21 Aralık 2019 Cumartesi

DOĞU AKDENİZ ENERJİ REKABETİ. BÖLÜM 1

DOĞU AKDENİZ ENERJİ REKABETİ. BÖLÜM 1





KKTC - GKRY, Doğu Akdeniz, Batı Akdeniz, Libya, Mısır, Türkiye, Yunanistan, Tunus, Suriye, Lübnan, Batı Şeria, Gazze Şeridi, İsrail, 

KKTC-GKRY Doğu Akdeniz Batı Akdeniz Doğu-Batı uzunluğu yaklaşık 4.000 kilometre, kuzey-güney genişliği 750 kilometre, yüz ölçümü 2,9 milyon kilometrekare, ortalama derinliği 1.400 metre olan Akdeniz, Tunus’un Bon 
Burnu ile Sicilya Adası ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hatta göre Doğu ve Batı Akdeniz olarak ikiye ayrılmıştır.

1 Bugün Tunus ile Sicilya Adası’nın doğusundaki bölgeyi ifade eden Doğu Akdeniz, Doğu-Batı ticaretinin en önemli kavşaklarından biridir. 

Doğu Akdeniz bölgesi son dönemde enerji çalışmalarının yoğunlaşmasıyla giderek artan bir öneme kavuşmuştur. 2008 yılında kayda değer miktarda 
petrol ve doğalgaz yatakları bulunan bölge, enerji transferinde önemli bir kavşak olmanın yanı sıra enerji merkezi olarak da etkisini arttırmaktadır. 

Bölgede var olan geniş enerji yataklarının ekonomik-politik etkisi sadece Akdeniz ile sınırlı kalmayıp aynı zamanda Ortadoğu coğrafyasının politik ve ekonomik dinamiklerini de etkiyecek potansiyele sahiptir. Doğu Akdeniz’e kıyı devletler olan Mısır, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Lübnan, Suriye, İsrail ve Gazze Şeridi, Birleşmiş Milletler (BM) Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre Doğu Akdeniz’de var olan yataklar üzerinde hak sahibidir. 

Doğu Akdeniz bölgesi, kendisinin sahip olduğu zengin kaynaklara ilave olarak Ortadoğu ve Hazar bölgesinden Batı’ya yönelik enerji ihracatında transfer ve geçiş güzergâhı olarak da önemli bir kavşak konumundadır. Bölge gerek mevcut gerekse gelecekte inşası planlanan boru hatları konusunda da stratejik bir konuma sahiptir. 

Azerbaycan’ın Sangaçal terminalinden gelen petrolü, Türkiye ve Gürcistan üzerinden geçerek İskenderun’daki Ceyhan deniz terminaline ulaştıran 1.768 kilometrelik Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattı Doğu Akdeniz’deki stratejik enerji rekabetinin önemli bir unsurudur. 

Önceden var olan Kerkük-Ceyhan boru hattı ile Irak petrolünü uluslararası pazarlara ulaştıran bölge, BTC boru hattının 2006 yılında faaliyete geçmesiyle 
birlikte dünya ticaretinin önemli noktalarından biri haline gelmiştir. 

Bu durum bölgeyi güvenlik ve enerjinin devamlılığı konusunda uluslararası sistemdeki bütün devletlerin üzerinde rekabete giriştikleri bir yer haline getirmiştir. 

MEVCUT ENERJİ AÇISINDAN DOĞU AKDENIZ BÖLGESİ 



Enerji taşımacılığı konusunda dün-yada coğrafi olarak kritik bir konuma sahip olan Doğu Akdeniz’in önemi 2008 yılında bulunan petrol ve 
doğalgaz rezervleri ile tekrar gündeme gelmiş ve bölge hem ekonomik hem de siyasi yönden bir anda yeniden zirve yapmıştır. Doğu Akdeniz’de 
bulunan rezervler sadece bölge politikalarını değil, yanı başında bulunan Ortadoğu’yu ve dünya enerji tüketiminde üst sıralarda bulunan Avrupa’yı 
da yakından etkilemektedir. Avrupa açısından bu konunun önemi, Rusya’ya olan enerji bağımlılığının bölgeden gelecek bu yeni enerji kaynağı ile 
hafifleyecek olmasından kaynaklanmaktadır. 2010 yılında ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (United States Geological Survey/USGS) tarafından yayımlanan raporda, Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve Filistin/İsrail arasında kalan ve Levant Havzası olarak isimlendirilen Afrodit Bölgesinde 3,45 Trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğunun tahmin edildiği belirtilmektedir.2 

Yine aynı rapora göre Nil Delta Havzası’nda yaklaşık 1,8 milyar varil petrol, 6,3 trilyon metreküp doğalgaz ve 6 milyar varil sıvı doğalgaz rezervi olduğu tahmin edilmektedir. Kıbrıs Adası’nın çevresinde ise 8 milyar varillik bir petrol rezervi olduğu tespit edilmiştir. Girit Adası’nın güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki bölgede de toplamda 3,5 trilyon metreküplük doğalgaz olduğu belirlenmiştir.3 

Raporda verilen rakamlar doğrultusunda Doğu Akdeniz’deki enerji rezervinin yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer olduğu tahmin edilmektedir. Bunun toplam değeri ise bugünkü piyasa rakamları ile 1,5 trilyon dolardır. Rezerv bölgeleri ve miktarları şu şekildedir: Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasındaki bölgede 3 milyon 450 bin metreküp doğalgaz ve yaklaşık 1 milyar 700 milyon varil petrol bulunmaktadır. 
Delta havzasında 7 trilyon metreküp doğalgaz ve 1 milyar 800 milyon varil petrol olduğu tahmin edilmektedir. 

Kıbrıs, İsrail ve Mısır arasında kalan alanda 10 
Kaynak: Al Jazeera 

Doğu Akdeniz’de dört önemli enerji sahası bulunmaktadır 

. Afrodit: Kıbrıs Adası’nın güneyindeki saha 
. Leviathan: Kıbrıs Adası ile İsrail arasında (Afrodit’in güneydoğusunda) kalan saha 
. Nil: Kıbrıs Adası ile Mısır arasında kalan saha 
. Herodot: Kıbrıs Adası ile 

