15 Şubat 2016 Pazartesi

İÇ İTTİFAKLARDAKİ ÇÖZÜLME VE AYRIŞMALAR





 İÇ İTTİFAKLARDAKİ ÇÖZÜLME VE AYRIŞMALAR

Erdoğan'ın İttifakları Çözülüyor mu? 

Mahmut Akpınar
Tarih:23/07/2013 
Türü:İç Politika 





4 LÜ İTTİFAK DAĞILDI



AK Parti 3 adam üzerine bina edilmişti. Erdoğan, Arınç ve Gül.
Çıraklık döneminde üçü de etkindi. Kalfalık döneminde Gül köşke çıktı, ama Erdoğan’la Gül arasındaki mesafe giderek açıldı. Erdoğan ve Gül biri diğerini rakip, alternatif gibi görmeye başladılar.
Arınç ilk dönem Meclis başkanı idi. Kalfalık döneminde kenarda kaldı; etkisini epeyce yitirdi. Arınç’ın durumu hala öyle, herhangi bir partiliden çok da bir farkı kalmadı.

Erdoğan'ın İttifakları Çözülüyor mu?

Mahmut Akpınar - Blog
Açik Istihbarat Türkiye'ye 
www.acikistihbarat.com
23.07.2013


(Açık İstihbarat : AKP tabanındaki çatlağın bir göstergesi olarak aşağıdaki yazıyı paylaşıyoruz)


AK Parti pek çok ittifak ve koalisyonla bugünlere geldi. Hem Parti içi ittifaklar söz konusuydu, hem ülke içi, hem de uluslararası ittifaklar. 

Çıraklık döneminde hemen bütün ittifaklar itina ile korundu, kucaklayıcı olundu; herkesimin görüşü, hassasiyeti alınmaya çalışıldı. Biraz asker korkusu, biraz da Erbakan’a benzer şekilde kısa sürede yıpratılıp yıkılma endişesi hükümeti dengeli ve uyumlu davranmaya itiyordu. 

Çıraklık dönemi pek çok gaile içinde geçti. E-muhtıra, Cumhurbaşkanlığı seçimi, Kapatma Davası gibi dış taarruzlardan dolayı Erdoğan’ın ve hükümetin özellikle Parti içinde ve Türkiye’de kurduğu ittifakları bozma, riske atma lüksü yoktu. 

Çıraklık döneminde AB ile ve İsrail’le limonilikler başlamış ise de ciddi bir çatlak, restleşme yoktu. Ama ustalık döneminde Parti içi, ülke içi ve UA bütün ittifaklarda ayrışmalar, uzaklaşmalar, hatta çatışma ve gerilim havası ortaya çıktı. Dilerseniz çatlayan, çözülme sürecine giren bu ittifakları alt başlıklar halinde inceleyelim.

İÇ İTTİFAKLARDAKİ ÇÖZÜLME VE AYRIŞMALAR

AK Parti 3 adam üzerine bina edilmişti. Erdoğan, Arınç ve Gül. 

Çıraklık döneminde üçü de etkindi. Kalfalık döneminde Gül köşke çıktı, ama Erdoğan’la Gül arasındaki mesafe giderek açıldı. Erdoğan ve Gül biri diğerini rakip, alternatif gibi görmeye başladılar. 

Arınç ilk dönem Meclis başkanı idi. Kalfalık döneminde kenarda kaldı; etkisini epeyce yitirdi. Arınç’ın durumu hala öyle, herhangi bir partiliden çok da bir farkı kalmadı. 

Gül ile Erdoğan ise ayrı tepelerde, ancak asgari ve biraz da zoraki diyalogları var. Bir masa etrafında oturup çıraklıktaki gibi yapılacak işleri istişare etme yok. Bu yönüyle AK Partinin Triosunun her biri ayrı bir alanda, kendi dünyasında. Gerçekte hem Gül hem de Arınç kurucu iradeyi işleten o çemberden dışlanmış görünüyor. 

Gül Cumhurbaşkanı olduğu için bu çok hissedilmiyor; ama Arınç’ta net olarak görülüyor. Şu anda AK Parti’de sadece Erdoğan ve danışmanları var. Bütün kararlar O ve yakınındaki birkaç kişi (teknokrat) tarafından alınıyor. Bakanlar kurulu ve TBMM dâhil kurumların, kurulların karar almada çok bir etkisi yok. Ama uygulamada, işi yürütmede hepsi elini taşın altına soksun isteniyor.
AK Parti kurulurken muhafazakâr kesimler ve cemaatler yanında milliyetçi kemsilere hitap eden, liberallere, hatta Alevilere hitap eden kişileri Meclise ve Parti organlarına alıyordu. 

