9 Mayıs 2020 Cumartesi

Medikal Derin Devlet ve Bill Gates..

Medikal Derin Devlet ve Bill Gates..



Prof.Dr.Sait Yılmaz
19 Nisan 2020

Giriş

Birçok kişi 21. yüzyılda olduğumuzu hala anlayabilmiş değil. İnsan hayatı tarihte öncekilere hiç benzemeyen bir şekilde değişecek. Aydınlanma felsefesi, metafizikten sıyrılarak doğayı insan hayatının hizmetine sokmak için aklı ve deneyi kullanan, modern bilimlerin önünü açmıştı. Şimdi insan aklının üstünde yapay zekânın kullanılacağı, insanın uzaktan kontrol edileceği bir evrime gidiyoruz. 2014 yılında ABD’nin küresel takip istihbaratı teşkilatı olan NSA’nın Direktörlerinden William Binney, amaçlarının küresel nüfusu kontrol etmek olduğunu açıklamıştı1. Şimdi küresel elit, total kontrolün yeni bir aşamasında. Sağlığımız için zorunlu bir aşı dönemi başlıyor. Bu aşı başka bir virüs taşıyor; dijital kimlik. Biyo-metrik ağ içinde takip edileceğimiz bir plan uzun süredir bekliyor2.

Gücün sürekli olarak arttığı ama eşit şekilde paylaşılmadığı bir dönemde yaşıyorduk. Dünyada 70 kadar ülke otoriter bir şekilde idare edilirken, üstelik bu eğilimler Batılı ülkelerde bile artarken, bütün dünyada rejimler; seçenler ve seçilenler olmaktan hükmedilenler ve hükmedenler ilişkisine dönüştü. Modern dünya ve Kapitalizm distopyasının sonuna geliyoruz. Yeni ütopyayı yazan küresel sermaye dediğimiz, ABD ve Avrupa’da 150 yıldır ağ kurmuş ortak aklın Yeni Dünya Düzeni projesindeki hedefinin “tek dünya hükümeti” kurmak olduğunu biliyorduk. Ama bunun ancak 2035’lerde beklenen, ABD ve Çin’in başını çektiği Üçüncü Dünya Savaşı ile birlikte gerçekleşeceğini düşünüyorduk. Ama başka bir senaryo devreye girdi; küresel sermayenin medikal grubu, aşı yolu ile yeni bir yöntem deniyor. Mesele ilaçtan kazanamadıkları parayı aşı ile çıkarmak değil, yeni dünya düzenine giden yolu kısaltmak. İnsanları öldüren ve sıkıyönetime iten kötü virüse karşı, kurtarıcı ve iyiliksever Gates ve ekibi iş başında gözüküyor. 100 yıldır devam eden soykırım planlarının yeni bir aşamasındayız. İnsanlar en çok yalnızken ve ümitsizken savunmasız olur. Hepimiz bir an önce aşının bulunmasını ve aşı olarak ölümden kurtulmayı hayal ediyoruz. Bu iş bittiğinde, aşı olmayan hiç kimse ehliyet alamayacak, trene, uçağa binemeyecek, iş başvurusu yapamayacak, hastanede muayene olamayacak, marketten alış veriş dahi yapamayacak. Aslında zorla yapmak istedikleri aşı için sıraya gireceğiz. Bunu nasıl yapacaklar, medikal derin devlet kimdir, işte bu makalede bunları anlatacağız. Küresel sermayenin hayırseverlik (filantropi) işleri..
Küresel sermayenin arkasındaki aileler sadece siyaseti ve ekonomiyi kontrol etmiyor, dünyanın sosyal güçlerine de hâkim olmak için düşünce merkezleri, NGO’lar, vakıflar kuruyor, hayırseverlik işlerine el atıyorlar. Uluslararası finansörler vergiden muaf olan vakıfları eğitim, bilimsel ve diğer kamusal amaçlar için kullanır. Rockefeller ismi Amerikan zenginliği ile eş anlamlı gibidir. Aile gönüllü yardımları ile tanınmaktadır. Rockefeller, her yıl 900 milyon dolar kadar bir parayı Harvard Üniversitesi gibi eğitim kuruluşları ve Museum of Modern Art gibi kültürel kuruluşlara aktarmaktadır. Vakıflar; özel servetlerin hâkim olduğu Wall Street ile Harvard, Yale, Columbia ve Princeton gibi Ivy Ligi kolejleri ile bağ kurmak için gereklidir3. ABD eğitim sistemine bunlar hâkimdir. Bugün bu okullar Amerikan kolej ve üniversitelerinin standart okuludur ve son dört ABD başkanı Ivy Ligi Okulları’nda yetişmiştir.

"Vur-kaç kapitalizmi"nin en önemli kuralı, denetimden kaçınmak için, ABD'de vakıf ağı kurmaktır. Zaten Amerika'nın ne kadar kartel ailesi varsa, onların o kadar vakıf içinde vakıfları, düşünce merkezleri vardır. Rockefeller ailesi, işin öncüsüdür. Rockefeller Vakfı, ağına düşecek yöneticiler yetiştirmek amacıyla üniversite çağındaki öğrencilere burs temin eder. Böylece toplumu ve modern insan tarihini değiştirmeyi ve yeniden şekillendirmeyi hedefliyorlar4. Hayırseverlik kurumları gibi hareket eden bu vakıfların verdiği bağış ve burslar ile aslında kurucularının çıkarlarına katkıda bulunulur. Bu vakıflar Türkiye'de yönetimde üst kademelere kadar gelmiş bazı kişilere de burs vermiştir. Rockefeller Vakfı, Carnegie Şirketi (New York) ve Carnegie Endowment for International Peace dış politika, propaganda ve hükümetlere sızma konularında büyük fonlar kullanmaktadır 5.

Rockefeller, sağlık alanındaki hayırsever faaliyetlerin tümünü başlatmıştır ve onların tümünü de kontrol etmektedir. Rockefeller kurumları, tek dünya hükümetine giden yolda sosyal kontrol ve sosyal mühendisliği (soy arıtımı) en önemli vasıtalardan biri olarak görmektedir. Rockefeller Vakfı, Nüfus Konseyi, Dünya Bankası, BM Kalkınma Programı (UNDP), Ford Vakfı ve diğerleri Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte 1990’lı yıllardan beri tetanos ve diğer aşıları kullanarak üremeyi önleyici aşı üzerinde çalışıyorlar6. 2000’li yıllardan beri Dünya Sağlık Örgütü (WHO), BM Çevre Dairesi, BM Nüfus Fonu, Bill ve Melinda Gates Vakfı bütün insanlar üzerinde kullanılacak kitlesel aşı programları ve GMO ürünleri üzerindeki çalışmalarda işbirliği yapmaktadır.

Medikal elit..

Büyük Pharma (Big Pharma7), medikal dünyadaki en büyük ilaç şirketleridir. Bu adın ortaya çıkma nedeni ise bazılarının tedavi etmekten öte daha çok kazanmak için hastalıkları artırmalarıdır. Bu işte; uluslararası örgütler, kanun adamları, NGO’lar, politikacılar ve diğer tıp alanı kurumları ile birlikte çalışmaktadırlar. Böylece her yıl trilyonlarca dolar ilave para sağlayacak bir hasta pazarı canlı tutulmaktadır. Pastanın büyük kısmında kanser hastaları bulunmaktadır. En büyük 10 ilaç şirketinin 10’unun merkezi ABD’dedir; Johnson & Johnson, Pfizer, Merck, Gilead, Amgen ve AbbVie. Diğer büyükler şunlardır; Roche (İsviçre), Sanofi (Fransa), Novartis (İsviçre) ve GlaxoSmithKline (İngiltere). İlaç sektörü dünyada tütünden sonra nefret edilen ikinci büyük sektördür. Bu sektör rüşvet, sahtekârlık ve skandallarla iç içe olagelmiştir. İlaç yanında aşılar ve medikal aletler de bu sektörün ürünleri arasındadır.

İlaç şirketlerinin kendi ilaçlarını reçetelere yazdırmak için rüşvet dağıttığı adi suçlar ötesinde bu sektör yüzyıldan fazla bir zamandır küresel sermayenin kontrolündedir. 1910 yılı itibariyle, Rockefeller tüm tıp mesleği üzerinde kontrolü ele geçirdi8. Bununla da kalmadı, milyonlarca dolar rüşvet vermek suretiyle tüm tıp okulları ve ABD’de her eyaletin lisans kurulunu satın aldı. Rockefeller, Rothschild ve diğer uluslararası bankerler, küresel medikal yapılanmasını kontrol etmektedirler. Henry Kissinger ve Bill Gates’in ön cephede olduğu ortak akıl; şirketleri, vakıfları, araştırma merkezleri, laboratuarları ile sözde hayırseverlik içindeler. Kissinger ve Bill Gates’in vakfı şimdi iki şirket ile birlikte kitlesel bir aşı geliştirme peşindeler9. Big Pharma, Bill Gates, Hillary Clinton bu işin arkasındaki derin devlet ekibinden.

Rockefeller’in kontrol ettiği gıda endüstrisi, sağlık sigortası endüstrisi, ilaç endüstrisi ve tıbbi yapılanmanın bir uzantısı haline gelmiştir; öyle ki uygun beslenme tavsiyeleri, sağlık sigortası kapsamı, tıbbi araştırmalar, teşhis, tedavi ve alternatif doğal terapilere erişim, siyasi baskıyla, sahtecilikle, rüşvetle ve çalışma lisansını kaybetme tehditleriyle belirlenmektedir (şayet Rockefeller’ın uygun gördüğü ilaçları, kanıtlanmamış cerrahi müdahaleleri ve radyasyon tedavilerini reçeteye yazmazsa). Tüm bunlar sizi hasta, bağımlı ve kuzu gibi kolaylıkla güdülebilen biri haline dönüştürmek üzere tasarlanmış şeylerdir. Sizleri köle yapmaya dönük küresel planlarına dayanamayacak kadar hasta ve bağımlı tutmak için soykırım hedefli programlarının bir parçası olan medikal sektörü kullanıyorlar. Nüfus azaltma (medikal soykırım) projesi..
Konunun genel çerçevesinin anlaşılması için daha önceki makalemizde de açıkladığımız gibi yapılan çalışmaları tarihsel olarak üç döneme ayrıldığını hatırlayalım.

(1) Soybilim çalışmaları; İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar olan ilk döneme “soybilim (eugenics)” çalışmaları damgasını vurdu.

(2) Yeşil Devrim ve GMO’lu ürünler; Yeşil Devrim’in amacı; ileri mekanize tarım üretimine sahip sanayileşmiş ülkelerin yavaş da olsa dünyadaki “fazla nüfusu” eriteceği idi. 

(3) Biyolojik savaş ve aşılar; Nüfus azaltma projesi, 1960 ve 1980’lerde Henry Kissinger tarafından dile getirilmeye başlandı.

1970’lerde Henry Kissinger, “Petrolü kontrol ederek ülkeyi kontrol edersiniz, yiyeceği kontrol ederek nüfusu (insan sayısını) kontrol edersiniz” diyordu ve onunla birlikte küresel nüfusun azaltılması ve gıda kontrolü ABD stratejisi oldu. ABD, bu ülkelerin kaynaklarına onlardan daha çok ihtiyaç duyuyordu. 1970’lerden sonra BM örgütleri ile birlikte insanlar üzerinde denenen aşılar ile çeşitli deneyler yapıldı. 1978-1981 yılları arasında ABD hükümeti tarafından homoseksüellere uygulanan Hepatit B aşısı sonrası HIV mikrobu yayıldı. 1974 yılında, Nixon döneminde Dış İşleri Bakanı olan Henry Kissinger, Ulusal Güvenlik Konseyi içinde Üçüncü Dünya Ülkelerine yönelik nüfus azaltması çalışmasını (NSSM 20010) başlatmıştı. Bu çalışma, ABD dış politikasının bir parçası olmaya devam etti ve bazı şirketler ve vakıflar bu işe entegre oldu. Bu kapsamda, Bill ve Melinda Gates Vakfı ve Rockefeller vakıfları başı çekti. Nüfus azaltması pandemik uygulamaları ve mecburi aşı programları üzerine kurgulandı. Tıbbi hatalar ve yanlış uygulamalar sonucunda her yıl milyonlarca insan ölmektedir. 

Bir yılda bu kadar çok insanı öldüren ve zarar veren bir başka endüstri yoktur.

Medikal soykırım; yapay semptomlar oluşturarak sağlık sorunlarınızı daha da kötüleştirme niyetindeki ilaçlarla sizi hasta etme stratejisi benimsemiştir. Sahte hastalıklar ile Rockefeller yapısına mensup doktorların bilmedikleri veya bilmezden geldikleri şeylerin neticesinde, milyonlarca insanın yaşantısı boşa harcanır ve hatta kaybolur. Aslında tüm hastalıkların %90’ına kadarı önlenebilir ve yaşam biçimlerinde sağlıklı değişimler yaratıp doğal terapilere yöneldikçe ortadan kaldırılabilir. Başka bir deyişle medikal tekelli hastalık ve ölüm yerine sağlığı teşvik etmiş olsaydı, çoğu hastalık önlenebilir nitelikteydi. Birçok tıbbi ilaç, Rockefeller’ların sahip olduğu petrol endüstrisinden gelen petrol yan ürünlerinden yapılmıştır. Rockefeller’in izin vermediği yöntemler kabul edilmez; rekabeti ortadan kaldırmak suretiyle tıbbi bir tekel kuran Rockefeller, tüm bütüncül tıp doktorlarına, doğal tedavi savunanlara karşı sahte raporlar üretmiştir.

Global 2000 Raporu’nun yazarı Dr. Coleman11, yeni dünya düzeni peşinde olanların 2 milyar insanı savaşlarla yok etmeye çalıştığını yazmıştı. Bankerlerin yarattığı savaşların bizleri yeterince hızlı şekilde öldürmeyişi hakkında yorum yapan Bertrand Russell şöyle demekteydi; “Savaş, bu anlamda hayal kırıklığı yaratır; ancak belki de bakteri savaşı etkili olabilir. Eğer dünyaya her bir jenerasyon boyunca bir veba yayılabilirse, bundan sağ kurtulanlar, dünyayı aşırı kalabalık yapmaksızın yeni canlılara hayat verebilirler. Bu tür bir gidişat, kulağa nahoş gelebilir, ama durum ortada12.” Küresel elitin son hedefine ABD-Çin savaşı üzerinden ulaşacağını ve Çin’e yerleşeceğini beklerken başka bir plan ortaya çıktı; salgın hastalıkla nüfuz azaltması uygularken, insanları ölüm korkusu ile kitlesel aşıya zorlayıp kontrol altına almak. Bu projenin içinde 5G ile herkese dijital bir kimlik vermek, 6G ile düşünce kontrolüne geçmek, parasal boyutta dijital para ile ulus-devletleri borçlandırarak çökertmek var.

Modern tıp, ne kadar bilimsel?

Rockefeller yapılanmasına dahil olan tıbbi doktorlar ve onların diyetisyenleri, sürekli olarak sağlıklı olmayan gıdalar (süt ürünleri, proses yağlar, mayonez, margarin, kahve, vs) öneriyorlar; oysa söz konusu gıdalardaki serbest radikaller dokularda patolojik değişimlere, kardiyovaskuler hastalıklara, kansere ve diğer sorunlara yol açıyor. Rockefeller tarafından proses edilmiş besinler ve toksik ilaçlar, planlanandan daha fazla kansere sebep olur. Rockefeller’ın tıp doktorları, her sene ABD’de onun ilaçları, cerrahisi ve radyasyonuyla 250.000 kanser hastasını öldürüyorlar. Tıpta Rockefeller etkisi medikal tekelin içinde (kanser endüstrisinin denetimi de dâhil olmak üzere) kemikleşmiş durumdadır. Tedavi edilmemiş kanser vakalarının yaşam beklentisi, (Rockefeller’in onayladığı kemoterapi, cerrahi ve radyasyonla) tedavi edilenlerden çok daha yüksektir.
Doktor Grady A. Deal 1995 yılında yazdığı makalede şöyle demişti13; “Yeni Dünya Düzeni’nin uluslararası bankerleri, hükümet-destekli tıbbi soykırım programı olan Ortodoks tıp yapılanmasını kontrol ediyor.” Ortodoks tıp doktoru sadece “onaylı” Ortodoks ilaçları, aşıları, cerrahiyi ve radyasyon tedavilerini sağlamaya zorluyor ve bunlar sizi ABD’de hasta ve bağımlı olan nüfusun %95’i içinde tutar ve her yıl 1 milyonun üzerinde Amerikalıyı boş yere ölür. Ortodoks yaklaşımlar; klorun, süt ürünlerinin, kök kanalların, hipo-tiroidin, serbest radikal patolojinin ve tedavisinde kendi yöntemlerini uygulayarak; sizi hasta, bağımlı ve sürekli yeniden hastalanan bir şekilde tutar. Milyarlarca dolar değerindeki ilaç endüstrisi, yasama organını satın almıştır. Kitlesel aşı kampanyalarının, herhangi bir çocukluk hastalığını (çocuk felci dâhil) ortadan kaldırdığı konusunda inandırıcı herhangi bir bilimsel kanıt bulunmamaktadır.

