönetmelik detaylı bir şekilde incelenirse belirli bir miktarın altındaki mal varlığındaki artışın ek mal beyanına konu olmayacağı görülecektir.

Yönetmelikteki yukarıda yer verilen hükümler gereğince belirli bir tutarın altında yer alan mal varlıklarının beyan zorunluluğu da bulunmamaktadır. Çünkü, Yönetmelikle genel beyan döneminde gayri menkullerin tutarı dikkate alınmaksızın beyan zorunluluğu getirilmişken ek mal beyanında edinilen malın hem mahiyet hem de miktarının birlikte dikkate alınması gerektiğinden net aylık tutarının beş katından az tutardaki mal edinimlerinin beyan zorunluluğu bulunmamaktadır.

Yönetmelik hükmüne bakıldığı takdirde “ 8 inci maddede gösterilen mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesinde malın mahiyetinin ve miktarının birlikte aranması gerekmekte olduğu görülecektir. Cümledeki VE bağlacı açık bir şekilde bu durumu izah etmektedir. Şayet Yönetmelik maddesinde geçen “mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesi “mahiyet veya miktardaki malın iktisabı” şeklinde ifade edilmiş olsaydı, o zaman gayrimenkullerle menkuller ayrı ayrı dikkate alınmalıydı. Ancak, böyle bir ayrıma gidilmediği açıkça görülecektir.

Süresinde Mal bildiriminde bulunmamaktan ne anlaşılmalıdır?

Yönetmeliğin süresinde mal bildiriminde bulunmama başlıklı 17 maddesinde; “Bu Yönetmelikte belirtilen süreler içinde mal bildiriminde bulunmayanlara, bildirimin verileceği mercilerce yazılı olarak ihtarda bulunulur. Bu ihtar, ilgilisine Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ olunur. İhtarın kendisine tebliğinden itibaren bir ay içinde bildirimde bulunmayanlar hakkında gerekli işlem yapılmak üzere yetkili Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunulur. Müfettiş ve muhakkikler de, soruşturma ile ilgili olarak verdikleri süre zarfında mal bildiriminde bulunmayan hakkında yetkili Cumhuriyet başsavcısına suç duyurusunda bulunurlar.” hükmüne yer verilmiştir.

Görüleceği üzere, Devletin istihdam ettiği memurlarının peşine hafiye gibi düşmek ve işte seni şimdi yakaladım demek yerine unutma, mevzuatı bilememe veya tereddüt edilen konular gibi durumlarda kurumların veya soruşturmacının gerekli hatırlatmayı yapması ve belirlenen sürede de beyanda bulunulmaması halinde hem disiplin hem de adli yönden gerekli cezai işlemin yapılması gerekmektedir.

   Yönetmeliğin geneline bakıldığı takdirde beyanname verilme sürelerinin açıkça belirtilmiş olmasına rağmen ayrıca ihtarda bulunulma müessesi getirilerek süre verilmesi ve bu süre sonunda da beyanda bulunulmamasının cezalandırılması cihetine gidilmesi cezai işlem uygulamadan önce yapılması gereken önemli bir iyi niyet göstergesi ve durumudur. 

    İlgili Kanun ve Yönetmeliğin birlikte değerlendirilmesi halinde; beyannameler arasında karşılaştırma yapılması zorunluluğu bulunması ve mal varlığındaki artışların izah edilememesi halinde de yaptırım uygulanması önemli bir husustur. Aksi takdirde en tepedeki yöneticiden tutun da en alt unvandaki personele kadar bu yaptırımla karşılaşmayacak personel yoktur.

Uygulamada beyanname vermeyi unutan birçok personelin acaba bize ceza verilir mi diye beyannameyi vermeme yolunu tuttuğu görülmektedir. Bu şekilde beyannameyi zamanında vermeyi unutan personel arasında en yüksek unvandan en aşağı unvana kadar personel bulunmaktadır. İdarelerin personele tuzak kurması düşünülemeyeceğinden unutma ve benzeri nedenlerle zamanında beyanda bulunamayan personele kademe ilerlemesi cezası verilmesi doğru değildir. Nitekim bu konuyla ilgili olarak aşağıda yer verilen 2010 tarihli ve 3 sayılı Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının hazırlamış olduğu bir inceleme ve araştırma raporunda bizim görüşlerimizi birebir destekleyen ifadelere yer verilmiştir.

Diğer yandan örnekteki sözleşme gereğince oluşan borç alacak ilişkisinin belirli bir tutarın altında kalması halinde beyan edilmesine gerek yoktur. Bu durumu şöyle de örneklendirebiliriz:

Aylık net maaşı 4000 TL olan bir memur her ay maaşından tasarruf ettiği tutarı herhangi bir finans kurumuna yatırıyor. Bir müddet sonra meblağ çoğalırsa bu tutarı ek beyanla beyan etmek zorunda mıdır? Elbette hayır. Çünkü, bu tutar ani bir artış olmadığı için mal varlığında önemli bir değişiklik değildir ve ek beyana gerek da yoktur.

Ayrıca, idare bunun da beyan edilmesini istiyorsa ilgili memuru uyarır ve beyan edilmesini talep eder. Şayet bir ay içerisinde beyanda bulunulmazsa o zaman adli ve idari süreci başlatır.

    Çarpıcı başka bir örnek

Seçimler Nedeniyle bir genel müdür görevinden istifa etti ve aday adayı oldu. Daha sonra da milletvekili adayı oldu. Ancak, seçilemediği için tekrar görevine 
dönmek istedi. İlgililer baktılar ki göreve tekrar dönmek isteyen genel müdür seçim nedeniyle görevinden ayrıldığı halde bir ay içerisinde beyanname vermemiş. 

    Bu durumda ilgili genel müdür hakkında disiplin işlemleri yapılarak süresinde mal beyanında bulunmadığı için kademe ilerlemesinin durdurulması cezası 
verilerek genel müdür olarak atanması engellenecek mi?

İşte bu örnek dahi konunun nasıl bir boyutunun olduğunu göstermektedir. 

İşte idarelerin masum memurların üzerlerine gitme yerine mevzuatın tanıdığı hakkı yerine getirerek süresinde mal beyanında bulunmayan memura bir aylık süre verilmeli ve sonucuna göre işlem yapılmalıdır. Yazımızın başında yer verilen masum memura ceza verilerek aday memur olduğu için görevine son mu verilmeli yoksa Yönetmelikte yer verilen hüküm işletilerek bir aylık süre mi verilmelidir?

Süresinde mal bildiriminde bulunmama ile İlgili teftiş raporu

Bu konuyla ilgili olarak Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanarak Gümrük Müsteşarına sunulan 03.05.2010 tarihli raporda önemli hususlara yer verilerek konu bütün detaylarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.