Girit Adası’nın güneydoğusunda kalan saha trilyon metreküp doğalgaz, 8 milyar varil petrol mevcuttur. Doğuya uzanan bölgede ise 3 trilyon metreküp 
doğalgaz vardır. Akdeniz’de toplam değeri 3 trilyon dolar olan 60 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon rezervi olduğu belirtilmektedir. Bu da 
Türkiye’nin 572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayacak bir miktar anlamına gelmektedir.4 
İsrail’in Leviathan ve Tamar sahalarında ispatlanmış doğalgaz miktarı yaklaşık 700 milyar metreküptür, bunun 1,8 trilyon metreküpe kadar çıkabileceği 
tahmin edilmektedir. Sadece Leviathan sahasındaki ispatlanmış 453 milyar metreküplük doğalgaz miktarı 25 Avrupa ülkesine altı yıl yetecek büyüklüktedir 
ve bu oran sadece İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde kalan doğalgaz miktarı için geçerlidir.5 
Bölgenin stratejik önemini arttıran bir diğer özelliği ise transit enerji taşımacılığındaki rolüdür. Enerji taşımacılığı açısından 2013 yılı rakamlarıyla 
yılda yaklaşık 5 milyar varil ham petrol Süveyş Kanalı ve SUMED (Arap Petrol Boru Hattı) aracılığıyla Batılı pazarlara bu coğrafya üzerinden ulaştırılmaktadır.6 

GKRY’nin verdiği arama izinleri ile bölgede çalışmalar yapan Noble Energy adlı şirket yaklaşık 33 trilyon metreküp gaz tespit etmiştir. Bu bulgular 
da Doğu Akdeniz’in öneminin artmasına ve yeni arama çalışmalarının yapılmasına sebep olmaktadır. 
Bulunan her yeni enerji yatağı ve rezervle birlikte Doğu Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin bu rezervler üzerinde söz hakkı doğmakta ve kıta sahanlıklarında 
yer alan bölgelerdeki rezervlere yönelik ilgili devletlerle anlaşmalara gidilmektedir. Rezervlerin çıkarılıp işlenmesi ve akabinde pazara ulaştırılması konusunda her 
geçen gün yeni bölgesel ittifaklar yapılmaktadır. İsrail ve Mısır’la başlayan bu ittifaklar, İsrail ve GKRY ile devam etmiş ve son olarak Türk-İsrail 
yakınlaşmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. 

Doğu Akdeniz bölgesinde son dönemde keşfedilen doğalgaz miktarları aşağıdaki tablodaki gibidir: 



Sahanın Adı Tahmini Rezerv 

2011 yılında Benjamin Netanyahu ve Mahmud Abbas, İsrail ve Filistin arasında Noa South bölgesindeki yatakların geliştirilmesi için iş birliği yapılması 
konusunda anlaşmıştır. 

İSRAİL’ İN DENİZ ALANI İHLALI 

İsrail ve Filistin devletinin deniz yatakları ve kıta sahanlıkları jeolojik açıdan bitişiktir. İsrail ve Filistin arasında anlaşmazlığa sebep olan bu durum, denizdeki 
bazı bölgelerin hangi devletin kıta sahanlığına girdiğine dair tartışma yaratmakta dır. Ancak hâlihazırda İsrail, Filistin devletinin iznini almaksızın bölgede bir dizi rezerv arama faaliyeti başlatmıştır. 

İsrail, 2004 ile 2013 yılları arasında Gazze kıta sahanlığında Gazze Şeridi’nin deniz yetki alanlarını ihlal ederek Yam Tethys projesini başlatmıştır. 
Bu proje, Doğu Akdeniz bölgesinde İsrail kıyılarından yaklaşık olarak 20 kilometre açıklıkta bulunan üç farklı doğalgaz yatağını kapsamaktadır. 
Bunlar Mari-B, Noa ve Pinnacles’tir. İsrail, Gazze’nin yetki alanına giren bu bölgede Mari-B adını verdiği platformu kurarken Oslo anlaşmalarını göz ardı ederek Filistin ile iş birliği içine girmemiştir. Eylül 2014’te de Yam Tethys bölgesinde doğalgaz üretimine geçildiği rapor edilmiştir. 
2011 yılında Benjamin Netanyahu ve Mahmud Abbas, İsrail ve Filistin arasında Noa South bölgesindeki yatakların geliştirilmesi için iş birliği yapılması konusun da anlaşmıştır. 

Kaynak: https://therearenosunglasses.files.wordpress.com/2013/09/no-eez-solution-the-politics-oee8081-oil-and-gas-inthe-eastern-mediterranean.pdf 

Bölgedeki hiçbir arama/çalışma faaliyetinde Filistin’in haklarını gözetmeyen ve görüşünü almayan İsrail’in bu anlaşmayı yapmaktaki niyeti, en iyi ihtimalle, 
Oslo anlaşmaları gereği bölgede yapılan arama çalışmalarında iş birliğinin zorunlu kılınması olabilir. 

Oslo anlaşmalarında şöyle bir madde bulunmaktadır:

 “İsrail ve Filistin tarafları bitişik bölgelerindeki doğalgaz ve petrol üretimi konusunda iş birliği için anlaşmak durumundadır.” Noa sahası Gazze 

Marina’e bitişik bulunan Filistin suları ile Filistin kara sularına doğru genişleyen Border sahaları arasında kalmaktadır. 



2012 yılında İsrail’in Delek Grubu tarafından yapılan sondaj çalışmasında Noa ve Noa South 1 bölgelerinde kayda değer gaz rezervleri bulunmuştur. 

İsrail’in Noa South 1 bölgesinde tek taraflı yaptığı bu sondaj çalışmaları, Filistin devleti egemenliğini ihlal eder nitelikte, Filistin kıta sahanlığına doğru genişlemiş tir. 



Gazze Marina bölgesi ise kıta sahanlığı bakımından doğrudan Filistin devletini ilgilendirmektedir. 
Gazze Marina 1’deki doğalgaz yatakları 2000 yılında keşfedilmiş olup, Filistin Otoritesi’nin kontrolü altındaki sularda yer almaktadır. Bölgede yaklaşık 
olarak 1,4 trilyon kübik feet doğalgaz olduğu tahmin edilmektedir. 

1999 yılında dönemin Filistin lideri Yaser Arafat doğalgaz yataklarının keşfedilmesi ve doğalgazın çıkarılmasına yönelik olarak British Gas şirketi ile 25 yıllık bir anlaşma imzalamıştır. 2000 yılında da Gazze Marine bölgesindeki doğalgaz yatakları British Gas tarafından keşfedilmiştir. 

Keşfedilen doğalgaz yatakları Filistin topraklarının enerji ihtiyacını karşılamanın yanı sıra ihraç edilebilme potansiyeline de sahiptir. 
Filistin Otoritesi’ne ait deniz yatağında bulunan bu rezervlerin Filistin’in dışa bağımlılığını azaltacak nitelikte olduğu tespit edilmiştir.7 

Ne var ki, 1999 yılında British Gas ile imzalanan anlaşmadan sonra deniz yatakları üzerindeki haklar bölünmüştür. Buna göre British Gas, topraklar üzerindeki hakların %60’ına, Consolidated Contractors Company %30’una, Filistin Otoritesi kontrolü altındaki Palestine Investment Fund ise kalan %10’una sahiptir. 