Siyasi olarak güdülenmiş bir tıp soykırımıdır ve şarlatanlıklarla doludur; çünkü Rockefeller ve ilaç endüstrisi dünya çapındaki tüm tıbbi ve bilimsel araştırmaları da kontrol etmektedirler. Böylelikle kanser, kardiyovaskuler hastalıklar, eklem iltihapları, AIDS ve diğer sağlık sorunlarını tedavi etmek üzere doğal terapilerin tüm bilimsel keşiflerini yok sayarlar. Ameliyatların çoğu pek fazla yarar sağlamaz, büyük bölümü de zarara sebep olur. Rockefeller ilaçları, sizi hasta etme niyetiyle hastalığın temel sebeplerini yok sayar, küçümser, gözden düşürür ve kötü yönetir; zorunlu aşılamalar, hastalığı tedavi etmez ama yeni hastalık yaratır; sağlığınıza zarar vermek için sağlıksız gıdalar önerirler. Uluslararası kuruluşların yarattığı AIDS virüsü, virüs bulaşmış şırıngalarla (hepatit ve çocuk felci aşısı dâhil) kasten yaygınlaştırılır. Tüm bunlar ise, tıbbi bir soykırımdır.

Modern tıp, bilimsel değildir. 

Dr. Robert Schenieder, tüm ameliyatların %25’inin gereksiz olduğunu söylüyor14. Marti Kheel’e göre hastaneye kaldırılan hastaların %30 kadarı, kendilerine uygulanan terapi sonucunda daha büyük bir hasar görmektedirler15. Yani bu insanlar ilaçla öldürülmektedir. Tıp doktorunuz, ülkenizin bir kentinde ve kırsal alanında, kabul etse de etmese de, Rockefeller ilaçlarının itici bir lokomotifidir. Çünkü o bir bilim adamı değildir.
Yeni Dünya Düzeni’nin aşı stratejisi.. Yeni Dünya Düzeni ve Tek Dünya Hükümeti projelerinin merkezi, 1921 yılında kurulan ve kendisini bağımsız bir düşünce merkezi olarak tanımlayan ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR). 20. Yüzyılı “Amerikan Yüzyılı” ilan etmişti, 21. Yüzyıl ise Yeni Dünya Düzeni yüzyılı oldu. CFR, Rockefeller, Ford ve Carnegie vakıfları tarafından finanse ediliyor. CFR’ın kurucularından birinin oğlu olan James Warburg 1950 yılında Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde yaptığı konuşmada; “İsteseniz de istemeseniz de, zorla ya da rıza ile dünya hükümetini kuracağız” demişti. Kurulduğundan beri, CFR elitinin yeni dünya düzeni hep gündeminde oldu. CFR üyeliği kamu daireleri ile özel şirketler arasındaki bağlantıları sağlar. Lockheed, Raytheon, Boeing ve General Electric gibi dev şirketler CFR’nın savaş gündeminden trilyonlar kazanırlar. 1975 yılında CFR üyelerinden ABD’li amiral Chester Word yazdığı kitapta16, CFR’ın amacının ABD’nin egemenliği ve bağımsızlığı değil tek dünya hükümeti olduğunu açıklamıştı. Ordunun bütün üst rütbeli general ve amiralleri, büyük şirketlerin CEO’ları ve pek çok hükümet çalışanı CFR üyesidir. Bunlar sahnenin gerisindeki gölge hükümettir. CFR üyesi olmayan biri Savunma Bakanı ya da CIA Direktörü olamaz. FEMA, Nüfus Sayım Bürosu, NAFTA, GATT, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in tümü, yanıltıcı kurumlardır; yani Yeni Dünya Düzeni, sizin ulusal güvenliğinizi ortadan kaldıracak, sözde doğal afetler yaratacak, ekonominizi daha da bozacak ve belki de öngörüldüğü gibi topyekun bir ekonomik çöküşe sebep olacak, sonunda ulus-devleti de kaybedecek ve siz de denetlenip, tutuklanıp, Birleşmiş Milletler toplama kamplarına konacaksınız. Bu, onların öngördüğü Tek Dünya Hükümeti planıdır. Amerikan filmleri sizi bu düzene hazırlar ve uyutur. Medya silah olarak kullanılır.

Dünyanın gizli laboratuarlarında üretilen aşıların içine nano-çiplerin konması uzun zamandır Microsoft ve MTI’nin birlikte çalıştığı bir proje17. Küresel sermayenin içinde iki isim öne çıkıyor; Henry Kissinger ve Bill Gates. Yeni Dünya Düzeni elitleri 2015’te BM üzerinden bir ütopya geliştirdiler. Bu elitlerin iktidar projesiydi. Bir bağışıklık projesi yaptılar. Dünyadaki herkesi aşılayıp hastalıklara karşı bağışık hale getireceğiz dediler. İlaç sektörü şu an krizde yani ilaçtan para kazanamıyorlar. İşte bu yüzden ilaç şirketleri aşı işine yöneldi. Tıbbi soykırım, Yeni Dünya Düzeni’nin soykırımının bir parçası olarak yeni bir safhaya geçti. Johns Hopkins Üniversitesi. 18 Ekim 2019’de yani Çin’in Wuhan şehrinde coronavirüs çıkmadan iki ay önce, Johns Hopkins Üniversitesi’nde Event 201” Coronavirüs bilgisayar simülasyonu oynandı. Bu programın sponsoru Dünya Ekonomik Forumu ile Bill ve Melinda Gates Vakfı idi. Bill Gates zaten yıllardır on yılda on milyon insanı öldürecek bir virüsün duyurusunu sözde insanlığı uyarmak adına yıllardır yapıyordu. Karar, ID2020 gündemini uygulamaktı. Moderna ve CureVac gibi şirketler COVID-19 gibi salgın hastalıklara karşı ilaç ve aşı geliştirmek için yıllardır Gates Vakfı’ndan fon alıyordu Gates ve Vakfı, uzun zamandır salgın hastalıklara karşı hazırlık yapıyor. 2017’da yapılan Davos Dünya Ekonomik Forumu esnasında Gates, epidemik hastalıklara karşı hazırlık amacı ile bir inisiyatif (CEPI18) başlattı. 2019 yılında ise Bill Gates’in salgın hastalık senaryolarına odaklandığını görüyoruz. Önce Netflix için bir video hazırladı ve hayali bir senaryo anlattı. Baltimore’daki Johns Hopkins Medikal Merkezi’nde yapılan bilgisayar similasyonundan iki hafta sonra Wuhan’da ilk COVID-19 görüldü19. Dünyadaki her insan elektronik bir kimlik vererek söyledikleri ve hareketlerinin takibini amaçlıyor. Bu programın ilk testi halen Bangladeş’te yapılıyor. Aşı programı ile birlikte bir nano-çip’in bünyeye enjekte edilmesi ile sadece sağlık kontrolü değil, kişi eylemlerinin takip edilmesi hedefleniyor20. Gates Vakfı ve GAVI tarafından geliştirilen dövme benzeri ilk çip hem aşı hem de elektronik kimlik için kullanılıyor. Bill Gates’ göre bu sistem kimin aşı olup olmadığını anlamak için geliştirildi. Ancak bu kimlik tanıma içinde elektromanyetik dalga tespiti var yani 5G ile başlanacak ve 6G ile evrimleşecek küresel kontrolün ilk adımı. Aşı ile kimlik tanıma (ID 2020) programı BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri için dâhil edildi ve 2030 yılına kadar tamamlanması hedeflendi21. Şu anda insanın aklını yönetmek için korku yolu ile insanları aşılamak ve çip takmak hedefine yönelik COVID-19 uygulaması dönemindeyiz. Yaşamak için buna razı olacağız. İnsan özgürlüğünün ve onurunun en çok tehlikede olduğu bir aşamadayız.

Bill Gates nelerle uğraşır?...

Teknoloji dehası Bill Gates bilgisayar yazılım şirketi Microsoft ile servetini yapmasına rağmen, bu işte çocukluk arkadaşı Paul Allen ile ortaklık kurarak başarılı oldu. Gates; Basic ve DOS dâhil bugün bildiğimiz bilgisayar işletim sistemlerinin yaratıcısıdır. Microsoft casusluk işleri için CIA’nın şifrecileri ile birlikte çalışmıştı Dünyanın en zengin ve etkili filiantropistlerinden biri olan Bill Gates, emekli olup eşi Melinda ile birlikte kendini “Bill and Melinda Gates Vakfı” ile dünya genelinde hayırseverlik işlerine verdi. Bill Gates, görünürde filantropik bir plan dâhilinde genetik yapısı ile oynanmış yiyecekler üreterek dünyada açlığın sona ermesi için gayret ediyor. Monsanto ve diğer biyoteknoloji şirketleri Gates Vakfı ve AGRA, Afrika’da genetiği değiştirilmiş ürünler geliştirmeye çalışıyor. Afrika’da Yeşil Devrim İttifakı (AGRA22) ile yeni tohumlar ve gübreler geliştirerek açlığa çare olacağını söylerken, ekonomik ve sosyal nedenleri ile ilgilenmedi. Çünkü açlığın nedeni yiyecek yokluğu değil, insanların yiyecek alamayacak kadar fakir olmaları idi.

Gates’in büyük hissesini aldığı Monsanto Şirketi, Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar (GMO) alanında tekelleşme riski taşımaktadır. GMO tohumları bir yıldan diğerine saklanamamaktadır ve siz bir kere bu tohumların küresel haklarını edindi iseniz artık dünyaya yön verebilirsiniz. Nitekim Uluslararası Mülkiyet Hakları Anlaşması dâhilinde (TRIPS23), çokuluslu şirketlerin özellikle üçüncü dünya ülkelerinden genetik kaynakları ele geçirmesine imkan tanınmıştır24. Bugün bu tür yiyecekler öylesine rafları kaplamıştır ki teslim olmaktan başka bir çare kalmamıştır. Bill Gates; Rockefeller Vakfı, Monsanto Şirketi, Syngenta Vakfı ve Norveç hükümeti ile birlikte Norveç’in Spitsbergen adasında bir tohum bankası (Svalvard) kurdu. 

Bu tohum deposu ile dünyanın en büyük bitki yetiştiricisi ve ilaç firmalarının tohum edinmek için başvurabileceği tek adres yani bir tekel oluşturulmuştur.
Gates Vakfı, Küresel Sağlık Programı ile aşı geliştirerek gelişmekte olan ülkelerde çok çeşitli olan aşıları elimine ederek tekel kurarken, sağlık sistemleri ile ilgili araştırma ve kapasite geliştirme konusunda gönülsüz davrandı25. Ya da temelinde gelirin dağıtım sorunu olan sosyal, siyasi ve ekonomik eşitsizlikleri gidermeye yönelmedi26. Sağlık ve gıda da olduğu gibi eğitimde de Gates Vakfı aynı kör yaklaşımı sergiledi. 1990’larda Rönesans 2010 programı altında pazara dayalı teknik eğitim veren özel ve küçük okullar için 100 milyon dolar harcadı ama öğrenci yetiştirmek yerine öğretmen yetiştirmeye odaklandı. Öğretmenleri kontrol altına alınması gereken bir grup olarak görünce, onları sistem içinde tutamadı27. Gates, öğretmenlerin kalitesine takmışken, okulların kaynak ihtiyacı, müfredat, fiziksel şartlar, okul dışı imkânlar (çalışmak için yer ve zaman, gıda, sağlık vb.) gibi hususları dikkate almadı. Gates’e göre iyi öğretmenler, öğrencileri testlerden yüksek skor alanlardı. Bill Gates’in aşı işleri.. Bill Gates için aşılar stratejik bir hayırseverlik vasıtası altında aşı ile ilgili pek çok karlı iş yapmanın ötesinde Microsoft üzerinden bir küresek aşı kimliği oluşturma projesi yanında küresel sağlığın diktatoryal kontrolü demektir28. Gates, sahnede dünyayı kurtaracak aşıyı bulacak adamı oynuyor. Bill Gates 2010 yılında katıldığı konferansta küresel aşı ve yeni tedavi yöntemleri ile dünya nüfusunun %10-15 azaltılabileceğini söyledi29. Gates Vakfı son 20 yılını Afrika’da yoğun çocuk aşısı programları ile geçirdi. 2014 ve 2015’de WHO ve UNICF ile birlikte Kenya’da kitlesel tetanos aşı programı yürütüldü. Kenya Hükümeti, tetanos aşısında kullanılan bir maddenin30, 500 bin civarında 14-49 yaş arası genç kızlar ve kadınlarda kalıcı kısırlığa yol açtığı açıklamasında bulundu. Bu aşıları yapan kamu-özel ortaklığı ve GAVI31, WHO ve UNICEF’in parçası ve pek çok özel ortağı olan büyük bir ilaç devi. Gates’in aşı geçmişine bakalım; - Önce Hindistan’daki Ulusal Bağışıklık Teknik Danışmanlık Grubu’nun (NTAGI32) 1.2 milyar dolarlık hissesinin 450 milyon dolarlık bölümünü alarak çocuk felci için aşı yapmalarını istedi. Ancak, daha sonra Hintli doktorlar Gates’in bu aşıyı salgın hastalık vasıtası haline getirerek Afrika’da 2000-2017 yılları arasında 490 bin kadar çocuğun ölümüne yol açtığını iddia ettiler ve Gates ile ilişkilerine son verdiler. Çocuk felci salgını en çok Kongo, Afganistan ve Filipinler’de görüldü. 2017’de Dünya Sağlık Örgütü (WHO33) gönülsüzce çocuk felci salgınının öncelikle aşıdan kaynaklandığını kabul etti. 2018’de küresel olarak çocuk felci vakalarının %70’i aşıdan kaynaklanıyordu. - 2002 yılındaki Gates’in MenAfriVAc menenjit kampanyası ile zorla aşı yapılan yaklaşık 500 çocuktan 50’si felç oldu. Güney Afrika gazeteleri olayı ilaç şirketleri için kobay (guiena pig) olduk diye yazdı. Nelson Mandela’nın eski ekonomi danışmanı Prof. Patrick Bond, Gates’in hayırseverlik işlerini acımasız ve ahlaksız olarak niteledi.

- 2010’da Gates Vakfı, GSK’nın sıtma aşısını fonlar destekledi. Afrika’da test yapılan 5.949 çocuktan 151’i öldü, 1048’inde başta felç olmak üzere ciddi hasarlar oluştu. - 2010 yılında Gates, 10 milyar dolar verdiği Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) “Bu parayı aşı geliştirmek için kullanmalıyız dedi. Bir ay sonra bir tartışma programında (Ted Talk) “Yeni aşıları nüfusu azaltabilir” dedi. - 2014’de Gates Vakfı, HPV (rahim ağzı kanserine yol açan virüs) aşısı için “Glaxo Smith Kline (GSK) and Merck” şirketi tarafından geliştirilen testlere fon veriyordu. Bu testler Hindistan’daki 23 bin genç kız üzerinde denendi. Bunlardan 1.200’ü ciddi yan etkiler gördü, 7’si öldü. Hindistan hükümeti Gates’in desteklediği araştırmacıları köylü kızları ve ailelerini kandırmakla suçladı ve konu şimdi Hint Anayasa Mahkemesinde. -2014 yılında Kenya’daki Katolik Doktorlar Birliği, WHO’yu milyonlarca kadını tetanos aşısı yaparak haberi olmadan test yaptığını açıkladı. Suçlamalar üzerine WHO, yeni bir aşı üzerinde 10 yıldır çalıştıklarını itiraf etti. Aynı suçlamalar Tanzanya, Nikaragua, Meksika ve Filipinler’den geldi. - 2017’de WHO’nun DTP (Difteri, Tetanos ve Boğmaca) aşısının Afrika’da önlediğinden daha fazla çocuğu öldürdüğü ortaya çıktı34. Aşıyı alanların almayanlara göre 10 kat daha fazla öldüğü tespit edildi. Afrika’da her yıl on milyonlarca çocuk bu tür ölümcül aşılara zorlanıyor. - 2017’de sızan e-postalardan, Gates’in ABD ordusu ile biyolojik savaş için sivrisineklerin genetiği değiştirilerek yeni bir yöntem denediği ortaya çıktı. - Gates, geçen yıl bir gün herkesin resmi bir kimliği ile sağlık durumlarının takip edileceği dijital sisteme çok yakın olduğumuzu söylemişti. Gates, Aralık 2019’da bir kişinin aşı olup olmadığını gösteren bir sistem geliştirmesi için MIT’e fon desteği verdi. 18 Mart 2020 tarihinde ise Gates, ABD’de bir “ulusal takip sistemi” kurulması için çağrıda bulundu ve bazı dijital sistemler ile test edilen ve aşı olanların takibini önerdi. Dünya genelinde küresel sağlık işlerinin gündemi Gates’in yönlendirdiği WHO tarafından belirleniyor. Salgın hastalıklardan, temiz su, hijyen, beslenme ve ekonomik kalkınma kadar pek çok dünya gündemi Gates’in ana ilgi alanları. Gates Vakfı, 5 milyar dolarlık bütçesinin 650 milyon dolarını bu işlere harcıyor. Bunları hepsi Gates’in felsefesinin bir şırınga içinde uygulanmasını öngörüyor. Gates, yardım parası ile WHO dışında UNICEF, GAVI ve PATH gibi çok önemli kuruluşları da kontrol altına almış durumda. Aşı üreten özel ilaç şirketlerine ilave olarak 12 eczacılık şirketin 50 milyon dolar coronavirüs aşısı için para verdi. Medyadaki son haberlere göre, COVID-19 şimdi ona Amerikan çocukları üzerinde uygulayacağı aşı programı ile aradığı diktatörlüğü sağlayacak fırsatı verecek. Gelecekte aşı ve bağışıklık durumuna göre yeni bir toplum yapılanması bizi bekliyor olabilir. Sonuç.. Bu plan, yıllardır hazırlanıyordu ve arkasında Bill Gates, Aşı Geliştiren Eczacılar Birliği (GAVI), Rockefeller, Rothschilds ve diğerleri var. Şu anda Yeni Dünya Düzeni içinde Tek Dünya Hükümeti kurmak isteyenlerin medikal kolu zorunlu bir aşı ile dünya nüfusunu kontrol altına alacak bir proje uyguluyor. Olup-bitenlere karşı yapılacak çok şey var. Küresel sermaye ile mücadele etmek önce dayanışma gerektirir. Uluslararası düzeyde, devlet içinde ve bireysel olarak dayanışma zamanındayız.