Hazırlanan raporda şu tespitler yer almıştır:

“657 sayılı Yasanın yukarıda belirtilen 125/D-j maddesinde bahsedilen mal bildiriminde bulunulmasını gerektiren durum ve süreler belirlenmiştir.

Durum böyle iken, örneğin mal varlığında 3628 sayılı Yasanın 5. Maddesinde tarif edildiği şekilde önemli bir değişiklik olan memur, buna ilişkin mal bildirimini 
değişiklik olduğu tarihten itibaren bir ay içerisinde vermez veya unutur ya da bu bildirimi süresini geçirdikten sonra verir ise hakkında hangi disiplin cezası 
uygulanmalıdır?

Bu gibi durumlarda gecikmeli olarak mal bildirimi verilse dahi, belirlenen durum ve sürelerde bildiriminde bulunulmadığı gerekçesiyle 657 sayılı Yasanın 125/D- j Maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, birçok idarece tereddütsüz olarak uygulanmaktadır. 

Bu nedenle memur, mal varlığında değişiklik olduğundan bir ay içerisinde mal bildirimi vermeyi unutmuş ise telaşa kapılmakta, bir ayı geçirdikten sonra iyi 
niyetli olarak mal bildirimi verse dahi ceza alacağını bildiği için bundan sonra da mal bildirimi verememektedir. Hatta çoğu zaman mal bildirini vermeyi 
unuttuğu amirlerince de bilindiği halde, uygulanacak olan cezanın ağırlığı nedeniyle olay bilmezden gelinmekte, devamlı suçluluk psikolojisi içerisinde olan memurun, disiplin cezası zamanaşımı olan 2 yıl içerisinde idarenin durumu öğrenmek zorunda kalmamasını umut etmekten başka çaresi kalmamaktadır.

Sadece basit bir dikkatsizlik ve ihmalden kaynaklaman bu fiile uygulanan kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, kanımızca ağır bir ceza olup, 
fiil ile orantılı değildir ve mal bildirimine ilişkin daha önceki uygulamalar ve yasal düzenlemeler ile uyum göstermemektedir.

2871 sayılı Yasada; olağan olarak mal bildirimi verilmesi gereken durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunulmaz ise hangi idari yolun izleneceği ve 
ilgiliye hangi disiplin cezasının verileceği konusunda 5440 sayılı Yasadan farklı olarak açık bir düzenlemeye ver verilmemiştir. 

  Bu nedenle, 657 sayılı Yasanın 125/D-j maddesinde tanımlanan ve esasen bir inceleme ve soruşturma nedeniyle kendisinden mal bildirimi istendiği halde 
bu bildirim vermeyen veya eksik veren memur hakkında, “belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmadığı”gerekçesiyle uygulanacak olan kademe 
ilerlemesinin durdurulması cezasının, olağan durumlarda mal bildiriminde bulunmadığı anlaşılan memurlara da uygulanıp uygulanmayacağı hususu tartışmalı hale gelmiştir.

Ancak konu ile ilgili olarak mülga 4237 ve 5440 sayılı Yasalar ile halen yürürlükte olan 657 sayılı Yasanın özüne bakıldığında; söz konusu cezaya sadece, 2871 sayılı Yasanın 9 uncu maddesi uyarınca hakkında yapılacak inceleme ve soruşturmaya istinaden kendisinden mal bildiriminde bulunması istenmesine karşın, zorunlu sebepler olmaksızın bu bildirimde bulunmayanların muhatap olacağı anlaşılacaktır. Zira aksi takdirde, basit bir dikkatsizlik nedeniyle mal varlığındaki değişiklikten itibaren bir ay içinde bildirimde bulunmayan ile kendisinden bildirimde bulunması istenmesine rağmen bu süre içerisinde kasten 
bildirimde bulunmayan veya eksik bildirimde bulunana aynı disiplin cezasının uygulanması söz konusu olacaktır. Bu durum, ceza hukukunun temel ilkeleri 
ile de çelişmektedir.

Söz konusu tartışmalı durum, 2871 sayılı Yasayı yürürlükten kaldıran 3628 sayılı Yasada kanaatimizce açıklığa kavuşturulmuştur.

1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 10. maddesinin birinci fıkrasında; aynı Yasanın 6. maddesinde belirtilen sürelerde, yani inceleme ve 
soruşturmadan kaynaklanmayan olağan durumlarda mal bildiriminde bulunmayana, bildirimlerin verileceği mercilerce ihtarda bulunulacağını, ihtarın kendisine tebliğinden itibaren otuz gün içinde mazeretsiz olarak bildirimde bulunmayana ise üç aya kadar hapis cezası verileceğini belirtmektedir.

10. Maddesinin ikinci fıkrasında, soruşturma ile ilgili olarak verilen süre zarfında mal bildiriminde bulunmayana da üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verileceği 
ayrıca düzenlenmiştir. Soruşturma nedeniyle mal bildiriminde bulunması istenenin, bu bildirimi yedi gün içinde vermesi zorunludur.

Buradan da anlaşılacağı üzere; bir ihbar, inceleme veya soruşturmadan kaynaklanmamakla birlikte 6 ncı madde uyarınca mal bildiriminde bulunma yükümlülüğünü yerine getirmediği anlaşılan memur, öncelikle ihtar edilmekte ve 30 günlük ek süre içerisinde bildirimde bulunması istenmektedir. Belirtilen otuz günlük ek süre içerisinde bildirimde bulunan memur hakkında, daha önceden süresi içerisinde mal bildiriminde bulunmadığı gerekçesiyle yapılması gereken başkaca bir işleme ihtiyaç yoktur. Ancak memurun, davranışlarında daha dikkatli olması, ödev ve sorumluluklarını zamanında yerine getirmesi bakımından uyarılmasının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.

Eğer memur belirtilen otuz günlük ek süre içerisinde kasten bildirimde bulunmaz ise, bu durumda açıkça bir disiplin suçunun işlendiğini ve buna karşılık olarak 
uygulanması gereken disiplin cezasının da 657 sayılı Yasanın 125/D-j maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası olacağını kabul etmek gerekecektir.

Soruşturma nedeniyle istenen mal bildiriminin verilen yedi günlük süre içerisinde kasten verilmemesi halinin de yine aynı şekilde kademe ilerlemesinin  durdurulması cezası ile cezalandırılması uygun olacaktır.

