Muzaffer Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muzaffer Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2019 Cumartesi

27 MAYIS 1960 KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 2

27 MAYIS 1960 KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 2



Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi(1): İhtilal’e Doğru 



Şüphesiz bir dönemi anlatmak belirli tarih aralıklarını konu edinmek değildir. Bir dönemi anlatmak geçmişini, yaşandığını dönemi ve sonrasını da gözlemlemeyi gerektirir. Her şeyden önce adaletli olmayı gerektirir. 
Bize tarihin objektif olması gerektiği yalanını yutturanlar, subjektif anlayışlarına böyle bir kılıf uydurmuştur. Objektif alanlar onların olsun, biz tarihin ezenler ile ezilenler arasında yaşandığını bildiğimiz için terazimizin adı; adalet olsun.

Bu nedenle bir darbe dönemini anlatmak isteyişimiz kısa süreli tarihe not 
düşmelerden fazlası olsun. Bu nedenle ezenlerin kurguladığı darbeci tarihin, ezilenlerin kefesinden yorumlanışı olsun. Varsın ezilenler lehine subjektif olsun. Anlatacaklarımız sadece yazılanların değil, yaşanılanların anlatıldığı bir ders olsun. Onlar er(me)sin muratlarına, biz de çıkmayalım kerevetine. Çünkü 
yazacaklarım masal değildir, bir dönemin bugüne sirayet eden tarihidir. 



 Türkiye’de siyasete milletin seçimlerine müdahaleler ile yön verildiği için bunun sonucu gereği çok farklı tarih anlatımları oluşmuştur. Darbecilerin gerekçeleri, sindirilmiş halkın sandık dışında bir kozunun olmayışı, her daim darbenin nedeni olan ordu, yahut ordu içinden bazı isimler, ordunun sivil tezahürü bu milletin yakasından düşmeyen CHP geleneği bir dönemi çok marjinal yaşa(t)mış lakin olması gereken buymuş gibi anlatmış, yazdırmış, inandırmış, devamlılığını kısmen de olsa sağlamıştır. İşte bu gelişmeler nedeniyle darbe dönemleri çok farklı anlatılır. Genellikle zulüm eylemlerine gereklilik nedeni isnad edenler, 
sentetik ortam oluşturmuş ve hukuksuzluğa kılıf uydurmuştur. Aslında vatan-millet haini olarak anılması gerekenler kahramanlaştırılmış tır. İşte bu çarpıklığın sonucunda darbeler, hiç olmaması gerenler listesinde değil, gerektiğinde meşrudur mantığıyla yorumlanmıştır. Neden bu yanlışa onay verelim ki? 

 Rivayet o dur ki; Deniz Baykal(?) öğrenci iken bir ortamda Adnan Menderes’in yakasına yapışmış, demokrasi(?) arzusunu dile getirmiştir. Bunun üzerine Menderes; ‘ başbakanın yakasına yapışmışsın, bundan daha büyük bir demokrasi tasavvur edebiliyor musun? ‘ diye sormuştur. İşte bu ülke, gerçek demokrasi sistemini getirmeye kalkışanların yakasına yapışan, diktatör militer bir sisteme demokrasi adını verenlerin gölgesinde, kapalı kapılar ardında keyfiyetine kurgular oluşturanların gölgesinde hemen hemen her on yılda bir zihinsel 
taarruzlardan geçirilmiş bir milletin ülkesidir. 

 27 Mayıs 1960 Darbesi, Türkiye Cumhuriyetinin ilk askeri darbesidir. Zihniyete göre Müdahale, Devrim, İhtilal, Darbe sıfatları kullanılmıştır. Milletin iradesine darbe yapanlar, güya milletin bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürüldüğü gerekçesiyle yola çıkmıştır. 
Yine en büyük darbe sebebimiz, laikliği koruma altında tutma endişesi, bu darbeye de gerekçe gösterilmiştir. 

 Tarihte biraz geriye gidelim… Kısa Kısa notlar girelim… Sürece Bakalım… 

 21 Temmuz 1946 Milletvekili seçimleri ülkede yapılan tek dereceli ilk seçimdir. Seçim tek derecelidir ama bu seçimin ‘ açık oy, gizli tasnif ‘ gibi acayip bir hükmü vardır. Şöyle ki: Seçim günü insanlar açık bir şekilde oy kullanır, sayımdan hemen sonra oy pusulaları yakılırdı. 




 Bu dönem CHP ve onun başındaki(?) İsmet İnönü, 1946 seçimlerine CHP’nin İsmet İnönü kozuyla büyük bir rahatlık ile girmişler, 21 Temmuz akşamı açılan sandıklarda umduklarını bulamayınca türlü hukuksuzluklara başvurmuşlardır. Ve yine kendilerinden birinin Nadir Nadi’nin ifadesiyle: ” … bütün hükümet kadrolarının CHP’yi tutması ile ve birçok kanunsuz işlemler sonucu olarak DP adaylarından önemli bir kısmı, kazandıkları oylardan yoksun bırakılmışlardır. ” 
Ve yine Hüseyin Cahit Yalçın’a göre: ” 1946 seçimlerinin her tarafta kusursuz cereyan etmiş olacağını iddia etmek gülünçtür. ” 

 Tüm bu engellemelere rağmen, Demokrat Parti, 7 Ocak 1946 yılında kurulmuş, bundan dört yıl sonra 14 Mayıs 1950'de tek parti dönemine son vererek iktidara gelmiş, bu fiiliyle bazı çevrelerin dikkat kesildiği bir oluşum olmuştur. Sırasıyla 1950, 1954, 1957 seçimleri ile iktidara gelmiş, on yıl boyunca iktidarda kalmış, bu demokrasi ortamına tahammül edemeyenler vasıtasıyla, İhtilal-Darbe yöntemiyle düşürülmüştür. 

 1950 yılının sonlarına doğru ordunun DP hükümetinden hoşnut olmadığı bilgisi Menderes’in kulağına gelmiştir. Nasıl memnun olsunlar ki? Halk iradeyi ele almış, sivil bir memur ülkeyi yönetiyor, korku zihinlerden uzaklaşıyor, militarizm dağılıyor. 

 Tarih, İhtilal’in öncesinde seçim sonuçlarından rahatsız olan ve Dokuz Subay Olayı gibi gizli yapılanmaların 1954 yılında ortaya çıktığını söylese dahi 27 Mayıs’ın mimarlarından birinin eylemlerinin daha eski yıllara dayandığı iddiaları da mevcuttur. Mesela Talat Aydemir ihtilalci fikirlerin kendisinde 1954'te doğduğunu iddia etse dahi, 27 Mayısçılardan Muzaffer Özdağ ihtilal komitesine 1952 yılında katıldığını söylemiştir. 



Darbecilerden Talat Aydemir şöyle diyor: 

Bir münevver olarak,bir kurmay subay olarak, ilk önce ordu dahilinde düşüncelerime yakın düşünen arkadaşlar ile işbirliği yapıp, iktidarda bulunan partinin Türk ordusunu ihmal ederek düşürdüğü bu kötü durumdan kurtarma çarelerinin nelere olabileceğini ve ne şekilde hareket edilirse bu vaziyete bir son verilebileceğini planlamaya başladım. Bütün düşüncelerimi bu istikamete yöneltip Genel Kuram Başkanlığında zemin yoklayarak arkadaş aramaya başladım. Fikirlerime yatan hemen hemen hiç kimse bulamadığım için ümitsizliğe kapıldım. Sene 1954… ( Ve Talat Aydemir Konuşuyor ) '' 

 27 Ekim 1957 Seçimleri oldukça sert bir hava içerisinde yapılmıştır. DP’nin hukuksuzluk yaptığı iddiaları, bazı CHP’lilerin oy pusulalarının bulunmadığının iddia edilmesi, Antep’te önce seçimden CHP’nin galip çıktığı sonra bu kararın DP olarak değiştirildiği ( köy oylarının sayılmasıyla ), CHP’nin itirazları sonrasında oy pusulalarının Antep Adliyesi Binasına getirilmesi ve sonrasında oy pusulaları ile adliye binasının yanması hadisesi ortalığı bulandırmıştır. Sonra DP’nin konuyla ilgili haberlerin yayınlanmasını yasakladığı iddia edilmiştir. Sonuç olarak tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen DP seçimlerden %47'lik bir oranla galip çıkmıştır. 




 Darbenin çekiciliğinde, 1950 seçimlerinin sonuçlarını darbe gerekçesi olarak gören ordu içinden birkaç subay darbenin on yıl öncesinden bu darbeyi planladıklarına, girişimlerine başladıklarına göre acaba 1960 Darbesinin Menderes’in zorbalığı, baskıcılığı, ülkeyi ikiye böldüğü, hainlik yaptığı, halkın 
kan kustuğu gibi gereçeklere kim inanır? Hem çok daha sonraları bir sonraki yıkıcı darbemizin mimarlarının bir tuzağı olarak aynı silahın sabah bir ülkücüyü, akşam bir solcuyu öldürmek için kullanıldığı gerçeğini biliyorken tüm bu kurguya bugünlerde kim inanır? 

 Dönem içerisinde sadece ordu rahatsız değildir, CHP ve ona yakın çevreler, Kemalist akım fedaileri, 1980 Darbesini henüz yememiş olan, Kemalizm asidi içerisinde eriyeceğinden haberi olmayan Sol görüş sahipleri, her dönemin şakşakçılığını yapan medya, gazeteciler, her dönem kadrolaşmalarını ordu lehine göre ayarlayan bazı üniversite hocaları, kışkırtmanın en kolay olduğu yerlerden üniversitelerdeki üniversite öğrencileri de mevcut düzenden değil, sentetik kurgudan kaynaklı olarak rahatsızdırlar. 

 28 Nisan olayları için zemin hazırdır. 28 Nisan Olayı; İstanbul Üniversitesinde öğrenci ve polis çatışmasının yaşanması, bir öğrencinin öldürülmesi ve 27 Mayıs’a giden yolun açılmasıdır. Öldürülen öğrenci nedeniyle tarihe bir acı olarak geçen olayın faili Menderes Hükümetine bağlı olan polisler olarak gösterilmiştir. 
Ancak durumun bu hale gelmesinin asıl nedeni malum zihniyetin ortam hazırlamasıdır. 




 Demokrat Parti, başına gelecekleri hissedince 27 Mayıs’tan bir ay önce Tahkikat 
Komisyonunu kurmuştur. Dönem kısmen zorluğun olduğu ancak bu kısmi zorluğun çok abartıldığı, yalanların, iftiraların kol gezdiği bir dönem olduğu için komisyon, bu iftira ve yalan furyasının gerçek yüzünü ortaya çıkarıp TBMM’ye, Türk Milletine ve tüm dünyaya gerçeği sunmak amacıyla kurulmuştur. Ancak artık çok geçtir, düğmeye basılmıştır. Yalanlar rütbeliler eliyle gerçeğe büründürülmüştür. Her on yılda bir en az on kişiyi meşru(!) nedenlerle asmayı gelenek haline getirenler, her on yılda bir yüzlerce kişiyi gayri meşru 
şekilde öldürmeyi görev bilmiştir. 