   Devletler küresel sermayenin medikal derin devletinin ilaç, aşı ve tedavi yöntemlerine bağımlı kalmamak için bu alanda da bağımsızlık mücadelesi vermeli, uluslararası düzeyde dayanışma sağlanmalıdır. Diğer yandan, tıpkı ülke savunması gibi sağlık ve eğitim konuları özel sektörün kar amaçlı inisiyatifinden çıkarılıp, devlet kontrolüne alınmalıdır. Parası olanın tedavi olduğu, iyi eğitim aldığı; parasız olmayanın sıradanlığa ve ölüme terk edildiği düzen bitmelidir. 

   Son olarak bizler de, şiddete başvurmadan, sade bir birey olarak mücadele etmek için küresel sermayenin ülkemizdeki uzantılarını bilmeli, bankalarını kullanmamalı, ürünlerini tercih etmemeye gayret etmeliyiz. Küresel sermaye sizi yok etmeden, siz onların yaşam kaynağı olan para kanallarını işlevsiz hale getirin. Sağlığımıza ve özgürlüğümüze sahip çıkmanın, ulus-devleti korumanın yolu bilim ve teknolojide kendine yeterli olmaktan, tam bağımsızlıktan geçiyor.

DİPNOTLAR;


1 Anthony Lowenstein, The Ultimate Goal of the NSA is Total Population Control, The Guardian, (July 10, 2014).
2 Jerusalem Post, Coronavirus: Biometric IDs could be 'Gamechanger' for Tests, Vaccines, (April 8, 2020).
3 Carroll Quigley, Tragedy and Hope: A History of the World in Our Time, GSG and Associates, (1975), p.148.
4 Andrew Gavin Marshall, Michel Chossudovsky, The Global Economic Crisis The Great Depression of the XXI Century, Global Research Publishers, (2010), p.4.
5 William F. Engdahl, Seeds of Destuction, Hidden Agenda of Genetic Manipulation, Global Research, (2007), p.257.
6 Gary Allen, None Dare Call It Conspiracy, GSG & Associations, p.211.
7 Pharmaceutical Research and Manufacturers of America (PhRMA).
8 Eustace Mullins, Murder by Injection, Omnia Veritas Ltd., (2016) G. Edward Griffin, World Without Cancer: The Story of Vitamin B17, American Media (2010). 
9 Washington Post, Bill Gates: Here’s How to Make Up For Lost Time on Covid-19, (March 31, 2020).
10 NSSM 200: NSC Study Memorandum 200.
11 John Coleman, The Committee of 300: A Brief History of World Power, World in Review (WIR), 2006.
12 Bertrand Russell, The Impact of Science and Society, Simon & Schuster, (1953).
13 Grady A. Deal, Medical Genocide in New World Order, Whale, (May 10, 1995). http://www.whale.to/vaccine/deal3.html
14 Robert Schenieder, When toSay No to Surgery, Prentice Hall, (1982).
15 Marti Kheel, Townsend Letter for Doctor, New Society Publishers, (Philadelphia, 1992),
16 Chester Ward, Kissinger on the Couch, Arlington House Publishers, (1975). 17 Rudolf Hansel, The “Secret Agenda” of the So-called Elite To the Final Battle! (April 10, 2020).
18 CEPI: Coalition for Epidemic Preparedness Innovations. 19 Peter Koeing, The Coronavirus COVID-19 Pandemic: The Real Danger is “Agenda ID2020”, ICH, (March 12, 2020).
20 Victor Tangermann, An Invisible Quantum Dot 'Tattoo' Could Be Used to ID Vaccinated Kids, Since Alert, (Dec 21, 2019). 21 Peter Koenig, Coronavirus – The Aftermath. A Coming Mega-Depression, RT, (April 9, 2020).
22 AGRA: Alliance for a Green Revolution in Africa.
23 TRIPS: Trade Related Aspects of Intellectual Property Rights
24 Marie-Monique Robin, The World According to Monsanto, The New Press, The (2012), p.137.
25 Hannah Brown, Great Expectations, British Medical Journal, Vo.334, 2007, p. 
26 Anne Emmanuelle Birn, Gates’ Grandest Challenge: Transcending Technology as Public Health Ideology, The Lancet, Vol.366, 2005, p.515.
27 Michael Klonsky & Susan Klonsky, Small Schools: Public School Reform Meets the Ownership Society, Routledge, New York, 2008, p.18. 28 Robert F. Kennedy Jr., Gates’ Globalist Vaccine Agenda: A Win-Win for Pharma and Mandatory Vaccination, Children Health Defense, (April 9, 2020). 29 TED Annual Conference, Innovating to Zero, Long Beach, California, (February 18, 2010).
30 Beta Human Chorionic Gonadotropin (BhCG)
31 GAVI: Global Alliance for Vaccines and Immunization.
32 NTAGI. National Technical Advisory Group on Immunization
33 WHO: World Health Organization.
34 S.W. Morgenson, A.Andersen, The Introduction of Diphtheria-Tetanus-Pertussis and Oral Polio Vaccine Among Young Infants in an Urban African Community: A Natural Experiment, EbioMedicine, 
(March 17, 2017), 192-198. 

***

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Corona virüsü ile Küresel Mücadelede ne durumdayız?. BÖLÜM 2

Corona virüsü ile Küresel Mücadelede ne durumdayız?. BÖLÜM 2



Avrupa’nın Çıkmazı.. 

Coronavirüs, Avrupa Birliği.nin 2008.deki finansal krizden sonra karşılaştığı en 
sıkıntılı dönemi başlattı ve önemli sonuçları olacak. Bu salgına ülkelerin nasıl tepki verdiğine bakarsak, genellikle her üye ülke kendi ulusal istikametinde çözümler üretti. Hatta daha yakın ilişki içinde bir birlik olma idealine rağmen, virüs ortaya çıkınca bencilce ve kaotik bir şekilde hareket ettiler. Mart ayının ilk haftasında bile yani virüsün Avrupa.ya ulaştığı ilk günlerde Avrupa Birliği, virüsü ciddi olarak ele almamıştı ve daha çok Türkiye.de gelecek göç dalgası ile uğraşıyordu. Salgın hissedilince ülkeler kendi çözümlerine başvururken AB, bunları koordine edecek etkinliği gösteremedi. Bugün Avrupa, salgının en önemli merkezlerinden biri haline gelirken, virüs özellikle nüfusu en fazla olan beş ülkeyi vurdu. Bazı ülkelerde virüs artık zirveden sözde düzlüğe inmeye başladı. 

Coronavirüs.den önce Avrupa Birliği politikalarının arkasındaki temel güç “Avrupa Şüpheciliği (Euroscepticism)” oldu. Bu bir yandan Avrupa ülkelerinin birbirinden uzak durmasının, diğer yandan popülist politikaların ve özellikle daha sıkı göçmen politikaları taraftarlarının eğilimi olarak ortaya çıktı. Şüphecilik, 2008.deki finansal ve 2015.deki göçmen krizi ile iyice belirginleşti. 2008-2009 krizi özellikle birliğin güney ülkelerini vurmuş ve finansal kurtarma tedbirleri tartışılırken kuzey-güney ayrışması belirginleşmişti. 2015.deki göçmen krizi ise başta Polonya ve Macaristan olmak üzere bazı ülkelerin göçmen kotalarını 
kabul etmek istememesi üzerine Şüpheciliğin yeni bir safhası olmuştu. 

Coronavirüs ise Avrupa.nın siyasi, ekonomik ve sosyal uyumuna etki etmeye devam ediyor. Mart ayında Almanya ve Fransa tarafından, koruyucu cihazların ihracatının yasaklanması üzerine diğer ülkeler de aynı yolu izledi. Dayanışma havada kaldı. İtalya ve İspanya gibi diğer Avrupa ülkelerine de medikal malzemeler Çin ve Rusya.dan geldi. Özetle tam finansal kriz ile yaşanan güvensizlik atlatılırken, coronavirüsü bu trendi tersine çevirdi. 

Salgının en çok etkili olduğu İspanya ve İtalya, kendilerine yeterince yardım edilmediği için kuzey ülkelerini suçladılar. Hatta sıkı AB taraftarı olan İspanya başbakanı Pedro Sanchez, birliğin dağılabileceği uyarısında bulundu9. İtalya başbakanı Giusseppe Conte de benzer endişeleri belirtti. 

Birlik şimdi şüphecilik yanında otoriter ve aşırı sağ eğilimlerle de mücadele etmek zorunda. Herşeyden önce dayanışma ruhunun ispatlanması, birliğin prestijinin kurtarılması gerekli. Bu arada, Avrupa.dan da pis kokular geliyor. 

Fransa hükümeti, COVİD-19.un yayılmasına sağlayarak Big Pharma.nın daha çok kazanmasına yardım ediyor. İşin arkasında küresel sermayenin adamı olduğunu çok iyi bildiğimiz Macron ile Big Pharma arasındaki gizli ilişkiler var. 
Bu ilişkinin basına yansıyan bölümünde virüsün tedavisinde kullanılan ve tamamı Fransız hükümetinin kontrolünde olan klorokin maddesinin hastanelere verilmemesi, arka yüzünde ise Macron.u iktidara getiren bağlantılar var. 

Macron, 2014-2018 yılları arasında Ulusal Sağlık ve Medikal Araştırma Enstitüsü.nün (INSERM) başına getirdiği Yves Levy.nin karısı Agnes Buzyn Sağlık Bakanı. Levy, Hastane-Üniversite Enstitüsü (IHU10) başkanı Prof.Didier Raoult ile anlaşamıyor. Sebebi ise Raoult, insanların eve kapanmasına karşı ve daha fazla test yapılarak sadece hasta olanların karantina olmasını savunuyor. Raoult.un önerdiği klorokin ilacının on tanesi bir Avro. Big Pharma.nın şirketi olan Fransız Sanofi ise herkese eve kapatmanın yanında daha büyük bir fiyata hazırlanıyor. 

Klorokin hastalığın ancak erken safhasında yani ilerlemeden önce etkili yani her 
zaman değil. Bu yüzden, kitlesel bir test ile erken safhada kullanmak için uygundu. Ama Fransa Sağlık Bakanı Agnes Bugyn, 13 Ocak 2020 tarihinde 50 yıldır eczanede satılan klorokini reçeteye bağladı. Ülkede maske bulunamıyor, polis bile maske takamıyor. Ortada bir maskeli balo var. Ülkede seçim sürecinin uzaması COVİD-19.un iyice yayılması demek. 

Macron, Almanya ve Güney Kore.nin yaptığı gibi kitlesel test uygulamasını istemiyor. Bu arada, Fransız basınında klorokin stoğunun çalındığı haberleri çıktı. Hâlbuki Fas hükümeti Kazablankada Sanıfiden klorokin satın alıyor. Özetle, iddialara göre; ilacı büyük paraya satmak için kitlesel teste mani olunuyor, halk eve hapsediliyor. Macron.un mucizevi bir aşı ile ortaya kurtarıcı gibi çıkacağı bir Büyük Pharma operasyonu konuşuluyor11. 

İngilizler ise başlangıçta COVID-19.a karşı virüsü serbest bırakma, böylece “sürü bağışıklığı” sağlama stratejisi seçmişti. Ama geri adım atmak zorunda kaldı. İngiltere.de 47 milyondan fazla insan enfekte olacak ve COVID-19 istatistiklerine göre %2.3.ü ölecek, %19.u ise ciddi hastalıklara maruz kalacak12. 

Virüsten ne Zaman ve Nasıl kurtulacağız? 

Salgın hastalıklar insan uygarlığının kaçınılmaz gerçeklerinden biridir. 

Bu gerçekle tarih boyunca sık sık karşı karşıya geldik ama şimdi daha bilinçli ve organizeyiz. Tıp bilimi önemli atılımlar yaptı, teknoloji önemli kolaylıklar sağladı, insanları dayanışması ve iletişimi, duyarlılığı en üst düzeyde ama diğer bir gerçek var ki hala bir çözüm yok. Pek çok yönden salgın hastalıklar öncekilere benzer, bazen siz savunmaya geçmekte yani fark etmekte geç kalırsınız. Coronavirüsü de başlangıçta mevsimsel grip ile karıştırıldı. Farkı sadece ateşli 
olması idi. Şu anda tek savunma formülü; Sosyal Mesafeyi korumak. 

Salgın hastalıkların tarihi içinde M.Ö.400.lerde Yunanlı tarihçi Thucydides Peleponez Savaşları esnasında insanların salgın hastalıktan öldüğünü ve cenaze törenlerinin bile yapılamadığını not eder. İkinci büyük salgın M.S. 541-542.de Roma İmparatorluğu.nda yaşanır ve iki yüzyıl sonra aynı salgın Bizans.ta tekrarlanır. 1527.de Floransa.da ortaya çıkan salgının kurbanlarından biri Machiavelli olur. Bunu 14. Yüzyılda Avrupa.da yaşanan kara veba izler. Ancak, bu sefer insanlığın hastalıklara bakışı değişir; yani Rönesans olur, daha az dini daha çok insani olarak görülmeye başlanır. 1665.de Londra.da meydan gelen salgında bütün okullar, dükkânlar, toplanma yerleri kapatılmış, insanlar karantinaya alınmıştı. 


Resim: Eski Yunan Döneminde Salgını Tasvir Eden Bir Resim 

20. yüzyılın başındaki İspanyol gribi esnasında bilim insanları enfeksiyonundan 
bakterilerden kaynakladığını düşünüyordu. Bugün artık griplerin virus kaynaklı olduğunu biliyoruz ve aşı çalışmaları buna göre yürüyor. Şu an COVİD-19.a karşı en etkili görülen klorokinin bazı kalp komplikasyonlara yol açtığına rastlanmaktadır13. 

İnsanı en çok öldüren sivrisinek, ikinci sırada insan yer alıyor. Çok ciddi bir savaş yoksa her yıl 600 bin kişi sivrisinekten ölüyor, bunun %95.inin nedeni is sıtma. SivrisineklerDang, Zika, Chikungunya ve Sarı Humma taşıyor. 

Sivrisinekleri yola getirmek için Wolbachia adında bir bakteriyi sivrisineğe yerleştiriyorsunuz 14. Sonra bir daha bu paraziti taşıyamıyor. Bu, Dang humması ve Zika üzerinde de işe yaradı. Diğer bir yaklaşım ise yeni 
gen düzenleme teknolojisi (CRISPR) ile virüs taşımalarına engel olmak. 

Peki, coronavirüsten ne zaman kurtulacağız? Muhtemelen bu asla sona ermeyecek. Bir virüsten kurtulmanın yolu ancak kökünü kazımakla mümkün olur, bunun için etkili bir aşı gerekir. Geçmişte aşı ve tedavi zengin ülkelerin işi oldu. Örneğin çiçek hastalığının aşısı 1940.ların sonunda bulunmasına rağmen, hastalığın en çok görüldüğü fakir ülkelerden ortadan kalkması ancak 1978.de mümkün oldu. COVİD-19 aşısını üretmeye en büyük aday Üç şirket; Amerikan Moderna, Alman CureVac ve BioNTech. 