Bu yönüyle de AK Partiye geniş bir tabanın, toplumsal kesimin desteği vardı. Ekonominin iyi gitmesi, ilk dönemlerde demokratik, hukuki düzenlemelerin yapılması bu desteği sürdürdü. Ancak zaman içinde özellikle darbe kaygısını atlattıktan, bürokratik elitlerin vesayeti bertaraf edildikten, yargı tehdidi üstlerinden kalktıktan sonra AK Parti bu geniş toplumsal zeminden uzaklaşmaya, MSP-MGV orijinli tabana oynamaya, kadrolarını-yönetim kademelerini daha çok bunlara açmaya başladı. 

Nitekim Ak Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun bu dönemde: “geride kalan 10 yıl gibi liberaller eski paydaşlarımız olmayacak, yolumuza kendi kadrolarımızla yürüyeceğiz” [1]  mealindeki açıklaması artık AK Partinin liberallere çok da ihtiyaç duymadığını göstermekteydi. 

Son dönemde pek çok liberal de AK Partiden uzaklaşmış, hatta bazıları AK Parti tarafından kendilerinin kandırıldığını düşünmeye başlamış, Partinin otoriterleşip demokratik zeminden uzaklaştığını düşünür olmuşlardır.[2] 

Son seçimlerde zaten Parti kadrosundan meclise pek liberal isim de girememişti. Ustalık döneminde homojenleşme oldu ve “siyasal İslamcı” tabir edilen kadrolar ağırlık kazandı. Milliyetçi kesimler de Partiden epeyce bir uzaklaştılar ve dışarıda kaldılar. 

AK Parti 1. ve 2. Dönemlerdeki gibi çok eğilimi bir araya getiren çok sesli, katılımcı bir Parti olmaktan çıkıp Erdoğan’ın temel belirleyici olduğu, aynı rengin tonlarından oluşan, monolitik bir Partiye dönüşmeye başladı.
Gezi Parkı ve bu eylemler sırasında Erdoğan’ın takındığı sert ve meydan okuyucu tavır, gerilimi yükseltici üslup ve her şeye tek başına karar verip uygulaması Parti içinde en yakını denilen insanlarda dahi bir soğuma ve sorgulamaya neden oldu. 

Medyaya da yansıdığı üzere Erdoğan’a “memleketi kutuplaştırıyor, uçuruma yuvarlıyorsun, böyle yaparsan istifa ederiz” diyebilen siyasetçiler, bakanlar çıktı.[3] 

Partiye mutlak hâkim olduğu düşünülen Erdoğan için bu Parti içinde kanaatimizce çok önemli bir kırılmaydı. Erdoğan karşı hamlelerle, faturayı bütünüyle dış güçlere keserek ve meseleyi “kendisine bir operasyon” gibi sunarak liderliğini pekiştirmeye çalıştı; ama testide bir defa çatlak oluşunca yama tutmayabilir. 

Bu yönüyle Gezi Parkı olayları esasında Ustalık dönemi boyunca var olan Parti içi sıkıntılar ve rahatsızlıklar da dışa vurmuş oldu. Bu rahatsızlıklar bazı AK Partili siyasetçiler tarafından açıktan söylendi; twitten paylaşanlar, imalarla ifade edenler oldu. Ama iktidar nimetlerinden, makamlardan yararlanıyor olma şimdilik bu çatlağın büyümesini engellemiş olabilir.
Partinin destekçileri, oy tabanı açısından da benzer şeyler söylenebilir, liberal destekçiler AK Partinin alkol tüketimini ve bazı özgürlükleri hedef alan söylemlerinden ve Erdoğan’ın minnet etmez tavrından dolayı AK Partiye oy desteğini epeyce bir çektiler. 

Çözüm sürecinde PKK/Öcalan görüşmelerinden ve Oslo süreci dahil gizli görüşmelerde ortaya çıkan konulardan dolayı milliyetçi kesimler de AK Partiden epeyce bir uzaklaştılar. 

AK Partiye Cemaatler ciddi destek veriyordu. Ancak Süleymancı denilen grubun ana kitlesi son seçimden bu tarafa Erdoğan’a tavırlı, Gülen hareketi ile son dönemde aranın epeyce bir sıkıntılı olduğu, Menzil cemaati ile de hafiften limoniliklerin olduğu ifade ediliyor. 