Meseleye bugünlerden bakacak olursak… 

 27 Mayıs’a götüren süreç için elbet daha söylenecek çok şey, sunulacak çok belge vardır. Özellikle ordu içinde kah birlik oluşturarak, kah birbirinden haberi olmadan küçük darbe beyinleri oluşturmak isteyenlerin önce milletin iradesine ve haklarına pervasızca saldırmaları yanı sıra kendi içlerinde kendilerine 
güttükleri düşmanlık ayrı bir inceleme konusudur. Şu kısa kısa dönemsel bilgiler dahi dehşetin boyutunun ispatıdır. 

 Okuduğumuz ya da dinlediğimiz bir tarih dışında, çok yakın yaşadığımız 28 Şubat Post-modern Darbesi öncesi sürecini ve özellikle son yıllarda iddianame olarak ortaya atılan bir kısmı ispatlanan gerçekler ile 50 yıl öncesinin yaşananlarının ne kadar benzeştiğinin farkında mısınız? Bu tür girişimlerin ne acı sonuçları olacağının farkında mısınız? 



 İçinde yaşarken yorumlayamadığımız şeyler vardır. Kime hizmet ettiğimizi bilmeden tükettiğimiz mesailer vardır. Mesela bugün İlhan Selçuk’un nerede, neden yattığını biliyoruz. 

Mesela bugün faili belli olmasına rağmen, faili meçhul olarak anılan cinayetler den birçoğu o dönem kutuplaşmalarının maktulüdür. Abdi İpekçi cinayeti, 
Uğur Mumcu cinayeti gibi bir zümrenin fail olarak lanse edildiği cinayetlere bugünlerden baktığımızda, aslında fail gösterilen zümreyi de maktul kılan zihniyetin aynı olduğunu görüyoruz. 

Bugün Uğur Mumcu’yu o dönemin darbe yandaşlığı yapan gazetecisi olarak değil de, hepimizi mahkum eden otoritenin katlettiğini, birbirine düşmanlık güden dindar çevrelerin ve sol çevrelerin aslında düşmanlığa gerek kalmayacak bir şekilde yaşayabilecek ortamının mevcut olduğunu, birbirimizi yok yere öldürdüğümüzü ancak bugünlere geldiğimizde görebiliyoruz. Tüm bu şiddetin faillerinin, kaybettiğimiz insanlarımızın ve heba edilmiş 50 yılımızın hesabını nasıl vereceklerini düşünüyoruz? Çok şükür saf değiştiriyoruz. 

Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi(2): Dayatılan Son, İhtilal! 

Çok Partili döneme geçişin rahatsızlığını daha ilk günlerde yaşamaya başlayanlar; kendi içlerinde guruplar oluşturmuş, küçük darbe birlikleri kurmuş, kendi içlerinde birbirine düşmüş, rahatsızlıklarını arttırmış, ülkeyi de rahatsız etmeye başlamıştır. Artık ortam her türlü hukuksuzluğun uygulanabilirliği kıvamına gelmiştir. Her dönemin hamanı basın, iki öğrencinin öldürülmesini abartmış, açlık-sefalet naraları atmıştır. Bugünlerin bir cümlesi olan Ordu Göreve ‘ naraları düşmeden, ordu içinden bazı isimler gaipten bu seslenişlere cevap vermiştir. Dayatılan son vuku bulmuştur; vakit darbe vaktidir. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Milli Birlik Komitesi Dönemi BÖLÜM 1

Milli Birlik Komitesi Dönemi ;

Milli Birlik Komitesi’nin Yapısal Analizi 


Merkezi Ankara’da olan hareketin fiili lideri Cemal Madanoğlu’nun çağrısı üzerine başkentte toplanan bilim adamları, müdahaleyi başarıyla sonuçlandırmış olan ordu mensuplarına iki tavsiyede bulunmuşlardır. İlk gün muhafaza edilmek üzere cumhurbaşkanı, TBMM başkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri v.s. derhal tutuklanmalı ve gerekli anayasa düzeni kuruluncaya kadar ülke yönetimine Silahlı Kuvvetler adına bir heyetçe el konulmalıdır. Liderliği kabul edeceğini cunta mensuplarından birine (Sadi Koçaş) daha önce bildirmiş olan 
Orgeneral Cemal Gürsel de bu arada İzmir’den gelerek, hareketin başına geçmiştir. 

Gürsel’in başkanlığında ilk toplantısını yapan yeni hükümet şu kararları almıştır: 

1) Maddi durumu normale çevirmek için kararlar alınması, 
2) Parti ayrımı gözetmeksizin herkese adaletle davranılması, 
3) Bütün parti faaliyetlerini yasaklayarak, çekişme ve tartışmalardan kaçınılması, 
4) Hürriyetleri kısıtlayan kanunların kaldırılması, 
5) Mali ve ekonomik durumun düzeltilmesi için kararlar alınması, 
6) DP hükümeti tarafından yabancı devletler hakkında alınmış olan bütün 
kararların yürürlükte tutulması, 
7) Dış siyasette, barışın temel ilke olarak kabul edilmesi.540 
Gürsel’in teklifiyle komitede, kara, hava, deniz ve jandarma kuvvetlerinin temsil edilmesine de önem verildi: Gürsel hariç 37 üyeden meydana gelen heyet, 12 Haziran 1960 günü, l Sayılı kanunla birlikte ilan edildi. 





Komite üyelerinin açığa çıkması diğer asker kişilerden farklılaştırılması için “yeşil yakalı beyaz ceketler” giymeleri önerilmiş, ancak bu öneri kabul edilmemiştir.541 27 Mayıs darbesinin hiyerarşi dışı gerçekleşen bir müdahale olduğu biliniyor; darbenin hemen sonrasında açıklanan MBK üyelerinin rütbeleri yüzbaşı ile orgeneral arasında olup; general sayısının sadece beş olduğu, bunlardan birinin ise darbenin üzerinden henüz dört ay bile geçmeden vefatıyla bu sayının dörde indiği görülmektedir. 542 38 üyeli ilk komitede; iki orgeneral, bir tümgeneral, iki de tuğgeneralin yer aldığı anlaşılıyor. Geriye kalan 33 üyenin rütbeleri ise şöyle: 9 albay; 7 yarbay; 11 binbaşı; 6 da yüzbaşı. 33 üyenin 27’sinin kurmay olduğu 6’sının ise kurmay olmadığı görülmektedir. 

MBK’nin kuruluşu esnasında olanlar, darbenin içinde bizzat bulunanlar tarafından hatıralarda ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bir kere genel olarak hareketin hazırlık safhasında yoğun olarak bulunmayan kimi üyelerin MBK kurulur kurulmaz komitenin içinde yer alırken, özellikle ellili yılların ikinci yarısından itibaren hızlanan örgütlenme safhasında bizzat kurucu olarak bulunan kimi isimlerin komiteye dâhil edilmemeleri büyük düş kırıklıklarına neden olmuştur.543 

Bunların belli başlıları şu isimlerdir: Talat Aydemir, Dündar Seyhan, Sadi Koçaş, Adnan Çelikoğlu, Emin Aytekin, Selçuk Atakan, Necati Ünsalan, Ferruh Güven. Komiteye dâhil edilen generaller ise sırf ordu tabanında hâkim olan, başta, bir general görme hissiyatını tatmin vazifesini görmekteydiler.544 

Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Cemal Gürsel, orduda babacanlığıyla çok sevilen Cemal Ağa lakabıyla tanınan bir şahsiyettir. Şöhretini sonradan içeriği değiştirilen, dönemin Milli Müdafaa Vekili Ethem Menderes’e yazdığı 3 Mayıs 1960 tarihli mektup ve ardından Kara Kuvvetleri personeline hitaben kaleme aldığı veda mesajında kullandığı cümlelere borçludur.545 

Komiteden 13 Kasım 1960’ta tasfiye edilen 14 üye haricindeki diğerler üyelerin, adını sitayişle andıkları Cemal Gürsel’in, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun’un görev süresinin uzatılarak aslanlı kapıya giden yoluna taş konması nedeniyle iktidara çok kızgın olduğu söylenir.546 Gürsel, omzunda taşıdığı dört yıldıza rağmen komitede etken değil edilgen bir konumdadır. Öyle ki, son derece riskli bir iş başaran subayların, hareketin başına sırf rütbesinden dolayı getirdikleri bu ismin, toplanan bu subay kitlesine hitaben sarf ettiği ilk cümle manidardır.547 

Komitenin iki numaralı orgenerali ise Fahri Özdilek’tir. Özdilek, dönemin 1. Ordu Kumandanıdır; özellikle 28 Nisan 1960’taki İstanbul Üniversitesi olayları esnasında sorumluluk sahibidir. Hükümet yanlısı bir kumandan olmasa da darbe karşıtı biri olduğu söylenemez; yani iki tarafa karşı da nötrdür. Emrindekilerin, üniversite öğrencilerinin nümayişleri karşısında takındıkları hoşgörülü tavır sayesinde, Ankara’daki mevkidaşı gibi kendisine sert tutum takınılmamış olması talihi olmuştur.548 Komisyonun dinlediği Şefik Soyuyüce, Özdilek’in darbeden haberdar olduğunu ve bu sebeple MBK’ye alındığını iddia etmiştir: 

Mesela, 27 Mayıs aslında generallerin haberi olan bir harekettir, Ordu Kumandanının haberi vardır, Örfi İdare Birlikleri Kumandanı Ali Keskiner’in 
haberi vardır, Fahri Özdilek Ordu Kumandanı, şimdi bunların haberi var, emirkumanda işinde, bunlara “Buyurun, gelin.” dendiği zaman… Ordu Kumandanı Fahri Özdilek’in Millî Birlik Komitesi üyesi yapılması, haberi olduğu içindir; Ali Keskiner’in 2’nci Ordu Kumandanı yapılması tümgeneral rütbesiyle, beraberliğin bir sonucudur.549 

Oysa bu soruya olumsuz cevap veren Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Tekin Arıburun enterne edilmiştir. Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun ile Ankara Örfi İdare Kumandanı Korg. Namık Argüç’ün akıbeti ise hazindir. Fahri Özdilek’in uzun bir siyasi geçmişi vardır; 19 yıl tabii senatör, 12 Eylül darbesinden sonra Danışma Meclisi Üyesi, 1983 seçimleriyle de Halkçı Parti Konya milletvekilidir. 

İsmi 12 Mart döneminde de gündemde olan Tümg. Cemal Madanoğlu diğerlerinin aksine Cumhuriyet Senatosunda MBK üyelerinin atandığı tabii senatörlüğü reddetmiştir. 1966’da dönemin Cumhurbaşkanı Sunay tarafından kontenjandan senatör yapılmıştır. Tuğg. Sıtkı Ulay ise hakkında DP’lilerin en fazla ihanete uğradıklarını ifade ettikleri isimlerden biridir. Ulay’ın MBK’nin havacı üyelerinden Haydar Tunçkanat’la birlikte 1961 seçimleri sonrasında cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’i, 
adaylığını geri çekmeye zorlayanlardan biri olduğu iddia edilmektedir.550 

Cumhuriyet Senatosu tabii üyeliğinden sonradan istifa etmiştir. 
Tuğg. İrfan Baştuğ ise darbe esnasında KKK Personel Başkanlığı Birinci Muavini olarak vazifelidir ve hiçbir hatıratta 27 Mayıs’ın ne hazırlık, ne de icra safhasında ismi geçmez. 