Teknik olarak Gazze Marina bölgesinde sondaj çalışması yapılması, bölgenin sığ yataklara sahip olması sebebiyle diğer deniz yataklarına göre daha kolaydır. 
Başta British Gas olmak üzere diğer şirketler de deniz yatağından sağlanacak rezervlerin artırılması için destek vermiştir. 

2014’te İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırının ardından Gazze Marina deniz yatağının geliştirilmesi hakkındaki İsrail-Filistin iş birliği oldukça zayıflamıştır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

19 Aralık 2019 Perşembe

TERÖRİZM: TANIM SORUNU

TERÖRİZM: TANIM SORUNU 




GİRİŞ 

Dünya dengelerinin değişmesi ve uluslararası ilişkilerdeki mevcut farklılaşmalar sonucunda sıcak savaşlar yerini soğuk savaş yöntemlerine bırakmıştır. “Soğuk savaş”, bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ve SSCB arasında, başta savunma olmak üzere, siyaset, ekonomi ve teknoloji alanlarında gözlemlenen rekabete verilen genel addır. Soğuk savaş dönemi 1945 Yalta Konferansı ile başlayıp, 1990’da Varşova Paktının dağılması ile son bulmuştur. Bu sürecin nedeni, SSCB'nin doğuda güçlenerek komünizmi yaymak istemesi ve bir diğer yandan ABD'nin savaş sonrasında küresel politikada başat konuma geçmek istemesidir. 

Kısacası uluslararası politikada ABD ve SSCB'nin hegemonya kurma mücadelesi dir. Soğuk savaşın bir vazgeçilmez unsuru olarak ortaya çıkan psikolojik savaş, beraberinde, düşük yoğunluktaki çatışmaları (“low intensity conflicts”) gündeme getirmiştir. “Terörizm”, düşük yoğunlukta çatışma stratejisinin önemli bir unsurudur. Bu incelemede, işte bu bağlamda, terör ve terörizm kavramları ele alınacaktır. 

TERÖRİZM: TANIM SORUNU 

Uluslararası sistemde devletlerin ya da sivil toplum kuruluşlarının teröre karşı bakış açıları değişiklik göstermektedir. Bu sebeple üzerinde kesin olarak hemfikir olunan bir terör tanımı yapılamamaktadır. Bu da beraberinde, bir eylemin neye ya da kime göre terör sayılacağı sorununu ortaya çıkarmıştır. Keza bir örgütün ya da kişinin yapmış olduğu bir eylemden dolayı bir tarafça kahraman, diğer bir tabirle özgürlük savaşçısı, diğer bir tarafça ise o ülke yasalarına göre affedilmez bir suçlu olduğu ikilemi, terörün tanımını güçleştiren temel bir etkendir. “Terör” kavramı Türkçeye Fransızca “terreur” sözcüğünden geçmiştir. Latincede, “korkudan titreme” veya “titremeye sebep olma” anlamına gelmektedir. Uygulamada, yanlış olarak, “şiddet eylemi” ve hatta “anarşi” söylemleriyle de karşımıza çıkmaktadır. 

İNCE AYIRIM: TERÖR –TERÖRİZM 

Terör kavramı, “Bir devlet veya devlet olmayan aktörün şiddet tekniklerini kullanarak siyasal amaçlarını elde etme ile ilgili faaliyetler” şeklinde tanımlanabilir.” 1 “Terörizm” ise, “siyasal amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli terör içeren bir strateji anlayışıdır.” 
Dolayısıyla terörizm denildiğinde terör eylemlerinin sürekli ve sistemli bir biçimde uygulanması anlaşılmaktadır. “Şiddet, terör ve terörist faaliyetlerin en belirgin unsuru” olmaktadır.” 2 


Tarih boyunca terörü kendine göre siyasi bir araç olarak yorumlayan ve uygulayan birçok diktatör olmuştur. Örneğin Lenin’e göre, “Terörün amacı, [insanlara] dehşet salmak ve onları arzulanan bir davranış biçimine yöneltmektir.” Hitler’e göre, “Akla karşı terör ve zordan daha kolay zafer kazanan ikinci bir şey yoktur.” Kaddafi’ye göre, “Tek bir Arap'ın 300 Amerikalıyı öldürerek Amerika'nın Lübnan'dan kovuluşunu hazırlamasının sunduğu ders şudur: Muntazam ordulara her zaman güvenilmeyebilir ama silahlı bir halk hiçbir zaman yenilmez.’’ 

Terörizmin tanımı konusunda bir çok girişim söz konusu olmuştur. Bunlardan bir tanesi de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kapsamında devam eden ancak henüz sonuçlanmamış bulunan, terörizmin kapsamlı tanımına ilişkin sözleşme taslağıdır. 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca terörizm, “…dünyamızı tehdit eden ve mutlaka mücadele edilmesi gereken küresel bir sorun olarak nitelendirilmektedir. BM, bu bağlamda, yıllardır üye devletlerinin bu belayı ortadan kaldırmalarına yardım etmek amacıyla somut adımlar atmaya çalışıyor. Birleşmiş Milletler Küresel Terörle Mücadele Stratejisi (2006), atılan bu adımları somut bir eylem planı haline getirerek daha da güçlendirmiş ve geliştirmiş bulunuyor. Birleşmiş Milletler’in terörizmle mücadele çabaları, 2006 yılında üye devletlerce kabul edilen bu küresel strateji çerçevesinde yönetiliyor.” 3 

TÜRK CEZA HUKUKUNDA DURUM 

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa göre, “Terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak ve yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir.” 

Kanuna göre “örgüt”, iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle, teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi kapsamaktadır. Buradaki tanım çok geniş kapsamlı bulunmakta ve eleştirilmektedir. 4 

TERÖRÜN AMACI 

Genellikle terör örgütlerinin öncelikli amacı propaganda yaparak davalarının varlığını gündeme taşımaktır. Nihai amaç ise –en kötü senaryo bağlamında- terör eylemlerini kitle hareketine dönüştürerek, devlete karşı bir isyan oluşturmaktır. 5 Dolaylı askeri saldırının bir aracı olarak da kullanılabilen terör örgütleri, daha çok demokratik ve / veya ekonomik açıdan fazlaca gelişmemiş ülkelerde ortaya çıkmakta, bu ülkelerdeki siyasi, ekonomik ve toplumsal istikrarı bozarak halkın devletine olan güvenini sarsmaya çalışmaktadır. Bu süreçte, ekonomik kalkınmaya harcanacak olan mali kaynağın güvenlik ve terörle mücadeleye harcanması, devletin güvenliğe yönelik harcamalarının artması, ulusal kaynakların ortak çıkarlara yönelik kullanımını engelleyebilmektedir. 

