LEYLA ZANA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
LEYLA ZANA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2019 Perşembe

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 3

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 3





Mal bildirimi ne zaman verilir?

a- Zorunlu haller:

-Kamu görevlilerinin işe girişlerinde (işe giriş için gerekli belgeler arasında yer alır ve bu belge olmadan göreve başlatılmaz),

-Görevlerinin sona ermesi hallerinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

-Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde (ek bildirim)
bildirimde bulunulması zorunludur.

Birçok memur görevlerinden ayrılma halinde mal bildirimi zorunluluğuna uymamaktadır. Yine başka kurumlara atanma hallerinde de beyanname vermeyi unutuyorlar ve farkına vardıklarında da başımıza iş açarız endişesiyle genel beyan dönemine kadar seslerini çıkarmamayı tercih ediyorlar.

b - Ek bildirim:

Kamu görevlileri; kendilerinin, eşlerinin ve velayetleri altındaki çocuklarının şahsi mal varlıklarında önemli bir değişiklik olduğunda, değişikliği izleyen bir ay içinde yeni edindikleri mallara ilişkin ek bildirim vermek zorundadırlar. Bildirimde diğer malların yeniden belirtilmesine gerek yoktur.

Önemli değişikliğin anlamı ise; Kendilerine aylık ödenenler, net aylık tutarının beş katından; aylık ödenmeyenler ise Genel İdare Hizmetleri sınıfında birinci derecenin birinci kademesindeki şube müdürüne ödenen net aylığın beş katından fazla değer ve tutarındaki mal varlığındaki artışlar anlaşılmalıdır.

Belirli bir tutarın altında yer alan mal varlıklarındaki artışların beyan zorunluluğu da bulunmamaktadır. Çünkü, Yönetmelikle genel beyan döneminde gayri menkullerin tutarı dikkate alınmaksızın beyan zorunluluğu getirilmişken ek mal beyanında edinilen malın hem mahiyet hem de miktarının birlikte dikkate alınması gerektiğinden net aylık tutarının beş katından az tutardaki mal edinimlerinin beyan zorunluluğu bulunmamaktadır.

Yönetmelik hükmüne bakıldığı takdirde “8 inci maddede gösterilen mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesinde malın mahiyetinin ve miktarının birlikte aranması gerekmekte olduğu görülecektir. Cümledeki VE bağlacı açık bir şekilde bu durumu izah etmektedir. Şayet Yönetmelik maddesinde geçen “mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesi “mahiyet veya miktardaki malın iktisabı” şeklinde ifade edilmiş olsaydı, o zaman gayri menkullerle menkuller ayrı ayrı dikkate alınmalıydı. Ancak, böyle bir ayrıma gidilmediği açıkça görülecektir.

c- Bildirimin yenilenmesi:

Kamu görevlileri, görevlerine devam ettikleri sürelere rastlayan, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar mal bildirimini yenilemek zorundadır.

Mal bildirimleri eski bildirimlerle karşılaştırılıyor mu?

Mal bildirimlerinde yer alan bilgiler, kamu kurumları bilgisayarlarında mevcut bilgilerle bilgisayar ortamında ve gizliliği sağlanacak şekilde karşılaştırılır. Ancak, uygulamada beyannamelerin zarflarında müfettişleri veya muhakkikleri beklediği görülür.

Yapılan karşılaştırma sonucunda gerçeğe aykırı bildirimde bulundukları veya haksız mal edindikleri, kaçırdıkları veya gizledikleri anlaşılanlar hakkında yetkili mercilerce Cumhuriyet başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulur.

Kamu Görevlileri Etik Kurulu mal bildirimlerini gerektiğinde inceleme yetkisine sahiptir. Mal bildirimlerindeki bilgilerin doğruluğunun kontrolü amacıyla ilgili kişi ve kuruluşlar talep edilen bilgileri en geç otuz gün içinde Kurula verirler.

Haksız mal edinme nedir?

Yönetmeliğe göre, mevzuata veya genel ahlaka uygun olarak sağlandığı ispat edilmeyen mallar veya ilgilinin sosyal yaşantısı bakımından geliriyle uygun olduğu kabul edilemeyecek harcamalar şeklinde ortaya çıkan artışlar, mal bildirimine ilişkin Kanun kapsamında haksız mal edinme sayılmaktadır.

Dikkat edin, gayrimenkul ediniminde ek beyan konusunda tartışma var

Bize göre genel beyan dönemi dışında gayrimenkul ediniminde de mal varlığındaki artış tutarı maaşın 5 katı kadar ise ek mal beyannamesi verilmemelidir. Ancak, bu konuyu farklı yorumlayan kurumlar çıkabilir ve ek mal beyanı verme döneminde olduğu gibi tutarı ne olursa olsun ek mal beyanı verilmeliydi denebilme riski olduğu için riske girmeden gayrimenkul ediniminde tutara bakmadan süresinde ek mal beyannamesi verilmesini öneririz.

Burada dikkate edilmesi ve bilinmesi gereken bir husus da birlikte oturulsa dahi velayet altında olmayan çocuklar için yani 18 yaşından büyük çocuklar için hem genel beyan, hem de ek beyan döneminde mal beyannamesi vermeye gerek olmadığıdır.

Kamuda yaşanan canlı bir örnek

Ben Temmuz/2012 de devlet memurluğuna atandım. Memuriyete başlarken istenen evraklarla birlikte Mal Bildirim Beyanında bulundum. Bu beyanımda Şubat/2012 de (memuriyete başlamadan önce) sözleşmesini yaptığım ve peyderpey taksitlerini ödediğim EMİNEVİM sözleşmesini bildirmedim. Çünkü bu bir borçlanma değil, tasarruf şekli olduğu için (çünkü ortada herhangi bir gayrimenkul, tapu vb. bir şey yok) mal bildirim beyanında bildirmedim. Daha sonra buraya ödediğim taksit miktarı maaşımın 5 katına ulaştığında ek mal bildirim beyanı ile Şubat/2013 bildirimde bulundum. Bunun üzerine, beyanlarımda uyumsuzluk olduğu gerekçesiyle, kademe durdurulması cezası verilmesi için hakkımda soruşturma açıldı ve devam ediyor.

Burada bir kaç sorum olacak:

1- Eminevim'le yaptığım sözleşme mal bildiriminde belirtilmesi gereken bir husus muydu? (sonuçta bir tasarruf şekli ve buradan istediğim zaman ödediğim taksit tutarlarını geri alarak ayrılabilirim.

2- Aday memurlar mal bildirimi ve Ek Mal Bildirimi Beyanından ne kadar sorumludurlar.

3- Aday memurların yukarıdaki disiplin cezasını alması durumunda uygulanabilirliği var mıdır? (aday memurların kademe ilerlemesi yapılmıyor.)

4- Ceza almam durumunda memuriyetim in sona erme ihtimali var mıdır. Bütün bunlara karşı ne yapmam gerekir.

Mal beyanı memurların en fazla sıkıntıya düştükleri konulardan birisidir. Kamu kurumunun iyi niyeti veya kötü niyetine göre uygulama değişmektedir. Özellikle de en fazla sıkıntı ek mal beyanında yaşanmaktadır. Birçok memurun Mal Bildiriminde Bulunulması Hakkında Yönetmelik 'te yer alan ince detayları bilmesini beklemek doğru bir yaklaşım değildir.

Bu Yönetmelik detaylı bir şekilde incelenirse belirli bir miktarın altındaki mal varlığındaki artışın ek mal beyanına konu olmayacağı görülecektir.

Yönetmelikteki yukarıda yer verilen hükümler gereğince belirli bir tutarın altında yer alan mal varlıklarının beyan zorunluluğu da bulunmamaktadır. Çünkü, Yönetmelikle genel beyan döneminde gayri menkullerin tutarı dikkate alınmaksızın beyan zorunluluğu getirilmişken ek mal beyanında edinilen malın hem mahiyet hem de miktarının birlikte dikkate alınması gerektiğinden net aylık tutarının beş katından az tutardaki mal edinimlerinin beyan zorunluluğu bulunmamaktadır.

Yönetmelik hükmüne bakıldığı takdirde “ 8 inci maddede gösterilen mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesinde malın mahiyetinin ve miktarının birlikte aranması gerekmekte olduğu görülecektir. Cümledeki VE bağlacı açık bir şekilde bu durumu izah etmektedir. Şayet Yönetmelik maddesinde geçen “mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesi “mahiyet veya miktardaki malın iktisabı” şeklinde ifade edilmiş olsaydı, o zaman gayrimenkullerle menkuller ayrı ayrı dikkate alınmalıydı. Ancak, böyle bir ayrıma gidilmediği açıkça görülecektir.