12 Eylül 1960’ta başka bir komite üyesi olan Şükran Özkaya’yla birlikte geçirdikleri trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir. 
MBK üyeliği dışında Ankara Valiliği ile de vazifelidir.551 

Komitenin kurulmuş iktidar yetkilerine sahip olması, egemenlik yetkisini mutlaka millet adına kullanacağı anlamına mı geleceği önemli bir soru olarak karşımızıa çıkmaktadır. Egemenlik yetkisinin millet adına kullanılacağı varsayımı, “milletin temsili” ile mümkündür. Milletin temsil etmenin hukuki sonucu ise tasarrufların herkese uygulanabilir nitelikte, genel ve objektif olmasıdır. Öte yandan, “kurucu iktidarın kuruluş usulünü düzenleme” yetkisini kendine tanıyan komite bu yetkisini “demokrasi” ile kayıtlamıştır. Kurucu iktidarın kurulmasında demokrasi sorunu, bütün siyasal güçlere kurucu iktidara katılma imkanı verilip verilmediği ile çözülebilir. Komitenin kurucu iktidarı bazı siyasal güçlere karşı kapaması, 
kurucu iktidarı düzenlemede egemenlik hakkını millet adına kullanmayacağını gösterecektir. 

Komitenin bu yetkilerini nasıl kullandığı sorusuna, Kurucu Meclisi düzenlemede, özellikle Temsilciler Meclisi’ni kurmada getirdiği kayıtlar ile hak ve özgürlüklere ilişkin işlemleri incelenirken cevap verilebilir. Komitenin çalışma usulü ve kullanacağı yetkilerin niteliği konularındaki çözümlemelerin gösterdiği, Komitenin hakimiyet hakkını millet adına kullanmayabileceği dir. Bir başka deyişle komitenin hakimiyet hakkının millet adına kullanacağını gösteren hiçbir hukuki güvence yoktur.552 

Orgeneral Cemal Gürsel kendisinin MBK’nin başkanlığına, hükümetin başbakanı olmasına, vekâleten Millî Savunma Bakanlığı’na ve Başkomutanlığa getirilmesi ne, MBK tarafından karar verildiğini ilân etmiştir. Daha sonra aynı gün Gürsel kabineyi kurmuş olduğunu bildirmiştir. İlk atanan kabine üyeleri, görevleri, daha sonraki dönemlerde bunların yerlerine atananlar ile bunların atanma tarihleri şöyledir: 

Devlet Başkanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı: Org. Cemal Gürsel, 
Devlet Bakanı. ve Başbakan Yardımcısı: Fahri Özdilek, (22. 10. 1960), 
Devlet Bakanı: Âmil Artus, 
Devlet Bakanı: Şefik İnan, Hayri Mumcuoğlu (06.09.1960), 
Devlet Bakanı: Nasır Zeytinoğlu (06.09.1960), 
Adalet Bakanı: Abdullah Pulat Gözübüyük, Amil Artus 

(Devlet Bak.)(27. 08.1960), 

İçişleri Bakanı: Tümgeneral Muharrem İhsan Kızıloğlu, 
Dışişleri Bakanı: Selim Sarper, 
Maliye Bakanı: Ekrem Alican, Kemal Kurdaş (26.12.1960) , 
Milli Eğitim Bakanı: Prof. Fehmi Yavuz, Prof. Bedrettin Tuncel (10.09. 1960) , 
Milli Savunma Bakanı: Fahri Özdilek (Birinci Ordu Komutanı ve İstanbul MBK Başkanı) (09.06.1960), Hüseyin Ataman (22. 10. 1960), 
Bayındırlık Bakanı: Daniş Koper, Prof. M. Çokdoğan (12.09. 1960), 
Ticaret Bakanı: Cihat İren, Mehmet Baydur (06. 09. 1960), 
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Prof. Nusret Karasu, Prof. Dr. Ragıp Öner, (06. 9. 1960), 

Gümrük ve Tekel Bakanı: Fethi Aşkın, 
Tarım Bakanı: Feridun Üstün, Prof. Osman Tosun (29.08.1960) , 
Ulaştırma Bakanı: Tuğgeneral Sıtkı Ulay, 
Çalışma Bakanı: Prof. Cahit Talas, Raşit Beşerler (06. 09. 1960) , 
Sanayi Bakanı: Muhtar Uluer, Şahap Kocatopçu (06.09. 1960) , 
Basın-Yayın ve Turizm Bakanı: Zühtü Tarhan, 
İmar ve İskân Bakanı: Orhan Kubat, Prof. Fehmi Yavuz (27.08.1960).553 

Kabinede 4 Subay, 3 Hukukçu, 3 Profesör, 6 İdareci ve 3 Teknisyen yer almıştır. İsimlere bakıldığında partiler üstü olan bu kabinenin askerlerle aydınlar arasında bağlantı kurduğu görülür.554 

Darbenin icra heyeti olan MBK 28 Mayıs 1960 tarihinde kurulan yeni hükümet ve MBK arasındaki münasebetlerin hukuki yönden düzenlenmesi için, “Geçici Anayasayı” hazırlamak üzere, üniversiteden Hüseyin Naili Kübalı, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, MBK’den Muzaffer Özdağ, Numan Esin ve Devlet Bakanı Amil Artus’tan oluşan bir komisyon kurmuştur. Kubalı’nın başkanlığında çalışmalara başlanmış555 ve Geçici Anayasa “1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanun” adıyla, 12 Haziran 1960 tarihli 1 numaralı kanun olarak yayınlanmıştır.556 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

1957 Seçimleri ve Sonrası Dönem


1957 Seçimleri ve Sonrası Dönem 

1957 seçimlerinde DP’nin oyları öncekilere göre azalmış, ancak seçim sistemi sayesinde 419 sandalye kazanmıştır. CHP 173, CMP 4 ve HP ise 4 milletvekilli çıkarmıştır. Meclise 2 de bağımsız milletvekili girmiştir. CHP %41 oranında oy alırken milletvekilliği oranı %29 da kalmıştır. DP ise %47 oranında oy almasına rağmen milletvekilliğinin %70’ine sahip olmuştur. CHP birçok yerde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla sonuçlara itiraz etmiştir.432 

HP’nin ( Hürriyet Partisi ) 1957 seçimlerinde aldığı oya bakıldığında pek varlık gösteremediği vakiyken; yaptığı tahribatın asıl etkisi: seçmenin DP karşısında kurulacak cephenin merkezi olarak CHP’yi gördüğünü ortaya koymuş olmasıdır. Nitekim 1957 seçimlerinin ortaya koyduğu tablo DP için tehlike çanlarının çalmasıyken muhalefet açısından durum, umut vericidir.433 

CHP, DP’ye karşı muhalefette yalnız kalmış bir parti değildir. Karizmatik kişiliğinin önemli bir parçasını oluşturan güçlü hatipliğiyle Osman Bölükbaşı ve partisi Cumhuriyetçi Millet Partisi; Tahsin Demiray’ın Türkiye Köylü Partisi; ispat hakkı tartışmaları içinde DP’den koparak kurulmuş olan Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’nun HP’si de partileşmiş muhalefetin diğer unsurlarıdırlar. Buna rağmen 1950–1960 arası dönemin asıl mücadelesi DP ve CHP arasında geçmiştir. Diğer partiler, CHP’nin kaybettiği iktidara biran evvel yeniden kavuşmak amacıyla yıkıcı muhalefet yapan muhteris bir parti olmadığını; ancak rahatsızlığın hemen her kesimden geldiğini ispatlar konumlarıyla önem taşımaktadırlar. CMP siyaset bilimcilerinin tabiriyle bir kişi partisi434 mevkiindeydi ve yurt genelinde tabanı olmaktan çok liderinin memleketi olan Kırşehir’de bloklanmış bir oy potansiyeline sahipti. HP ( Hürriyet Partisi )  ise 
adeta bir liderler topluluğudur. Ekrem Hayri Üstündağ, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Raif Aybar, Turan Güneş, Fethi Çelikbaş, Ekrem Alican, Aydın Yalçın gibi isimlerden oluşan parti, İnönü ve Menderes gibi geniş kitleleri peşinden sürükleyecek yapıda kurulmamıştır. Sonuç olarak, Celal Bayar’a göre 27 Mayıs ile partiler arasındaki mesafeye konu olabilecek belli başlı iki parti vardır: DP ve CHP. CHP’nin 27 Mayıs öncesinde basını, üniversiteyi, yargıyı, ordunun bir kesimini ve gençliği bir hedef etrafında topladığı; DP’yi diktaya giden tutum ve uygulamalarıyla sonraki yıllarda zinde güçler olarak adlandırılan bu kesimlere jurnalleyerek askeri bir darbeyi tahrik ve teşvik ettiği söylenir olmuştur.435 

1957 sonrasında, bir sonraki seçime kadar olacak iktidar yürüyüşünün rotası tespit edilirken tek hedefli fakat farklı kollardan muhalefet edileceğinin emareleri görülmeye başlanmıştır. 