TERÖR ÖRGÜTLERİNİN TEMEL HEDEFLERİ 

Terör örgütlerinin temel hedefleri, kendi siyasi-sosyo-kültürel amaçları çerçevesinde toplumun sosyal ve kültürel farklılıklarını inanç veya etnik yapı üzerinden etkilemeye çalışarak hükümet politikalarını değiştirmek veya etkilemektir. Siyasal yönden bir başka amaç, hedef alınan ülkenin iktidarını ele geçirmek veya yeni bir rejim kurmak olabilir. 

Terör örgütlerinin temel hedefleri şu şekilde sıralanabilir: 

“1. Çoğunluğun tercihine dayanan otoriteleri etkisiz bırakmak, azınlık otoritesini zorla onun yerine geçirmek. 

2. Yerleşik yasal sisteme göre yargılanıp, tutuklanmış kişilerin serbest bırakılmasını isteyerek, yasal sistemi çözmek, etkisizleştirmek. 

3. Demokratik yönetim ve kurumları hiçe sayarak, kaba kuvveti toplum hayatında geçerli kılarak, kamu düzenini ve güvenliğini bozmak. 

4. İnsan sevgisinden, demokratik uygulamalardan ve toplumsal uzlaşmadan soyutlanmış bir düzeni geçerli kılarak, zorbalığa ve kaba güce dayalı bir devlet ve toplum düzeni oluşturmak. 
Küresel amaç güden terör örgütleri, bunu uluslararası düzene de hâkim kılmak istemektedirler.”6 

TERÖR: SEBEPLER 

Terörün ortaya çıkmasında birçok etken sıralanabilir. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir: 

1. Ekonomik şartlar: Ekonomik olarak geçim sıkıntısı içerisinde bulunan insan topluluklarının mevcut yapısını incelediğimizde terör örgütlerinin faaliyet ve eylemlerini toplumda daha çok bu kesim insanların desteklediği söylenebilir. Ekonomik bağlamda, gelir dağılımının adil olmadığı ülkelerde insanların terör örgütleri tarafından inandırılma - kandırılma riskinin diğer bireylere oranla daha fazla olduğu göze çarpmaktadır. 

Terörün sadece dine ya da ideolojik inanca bağlanması oldukça yanlıştır. Teknoloji ve ekonomi alanlarındaki gelişmeler toplumun yapısında birçok olumlu sonuçlar doğurmakla birlikte diğer bir yandan da toplumun bazı kesimleri arasında uyumsuzluğa, ekonomik eşitsizliğe neden olabilmektedir. “Öyle ki, teknolojinin ilerlemesine paralel olarak, işgücünün yerini makine alabilir ve daha verimli yöntemlere geçilebilir. Özellikle azgelişmiş ülkelerde sermaye birikimi arttıkça, bu birikimin getirdiği yeni üretim tekniklerinin eski üretim tekniklerinden daha çok sermaye-yoğun olduğu uygulamada görülmektedir. Öte yandan yeni üretim tekniklerinde belli bir sermaye miktarı eskisinden daha az işgücü kullanımını gerektirdiğinden, işsizliği daha da  artırabilmektedir. Yani, teknolojik ilerleme eskiden iş sahibi olan ya da öyle görünen kişilerin birer açık işsiz haline gelmesine neden olmaktadır. Bu durum, tüm ülkelerde görülmekle birlikte, az gelişmiş ülkelerde söz konusu durum daha yoğun yaşanmaktadır.” 7 

2. Diğer eşitsizlikler: Eşitsizlik – ayırımcılık, pek çok ülkenin en başta gelen sorunları arasındadır. “Dünya nüfusuna baktığımızda, bu nüfusun yüzde 1’lik bir kısmının, dünya ekonomisinin yarısını yönettiğini görmekteyiz. Bunun sonucunda dünya üzerinde belli bir kısım azınlığın ekonomik olarak yükseldiğini geriye kalan büyük bir çoğunluğun ise ekonomik olarak güçlüklere maruz kaldığını görmekteyiz.” 8 

3. Öğretim ve eğitim sisteminin geriliği: Öğretim ve eğitim, insanların toplum içerisinde nasıl davranması gerektiği hakkında bilgi sahibi olmasını kolaylaştıran ve ona bu yönde yardımcı olmaya çalışılan bir süreçtir. İnsan bilincinin gelişmesine de katkı sağlayan bu süreç, insanın pratik olarak düşünmesini sağlamakta ve bununla beraber neyin kendisine en fazla fayda sağlayacağı hakkında akıl yürütebilmesini kolaylaştırmaktadır. İşte bu yüzden, terör örgütlerinin örgüte militan kazanırken izlediği yollardan biri de eğitim sisteminin önünü tıkamak ve toplumu eğitimsiz bırakmaktır. Ana amaç insanların düşünme yeteneğini önlemektir. Eğitimsiz bir toplumun kandırılması, diğer toplumlara oranla daha kolaydır. 

4. Kötü yönetimler: “İktidar” kavramı, yönetme gücüne sahip kişi ya da kişiler anlamına gelmektedir. Her ülkede, iyi ya da kötü, bir yönetim düzeni bulunmaktadır. Ancak bazen bu yönetim düzenleri toplumun tamamına bekledikleri faydayı sağlayamamaktadır. Toplumdaki tüm insanları memnun etmenin giderek zorlaştığı bir dönemde, iktidarların da halkın istek ve 
ihtiyaçlarına cevap verememesiyle ülke içerisinde yer yer iç güvenlik sorunları çıkabilmektedir. 

Bu durum, mevcut yönetimlerin gücünü ve konumunu zayıflatmakla birlikte, terör örgütleri için de uygun bir durum sağlamaktadır. 

TERÖRÜN FİNANSAL KAYNAKLARI 

Terör örgütleri finansal kaynaklarını genellikle yasa dışı yollardan veya yabancı ülkelerden – servislerden sağlamaktadırlar. Bu örgütler ayrıca çeşitli yasal veya yasal olmayan yollardan çeşitli ticari faaliyette bulunmaktadırlar. Bunlardan bir kısmı şöyle belirtilebilir: 

1) Uyuşturucu Kaçakçılığı: Terör örgütlerinin ana mali kaynakları arasında ilk sırayı genellikle uyuşturucu kaçakçılığı almaktadır. Uyuşturucu kaçakçılığı, dünya üzerinde en büyük pazarlardan birini kapsayan yasa dışı bir faaliyettir. “Getirisi çok yüksek, nakliyesi kolay, alıcısı bol, talep elastikiyeti sert, tedavüldeki değerli para karşılığı takası mümkün, üretimi zahmetsiz, pazarlama ağı kolay bir mal olan uyuşturucu terör örgütleri için önemli bir gelir kaynağıdır.” 9 

2) İnsan Ticareti / Kaçakçılığı: Türk Ceza Kanunu'nun 79'ncu maddesine göre, “doğrudan doğruya veya dolaylı olarak maddi menfaat elde etmek maksadıyla, yasal olmayan yollardan bir yabancının ülkeye sokulmasına veya ülkede kalmasına imkân sağlanması ile birlikte Türk vatandaşlarının ya da yabancıların yurt dışına çıkmasına imkân sağlanması” şekillerinde gerçekleşen bir suçtur.”10 

3) Para karşılığında serbest bırakılmak üzere kaçırılan şahıslar için istenilen fidye de finansal kaynağın bir diğer türüdür. 