Toplumsal taban açısından da bakıldığında AK Partiye oy veren pek çok kesim Erdoğan’a ve Partisine eskisine nazaran daha mesafeli, uygulamalara karşı daha sorgulayıcılar.

Gezi parkı eylemlerinden sonra kullanılan sert ve ayrıştırıcı dil, kendi kitlesini nispet edercesine meydanlara doldurması liberallerin ve Alevi kesimlerin bütünüyle AK Partiden ümidi kesmelerine neden oldu. Orta sınıf ve küçük esnaf denilen kesimler ekonomik olarak rahat değiller, piyasanın çok da kendi lehlerine işlemediğini düşünüyorlar. 

AK Parti üzerinden büyüyen Anadolu sermayesi memnun görünüyorsa da, ciddi büyüklüğü olan TÜSİAD grubu ve büyük sermayedarlar Gezi eylemlerinden sonra Erdoğan tarafından hedef haline getirildi. Dış bağlantıları da olan bu kesimler ciddi tedirginler ve çıkış arayışındalar.
Ak Partiyi merkezin sağında ve solunda yer alan hemen bütün aydınlar, demokratikleşme politikalarından, AB yürüyüşünden dolayı başarılı buluyorlar, destekliyorlardı. Ancak Erdoğan’ın aydınlara yaralayıcı bir üslupla sert çıkmasından, biraz eleştirel yazan yazarlara hemen tavır alıp terbiye etmeye çalışmasından, bazen argo kullanarak hakaret içeren sözler söylemesinden ve kendine fazlaca güvenen tavrından dolayı genelde AK Partiden, özelde ise Erdoğan’dan uzaklaşmaya başladılar. 

Bazı İslamcılar dahi AK Partinin epeyce kirlendiğini ve artık İslam adına bir şey vaat etmediğini söylemektedir. A. Dilipak’ın yazıları bu tezi doğrulamaktadır.[4]

DIŞ İTTİFAKLARIN DAĞILMASI VE AK PARTİ HÜKÜMETİNİN YALNIZLAŞMASI

Türkiye’ye büyümede, demokratikleşmede, hukuki reformlarda ivme kazandıran en önemli etken AB yürüyüşü idi. Biraz Türkiye’nin ödevlerini  yeterince yerine getirmemesi; ama daha çok AB’nin  çifte standardından dolayı, batının süreci “Türkiye’yi terbiye etme” aracı ve dış politika bazı şeylere zorlama unsuru olarak kullanmak istemesi nedeniyle AB süreci 2. Dönemin ortalarında tıkandı. Durmamış olsa da artık ağır aksak gidiyor. “Ankara kriterleri”yle yürürüz denildi, ama onlar da otoriterleşme yönünü gösteriyor. 

Türkiye, AK Parti en önemli dinamosunu ve uluslararası camiada kendisine meşruiyet sağlayan en önemli argümanı neredeyse yitirdi, tüketti. AB’nin dışında tek tek Avrupa ülkeleriyle de ilişkilerimiz çok iyi sayılmaz.
ABD ile son ziyarette yüksek ilgi, düşük sonuçlu bir tablo ortaya çıktı. Daha Erdoğan Türkiye’ye dönmeden Suriye konusunda aynı düşünmüyoruz diye açıklama yapıldı. 