Dikkat edileceği üzere 3628 sayılı Yasa'da, olağan durumlarda verilmesi gereken bildirimin verilmediğinin idarece anlaşılması hali bakımından bir zaman sınırı 
getirilmemiştir. Yani idare bu durumun farkına vardığı andan itibaren memuru ihtar etme ve 30 günlük ek süre içerisinde mal bildiriminde bulunmasını isteme 
hakkına sahiptir. Dolayısıyla kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilebilmesi nin zaman aşımı olan iki yıllık süre, örneğin mal varlığındaki önemli değişikliğin meydana geldiği tarihten değil, eğer ihtaren verilen 30 günlük sürenin sonunda bildirimde bulunulmamış ise bu tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.

Belirtilen dönemlerde yenileme yapılmamasının; idarece yapılacak karşılaştırmalar sırasında daha önceden verilmiş olan mal bildirimlerinin bir arada görülmesini zorlaştırmak dışında bir sakıncası olamayacağından, örneğin 2010 yılı Şubat ayı sonuna kadar mal bildirimini yenilemeyen memura kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının verilebilmesi de kanaatimizce mümkün görünmemektedir.

Düşüncemize göre hiçbir ayrım yapılmaksızın yenileme dahil günümüzde mal bildirimi verilmeyen her durum için idarece 657 sayılı Yasanın 125/D-j 
maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının uygulanması; öncelikle buna ilişkin, 1965 tarihli Devlet Memurları Kanununda yer alan 
düzenlemede atıfta bulunulan Yasanın, 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasa değil 1942 tarihli ve 4237 sayılı Yasa olmasından kaynaklanmaktadır. 

Anılan disiplin cezası 3628 sayılı Yasa değil, 4237 sayılı Yasa hükümlerinin ihlali halinde uygulanmak üzere düzenlenmiştir. Ancak 4237 sayılı Yasanın 1983 
yılında yürürlükten kalkması ve yerine gelen diğer yasalarda durumu açıklayan düzenlemelere yer verilmemiş olması, bahsedilen yanlış uygulamanın günümüze kadar gelmesinde en etkili faktör olmuştur.

Sonuç olarak; mal bildirimi verilmemesi halinde uygulanacak disiplin cezalarının, açıklamaya çalıştığımız kriterler dikkate alınarak belirlenmesi durumunda, 
hem 1942 yılından itibaren ortaya konulmuş olan yasa koyucunun iradesine uygun olarak aynı ve benzer fiillerin aynı ve benzer cezalar ile cezalandırılması 
sağlanmış hem de kanımızca yanlış olan günümüzdeki uygulamanın memurlar üzerindeki olumsuz etkileri giderilmiş olacaktır.”

Görüleceği üzere, mezkur rapor konuyu detaylı bir şekilde özetlemiştir. 
Aksi takdirde kamuda ceza almayacak memur kalmayacaktır. 

Basit ihmaller veya farklı yorumlar nedeniyle memurlara disiplin cezası vermenin mümkün olmadığını düşünüyoruz. Şayet memur mal varlığındaki artışı izah edemeyecek durumda ise kimsenin söyleyecek bir sözü olamaz. Sonuç olarak memurların geleceğini karartmanın doğru olmadığını ve kimseye bir yararı olmayacağını ifade etmek isteriz. 

Bu konunun sıkıntılarını giderecek kurum ise Devlet Personel Başkanlığıdır. Çıkaracağı bir tebliğle mal beyanıyla ilgili sıkıntılı konuları açıklığa kavuşturarak 
kurumların memur avcılığının önüne geçebilir.

Memurlar.Net - Özel



***


MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 2

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 2


ATATÜRK' ün Sivas kongresi Öncesi, Sonrası gelişmelerden alıntılar..


Kongre, 4 Eylül 1919 günü davet sahibi olması sebebiyle Mustafa Kemal Paşa’nın açış konuşmasıyla başladı. Bu konuşma Mustafa Kemal Paşa’nın mevcut siyasi duruma hakimiyetini ortaya koymaktadır. Başkanlığın sırayla üstlenilmesi talebi yapılan oylama sonucunda reddedildi. Divan teşekkülünde Mustafa Kemal Paşa oy birliğiyle başkanlığa Bekir Sami ve Rauf Beyler Başkan yardımcılıklarına seçilirler. 

Daha önce oluşturulan Hazırlık Encümenin (Komisyon) kaleme aldığı ve ittihatçılık suçlamasının önüne geçmek için kongre delegelerinin okumaları teklifiyle bir yemin metni hazırlanmıştı. 

Bu Metinde : 

“Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, islamiyete, devlete, millete ve memlekete 
manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye takip etmeyerek her türlü ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azm-ü iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağı ma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah” ifadeleri vardı.

 Bu yemin Metnine evvela Mustafa Kemal Paşa karşı çıkar. Metin münakaşa edilerek aşağıdaki şekli alır : 

“Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, İslâmiyete, devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi devamı müddetince ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına  çalışmayacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah” 

Bu günki,  YEMİN METNİ.,,

Milletvekillerinin Yemin Metninde ne yazıyor?

   ...Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; 
Hukukun üstünlüğüne, Demokratik ve Lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; 
Toplumun huzur ve refahı, Millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin İnsan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması Ülküsünden ve Anayasa'ya Sadakatten ayrılmayacağıma; Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.

..... İli Milletvekili...

****

MAL BEYANI..


Mal Beyanına dair tüm detaylar...

Memurların bilmesi gereken bazı konular vardır ki iş işten geçtikten sonra bunları öğrenmenin maliyeti oldukça fazla olabilmektedir. Birçok memurun disiplin cezasına maruz kaldığı konulardan birisi de süresinde verilmeyen mal beyanıdır.

Kamu görevlileri belirli zamanlarda mal bildiriminde bulunmak zorunda olup, bildiriminde bulunulması gereken süreler, hangi malların beyana tabi olduğu ve hangi tutardaki mal varlığındaki artış ve azalışların bildirime konu edileceği hususlarında tereddütler yaşanmakta ve birçok memurun geleceği basit hatalardan dolayı kararabilmekte dir. Genel beyan döneminde kurumlar memurlara bazı hatırlatmalarda bulunmakla birlikte, ek mal beyanıyla ilgili olarak memurların ne zaman ve hangi durumlarda ek mal beyanı vereceğini bilememesi ve gözden kaçırması halinde de alacağı disiplin cezası nedeniyle geleceği kararabilmekte dir. Yaklaşık 3 milyonluk bir kitleyi ilgilendiren bu konuyu biraz daha derinleştirecek ve memurların sıkıntı yaşamaması için bazı önerilerde bulunacağız.

Mal beyanında bulunmanın hukuki dayanağı

Mal Beyanında bulunmanın hukuki dayanağı, 3628 sayılı “Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu” ile bu Kanuna dayanılarak çıkarılan Mal Bildiriminde Bulunulması Hakkında Yönetmeliktir.