Süresinde Mal bildiriminde bulunmamaktan ne anlaşılmalıdır?

Yönetmeliğin süresinde mal bildiriminde bulunmama başlıklı 17 maddesinde; “Bu Yönetmelikte belirtilen süreler içinde mal bildiriminde bulunmayanlara, bildirimin verileceği mercilerce yazılı olarak ihtarda bulunulur. Bu ihtar, ilgilisine Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ olunur. İhtarın kendisine tebliğinden itibaren bir ay içinde bildirimde bulunmayanlar hakkında gerekli işlem yapılmak üzere yetkili Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunulur. Müfettiş ve muhakkikler de, soruşturma ile ilgili olarak verdikleri süre zarfında mal bildiriminde bulunmayan hakkında yetkili Cumhuriyet başsavcısına suç duyurusunda bulunurlar.” hükmüne yer verilmiştir.

Görüleceği üzere, Devletin istihdam ettiği memurlarının peşine hafiye gibi düşmek ve işte seni şimdi yakaladım demek yerine unutma, mevzuatı bilememe veya tereddüt edilen konular gibi durumlarda kurumların veya soruşturmacının gerekli hatırlatmayı yapması ve belirlenen sürede de beyanda bulunulmaması halinde hem disiplin hem de adli yönden gerekli cezai işlemin yapılması gerekmektedir.

   Yönetmeliğin geneline bakıldığı takdirde beyanname verilme sürelerinin açıkça belirtilmiş olmasına rağmen ayrıca ihtarda bulunulma müessesi getirilerek süre verilmesi ve bu süre sonunda da beyanda bulunulmamasının cezalandırılması cihetine gidilmesi cezai işlem uygulamadan önce yapılması gereken önemli bir iyi niyet göstergesi ve durumudur. 

    İlgili Kanun ve Yönetmeliğin birlikte değerlendirilmesi halinde; beyannameler arasında karşılaştırma yapılması zorunluluğu bulunması ve mal varlığındaki artışların izah edilememesi halinde de yaptırım uygulanması önemli bir husustur. Aksi takdirde en tepedeki yöneticiden tutun da en alt unvandaki personele kadar bu yaptırımla karşılaşmayacak personel yoktur.

Uygulamada beyanname vermeyi unutan birçok personelin acaba bize ceza verilir mi diye beyannameyi vermeme yolunu tuttuğu görülmektedir. Bu şekilde beyannameyi zamanında vermeyi unutan personel arasında en yüksek unvandan en aşağı unvana kadar personel bulunmaktadır. İdarelerin personele tuzak kurması düşünülemeyeceğinden unutma ve benzeri nedenlerle zamanında beyanda bulunamayan personele kademe ilerlemesi cezası verilmesi doğru değildir. Nitekim bu konuyla ilgili olarak aşağıda yer verilen 2010 tarihli ve 3 sayılı Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının hazırlamış olduğu bir inceleme ve araştırma raporunda bizim görüşlerimizi birebir destekleyen ifadelere yer verilmiştir.

Diğer yandan örnekteki sözleşme gereğince oluşan borç alacak ilişkisinin belirli bir tutarın altında kalması halinde beyan edilmesine gerek yoktur. Bu durumu şöyle de örneklendirebiliriz:

Aylık net maaşı 4000 TL olan bir memur her ay maaşından tasarruf ettiği tutarı herhangi bir finans kurumuna yatırıyor. Bir müddet sonra meblağ çoğalırsa bu tutarı ek beyanla beyan etmek zorunda mıdır? Elbette hayır. Çünkü, bu tutar ani bir artış olmadığı için mal varlığında önemli bir değişiklik değildir ve ek beyana gerek da yoktur.

Ayrıca, idare bunun da beyan edilmesini istiyorsa ilgili memuru uyarır ve beyan edilmesini talep eder. Şayet bir ay içerisinde beyanda bulunulmazsa o zaman adli ve idari süreci başlatır.

    Çarpıcı başka bir örnek

Seçimler Nedeniyle bir genel müdür görevinden istifa etti ve aday adayı oldu. Daha sonra da milletvekili adayı oldu. Ancak, seçilemediği için tekrar görevine 
dönmek istedi. İlgililer baktılar ki göreve tekrar dönmek isteyen genel müdür seçim nedeniyle görevinden ayrıldığı halde bir ay içerisinde beyanname vermemiş. 

    Bu durumda ilgili genel müdür hakkında disiplin işlemleri yapılarak süresinde mal beyanında bulunmadığı için kademe ilerlemesinin durdurulması cezası 
verilerek genel müdür olarak atanması engellenecek mi?

İşte bu örnek dahi konunun nasıl bir boyutunun olduğunu göstermektedir. 

İşte idarelerin masum memurların üzerlerine gitme yerine mevzuatın tanıdığı hakkı yerine getirerek süresinde mal beyanında bulunmayan memura bir aylık süre verilmeli ve sonucuna göre işlem yapılmalıdır. Yazımızın başında yer verilen masum memura ceza verilerek aday memur olduğu için görevine son mu verilmeli yoksa Yönetmelikte yer verilen hüküm işletilerek bir aylık süre mi verilmelidir?

Süresinde mal bildiriminde bulunmama ile İlgili teftiş raporu

Bu konuyla ilgili olarak Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanarak Gümrük Müsteşarına sunulan 03.05.2010 tarihli raporda önemli hususlara yer verilerek konu bütün detaylarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.

Hazırlanan raporda şu tespitler yer almıştır:

“657 sayılı Yasanın yukarıda belirtilen 125/D-j maddesinde bahsedilen mal bildiriminde bulunulmasını gerektiren durum ve süreler belirlenmiştir.

Durum böyle iken, örneğin mal varlığında 3628 sayılı Yasanın 5. Maddesinde tarif edildiği şekilde önemli bir değişiklik olan memur, buna ilişkin mal bildirimini 
değişiklik olduğu tarihten itibaren bir ay içerisinde vermez veya unutur ya da bu bildirimi süresini geçirdikten sonra verir ise hakkında hangi disiplin cezası 
uygulanmalıdır?

Bu gibi durumlarda gecikmeli olarak mal bildirimi verilse dahi, belirlenen durum ve sürelerde bildiriminde bulunulmadığı gerekçesiyle 657 sayılı Yasanın 125/D- j Maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, birçok idarece tereddütsüz olarak uygulanmaktadır. 

Bu nedenle memur, mal varlığında değişiklik olduğundan bir ay içerisinde mal bildirimi vermeyi unutmuş ise telaşa kapılmakta, bir ayı geçirdikten sonra iyi 
niyetli olarak mal bildirimi verse dahi ceza alacağını bildiği için bundan sonra da mal bildirimi verememektedir. Hatta çoğu zaman mal bildirini vermeyi 
unuttuğu amirlerince de bilindiği halde, uygulanacak olan cezanın ağırlığı nedeniyle olay bilmezden gelinmekte, devamlı suçluluk psikolojisi içerisinde olan memurun, disiplin cezası zamanaşımı olan 2 yıl içerisinde idarenin durumu öğrenmek zorunda kalmamasını umut etmekten başka çaresi kalmamaktadır.

Sadece basit bir dikkatsizlik ve ihmalden kaynaklaman bu fiile uygulanan kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, kanımızca ağır bir ceza olup, 
fiil ile orantılı değildir ve mal bildirimine ilişkin daha önceki uygulamalar ve yasal düzenlemeler ile uyum göstermemektedir.

2871 sayılı Yasada; olağan olarak mal bildirimi verilmesi gereken durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunulmaz ise hangi idari yolun izleneceği ve 
ilgiliye hangi disiplin cezasının verileceği konusunda 5440 sayılı Yasadan farklı olarak açık bir düzenlemeye ver verilmemiştir. 

  Bu nedenle, 657 sayılı Yasanın 125/D-j maddesinde tanımlanan ve esasen bir inceleme ve soruşturma nedeniyle kendisinden mal bildirimi istendiği halde 
bu bildirim vermeyen veya eksik veren memur hakkında, “belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmadığı”gerekçesiyle uygulanacak olan kademe 
ilerlemesinin durdurulması cezasının, olağan durumlarda mal bildiriminde bulunmadığı anlaşılan memurlara da uygulanıp uygulanmayacağı hususu tartışmalı hale gelmiştir.