Ana Muhalefet lideri nezdinde seçim sonrasındaki her gün bir sonraki seçim yarın yapılacakmışçasına yoğun bir propaganda faaliyetlerine konu edilmelidir. Basının bilinen kalemleri yurt gezilerine çıkarak iktidarı topa tutarak, İnönü’yü İstiklal Savaşının muzaffer kumandanı olarak selamlamış; propaganda gezileri manşetlere militarist öğeler içeren tarzda taşınmıştır. Trakya Çıkarması, Ege Taarruzu gibi isimler verilen geziler, iktidar partisini tahrik edecek hareketler eşliğinde yürütülmüştür.436 

CHP, DP’ye bilenirken, ekonominin durumu pek de iç açıcı değildir. 1950 yılından sonra birden girişilen enflasyonist yatırımların ve altın karşılığı kağıt para sisteminden uzaklaşılarak, karşılığında altın stoku bulunmayan dinamik kağıt para sistemi uygulamasının doğurduğu fiyat yükselmeleri, devalüasyon operasyonuna zemin hazırlamıştır. Sabit ve dar gelirli vatandaşın geçim sıkıntısı, her geçen gün artmıştır. Özellikle, Türk parasının dış piyasalardaki değerinin sürekli olarak düşmesi, ülke ekonomisinin itibarını sarsmıştır. Bütün bunların 
yanında, 1958 yılı devalüasyonu, ödemeler bilançosundaki bazı önemli boşlukları kapatmış, fakat beklenilen ekonomik dengeyi sağlayamamıştır. Seçimlerin ardından 4 Ağustos 1958 tarihinde “İktisadi İstikrar Tedbirleri” adı altında yapılan bu devalüasyonda, Türk Lirası %220 değer kaybederek; bir dolar, 900 kuruş yani 9 TL olmuştur. Devlet harcamaları kısılmış, KİT ürünlerine zam yapılmıştır.437 Ekonomik ve siyasal bunalım gittikçe derinleşmiştir. İlk askeri darbeye giden yolun siyasal taşları da döşenmeye başlamıştır. “Tahkikat Komisyonu” ise sonun başlangıcı olmuştur. 438 

Türkiye’de Gizli Askeri-Darbeci Komitelerin Kurulması 

Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren ordu içinde birtakım farklı gruplaşmalar olduğu görülmüş, 1954’den sonra darbe amaçlı teşekküllere başlanmıştır. Kurulan gizli örgütlerin miladı konusunda bir netlik yoktur. 27 Mayıs 1960 Darbesini yapan askerlerin anıları incelendiğinde üç ana örgütün varlığı göze çarpar. Bunlardan birincisi 1954 yılı sonbaharında, bir pazar gecesi Tuzla Uçaksavar Topçu Okulu’nda Dündar Seyhan ve Orhan Kabibay’ın kurdukları örgüttür. Seyhan “... bir gizli cemiyet en az iki kişiden kurulur. Neden seninle ben, bu cemiyeti teşkil eden iki kişi olmuyoruz”439 sözleri sonrasında yaptıkları yemini başlangıç noktası olarak kabul etmiştir. Ardından sırasıyla Yüzbaşı Süreyya Yüksel, Yüzbaşı Turan Okan ve Yüzbaşı Nejat Kumaşoğlu teşkilata katılmıştır. Beş kişilik örgütün Süreyya Yüksel’in Fenerbahçe’deki evinde yapılan toplantısında Seyhan, genel sekreterliğe seçilmiştir. Seyhan, bir komite de Kara Harp Akademisi’nde okurken sınıfın en kıdemlisi, o zamanki rütbesiyle Binbaşı Faruk Güventürk’le birlikte kurmuştur. Seyhan eski komitesinin yemin metnini yeniden hazırlıyormuş gibi el yazısı ile tekrar yazmıştır. Güventürk’le birlikte teşkilatın ana esaslarını belirlemişlerdir. Ardından Orhan Kabibay’ın bu yeni komiteye katılmasını sağlamıştır. Kabibay, yeniden komiteye giriyormuş çasına yemin etti. Üç kişilik bu komitenin başkanı Güventürk, genel sekreteri de Seyhan’dır. Bir başka gizli örgüt Ankara’da Talat Aydemir tarafından kurulmuştur. İstanbul’da örgütlenmenin ciddi boyutlara geldiği anlarda Ankara’da da DP iktidarına karşı cunta hareketlerinin kurulması ve DP iktidarına son verilmesi için örgütlenme modelleri tartışılmaktadır. Bunlardan biri de Ankara’da görevli olan Talat Aydemir ve ekibidir. Çevresinde bulunan yeni nesil subaylarla yaptığı tartışmalar sonucunda, 1956 yılında fikir birliğine ulaştığı arkadaşları Sezai Okan ve Osman Köksal ile birlikte ordu içinde yapılacak çalışmaları genişletmenin yollarını aramıştır. 1956 yılının ekiminde buradaki ortamın ve subayların bürünmüş oldukları karamsarlıktan bahsederek, fikri yakınlık kurmakta zorlandığından yakınır. 440 

Ankara’da oluşan bir diğer ekip ise Sadi Koçaş ve Kenan Esengil’in oluşturduğu ekipti. Bu ekipte yer alan Sadi Koçaş’ı 27 Mayıs öncesi ve sonrasında kilit noktalarda görmek mümkün olacaktır. 1957 yılında İstanbul’a gelen Sezai Okan ve Adnan Çelikoğlu ile çalışmalarını hızlandıran Aydemir ekibi kısa sürede Seyhan grubu ile bağlantı kurup ekiplerini birleştirme kararı almıştır. Birleşme 1957 yazında Üsküdar’da tarihi birleşmelere uygun bir evde, Jön Türk Devrimi’nin 1909’da ki kurtarıcısı Mahmut Şevket Paşa’nın bir zamanlar işgal etmiş olduğu evde törenle kutlanmıştır.441 Talat Aydemir, Sezai Okan, Rafet Aksoyoğlu, Fahrettin Ermutlu, Rauf Gökçe, Ahmet Yıldız, Dündar Seyhan ve Orhan Kabibay katılmış ve silah üzerine yemin etmişlerdir.442 Yeni başkan Talat Aydemir toplantıya Osman Köksal ve Alparslan Türkeş’in vekâletini alarak gelmiştir. Kendisi başkan, genel sekreter ise Ahmet Yıldız olmuştur. 443 

Gizli örgütün yapılandırılması, genişlemesi, üye sistemi, örgütlenme modeli gibi konularda anlaşma sağlanmakla birlikte temel konuda farklı düşüncelerin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. 

Özellikle Talat Aydemir ve Dündar Seyhan gibi radikaller hemen bir devrimden, daha ihtiyatlı komplocular ise darbeyi son çare olarak görmekten ve ilk adım olarak ordu içinde reformları öne çıkarma üzerine yoğunlaştırmaktan yanadırlar. Bu saflaşma Dündar Seyhan’ın kendi grubu içinde yaptığı konuşmada net biçimde ortaya çıkmaktadır. Seyhan: “Ordu da ıslahat yapacağız diyoruz. Bunun için çalışıyoruz, hazırlanıyoruz. Ama dava ordudaki ıslahatla halledilemez. Memleketi ıslah etmek, kurtarmak lazım. Politikacıların tutumu ortada. Onların bir şey yapacağı yok. Bu bakımdan yakında hükümeti bertaraf etmemiz bahis konusu olabilir. Hazırlıklarımızı bir ihtilale göre geliştirmeliyiz. Bunun için 
gerekirse kan dökmekten çekinmemeliyiz. Kan dökülecekse dökülür, başka çare yoksa hem de çok dökülür…” derken ilk defa ihtilal kelimesini telaffuz etmiştir.444 

Örgütün toplantılar sonucu ortaya koyduğu stratejiye de değinmek gerekmektedir. Stratejik noktaları sıralanırsa: 

a) Komitenin genişletilmesi. Komiteye alınacakların güven telkin edip etmediklerine dikkat etmek. 
b) Komiteye ordudan albay rütbesinden fazla bir rütbeye sahip hiç kimse alınmayacak. (Bu madde ile 1959 yılına kadar örgüte general dahil edilmemiştir. Albay ve altı rütbede ki yoğunlaşmalar daha sonra emir komuta zincirinde sorunlar doğuracaktır) 
c) Komiteye dahil edileceklerde aranılan vasıfların belirlenmesi. 
d) Ordu içinde kilit noktaların tespit edilmesi. 
e) Komitenin genel prensiplerinin belirlenmesi. 
f) Ordunun kalkınması için gerekli olan konuların tespitinin yapılması ve etüt edilmesi 
g) Komite içinde yardımlaşma ve haberleşme usullerinin belirlenmesi. 
h) İhanette bulunanların infaz edilmesi. 445 

Komitenin ana hatları ile yukarıdaki maddeleri temel alması artık ordu içinde genişlemenin izlerini verirken, geçmişte var olan ve kendiliğinden gelişen muhalif izlerin örgütlenmeye başladığı görülmektedir. Cunta eğilimlerine giren ekip gelecekteki darbenin tohumlarını atarken stratejiyi de belirlemiştir. Esas olanın ordu da reform değil, iktidarı ele alabilecek bir darbe girişimi olduğu artık netleşmiştir. 

Aydemir'in anılarından Muzaffer Özdağ’ın da ilk komiteyi sahiplendiği anlaşılmaktadır. Aydemir komiteyi 1956 yılında kurduklarını söyleyince Özdağ gülerek biz daha önce (1952) kurduk demiştir. Yüzbaşı rütbesindeki Özdağ, o tarihte Harp Okulunda öğrenci idi. “Kanlarını akıtarak bir mendil üzerine Türkiye haritası yapmışlar ve 1960’da MBK üyesi olarak Meclis’te ettikleri yeminin aynısını tekrarlamışlardı.” 446 Bu örgütlerin amaçları başlangıçta “orduyu ıslah etmekti.”447 Ancak gizli örgütlenmelerle birlikte darbeden sonra ne yapılacağı konusunda da çalışmalar yapılmıştır. Yıldız bu konuda bir görev bölümü yaptıklarını yazmıştır. Yıldız’a göre o dönemde görüştükleri “seçkin insanlar” kendilerine iyi bir anayasa ile seçim yasasının hazırlanıp yürürlüğe konmasının sorunların çözümü için yeterli olacağını söylemiştir.448 Buradan da anlaşılacağı üzere ordudaki örgütlenmelerin her ne kadar seçimlerin dürüst yapılmasını sağlamak gibi meşru bir amaç için başladığı iddia edilse de daha sonra iktidara yönelik hazırlıklar ihmal edilmemiştir. 

Dokuz Subay Olayı 

Seçimlerden sonra kurulan Beşinci Menderes hükümeti, 1950–1960 Döneminin son hükümeti olmuştur. Bu hükümet göreve gelir gelmez yaşanan “Dokuz Subay Olayı” 1958 Türkiye’sinin önemli gündem maddelerinden bir olmuştur. 

Bu olayın gelişimi şu şekilde anlatılabilir. Yukarıda bahsi geçen komiteler yoğun bir örgütlenme içindeyken kendilerine baş olabilecek kişilere ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bu çerçevede temasa geçilenlerden birisi de Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin’dir. Yaveri olan Birleşik Komite üyesi Adnan Çelikoğlu vasıtasıyla temasa geçen Faruk Güventürk, Şemi Ergin’e darbenin lideri olmasını teklif etmesine rağmen Şemi Ergin “Ben bir basit avukatım, bir ihtilale liderlik edecek adam değilim, böyle bir şeyle uğraşamam” yanıtı vermiştir.449 Milli 
Savunma Bakanı’nın kendine bağlı bir subayın teklifini soğukkanlılıkla dinlemesi ve herhangi bir işlemde bulunmaması Türkiye’de sivil otoritenin yapısı konusunda ciddi ipuçları ve soru işaretini de beraberinde getirmektedir. Milli Savunma Bakanı’nın harekete geçiremediği mekanizmayı hemen bir gün sonra komiteye girmeye çalışan Binbaşı Samet Kuşçu’nun ihbarı ile Menderes harekete geçirmiştir. Samet Kuşçu’nun adını verdiği isimlerin kendisini öldürebileceklerini zannetmesi, yaptığı ihbarın güvenirliğini azaltmıştır ama yine de soruşturma başlatılmıştır. Haklarında soruşturma açılan subaylar şunlardır: Albay İlhami Barut, Yüzbaşı Kazım Özfırat ve Binbaşı Ahmet Dalkılıç. Albay İlhami Barut’un başını çektiği bu grup Harp Akademisi grubundan ayrı bağımsız bir komitedir ve Samet Kuşçu ile tesadüfen ilişkiye geçmişlerdir. Binbaşı Asım Ural, Albay Naci Aşkın, Binbaşı Ata Tan ve Yüzbaşı Hasan Sabuncu ekibi ise Güventürk’e bağlı hücrelerinden biridir. Dokuzuncu kişi ise olaylardan habersiz olan emekli Albay Cemal Yıldırım’dır. Cumhurbaşkanı Bayar bu olay hakkında geniş bir soruşturma yapılıp başka örgütlenmelere meydan vermeyecek şekilde her ne varsa açığa çıkartılmasını isteyerek, olaya adeta hükümetten daha fazla önem vermiştir. 
Ordu üst yönetimi bu dönemde sessiz kalmış, Şemi Ergin istifa etmek zorunda bırakılmış ve yerine Ethem Menderes atanmıştır. Soruşturmalar sürerken bakanlığa gönderilen bir ihbar mektubu ile Birleşik Komite üyesi Suphi Gürsoytrak, Orhan Erkanlı ve Rıza Akaydın’da tutuklanmış, daha sonra serbest bırakılmışlardır.450Askeri mahkemede ordu içinde gizli bir darbe hazırlamak suçlamasıyla yargılanan dokuz subay altı ay sonra beraat etmişlerdir. İhbarda bulunan Samet Kuşçu ise orduyu isyana teşvik suçundan iki yıl hapis cezasına 
mahkûm olmuştur. 