Bu çerçevede, Rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele amacıyla hazırlanan Kanun; kapsamında yer alan kişilerin mal bildiriminde bulunmasını, bildirimlerin yenilenmesini, mal edinmelerin denetimiyle, haksız mal edinme veya gerçeğe aykırı bildirimde bulunma hallerinde uygulanacak yaptırımları düzenlemiştir. Kanunun uygulanmasını göstermek amacıyla yürürlüğe konulan Yönetmelik ise mal beyanıyla ilgili detay bilgileri içermektedir.

Kanun, mal bildiriminde bulunması gerekenleri tek tek saymış ve kamu kurum ve kuruluşlarında işçi sayılmayan kamu çalışanlarının da mal bildiriminde bulunacağını hüküm altına almıştır.

Kimler mal bildiriminde bulunmak zorundadır?

Aşağıda sayılanlar mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar:

a) Her türlü seçimle iş başına gelen kamu görevlileri ve dışarıdan atanan Bakanlar Kurulu üyeleri (Muhtarlar ve İhtiyar heyeti üyeleri hariç).

b) Noterler.

c) Türk Hava Kurumunun genel yönetim ve merkez denetleme kurulu üyeleri ile genel merkez teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin merkez kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların şube başkanları.

d) Genel ve katma bütçeli daireler, il özel idareleri, belediyeler ve bunlara bağlı kuruluş veya alt kuruluşlarda, kamu iktisadi teşebbüsleri (iktisadi devlet teşekkülleri ve kamu iktisadi kuruluşları) ile bunlara bağlı müessese, bağlı ortaklık ve işletmelerde, özel kanunlarla veya özel kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan ve kamu hizmeti gören kurum ve kuruluşlar ile bunların alt kuruluşlarında veya komisyonlarında aylık, ücret ve ödenek almak suretiyle kamu hizmeti gören memurları, işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri ile yönetim ve denetim kurulu üyeleri.

e) Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarında görevli olanlar ile bunların yönetim ve denetim kurulu üyeleri (5590 sayılı Kanuna göre kurulan oda ve borsaların oda ve borsa meclisi ile yönetim kurulu üyeleri dahil).

f) Siyasi parti genel başkanları, vakıfların idare organlarında görev alanlar, kooperatiflerin ve birliklerinin başkanları, yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürleri, yeminli mali müşavirler, kamuya yararlı dernek yönetici ve deneticileri.

g) Gazete sahibi gerçek kişiler ile gazete sahibi şirketlerin yönetim ve denetim kurulu üyeleri, sorumlu müdürleri, başyazarları ve fıkra yazarları.

h) Özel kanunlarına göre mal bildiriminde bulunmak zorunda olanlar (konfederasyon, sendika ve sendika şubesi başkan ve yöneticileri dahil).


Mal bildirimleri nereye verilir?

Mal Bildiriminin verileceği merciler şunlardır:

a) Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu üyeleri için, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı.

b) Kamu kurum ve kuruluşlarında görevli personel için, özlük işleri ile ilgili birimler.

c) Kurum, teşebbüs, teşekkül ve kuruluşların genel müdürleri ile yönetim ve denetim kurulu üyeleri için, ilgili bakanlıklar.

d) Yüksek mahkemelerin daire başkan ve üyeleri için, ilgili mahkemenin başkanı.

e) Noterler için Adalet Bakanlığı.

f) Diğer kurum ve kuruluşların memur ve hizmetlileri için, atamaya yetkili makamları.

g) Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için, kurum ve dernek genel başkanlığı.

h) Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında görevli olanlar için, kurum başkanlığı; bunların yönetim ve denetim kurulu üyeleri için, ilgili bulundukları bakanlıklar.

i) Görevlerinden ayrılanlar için, bu görevlerinde iken bildirimlerini vermeleri gereken makam veya merci.

j) Siyasi parti genel başkanları için, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı.

k) Kooperatifler ve birliklerinin başkanları, yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürleri için, kooperatiflerin ve birliklerinin denetimlerinin yapıldığı kuruluşlar.

l) Yeminli mali müşavirler için, Maliye ve Gümrük Bakanlığı.

m) Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve kamu yararına sayılan derneklerin genel yönetim ve merkez denetleme kurulu üyeleri için, İçişleri Bakanlığı; bunların şube başkanları için, bulundukları il valilikleri.

n) İl genel meclisi üyeleri için, ilgili valilikler, belediye meclisi üyeleri için, ilgili belediye başkanlıkları, belediye başkanları için, İçişleri Bakanlığı.

o) Mal bildirimi verecek son merciler için, kendi kuruluşlarının özlük işleri ile ilgili makam veya merci.

p) Gazete sahibi gerçek kişiler ile gazete sahibi şirketlerin yönetim ve denetim kurulu üyeleri, sorumlu müdürleri, başyazarları ve fıkra yazarları için, bulundukları yer en büyük mülki amirliği.

r) Vakıfların idare organlarında görev alanlar için, Vakıflar Genel Müdürlüğü.

Hediye ve Hibeleri beyan etmek zorunlu mudur?

Beyanname vermek zorunda olan kamu görevlileri, milletler arası protokol, mücamele veya nezaket kaideleri uyarınca veya diğer herhangi bir sebeple yabancı devletlerden, milletler arası kuruluşlardan, sair milletler arası hukuk tüzel kişiliklerinden, Türk uyruğunda olmayan herhangi bir gerçek veya tüzel kişi veya kuruluştan, aldıkları tarihteki değeri on aylık net asgari ücret toplamını aşan her hediye veya hibe niteliğindeki eşyayı, aldıkları tarihten itibaren bir ay içinde kendi kurumlarına teslim etmek zorundadırlar.

Ancak, yabancı devlet adamları ve milletler arası kuruluş temsilcileri tarafından verilen imzalı hatıra fotoğraflarının çerçeveleri bu madde hükümlerine dahil değildir.

Mal varlığındaki hangi tutardaki artışlarda mal bildirimi verilir?

Kamu görevlilerinin; eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait taşınmaz malları ile kendisine yapılan aylık net ödemenin 5(beş) katından fazla tutarlardaki malları (her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri), mal bildiriminin konusunu teşkil eder. Genel beyan döneminde gayrimenkuller için tutar önemli değildir. 

Bu husus çoğu zaman gözden kaçabilmekte dir.