4) Haraç: Gerek şahıslardan gerekse kurumlardan, gönüllü, zorla veya tehditle alınan paralardır. 

5) Dış mali destek: Yabancı ülke, kurum ve kuruluşlarından sağlanan parasal destektir. 

6) Silah Kaçakçılığı: Silah kaçakçılığı bir ülkeden başka bir ülkeye silah, mermi ya da patlayıcı maddelerin satılması ve / veya taşınması eylemleridir. Milli ve milletlerarası güvenliği yakından ilgilendiren bu konu, sıkı koşullara ve denetime tabidir. Ülke devletinin geniş izin, takdir ve denetim yetkileri vardır. 

Dünya genelinde, silah ihracatında önemli bir artış söz konusu olmuştur. Nitekim “Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) uluslararası silah ticareti raporunda Türkiye'nin küresel silah ithalatı sıralamasında altıncı sırada yer aldığını görmekteyiz. Son beş yıl içinde Orta Doğu'da, Türkiye ile İran arasındaki bölgede ağır silah satışı yüzde 61 oranında arttı.’’11 Bunun sebebi olarak da Suriye'de başlayan iç savaş ve buraya komşu ülkelerdeki iç karışıklar ve çatışmalar gösterilmektedir. En kârlı işlerden biri olan silah ticareti, 
yasa dışı bağlamda, terör örgütlerinin de ilgi alanındadır ve silah kaçakçılığı önemli gelir kaynakları arasındadır. 

TERÖRİZM: SINIFLANDIRILMASI 

1. Ulusal Terör (Ülke İçi Terör): 

“Devletin ülkesi içinde meydana gelen, dış kaynaklı hiçbir terör örgütü ile işbirliği içinde bulunmadan gerçekleştirilen ve başka bir devletin veya şahsın menfaatini veya zararını hedef 
almayan eylemlerdir. Devletin hukuki düzenini hedef almaktadır.” 12 

2. Devlet Terörü: 

“Bir devletin kendi ülke sınırları içinde kendi vatandaşlarına karşı uyguladığı sistematik şiddet eylemleridir ve aynı zamanda devlet aktörleri tarafından İnsan Hakları Hukuku ihlali içinde gerçekleştirilen kapsamlı, yaygın, sistematik şiddet kullanımıdır.” 13 

Devlet terörüne örnek olarak dört türlü devlet desteğinden bahsedilmektedir. Bunlar: 

a. “Devlet Girişimi: Bir devlet, geleneksel savaş yöntemleriyle elde edemeyeceği stratejik avantajları sağlamak maksadıyla uluslararası terörizmi bir mücadele aracı olarak doğrudan kullanabilir. Bunu, resmi kurumları ve personeli ile yaparsa, girişimine ‘Devlet Terörizmi’ adı verilir. Bu tür terörizm, savaşın başka yöntemlerle sürdürülmesi olarak tanımlanabilir. 

b. Devlet Desteği: Bir devlet, doğrudan veya resmen terörist girişimlerde bulunmaktan kaçınabilir. Ancak, amaçlarını sağlamak için terörist örgütlere para, eğitim, silah, patlayıcı, kritik malzeme, istihbari bilgi, saklanma yeri, iletişim olanağı, seyahat belgeleri (pasaport) veya diğer türde lojistik destekler verebilir. 

c. Devlet Hoşgörüsü: Eğer devletler, topraklarında terörist örgütler olduğunu bilirler, onları desteklememelerine karşın bu örgütleri dağıtmak için harekete geçmezlerse, hoşgörüden söz edilebilir. Ev sahibi devletin hoşgörüsünden yararlanan terörist örgütlerin, kendilerine yetecek kaynakları olabileceği gibi, bir başka devletin desteğinden de yararlanabilirler. Ev sahibi devlet ile aralarında oluşan yazılı olmayan bir anlaşma gereği, eylemlerini yuvalandıkları ülkede değil, başka -hedef- ülkelerde gerçekleştirirler. 

d. Devlet Zaafı: Bu örnekte, devlet, sınırları içindeki uluslararası teröristlere gözlerini yummak istemez ama ya kolluk ve askeri güçlerinin yetersizliğinden ya da teknolojik geriliğinden ötürü onlarla etkin biçimde mücadele edemez, ancak, sorumluluğu sürer. Bu durumda, zaaf halindeki devlet, daha güçlü bir devleti yardımına çağırabilir. 1977’de Mogadişu’da meydana gelen uçak kaçırma eyleminde Somali Hükümeti, Batı Alman Hükümetinden yardım istemişti.” 14 

Bir başka kaynakta ise devlet terörü, “siyasal otoritenin mevcut devlet politikası ve yönetim modelinin takip ettiği esasları, bu maksatla alınan kararları, kendi kamuoyuna, baskı yolu ile benimsetmek, bu kararlara karşı gelen toplum kesimlerini de zorla bastırabilmek için, ‘terörizmin’ bir maşa olarak kullanılması” şeklinde tanımlanarak, devlet destekli terörizm şu şekilde beş ayrı gruba tabi tutulmaktadır: 

. Doğrudan Destek, 
. Dolaylı Destek, 
. Düşmana Destek, (Önceden düşman ilan edilmiş olan devlete aynı amaçlar ve çıkarlar doğrultusunda destek olmak.) 
. Pasif Destek, 
. Ev Sahibi Ülke Desteği. 15 


3. Etnik Terör: 

“Etnik terör, genellikle, bir etnik gruba mensup kişilerin terör örgütlerinde ya da eylemlerinde çoğunlukla yer aldıkları terör türüdür. Etnik nitelikli terör eylemlerine “milliyetçi” terör de denmektedir. Fakat etniklik ile milliyetçilik aynı anlama gelen iki kavram değildir. Etnik kökene dayanan terör eylemleri daha çok kendini hak talebi ya da talebi elde etmek için silahlı mücadeleden başka yol ve yöntem kalmadığına inanan ya da öyle olduğu kabul edilen bir durumda kendini göstermektedir. Etnik nitelikli terör içerisinde, alt grup olarak, ırkçılığın, inancın, gelenek ve göreneklerin dayanak oluşturduğu terör eylemlerine rastlanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, etniklik geniş bir alanı kapsayan bir kavramdır. Son olarak şunu ifade edebiliriz ki, etniklik terör olarak kendini egemen gücün baskısı altında görürse gösterir. Buna ek olarak neyin etnik olduğunun da bilinmesi ve her farklı etnik yapıdaki eylemlerin terör olarak 
nitelendirilmemesi ülke bütünlüğü açısından zaruridir.” 16 