Dokuz Subay Olayı’nın orduya yansıması oldukça ilginçtir. Gizli örgütlenmeler bu olaydan güçlenerek çıkmışlardır. Harp Akademisi’nde kurulan Birleşik Komite ise faaliyetlerini 1959 yılına kadar asgari düzeye indirmiş ve Güventürk’ün deşifre olması nedeniyle kendi içinde yapamadığı tasfiyeyi hükümete yaptırmıştır. Çünkü Güventürk aşırı davranışları ile komitenin emniyetini tehlikeye atmıştır.451 

Sadi Kocaş grubu ise Dokuz Subay Olayı’ndan en az etkilenen gruptu. Kocaş’a göre ordu müdahalesinin resmi lideri gibi davranmaya razı olacak en azından bir tane üst rütbeli general bulmak zorunludur. Bu bir bakıma ordu içindeki hiyerarşiyi de darbe yönünde aktif hale getirebilecektir. Dolayısıyla ilk önce Üçüncü Ordu Komutanı Necati Tacan ile irtibata geçmiştir. Fakat Tacan’ın 1958 yazında kalp krizi geçirmesi nedeniyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanan Orgeneral Cemal Gürsel’e yaklaşmaya karar vermiştir.452 

Dokuz Subay Olayı sonrasında faaliyetlerini durdurma kararı alan Birleşik Komite 1959 yılında Kocaş grubu ile irtibata geçerek daha geniş bir yapılanmanın yanında fiilen daha geniş bir alanı kontrol etme şansını da yakalamıştır. Osman Köksal ve Sadi Kocaş’ın birlikteliği ile gerçekleşen bu ittifak, ana komitenin çatısını çizerek hücre tipi örgütlenmeyi temel almıştır. 

Komite içinde “Faik Bey” parolası ile anılan Cemal Gürsel ise fiilen olmasa bile komitenin resmi lideri olmuştur. Cemal Gürsel’in: 

“Eğer müdahaleye mecbur kalırsak kesinlikle kan dökmemeliyiz. Askeri diktatoryada ben yokum. Sandalyeler bize tatlı gelmemeli, ihtilali yapar yapmaz profesörlere yeni bir anayasa ve seçim kanunu hazırlatıp en geç üç ay içinde seçime gitmeliyiz.” diye özetlediği darbe stratejisi darbeden sonra kabuk değiştirecektir. Osman Köksal’ın Cumhurbaşkanlık Muhafız Alayı’na 
atanması ve Suphi Karaman’ın da Personel Atama Dairesi’nin başına gelmesi ile darbeci subayların atamalarının kritik birliklerle, İstanbul ve Ankara’da ki birliklere yapılması eşzamanlı olmuştur. 1959 yılının sonuna doğru komitenin önemli isimlerinden Sadi Koçaş Londra, Dündar Seyhan ise Washington Ateşemiliterliği görevine atanmıştır. Böylece Türkiye’de ihtilalci sıfatıyla anılan üç önemli isim 27 Mayıs yaklaşırken Türkiye’den uzakta kalmışlardır. Aydemir Kore’den, Koçaş Londra’dan, Seyhan ise Washington’dan gelişmeleri takip etmek zorunda kalmıştır. Osman Köksal’ın Muhafız Alay Komutanlığı’na geçmesi ve Koçaş’ın da Londra’ya atanması ile birlikte Komite’de toplantılarda başkanlık yapma işi en kıdemli olmak sıfatıyla Albay Alparslan Türkeş’e kalmıştır.453 

Komite’de tartışmaları artık darbenin yapılıp yapılmayacağı üzerine değil, darbe sonrası üzerine yapılmıştır. 

Ortaya üç fikir çıkmıştır: 

a) Askeri idare kurmak 
b) İktidarı CHP’ye devretmek 
c) Geçici bir meclis kurup idareyi yeni seçimler yapılıncaya kadar bu meclise bırakmak. 


İkinci şık baştan elenmiştir. Türkeş askeri idare ile Türkiye’nin bir müddet idare edilmesini isterken Vehbi Ersü ise üçüncü şıkkın savunucusu olmuştur. 
Daha sonra komiteye katılan Sami Küçük ise Türkeş’in doğrudan doğruya askeri diktatörlük istediğini savunarak böyle bir teşebbüsün içinde bulunamayacağını 
belirtmiştir. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

432 Eroğul, “Çok Partili…”, s.125. 
433 Sarol, 30 Ekim’de seçimin, resmi sonuçlarının açıklanmasından sonra şu yorumu yapıyordu: “Gerçekten çoğunluk sistemi hâkim olmasaydı muhalefetin aldığı oylar karşısında, belki de Demokrat Parti iktidarı kaybedecekti.” Bkz. Mükerrem 
Sarol, Bilinmeyen Menderes–II, İstanbul: Kervan Yayınları, 1983, s.784. Cüneyt Arcayürek, Bir İktidar Bir İhtilâl 1955– 1960 (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor–3), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1984, s.257 vd. 
434 İlter Turan, Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış, İstanbul: Der Yayınları, 1996, s.120. 
435 Celâl Bayar, Kayseri Cezaevi Günlüğü, Haz. Yücel A. Demirel, İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, 1999, s.68 vd. 
436 Erer, On Yılın Mücadelesi, ss.360–365. 
437 Çelebi, a.g.e., s. 60. 
438 Mehmet Ö.Alkan, “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Seçimlerin Kısa Tarihi”, Görüş Dergisi, 1998, s. 55. 
439 Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, İstanbul, Nurettin Uycan Matbaası,1966, s. 44, İrfan Neziroğlu, “Çok Partili Türk 
Siyasi Hayatında Askeri Müdahaleler”,Yeni Türkiye Dergisi, No. 23–24, İstanbul, 1998, s. 1240; 
440 Talat Aydemir, Talat Aydemir’in Hatıraları, İstanbul, May yayınları,1968, s. 27. 
441 Hale, “Türkiye’de Ordu…”, s. 96. 
442 Abdi İpekçi, Ömer Sami Coşkun, İhtilalin İçyüzü, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1962, s. 44. 
443 Örsan Öymen, Bir İhtilal Daha Var, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1986, s. 168. 
444 İpekçi, a.g.e., s. 40. 
445 Aydemir, a.g.e., s. 35. 
446 Öymen, a.g.e., s. 209. 
447 Erkanlı, a.g.e., s.9-10. 
448 Sadık Göksu, Darbeler Demirkıratlar ve 27 Mayıs, İstanbul, Anahtar Kitaplar Yayınevi, 1999, s.30 
449 İpekçi, a.g.e., s,65
450 Akyaz, a.g.e., s.101. 
451 Akyaz, a.g.e., s.102 
452 Hale,a.g.e., s.98 
453 İpekçi, a.g.e., s.128 

***

13 Haziran 2016 Pazartesi

Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması BÖLÜM 3









Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması 
BÖLÜM 3




Yazar: Muzaffer Özdağ
31 MAYIS 2013 CUMA




    Özel Harp Çerçevesinde Yürütülmüş Etkili Bir Operasyona Çarpıcı Bir Örnek



    Kuzey Batı Anadolu İmparatorluğumuzun kalpgahı sayılabilecek bölge içinde devletin saf sadık kurucu asli unsuru ile mesken önemli bir yöredir. Halkı gürbüz, sağlıklı ve cengâverdir.

    İmparatorluğun hayatının son çeyrek yüzyılında devlet ve millet bu bölge sinsi, gizli bir saldırıya maruz kalır. Halk sağlığı ağır tehlikeye düşer. İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı eksenine yerleşen ve sürekli yayılan zührevi hastalıklar, frengi kaybedilmiş bir büyük savaştan daha fazla zayiat ve tahribata yol açar. İrsiyetle nesiler geçen hastalık soyu kurutma tehlike ve tehdidi yaratır.

    Olay aslında sinsi bir soykırım operasyonudur. Düşman saldırıda amacına büyük ölçüde ulaşmıştır.

    Bölgenin geçim zorluğu ile çalışma için İstanbul’a gelen uzun süre İstanbul’da bekar hayatı yaşayan, geçici veya devamlı iş bulan genç çocukları bir zaman sonra Galata Batakhanelerine, gizli, açık buluşma evlerine yönelirler. Türkiye üzerinde emelleri, Türkiye’ye karşı tükenmez bir kini olan komşu devletin özel harp dairesi Türkleri muharebe meydanında alt etmenin açık saldırı ile tüketmenin kolay olmadığı özellikle kendilerinin, güçlerinin bu neticeyi almaya yetmeyeceği görüşüne ulaşınca özel bir saldırı düzenlemeye karar vermiştir.

    Bu karar çerçevesinde Yunan fuhuş evlerinden topladıkları hastalıklı kadınları özel bir planlama çerçevesinde görevli olarak İstanbul’a sevk etmiş, Galata ve çevresine yerleştirmiştir.

    Osmanlı zabıtasınca sorgulanan bir Yunan kadını sorgusunda 3000 Türk gencine bu hastalığı aşıladığını kinini ve eyleminden duyduğu övüncü gizlemeye lüzum görmeden ifade eder. Bu kadınlar hasılatlarını da Yunan donanmasını güçlendirmek için kullanılmak üzere kendilerini görevlendiren servise yollamaktadırlar.

     Hastalık yayıcısı tek kadın Türk varlığına Anadolu harekatında galip yürüyüşlerinde ve mağlup ricatlerinde bir Yunan tümeninin kan dökme hırsıyla giriştikleri vahşi saldırılarda verdikleri zarardan daha ağır ve sürekli zarar vermiştir.

    İmparatorluktan işleyen bir yara halinde devralınan bu soy tüketici, kırıcı illeti kurutmak için Cumhuriyet hükümetlerinin, sağlık kurumlarının sürekli gayret göstermesi gerekmiştir.