Gezi olaylarında ve Mısır meselesinde de görüldüğü üzere Türkiye pek çok politikasında ABD ile de açı yapıyor. ABD’nin de hükümetin gidişatından pek memnun olmadığı, hatta hükümeti “çizdiği” konuşuluyor. Erdoğan’ın dünyanın en önemli güçlerinden birisi gibi davranması, Ortadoğu’da aktör, belirleyici havasına girmesi, ABD-Batının Ortadoğu’daki en önemli müttefiki İsrail’le yüksek gerilimin sürdürülmesi, HAMAS konusunda bütün batı ve ABD’ye kafa tutan uygulamalar, kısacası olduğumuzun çok üzerinde pozlar verilmesi, sözler sarf edilmesi ABD ve batı ile ilişkilerimizi problemli hale getirdi.
Rusya ve Çin’le Suriye krizinden dolayı limoni bir durum oluştu. Batı bizi Suriye’de ateşe itti; ama ne Türkiye’nin ne ÖSO’nun (Özgür Suriye Ordusu)  arkasında durmadı. Gelinen noktada Türkiye ve ÖSO iyot gibi ortada kaldı. Türkiye, Çin-Rusya-İran karşısında Suriye’deki muhalifleri destekleyen “Donkişot” konumuna sokuldu. Üstelik UA platformların hiçbirinde Suriye konusunda Türkiye masada ve karar alıcılar arasında görünmüyor.
Erdoğan baştan bu tarafa Orta Asya’ya ve Kafkaslara yeterince önem vermedi. Buralar Arap dünyası karşısında hep geri plandaydı. Bu coğrafyalarda Türkiye Rusya karşısında çok edilgen kaldı ve Orta Asya cumhuriyetleri, Kafkaslardaki ülkeler önemli oranda Rusya eksenine kaydı. Türkiye’nin bu ülkeler üzerindeki etkisi eskiye nazaran azaldı.
Gelinen noktada Türkiye büyük güçlerin hepsiyle sıkıntılı, AB, ABD, RUSYA, ÇİN…
Bölgesel ittifaklarda da ciddi çözülmeler var. Erdoğan hükümeti Arap rejimlerine rağmen, Arap sokaklarına oynadı, halka oynadı, onlara yatırım yaptı. Dolayısıyla bölgedeki monarşiler bu sebeple Erdoğan’a karşı tavır aldılar; ilişkilerini soğuk tuttular. 

Suriye krizinde Türkiye’nin etkisiz kalması, Esed’in düşmemesi, oranın da Iraklaşmaya başlaması, sivil ölümleri, göçler Erdoğan’ın Ortadoğu politikalarının Arap sokaklarında da sorgulanmasına neden oldu. One minute sonrası Erdoğan’a gösterilen ilgi-sevgi epeyce erozyona uğradı.
Türkiye batıya rağmen İran’ı hep korudu. 

Ancak bu gün İran Türkiye’yi her gün tehdit eder hale geldi. İran bizzat askerleriyle Esed rejiminin arkasında duruyor, her türlü desteği veriyor. Suriye bizim için olduğu kadar İran için de çok stratejik, dolayısıyla Suriye nedeniyle İran’la ilişkiler oldukça bozuldu. 

Mursi’li Mısırla ve Katarla birlikte bir bölgesel koalisyon kurma çalışması yaptı, ama Mursi’nin devrilmesiyle, Katarın da darbecilere destek vermesiyle bu koalisyon da çöktü. 

Gerçekte Erdoğan Ortadoğu’daki bütün monarşilerin batı ve ABD’den bağımsız hareket edemeyeceğini biliyor olmalıydı. Bu gün İsrail, İran, Suriye, Irak merkezi hükümeti, Mısır (darbe yönetimi), Ortadoğu’daki diğer monarşilerle  (Suudi Arabistan, Emirlikler vd) ilişkilerimiz sıkıntılı. İran, Irak ve Suriye deki problemler Türkiye’nin Arap dünyasına ve Ortadoğu’ya açılmasına ciddi engel teşkil ediyor. 

Kafkaslarda Azerbaycan’la belirli sıkıntılar var; bizden Rusya’ya doğru bir kayma söz konusu. Ermenistan’la durum malum. Gürcistan son hükümet değişikliğinden sonra eskisi gibi değil; Rusya’ya daha yanaşık. G. Kıbrıs’la büyük problemler var; daha büyükleri kapıda. Akdeniz’de İsrail’le bizim hak iddia ettiğimiz münhasır ekonomik bölgede petrol-gaz arıyorlar. 

Eğer manevra alamazsak Mursi nedeniyle Mısırdaki yeni yönetimle de gerilim yaşanabilir. Bu problemler nedeniyle hamasetle önem verilen HAMAS ve Filistin meselesinde ciddi bir yalnızlığa itilmiş durumdayız. Yarın başta batı ve dünya, arkasından Arap monarşileri HAMAS ve Suriye’deki El Nusra cephesini (El Kaide’nin Suriye’deki uzantısı olarak görülüyor) bahane ederek hükümeti “radikallere destek veren” konuma sokarsa şaşırmayın.
Saymayı unuttuğumuz problemli bir komşumuz kaldı mı? Bu durumda bulabilirsek dost olanları, müttefik olanları saymak çok daha kolay olacak gibi.
Hükümet, özellikle de Erdoğan, son dönemdeki uzlaşmaya kapalı, biraz da gergin ve hırçın tutumundan dolayı AK Parti içindeki, ülkedeki ve UA alandaki müttefiklerini kaybediyor. 