4. Dinsel Terör: 

Dini temelli olarak insanların belli bir coğrafyada hâkimiyetlerini kurmak ya da genişletmek adına yapmış oldukları silahlı mücadelelerdir. Dinsel terörde kişiler herhangi bir cemaat ya da dini bir topluluğa mensup kişilerden oluşmaktadır. “Din” ve “terör” kavramlarının bir arada telaffuz edilmesi ve gerçekten yapılan eylemlerin niteliği “dinin terörü beslediği” şeklindeki kanaatleri güçlendirse de, bunun “beslemek” ya da “desteklemekten” çok “dinin bir siyaset aracı olarak kullanılması” şeklinde anlaşılması daha doğru olacaktır. Kısaca dinî motifli 
terörün, dinin terörü desteklemesi veya beslemesinden ziyade, bir dine mensup kişi veya grupların yaptıkları zulme meşruiyet kazandırmak için dini kullanmalarının bir sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü genel kabul gören görüş, dinlerin toplumda terör ortamının oluşmasına destek vermekten ziyade birleştiricilik rolü oynadığı görüşüdür. Bunun yanı sıra “din ve onun oluşturduğu kurumlar, insanları birleştirme rolü oynamalarına rağmen bazen ve daha keskin olarak ayrıştırıcı, çatıştırıcı bir işlevle de karşımıza çıkabilmektedir. 

Bu ayrıştırıcı yön, hayatın her yanında kendini hissettirebilir. Ekonomik açıdan, örneğin aynı dine inananların alacakları eşyada dindaşı olan satıcıyı tercih ettiği gözlenmektedir. Komşuluk, arkadaşlık vb. sosyal ilişkilerde de insanların mensup oldukları din ya da dini cemaat belirleyici olmakta, ötekine karşı bir cephe oluşturmaktadır. İçerisinde birden fazla dinin yaşandığı toplumlarda her bir din, kendi mensupları arasında önemli bir kaynaşma aracı olurken, diğer dine, mezhebe ya da dini cemaate mensuplara karşı bir cepheleşmeyi de beraberinde getirmektedir.’’ Dolayısıyla “dinî terör” yerine “dinî motifli terör” demek daha doğru olacaktır. Bu kavramı da “dinin motive ettiği” (religiously motivated) anlamında değil, “dinî görünümlü” (religiously appeared) terör anlamında kullanmaktayız. 

Belki iki anlamı da içermesi amacıyla “dinden beslenmiş gibi görünen terör” şeklinde de kavramlaştırılabilir.” 17 Oluşumun ana amacı insanlar arasındaki 
ilişkileri ötekileştirerek bir “biz ve bizden olmayanlar” şeklinde ayırmaktır. Yapmış oldukları tüm eylemlerin doğruluğunu kökten kabul etmiş olan bu terör örgütleri başkalarının yapmış oldukları eylemleri ise sapkınlık olarak nitelendirmektedirler. 
Kendilerine daha çok gelişmiş ülkeleri hedef olarak alan bu örgütler farklı inanç ve yaşayış tarzlarını kesinlikle reddetmekte ve bu yönde her türlü terör eylemlerini çekinmeden gerçekleştirmektedir. Bu durum batılı devletler tarafından dinî gruplara karşı bir ön yargının oluşmasına sebep olmuş bir durumdadır. Bu konuya en güzel örneği ise 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında, ABD ve diğer Batılı güçlerin bu gruplara karşı almış oldukları önlemler oluşturmaktadır. Ancak böyle bir tutumun tüm dini gruplara karşı sergilenmesi doğru değildir. 

5. Siber Terör: 

Gelişmekte olan teknoloji ile birlikte yeni terör yöntemlerinin - eylemlerinin de buna paralel olarak gelişmekte olduğunu söylemek mümkündür. Terör örgütleri saha çalışmalarından ziyade artık kendi kabuğu içerisinde öncelerine göre bir hayli değişik yöntemlere başvurarak eylemlerini sürdürmeye devam etmektedir. Maddi ve insani güç yönünden daha az masraflı olan bu eylemlere genel olarak siber terör adı verilmektedir. 

 “Siber terörizm, siyasi ve sosyal mercilere ve kişilere gözdağı vermek, baskı oluşturmak maksadıyla resmi birimlerin bilgisayarlarına, network sistemlerine, bilgi ve veri tabanlarına yapılan yasadışı tehdit ve zarar verici saldırılardır. Daha da ötesi, bir saldırının siber terörizm olarak tanımlanması için bireye ya da mala karşı şiddet içermesi gerekmektedir. En azından “korku yaratacak kadar hasara” yol açmalıdır. Siber terör ölümcül olan ya da fiziki hasara yol açan, şiddetli ekonomik kayba neden olan saldırılar olarak örneklenebilir.” 18 

SONUÇ 

Milli ve milletlerarası güvenlik bağlamında terör – terörizm önemli bir sorundur. Terör örgütlerinin en belirgin özelliği şiddettir. Terör örgütleri şiddet yoluyla halk arasında korku ve endişe yayarak hükümetlerin politikalarını etkilemeye çalışırlar. Genel olarak terörist gruplar dünyanın hemen her tarafında farklı amaç ve istekleri doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmektedirler. 

Devletlerin kalkınabilmesi ve terörizm tehdidini ortadan kaldırabilmeleri için; öncelikli olarak terör örgütlerinin insani kaynağını oluşturan gençlerimizi korumak adına ülkedeki öğretim ve eğitim sisteminin iyileştirilmesiyle toplumdaki bilincin artırılması gerekmektedir. Bununla birlikte ülkedeki eşitsizliğin minimize edilmesi yolunda çeşitli önlemler alınmalıdır. 

Biliyoruz ki terör örgütleri propagandalarında genellikle eşitsizliği ön plana çıkartarak buradan kendilerine göre bir malzeme çıkarmayı amaçlamaktadır. 

Eşitsizliğin önlenmesi ise ekonomik istihdamın sağlanmasına bağlıdır. Ekonomik olarak istihdam devletin sanayi yatırımlarının artırılması ve buna bağlı olarak yeni iş sahalarının açılmasıyla mümkün olacaktır. Bu da beraberinde toplumun gelir seviyesini yükseltecek ve yaşam şartlarını artıracaktır. 