    Sovyetler Birliği’nin dağıtılması üzerine Karadeniz kıyı şehirlerini, büyük merkezleri dolduran kuzeyli komşu kızlarının hangi görevi yüklendikleri de hayret verici umursamazlığımıza rağmen çok geçmeden anlaşılacaktır.



    Stratejik Düşüncenin Başarılı Bir Uygulamasına, Dolaylı Saldırı Ve Örtülü İstila Yöntemine Elem Verici Bir Örnek



    “1970-1980 Türkiyesi”

     Devlet ve Milletimiz Cumhuriyet tarihimizde benzeri görülmemiş karanlık neticeler ve büyük felaketler, yıkımlar davet etme istidadı taşıyan ağır bir buhranı yaşamıştır. İçine düşülen durumun sosyal ve ekonomik gelişim sıkıntısı gençlik buhranı, ideolojik kutuplanma, partiler arası iktidar çekişmesi olmayıp bu halleri de kendi stratejik, politik amacına uygun olarak kullanmayı bilen, milli birliğimizi, ülke bütünlüğümüzü ve devletimizi tahribi hedef alan düşman güçlerin örgütlü iç hiyanetle rabıtalı özel yönetimli ÖRGÜTLÜ BİR İSTİLA  HAREKÂTI olduğu yol açtığı ağır zararlara rağmen çok geç fark edilmiştir.

    Savaş genelde insiyatifi elinde tutana karargâhların plan ve zamanlamasına uygun bir süreç izlemiştir.

    Milletimizin hayat ve hukukuna kasteden düşmanın bir kısım hukukçularımızı ve hukuk kurumlarımızı da amacına alet etmeyi, yasal bir görünüm kazandırmak istediği suikast ve cinayetlerine yardımcı kılmayı etkili bir yöntem olarak benimsediği müşahade edilmiştir.

     On yıl boyunca giderek tahripkârlığını arttırarak tırmanan savaşta uğradığımız zayiatla ilgili bir kıyaslama ( Ek-1 ) ve düşmanın kullandığı yöntemler, eriştiği sonuçlar hakkında özetlenen bilgiler ( Ek-2 ) Milletimizin, devletimizin ne kadar savunmasız kaldığına, ne ölçüde mahkûm durumuna düşürüldüğüne dair bir fikir verebilir.

     Düşman bir tek tankını yürütmeden, bir tek uçağını havalandırmadan Türk Silahlı kuvvetlerini kendi karargâhlarında, kışlalarında kuşatılmış durumuna düşürme yönünde ilerlemiştir. Sonuçta Orduyu iç güvenlik gücüne polise dönüştürmeyi başarmıştır.

     Düşman güç odaklarının 1969-1980 döneminde elde ettikleri sonuçlar asla küçümsenmemelidir.

     Olaylar düşmanın inisiyatifini ve yazdığı, uygulamaya koyduğu senaryoya göre geçen zamanın önemli bir bölümü de Milli varlığımızın korunması için karar verme, tedbir alma, makamında bulunanları gaflet halinde bulundukları bu tür bir savaşı kavrama, idrak ve tedbir alma icraya koyma ehliyetinden yoksun oldukları için düşmanın örtülü istila operasyonunun figüranları durumuna düşürmüşlerdir.

    Düşman sistematik propaganda ile medyayı denetime alarak kamu kurumlarına ajanlarına yerleştirerek Cumhuriyetin kuruluş esaslarına Kurtuluş savaşının amaçladığı mefkureye bağlılığı yıkmaya çaba göstermiştir.

    Düşman, yıkıcı propagandası ile Cumhuriyeti koruma yemini ile hizmete gelenleri iç ihanete sevk etmeyi, dış saldırıya karşı tedbir alma yetki ve sorumluluğu talip olanları dahi etkisine almayı, kastına uygun yönlendirmeyi başarabilmiştir.

    Düşman, dolayı saldırı harekâtının ikinci safha operasyonuna hayli kazançlı girmiş, maşaları da gerilla harekâtına yönlendirilmiştir.

    Düşmanın maşa olarak kullandığı, eşkıyanın askeri harekâtla etkisiz bırakılması düşman açısından yenilgi sayılmaz.

    Askeri operasyonlarımız ne kadar başarılı olursa olsun ( mutlaka başarılı olmalıdır ) maşayı kullanan düşman daima kazançlıdır. Zira savaş Türk yurdu, Türk ülkesi üzerinde olmakta, Türk devletini yıpratmakta, uluslar arası platform da Türkiye’yi iç bütünlükten yoksun göstermekte saygınlığını zedelemektedir. Türk silahlı kuvvetlerinin dış politik hedeflerimiz için etkin olabilme konumunu zayıflatmaktadır.



    Stratejik Düşüncenin Sivil Toplum Hayatında Kullanılması Üzerine Görüşler



    Millet hayatının, toplum hayatının değişik sahalarının, ekonomik sektörlerin; üretim dallarının; tarımın, sanayi hizmetlerinin, çalışma hayatının, ulaştırmanın, ticaretin, eğitimin, kültürün ayrılmaz bir bütün teşkil ettiği, bu bütünün dengeli, tutarlı, sağlıklı gelişme gerektirdiği, bu sektörlerden herhangi birinde bir duraklama olmasının, gelişme stratejilerinde veya kalkınma gelişme stratejisinde yapılacak bir hatanın veya  gelişme sağlayan atılımların bütününü; toplumun refahını, saadetini, kudretini, güvenliğini etkileyeceği yeterince anlaşılmış, icabına uygun çözüm bulunmuş, tedbir alınmış bir husus değildir.

     İnsanlığın hayatında değişik devirler, çağlar yaşandığı, kavimlerin bu devirlere, çağlara aynı anda girmeği malumdur.

     Maden devri toplumumun taş devri toplumuna egemen olduğu, yerleşik tarım çağı toplumların gelişmesinin nihai safhasında avcı toplum ve göçebe uygarlık toplumlarını baskıya aldığı, bağımlı kıldığı da sabittir.

    Tarımcı toplumun, tarım öncesi toplumlara üstünlüğü öncelikle geçimini güvene alan bir üretim düzeyine kavuşmuş olmaktan fazlasının verdiği güvenle emekten, tasarrufla düşünmeye zaman bulmaktan kaynaklanır.

    Tarım uygarlığının, tarım toplumunun refahı üretime sokulabilen adale gücünün sağlayabileceği artık ürüne bağlıdır.

    Kendisi için çalışan veya başkası tarafından çalıştırılan kişinin gücü azami 0.3 beygir gücüdür. Veya üç güçlü insan nihayet bir beygir gücünde iş görür.

     Tarımcı toplumların adale gücü toplumlarıyla sağlayabilecekleri ekonomik, politik, askeri güç bu çerçevede içinde kaba hatlarıyla kestirilebilir.

    Ele alınan toplumun iç dayanışmasının yüksek, nüfusunun sağlıklı topraklarının verimli olduğu ahvalde, erişebileceği refah ve kudret seviyesi kestirilebilir.

    Sanayi toplumu inorganik enerjiyi hizmetine almak ve bu enerjiyi üretime sokmak, inorganik enerjileri üretime sokacak şekilde dönüştürme ve nakletme imkanına erişmiş olmakla tarım toplumlarına 10.000 yıl boyunca hiçbir zaman erişemedikleri, erişemeyecekleri seviyede üretici gücü üretime sokmak, hizmetlerine koşturmak imkanı elde etmiştir.

    Tarımcı toplumda kendisi için çalışan hür kişinin emeği, gücü nihayet 0,3 beygir gücüdür. Hür bir tarımcı toplumun üretime emeğini katmayan dilimi ölçüsüz büyütmesi mümkün değildir. Tarımcı bir toplumun içyapısında ve dışta denetime alabileceği, emeğinden, ürünün hukuki, siyasi, askeri güçle pay alabileceği alan hudutludur.

    İnorganik enerjiyi kullanan, doğadaki gizli enerjiyi ortaya çıkarıp makine melekleri veya köleleri hizmetlerine alan toplumlar kudretlerini sonsuza kadar katlama imkânı bulmuşlardır.

    Bir lokomotif 12500 sağlıklı işçinin gücüyle iş yapmaktadır.

    Bir sağlıklı işçinin 1 saat çalışma esnasında sarf ettiği enerji 23 gr petrolün verdiği enerjidir.

   İnsanın hizmetine, güdümüne giren inorganik enerjinin bu enerji ile iş üreten aletin, makinenin ( motorla hareket eden aletin )mekanik kölenin emeği ile çalışan insanla kıyası çağımızı, halimizi, geleceğimizi anlamak için elzemdir.

    Bir insanın günlük çalışmaya sarf edeceği enerjiyi insan yerine kaim olan mekanik köle 320 gr. Maden kömüründen, 520 gr. Linyitten, 180 gr. Benzinden, 2,33 kwh. Elektrikten, 0,093 mikroğram uranyumdan elde etmektedir.

    Yukarıda ifade edilen değerler 0,3 HP, 220,8 Wat’a 0,2208 Kw’yı, 0,0002208 Mw’a denk hesaplanmaktadır.

    Bir insanın bir yıllık çalışmasıyla iş için sarf edeceği enerjiyi sırasıyla 117 kg maden kömürünü, 215 kg linyiti, 70 kg benzini, 850 kwh. Elektrik enerjisini kullanan makine üretime yöneltebilmektedir.

    Halen nüfusumuz yaklaşık 65 milyona ulaşmıştır. Bu nüfusun 15 yaş üstündeki çalışma çağında olan dilimi yaklaşık 25,2 milyon’dur.

    Çalışma çağındaki nüfusun tümünün sadece adale gücüyle üretime girmesi ve talihsiz 365 günde 8 saat çalışma halinde sarf edeceği enerji inorganik enerji kaynaklarından sırasıyla:

3 milyon ton                                                   Taş kömürü

5,4 milyon ton                                                Linyit

1,7 milyon ton                                                Petrol

21,42 milyar kwh                                           Elektrik

855,5 gr                                                           Uranyum

Kullanmak gerekir.

25,2 insan ekonomik iş gücünü mekanik köle olarak kullanan makine köle ile karşılamak gerekirse;

26 adet                                                 Jumbo Jet veya 54 adet ilyuşin uçağı

13 adet                                                 Konkord

156 adet                                           Dc-9

1,2 adet                                            Keban

47 adet                                            Normandiya veya kraliçe Elizabet Transatlantği

                                                           26 adet Enteprise  nükleer rektörlü uçak gemisi       

27580                                              Buldözer

43,347                                             Otobüs



    1900 adet elektrikli lokomotifle veya 0,071 arasında Satürn-5 roketleriyle denkleştirilir.

    Satürn-5 roketinin gücü 302.8 milyon işçinin gücüne eşittir.

    Bir Transatlantik yaklaşık 540.000 kürekçiye-forsaya, bir nükleer reaktörlü uçak gemisine, yaklaşık 1 milyon kürekçiye-forsaya denk güçte mekanik köleyle hareket etmektedir.