Erdoğan’ın ittifakları çözülüyor, kurduğu paktlar dağılıyor.Umarız bu durum ülkeye daha fazla zarar vermeden bir çare ve çözüm bulunur.
Anketler yalan mı söylüyor sayın yazar?
Anketlerin AK Parti oylarını epeyce bir mübalağa ettiğini düşünüyorum. Kaldı ki onlarda dahi en az 3-5 puanlık düşüşler görünüyor. 

Eğer Çözüm süreci patlar, PKK yeniden alana inerse (ki öyle görünüyor), AK Parti güneydoğuda oy alamayacağı gibi batıda ciddi kayba uğrar. Suriye’deki son gelişmenin de Hükümete önemli oy ve itibar kaybettireceğini düşünüyorum.
Tamam, Türkiye’nin düşmanı çok, provokasyonlar var, pek çok komplo kuran var vs vs. 

Ama hırsızın hiç mi suçu yok?
Hükümet eden, ülkeyi teslim ettiğimiz, dümene oturan kişilerin hiç mi sorumluluğu yok bu olumsuz gelişmelerde?
Trafik bu kadar kilitlendi ise trafik polisinin vazifesi ne? 

Siyaset devleti isabetle yönetme ve selamete çıkarma sanatı değimlidir?


ÇÖZÜM NEDİR? 

Çözüm arabayı iyice dağıtmadan Kaptanı usulünce birilerinin uyarmasıdır. 

AK Partide dikkate alınan, abi durumunda 8-10 kişi bence gidip Erdoğan’la ciddi konuşmalılar. Bir rahatsızlık varsa tedavi edilmeli, harici bir etki varsa bertaraf edilmeli. 

Ama AK Partinin eski ittifakları korunmalı, yıkılanlar yeniden tesis edilmeli, özellikle Parti içi ittifak çok önemli. Bunun için işlerin birkaç teknokratla götürülmesi yöntemi terk edilip yeniden istişareye, konsensüse dayalı bir yönetim anlayışı oluşturulma. Erdoğan’ı ve Türkiye’yi sevenler bunları yapmakta gecikmemeli…

NOT:

 Hükümetle ama münhasıran Erdoğan’la ilgili eleştirel yazı ve yorumlarda birileri hopluyor ve “işbirlikçi”, “batı ajanı”, “kafir cephe ile iş tutan” vs olmaya kadar işi götürüyor. 

Oysa demokrasilerde hükümetlerin eleştirilmesinden daha tabii bir şey yoktur. Bu demokrasinin gereğidir, mantıklı olan da bu eleştirilerden yararlanmaktır. Yeter ki küfür ve hakaret edilmesin. Bu tepkiyi verenler görebildiğim kadarıyla siyasetin merkezinde son zamanlarda dönenleri fark etmeyenler. Hükümetin 9-10 yıldır yaptığı hayırlı işlerle ilgili iyi niyetini koruyan, yozlaşma ve yolsuzlaşmalardan haberdar olmayanlar. 

Biraz gelişmeleri okuyabilenler, AK Parti, özellikle de Erdoğan müdafaası yapmada temkinliler. En azından ölümüne yapmıyorlar; ihtiyat payı bırakıyorlar. 

Bizim ise niyetimiz hükümeti yıpratmak, Erdoğan’a husumet değil; ülke için kaygılarımızı dile getirme, paylaşma; karınca misali kendi görevimizi yapmış olma hissi ve sorumluluğu ile yazıyoruz. Meselenin kine, nefrete husumete verilmemesine katkısı olabilir düşüncesiyle, 11 yıldır sektirmeden AK Partiye oy verdiğimizi; önümüzdeki seçimlerde kuvvetle muhtemel yine verebileceğimizi belirtme lüzumu duyuyoruz. Kraldan fazla kralcı bazı kişiler veya siyaseti “takım tutma” gibi görüp, fanatik Erdoğan taraftarı olanlar insaflı saldırsın diyedir bu ayrıntı.


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10383

.

1 yorum:

  1. Üstteki yazıya aynen katılıyorum 28şubatçılarla yakınlaşmanın hiçbir faydası olmayacak unutmasınki akp 28 şubat ürünüdür birçok insan bu dönemde mağdur ebilmiştir cumhurbaşkanı dahil düşmanı yaklaştırayım derken dostlar mağdur ediliyor ve uzaklaştırılıyor ne iç politika ne dış politika başladığı gibi değil hırs ve ihtrasla memleket yönetilmez taşlar yerine koyulmazsa yazık

    YanıtlaSil