Aşı bulma yarışında İngiltere önde gidiyor. İngiltere.de 23 Nisan tarihinde insanlar üzerinde ilk klinik deneylere başlandı. Oxford Aşı Merkezi ilk üretime Eylül ayına kadar başlanabileceğini açıkladı15. Alman hükümeti de ilk klinik deneylere izin verdi. Alman Aşı Enstitüsü bu deneylerin aylarca sürebileceğini açıkladı. Mart ayında ABD biyoteknoloji şirketi Moderna Therapeutics de gönüllüler üzerinde aşılara başladı. Almanya.dan Pfizer ve ABD.den BioNTech SE ilaç şirketleri ise klinik deneylere başlamak için hükümetlerinden 
onay bekliyor. 

 Çin ise aşı denemelerine Mart ayında başladı ve önümüzdeki altı ay için denekler izlenmeye alındı. Halen hayvanlar üzerinde deneyler yapan Rus Vektor Aşı Merkezi, Haziran ayında insanlar üzerinde klinik deneylere hazır olacaklarını açıkladı. 

 Bir virüsün nasıl bulaşıcı bir salgın hastalığa dönüştüğünü bilmiyoruz ama insanların kendi kendine bir koruyuculuk sağladığını biliyoruz. Hangi özellikleri olanların daha fazla koruyuculuğa sahip bilmiyoruz ama Çin.deki örnekler kan gruplarının etkili olduğunu söylüyor. Ayrıca bir kere enfekte olan kişinin tekrar aynı virüse yakalanıp yakalanmayacağını da bilmiyoruz. Hastalığa karşı sağlanan korumanın ne kadar süreceğini de bilmiyoruz. 

Epidemoloji, önümüzdeki yıllarda hangi tür koruyucu bağışıklık seviyesinin hangi enfeksiyonlara yeterli olacağı konusuna çalışmalıdır. Virüsün etkilerini azaltabiliriz, onu zirve noktasından aşağı çekebiliriz ama gerçekte tamamen yok edemeyiz. Her virisün kendi yolu var ve ona uygun da bir bağışıklık seviyesi. 

Coronavirüsü bir virüs ailesinin üyesi ve mutasyonlar geçirerek mevsimsel olarak yeniden ortaya çıkabilir. Ancak, insanlar bağışıklık kazanmış olabilir. Bütün bunların dışında yeni veya mutasyona uğramış virüsler için de erken ikaz sistemine ihtiyaç var. COVİD-19.un erken ikazı konusunda Güney Kore başarılı oldu. Nüfusun çoğuna uygulanan hızlı bir test ve takip sistemi ile potansiyel ekonomik ve sosyal kayıplar azaltıldı. Erken ikazın ilk şartı hükümetlerin virüs ortaya çıkar çıkmaz tüm dünyaya doğruyu söylemeleridir. 

Ülkeler başlangıçta ciddi hastalık belirtisi gösterenleri test etti. Birçok ülkede insanlar ya test merkezlerine uzaklar ya da pahalı buldukları için testten kaçınıyorlar. Ortada bir COVİD Takip Projesi olması ve pek çok merkezde yapılan testler için bir data bankası kurulması lazımdı. 

İşin diğer bir boyutu hatalı testler. Önde gelen Alman laboratuarında yapılan testlere göre, Dünya Sağlık Örgütü tavsiyelerine göre bazı vakalar pozitif olarak açıklandı. Böylece rakamlar patladı. Rakamların yükselmesinin diğer nedeni geç de olsa test sayısının artmasıydı. 

Bizleri neler bekliyor? Doğru Mücadele Nasıl olmalı? 

Yayılmakta olan koronavirüs salgını aynı zamanda toplumda patlamaya hazır 
muazzam ideolojik virüsleri de tetikledi: sahte haberler, paranoyak komplo teorileri, ırkçılık patlamaları. Yıllardır Bill Gates bizleri uyarıyordu; bir salgın hastalık gelecek ve dünyayı dönüştürecek. Olanlara bakınca bunun iyi çalışılmış bir senaryo olduğu ortaya çıkıyor. Peki önümüzde neler var? 

(1) Önümüzdeki bir kaç ay içinde ikinci dalga gelecek. Buna zaten alıştırılıyoruz yani Corona Dünya Düzeni.ne. Zaten Gates, bu dalgayı İlk Modern Salgın olarak tanımladı. Salgın planlayıcıları başka dalgalardan da yani üçüncü ve dördüncüden de bahsediyor. İşin diğer yanında evde kalmakla bağışıklığımızı daha çok kaybediyor ve yeni patojenlere daha hassas hale geliyoruz. 

(2) İkinci önemli gelişme medya kanallarına getirilen yasaklamalar olacak. Sözde yalan haberlerle mücadele için filtreler getirilecek, işsiz ve eve hapis insanların sesi çıkmayacak. Böylece corona haberleri hükümetlerin tek sesine hapsedilecek, halkın acısı derinleşirken diğer haber kaynakları dezonformasyonla suçlanacak. 

(3) Uzun vadede yeni ve gerçek biyo-silahlar devreye girecek. SARS-CoV-2.ın bazı türevlerinin Avrupa ve New York.da görüldüğü basına yansıdı. Biyolojik saldırı silahları henüz kullanılmadı. Belki de bunlar biyo-terör maskesi altında kullanılacak. Kesin olan gelecekte de artık yeni salgın hastalıklarla sık sık karşılaşma ihtimalimizin düşük olmadığıdır. 

Gelecekte belki de sadece sanal gerçek güvenli görülecek, açık havada özgürce 
hareket etmek sadece ultra zenginlerin adalarında mümkün olacak. Artık kendimizi kontrol etmeyi ve disipline sokmayı da öğrenmemiz lazım. 

Asya tecrübesi gösteriyorki COVİD-19 ve benzeri salgınlarla mücadele etmenin sırrı şuralarda dır 16; 

(1) Kamu sağlığı sistemine yapılmış ciddi yatırımlar. 

(2) Bir virüs çıktığında medikal, teknolojik ve hukuki olarak salgına karşı hızlıca seferber olmak. 

(3) Toplumsal ve tek tek birey olarak gerekli tedbirleri alma tetikliği ve sorumluğuna sahip olmak. 

Bunlara ilave olarak, özellikle Tayvan, Güney Kore ve Singapur.da görülen 
şeffaflık ve hükümetin doğru bilgilendirmesine olan güven de halkın desteğini artırmıştır. 
Çin ise alışkanlıklarından vazgeçmedi; bu mücadeleyi artan bir gözetleme devleti ve bilginin sansür altına alınması ile sürdürmeye devam ediyor. 

Tabii ki her devletin salgın hastalıkla ilgili kendi devlet yapısı, kültürü ve salgına 
ilişkin kendi mücadele algoritması olabilir. Ancak, başka ülkelerden iyi olanları örnek alırken, halkı doğru bilgilendirmeyi, şeffaflığı ve alınan tedbirleri demokratik bir biçimde daha açık söylemek gerekirse otoriter tedbirleri artırmamak yönünde kullanmalıyız. 

Uluslararası işbirliği ihtiyacı.. 

Dünya modern tarihin en ciddi sosyal ve ekonomik krizinin dönemecinde. Pek çok ülkede ekonomi kepenkleri indirdi; alış veriş merkezleri, fabrikalar, okullar, üniversiteler durdu. İnsanlar evlerine hapsoldu. Korku ve karamsarlık hâkim. Bunlar olurken 30 bin Amerikan askeri Rusya.ya karşı bir senaryo dâhilinde NATO tatbikatı (Defender 2020) için Avrupa.ya geldi. 

COVİD-19 salgını, dünya genelinde barış ve güvelikten sorumlu olan Birleşmiş 
Milletler sisteminin de ne kadar yetersiz olduğunun diğer bir testi oldu. Şimdi de ABD ve Çin arasındaki çekişmeden ötürü Güvenlik Konseyi.nden tek bir karar bile çıkamıyor 17. 
23 Mart.ta BM Genel Sekreteri Antonio Guterres.in yaptığı dünya genelinde çatışmaların durdurulmasına ve coronavirüsü ile mücadelenin ilk öncelik olmasına yönelik acil çağrıya kulak veren olmadı. Guterres, coronavirüsünün özellikle zayıf ve fakir nüfusları vurduğunu söyleyerek G-20.den en az 2 milyar dolar istedi ama yalnız kaldı. Coronavirüsün jeopolitik etkilerini başka bir makalede ele alacağız. 

COVİD-19 dünyayı vurmaya başladığında üç önemli trende girmiştik; artan 
milliyetçilik, tektaraflılık ve otoriter gözetleme kapitalizmi. Bu eğilimler Avrupa Birliği.nde bile kırılma eğilimlerini artırmıştı. COVİD-19, uluslararası dayanışmanın önemini ortaya çıkardı. 

Ülkelerin çoğu koronavirüsüne karşı halklarını korumak için sınırlarını kapatarak ve savaş zamanı konsepti (sokağa çıkma yasakları, alış veriş merkezlerinin kapanması vb.) içinde karşılık verdi. Bu milliyetçi yaklaşıma rağmen hiç olmazsa bundan sonraki salgınlar için şimdiden küresel bir dayanışma içinde tedbirler alınması gereği ortaya çıkıyor. 

 Salgın döneminde küresel tedarik zincirleri ve tedarik kesildi. Şimdi küresel ekonomi yeniden başlatma hazırlığı içinde bazı konularda uluslararası işbirliği gerekiyor. 

 (1) COVİD-19.dan kurtulma stratejisinin en önemli unsuru gerek enfekte olan gerekse bağışıklık için test cihazlarının çok daha yaygın kullanımının sağlanmasıdır. Ancak, böyle sağlıklı olanlar işe dönebilir ve enfekte olanlar gerekli tedaviyi görebilir. Bu yüzden, ülkelerin yeterli test cihazı ve koruyucu cihaz yanında vantilatörler ve acil tedavi ünivetelerine sahip olması ve bu alanda uluslararası işbirliği gerekir. Vantilatör üreticilerinin çoğu Batılı şirketler 
değil, ana üretici Çin18. Şimdi bütün bu ihtiyaçların küresel bir tedarik zinciri içinde düzenlenmesi gerekiyor. 

 (2) Diğer bir işbirliği alanı virüsün takip ve kontrolü için. Halen Çin ve Güney 
Kore.nin kullandığı sistemler ile idare ediliyor ama elle yapılan izlemeler çok zaman alıcı. Bu alanda yeni uygulama programlarına ihtiyaç var. Ülkelerin halkın enfekte olmadan virüsün yayılmasını takip için ihtiyaç duyduğu takip sistemi için de uluslararası işbirliği gerekli. Bu olursa, insanları eve kapatma, alış veriş merkezlerini çalışmaz hale getirmenin önü kapanacak. 

(3) Uluslararası arasında işbirliği için üçüncü önemli gayret alanı etkili bir aşının 
geliştirilmesidir. Son dönemde Çin, ABD ve Avrupa.daki araştırma merkezlerinin aşı için viral gen örneklerini paylaşmaya başlaması; Çin, İtalya ve ABD.den doktorların bir araya gelmesi ile umut verici bir dönem başladı. Dünya Sağlık Örgütü bundan sonra bu alanda bilimsel işbirliğini artıracak kurumsal işbirliği ve bilgi paylaşımına öncülük etmelidir. Virüsün ikinci dalgasının önümüzdeki aylarda bekleniyor olması, bu tür işbirliğini daha da acil hale getirmektedir. Aşının bulunması kadar önemli olan husus, bunun kar amaçlı yapılmaması, tüm insanlığın hizmetine bedava sunulmasıdır. 

Keza aşı çalışmaları bazı merkezlerin özel amaçlı gen ve kimlik kontrolü çalışmalarına da imkân sağlamamalıdır. 

 Son olarak, alınacak tedbirler konusunda sadece ülkemizi değil, özellikle dünyanın fakir ve geri kalmış bölgelerine de hızlı ve etkili yardım edecek bir acil önleme sistemi için Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri.nin desteklenmesi için fon sağlanmalıdır. Bir daha ki sefere her ülke kendi bacağından asılmak yerine uluslararası işbirliği için gerekli hazırlığı yapmış bir şekilde küresel bir kriz yönetimi anlayışı için tüm dünyanın sağlığı için mücadele etmeye hazır olmalıyız. 

Sonuç.. 

Sonuç olarak, COVİD-19 gibi gelecekte de ortaya çıkacak salgınlarla mücadele için öncelikle sağlık alt yapımıza yatırım yapmalı, kurumsal olarak hazır olmalıyız. İkinci olarak demokratik prensiplere uygun olarak salgını bir kriz yönetimi sistemi içinde takip edecek hızlı bir tespit ve izleme sistemi kurmalıyız. Bu tür sistem, insanların mahremiyetine yönelecek ya da güvensizlik yaratacak uygulamaları içermemelidir. Son olarak, salgınlarla mücadelede her ülke kendi kendine yeterli hale gelmelidir. Bu da önce sağlam bir kriz yönetimi alt yapısını gerektir. Salgının gerektirdiği başta ilaçlar ve medikal cihazlar konusunda yeterli ikmal maddesinin stoklanması gereklidir. 

Ülkelerin salgın hastalıklarla mücadelede başta aşı geliştirme konusu olmak üzere test cihazları ve diğer sağlık konularında araştırma ve geliştirme merkezleri ile buralarda çalışacak bilim insanlarına yatırım yapması gereklidir. 


DİPNOTLAR;

1 John Letzing, How Different Countries are Approaching Coronavirus Testing, World Economic Forum, Strategic Intelligence, (12 Mar 2020). 

2 David Knowles, How and When will this Pandemic End? World Economic Forum, (April 6, 2020). 

3 Ben West, Learning How to Reopen a Country After COVID-19 Shutdowns, Stratfor, (April 23, 2020). 

4 Alireza Ahmadi, 10,000 Cases And Counting: Three Things Let Coronavirus Trample Over Iran, National Interest, (March 12, 2020). 

5 Jacob Heilbrunn, Trump Reboots to Confront the Coronavirus, (March 13, 2020). 

6 Institute for Health Metrics and Evaluation (IHME). 

7 William Engdahl, The Dubious COVID Models, The Tests and Now the Consequences, Free Eastern Look, (Global Research, April 29, 2020). 

8 Alex Berenson, The IMHE Model, New York Times, (April 10, 2020). 

9 Spencer Wong, Is the Coronavirus Ushering in an Era of Eurosceptic Leaders? National Interest, (April 29, 2020). 

10 IHU (Hospital-University Institute). 

11 Pepe Escobar, Why France Is Hiding a Cheap and Tested Virus Cure, Asia Times, (March 27, 2020). 

12 Jeremy Rossman, 'Herd Immunity' Won't Help Prevent the Spread of Coronavirus, The Conversation, (March 15, 2020). 
https://www.aspistrategist.org.au/wp-content/uploads/2020/04/athens2004.jpg

13 Shlomo Ben-Ami, Why This Pandemic is Different, ASPI, (20 Apr 2020). 

14 Charlie Rose, Billa Gates ile Sohbet, Bloomberg TV, (5 Mart 2016). 

15 Lucas Leiroz de Almedia, Coronavirus Escalates a Pharmaceutical Arms Race, InfoBrics, (April 26, 2020). 

16 Audrey Kurt Cronin, Patrick M. Cronin, America Needs an American Pandemic Strategy, (April 12 2020). 

17 Dan DePetris, Why Hasn't the UN Led the Fight Against COVID-19? Washington Examiner, (April 11, 2010). 

18 Ngaire Woods, Rajaie Batniji, There’s Only One Option for a Global Coronavirus Exit Strategy, We Forum, (11 Apr 2020). 


 ***

Corona virüsü ile Küresel Mücadelede ne durumdayız?. BÖLÜM 1

Corona virüsü ile Küresel Mücadelede ne durumdayız?. BÖLÜM 1



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
02 Mayıs 2020 

Giriş 

Dünyada 150.den fazla ülke COVID-19 ile mücadele ediyor ve virüsün yayılmaması için aynı ümitsizliği paylaşıyor. Yayılmasının önlenmesi öncelikle için erken tespit yani coronavirüs testlerinin erken safhada yapılması ve izlenmesi lazımdı. Güney Kore ve İzlanda, bunu çok çabuk yaptı ve hastalığı izole etti 1. Ancak, virüs halen İspanya.da halkın %40, İtalya.da ise %26.sına bulaşmış durumda 2. Bu oran birkaç ay içinde %50.ye ulaşacak ve sonra doğal hale gelecek. Türkiye.de ise bu oranın sonbaharda %60.a ulaşması bekleniyor. 
Öte yandan, COVİD-19 ile ilgili hala pek çok soru cevaplanmış değil ve hala nasıl bir yöntem izleneceği konusu tartışılıyor. Evlere hapsedilen insanlar isyan diyor. Salgın ile ilgili olarak yanlış yöntemler ve yanlış bilgilendirme nedeni ile ekonomik ve sosyal bir intihara girişildiği yorumları yapılıyor. Muhtemelen bu salgının yenileri gelecek. Bu makalede, dünya genelinde corona virüsü ile mücadelede hangi yöntemlerin izlendiği, bu yöntemlerin dayatılması ile ilgili 
şüpheli durumları, neden bir sonuç alınmasının zor olduğu ve bizleri nelerin beklediği konusuna odaklanacağız. 