Beş kat uygulaması kafa karıştırabilmektedir. Bu durumu bir örnekle açıklamak gerekirse; VHKİ kadrosunda görev yapan bir personel net olarak 1.800 TL maaş alıyorsa, 1.800 x 5 = 9.000 TL den fazla mal elde edinmesi ya da borçlanması halinde genel beyan döneminde beyan edilmeli veya genel beyan döneminden sonra da ek mal beyannamesi verme zorunluluğu vardır. Buradan şu ifadeyi rahatlıkla söyleyebiliriz. Memurun net olarak aldığı aylık, ek beyanname verip vermeyeceğini belirleyecektir. Kimi memur 10.000 TL tutarında mal elde ettiği için ek beyanname vermek zorunda olacak kimi memur ise 50.000 TL mal elde ettiği için ek beyanname verecektir. Bütün kamu görevlilerinin bu duruma dikkat etmeleri gerekmektedir.

Kendilerine aylık ödeme yapılmayanlar için ise, genel idare hizmetleri sınıfında birinci derecenin birinci kademesindeki şube müdürüne ödenen her türlü zam ve tazminatlar dahil net aylık tutar, 5 kat hesaplamasında esas alınır. (Maliye Bakanlığı tarafından 2013 yılı için belirlenen aylık tutar 3.058,06 TL'dir.)

Eşlerin kamu görevlisi olması halinde, kim beyanda bulunacak?

Eşlerin her ikisinin de mal bildiriminde bulunması gereken kişiler olmaları halinde, her eş ayrı ayrı mal bildiriminde bulunur ve bildirimlerde eşleri ile velayetleri altındaki çocuklarının mallarını da belirtirler.

Görevleri sebebiyle birden fazla mal bildiriminde bulunması gerekenler ise, sadece asli görevlerinden dolayı bir tek mal bildiriminde bulunurlar.

Hangi mallar beyannamede bildirilir?

Kamu görevlileri kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait mallardan aşağıda belirtilenleri bildirmek zorundadırlar. Memurla birlikte yaşayan ve velayet hakkı sona eren çocukların mal varlıklarını bildirmeye gerek yoktur.

Buna göre;

a-Taşınmaz mallar (Arsa ve Yapı Kooperatif hisseleri dahil),

b-Aylık net gelirlerinin 5 katından (aylık almayanlar ise 2013 yılı Ocak ayı belirlemelerine göre, 3.058,06.-TL'nin 5 katından) fazla değer ve tutardaki (her biri ayrı ayrı 5 kat);

1) Para ve para hükmündeki kıymetli kağıtlar,

2) Hisse senedi ve tahviller,

3) Altın ve mücevherat,

4) Her türlü kara, deniz ve hava taşıt araçları, traktör, biçer-döver, harman makinası ve diğer ziraat makinaları, inşaat ve iş makinaları, hayvanlar, koleksiyon ve ev eşyaları ile diğer taşınır mallar,

5) Haklar,

6) Alacaklar,

7) Borçlar,

8) Gelirler.

Bildirimlerde, Malların bildirim tarihindeki değerleri esas alınır.

Dikkat edileceği üzere, genel beyan döneminde taşınmaz mallar (arsa ve yapı kooperatif hisseleri dahil) için beyan edilecek tutarın önemi yoktur.

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. BÖLÜM 1

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. BÖLÜM 1


1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında Milletvekili Yemini


    Milletvekili yemin törenleri, 20 Ekim 1991 seçimlerine SHP çatısı altında...

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yarın yemin töreni yapılacak.

Milletvekili yemin törenleri, 20 Ekim 1991 seçimlerine SHP çatısı altında giren Leyla Zana'nın, 6 Kasım 1991'de yapılan yemin törenindeki sözlerinden beri "kazasız belasız" atlatılmaya çalışılan TBMM faaliyetleri arasına girmiş bulunuyor. 18 Nisan 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi'nden İstanbul Milletvekili seçilen Merve Kavakçı 'nın başörtüsüyle milletvekili yemini etme girişimi üzerine yaşananlar da malum. 

Son olarak, BDP'nin desteklediği bağımsız milletvekilleri Anayasa'daki yemin metninin “şoven” bir anlayışı yansıttığını, bu metne sadık kalmayacaklarını açıkladılar. Bu açıklamalar, beklendiği üzere tartışma yarattı. Örneğin MHP'li Özcan Yeniçeri, 1980 darbesi öncesinde CHP hükümetinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yapan Şerafettin Elçi'ye "Daha önce de etmediniz mi bu yemini" diye çıkıştı. Elçi, belli ki 1961 Anayasası'ndaki yemin metninin 1982 metni ile aynı olduğunu varsayan Yeniçeri'ye "O zaman halkın mutluluğu için yemin ediyorduk" dedi ve kayda değer bir yanıt alamadı.

Burada, Leyla Zana'nın 6 Kasım 1991'deki yemin törenindeki konuşmasına ilişkin olarak yaygın düşülen bir yanlışa işaret edelim. Zana'nın, ilk kez milletvekili seçildiği 1991 seçimlerinden sonra TBMM'de ettiği yemin Kürtçe değildi. Zana, yemin metnini Türkçe okuduktan sonra Kürtçe "Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum" dedi ve kıyamet ve kıyamet bu bölüm üzerine toptu. Zana’nın bu sözlerinden sonra ne dendiğini anlamamalarına rağmen milletvekillerinin önemli bir bölümü adeta çıldırmış, Leyla Zana ve arkadaşlarının 10 yıl sürecek cezaevi çilesi için geriye sayım başlamıştı...
Neyse, konumuz bu değil, konumuz milletvekili yemininin, cumhuriyetin kuruluşunun ardından bugüne kadar geçirdiği evrim.

1921 Anayasasında yemin yoktu

Toplam 23 maddeden oluşan 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasasıdır. Zira cumhuriyetin ilanı yeni bir anayasa ile yapılmamış, 29 Ekim 1923'te, 1921 Anayasası'nın 1. maddesine "Türkiye Devletinin şekli Hükümeti Cumhuriyettir" ilavesinin yapılmasıyla yetinilmiştir. Kurtuluş Savaşı'nı yönetmek üzere toplanan Meclis'te kabul edilen 1921 Anayasası, olağanüstü gündem nedeniyle klasik metinlerdeki ayrımlara sahip olmayan, bu arada "milletvekili yemini" veya "andı" da içermeyen bir metindi.

'Vallahi sadakatten ayrılmayacağım'

Cumhuriyet döneminde yapılan ilk anayasa 20 Temmuz 1924 tarihini taşıyor. Milletvekili andı, ilk kez 1924'te anayasa metinlerine dahil oldu. Yemin metni, yine “ Teşkilâtı Esasiye Kanunu ” adını taşıyan 1924 Anayasası'nın " Vazifei Teşriiye", yani "Yasama Görevi" başlığını taşıyan ikinci faslında düzenleniyor, özel bir başlık taşımıyordu. 1924 Anayasası'nın milletvekili andını düzenleyen 16. maddesi şöyleydi:

MADDE 16 - Mebuslar Meclise iltihak ettiklerinde şu şekilde tahlif olunurlar:
"Vatan ve Milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâ kaydü şart hâkimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakattan ayrılmıyacağıma vallahi."