Ancak konu ile ilgili olarak mülga 4237 ve 5440 sayılı Yasalar ile halen yürürlükte olan 657 sayılı Yasanın özüne bakıldığında; söz konusu cezaya sadece, 2871 sayılı Yasanın 9 uncu maddesi uyarınca hakkında yapılacak inceleme ve soruşturmaya istinaden kendisinden mal bildiriminde bulunması istenmesine karşın, zorunlu sebepler olmaksızın bu bildirimde bulunmayanların muhatap olacağı anlaşılacaktır. Zira aksi takdirde, basit bir dikkatsizlik nedeniyle mal varlığındaki değişiklikten itibaren bir ay içinde bildirimde bulunmayan ile kendisinden bildirimde bulunması istenmesine rağmen bu süre içerisinde kasten 
bildirimde bulunmayan veya eksik bildirimde bulunana aynı disiplin cezasının uygulanması söz konusu olacaktır. Bu durum, ceza hukukunun temel ilkeleri 
ile de çelişmektedir.

Söz konusu tartışmalı durum, 2871 sayılı Yasayı yürürlükten kaldıran 3628 sayılı Yasada kanaatimizce açıklığa kavuşturulmuştur.

1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 10. maddesinin birinci fıkrasında; aynı Yasanın 6. maddesinde belirtilen sürelerde, yani inceleme ve 
soruşturmadan kaynaklanmayan olağan durumlarda mal bildiriminde bulunmayana, bildirimlerin verileceği mercilerce ihtarda bulunulacağını, ihtarın kendisine tebliğinden itibaren otuz gün içinde mazeretsiz olarak bildirimde bulunmayana ise üç aya kadar hapis cezası verileceğini belirtmektedir.

10. Maddesinin ikinci fıkrasında, soruşturma ile ilgili olarak verilen süre zarfında mal bildiriminde bulunmayana da üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verileceği 
ayrıca düzenlenmiştir. Soruşturma nedeniyle mal bildiriminde bulunması istenenin, bu bildirimi yedi gün içinde vermesi zorunludur.

Buradan da anlaşılacağı üzere; bir ihbar, inceleme veya soruşturmadan kaynaklanmamakla birlikte 6 ncı madde uyarınca mal bildiriminde bulunma yükümlülüğünü yerine getirmediği anlaşılan memur, öncelikle ihtar edilmekte ve 30 günlük ek süre içerisinde bildirimde bulunması istenmektedir. Belirtilen otuz günlük ek süre içerisinde bildirimde bulunan memur hakkında, daha önceden süresi içerisinde mal bildiriminde bulunmadığı gerekçesiyle yapılması gereken başkaca bir işleme ihtiyaç yoktur. Ancak memurun, davranışlarında daha dikkatli olması, ödev ve sorumluluklarını zamanında yerine getirmesi bakımından uyarılmasının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.

Eğer memur belirtilen otuz günlük ek süre içerisinde kasten bildirimde bulunmaz ise, bu durumda açıkça bir disiplin suçunun işlendiğini ve buna karşılık olarak 
uygulanması gereken disiplin cezasının da 657 sayılı Yasanın 125/D-j maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası olacağını kabul etmek gerekecektir.

Soruşturma nedeniyle istenen mal bildiriminin verilen yedi günlük süre içerisinde kasten verilmemesi halinin de yine aynı şekilde kademe ilerlemesinin  durdurulması cezası ile cezalandırılması uygun olacaktır.

Dikkat edileceği üzere 3628 sayılı Yasa'da, olağan durumlarda verilmesi gereken bildirimin verilmediğinin idarece anlaşılması hali bakımından bir zaman sınırı 
getirilmemiştir. Yani idare bu durumun farkına vardığı andan itibaren memuru ihtar etme ve 30 günlük ek süre içerisinde mal bildiriminde bulunmasını isteme 
hakkına sahiptir. Dolayısıyla kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilebilmesi nin zaman aşımı olan iki yıllık süre, örneğin mal varlığındaki önemli değişikliğin meydana geldiği tarihten değil, eğer ihtaren verilen 30 günlük sürenin sonunda bildirimde bulunulmamış ise bu tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.

Belirtilen dönemlerde yenileme yapılmamasının; idarece yapılacak karşılaştırmalar sırasında daha önceden verilmiş olan mal bildirimlerinin bir arada görülmesini zorlaştırmak dışında bir sakıncası olamayacağından, örneğin 2010 yılı Şubat ayı sonuna kadar mal bildirimini yenilemeyen memura kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının verilebilmesi de kanaatimizce mümkün görünmemektedir.

Düşüncemize göre hiçbir ayrım yapılmaksızın yenileme dahil günümüzde mal bildirimi verilmeyen her durum için idarece 657 sayılı Yasanın 125/D-j 
maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının uygulanması; öncelikle buna ilişkin, 1965 tarihli Devlet Memurları Kanununda yer alan 
düzenlemede atıfta bulunulan Yasanın, 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasa değil 1942 tarihli ve 4237 sayılı Yasa olmasından kaynaklanmaktadır. 

Anılan disiplin cezası 3628 sayılı Yasa değil, 4237 sayılı Yasa hükümlerinin ihlali halinde uygulanmak üzere düzenlenmiştir. Ancak 4237 sayılı Yasanın 1983 
yılında yürürlükten kalkması ve yerine gelen diğer yasalarda durumu açıklayan düzenlemelere yer verilmemiş olması, bahsedilen yanlış uygulamanın günümüze kadar gelmesinde en etkili faktör olmuştur.

Sonuç olarak; mal bildirimi verilmemesi halinde uygulanacak disiplin cezalarının, açıklamaya çalıştığımız kriterler dikkate alınarak belirlenmesi durumunda, 
hem 1942 yılından itibaren ortaya konulmuş olan yasa koyucunun iradesine uygun olarak aynı ve benzer fiillerin aynı ve benzer cezalar ile cezalandırılması 
sağlanmış hem de kanımızca yanlış olan günümüzdeki uygulamanın memurlar üzerindeki olumsuz etkileri giderilmiş olacaktır.”

Görüleceği üzere, mezkur rapor konuyu detaylı bir şekilde özetlemiştir. 
Aksi takdirde kamuda ceza almayacak memur kalmayacaktır. 

Basit ihmaller veya farklı yorumlar nedeniyle memurlara disiplin cezası vermenin mümkün olmadığını düşünüyoruz. Şayet memur mal varlığındaki artışı izah edemeyecek durumda ise kimsenin söyleyecek bir sözü olamaz. Sonuç olarak memurların geleceğini karartmanın doğru olmadığını ve kimseye bir yararı olmayacağını ifade etmek isteriz. 

Bu konunun sıkıntılarını giderecek kurum ise Devlet Personel Başkanlığıdır. Çıkaracağı bir tebliğle mal beyanıyla ilgili sıkıntılı konuları açıklığa kavuşturarak 
kurumların memur avcılığının önüne geçebilir.

Memurlar.Net - Özel



***


MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 2

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 2


ATATÜRK' ün Sivas kongresi Öncesi, Sonrası gelişmelerden alıntılar..


Kongre, 4 Eylül 1919 günü davet sahibi olması sebebiyle Mustafa Kemal Paşa’nın açış konuşmasıyla başladı. Bu konuşma Mustafa Kemal Paşa’nın mevcut siyasi duruma hakimiyetini ortaya koymaktadır. Başkanlığın sırayla üstlenilmesi talebi yapılan oylama sonucunda reddedildi. Divan teşekkülünde Mustafa Kemal Paşa oy birliğiyle başkanlığa Bekir Sami ve Rauf Beyler Başkan yardımcılıklarına seçilirler. 

Daha önce oluşturulan Hazırlık Encümenin (Komisyon) kaleme aldığı ve ittihatçılık suçlamasının önüne geçmek için kongre delegelerinin okumaları teklifiyle bir yemin metni hazırlanmıştı. 

Bu Metinde : 

“Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, islamiyete, devlete, millete ve memlekete 
manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye takip etmeyerek her türlü ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azm-ü iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağı ma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah” ifadeleri vardı.

 Bu yemin Metnine evvela Mustafa Kemal Paşa karşı çıkar. Metin münakaşa edilerek aşağıdaki şekli alır : 

“Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, İslâmiyete, devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi devamı müddetince ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına  çalışmayacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah” 

Bu günki,  YEMİN METNİ.,,

Milletvekillerinin Yemin Metninde ne yazıyor?

   ...Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; 
Hukukun üstünlüğüne, Demokratik ve Lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; 
Toplumun huzur ve refahı, Millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin İnsan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması Ülküsünden ve Anayasa'ya Sadakatten ayrılmayacağıma; Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.

..... İli Milletvekili...

****

MAL BEYANI..


Mal Beyanına dair tüm detaylar...

Memurların bilmesi gereken bazı konular vardır ki iş işten geçtikten sonra bunları öğrenmenin maliyeti oldukça fazla olabilmektedir. Birçok memurun disiplin cezasına maruz kaldığı konulardan birisi de süresinde verilmeyen mal beyanıdır.