Devletlerin ekonomik olarak gelişmesi yabancı sermayenin ülkeye girişi ile sağlanabilir. Yabancı yatırımcı öncelikli olarak yatırım yapmak istediği ülkenin güvenli olup olmamasına bakar. Bu nedenle devlet ülkesinin güvenli ve huzurlu olduğu hissini yatırımcılara hissettirebilmesi gerekmektedir. 

Bunu yaparken de birçok iletişim ve sosyal medya olanağından faydalanılabilir. Tüm bunların yanı sıra devletler terör örgütlerinin açık propaganda malzemesi olabilecek siyasi, sosyal ve hukuksal konular başta olmak üzere mevcut durumlarını iyileştirmelidirler. Bununla beraber insan hakları, demokrasi gibi milletlerarası kabul görmüş değerlere daha yakın düzenlemeler yapılmalıdır. İşte tüm bunların sağlanması terör örgütlerinin işini zora sokacak ve hayat sahalarını daraltacak, faaliyetlerini sonlandırmalarına neden olacaktır. 



KAYNAKÇA 


MAKALELER 

PLANO, Jack C. ve OLTON. Roy, (1988), The International Relations Dictionary, Fourth Edition, Longman, Santa Barbara. 

BAŞEREN, S, (1994-95), “Terörizm: Kavramsal Bir Değerlendirme ve Mücadele”, Avrasya Dosyası, c. 1, no. 4, s. 164-165. 

Türk Ceza Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Tarih: 26 Eylül 2004 

Doğu Ergil, “Uluslararası Terörizm”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, s:143 

BOZDAĞLIOĞLU, E. Yasemin Uyar (2008). “Türkiye’de İşsizliğin Özellikleri ve İşsizlikle 
Mücadele Politikaları”, Sosyal Bilimler Dergisi, S.20, s.48-49. 

Ahmet Hamdi Topal, Uluslararası Hukukta Devlet Destekli Terörizme Karşı Kuvvet kullanma 
Yetkisi, TC Ankara Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, Ankara, 2004,s: 45 

Ahmet Hamdi Topal, agm, s: 68 

Mesut Hakkı Çaşın “Uluslararası Terörizm” Nobel Yayınları s: 554 

Sertaç Hami BAŞEREN: “ Terörizmin Ulaştığı Boyutlar, Bu Durumun Türkiye’nin Güvenliğine 
Etkileri ve Alınabilecek Tedbirler” ,s:12-15; Bekir ÇINAR Devlet Güvenliği, İstihbarat Ve 
Terör .(Ankara:Sam Yayınları,1997),s:245 

“DİNÎ MOTİFLİ TERÖR” KAVRAMI AYDIN, Ahmet Hamdi-TÜRKOĞLU, Mehmet Emin/ TÜRKİYE s: 164 

INTERNET 

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN TERÖRLE MÜCADELESİ TERÖRLE MÜCADELE EYLEM 
PLANI/ BM Enformasyon Merkezi/ ANKARA http://www.unicankara.org.tr/tr/birlesmis-
milletlerin-terorle-mucadelesi-terorle-mucadele-eylem-plani/ 

Terörün Amaçlarıı/ Terör Örgütleri.com /http://www.terororgutleri.com/terorun-amaclari/ 
Dünya Gazetesi/ 
http://www.dunya.com/dunya/global-ekonomi/62-kisi-dunyanin-yarisindan-
zengin-287649h.htm 

T.C Maliye Bakanlığı MALİ SUÇLARI ARAŞTIRMA KURULU/Terörün Finansal Kaynakları 

/http://www.masak.gov.tr/tr/content/terorun-finans-kaynaklari/72 

Türk Ceza Kanunu'nun 79'ncu maddesi/ https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5237.html 

BBC TÜRKÇE HABER / http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160222_sipri_rapor 

Doğu Ergil, “Uluslararası Terörizm”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/457/5195.pdf 

SİBER TERÖRİZM/ TASAM Genel Müdürü Atilla SANDIKLI ve Uzman Yardımcısı Gökhan YİVCİGER / 
http://www.tasam.org/files/pdf/raporlar/siber_teror__639c0ad9-f639-4c64-9220-3bbc07f81993.pdf 


DİPNOTLAR;

1 PLANO, Jack C. ve OLTON. Roy, (1988), The International Relations Dictionary, Fourth Edition, Longman, Santa Barbara. 
2 BAŞEREN, S, (1994-95), “Terörizm: Kavramsal Bir Değerlendirme ve Mücadele”, Avrasya Dosyası, c. 1, no. 4, s. 164-165. 
3 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN TERÖRLE MÜCADELESİ TERÖRLE MÜCADELE EYLEM PLANI/ BM 
   Enformasyon Merkezi/ ANKARA http://www.unicankara.org.tr/tr/birlesmis-milletlerin-terorle-mucadelesi-terorle-mucadele-eylem-plani/ 
4 Türk Ceza Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Tarih: 26 Eylül 2004 
5 Terörün Amaçları/Terör Örgütleri.com/http://www.terororgutleri.com/terorun-amaclari/ 
6 Doğu Ergil, “Uluslararası Terörizm”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, s:143. 
7 BOZDAĞLIOĞLU, E. Yasemin Uyar (2008). “Türkiye’de İşsizliğin Özellikleri ve İşsizlikle Mücadele Politikaları”, Sosyal Bilimler Dergisi, S.20, s.48-49. 
8 Dünya Gazetesi/ http://www.dunya.com/dunya/global-ekonomi/62-kisi-dunyanin-yarisindan-zengin-287649h.htm 
9 T.C Maliye Bakanlığı MALİ SUÇLARI ARAŞTIRMA KURULU/Terörün Finansal Kaynakları 
/http://www.masak.gov.tr/tr/content/terorun-finans-kaynaklari/72 
10 Türk Ceza Kanunu'nun 79'ncu maddesi/ https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5237.html 
11 BBC TÜRKÇE HABER / http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160222_sipri_rapor 
12 Ahmet Hamdi Topal, Uluslararası Hukukta Devlet Destekli Terörizme Karşı Kuvvet kullanma Yetkisi, TC Ankara Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, Ankara, 2004,s: 45 
13 Ahmet Hamdi Topal, agm, s: 68 
14 Doğu Ergil, “Uluslararası Terörizm”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/457/5195.pdf 
15 Mesut Hakkı Çaşın “Uluslararası Terörizm” Nobel Yayınları s: 554 
16 Sertaç Hami BAŞEREN: “ Terörizmin Ulaştığı Boyutlar, Bu Durumun Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri ve Alınabilecek Tedbirler” ,s:12-15; Bekir ÇINAR Devlet Güvenliği, İstihbarat Ve Terör .(Ankara:Sam Yayınları,1997),s:245 
17 “ DİNÎ MOTİFLİ TERÖR” KAVRAMI AYDIN, Ahmet Hamdi-TÜRKOĞLU, Mehmet Emin/ TÜRKİYE s: 164 
18 SİBER TERÖRİZM/ TASAM Genel Müdürü Atilla SANDIKLI ve Uzman Yardımcısı Gökhan YİVCİGER / 
http://www.tasam.org/files/pdf/raporlar/siber_teror__639c0ad9-f639-4c64-9220-3bbc07f81993.pdf 