    Bir toplumun gücü son analizde üretebildiği, kullanabildiği, üretime sokabildiği toplam enerji gücüyle; bu enerjinin üretimde verimli kullanılarak değer yaratmasına, üretimin kitle ve kalite seviyesi ile toplam değerine, üretimin gelişerek sürdürülmesine bağlıdır.  

    İnorganik enerji ile mekanik köleleri üretip hizmete koyamayan toplumlar sonuçta bu köleleri üreten, harekete geçiren

    Toplumların bağımlısı, kölesi olma durumuna düşerler. Mekanik köle ve ordularına kumanda edenler tarım çağında kalmış veya ikame sanayi seviyesini aşamayan toplumların bağımlısı, kölesi olma durumuna düşerler. Mekanik köle ve ordularına kumanda edenler tarım çağında kalmış veya ikame sanayi seviyesini aşamayan toplumların kaynaklarını, ekonomilerini, siyasi hayatlarını denetleme durumuna girerler.

    Strateji, doğru belirlenen amaca, hedefe erişmek için mevcut kaynak ve imkânları en verimli şekilde kullanmak bilimi sanatı ise;

    Toplumun Milletin, Devletin amacı güvenlik içinde refah, servet kudret ise;

    Refah ve servet temini ve temin edilecek serveti güvene alacak kudretin üretimle kazanılması, sağlanması gerekiyorsa-ki yolu yoktur.

    Bu hedeflere:

    Enerji üretimi arttırılmadan, ileri teknolojide makine üreten makine, fabrika üreten fabrika üretimine geçilmeden, böylece dış ekonomilere bağımlılıktan, -dış ticaret, döviz açığı verme durumundan kurtarmadan ileri bilim ve teknolojide sanayi düzenine geçmeden erişemeyiz.

    İleri bilim ve teknolojide üretimi gelişerek sürdürebilmek için üretici beyin üretmek hayati önem ve öncelik taşır.

    Yaratıcı, üretici, geliştirici yetenek kazandırmayan medrese benzeri eğitim müesseseleriyle mezunlarıyla çağdaş bilim ve teknolojiye ulaşılamaz.

    Dış borçlanmadan, ithalat-ihracat açığından, faiz ödemelerinden, bu hallerin yol açtığı bağımlılıklardan kurtaracak, dünya pazarlarına ihracat fazlasıyla yerleşmeyi sağlayacak bir gelişmenin sağlanması meyve, sebze, tarım ürünü pazarlama ile, otelcilikle, sahilleri kiralamakla sağlanamaz.

    Ülkelerin servet ve kudret kazanmaları ancak katma değeri yüksek ileri teknoloji ürünleri imal etmekle, üretmekle mümkün olmaktadır.

    En düşük katma değer tarım ürünlerinde, en yüksek katma değerde, yüksek seviyede elektronikleşmiş, gelişmiş silahlarda ve ilaçta bulunmaktadır.

    Şu ihracat değerleri dönüştürücü olmalıdır.

-Tarım ürünü                                                      : 1000 $ / t ton

-İşlenmiş tarım ürünü                                       : 5000 $ / ton

-Basit makineler                                                 : 5000-10000 $ / ton

-Elektronikleşmiş makinalar                             : 150000-20000 $ / ton

-1F-16                                                                   : 21.000.000 $

-1 ton demir                                                        : 370 $ ( 1 kilosu 0.37 $ )

-1 helikopter U-H-1                                            : 923.000 $

-1 helikopter A.H.W                                           : 15.000.000 $

-1 ton şeker                                                          : 1000 $ ( 1 kilosu 1 $ )

-1 kilo altın                                                           : 12.307 $

-1 kilo alerji ilacı = 15 kilo altın                          : 184.605 $ 

    1940 yılında Nazi Almanya’sının Türkiye’deki mutamed görevlisi Ankara’daki Büyükelçileri değil İstanbul’daki Başkonsolosları idi.

    Nazi partisinde nüfuslu olan bu zat tasarladıkları “yeni dünya nizamının gerçekleşeceğine inanmanın veya gerçekleşmiş sanmanın azamet ve gururunu taşıyordu. Bir gün o tarihte Basın Yayın Genel Müdürümüz olan merhum ( Eski Dışişleri Bakanı, Büyükelçi ) Selim Sarper’le karşılaştılar.

    Aralarında şöyle bir konuşma geçti:

    Başkonsolos – Yenidünya nizamında Türkiye ile ilgili planlama ve düzenleme yetkilisi benim.

    S. Sarper – Bizim için nasıl bir düzenleme takdir ettiniz.

    Başkonsolos – Türkiye soya fasulyesi ve patates üretimine açılacaktır.

    Ekonominin hiçbir sektörü her ihtimali dikkate alan dengeli bir bütünlük içinde asla ihmal edilmemesi gereken ayrı bir öneme sahiptir.

    Ancak ham madde üretimi, tüketim malları üretimi aşılıp en ileri teknolojide makine üreten makine üretimi ekonominin asıl gücü haline gelmedikçe ülkeyi, devleti kendi gücüyle yaşama güvenliğine eriştirmek mümkün değildir.

    Bu amacı gerçekleştirmeye göre düzenlenmemiş stratejiler hatalıdır.

    Böyle bir hataya düşmek veya bu hatayı sürdürmek, kendilerini dünyanın efendisi sayan güçlere bilerek, bilmeyerek tabi olmak, gönüllü hizmetkârlık etmek olur.

    Kalkınma stratejisinin, kriz anında dışa ekonomik ve siyasi engellemelerle boğulmayacak ölçüde bağımsız gelişme güvenliğine de sahip olması, öz kaynaklara dayanması elzemdir.

    Dış kaynaklı enerjiye dayalı sanayimizin, ulaştırma sektörlerimizin, ekonomimizin petrol fiyatlarının ani artışı ile ne ağır darbe yediği hatırlanmalıdır.

     Türkiye, varlığını güvene almak için kalkınma stratejisini düzenlerken zamanın hayati önemini dikkate almalı ve kalınma hızını arttırmalıdır. Yeni bir çağ eşiğinde bulunduğumuz unutulmamalıdır.

    Bu çağ bilgisayarlarla, mekanik akıl mekanizmalarıyla üretim yapan robotları hizmete sokan toplumların üstünlüğünü getirmektedir.

     Hedefimiz bu çağı yakalayıp öne geçmek olmalı, stratejimiz bu hedefe göre düzenlenmelidir.

    Türk milleti buna muktedirdir.

    EK-1

    İÇİŞLERİ BAKANLIĞI YETKİLİLERİNİN BEYANLARINA GÖRE SON 20 AYDA MEYDANA GELEN SALDIRI OLAYLARINDAN DOĞAN ZAYİAT:

                                                                                                                                                       ( EYLÜL 1979 )

OLAY SAYISI                                                                          8940

ÖLÜ SAYISI                                                                            1974

YARALI SAYISI                                                                       9158

BOMBALI SALDIRI                                                                6252

GÜVENLİK KUVVETLERİNE SALDIRI                                  1009

SİYASİ AMAÇLI  SOYGUN                                                     706

Not: Gayri resmi kayıtların gösterdiği zayiat miktarı yukarıdaki rakamlardan daha yüksektir.

   

 İSTİKLAL SAVAŞINDA DÖRT YILLIK DEVREDE VERİLEN ZAYİAT: 

                                                                                                                                  Şehit                         Yaralı



Doğu cephesi Ermeni Harekâtı                                                                          46                                76

Batı Cephesi Gediz Muharebesi                                                                       181                              135

1.İnönü Muharebesi                                                                                            95                               183

2.İnönü Muharebesi                                                                                           1493                           2470

Kütahya Eskişehir Muharebesi                                                                         1522                            4714

Sakarya Meydan Muharebesi                                                                          3282                           13618

Büyük Taarruz                                                                                                     2542                              9977



    EK-2


    ENDİREKT İSTİLA SAVAŞIYLA DÜŞMANIN YURDUMUZDA YAPTIĞI TAHrİBAT VE ERİŞTİĞİ SONUÇLAR

    1.Yüksek yetenekli insan gücünü yetiştirecek, milli geleceğimizin güvencesi olan gençliğimizi eğitecek öğretim ve bilim kurumları felce uğratılmış, eğitim seviyeleri düşürülmüş, ilmi araştırma ve çalışmalar durdurulmuştur.

    2.Gençlik Devletin varlık ve kudretine, Milletin hürriyet ve menfaatine yabancı ve düşman öğretilere bağlanmış, bağımsız bir millet ve devlet oluşa temel teşkil eden; kendi özdeğerlerinden soyutlanmış, kendi içinde barış kabul etmez küskünlük ve düşmanlıklara sürüklenmiştir.

    3.Ülke ve Millet birliğini kundaklamak için mezhep, bölge, maişet farkları üzerinde taassup ve duyarlık yaratılmış,sistemli tertip ve tahriklerle yurttaşların sevgi , saygı ve işbirliği duyguları zedelenmiş;Millet sinesinde kolay sarılamayacak derin yaralar açılmıştır.

    4.Milli kalkınma planları baltalanmış,kalkınma hızı düşürülmüştür.

    5.Devlet ve Cumhuriyeti korumakla görevli devlet güç ve organlarını işlemez hale sokmak,yıpratmak,tahrip etmek ülkeyi savunmasız bırakmak için yasalara bağlı,vazife şuuruna sahip devlet görevlilerine karşı karalama,korkutma,satınalma yöntemlerini kullanan sistemli bir baskı uygulanmıştır.

    6.Devletin organlarını devletin tahriben alet edebilmek için bu organlara yerleşilmiş,milletin öz gücünü kendi aleyhine kullanma yöntemi ustalıkla uygulanmıştır.

    7.Dıştan baskı ve saldırılarla yıpratılan,sinsi sızmalarla içten işgal ve kontrol altına alınmaya çalışılan devlet güçlerini nihai bir saldırı ile bertaraf etmek için ayrı silahla örgütler kurulmuş ,yurt içinde ve dışında gizlice eğitilen,silahlandıralan gruplarla,kır gerillası,şehir gerillası,önce savaşı,kurtarılmış bölge,sömürgeciliğe karşı milli kurtuluş savaşı,halkların özgürlüğü,halk savaşı,halk kurtuluşu ordusu kavramlarının ifade ettiği yönde tırmanan ve yayılan genel bir saldırı,yıkım ve istila planı geliştirilmiştir.

    8.Yasal meslek kuruluşlarına sızılmış,yasal siyasi kuruluşlar yasa dışı eylemlerin,millete karşı yönetilan saldırıların karargâh ve üsleri olarak kullanılmak üzere safha safha işgal edilmiştir.Yasal siyasi partiler arasındaki görüş arılıklarını kanlı kitle eylemlerine dönüştürmek etkili provakasyonlar yapılmıştır.