Kamu görevlileri belirli zamanlarda mal bildiriminde bulunmak zorunda olup, bildiriminde bulunulması gereken süreler, hangi malların beyana tabi olduğu ve hangi tutardaki mal varlığındaki artış ve azalışların bildirime konu edileceği hususlarında tereddütler yaşanmakta ve birçok memurun geleceği basit hatalardan dolayı kararabilmekte dir. Genel beyan döneminde kurumlar memurlara bazı hatırlatmalarda bulunmakla birlikte, ek mal beyanıyla ilgili olarak memurların ne zaman ve hangi durumlarda ek mal beyanı vereceğini bilememesi ve gözden kaçırması halinde de alacağı disiplin cezası nedeniyle geleceği kararabilmekte dir. Yaklaşık 3 milyonluk bir kitleyi ilgilendiren bu konuyu biraz daha derinleştirecek ve memurların sıkıntı yaşamaması için bazı önerilerde bulunacağız.

Mal beyanında bulunmanın hukuki dayanağı

Mal Beyanında bulunmanın hukuki dayanağı, 3628 sayılı “Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu” ile bu Kanuna dayanılarak çıkarılan Mal Bildiriminde Bulunulması Hakkında Yönetmeliktir.

Bu çerçevede, Rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele amacıyla hazırlanan Kanun; kapsamında yer alan kişilerin mal bildiriminde bulunmasını, bildirimlerin yenilenmesini, mal edinmelerin denetimiyle, haksız mal edinme veya gerçeğe aykırı bildirimde bulunma hallerinde uygulanacak yaptırımları düzenlemiştir. Kanunun uygulanmasını göstermek amacıyla yürürlüğe konulan Yönetmelik ise mal beyanıyla ilgili detay bilgileri içermektedir.

Kanun, mal bildiriminde bulunması gerekenleri tek tek saymış ve kamu kurum ve kuruluşlarında işçi sayılmayan kamu çalışanlarının da mal bildiriminde bulunacağını hüküm altına almıştır.

Kimler mal bildiriminde bulunmak zorundadır?

Aşağıda sayılanlar mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar:

a) Her türlü seçimle iş başına gelen kamu görevlileri ve dışarıdan atanan Bakanlar Kurulu üyeleri (Muhtarlar ve İhtiyar heyeti üyeleri hariç).

b) Noterler.

c) Türk Hava Kurumunun genel yönetim ve merkez denetleme kurulu üyeleri ile genel merkez teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin merkez kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların şube başkanları.

d) Genel ve katma bütçeli daireler, il özel idareleri, belediyeler ve bunlara bağlı kuruluş veya alt kuruluşlarda, kamu iktisadi teşebbüsleri (iktisadi devlet teşekkülleri ve kamu iktisadi kuruluşları) ile bunlara bağlı müessese, bağlı ortaklık ve işletmelerde, özel kanunlarla veya özel kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan ve kamu hizmeti gören kurum ve kuruluşlar ile bunların alt kuruluşlarında veya komisyonlarında aylık, ücret ve ödenek almak suretiyle kamu hizmeti gören memurları, işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri ile yönetim ve denetim kurulu üyeleri.

e) Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarında görevli olanlar ile bunların yönetim ve denetim kurulu üyeleri (5590 sayılı Kanuna göre kurulan oda ve borsaların oda ve borsa meclisi ile yönetim kurulu üyeleri dahil).

f) Siyasi parti genel başkanları, vakıfların idare organlarında görev alanlar, kooperatiflerin ve birliklerinin başkanları, yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürleri, yeminli mali müşavirler, kamuya yararlı dernek yönetici ve deneticileri.

g) Gazete sahibi gerçek kişiler ile gazete sahibi şirketlerin yönetim ve denetim kurulu üyeleri, sorumlu müdürleri, başyazarları ve fıkra yazarları.

h) Özel kanunlarına göre mal bildiriminde bulunmak zorunda olanlar (konfederasyon, sendika ve sendika şubesi başkan ve yöneticileri dahil).


Mal bildirimleri nereye verilir?

Mal Bildiriminin verileceği merciler şunlardır:

a) Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu üyeleri için, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı.

b) Kamu kurum ve kuruluşlarında görevli personel için, özlük işleri ile ilgili birimler.

c) Kurum, teşebbüs, teşekkül ve kuruluşların genel müdürleri ile yönetim ve denetim kurulu üyeleri için, ilgili bakanlıklar.

d) Yüksek mahkemelerin daire başkan ve üyeleri için, ilgili mahkemenin başkanı.

e) Noterler için Adalet Bakanlığı.

f) Diğer kurum ve kuruluşların memur ve hizmetlileri için, atamaya yetkili makamları.

g) Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için, kurum ve dernek genel başkanlığı.

h) Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında görevli olanlar için, kurum başkanlığı; bunların yönetim ve denetim kurulu üyeleri için, ilgili bulundukları bakanlıklar.

i) Görevlerinden ayrılanlar için, bu görevlerinde iken bildirimlerini vermeleri gereken makam veya merci.

j) Siyasi parti genel başkanları için, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı.

k) Kooperatifler ve birliklerinin başkanları, yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürleri için, kooperatiflerin ve birliklerinin denetimlerinin yapıldığı kuruluşlar.

l) Yeminli mali müşavirler için, Maliye ve Gümrük Bakanlığı.

m) Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve kamu yararına sayılan derneklerin genel yönetim ve merkez denetleme kurulu üyeleri için, İçişleri Bakanlığı; bunların şube başkanları için, bulundukları il valilikleri.

n) İl genel meclisi üyeleri için, ilgili valilikler, belediye meclisi üyeleri için, ilgili belediye başkanlıkları, belediye başkanları için, İçişleri Bakanlığı.

o) Mal bildirimi verecek son merciler için, kendi kuruluşlarının özlük işleri ile ilgili makam veya merci.

p) Gazete sahibi gerçek kişiler ile gazete sahibi şirketlerin yönetim ve denetim kurulu üyeleri, sorumlu müdürleri, başyazarları ve fıkra yazarları için, bulundukları yer en büyük mülki amirliği.

r) Vakıfların idare organlarında görev alanlar için, Vakıflar Genel Müdürlüğü.

Hediye ve Hibeleri beyan etmek zorunlu mudur?

Beyanname vermek zorunda olan kamu görevlileri, milletler arası protokol, mücamele veya nezaket kaideleri uyarınca veya diğer herhangi bir sebeple yabancı devletlerden, milletler arası kuruluşlardan, sair milletler arası hukuk tüzel kişiliklerinden, Türk uyruğunda olmayan herhangi bir gerçek veya tüzel kişi veya kuruluştan, aldıkları tarihteki değeri on aylık net asgari ücret toplamını aşan her hediye veya hibe niteliğindeki eşyayı, aldıkları tarihten itibaren bir ay içinde kendi kurumlarına teslim etmek zorundadırlar.

Ancak, yabancı devlet adamları ve milletler arası kuruluş temsilcileri tarafından verilen imzalı hatıra fotoğraflarının çerçeveleri bu madde hükümlerine dahil değildir.

Mal varlığındaki hangi tutardaki artışlarda mal bildirimi verilir?

Kamu görevlilerinin; eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait taşınmaz malları ile kendisine yapılan aylık net ödemenin 5(beş) katından fazla tutarlardaki malları (her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri), mal bildiriminin konusunu teşkil eder. Genel beyan döneminde gayrimenkuller için tutar önemli değildir. 

Bu husus çoğu zaman gözden kaçabilmekte dir.

Beş kat uygulaması kafa karıştırabilmektedir. Bu durumu bir örnekle açıklamak gerekirse; VHKİ kadrosunda görev yapan bir personel net olarak 1.800 TL maaş alıyorsa, 1.800 x 5 = 9.000 TL den fazla mal elde edinmesi ya da borçlanması halinde genel beyan döneminde beyan edilmeli veya genel beyan döneminden sonra da ek mal beyannamesi verme zorunluluğu vardır. Buradan şu ifadeyi rahatlıkla söyleyebiliriz. Memurun net olarak aldığı aylık, ek beyanname verip vermeyeceğini belirleyecektir. Kimi memur 10.000 TL tutarında mal elde ettiği için ek beyanname vermek zorunda olacak kimi memur ise 50.000 TL mal elde ettiği için ek beyanname verecektir. Bütün kamu görevlilerinin bu duruma dikkat etmeleri gerekmektedir.