Arapça "tahlif" kelimesinin " and içirme, yemin ettirme " anlamına geldiğini not ederek devam edelim.

36 yıl yürürlükte kalarak Cumhuriyet tarihinin en uzun ömürlü anayasası olan 1924 Anayasası'ndaki bu yemin metni, 10 Nisan 1928’de bir kelimeden ibaret büyük bir değişiklik geçirdi. İçinden "vallahi" kelimesi çıkarılan metin, bu tarihte şöyle düzenlendi:

MADDE 16 -  Mebuslar Meclise iltihak ettiklerinde şu şekilde tahlif olunurlar:
"Vatan ve milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâ kaydüşart hâkimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve cumhuriyet esaslarına sadakattan ayrılmıyacağıma namusum üzerine söz veririm."
Aynı tarihte, "Türkiye Devletinin dini, dini İslamdır" ifadesi ile din işlerini TBMM'nin görevleri arasında sayan hükmün de anayasadan çıkarıldığını not edelim. 

1961: Halkın mutluluğu için…

1924 Anayasası 27 Mayıs 1960 darbesiyle tarihe gömüldü. 1961 Anayasası'nda milletvekili yemini 77. Maddede düzenlendi. "And içme" başlığını taşıyan bu maddede de kısa bir metinle yetinildi. Birlikte okuyalım:

MADDE 77 - Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri görevlerine başlarken şöyle and içerler:

"Devletin Bağımsızlığını, Vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağıma; Milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma ve halkın mutluluğu için çalışacağıma namusum üzerine söz veririm."

1982'de Anayasası'nın tartışılan metni

Özgürlüklere karşı ideolojisi, " tekçi " saplantısı, bir anayasada bulunması asla gerekmeyen ayrıntılarla bunaltan uzunluğu ve berbat Türkçesiyle cumhuriyet tarihinin en kötü anayasası olan 1982 Anayasası'nın bu özellikleri yemin metninde de gözlenir.
Yürürlükteki anayasamızın "And içme" başlığını taşıyan 81. Maddesi, milletvekili yeminini şöyle belirliyor:

MADDE 81. – Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde and içerler:

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

Danışma Meclisi: 1961'e bir şeyler ekledik

Görüldüğü üzere, 1924 ile 1961 anayasalarında özetle " Vatana, Millete, Cumhuriyete ve millet egemenliğine Sadakat " sözü ile yetinilen 
milletvekili yeminleri 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar tarafından yeterli bulunmadı. 
1982 Anayasasının "Andiçme" başlığını taşıyan 81. Maddesinin gerekçesine ilişkin olarak iki resmi metin bulunuyor. 
Birincisi, anayasa taslağını hazırlayan Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu'na, ikincisi darbeci generallerin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi'ne bağlı Anayasa Komisyonu'na ait olan bu gerekçeleri peş peşe okuyalım. Danışma Meclisi komisyonunun gerekçesi aşağıdaki ifadeleri taşıyor. 

Metni, Türkçe hatalarıyla birlikte aynen aktarıyorum:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyelerinin göreve başlarken yapacakları and 1961 Anayasasının 77'inci maddesindeki esaslar göz önünde tutularak bazı kavramlarla genişletilmiştir. Milletvekillerinin and içmede bunlara da bağlı kalmalarının göreve başlarken uygun olacağı düşünülmüş ve bu nedenle bölünmez bütünlük, toplum huzuru, milli dayanışma, sosyal adalet, insan haklarına ve temel özgürlüklerden yararlanması ülküsü, hukukun üstünlüğü prensibi and metnine dahil edilmiştir."

MGK: Atatürk İlkelerini ekledik

Şimdi de, madde metnine son şeklini veren generallere bağlı Anayasa Komisyonunun gerekçesini okuyalım:

" Danışma Meclisince kabul edilen andiçme kenar başlıklı 89'uncu maddede yer alan 'Atatürk inkılaplarına' sözcükleri Atatürk'ün benimsediği ve uyguladığı ilkelere de yer verilmek ve bu ilkelere bağlı kılınmayı sağlamak amacıyla 'Atatürk ilke ve inkılaplarına' şeklinde değiştirilmek suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin göreve başlarken yapacakları andiçmeye daha etkin bir anlam verilmiştir."

59 kelime, 11 bağlaç!

1924  ve 1961 metinlerinden hemen her alanda radikal bir şekilde ayrılan 1982 Anayasası’nda, milletvekili yemininde de “aşırı” bir üslup benimsendi. 
Temeli “söz vermek” gibi bir gönüllü eyleme dayanan and içmede bile toplumu ayrıştıran bir metin karşısındayız. 

Birbirine 11 adet “ve” bağlacı ve 7 virgül ile bağlanmış tam 59 kelimenin doldurulduğu tek cümlelik bu yemin, parlamentoya giren milletin kimi temsilcilerine “zorla” söz verdiren bir metin olarak yarın bir kez daha okunacak. 
O müstesna Türkçesiyle…

İhtimal çok sayıda Milletvekilini tek ayağı üzerine dikerek!.. 

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Türk Milliyetçiliği ile Hesaplaşmak





Türk Milliyetçiliği ile Hesaplaşmak


Özcan Yeniçeri
19 EYLÜL 2012 ÇARŞAMBA

Terör ülkeye kan banyosu yaptırırken, anneler ağlarken, şehit cenazeleri yürek dağlarken Dış İşleri Bakanı Davutoğlu, terörle hesaplaşmak yerine 
" Ulusalcılıkla hesaplaşma zamanı geldi " türünden açıklamalar yapıyor. Milli Eğitim Bakanlığı da yönetmeliklerde yaptığı değişiklikle milli devlete ve milli kültüre karşı adeta savaş açmış durumdadır.

Davutoğlu, dış ilişkilerde yaşanılan yenilgiyi ideolojik sataşmalarla gözden kaçırmaya çalışmaktadır. Davutoğlu bir ulus devletin dış işleri bakanı olarak, 
milliyetçilik diyemediği için ulusçuluk kavramının arkasına sığınarak, "Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi" diyerek şunları söylemiştir: "19. 
Yüzyıl ideolojisi olan ulusçuluk Avrupa'da feodalite ile bölünmüş yapıları bütünleştirdi. Biz de ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici, suni 
karşıtlıklar ve kimlikler ortaya çıkardı. Bu ayrıştırıcı kültürle hesaplaşma zamanı geldi. Herkesin kültürel kimliği, dili başlı başına insanlık birikimi açısından 
değerlidir. Ama bu bölünme değil birleştirme vasıtası olarak değerlendirilmeli".