Corona ile mücadelede uygulanan yöntemler.. 

Ülkeler virüse karşı kendi siyasi yaklaşımlarına ve kabiliyetlerine göre karşılık verdi. 
Örneğin Nikaragua ve Türkmenistan en başından itibaren virüs yokmuş gibi davranma yolunu seçti. İsveç ve Beyaz Rusya ise kahveleri, barları ve restaurantları kapatmadı. Hastalık Avrupa.da yayılınca Beyaz Rusya evlere sağlık hizmeti göndermeyi durdururken, İsveç üniversiteleri kapattı ve spor oyunlarını durdurdu. Halktan sosyal mesafeyi koruyarak kendi risklerini yönetmelerini beklediler. 
Ancak, iki ülkede de vakalar hızla arttı ve kısa sürede milyonu buldu. Bu sayı; Danimarka, Norveç, Polonya ve Rusya.dan daha fazla idi. 

İkinci virüse karşı tepki politikası, Güney Kore.nin etkili bir izolasyon stratejisi ile insanları eve kapatmadan mücadele etmesi oldu. Onu izleyen Singapur, Nisan ayı başına kadar başarılı idi ama vakalar hızla artınca o da kapatma yolunu seçti. Güney Kore, okulları on-line hale getirirken sadece vakaların olduğu yerlerde alış veriş yerlerini kapattı. Güney Kore, 2015 yılında Suudi Arabistan.dan gelen MERS virüsü nedeniyle kitlesel bir sağlık krizi atlatmış ve gerekli dersleri almıştı. 4 Şubat 2020.de henüz 16 adet COVID-19 vakası görüldüğünde ilk test cihazını onaylamıştı bile. Akıllı telefonlar ve diğer veri sağlayıcılarla proaktif bir takip sistemi kullanmaya başladı. Böylece vakaların görüldüğü her yerde çevrelendiği bir izolasyon sistemi kurdu. Nüfusun yaklaşık yarısının yaşadığı Seul ü 
tamamen eve hapsetmeden büyük-veriye dayalı modeli karantia uyguladı. Bunun için, insanlarını mecburi tuttuğu bileklik ile takip etti. 

ABD virüs testini 12.045 kişiye uyguladığında pozitif sonucu %20 iken, Güney Kore 10.982 kişiye uyguladığında bu oran %2 oldu3. Bunun bir diğer açıklaması Güney Kore bu testleri daha tesadüfi yaparken, ABD belli kriterlere göre yapmak zorunda kalmıştı. Belirti gösterenleri test ettiğinizde, belirti göstermeyen ama pozitif olanlar hastalığı yaymaya devam ediyor demektir. 

Güney Kore.nin başarısının anahtarı şu kelimelerde saklı; şeffaflık, test, sıkı 
kontrol, takip, karantina ve tedavi. Gaddar Çin.in bunlara eklediği tedbirler; sosyal mesafe, zorla karantina ve kitlesel tedavi oldu. Başta Çin olmak üzere İran ve İtalya gibi ülkelerde siyasi liderler durumun ciddiyetinin farkına varmakta geç kaldılar. Bu yüzden, reaksiyon geç başladığı gibi yavaş devam etti ve tedbirler konusunda kafa karışıklığı yaşandı, hatalar yapıldı. 

Türkiye de başlangıçta Çin ile aynı iki politikayı izledi. Önce haberleri yayanları 
tutukladı. Sonra hastalık yayılana kadar suskun kalmayı tercih etti. Problemin temelinde şunlar yatıyordu; kötü bir kriz yönetimi ve karar-verme sistemi, bürokratik düşünmede ön yargılar ve yapısal eksikler. Türkiye.de düzenlemeler yukarıdan aşağıya ve çoğunlukla ekonominin bazı kesimlerini kurtarma ve populist görünümlü bazı tedbirlere odaklanmış durumda, halk sadece izliyor. 

Singapur ise 2003.deki SARS krizinden tecrübe edinmiş, erken test ve takip konusuna iyi çalışmıştı. Şubat ve Mart aylarında vaka sayısı 100.ler civarında iken bu yöntem iyi çalıştı. 

Ancak, Nisanın başında yani 10 hafta sonra vaka sayısı henüz g1000.lere çıkmışken dokuz gün sonra 2000 e çıktı. 20 Nisan.da ise 8 bin vakaya ulaştı. Bunun sebebi, Singapurun Güney Kore.ye göre çok daha yoğun nüfusun bulunduğu işçi bölgelerinin varlığı olarak değerlendirildi. Singapur, okulları ve iş yerlerini 7 Nisan.da kapatmıştı ama geç kalmıştı. 

Mesele sadece belirti verenleri test etmek ve temas ettiklerini takip etmek değil, belirti vermediği halde virüsü yaymaya devam edenleri bulmak. Şimdiden ABD ve pek çok Avrupa ülkesi Güney Kore modeline yatırım yapmaya başladı. Ana endişe kaynağı akıllı telefonlar yolu ile takip edilenlerin kişisel mahremiyetlerin nasıl korunacağı. Güney Kore.nin uyguladığı takip sisteminde neler olduğu henüz bilinmiyor. Öte yandan Afrika gibi dünyanın pek çok yerinde henüz bu tür takiplerin yapılabileceği akıllı vasıtalar kullanılmıyor. 

Coronavirüs ile mücadele en başından itibaren sağlam bir kriz yönetim sistemi 
gerekli idi. Öncelikle yetkililer ve hatta sağlık personeli virüsün nasıl hızla yayıldığını anlayamadılar ve erken vakaları normal tedbirlerle yetersiz sağlık hizmetlerine yönlendirdiler. Ortada bir stratejik plan olmadan yerel tedbirler alınmaya çalışıldı. Kriz yönetim, bilgilendirme ve müdahale sistemi arasında yetki boşluğu oluştu. Siyasi beklentiler içindeki orta seviye yöneticileri yukarı otoriteye doğru bilgiyi taşıyamadı. 

Öte yandan İran gibi ülkeler dışarıdan uzman temin etmek gibi konulara yabancı idi. Ortada ateş edilecek bir düşman olmadığı için ülke istihbaratı da ne yapacağını bilemedi. Ekonomiyi kurtarmak için paniği önleme isteği, tedbirlerin alınmasını geciktirdi, insanlar hiçbirşey yokmuş gibi dışarıda dolaşmaya devam etti. 

Önceki İtalya Başbakanı Mateo Renzi.nin bu konudaki açıklaması da ilginç; “Virüs geldiğinde müzelere, tiyatrolara gitmeye devam ettik, çünkü korkmama eğilimi vardı, terör tehdidine de böyle cevap vermiştik.” Karantina kararlarının verilmesinde İtalya ve Avrupa, ekonomiyi kurtarma düşüncesi kadar kadar halkın standard yaşamını etkileme konusunda şüphede kaldı. 

İran üzerindeki ABD yaptırımları da halkına yönelik sağlık tedbirlerini zamanında 
alamamasında oldukça etkili oldu 4. Sağlık sektörüne yönelik insani yardım amaçlı ticaret resmi olarak yaptırım konusu olmamasına rağmen, İran dışarıdan gerekli tıbbi ham madde ve cihazları alamadığı için kendi sağlık altyapısı ve araştırma birimlerini kuramadı. 

ABD ve Avrupada ise hayli karışık ve şüpheli durumlar var. 

Bill Gates’in kiralık bilimi ve ABD’nin çıkmazı.. 
Amerikalılar uzun vadeli strateji geliştirme körlüğü içinde olan bir ülkedir. Kore ve Vietnam.da sözde Komünizmle mücadele etmek için müdahale ettiler ama yerel halkın desteklediği bir gerilla savaşına hazırlıklı değillerdi. General McArthur, 1951.de özel kuvvetlere ihtiyaç olduğunu söylediğinde, Amerikan Kongresi bunun kendi kültürlerine uygun olmadığı cevabını vermişti. Aynı kör bakış Vietnam.da da devam etti Hava kuvvetlerinin acımasız bombardımanı ile sonuç almak istediler. Afganistan.da El Kaide ile savaşmak yerine Taliban.ı da hedef aldılar, ülke inşasına kalkışmak ise başka bir körlüktü. Aynı hatayı Irak.a demokrasi getirmeye kalkmakla yaptılar ve ülkeyi fiilen böldüler. 

Bu yüzden, ABD son 70 yıldaki savaşlarında yenmeyi değil, yenilmemiş görünmeyi hedeflemiştir. Galibiyet askeri başarılar değil, istenen siyasi sonucun alınması demektir, bu da ancak halkın beyninde kazanılır. Bunların hepsinin altında Amerikan körlüğüne yol açan önyargılar ve arkasında ise Amerikan istihbaratının özellikle kültürel konulardaki işlevsizliği var. Bugünde aynı hatayı coronavirüsü ile mücadelede yapıyorlar; kurumsal ve kültürel hatalar. 

Çinde virüs haberleri çıktığında ABD.nin aklına ilk gelen durumdan istifade etmek oldu. Çin.i ekonomik olarak vurmak için başta seyahat yasağı olmak üzere pek çok tedbir aldı. Virüs ile mücadelenin örtülü kısmında Çin.e diz çöktürmek için bir ekonomik savaş yapılmaya başlandı. Virüs Avrupa.ya vardığında ise ikinci safha başladı ve bu sefer İngiltere hariç diğer Avrupa ülkelerine yasaklar getirildi. Böylece borsada hisse senedi olan hava yolları bir gecede çöktü. Hisse senetleri spekülatörlerin eline düştü. Sadece onlar değil sayısız miktardaki iflaslar ile büyük miktarda servet değişimi oldu ve olmaya devam ediyor. Bunların hepsi birilerinin finansal çıkarları için ince dizaynlı bir plan çerçevesinde yürüyor. 

 ABD kültürü coronavirüsle mücadele yöntemine de etki etti. ABD hükümeti konuyu bir iç güvenlik meselesi gibi algılayıp, ülke içinde askeri birlik kaydırma şovuna girince virüsle mücadele işine resmi olmayan kurumlar ve halk sahip çıktı. Yani müdahale tabandan geldi. Bazı şirketler kendiliğinden sağlık malzemeleri üretiyor, birileri aşı yapmaya çalışıyor, nakliye şirketleri sığınaklara uzun süre kalabilmek için malzeme yığıyordu. 

 Trump, corona virüsüne karşı 13 Mart tarihinde acil durum ilan etti. Hastanelere 50 milyar dolar ayrıldı. Test yapma kapasitesinin artırılması hedeflendi. Amerikalıların en kötü senaryosuna göre virüs ülkede 1.5 milyon insanı öldürebilir 5 ve ABD, İtalya.ya benzeyebilir. En iyi senaryoya göre ise 236 bin kişi ölebilir. Coronavirus, tahminlere göre 4 milyon Amerikalıyı ciddi şekilde etkileyecek. Ancak bu rakamların arkasında önemli bir tezgâh olduğu anlaşılıyor. Ortada iki kurumun yönlendirmesi var ve tabii ki olağan şüphelimiz Bill Gates. 

Bu iki kurumun bir tanesi Londra.daki Imperial College, diğeri ABD-Seattle.daki 
Washington Üniversitesi Sağlık Enstitüsü (IHME6). Her iki adres de, “Bill ve Melinda Gates Vakfı”ndan corona virüse karşı aşı ve ilaç geliştirmek için para alıyor ve ikincisi Bill Gatesin evine oldukça yakın. 

Londra.daki Imperial College.in Küresel Bulaşıcı Hastalık Analiz Merkezi.nden Prof. Neil Ferguson, önce Mart ayı başında COVİD-19.un İngiltere.de 500 bin kadar kişinin ölümüne yol açabileceğini açıkladı. Ferguson.un tanımladığı COVİD-19 modeli İngiltere.nin virüsle mücadelesi ve normale dönüşü için bir dönüm noktası olarak görüldü7. Modelin açıklanmasından sonra İngiltere, iş yerlerinin kapanmasına karar verdi ve Ferguson.un Enstitüsü hemen rakamları düşürmeye başladı. Böylece, İngiltere ekonomisi de büyük bir krize girdi. 

Halbuki Ferguson ve onun virus konusunda çalışan personelinin hastalıkları tahmin konusunda iyi bir sicili yok. 2002 yılında halk içinde „deli dana. dediğimiz hastalıktan İngiltere.de 50 bin kişinin öleceğini söylemişti ama bu sayı 178.de kaldı. 2005.de ise H5N1 yani kuş gribinden dünya genelinde 200 milyon kişinin öleceğini iddia etti ama bu sayı Dünya Sağlık Örgütü.ne göre sadece 78 olarak gerçekleşti. 2006.daki yeni kuş gribi (H1N1) salgınında ise İngiltere.de 65 bin kişinin öleceğini iddia ederken, sonuç 457 kişi oldu. 

Ferguson, İngiltere ekonomisinin kilitlenmesini sağlarken, 2.2 milyon kişinin 
öleceğini iddia ettiği ABD.de de aynı etkiyi yaptı. Ferguson.un modeline dayanarak, Dr.Fauci Trump.a baskı yaparak acil durum ilan ettirdi. Sonrasında Ferguson.un ABD için tahminleri 100-200 bin arasına düştü. Neil Ferguson ve onun modelleme grubu, Dünya Sağlık Örgütü tarafından destekleniyor, Bill ve Melinda Gates Vakfı.ndan her yıl milyonlarca fon alıyor. 

2006-2018 yılları arasında Gates Vakfı, Ferguson Enstitüsü.ne 184 milyon dolar yatırım yapmış. Fergosun.un Gates ile işbirliği “kiralık bilim” olarak adlandırılı yor. 
 Washington.daki Enstitüye (IEHM) gelince, Mart sonunda 2.2 milyona kadar 
Amerikalının öleceğini tahmin ederken, iş yerlerinin kapatılmasından sonra 7 Nisan.da bu sayının azami 200 bin olacağı şeklinde rakamı değiştirdi. Son tahminde ise bu rakamı 60 bine kadar düşürdü. Ferguson.un enstitüsü gibi IHME de Gates.in bir projesi. 2007 yılında Gates.in parası ile kuruldu ve 2015 yılında Dünya Sağlık Örgütü ile dünyada sağlık trendlerini izlemek için bir anlaşma yaptı. 2017.de Gates.ten 210 milyon dolarlık ilave bir yardım alarak yeni binasında işleri genişletti. Kısaca, IHME, 13 yıldır Bill Gates.in küresel 
sağlık projesinin merkezindeki kurum. 

 IHM modeli salgın için 430 bin yatağa ihtiyaç var dediğinde eyaletler paniğe girdi, hastaneler boşaltıldı. Ancak, Amerikalı gazeteciler IMHE modelini sorgulamaya başladılar. New York dışında sağlık sistemi krizi yoktu, hastaneler boştu. Eyaletten eyalete değişen iş yerleri kapanması ile virüsün yayılması arasında bir bağlantı kurulamadı8. IHME ise rakamların düşmesini kapatma tedbirlerine bağlamıştı. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 2

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 2



Abdullah Gül de benzer şekilde şöyle demiştir; 

“Müslüman toplumlar kendi sorumluluklarını üstlenmeli ve pozitif bir değişimin yolunu açmak için kendi problemlerine kendi çözümlerini bulmalıdır.”29 

 Bu, çoğunluğu Müslüman olan Ortadoğu.da AK Parti nin ve BOP.un “ Reform ” çağrılarının kesiştiği bir noktadır. 
Hatta AK Parti liderlerine göre hem iç dinamiklerden ötürü hem de dıG baskılardan ötürü Ortadoğu.da reform kaçınılmazdır. Bu bağlamda onlar Müslüman muadillerinden “kendi evlerini başkalarından önce düzene koymalarını” istemektedir. Bu, AK Parti liderlerince modernleGmeden -- ve Batı.dan – kaynaklanan sorunlarla baş etmenin tek yolu olarak görülmekteydi. 

 Türkiye yi küresel bir güç yapma iddiasındaki AK Parti Ortadoğulu ve İslami bir siyasal oyuncu olarak Batı da Ortadoğu ve İslam dünyasına ilişkin “yanlış anlamalar” üzerine dikkat çekmektedir. 
AK Parti hükümeti döneminde Türkiye, Batı daki “ İslamofobi ”ye karşı mücadelenin bayraktarlığını yürütmüştür. 

Türkiye nin baskıları sonucunda Avrupa Konseyi Avrupa da İslamofobiye karşı mücadele etme kararı aldı. 