Kendilerine aylık ödeme yapılmayanlar için ise, genel idare hizmetleri sınıfında birinci derecenin birinci kademesindeki şube müdürüne ödenen her türlü zam ve tazminatlar dahil net aylık tutar, 5 kat hesaplamasında esas alınır. (Maliye Bakanlığı tarafından 2013 yılı için belirlenen aylık tutar 3.058,06 TL'dir.)

Eşlerin kamu görevlisi olması halinde, kim beyanda bulunacak?

Eşlerin her ikisinin de mal bildiriminde bulunması gereken kişiler olmaları halinde, her eş ayrı ayrı mal bildiriminde bulunur ve bildirimlerde eşleri ile velayetleri altındaki çocuklarının mallarını da belirtirler.

Görevleri sebebiyle birden fazla mal bildiriminde bulunması gerekenler ise, sadece asli görevlerinden dolayı bir tek mal bildiriminde bulunurlar.

Hangi mallar beyannamede bildirilir?

Kamu görevlileri kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait mallardan aşağıda belirtilenleri bildirmek zorundadırlar. Memurla birlikte yaşayan ve velayet hakkı sona eren çocukların mal varlıklarını bildirmeye gerek yoktur.

Buna göre;

a-Taşınmaz mallar (Arsa ve Yapı Kooperatif hisseleri dahil),

b-Aylık net gelirlerinin 5 katından (aylık almayanlar ise 2013 yılı Ocak ayı belirlemelerine göre, 3.058,06.-TL'nin 5 katından) fazla değer ve tutardaki (her biri ayrı ayrı 5 kat);

1) Para ve para hükmündeki kıymetli kağıtlar,

2) Hisse senedi ve tahviller,

3) Altın ve mücevherat,

4) Her türlü kara, deniz ve hava taşıt araçları, traktör, biçer-döver, harman makinası ve diğer ziraat makinaları, inşaat ve iş makinaları, hayvanlar, koleksiyon ve ev eşyaları ile diğer taşınır mallar,

5) Haklar,

6) Alacaklar,

7) Borçlar,

8) Gelirler.

Bildirimlerde, Malların bildirim tarihindeki değerleri esas alınır.

Dikkat edileceği üzere, genel beyan döneminde taşınmaz mallar (arsa ve yapı kooperatif hisseleri dahil) için beyan edilecek tutarın önemi yoktur.

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. BÖLÜM 1

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. BÖLÜM 1


1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında Milletvekili Yemini


    Milletvekili yemin törenleri, 20 Ekim 1991 seçimlerine SHP çatısı altında...

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yarın yemin töreni yapılacak.

Milletvekili yemin törenleri, 20 Ekim 1991 seçimlerine SHP çatısı altında giren Leyla Zana'nın, 6 Kasım 1991'de yapılan yemin törenindeki sözlerinden beri "kazasız belasız" atlatılmaya çalışılan TBMM faaliyetleri arasına girmiş bulunuyor. 18 Nisan 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi'nden İstanbul Milletvekili seçilen Merve Kavakçı 'nın başörtüsüyle milletvekili yemini etme girişimi üzerine yaşananlar da malum. 

Son olarak, BDP'nin desteklediği bağımsız milletvekilleri Anayasa'daki yemin metninin “şoven” bir anlayışı yansıttığını, bu metne sadık kalmayacaklarını açıkladılar. Bu açıklamalar, beklendiği üzere tartışma yarattı. Örneğin MHP'li Özcan Yeniçeri, 1980 darbesi öncesinde CHP hükümetinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yapan Şerafettin Elçi'ye "Daha önce de etmediniz mi bu yemini" diye çıkıştı. Elçi, belli ki 1961 Anayasası'ndaki yemin metninin 1982 metni ile aynı olduğunu varsayan Yeniçeri'ye "O zaman halkın mutluluğu için yemin ediyorduk" dedi ve kayda değer bir yanıt alamadı.

Burada, Leyla Zana'nın 6 Kasım 1991'deki yemin törenindeki konuşmasına ilişkin olarak yaygın düşülen bir yanlışa işaret edelim. Zana'nın, ilk kez milletvekili seçildiği 1991 seçimlerinden sonra TBMM'de ettiği yemin Kürtçe değildi. Zana, yemin metnini Türkçe okuduktan sonra Kürtçe "Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum" dedi ve kıyamet ve kıyamet bu bölüm üzerine toptu. Zana’nın bu sözlerinden sonra ne dendiğini anlamamalarına rağmen milletvekillerinin önemli bir bölümü adeta çıldırmış, Leyla Zana ve arkadaşlarının 10 yıl sürecek cezaevi çilesi için geriye sayım başlamıştı...
Neyse, konumuz bu değil, konumuz milletvekili yemininin, cumhuriyetin kuruluşunun ardından bugüne kadar geçirdiği evrim.

1921 Anayasasında yemin yoktu

Toplam 23 maddeden oluşan 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasasıdır. Zira cumhuriyetin ilanı yeni bir anayasa ile yapılmamış, 29 Ekim 1923'te, 1921 Anayasası'nın 1. maddesine "Türkiye Devletinin şekli Hükümeti Cumhuriyettir" ilavesinin yapılmasıyla yetinilmiştir. Kurtuluş Savaşı'nı yönetmek üzere toplanan Meclis'te kabul edilen 1921 Anayasası, olağanüstü gündem nedeniyle klasik metinlerdeki ayrımlara sahip olmayan, bu arada "milletvekili yemini" veya "andı" da içermeyen bir metindi.

'Vallahi sadakatten ayrılmayacağım'

Cumhuriyet döneminde yapılan ilk anayasa 20 Temmuz 1924 tarihini taşıyor. Milletvekili andı, ilk kez 1924'te anayasa metinlerine dahil oldu. Yemin metni, yine “ Teşkilâtı Esasiye Kanunu ” adını taşıyan 1924 Anayasası'nın " Vazifei Teşriiye", yani "Yasama Görevi" başlığını taşıyan ikinci faslında düzenleniyor, özel bir başlık taşımıyordu. 1924 Anayasası'nın milletvekili andını düzenleyen 16. maddesi şöyleydi:

MADDE 16 - Mebuslar Meclise iltihak ettiklerinde şu şekilde tahlif olunurlar:
"Vatan ve Milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâ kaydü şart hâkimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakattan ayrılmıyacağıma vallahi."

Arapça "tahlif" kelimesinin " and içirme, yemin ettirme " anlamına geldiğini not ederek devam edelim.

36 yıl yürürlükte kalarak Cumhuriyet tarihinin en uzun ömürlü anayasası olan 1924 Anayasası'ndaki bu yemin metni, 10 Nisan 1928’de bir kelimeden ibaret büyük bir değişiklik geçirdi. İçinden "vallahi" kelimesi çıkarılan metin, bu tarihte şöyle düzenlendi:

MADDE 16 -  Mebuslar Meclise iltihak ettiklerinde şu şekilde tahlif olunurlar:
"Vatan ve milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâ kaydüşart hâkimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve cumhuriyet esaslarına sadakattan ayrılmıyacağıma namusum üzerine söz veririm."
Aynı tarihte, "Türkiye Devletinin dini, dini İslamdır" ifadesi ile din işlerini TBMM'nin görevleri arasında sayan hükmün de anayasadan çıkarıldığını not edelim. 

1961: Halkın mutluluğu için…

1924 Anayasası 27 Mayıs 1960 darbesiyle tarihe gömüldü. 1961 Anayasası'nda milletvekili yemini 77. Maddede düzenlendi. "And içme" başlığını taşıyan bu maddede de kısa bir metinle yetinildi. Birlikte okuyalım:

MADDE 77 - Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri görevlerine başlarken şöyle and içerler:

"Devletin Bağımsızlığını, Vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağıma; Milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma ve halkın mutluluğu için çalışacağıma namusum üzerine söz veririm."

1982'de Anayasası'nın tartışılan metni

Özgürlüklere karşı ideolojisi, " tekçi " saplantısı, bir anayasada bulunması asla gerekmeyen ayrıntılarla bunaltan uzunluğu ve berbat Türkçesiyle cumhuriyet tarihinin en kötü anayasası olan 1982 Anayasası'nın bu özellikleri yemin metninde de gözlenir.
Yürürlükteki anayasamızın "And içme" başlığını taşıyan 81. Maddesi, milletvekili yeminini şöyle belirliyor:

MADDE 81. – Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde and içerler:

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

Danışma Meclisi: 1961'e bir şeyler ekledik

Görüldüğü üzere, 1924 ile 1961 anayasalarında özetle " Vatana, Millete, Cumhuriyete ve millet egemenliğine Sadakat " sözü ile yetinilen 
milletvekili yeminleri 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar tarafından yeterli bulunmadı. 
1982 Anayasasının "Andiçme" başlığını taşıyan 81. Maddesinin gerekçesine ilişkin olarak iki resmi metin bulunuyor. 
Birincisi, anayasa taslağını hazırlayan Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu'na, ikincisi darbeci generallerin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi'ne bağlı Anayasa Komisyonu'na ait olan bu gerekçeleri peş peşe okuyalım. Danışma Meclisi komisyonunun gerekçesi aşağıdaki ifadeleri taşıyor. 