Türk milliyetçiliği ile hesaplaşma hesapları yapan Ahmet Davutoğlu, ABD endeksli, komşu ülkeler aleyhtarı bir dış politikanın yürütücüsüdür. Suriye tarafından düşürülen Türk uçağı için Suriye'yle, başa geçirilen çuval için ABD'yle, Mavi Marmara'da katledilen vatandaşlar için İsrail ile hesaplaşamayan 
Davutoğlu, Türk milliyetçiliği ile hesaplaşma hesabı yapıyor.

Bütün komşularıyla ilişkileri bozuk Türkiye, Davutoğlu'nun izlediği politikanın sonucudur.Türk milliyetçiliği ile ancak Türk milletinin düşmanları hesaplaşır. 
Milli kültür yıkıcılığına da ancak sömürgeci güçler soyunur.

Önce Davutoğlu'nun "ulusçulukla hesaplaşmak" derken neyi amaçladığını, ulusçuluğun ne olduğunun tanımını yaparak ortaya koymak gerekiyor. 
Ancak bu sayede bu sayın bakanın ne ile "hesaplaştığı" anlaşılmış olur.

Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğünde ulusçuluk şöyle tanımlanır:

Ulusçuluk: Milliyetçiliktir. Her ulusun kendi kültür değerlerini, çıkarlarını ve bağımsızlığını her şeyin üstünde tutarak ve koruyarak varlığını sürdürebileceğine inanan, çok kez bölgesel, uluslararası ya da başka tür değerler üzerinde durmayan görüş. Bir başka tanımı da ulusçuluğun şöyledir: Her ulusun kendine özgü kültür ve geleneklerine bağlı kalıp kendi varlığını her şeyin üstünde tutarak yaşaması gereğine inanan görüş.

Bilindiği gibi, insanların ilk aidiyeti içine doğduğu aileye karşıdır. Aileden sonra insanlar, memleketlerine karşı aidiyet hissederler. Daha sonra da ortak tarihi 
ve kaderi paylaştıkları milletlere karşı bir aidiyet ve bağlılık söz konusu olur. Milliyetçilik insanların duydukları bu aidiyetlerin toplamıdır.

Irkçılık, etnikçilik, mezhepçilik, kafatasçılık ya da ayrımcılıkla mücadele, insan olan herkesin görevidir. Milliyetçilikle (ulusçulukla) mücadeleyi ise ancak millet 
düşmanları düşünebilir. Gerçekte bir milletin milliyetçiliğiyle mücadele, o milletle mücadele anlamına gelir.

Ülkeler aidiyet, milliyet, tarih ve kimlik bağlarından ancak sömürge haline getirilerek kopartılabilirler!

Davutoğlu, Türkiye'nin çıkarlarıyla, bağımsızlığıyla, milli kültür ve milli kimliğiyle hesaplaşmayı hesap ettiği anlaşılıyor. Gerçekte ayrıştırıcı kültür, milliyetçilik 
değil bizzat Sayın Davutoğlu'nun içinde olduğu siyasi zihniyetin kendisidir. Çünkü mezhep, etnisite, açık/kapalı, içen/içmeyen, oruç tutan/tutmayanvb gibi akla gelen her türlü ayrımı bu zihniyet yapıyor.

Davutoğlu ve Erdoğan'ın sürekli olarak "Kürt, Arap, Çerkez, Laz, Gürcüvb" etnik yapılara vurgu yapmaları da bundandır. Sonuçta da " Farklılıklar bizim 
zenginliğimizdir" demektedirler. Açıkçası bu zihniyet önce milleti, 'etnik, bölge ve mezhep" temelinde bölecek şartları yaratıp sonra da 'bütün kalın' diyerek 
sorunu kökten çözeceğini düşünüyor. Bu, önce cini şişeden çıkarıp sonra tekrar şişeye sokmaya kalkan bir gaflet stratejisidir!

Mili kültür, milli devlet, milli değer karşıtlığı


Ahmet Davutoğlu'nun "milli devleti", "üniter yapıyı", "Türk Milleti", "milli kültür" kavramlarını, geçmiş dönemlerin ayrıştırma ideolojisinin aracı olarak gördükleri 
anlaşılmaktadır. Bu nedenle de birisi "ulusçulukla" yani "milliyetçilikle" hesaplaşmayı diğeri ise Türk milletinin milli, ahlaki, insani ve manevi değerlerine sahip olmayı önemsiz görüyor.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, ancak kendisini herhangi bir milletin kültürünün değil de başka bir etnisitenin ya da uluslararası toplumun aygıtı olarak gören 
kişi yahut kurumlar milli değerlerle ya da onu savunanlarla hesaplaşmayı düşünebilir.

Varlığını bir milletin ya da ülkenin aidiyetleri ile ilişkilendirmeyenler için milliyetçilik hesaplaşılması gereken bir olgudur. Nitekim sömürgeci güçleri en çok rahatsız edenler milliyetçilikler olmuştur.

Milli egemenlik yerine, milletler arası unsurların egemenliğini koymayı amaçlayanlar, toplumların milliyetçilik direncini kırmadan bunu başaramazlar. 
Onlara göre, kozmopolitizm dururken millilik, evrensellik dururken yerellik akla aykırı bir tutumdur.

Küresel güçler hesabına milliyetçilikle hesaplaşmak

Milliyetçilikle hesaplaşmak küresel güçlerin bölge üzerindeki politikalarıyla uyumludur. Zira küresel güçler, arz üzerindeki egemenliklerinin etkisi milli direnişlerin kırılma kapasitesiyle doğrudan ilişkilidir. Küresel güçlerin önü, ancak milli kültür aşılarak, milli devlet tarihe gömülerek ve nihayet milliyetçilikle hesaplaşılarak açılabilir.

Küresel pazarın sınırlarını genişletmek için milli yapıların etnisite, evrensel dinlerin de mezhep ya da cemaat birimine indirgenerek küçültülmesi gerekir. 
Bunu yaparken kullanılan slogan da hazırdır: "Önemli olan sınırlar değil, insanlardır".

Sınırlar yani gümrükler, uluslararası sistemin öngördüğü ölçüde gevşek ve geçirken olmalıdır. Üniter yapılar bu sistemi destekleyecek hale getirilmelidir. 
Eski ABD Başkanı Clinton, bu gerçeği "Küreselleşme gevşek sınırlar ister, üniter devlet yapıları küreselleşmeye uygun değildir" diyerek ortaya koymuştur.