Aynı şekilde, AGİT Müslümanlara karşı ayrımcılığın önlenmesi için özel bir temsilci atadı. Ayrıca, “ Medeniyetler arası çatışma” düşüncesine sürekli meydan okuyan Türkiye, İspanya ile birlikte BM çatısı altında başlatılan “Medeniyetler İttifakı” girişiminin eş başkanlığını üstlendi.30 

Bunların yanı sıra AK Parti liderleri demokrasinin kültürel, dini, toplumsal ve tarihi özelliklerinden dolayı Ortadoğu da yerleşemeyeceği düşüncesine karşı çıkmaktadır. Onlar Türkiye nin, herhangi bir Ortadoğu ülkesinin hem Müslüman hem demokratik olabileceğini gösterdiğini ileri sürmektedir.31 

Bu nedenle, Ortadoğu.nun ve İslam Dünyasının uluslararası imajını güçlendirmeye yönelik AK Parti girişimleri BOP ile uyumluymuş gibi 
görünmektedir.32 

Ancak, Ortadoğu.da ve Türkiye.de yaygın Amerikan karşıtlığı dikkate alındığında BOP çerçevesinde ABD ile işbirliği yapmak AK Parti için meşrulaştırılması oldukça zor bir şeydi. Bu şartlar altında AK Parti liderleri ABD nin ve Batı.nın bölgedeki ileri karakolu olarak görülmekten kaçınmalıydı. Bu yüzden “yerel” bir şekilde hareket ettiklerini iddia ediyorlardı. “Evrensel değerler” söylemine başvurmak ve bu değerlerin ortaya çıkışına İslam Medeniyetinin katkılarını vurgulamak BOP un temel hedeflerinin “yerlileştirilmesine” ve bu sayede bölgeden gelebilecek  eleştirilerin önünü almaya dönük teşebbüslerdi. Daha önce de belirtildiği gibi AK Parti liderleri zaten projenin dışarıdan dayatılmamasını, bölge ülkelerinin gönüllü işbirliğine dayanması gerektiğini savunuyorlardı. 

Diğer taraftan AK Parti nin işini kolaylaştıran bazı etkenler de vardı.33 

AK Parti milletvekillerinin çoğunlukta olduğu TBMM nin – Parti liderlerinin isteklerinin aksine -- 1 Mart tezkeresini reddetmesi Türkiye nin bölgedeki 
imajını güçlendirmişti. Ayrıca parti liderlerinin İslamcı geçmişleri de Ortadoğu halkları nezdinde Türkiye.nin itibarını artırmıştı. Parti nin kimliği, özellikle onun Ortadoğu.da İslami hassasiyetleri olan bir parti olarak algılanışı AK Parti nin güvenilirliğini artırıyordu. 
Mesela Gül İslam ülkelerinde reform ihtiyacını vurgularken şöyle diyordu; “Başkaları yapmadan önce kendi evimizi düzene koymalıyız.
” Yani AK Parti liderleri medeniyetler arası çatışma düşüncesine karşı çıkmakla ve Batı karşıtı söylemler kullanmamakla beraber kendi Müslüman kimliklerini vurguluyorlardı. Bu durum özellikle AK Partili yetkililerin İslam Ülkeleri ile ilişkilerinde ön plana çıkıyordu. 
BOP u olumlu karşılamasına ve bu bağlamda ABD ile işbirliğine sıcak bakmasına rağmen AK Parti hala Ortadoğu ülkelerinin kendi “yerli” çözümlerini geliştirmelerini teşvik ediyordu. 

Yine de AK Parti nin BOP ta aktif bir rol oynaması onu bazı güç seçeneklerle karşı karşıya bırakmıştır. AK Parti evrensel değerler olarak demokrasi ve insan hakları savunuculuğu yaparken “ Medeniyet ” kavramı etrafında yerli değerlerin de bayraktarlığını yapmaktadır. 
Onun sözde evrensel değerleri savunması bu değerlerin bölgede yerle Gelebilmesi için bölge dışı güçlerle yakın işbirliği yapmasını gerektirirken, AK Partinin yerli tarafı ve “yerliciliği” dış etkilerin mümkün olduğu kadar azaltılmasını ve kendi inisiyatifiyle eyleme geçmesini gerektirmektedir. 

Ayrıca, Türkiye nin İsrail ile 1990.lar boyunca geliştirdiği yakın ilişkileri yine BOP ile ilgili olarak AK Parti içinde bazı gerilimlere yol açmıştır. İç ve Dış koşullar nedeniyle AK Parti hükümeti, onların Filistin taraftarı ve İslamcı bakışı hilafına olsa da bu ittifakı devam ettirmek mecburiyetindedir. Bununla beraber BOP, AK Parti.ye bölgeye barış ve demokrasinin yerleşmesi için öncelikle İsrail-Filistin meselesine adil bir çözüm bulunması gerektiğini savunması için uygun bir platform sağlamaktadır.34 

Sonuç 

AK Parti Genel Başkanı R. Tayip Erdoğan ın bir konuşmasından yapılan şu alıntı, Partisinin BOP a bakışını özetlemektedir: 

   Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Türkiye bu bölgede evrensel değerlerin yayılması ve gelişmesi için katkıda bulunmaya devam edecektir. Türkiye demokratik yapısı, zengin tarihsel mirası ve kimliği, ekonomik potansiyeli ve Batılı kurumlarda üyeliğinin bir sonucu olarak bu sorumluluğu hissetmektedir.35 

   Yukarıda sayılan nedenlerden dolayı AK Parti Büyük Ortadoğu Projesini desteklemektedir. Türkiye nin ABD ve AB ile ilişkileri; AK Parti nin Türk siyaseti içindeki konumu ve parti liderlerini kullandığı araçlar ve başvurduğu yöntemler; AK Parti nin Ortadoğulu ve İslami kimlikleri kabul eden dış politika anlayışı ve Türkiye yi bölgesel ve küresel bir güce dönüştürme arzuları, partinin BOP a karşı tutumunun belirlenmesinde öne çıkan etkenlerdir. 

Ancak AK Parti nin önünde hala karşılaşması muhtemel bir çok zorluk vardır. “İslam Dünyası” ve “Batı” arasında gerginlikleri artıran, Ocak 2006. da ortaya çıkan karikatür krizi gibi olaylarda artış hem BOP için hem de AK Parti için en başta gelen sorun olacaktır. 
Ayrıca, İsrail-Filistin meselesinin çözülememesi, Afganistan ve Irak.ta istikrarın sağlanamaması ve Batı da “ Müslümanlara karşı ayrımcılığın” artması AK Parti nin durumunu bir hayli zayıflatacaktır. Türkiye ve ABD arasında herhangi bir ciddi kriz veya Türkiye nin Avrupa Birliği ne üyelik sürecinde bir aksama AK Parti nin BOP karşısındaki tutumunu anlamsız ve geçersiz kılacaktır. 

    AK Parti nin BOP çerçevesinde karşılaşabileceği belki en büyük sorun  ABD nin samimiyetidir. AK Parti liderleri Amerikan yönetiminin Ortadoğuya demokrasi ve refah getirme söylemlerini – açıkça, en azından – kamuoyu önünde sorgulama mıştır. 
Proje çerçevesinde öne sürülen hedeflerin kendi siyasi duruşuyla uyumlu olması nedeniyle ve yukarıda bahsedilen nedenlerle ABD ile birlikteliğini hemen ilan etmiştir. Nitekim ABD.nin “ Demokratik Seçimler ” sonucunda Filistin de iktidara gelen HAMAS ve Lübnan da hükümete katılan Hizbullah ı tanımaması ve bu aktörlerle işbirliğine yanaşmaması, son olarak İsrail in Gazze ye ve Lübnan a saldırıları karşısında sessiz kalması – hatta İsrail i kollayan bir tutum takınması – AK Parti yönetiminde hayal kırıklığı yaratmıştır. 
    Abdullah Gül ün Washington Post da yayımlanan makalesi bu hayal kırıklığının en büyük tezahürüdür.36 

   Gül Makalesinde “ Bizim, ABD ve diğer müttefiklerimiz ile binbir çabayla yeşertmeye çalıştığımız demokratik dönüşüm umutları, bölge insanlarının hayatları gibi param parça oluyor.” diyerek ABD nin İsrail in saldırıları karşısında niçin sessiz kaldığını sorgulamıştır. 
“Demokratik dönüşüm umutları ”nın ABD nin eylemsizliği yüzünden parçalanması tabii ki sadece BOP a değil, bu projeyi başından itibaren 
destekleyen AK Parti ye de büyük zarar verecektir. 

Bununla birlikte AK Parti nin BOP perspektifi Türk dış politikasının temel özellikleri ile, özellikle Batılılaşma açısından uyumlu görünmektedir. 
AK Parti bölgesinin “ Modernleşmesi” için BOP çerçevesinde Türkiye nin Batılı müttefikleriyle birlikte hareket etmiştir. Ayrıca, AK Parti.nin BOP a 
bakışı, AK Parti hükümetinin Türkiye.nin 11 Eylül sonrası şartlara uyum sağlamasını temin etmek için yaptığı çalışmalar sonucunda şekillenmiştir. 
Hükümetteki AK Parti.nin İslamcı kökleri Türkiye.nin BOP karşısındaki konumunun belirlenmesine katkıda bulunmuşsa da hükümetin tutumundaki 
esas belirleyici güç AK Partinin kimliğinden bağımsızdır; esas belirleyici güç Türkiye nin jeopolitik, siyasi ve demografik yapısıdır. 
Türkiye nin Ortadoğuda bulunan ve büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede laik demokrasiyi başarıyla uygulayan bir Batı müttefiki olması Türkiye nin BOP a ilişkin pozisyonunu belirleyen en önemli faktördür. Bu bağlamda eğer BOP mevcudiyetini koruyabilirse, AK Parti hükümetinden sonra bile Türkiye nin BOP a desteğinin süreceği iddia edilebilir. 


DİPNOTLAR;

1 R. Tayyip Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, H. Yavuz  (ed.), The Emergence of a New Turkey; Democracy and AK Party, Salt Lake City: The  University of Utah Press, 2006, Ek 1, s.337. 
2 Abdullah Gül, “The Need for Reform in the Islamic World and the Role of Civil Society”, Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey…, Ek 2, s.345. 
3 Bkz. Augustus R. Norton, “The Puzzle of Political Reform in the Middle East”, and Michael C. Hudson, “The United States in the Middle East” her ikisi de Lousie Fawcett, International Relations of the Middle East, New York: Oxford University Press, 2005 içinde. 
4 Büyük Ortadoğu Projesi tabirinin orijinali “the Greater Middle East Initiative”, doğru çevirisi “Büyük Ortadoğu İnisiyatifi”dir. Bu isim de daha sonra Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifine (GOKA) dönüşmüştür. Ancak bu makalede kolaylık olması için Türkiyede yaygın şekilde kullanılan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tabiri kullanılmıştır. 
5 “Broader Middle East/N. Africa Partnership”, 
    http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-30.html. Nuri Yurdusev, “Büyük Ortadoğu Projesi, İslam ve Demokrasi”, Foreign Policy (Türkiye), Kasım / Aralık 2004, s. 64-71. 
6 Bkz. “G-8 Plan of Support for Reform,” 9 Haziran 2004, 
   http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-29.html. 
7 “U.S. Deputy Secretary of Defense Paul Wolfowitz, “Remarks for the Turkish Economic and Social Studies Foundation”, TESEV, 
   Conrad Hotel - Istanbul ; 14 Temmuz 2002, s.7, 
   http://www.tesev.org.tr/eng/events/etk_paulw14072002.php. 
8 Türkiye Modeli tartıGmaları üzerine bir değerlendirme için bkz. Hüseyin Bagci & Saban Kardas, “Post-September 11 Impact: 
   The Strategic Importance of Turkey Revisited”, Gdris Bal 
(ed.), Turkish Foreign Policy in Post Cold War Era, Boca Raton: BrownWalker, 2004, s.429-
432. “Türkiye Modeli” hakkındaki tartıGmalar iç politikada da hayli “sıcak”tır. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer ve Genel Kurmay BaGkanı Hilmi Özkök ile bir kısım Kemalist “Türkiye Modeli” ibaresinin ılımlı Gslam modelini ima ettiğini iddia ederek bu tanımlamaya karşı çıkarlar ve Türkiye.nin laik özelliklerinin altını çizerler. Bu durumda R. Tayip Erdoğanın şöyle demektedir; “Türkiye kendi bölgesinde ve özellikle Ortadoğu.da istikrarsızlık ile mücadelede bir 
rehber, iktisadi kalkınma için sürükleyici bir güç ve güvenliğin sağlanmasında güvenilir bir ortak olacaktır. … Tabii ki Türkiye.nin tecrübesinin diğer bütün Müslüman toplumlarda aynen uygulanması gereken bir model olduğunu iddia etmiyorum. Ancak, Türkiye tecrübesi diğer Müslüman toplumlar, diğer Müslüman halklar için ilham alabilecekleri bir kaynak olarak hizmet edebilecek bir niteliğe sahiptir.” R. Tayyip Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.338. Bu konuda akademik bir tartışma için bkz. Meliha. B. Altunışık, “The Turkish Model and Democratization in the Middle East”, Arab Studies Quarterly, cilt. 27, sayı 1-2 (Kış-İlkbahar 2005), s. 45-64. 
9 Yasemin Çongar, “Bu ortaklığı küçümsemeyin”, Milliyet, 14 Haziran 2004. 
10 “Demokrasi Destek Diyaloğu (DAD), TESEV, 
     http://www.tesev.org.tr/etkinlik/dad_genel.php 
11 Mesela bkz. “GeniG Ortadoğu için Kadınlar Zirvesi”, 
     http://www.ntvmsnbc.com/news/329911.asp>. 
12 Mesela bkz. “BOP.a Açık Destek”, Radikal, 14 Mart 2006. 
13 Bkz. Dietrich Jung, “Turkey and Arab World; Historical Narratives and New Political  Realities”, Mediterranean Politics, cilt 10, sayı 1 (Mart 2005), s.1-17. 
14 Hüseyin Bağcı, “The Greater Middle East Project and Turkey.s Attitude towards It”, Andreas Marchetti (ed.), The CSCE as a Model to Transform Western Relations with the Greater Middle East, Bonn: Zentrum für Europäische Integrationsforschung & Center for European Integration Studies & Rheinische Friedrich-Wilhelms-Universität Bonn, 2004, 
http://www.zei.de/download/zei_dp/dp_c137_marchetti.pdf. Türkiyenin Ortadoğu politikası için  bkz. Özlem Tür, “Türkiye ve Ortadoğu: Gerilimden İşbirliğine”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005), s.77-98. 
15 Ahmet Davutoğlu, “Türkiye Merkez Ülke Olmalı”, Radikal, 26 gubat 2004. Ayrıca bkz.  Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul: Küre  Yayınları, 2001. Burhanettin Duran, “JDP and Foreign Policy as an Agent of Transformation”, Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey…, s.281-305; Burhanettin Duran & Kemal İnat,  “AKP DıG Politikası: Teori ve Uygulama”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005), s.1-39. Ayrıca bkz. Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, Ankara: AK Parti, 2002, özellikle “Dış Politika” bölümü, s.105-10. 
16  AK Parti ve BOP ilişkisine eleştirel bir bakış için bkz. Ömer Laçiner,“„ Büyük Ortadoğu Projesi. ve AKP”, Birikim, sayı 179 (Mart 2004). 
17 R. Tayyip Erdoğan, “A Broad View of the „Broader Middle East.”, Russia in Global Affairs, cilt 2, sayı 3 (Temmuz-Eylül 2004), s.129.  Ayrıca şu habere bkz. 
     http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=9112>. 
18 Bkz. “U.S.-EU-Turkey Cooperation on the Broader Middle East and North Africa: A Strategic  Dialogue”, Program Brief (Nixon Center), cilt 10, sayı 16, 14 Haziran 2004. 
19 Bkz. “Erdoğan: ABD vizyonunu paylaşmamız çok doğal”, Radikal, 9 Haziran 2005. 
20 Şaban Kardaş, “Turkey and the Iraqi Crisis; JDP Between Identity and The Emergence of a New Turkey…,., s.306-329; Mesut Taştekin, “Türk Dış Politikasında 2003 Irak SavaGı”, M.gahin & M. TaGtekin (eds.) II. Körfez Savaşı, Ankara: Platin Yayınları, 2006, s. 245-282. Ayrıca bkz. Mehmet gahin, “Irak Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri”, M. Aydın & Ç. Erhan (eds.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2006, s.191-218. 
21 Martin Beck, “From Divergent Views to a Common Policy: US and EU Approaches to 
    Promoting Democratization in the Middle East”, Turkish Policy Quarterly, cilt 4, sayı 2 (Yaz 2005), s.123-135. 
22 AK Parti.nin kimliği üzerinde bir tartışma için bkz. H.Yavuz (editor), The Emergence of a New Turkey, özellikle 1. Bölüm (Identity, Ideology, and Leadership), s.23-184. Ayrıca bkz. Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, s. 5-9. ; Yalçın Akdoğan, Muhafazakar Demokrasi, Ankara: AK Parti, 2003. 
23 Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.335. 
24 Erdoğan şöyle demiştir; “Demokrasi kavramıyla şekillenen ve insan hakları, hukun üstünlüğü, iyi yönetim ilkeleri ile desteklenen evrensel değerler farklı medeniyetlerden derlenen ortak aklın bir ürünüdür” Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.333. 
25 A. Davutoğlu, “Türkiye Merkez Ülke Olmalı”. 
26 Bkz. İhsan D. Dağı, “The Justice and Develpment Party: Identity, Politics, and Human Rights Discourse in the Search for Security and Legitimacy, Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey…, s.88-106; Duran, “JDP and Foreign Policy as an Agent of Transformation”, s.288. 
27 Bu ABD.nin BOP.a yaklaşımı ile AK Parti politikalarının çakıştığı başka bir noktadır. Gerçekten de “Batılı değerleri” empoze ediyormuş intibası uyandırmaktan kaçınan ABD  “evrensel değerler”den bahseder. AK Partinin bütün büyük medeniyetlerin katkıda bulunduğu evrensel değerler anlayışı hem yerli hem de evrensel yanları olduğunu ima eder; Böylece bu değerlerin savunulması kolaylaşır. 
28 Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.338. 
29 Gül, “The Need for Reform in the Islamic World and the Role of Civil Society”, s.341. 
30 Bkz. “Alliance of Civilizations,” ( http://www.unaoc.org/ ). 
31 Hüseyin Bağcı, “The Greater Middle East Project and Turkey.s Attitude towards It”, s.92. 
32 A. Davutoğlu BOP un geç kalmış bir proje olduğunu iddia eder. Ona göre Ortadoğu, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin geçirdiği dönüşüm sürecinin gerisinde kalmıştır. BOP çerçevesinde belirtilen amaçların hepsi en azından on yıl önce gerçekleşmiş olmalıydı. İbrahim Turan, “Türkiye Küresel Güçtür!: A.Davutoğlu ile röportaj,” Anlayış, sayı 10 (Mart 2004), s. 44. "BOP, geç kalmış bir projedir. Çünkü Ortadoğu, (1) en zengin doğal kaynaklara sahip olduğu halde ekonomik refaha ulaşamamış, (2) kültürel olarak tarihin en derinlerine giden mirasın sahibi olduğu halde Batı'nın karşısına alternatif bir kültür sunamamış ve (3) çok eski, köklü ve ciddi siyasi geleneklere sahip olduğu halde siyasi rejimler açısından da sınıfta kalmıştır.” Bkz Davutoğlu nun MÜSİAD.daki konuşması, 
    http://www.musiad.org.tr/detay.asp?id=156 . 
33 Bu konuya dikkatimizi çektiği için Şaban Kardaş a ayrıca teşekkür ederiz.. 
34 Bkz. R.Tayyip Erdoğan.ın konuşmaları 
     http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=9111>; Ayrıca bakınız, 
     http://www.meclishaber.gov.tr/develop/owa/haber_portal.aciklama?p1=6147>. 
35 R.T. Erdoğan, “Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, s.334. 
36 Abdullah Gül, “An Appeal for Leadership,” The Washington Post, 3 Ağustos 2006, 
     (http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2006/08/02/AR2006080201389.html?sub=AR>). 