Metni, Türkçe hatalarıyla birlikte aynen aktarıyorum:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyelerinin göreve başlarken yapacakları and 1961 Anayasasının 77'inci maddesindeki esaslar göz önünde tutularak bazı kavramlarla genişletilmiştir. Milletvekillerinin and içmede bunlara da bağlı kalmalarının göreve başlarken uygun olacağı düşünülmüş ve bu nedenle bölünmez bütünlük, toplum huzuru, milli dayanışma, sosyal adalet, insan haklarına ve temel özgürlüklerden yararlanması ülküsü, hukukun üstünlüğü prensibi and metnine dahil edilmiştir."

MGK: Atatürk İlkelerini ekledik

Şimdi de, madde metnine son şeklini veren generallere bağlı Anayasa Komisyonunun gerekçesini okuyalım:

" Danışma Meclisince kabul edilen andiçme kenar başlıklı 89'uncu maddede yer alan 'Atatürk inkılaplarına' sözcükleri Atatürk'ün benimsediği ve uyguladığı ilkelere de yer verilmek ve bu ilkelere bağlı kılınmayı sağlamak amacıyla 'Atatürk ilke ve inkılaplarına' şeklinde değiştirilmek suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin göreve başlarken yapacakları andiçmeye daha etkin bir anlam verilmiştir."

59 kelime, 11 bağlaç!

1924  ve 1961 metinlerinden hemen her alanda radikal bir şekilde ayrılan 1982 Anayasası’nda, milletvekili yemininde de “aşırı” bir üslup benimsendi. 
Temeli “söz vermek” gibi bir gönüllü eyleme dayanan and içmede bile toplumu ayrıştıran bir metin karşısındayız. 

Birbirine 11 adet “ve” bağlacı ve 7 virgül ile bağlanmış tam 59 kelimenin doldurulduğu tek cümlelik bu yemin, parlamentoya giren milletin kimi temsilcilerine “zorla” söz verdiren bir metin olarak yarın bir kez daha okunacak. 
O müstesna Türkçesiyle…

İhtimal çok sayıda Milletvekilini tek ayağı üzerine dikerek!.. 

2 Şubat 2018 Cuma

Kaftancıoğlu, CHP'de SHP'lileşme Alanı Açtı


“ Kaftancıoğlu, CHP'de SHP'lileşme Alanı Açtı ”




PROF. DR. TANJU TOSUN YORUMLADI,

Prof. Tosun CHP yönetiminin desteklediği Kaftancıoğlu’nun İstanbul İl Başkanı seçilmesinin parti için “SHP’lileşme alanı” açtığını belirterek, bunun hakiki bir sol siyasetle sürdürülebilir kılınması gerektiğini belirtti.

Ekin Karaca

İstanbul - BİA Haber Merkezi
17 Ocak 2018, Çarşamba 17:13


Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Tanju Tosun ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanlığı’na Canan Kaftancıoğlu’nun seçilmesini, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarına yakın medyanın karalama kampanyalarının ardından Kaftancıoğlu hakkında başlatılan soruşturma ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisini hedef almasını konuştuk.

Bir kadın, doktor olarak Kaftancıoğlu’nun CHP gibi bir partinin İstanbul İl Başkanı olmasının sembolik olarak çok önemli olduğunu ifade eden Prof. Tosun, Kaftancıoğlu’nun alışıldık CHP söylemlerinin dışında yer almasını da önemli buluyor ve ekliyor:

“İstanbul örneği CHP'de potansiyel olarak SHP'lileşme (Sosyaldemokrat Halkçı Parti) alanı açmıştır. Bunu emek, demokratikleşme, özgürlükler, insan hakları üzerinden sürdürülebilir kılması gerekiyor. Bütün bunların karşılığı da hakiki bir sol siyasete tekabül ediyor.”


“Kadın ve doktor olması sembolik önem taşıyor”

CHP İstanbul İl Başkanlığı’na ilk kez bir kadının seçilmesini nasıl yorumluyorsunuz? Bunun CHP siyasetine olası etkileri sizce ne olacak?

İstanbul'da ilk kez CHP'nin kadın il başkanı oldu.

Parti içinde örgüt içinde görev yapmış bir isim. Dolayısıyla CHP gibi bir partide örgüt içinde emek harcayarak yükselişin güzel bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Aslında bunu kadının Türkiye siyasetinde kendi emeğiyle yükselişinin bir örneği olarak da okumak gerekiyor. Böyle bir seçimin gerçekleşmesi CHP'de politika yapan kadınların karşısında örnek olarak duracak.

“Parti Yönetimine aday güçlü bir ulusalcı kesim yok”

Canan Kaftancıoğlu’nun seçilmesinin ardından CHP tabanındaki ulusalcı kesimden olumsuz tepkiler geldi. Bu tepkilerin nedeni nedir? CHP’nin genelinde böyle bir yaklaşım sözkonusu mu?

CHP'de Kılıçdaroğlu'nun genel başkan seçilmesinden itibaren parti içinde ulusalcı kesimin özgül ağırlığı önemli ölçüde kayboldu. Zaten CHP'de Baykal'ın genel başkanlığının son döneminden itibaren toplu olarak parti içinde ağırlığa sahip bir ulusalcı kesimden söz etmek mümkün değildi.

Fikir olarak bazı aktörler kendilerini ulusalcı olarak tanımlayıp, ulusalcı hassasiyetlerle CHP içinde politika yapmaktaydılar. Ancak parti içinde bir kanat olarak ciddi şekilde parti yönetimine aday ulusalcı kesimden söz etmek mümkün değil.

Kaftancıoğlu’nun İstanbul İl Başkanı seçilmesinden sonra ortaya çıkan tepkilerin ideolojik görünümlü tepki altında kanımca mevzii kapma, kurultay sürecinde bir şekilde pozisyon alma olduğunu düşünüyorum. Ama bu pozisyon almanın arka planında ideolojik temeli olan bir arayış söz konusu değildir.

“ Kürt ve Sol Seçmene Yönelik Siyaset ”

Genel Merkez Kaftancıoğlu'nu destekliyor. Tabanda belli bir ulusalcı kesim var. Kaftancıoğlu'nun İstanbul'da rahat çalışabilmesi için, hedeflerini gerçekleştirebilmesi için Genel Merkez'in nasıl bir yol izlemesi gerekiyor? Çünkü CHP'de bugüne kadar hem ulusalcı kesime hem liberal kesime hem sol-sosyalist kesimlere hem de milliyetçilere hoş görünme çabası vardı...

2019'da genel seçim, yerel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi var. 2019 başarısının kodları İstanbul'u kazanmaktan geçiyor. Dolayısıyla İstanbul'u CHP'ye kazandıracak dinamik fayda-maliyet analizi yapıldığında özellikle marjinal faydası en yüksek olan toplumsal kategori sosyalist ve Kürt seçmenin oyları olduğunu düşünüyorum.

CHP bu süreçte stratejik olarak özellikle Kürt seçmen ve sosyalist seçmene yönelik olarak bir strateji izleyecek.

Kaftancıoğlu'nun da il başkanı seçilmesi CHP'nin İstanbul'da önceki seçimlerle karşılaştırıldığında daha geniş bir toplumsal ittifak oluşturma adına bir artı değer diye düşünüyorum.

“ Örgütten Seçmene Ulaşılacak ”

İl Başkanı olarak Kaftancıoğlu’nun bu süreçte rolü ne olacak?

İl başkanı her ne kadar öncelikli olarak örgütü dizayn eden isim olmakla birlikte, örgütü harekete geçirecek olan isimdir.

Ama örgütü harekete geçirirken de söylemden ziyade önümüzdeki süreçte eylem aktivizmi etkili olacak.

Bir partili kimliği ile CHP örgütlerini harekete geçirip örgütten seçmene ulaşmak…

Kaftancıoğlu'nun siyasal çizgisine bakıldığında CHP kimliğine sahip olmakla birlikte CHP'yi daha özgürlükçü bir çizgide yorumlayan, tanımlayan aktör olduğu için bence Kürt ve sol seçmene İstanbul'da ulaşma adına böyle bir misyon üstlenecek. Seçmene dokunma anlamında bir artı değeri olabilir.

Bu Noktada Ulusalcı seçmen geri çekilir mi?