    9.Devlete ve Cumhuriyete karşı açılan savaşta saldırı güçlerinin silah donatım ve finansmanı için sadece dış kaynaklara bağlı kalınmamıştır. Halkımız, esnafımız, öğrencilerimiz cebren ve hile ile harca bağlanarak, bankalar, işyerleri, yardım sandıkları, maaş mutemetleri soyularak, yasal fonlar karanlık yönlere aktarılarak, kamu kurumlarına ait malzeme, donatım ve silahlar çalınarak Milletimizin öz kaynakları da düşmanın ikmal ve istifadesine sunulmuştur.

    10.Binlerce işyeri, fabrika, okul, laboratuar, devlet binası, malzeme stokları, araçlar kaza süsü verilen veya sorumluluğu açıkca yüklenilen sabotajlarla yok edilerek milyarlarca lira değerinde maddi zarar meydana getirilmiştir.

    11.Devletin dolaylı saldırılarla sürdürülen istila savaşına karşı rasyonel tutarlı bir güvenlik ve savunma planı olmaması nedeni ile resmi haber ve yayın kurumları bilerek bilmeyerek düşmanın ve düşman güdümündeki illegal örgütlerin ücretsiz reklam ve hizmet aracı kılınmıştır.

    12.Ülkenin ekonomik ve kültürel bütünlüğünü kurma, savunmasını sağlamaya hizmet edecek tesislerin inşası engellenmiş, iller arası demir yolu ve karayolu ulaşımı kesintiye uğratılmıştır.Serhatlerden, hudut illerinden Türkiye Cumhuriyetini, Türk benliğini koruma kararlı yurttaşlar sistemli tehdit ve baskı hareketleri ile düşman emellerine uyma veya iç illere göçme hususunda tercih yapmağa zorlanabilmiştir.Düşman güçlerin silahlandırdığı çeteler bu yurt yörelerinde halkımıza sınırlarımızın savunmasız, ülkemizin sahipsiz olduğunu telkinle yeni bir harita çizme emellerini duyurma amacı ile cüretkar operasyonlar yapabilmiştir.

    13.Milli birlik ve dayanışmanın kundaklanması, meshep, bölge, boy, soy taasubu, talan çapur hasedi ile körüklenen bir iç savaş histerisi yaratılması yüzünden sari hala gelen cinayetlerle hayatlarını kaybeden, yaralanan, sakat kalan yurttaşlarımız sayısı İstiklal Savaşında birkaç meydan muharebesinde verdiğimiz zayiat seviyesini aşmıştır.



    KAYNAKÇA


1-Ağır Makine üretilmesinin ve ihraç edilmesinin stratejik anlamı ve önemi, Alptekin Erdoğan, DPT uzmanı.

2-Anılar, Firlandiya Mareşalı Mannerheim, Çeviren: Muammer OBUZ 1988.

3-Askeri strateji : Harp Prensipleri Askeri Harekat ve Muharebe Esasları, Top.Kur.Alb.Selehattin YOMRALIOĞLU,Kara Harp Akademisi yayını 1978.

4-Atatürk’ün Ordu, Askerlik, Harp ve Sulh Hakkındaki Düşünceleri ve Genç Subaylara Öğütleri, Dr.Kur.Alb.VELİ YILMAZ Top.Kur.Alb. Mehmet UYSAL.
5-Atatürk Zamanında Türk Ekonomisi, Prof.Dr.Ferudun ERGİN 1977.
6-Atatürk’ten Düşünceler, Prof. Dr. Enver Ziya KARAL.

7-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ( I.III.), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını 1989.

8-Atatürk’ün Jeopolitik ve Stratejik Görüşleri, ( Harp Akademileri Komutanlığı Yayını 1981).

9-Atatürk’ün Milli Dış Politikası ( I-II ), Kültür Bakanlığı-Doğumunun 100. Yılında ), Atatürk Yayınları I. 1981.

10-Atatürk’ün Evrensel Boyutları, İsmet BOZDAĞ, 8 Kültür Bakanlığı Yayını 1988 )

11-Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası 1919-1938, Prof. Dr. Mehmet GÖNLÜBOL-Dr. Cem SAR

12-Başkomutan Atatürk’e Değin Türk Orduları Başkomutanları ve Yaptıkları Büyük Meydan Savaşları Üzerine Araştırma, Em. Kur. Yb. İ. Hakkı TÜMERDEM 1953, Genkur. Bşk. Yayını.

13-Bir askerin Anıları ( I.II. ), General Heinz GUDERİAN, Çeviren Heinz GUDERİAN, Çeviren: Korg. İhsan GÜRKAN,Başkan Yayınları: 1977.

14-I. Ve II. Cihan Harbinin Hazırlıkları Bakımından Bir Mukayese, Kur. Önyzb. Salih POLATKAN Gnur. Bşk. X. Şube 1944.

15-Büyük Dünya Olayı ( 1-6 ), Herbert Von MOOS, Gnkur. Bşk. Yayını 1952.

16-1939-1945 Kronoloji ve Belgelerle II. Dünya Savaşı, Hans-Adolf JAKOBSAN, Çeviren: Em. Kur. Alb. İbrahim ULUS, Gnkur. Askeri Tarihi ve Stratejik Etüd Bşk. Yayını 1989.

17-1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını 1985.

18-Çok yönlü Lider Atatürk, Em. Tümg. Muzaffer ERENDİL, Harp Akademileri Yayını.

19-Ders Alalım, Gnkur. Bşk. Yayını 1981.

20-Devletin Kavram ve Kapsamı, Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliği yayını 1990.

21-Fransız Ordusu Faciası, Yazan: 5. Ordu Komutanı General Bourret, Çeviren: Kur. Yzb. Bekir TUNAY, Gnkur. Bşk. Yayını 1952.

22-Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları 1948-1988, Prof. Dr. Fohir ARMAOĞLU, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 1994.

23-Harp Üzerine, Carl Von Clausewitz, Çeviren: Em. Tuğg. H. Fahri ÇELİKER, Gnkur. Bşk. Yayını 1991.

24-II. Dünya Harbinin Tarihi, Çeviren: Kur. Bşk. Çevdet ÖZ Gnkur. Bşk. Yayını 1952.

25-II. Dünya Savaşı, Osman ÖNDER, Altınkitaplar Yayınevi 1976.

26-II. Büyük Harbin Deniz Cephesi Kronolojisi, Dnz. Kur. Bnb. YOKITAL 1950, 290 sayılı Donanma Dergisi Eki.

27-İmha Muharebesi ( I-II ), Miralay Aloftaroğlu Ziya İbrahim, Gnkur. Bşk. X. Şb. Yayını 1931.

28- İş Alemi ve Teknik Organizasyon, Kemal SÜNNETÇİOĞLU 1946 İstanbul.

29-İsrail-Arap Harpleri, Gnkur. Askeri Tarih ve Stratejik Etüd. Bşk. Yayını 1979.

30-Jeopolitik ve Jeostrateji, Tuğamiral Pierre Celerier, M.S.B. Araştırma Geliştirme Başkanlığı Yayını 1963.

31-Jeopolitik, Kur. Alb. Emin SEZGİN Kur. Yb. Selahattin YILMAZ Harp Akademileri Yayını 1963.

32-Komutanlık ve Liderlik Üzerine, Dr. Veli YILMAZ

33-Komuta Etmek Sanatı, Andre Gavet, Çeviren: Ord. Bnb. Kazım KIRIKKANAT, Gnkur. Bşk. Yayını 1952.

34-Kontrolden Çıkmış Dünya, Zbigniew BRZEZİNSKI, Çeviren: Haluk MENEMENCİOĞLU, Türkiye İş Bankası YYINLARI 1994.

35-Milli Mücadele ( I-II ), Sabahattin SELEK, Örgün Yayınları 1982.

36-Milli Birliğimiz, Vatan Bütünlüğümüz Soydaş Toplumlardan Kürtler, Muzaffer ÖZDAĞ, Erciyes Üniversitesi Yayınları 1952.

37-Muhtelif Sınıfların Birlikte Sevk ve Muharebe, Talimnamesi I. Kısım 1939, Gnkur. Bşk. Yayını.

38-Milli Mücadelede Manda ve Himaye Meselesi, Dr. Kadir KASALAK, Gnkur. Bşk. Yayını 1993.

39-Milli Strateji ve Milli Güç, Em. Tümg. Muzaffer ERENDİL, Silahlı Kuvvetler Dergisi Eki Haziran 1980.

40-Milli Güç ve Devlet, Dnz. Kur. Alb.Mert BAYAN, Belge.Yayınları 1986.

41-a Ordu Psikolojisi, Dr.Baha ARIKAN, 1960.

41-bOrta Doğunun Jeopolitik ve Jeostratejik Açıdan Değerlendirilmesi Körfez Harbi ve Alınan Dersler, E.Tümg.M.Zekai DOĞANAY, E.Tümg.A.Fikret ATUN, 1994.

42-Sakarya Meydan Muharebesinde Mustafa Kemal Paşa’nın Askeri Dehası, Em.Tuğg.Nurettin TURSAN, Harp Akademileri Yayını, Mayıs 1994.

43-Savaş Sanatı, Sun Tzu, Çeviren Sibel ÖZBUDUN-Zeynep ATAMAN, Anahtar Kitaplar, 1992.

44-Savaş Sanatı Tarihi, John Keegan, Çeviren Füsun DORUKER, Sabah Kitapları 1993.

45-Sanayi Kalkınma, Murray D.Bryce, Çeviren Cemil SÖKMEN 1971.

46-Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Stratejisi, Kur.Yrb.Necati Ulunay UCUZSATAR, Gnkur.Askeri ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayını 1990.

47-Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I-II, Dr.Salahi R.SONYEL, Türk Tarih Kurumu Yayını 1988.

48-Türk Devletinin Dış Siyaseti, Ord.Prof.Dr.Yusuf Hikmet BAYAR, Türk  Tarih Kurumu Yayını 1973.

49-Türk İstiklal Harbi Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Gnkur.Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Bşk.Yayını 1992.

50-Tarihin En Mühim Harp ve Seferleri, Çeviren Bnb.Vahid, Gnkur X. Şb.Yayını 1932.

51-Türkiyenin Hızlı Kalkınması, Alptekin ERDOĞAN 1976.

52-Savaşta ve Barışta Büyük Stratejiler, Paul Kennedy, Çeviren: Ahmet FETHİ, 1995, Eti Kitapları.

53-Strateji, Dolaylı Tutum, B.H. Liddel Hart, Çeviren: Em. Kong.Cemal ENGİNSOY, Gnkur.Harp Tarihi Başkanlığı, Stratejik Etütler Dönen Yayını 1973.

54-Yarının Stratejisi, Hanson W.Boldwin, Harp Akademileri Komutanlığı Yayını 1178.

55-Yaşama Sanatı, Andre Maurois 1946.

56-Yirmibirinci Yüzyılın Hazırlanırken, Paul KENNEDY Çeviren: Fikret ÜÇCAN,Türkiye İş Bankası Kültür Yayını 1995.

57-Zabit ve Kumandan, Kur.Bnb.Nuri CONKER.

58-Zabit ve Kumandan ile Hasbehal, Kur.Yb.Mustafa KEMAL.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2013/05/31/7023/stratejik-dusuncenin-sivil-ve-askeri-hayatta-kullanilmasi


..