KAYNAKÇA;

“Alliance of Civilizations,” <http://www.unaoc.org/>. 
“BOP.a Açık Destek”, Radikal, 14 Mart 2006. 
“Broader Middle East/N. Africa Partnership”, 
http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-30.html>. 
“Demokrasi Destek Diyaloğu (DAD), TESEV, 
http://www.tesev.org.tr/etkinlik/dad_genel.php>. 
“Erdoğan: ABD vizyonunu paylaGmamız çok doğal”, Radikal, 9 Haziran 2005. 
“G-8 Plan of Support for Reform,” 9 Haziran 2004, 
(http://www.whitehouse.gov/news/releases/2004/06/20040609-29.html>). 
“Geniş Ortadoğu için Kadınlar Zirvesi”, 
http://www.ntvmsnbc.com/news/329911.asp>. 
“U.S. Deputy Secretary of Defense Paul Wolfowitz, Remarks for the Turkish Economic and Social Studies Foundation” Conrad Hotel - Istanbul ; 14 
Temmuz 2002, 
http://www.tesev.org.tr/eng/events/etk_paulw14072002.php. 
“U.S.-EU-Turkey Cooperation on the Broader Middle East and North Africa: 

A Strategic Dialogue”, Program Brief (Nixon Center), cilt 10, sayı 16, 14 Haziran 2004. 

AKDOĞAN, Yalçın, Muhafazakar Demokrasi, (Ankara: AK Parti, 2003). 

ALTUNIŞIK, Meliha. B., “The Turkish Model and Democratization in the Middle East”, Arab Studies Quarterly, cilt. 27, sayı 1-2 (Kış-İlkbahar 2005). 

BAGCG, Hüseyin ve Saban Kardas, “Post-September 11 Impact: The Strategic Importance of Turkey Revisited”, İdris Bal (ed.), 
Turkish Foreign Policy in Post Cold War Era, (Boca Raton: BrownWalker, 2004). 

BAĞCI, Hüseyin, “The Greater Middle East Project and Turkey.s Attitude towards It”, Andreas Marchetti (ed.), The CSCE as a Model to Transform 
Western Relations with the Greater Middle East, (Bonn: Zentrum für Europäische Integrationsforschung &Center for European Integration Studies 
& Rheinische Friedrich-Wilhelms-Universität Bonn, 2004), 
http://www.zei.de/download/zei_dp/dp_c137_marchetti.pdf. 

BECK, Martin, “From Divergent Views to a Common Policy: US and EU Approaches to Promoting Democratization in the Middle East”, Turkish Policy 
Quarterly, cilt 4, sayı 2 (Yaz 2005). 

ÇONGAR, Yasemin, “ Bu Ortaklığı Küçümsemeyin”, Milliyet, 14 Haziran 2004. 

DAĞI, İhsan D., “The Justice and Develpment Party: Identity, Politics, and Human Rights Discourse in the Search for Security and Legitimacy, 
Yavuz (ed.), The Emergence of a New Turkey; Democracy and AK Party, (Salt Lake City: The University of Utah Press, 2006). 

DAVUTOĞLU, Ahmet, MÜSİAD daki konuşması, 
http://www.musiad.org.tr/detay.asp?id=156>. 

DAVUTOĞLU, Ahmet, “Türkiye Merkez Ülke Olmalı”, Radikal, 26 Şubat 2004. 

DAVUTOĞLU, Ahmet, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, ( İstanbul: Küre Yayınları, 2001 ). 

DURAN, Burhanettin ve Kemal İnat, “ AKP Dış Politikası: Teori ve Uygulama”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005). 

DURAN, Burhanettin, “JDP and Foreign Policy as an Agent of Transformation”, Yavuz (ed.), op.cit., s.281-305. 

ERDOĞAN, R. Tayip, konuşmaları için bkz.: http://www.akparti.org.tr. 

ERDOĞAN, R. Tayyip, “A Broad View of the „ Broader Middle East.”, Russia in Global Affairs, cilt 2, sayı 3 (Temmuz-Eylül 2004). 

ERDOĞAN, R. Tayyip, “ Conservative Democracy and the Globalization of Freedom”, Yavuz (ed.), op.cit., Ek 1. 

GÜL, Abdullah, “An Appeal for Leadership,” The Washington Post, 3 Ağustos 2006, 
http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2006/08/02/AR2006080201389.html?sub=AR. 

GÜL, Abdullah, “The Need for Reform in the Islamic World and the Role of Civil Society”, Yavuz (ed.), op.cit., Ek 2. 

HUDSON, Michael C., “The United States in the Middle East”, Lousie Fawcett, International Relations of the Middle East, (New York: Oxford 
University Press, 2005). 

JUNG, Dietrich, “Turkey and Arab World; Historical Narratives and New Political Realities”, Mediterranean Politics, cilt 10, sayı 1 (Mart 2005). 
Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, (Ankara: AK Parti, 2002). 
KARDAŞ, Şaban, “Turkey and the Iraqi Crisis; JDP Between Identity and Interest”, Yavuz (ed.), op.cit. 

LAÇİNER, Ömer, “„Büyük Ortadoğu Projesi. ve AKP”, Birikim, sayı 179 (Mart 2004). 

NORTON, Augustus R., “The Puzzle of Political Reform in the Middle East”, Lousie Fawcett, International Relations of the Middle East, (New York: 
Oxford University Press, 2005). 

ŞAHİN, Mehmet, “Irak Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri”, M. Aydın & Ç. Erhan (eds.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Ankara: 
Siyasal Kitabevi, 2006. 

TAŞTEKİN, Mesut, “Türk Dış Politikasında 2003 Irak Savaşı”, M.Şahin & M. Taştekin (eds.) II. Körfez Savaşı, Ankara: Platin Yayınları, 2006. 

TÜR, Özlem, “Türkiye ve Ortadoğu: Gerilimden İşbirliğine ”, Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4 (Sonbahar 2005). 

YAVUZ, Hakan (editor), The Emergence of a New Turkey, op.cit. 

YURDUSEV, Nuri, “Büyük Ortadoğu Projesi, İslam ve Demokrasi”, Foreign Policy (Türkiye), Kasım / Aralık 2004. 

 ***



BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 1

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE, AK PARTİNİN PERSPEKTİFİ BÖLÜM 1



Hüseyin BAĞCI * 
Bayram SİNKAYA **
* Prof. Dr. Hüseyin Bağcı ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. 
** Bayram Sinkaya ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Atatürk Üniversitesi İBBF Araştırma Görevlisi. 

Yazarlar, katkıları ve yorumları için Şaban Kardaş a Teşekkür eder. 
Akademik ORTA DOĞU, Cilt 1, Sayı 1, 2006, s. 21-37. 


Özet 

Bu makale Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) bakışını analiz etmektedir. Bu çerçevede özellikle BOP gündeme geldiğinde Türkiye’de 
iktidarda olan AK Parti’nin perspektifi üzerinde odaklanmıştır. Türkiye’nin BOP karşısında konumunun belirlenmesinde Türkiye’nin kimliği, Ortadoğu 
politikaları ve Batı ile ilişkilerinin yanı sıra AK Parti’nin kurumsal kimliği ve politikaları da etkili olmuştur. Makalede, AK Parti hükümetinin BOP’un ilan 
edilen hedefleri ile kendi politikalarının uyumlu olduğunu düşündüğü için ve kendi iktidarı döneminde kötüleşen Türk-Amerikan ilişkilerini düzeltmek 
amacıyla BOP’u desteklediği iddia edilmektedir. 

“Bugünün dünyası ile bütünleşemeyen; demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti gibi kavramları geliştirmede ve içselleştirmede başarısız olan; cinsiyet eşitliğini tesis edemeyen ülkeler izolasyona sürüklenmektedir. Bu ülkelere doğru yolu bulmaları için yardım etmeliyiz; bunu hep birlikte yapmak için hazır olmalıyız.” 1 

“Şu hususu vurgulamak istiyorum; evimizi düzene koymak öncelikle bizim görevimizdir;hiç kimse bunu bizden daha iyi yapamaz. Eğer bunu kendi başımıza yapamaz isek, başkaları bizim için yapacaktır. Evimizi düzene koymanın yolu sağlıklı bir değişim sürecine girmektir, yani gerçekçi bir reform programını icraya koymaktır.”2 

Giriş; 

   11 Eylül Saldırıları ABD.nin Ortadoğu.ya yönelik politikalarında çok önemli değişikliklere yol açtı. Saldırıları gerçekleştiren eylemcilerin kimlikleri 
ABD.nin dikkatini bu bölgeye çekti. Bu bölgedeki statükonun, sosyal ve iktisadi koşulların yol açtığı aşırılığın ABD.ye de zarar verebilen uluslararası 
tehditlerin kaynağı olduğunu düşünen Bush yönetimi, uluslararası terörizmi desteklediğine inanılan ülkelerdeki rejimleri değiştirme niyetini 
ortaya koydu. 

   Bugüne kadar Afganistan ve Irak.ta bunu yaptı da. George W. Bush idaresindeki Amerikan yönetimi sadece askeri gücünü kullanmıyordu; aynı 
zamanda Amerika.nın “yumuşak güç”üne başvuruyordu. Bu yöndeki esas aracı da ABD.nin “Ortadoğu.da demokrasinin ve insan haklarının gelişimini, 
iktisadi kalkınmayı vb. destekleme” iddiasıyla oluşturduğu “Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi ”dir. 3 

    ABD bu yöndeki politikasını 2003 yılının sonlarında ortaya atılan “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP)4 üzerine yoğunlaşarak sürdürdü. 

Böylece Ortadoğuda genellikle statükocu olan Amerikan politikaları yerini liberal demokrasinin, serbest pazar ekonomisinin yerleşmesinin ve eğitim sisteminin reforme edilmesinin güçlü şekilde desteklenmesini – zira bu alanlardaki zayıflıkların uluslararası terörizme yol açtığı düşünülüyor -- öngören politikalara bırakmaya başladı. 

    ABD nin tek yönlü gayretlerine karşın, bu projenin başarılı olabilmesi için bölge ülkelerinin işbirliği şarttır. Bu makale, mevcut şartlar altında; 
jeo-stratejik konumu, uzun yıllardan beri Batının bir müttefiki olması, bölgede derin demokrasi tecrübesine sahip ender ülkelerden birisi olması ve nihayet İslam ve Batılı değerleri başarılı bir şekilde birleştiren bir ülke olarak ortaya çıkması nedeniyle Türkiyenin bu projeye desteğinin çok önemli olduğunu ileri sürmektedir. 

    Özellikle iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi.nin (AK Parti) kökenleri itibariyle İslamcı bir gelenekten gelmesine rağmen Modernizm, 
Liberal Demokrasi ve geleneği ( İslami ) birleştirme iddiası dikkate alındığında bu husus daha da öne çıkmaktadır. 
    Bu makalede Türkiye nin Büyük Ortadoğu Projesi karşısındaki tutumu, özellikle AK Parti nin rolüne vurgu yapılarak incelenmektedir. 


BOP ve Türkiye., 

ABD nin “Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi”ne paralel olarak Irak ın işgalinin ardından ABD.nin Ortadoğu politikalarına uluslararası desteği artırmak ve sorumlulukları uluslararası sistemde önde gelen devletlerle paylaşma politikası çerçevesinde Amerikalı yetkililer Ortadoğuda demokrasinin, iyi yönetimin, bilgi toplumunun, iktisadi ve toplumsal kalkınmanın desteklenmesi iddiasıyla “Büyük Ortadoğu Projesi”ni dile getirmeye başladılar. Amerikan yönetimine göre bu proje uluslararası topluluğun önde gelen devletleri ve bölgede diğer devletler tarafından desteklenmeliydi. Bundan dolayı bu proje G-8 ve NATO zirvelerinin gündemlerine alındı. 2004 yılı Haziran ayında Sea Island da toplanan G-8 
zirvesinden sonra “Büyük Ortadoğu Projesi” “ Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika  Projesi”  (GOKA) adını aldı.5 

   Proje nin kapsamı tam olarak belirtilmemesine rağmen yirmi iki Arap ülkesi ile birlikte Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan ı kapsadığı düşünülmektedir. Proje, geniş Ortadoğu da “aşırlığın, terörizmin, uluslararası suçların ve kaçak göçün” önlenmesi amacıyla bölgede iktisadi, sosyal ve siyasi durumun iyileştirilmesi iddiası üzerine kurulmuştur. Proje, serbest piyasa, serbest seçimler, basın özgürlüğü ve insan hakları örgütlerinin desteklenmesi gibi konuları da içerme iddiasındadır. 

Projeye ilişkin en somut belge, 8-10 Haziran tarihlerinde ABD nin Georgia eyaletinde Sea Island.da bir araya gelen Gelişmiş 8 Ülke Grubu (G-8) 
zirvesinden sonra yayınlanan ve “ Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık ” şeklinde adlandırılan 
belgedir. 6 

Bu belge G-8 üyelerinin, G-8 Devletleri ile bölge hükümetlerinin, bölgedeki iş dünyasının ve sivil toplum hareketlerinin gönüllü işbirliğine dayalı 
projeye verdikleri desteği göstermektedir. 

   Belgeye göre proje Üç alan üzerinde yoğunlaşmıştır: 
   İlk olarak siyasi meseleler üzerinde odaklanmıştır. Bu bağlamda, Geniş Ortadoğu bölgesinde hukukun üstünlüğü ve demokratik yapıların tesisi, 
insan haklarının, temel hak ve özgürlüklerin, farklılığın ve çoğulculuğun garantisi yönünde ilk adım olarak değerlendirilmiştir. 

   İkinci mesele sosyal-kültürel alanla ilgilidir; belgede herkes için eğitim, ifade hürriyeti, kadın-erkek eşitliği vb. hususlar vurgulanmaktadır. 

Belge son olarak ekonomik meseleler üzerinde durmaktadır. Yeni iş alanlarının yaratılması, ekonomik reformların desteklenmesi, bölge içi ticaretin teşviki gibi hususlar vurgulanmaktadır. 