Hayır, siyasal konjonktür şu aşamada buna müsait değil. Tabandaki ulusalcı seçmenin de CHP'yi terk edip başka partiye gitme lüksü olduğunu düşünmüyorum.

“Kapsayıcı söylemin CHP örgütlerinde karşılık bulması gerekir”
Kaftancıoğlu'nun İstanbul il örgütünün başında yer almasına HDP seçmeninin olası tepkisi nasıl olur?

Önümüzdeki süreçte, kampanya süreci işlemeye başladığında nasıl bir eylem takvimini hayata geçirecekleri ve söylem çok önemli.

Sadece Kaftancıoğlu'nun tek başına varlığı bir şey ifade etmez. Bu, Kaftancıoğlu'nun kapsayıcı söyleminin CHP'nin örgüt yapısı içinde de karşılık bulması, kabul görmesi ve bundan hareketle seçmene yönelik bu tür mesajların verilebilmesi ve eyleme geçilmesi gerekir.

“CHP’nin sosyolojik tabanını genişletmesinden çekiniyorlar”
İktidara yakın medyada Kaftancıoğlu’nun hedef gösterilmesinin ardından Kaftancıoğlu hakkında soruşturma başlatıldı. Hemen ardından Erdoğan grup toplantısında Kaftancıoğlu’nu hedef aldı. Bu hamle CHP tabanını konsolide edecek bir etkiye neden olabilir mi? İkincisi bu yüklenme Kaftancıoğlu’nun dediği gibi korkudan mı kaynaklanıyor?

İktidarın bu şekilde Kaftancıoğlu'na yüklenmesi CHP tabanında bir biraraya gelme, toparlayıcı etki, bir anlamda konsolide olma gibi bir sonuca yol açabilir. Buna şüphe yok çünkü çok keskin bir iktidar ve muhalefet ayrışması var.

İkincisi Cumhurbaşkanı'nın Kaftancıoğlu'na yaklaşımını bir korku meselesi değil de sosyolojik ve politik bir endişeyle ilişkilendiriyorum ben.

“Kaftancıoğlu siyasal duruşu itibariyle acaba İstanbul'da acaba partinin sosyolojik tabanını genişletebilir mi, bu genişleme AKP için 2019'da telafisi mümkün olmayan bir takım sonuçlara yol açabilir mi?” Bunun endişesini taşıdıklarını düşünüyorum.

Çünkü İstanbul 2019'da gerek cumhurbaşkanlığı gerekse milletvekilliği ve yerel seçim sonuçlarına çok ciddi anlamda etki edecek bir seçim çevresi. Bir de tabii Kürt seçmenlerin çok fazla olduğu, sol seçmenin seçim sonuçlarına etki edebileceği bir yer. Bütün bunlar biraraya getirildiğinde, Kaftancıoğlu’na yüklenmelerini ciddi anlamda bıçak sırtında yaşanacak seçimden galip çıkmaya yönelik stratejik hamleler olarak düşünüyorum.

“Hakiki Sol Siyaset”

Kaftancıoğlu’nun siyaseten bugüne kadar gelen alışıldık CHP söyleminin dışına çıktığı gözlemleniyor. Kendisinin Genel Merkez tarafından da desteklendiğini düşünürsek, CHP siyaseten bir değişim mi yaşıyor? Gözlemlediğiniz kadarıyla bu değişimin tabandaki karşılığı nedir?

CHP, Bahçeli'nin Erdoğan'ı destekleyeceğini açıklamasının ardından siyasal hesaplarda dikkatli hareket etmek gerektiğini düşünüyor.

Dolayısıyla bu aynı zamanda siyasal strateji ama şöyle bir kazanım var. Siyasal taktik CHP'de tekrar sosyal demokrasiye yönelme fırsatı da yarattı.

SHP Politikalarına dönme işareti diyebiliriz yani...

İstanbul örneği CHP'de potansiyel olarak SHP'lileşme alanı açmıştır. Bunu emek, demokratikleşme, özgürlükler, insan hakları üzerinden sürdürülebilir kılması gerekiyor. Bütün bunların karşılığı da hakiki bir sol siyasete tekabül ediyor.

“Kaftancıoğlu Start verdi”

Kaftancıoğlu'nun basın açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kaftancıoğlu'nun Erdoğan'ın annesinin adının geçtiği bir görselin yer aldığı paylaşım nedeniyle özür dilemesi çok ciddi anlamda siyasal nezaket ve siyasal centilmenlik. Bu çok önemli. Türkiye siyasal kültüründe bu tür özür dilemeler, ciddi anlamda siyasal nezaketin eksik olduğu konjonktürde çok önemli.

Burada tabii Atatürk ile kurulan bağın bir askerlik bağından ziyade bir yoldaşlık bağı olarak yeniden dillendirilmesi de çok önemli diye düşünüyorum. Mustafa Kemal'in sivil kimliğinin CHP'nin profesyonel politik aktörlerinin söylemlerinde öne çıkması gerektiğine dair bir vurgu olarak, mesaj olarak değerlendiriyorum ben.

Kaftancıoğlu bugünkü açıklamayla birlikte aslında CHP İstanbul örgütü için seçim startını da vermiş oldu. (EKN) 

SHP Hakkında,


1985'te Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ve Halkçı Parti’nin (HP) birleşmesiyle kuruldu.

1986'da Erdal İnönü Genel Başkan oldu ve 26 Eylül 1986 seçimleri'nde yüzde 22 oy aldı.

1987 genel seçimlerinde yüzde 24 oyla ANAP’ın ardından ikinci oldu.

1989 yerel seçimlerinde ise SHP başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 39 ilin belediye başkanlığını kazandı.

Haziran 1989'da SHP Sosyalist Enternasyonal'e tam üye oldu.

SHP'nin 1989'da "SHP'nin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakış ve Çözüm Önerileri" başlıklı raporu yayınlandı. Bu rapor hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) soruşturma başlattı.

Ekim 1991'de yapılan erken seçimleri DYP kazandı. SHP yüzde 20.75 oy oranıyla DYP ve ANAP'ın ardından üçüncü oldu. 

SHP, seçimlere katılmayan Halkın Emek Partisi (HEP) adaylarına Güneydoğu Anadolu illerinin listelerinde yer verdi. Bu destek sayesinde SHP'nin oyları Güneydoğu'da yüzde 50'leri geçti.

Seçimlerden sonra 6 Kasım 1991'de, TBMM 19. Yasama Dönemi için yapılan yemin töreninde Leyla Zana’nın başında Kürt ulusal renkleri olan bir bantla, Türkçe başladığı yemini Kürtçe "Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum" cümlesiyle tamamlaması nedeniyle meclis salonunda tepkiyle karşılaştı.

Süleyman Demirel DYP-SHP koalisyon hükümetini 20 Kasım 1991'de kurdu. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü Başbakan Yardımcılığı görevini aldı.

Haziran 1992'de 12 Eylül döneminde çıkartılmış olan "kapatılan siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa" kaldırıldı. SHP içindeki muhalefet hareketinin önde gelen ismi Deniz Baykal ve diğer CHP kökenliler CHP'yi tekrar açma kararı aldılar. 9 Eylül 1992'de CHP tekrar açıldı ve SHP'den ayrılan bir grup milletvekili CHP'ye geçti.

1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümü üzerine Başbakan Süleyman Demirel cumhurbaşkanı seçildi. Koalisyon ortağı SHP Demirel'in seçilmesi için DYP'ye destek verdi. Ardından DYP'nin başına geçen Tansu Çiller'in kurduğu hükümette SHP koalisyon ortaklığına devam etti.

Haziran 1993'te Genel Başkan Erdal İnönü siyaseti bırakacağını açıkladı. 11 Eylül 1993 tarihinde Ankara'da toplanan 4. Olağan Kurultay'da 1007 delegeden 559'unun oyunu alan Murat Karayalçın genel başkanlığa seçildi.

27 Mart 1994 yerel seçimlerine SHP de çok büyük oy yitirdi ve elinde bulundurduğu büyük şehirlerde seçimleri kaybetti. Bunun üzerine sol partilerin birleşmesi gündeme geldi. DSP buna yanaşmadı ancak CHP olumlu yanıt verdi. 18 Şubat 1995'te toplanan SHP-CHP ortak kurultayında partinin feshine ve CHP'ye katılmasına karar verildi.


Ekin Karaca , 
HAKKINDA

2004'te Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri bölümünden, 2008'de Bilgi Üniversitesi Kültürel Çalışmalar yüksek lisans programından mezun oldu. 2006-2007'de Nokta dergisinde, 2008-2011'de Aktüel dergisinde muhabirlik yaptı. 2011'den beri Bianet'te çalışıyor.