Amaç küresel odakların yönetiminde bir " Dünya Devleti " oluşturmaktır. Rockefeller, ABD Dış İlişkiler Konseyinde bu amaçlarını çok açık bir biçimde ifade etmiştir: "Bir dünya devleti oluşturduğumuzda, modern dünya daha mükemmel ve dengeli olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakları, dünya bankerleri ve entelektüel elitin otoritesi altına girecektir.../...Entelektüel bir seçkinin ve dünya bankacılarının ulusüstü egemenliği, geçmiş asırlarda uygulanan ulusal özdenetime kıyasla, kesinlikle daha makbuldür" . Bir dünya devleti için milli ve dini yapılar etnisite ve cemaat/mezhep bağlamında küçültülerek kontrol edilebilir hale getirilmelidir.

Küresel sistemin uygulayıcıları da tıpkı Davutoğlu gibi, milli egemenlik ve bağımsızlık gibi karın doyurmayan lâkırdıların (!) da eski döneme ait kavramlar 
olduğuna özel vurgu yapar. Sistemin etki ajanları, milli egemenlik ve bağımsızlığın değersizleştirilmesi için "sizi kimin yönettiğine değil, nasıl yönettiğine bakmanız" gerektiğini söylerler. Vatan gibi kavramların geçmiş döneme özgü, gerici değerler olduğunun altını çizerler. Onlara göre önemli olan 
" Vatan değil vatandaştır" fikrini yaygın biçimde devreye sokarlar.

Ulusçulukla hem Öcalan, hem de Küreselciler hesaplaşıyor!,


Öcalan'ın yaklaşımı da Davutoğlu gibi ancak Öcalan, etnik ve kültürel hakları, "bağımsızlık" ve "özgürlük" için bir aşama olarak düşünüyor. Öcalan şöyle diyor: 
"Bağımsız bir kimlik kazanılmamış ki o kimliğe dayalı…/…kaderini tayin hakkı, insan hakları, siyasi haklar söz konusu edilsin…/…Bugün de savaşın bir boyutu 
kimlik savaşıdır…/…Kazanmaya çalıştığımız ulusal kimlik ve onun üzerinden gelişecek toplumsal özgürlük iradesidir". (A. Öcalan, Politik Rapor, s.51). 

Öcalan, 

"Özgürlük Sosyolojisi" adlı yazılarında da "sınırlara dokunmadan ulus inşa etmekten" söz ediyor. Öcalan, önce ulus ve kimlik sonra da sınır ve bağımsızlık ön görüyor.

Bilderberg'in başkanlarından Prens Bernhard, en hayati görevlerini şöyle açıklar: "Milliyetçiliğin hüküm sürdüğü ortamlarda, insanlar egemenliklerinin 
uluslararası güçlü bir organa devrini kabul etmezler. Bizim önümüzdeki en hayati görev onları buna razı etmektir." İnsanları egemenliklerini devretmelerine razı edebilmek için milliyetçilik yani ulusalcılıkla hesaplaşmak gerekmektedir!

ABD Dış Politika Araştırmalar Enstitüsü Başkanı da şöyle der: "Milliyetçilik bu yüzyılın en güçlü gerici kuvvetidir... Mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını 
engeller, ekonomik ve kültürel gelişmeyi durdurur. Amerikan halkının misyonu, milli devletleri tarihe gömmek, onların kalan haklarını, daha küçük birimlerde 
birleştirmektir. Önümüzdeki 50 yılda gelecek Amerika'nındır".

Bush döneminin Dışişleri Bakan Yardımcılarından Fried, Türkiye'deki milliyetçiliğe yönelik olarak değerlendirme yaparken "Gururlu insanlar, milliyetçi olmaz, 
gururlu insanlar dünyaya açık olur" demişti. Salman Rushdie ise "Bende aidiyet hissi ülkelere karşı değil şehirlere karşı. Irkçılık, milliyetçilik ötekine bakmayı 
bilmeyenleri cezbediyor" demişti.

Ulusalcılık, ulusal çıkarları esas alır. Milliyetçilik (ulusçuluk) düşmanlığı, küresel güçlerin taşeron olarak kullandıkları yerli ve yabancı mahfillerce yapılmaktadır.

Sayın Davutoğlu'nun 21. yüzyılın ulusçuluğu ya da milliyetçiliğini 19. Yüzyılın ulusçuluğu ve milliyetçiliğiyle, Türk Milliyetçiliğini de Alman Nazizmi ve İtalyan 
Faşizmi ile karıştırdığı görülüyor.

Davutoğlu bugünün sorunlarına dünkü cevapları veriyor! Halbuki bugünün sorunlarına dünkü cevapları gericiler verirler. Bugün karşı karşıya kalınan sorunlardan geçmişi sorumlu tutanlar Türkiye'nin bugünkü sorunlarının altından ezilenlerdir.

Biz buradan Türkiye'yi bütün komşularıyla savaşın eşiğine getiren Davutoğlu'na soralım:

Türkiye'yi on yıl içinde Suriye'yle, Irak'la, İran'la, Ermenistan'la, Kıbrıs Rum kesimiyle, İsrail ile karşı karşıya 19.Yüzyılın ulusalcılığı mı getirdi?

Ortadoğu ve İslam ülkelerinin ABD ve Küresel çıkarlar için demokratikleştirme, modernleştirme ve liberalleştirme söylemi altında yeniden tasarlanması 
stratejisi olan BOP'u ulusalcılık mı sağladı?

Küresel taşeronluk yapmaya karşı olduğu için mi, ulusalcılıkla hesaplaşma düşünülüyor?

Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanı bir Ulusalcı mıdır?

Ancak küresel sistem sözcülerinin, milletlerin bağımsızlık, egemenlik, özgürlük, özgünlük, millilik ve milliyetçilikleriyle mücadele etmeleri doğaldır. 
Küresel sistemle Katolik nikâhı kıymış olanlarla mücadele etmek de Türk milliyetçilerinin görevidir.

Davutoğlu'na ' Hodri Meydan' diyorum!

Türk Milliyetçiliğinin karşısına AB'sini ABD'sini, Ali Kemallerini, etnik ırkçısını ve kendisini parmak işaretiyle çağıran Obama'sını da alıp çıksın. Libya'da, 
Tunus'da, Mısır'daki baharları, eğer tutuklanmazsa "Irak'tan da Barzani'sini de alıp, gelsin!

Kimin, düşünce ve uygulamalarının tarihin çöplüğüne atılacağına zaman tanıklık edecektir.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2012/09/19/6738/turk-milliyetciligi-ile-hesaplasmak


***