Türkiye nin İslam dünyasında laik bir demokratik devlet ve ABD.nin uzun yıllardan beri müttefiki olduğu dikkate alındığında BOP kapsamında ideal 
bir ortak olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta R. Tayip Erdoğan liderliğindeki hükümetin nitelikleri dikkate alındığında Türk hükümetinin BOP karşısında 
pozisyonunun çok önemli olduğu görülmektedir. Bir kere, dönüştürülmek istenen bölge nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu Müslümandır. Terörizm ile mücadele de sadece askeri araçlara veya bölgedeki gayri-demokratik rejimlerle işbirliğine dayanmak bu toplumların doğal dönüşümünü ve bölgede reformist hareketlerin ortaya çıkışını engelleyebilir. Amerikan yönetimine göre terörizm ve aşırılığa prim vermeyen ılımlı Müslümanların desteklenmesi “ Terörizme karşı savaş ”ı kazanmada çok önemlidir. 
Eski Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz.in 2002 yılı Temmuz ayında TESEV.de yaptığı bir konuşmadan yapılan şu alıntı 
Amerikan yönetiminin düşüncesini göstermektedir: 

Terörizme karşı savaşı kazanmak için, … daha barışçıl bir dünya 
yaratmak için İslam dünyasındaki yüz milyonlarca ılımlı ve hoşgörülü 
insana ulaşmalıyız. Özgürlüğün ve serbest girişimin nimetlerinden 
faydalanmak isteyen insanlara hitap etmeliyiz. Türkiye, bu değerlerin, 
modern demokratik kurumların inşası için dini inançların feda edilmesi 
gerekmeyen modern toplum ile uyumlu olduğunu gösteren iyi bir örnek 
sunmaktadır.7 

   Bu görüş Batılı çevrelerde, özellikle Amerikan yetkilileri arasında yaygın olarak paylaşılmaktadır. Bu bağlamda Türkiye İslam dünyası için İslam ile liberal demokrasiyi birleştiren bir örnek olabilir.8 

   Dahası, iktidardaki AK Parti nin İslamcı bir parti olduğu şeklindeki imaj Türkiye ve Arap ülkelerinde karşılıklı algılamaların bir ölçüde değişmesine yol açmıştır. İktidardaki partinin nitelikleri ve bölge ile tarihi ve kültürel bağları sayesinde Türkiye bu projenin gerçekleştirilmesine yardımcı olacak en uygun ülke konumundadır. Ayrıca, ABD nin kendi programını tek taraflı olarak dayattığı intibası uyandırmamak için yerel hükümetlerin işbirliğine ihtiyacı vardı. 

Nitekim Türk hükümeti, ortaya çıkışından beri bu projeye oldukça sıcak yaklaştı. Türkiye Sea Island.daki G-8 toplantısına “ Demokratik Ortak ” olarak katıldı ve Yemen ve İtalya ile birlikte “Demokrasi Yardım Diyalogu”  Eş-Başkanlığını üstlendi. Proje çerçevesindeki bütün önerileri iyi karşılayan Türkiye, uygulamaya ilişkin olarak üç talepte bulunmuştur. Sea Island daki toplantıda Başbakan Erdoğan dönüşümün dışarıdan dayatılmaması; her ülkenin farklılıklarının dikkate alınması; ve hükümetlerin yanı sıra sivil toplum örgütlerinin ve iş dünyasının da uygulamaya katılmasının gerekliliği üzerinde durmuştur. Erdoğan ayrıca bu projenin başarılı olabilmesi için İsrail-Filistin sorununa adil bir çözüm bulunması 
gerektiğini belirtmiştir. 9 

   Demokrasi Yardım Diyalogu çerçevesinde her ülkeden belirlenen bir sivil toplum örgütü Demokrasi Yardım Diyalogunun hedefleri doğrultusunda 
stratejilerin geliştirilmesi ve uygulanması ile görevlendirilmiştir. 

Üç sivil toplum örgütü, Türkiye den TESEV, İtalya dan “No Peace without Justice” ve Yemen den “Human Rights Information and Training Center” 
“Ortak Gelecek için Ortaklık” çerçevesinde Demokrasi Yardım Diyalogu başlığı altında belirtilen hususlar doğrultusunda projeler geliştirecek ve  uygulayacaklar dı.  Bu örgütlerin bölgeye yönelik olarak uluslararası konferanslar ve toplantılar düzenlemeleri ve bu toplantılarda üzerinde anlaşmaya varılan sonuçların uygulamaya geçirilmesinde yardımcı olmaları düşünülmüştü. 

Türkiye den TESEV Şimdiye kadar Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesinde kadının kamusal hayata katılımının güçlendirilmesi, Cinsiyet eşitliği ve siyasi katılım; demokratik dönüşüm ve sivil toplum örgütleri vb. konularda uluslararası konferanslar tertip etmiştir.10 
   Türk hükümeti ayrıca Büyükelçi Ömür Orhun u Dışişleri Bakanlığı Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi Koordinatörü olarak atamıştır. 
Bu bağlamda Türkiye Dışişleri Bakanlığı sivil toplum örgütleri tarafından, özellikle TESEV tarafından Demokrasi Yardım Diyalogu çerçevesinde organize edilen uluslararası konferansları desteklemektedir.11 
Başbakan ve Dışişleri Bakanı dahil Türk yetkililer BOP karşısındaki tutumları sorulduğunda projeye desteklerini yinelemekte ve Ortadoğu ülkelerinin 
demokratikleştirilmesi için BOP çerçevesinde ABD ile işbirliği yaptıklarını belirtmektedir.12 

AK Parti’nin Tutumunu Belirleyen Faktörler., 

AK Parti nin BOP a bakışını incelemeden önce Türkiye nin Ortadoğu daki geleneksel çıkarlarını gözden geçirmek faydalı olacaktır. 

Türkler bin yıldan fazla bir süredir bu bölgede yaşamaktadırlar ve Türkiye ile bölge halkları arasında kuvvetli dini, kültürel ve tarihi bağlar vardır.13 
Türkiye Ortadoğu ülkelerinin üçü ile sınır komşusudur; bu yüzden bölgede istikrar Türkiye için hem güvenlik çıkarları açısından hem de ekonomik 
açıdan oldukça önemlidir.14 

Türkiyenin Ortadoğudaki geleneksel çıkarlarına paralel olarak AK Parti.nin dış politika yaklaşımını da incelemek gerekir. AK Partili yetkililer partinin dış politika anlayışının çok-taraflılık, çok-boyutluluk, komşularla iyi ilişkiler ve aktif dış politika ilkelerine dayandığını ileri sürmektedir. 

  AK Parti.nin dış politikaya bakışı, Türkiye.nin farklı bölgeler arasında bir köprü oluğu yaklaşımını veya bir çevre ülkesi olduğu yaklaşımını reddederek Türkiyenin “ Merkez Ülkesi ” olduğunu savunur. 

Dış Politika meseleleri üzerinde Başbakan.a danışmanlık yapan Ahmet Davutoğlu AK Parti tarafından geliştirilen dış politika anlayışının beş temel ilkesi olduğunu ileri sürmektedir. 

Ona göre Türkiye güvenlik ile özgürlük ve demokrasiyi dengelemeyi başarabilirse diğer ülkeler tarafından örnek alınan bir merkez ülkesi olabilir. 
Bundan dolayı Davutoğlu.na göre dış politikanın birinci özelliği “güvenlik ve istikrarı tehlikeye atmadan demokratikleşme”nin sağlanmasıdır. 

İkinci olarak, -
- Davutoğlu nun “ Komşularla Sıfır Problem ” dediği -- Türkiye komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmalıdır. Dış politikanın diğer bir temel özelliği ise aktif ve çok-boyutlu olmasıdır. Davutoğlu.na göre, jeopolitik konumu Türkiye.ye muazzam fırsatlar sunmaktadır ve bu fırsatları değerlendirebilmek için aktif bir dış politika izlemek gerekir. Davutoğlu diğer taraftan Türkiyenin sadece bir bölgeye – Batı ya – yoğunlaşarak diğer yakın bölgelere arkasını dönmemesi gerektiğini savunur. Davutoğlu ayrıca dış politikanın ekonomik, kültürel ve demografik vb. faktörleri de içermesi gerektiğini savunur. 

Bunlara ilaveten Davutoğlu, Türkiye.nin büyük bir medeniyetin mirasçısı olmasına ve Avrupalı, Ortadoğulu ve Asyalı kimlikleri taşımasına dayanarak kendine güvene dayalı yeni bir diplomatik tarz geliştirilmesi gerektiğini ileri sürer. Davutoğlu son olarak “Türkiye.nin küresel bir güce dönüştürülebilmesi için” statik diplomasinin yerini ritmik diplomasiye bırakması gerektiğini söyler.15 

   Yukarıda izah edildiği kadarıyla BOP ve AK Parti.nin dış politika anlayışı uyumlu olmaktan öte birbirlerini tamamlamaktadır.16 

İşte bu yüzden AK Parti liderleri BOP u desteklemektedir. 

Bu bağlamda Erdoğan şöyle demiştir: 

'' Türkiye daha demokratik, daha özgür, daha barışçıl bir Ortadoğu görmek istemektedir; böyle bir bölge iyi yönetilecek ve etkin bir şekilde işleyen ekonomiye sahip olacaktır. Bu yanlışlıkla idealizm olarak görülmemelidir. Türkiye’nin kendi çıkarları istikrarlı ve barış içinde; birbirleriyle her düzeyde karşılıklı ilişki kurabilen komşulara sahip olmayı gerektirmektedir. Bu yüzden, Türkiye’nin bölgeye yönelik beklentileri BOP’un olumlu hedefleri ile uyumludur.17 

BOP, AK Parti.nin yaklaşımıyla ahenk içinde Ortadoğu nun demokratikleşmesini ve bölge içi ticaretin gelişmesini desteklemenin yanı sıra AK Parti nin Türkiye yi küresel bir güce dönüştürme arzusu çerçevesinde aktif bir dış politika izlemesi için de partiye fırsat sağlıyordu. 
    Gerçekten de Sea Island zirvesine demokratik ortak olarak katılması Türkiye nin Avrupa Birliği ve G-8 karşısında uluslararası konumunu güçlendirmiştir.18 

Ayrıca, Türkiye nin ABD ile ikili ilişkileri AK Parti nin BOP a bakışını şekillendiren en önemli etkenlerden birisiydi. Her şeyden önce ABD nin ve Türkiye nin Ortadoğu.daki temel çıkarları; makul fiyatlardan petrol akışının sağlanması, bölgesel istikrarın sağlanması ve demokrasinin ve bölgesel kalkınmanın teşviki gibi alanlarda uyuşuyordu.19 

   Dahası, BOP çerçevesinde ABD ile birlikte hareket etmek, TBMM.nin 1 Mart 2003.te Amerikan askerlerinin Türk toprakları üzerinden Irak ın kuzeyine geçişine izin veren tezkereyi reddetmesiyle Türkiye ve ABD arasında ciddi şekilde bozulan ikili ilişkilerin. 20 düzeltilmesine yardımcı olabilirdi. Tezkerenin reddedilmesinden dolayı ABD liderliğindeki koalisyon güçleri Irak güçlerine karşı kuzeyden cephe açamamışlardı ve bunun ABD askeri güçlerine pahalıya mal olduğu iddia ediliyordu. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld dahil Amerikan yönetiminde bir çok kişi, o zamandan beri, bu olaydan ötürü Türkiye yi eleştirmeye devam ediyordu. 
   Ayrıca, Türkiye nin Ortadoğu politikası ve ABD nin bölgedeki faaliyetleri nedeniyle; Özellikle Türkiye nin Suriye ve İran ile yakın ilişkiler kurması; 
Amerikan askeri güçlerinin Irak.ın kuzeyinde üslenen PKK militanlarına karşı harekete geçmemesi; Irak taki gelişmeler vs. dolayısıyla iki ülke arasında bazı sorunlar vardı. BOP ikili ilişkilerden bağımsız bir alanda işlediğinden Türkiye ve ABD, ikili ilişkilerindeki problemlerden bağımsız olarak BOP altında rahatlıkla işbirliği yapabilirdi. AK Parti, BOP çerçevesinde ABD ye destek vererek hem Türkiye ve ABD arasındaki geleneksel “ Stratejik İttifakı ” düzeltebilir hem de Türkiye de AK Parti hükümeti için ABD nin desteğini sağlayabilirdi. 

BOP içinde yer alması Türkiye.nin Avrupa.ya “uzun” yürüyüşü ile de uyumludur. Özellikle 1995.te “ Barselona Süreci ”nin başlatılmasından beri Ortadoğu da demokrasinin, ekonomik ve sosyal kalkınmanın teşviki AB ajandasında yer almaktadır. BOP çerçevesinde ortaya konulan temel önermeler de AB nin iyi komşuluk politikasıyla uyumludur. Belki daha önemlisi, 2003 te  Irak ın işgali bağlamında Trans-Atlantik ayrışmasından sonra ABD ve AB, BOP çerçevesinde Ortadoğu.ya ilişkin olarak trans-Atlantik işbirliğini yeniden tesis etmeyi başardı.21 
Bu husustaki Trans-Atlantik işbirliği Türkiye nin BOP a destek vermesini kolaylaştırdı. 

Nihayet AK Parti nin “kimliği” onun BOP a bakışının şekillenmesinde etkili olmuştur. AK Partinin kimliği hala tartışmalı olsa da parti üzerine çalışma yapan uzmanlar arasında AK Parti.nin İslamcı geçmişi hakkında bir uzlaşma vardır. 22 

  Bununla birlikte AK Parti kendisini “geleneği reddetmeyen bir modernite anlayışını ve yereli tanıyan bir evrenselcilik anlayışını” bünyesinde bulundurduğunu iddia ettiği “muhafazakâr demokrat” kimlikle tanımlar.23 

Böylece AK Parti, geleneğin ve yerelin yanı sıra modernitenin ve evrenselciliğin bayraktarlığını üstlenme iddiasındadır. 

“Büyük bir medeniyetin mirasçısı olmasına ve Avrupalı, Ortadoğulu ve Asyalı kimlikleri taşımasına dayanarak yeni bir diplomatik tarz” ilkesiyle uyumlu olarak AK Parti liderleri “Batılı” değerleri -- AK Parti liderleri bu değerleri, onların oluşumuna bütün büyük medeniyetlerin ve dinlerin katkıda bulunduğu evrensel değerler ve insanlığın ortak malı olduğunu iddia ederek savunur. 24
 -- Ortadoğu ya taşırken, Ortadoğu nun bir yerlisi olarak onu da Batı ya karşı savunur. 25 

    AK Parti nin geçmişi, Necmettin Erbakan liderliğindeki siyasal İslamcı Milli Görüş Hareketine dayandığı için Türkiyeli seçkinler AK Parti ile partinin 
söylemleri ve politikaları hakkında hep kuşkulu oldu. Bu bağlamda AK Parti liderleri İslamcı bir kimliği reddederken insan hakları ve demokrasi söylemini 
benimsedi ve Türkiyenin  ABye üyelik sürecini hızlandırmak için uyum yasalarını hızla Meclis ten geçirdi. 26 
“Geleneksel İslamcı” görüşün aksine AK Parti liderleri demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve kamuoyu önünde sorumluluk gibi değerleri 
insanlığın ortak değerleri olarak görme eğilimindedir. Bu değerlerin Batılı kaynaklarının görmezden gelinerek “ Evrenselleştirilmesi ” AK Parti liderleri için onların içselleştirilebilmesini kolaylaştırmaktadır. 27 
BOP un amaçlarının AK Parti.nin insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi vb. değerler karşısındaki duruşuyla benzer olması nedeniyle Türkiye BOP a destek vermiştir. Yani, Türkiye içinde demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü vs. teşvik eden AK Parti, bu değerlerin Ortadoğu ya yerleşmesini de desteklemektedir. 

AK Parti nin Ortadoğulu ve İslami kimliği onun BOP a bakışını yakından etkilemektedir. Türkiye yi küresel bir güce dönüştürme arzusundaki 
parti Türkiye nin uluslararası itibarını, özellikle Ortadoğu ve İslam dünyasında artırmak için gayret etmiştir. AK Parti nin çalışmaları sonucunda ilk defa bir 
Türk, Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu 2004 yılında İslam Konferansı Örgütünün genel sekreterliğine seçilmiştir. 

Ortadoğulu ve İslami bir siyasi aktör olarak AK Parti liderleri Ortadoğu da reforma ihtiyaç olduğunu kabul etmektedir. 
Onlara göre İslam ülkeleri içinde bulundukları nahoş durumdan kurtulabilmek için çok köklü reformlar yapmalıydı. 
Örneğin, bu konuda Erdoğan şöyle demiştir; 
“ Müslüman toplumlar problemlerini yabancı güçleri suçlayarak çözemezler; her şeyden önce hepimiz kendi sorumluluklarımızı kabul etmeliyiz ve bu sorumluluğu üzerimize almalıyız.” 28 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***