ÖZEL NOTUM;

1991 de SHP, HEP, BİRLEŞMESİ SODEP TÜRK SİYASETİNE NE GETİRMİŞTİ Kİ,,,? TÇ..,

http://bianet.org/bianet/siyaset/193408-kaftancioglu-chp-de-shp-lilesme-alani-acti



***

29 Ocak 2017 Pazar

LEYLA ZANA YEMİN KRİZİ.


LEYLA ZANA YEMİN KRİZİ.


Türkiye Milleti

Emin Çölaşan

SEVGİLİ okuyucularım, Adına Leyla Zana denilen hanım bundan yıllar önce SHP listesinden milletvekili seçilmiş ve Meclis’te olay yaratmıştı. Son olaya gelmeden önce şimdi geçmişe, 1991 yılına dönelim.
Seçim yapılmış, sıra Meclis’teki ant içme törenine gelmişti. Milletvekilleri tek tek kürsüye çıkıp anayasada öngörülen yemin metnini okuyordu.
Sıra Leyla ya geldi.

Kafasında PKK’nın sarı-yeşil-kırmızı ulusal renklerinden oluşan bir saç bandıyla kürsüye çıktı. Bunu özellikle yapıyor, daha il gün olay çıkarmaya yelteniyordu.
Kürsüde yerini aldı…
Ve yemin metnini okumaya başladı.
Birkaç saniye sonra Meclis kürsüsünde anlamsız sözler söylemeye başladı.
Kürtçenin bir lehçesiyle konuşuyordu.
Peki, O Kürtçe sözlerinde ne demişti? “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum!”
Ortalık kızıştı. Kavgalar çıktı. Sonrasında başka milletvekilleriyle birlikte Leyla‘nın da dokunulmazlığı kaldırıldı. Çeşitli mahkemelerde yargılandı ve uzun süre hapis yattı.


VİDEO GÖRÜNTÜLERİ;


***
Aradan 20 yıl geçti, bu şahıs bu kez Kürtçü BDP’den Diyarbakır milletvekili seçilip yeniden Meclise döndü. Partili arkadaşlarıyla birlikte geçtiğimiz cumartesi günü Meclis te yemin (!) etti.
Anayasada öngörülen yemin metni şöyle bitiyor:
“…Büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Hanımefendi ne olursa olsun olay çıkaracak ya!..
El çabukluğu değil ama dil çabukluğu ile o bölümü şöyle okudu:
“…Türkiye milleti önünde namus ve şerefim üzerine ant içerim!.. “
Böylece Türk milleti, tarihte ilk kez Türkiye milleti oluverdi!
Yemin böyle okununca itirazlar geldi. Yeminin tekrarlanması gerekiyordu ama özellikle kaynatıldı.
Gazeteciler kendisine sordular
“Niye böyle yemin ettiniz?”
Verdiği yanıt ilginçti:
“Yani bilinçli ve planlı değildi! O anda ağzımdan Türkiye milleti çıktı!”
Hay Allah, rastlantının böylesi!.. O anda ağzından bu çıkmış!
Utanmazlığın ancak bu kadarı olabilirdi.
Oturumu yönetmekte olan Meclis Başkanı Cemil Çiçek kendi ifadesine göre. o sözlerini duymamıştı!
Öyle ya, biz onların karşısında beş yaşında saf çocuklardık!.. Herkes yanlış duymuş, doğruyu (!) duyan yine onlar olmuştu.
Hemen ardından Cemil Çiçek’in talimatıyla TBMM Başkanlığı tarafından bir duyuru yayınlandı, şöyle diyordu;
“Leyla Zina’nın yemin ederken Türkiye milleti değil. Türk milleti ifadesini kullandığı tespit edilmiştir”
***
Şimdi şu işe bakınız, kadın diyor ki “Türkiye milleti dedim, o anda ağzımdan böyle çıktı.”
TBMM Başkanlığı ise diyor ki. “Yok, valla inanın ki Türk milleti dedi!’
Leyla böylece, TBMM Başkanlığı tarafından güya aklanmış oluyor.
Peki niçin?
Şunun için:
İktidar şimdi yeni bir anayasa değişikliği|www.emincolasan.info|daha gündeme getirdi ya, o konuda BDP’nin desteğine ihtiyacı var Ne kadar BDP’li milletvekili destek verirse. AKP Güneydoğudaki vatandaşlardan o kadar oy isteyecek.
Meclis’te gerekli kelle sayısına ulaşılmaz ve iş yine referanduma kalırsa onlara diyecekler ki “Bakın arkadaşlar, sizin partiniz olan BDP bile |vatansever.info|bu anayasa için kolları sıvadı, Meclis’te kabul verdi. Şimdi sıra sizde, Size özerklik verdik, Kürtçe eğitim getirdik, haydi bastırın evet oylarınızı!..”
Böylece, BDP’nin sırtından muhteşem bir siyaset ticareti ve oy avcılığı daha yapmış olup, kendi çıkarları doğrultusunda hazırladıkları anayasayı kabul ettirecekler!
O yüzden Leyla’ya tavır koymaları mümkün olmadı.
***
Sevgili okuyucularım, Leyla Zana’nın Meclis kürsüsünde kullandığı ve hiçbir kesimden tepki gelmediği sürece Türk milletine yutturulmak istenen “Türkiyeli” sözcüğü, Tayyip’in geçmişte sık sık kullandığı bir sözcüktür.
Şimdi Başbakan olduktan sonra kullanmıyor, ya da kullanamıyor.
Bunu kullananların amacı “Türk” kavramını belleklerden silmek, unutturmak ve en sonunda da yok etmek.
Ne acıdır ki, günümüzde bu uygulamayla sık sık karşılaşıyoruz.
Bugün ülkeyi yönetenlerin ağzından “Türk” sözcüğünü pek duyuyor musunuz?“Türk milleti” kavramını ağızlarına aldıklarına tanık oluyor musunuz?
Şu iktidar yalakası korkak, entel, liboş gazete ve televizyonlara bakıyorum, varsa yoksa Kürtlük, varsa yoksa Kürtçülük. Bunların iktidarı döneminde bunlar tartışılıyor, hem de sadece bu kavramların savunucuları tarafından.
Bütün ulusal kavramlarla birlikte Atatürk de yok edilmek isteniyor.
Siz bakmayın birilerinin ulusal bayram günlerinde Anıtkabir’e gidip içlerinden küfrederek göstermelik saygı duruşunda bulunduklarına!..
***
Tayyip geçmişte kendisini “Türkiyeli” olarak tanımlardı. Bunu defalarca yazdım, belgeledim. Hiçbir biçimde itiraz etmesi, yalanlaması mümkün olmadı.
Şimdi Çankaya’da oturmakta olan AKP‘li yine geçmişte şu sözleri ederdi:
“Mesela bunları açık söylemek zorundayım, ‘Ne mutlu Türküm diyene lafını tutup her yere yaza yaza özellikle bunu hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında İLKEL bir hale dönmüştür”
Mustafa Kemal Atatürk 1933 yılında. Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü’nde yaptığı konuşmanın sonunda haykırıyordu:
“Ne mutlu Türküm diyene.”
Dikkat ediniz, “Ne mutlu Türk olana” deseydi. Irkçılık olurdu.“Ne mutlu kendini Türk olarak görene, hissedene” diyor. Asla ırkçılık, ayırımcılık yok.
İşte size bu iktidarın en üst düzey makamlarında bulunan iki kişinin kullandığı sözler!..
Atatürk’ün ağzından çıkıp tarihe geçen bu masum, ama çok anlamlı sözcükleri bile reddeden her şeyi İslam’da arayan kafalar şimdi bu ülkeyi yönetiyor…
Ve Kürtçü bir kadın daha üç gün önce Meclis kürsüsüne çıkıp “Türkiye milleti” diye açıkça zırvalarken, Meclis Başkanlığı açıklama yapıp “Valla billa öyle demedi, Türk milleti dedi” demek zorunda kalıyor!..
Ama kadın bunlardan daha yürekli, Hiç değilse zırvasını inkâr etmiyor da, başka türlü kıvırtıyor
“O anda ağzımdan Türkiye milleti çıktı (!)” diyor
Görüyorsunuz işte… İyi ki Japonya Milleti falan çıkmamış!
Yıllar önce Tayyip kendini ‘Türkiyeli’ olarak tanımlıyordu. Simdi aynı edebiyatı Leyla Zana yapıyor.
Tayyip’le Leyla’nın örtüşmesi, doğrusu pek hoş oluyor.
Onlar ermiş muradına, biz ” Türkiyeliler” de Türklüğümüzü bohçaya sarıp çıkalım kerevetine.

***