http://docplayer.biz.tr/34946766-Terorizm-tanim-sorunu.html


***

SİBER TERÖRİZM

SİBER TERÖRİZM



1. SİBER TERÖRİZMİN TEHDİT POTANSİYELİ,  Naki  SARIKAVAK
2. SİBER TERÖRİZMİN TANIMI, Naki  SARIKAVAK
3. TERÖRİST ÖRGÜTLER İÇİN SİBER TERÖRİZMİN ÇEKİCİLİĞİ, 
     Naki  SARIKAVAK
4. SİBER TERÖRİZME KARŞI ARTAN HASSASİYET, Naki  SARIKAVAK
5. SİBER TERÖR TEHDİDİNİN BÜYÜKLÜĞÜ, Naki  SARIKAVAK
6. SİBER TERÖRİZMİN BUGÜNÜ VE YARINI, Naki  SARIKAVAK



Siber Terörizm Raporu,
Naki  SARIKAVAK


SUNUŞ

Siber terörizmin tehdit potansiyeli her geçen gün biraz daha artmaktadır. Birçok güvenlik uzmanı ve politikacı, siber terörizmin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde devletin sivil, askeri, finansal ve hizmet sektörlerindeki teknolojik altyapılarına ve özel bilgisayar sistemlerine saldırı ihtimalinin olduğunu açıklamıştır. 
Bu potansiyel tehdit had safhadadır fakat ortaya atılan bütün karanlık kehanetlere rağmen kayıtlara geçmiş gerçek anlamda bir siber terörizm örneği bulunmamaktadır. 
Bu durum şu soruyu akla getirmektedir: “Bu tehdit ne kadar gerçek?” 

Modern Dönemlerin en büyük iki korkusu “ SİBER TERÖRİZM ” adı altında birleşmiştir. Teknolojik araçlardan ve modern alışkanlıklar dan mağduriyet korkusu, bilgisayar teknolojilerine olan güvensizlik ve endişe ile birleşerek bir siber terörizm korkusu yaratmıştır. 

11 Eylül saldırılarından önce yaşanan birkaç olay Amerikan ordusunda ve enerji sektöründeki bilgisayar teknolojilerinin zaaflarını ortaya çıkarmıştır. Bu zaaflar askeri sistemlere bir güvensizlik yaratmıştır. 11 Eylül saldırılarından sonra siyasi, ticari ve güvenlik çevrelerinden gelen uyarılar, terör ve güvenlik söylemleri siber terörizmin yakın gelecekteki belirgin tehlikesini ön plana çıkarmaktadır. 
Siber terörizm, hiç kuşkusuz sinsiliği, kitlesel anlanda hasar verebilme potansiyeli, psikolojik etkisi ve medyatik cazibesiyle modern teröristler tarafından ilgi görmektedir. 

Ancak yine de siber korku çok fazla abartılmaktadır. Teröristler tarafından ulusal altyapıların kritik birimlerine, siber terörizm adını hak edecek derecede, bilinçli ve organize biçimde gerçekleştirilen bir siber saldırı mevcut değildir. 

Nükleer silahlar, hassas askeri sistemler ve dünyanın önde gelen ulusal teşkilatlarının bilgisayar sistemleri oldukça iyi korunmaktadır. Bu sistemlere dışarıdan erişmek çok zordur. 
Bununla birlikte özel sektördeki sistemler daha az güvenli ve muhtemel tehlikelere karşı daha hassastır. 
Siber terörizm potansiyelinin abartıldığı düşünülebilir. Ancak böyle bir tehdidi inkar etmek ya da görmezlikten gelmek yanlıştır. Terörle mücadelede elde edilen başarı teröristleri siber terörizm gibi olağandışı yöntemlere yöneltebilir. 
Türkiye gelişmiş ülkeler kadar olmasa da siber terörizm tehdidini göz ardı edemez. 
Çünkü teknolojik sistemlerde güvenlik açığı oldukça fazladır. İç ve dış terörist unsurların hedefleri arasında yer alan Türkiye'nin resmi ve özel kuruluşlarının teknolojik altyapıları daha güvenli hale getirilmezse, siber terörizm tehdidi her geçen gün daha da artacaktır. 

Bu rapor, TASAM Genel Müdürü Atilla SANDIKLI ve Uzman Yardımcısı Gökhan YİVCİGER tarafından, United States Institude of Peace (USIP)’in Mayıs 2004 tarihinde yayınladığı “Syberterrorism, How is the Real Threat” adlı çalışmadan faydalanılarak hazırlamıştır. 
Siber Terörizm Raporu’nun devletimize ve milletimize faydalı olması dileğiyle hürmetlerimi sunarım. 

Saygılarımla,

Süleyman ŞENSOY
TASAM Başkanı 
www.tasam.org 
Halıcılar Cad. No:100 Fatih - İstanbul 
• Tel: +90212 532 60 66-635 61 51 
• Faks: +90212 532 58 82 


GİRİŞ

Siber terörizm tehdidi, dünya çapında medyanın, güvenlik çevrelerinin ve bilgi teknolojisi uzmanlarının ilgisini çekmektedir. Bazı gazeteciler, politikacılar ve uzmanlar siber teröristlerin bilgisayar altyapılarına müdahale ederek barajlardan trafik sistemlerine kadar bir çok altyapıya zarar verebileceklerini ileri sürmektedirler. Bunun sonucu olarak, siber terörizmin milyonların yaşamını engelleyebileceği ve küresel güvenliği tehdit edebileceği yönündeki senaryolar oldukça popüler hale gelmektedir. Fakat bütün bu karanlık kehanetlere rağmen bugüne kadar resmi kayıtlara geçmiş tek bir siber terörizm örneği bulunmamaktadır. 

Siber terörizmin ortaya çıkardığı bu tehdit ne kadar gerçek? Gelişmiş toplumlar, hayati öneme sahip altyapıları bilgisayar ağlarına çok fazla bağımlı olduğu için kaçınılmaz olarak siber terörizmden korkmaktadır. Teknoloji ihtiyacını çoğunlukla gelişmiş endüstrilerden karşılayan Türkiye'nin de gün geçtikçe bilgisayar altyapılarına bağımlılığı artmaktadır. 
Bugüne kadar Türkiye'deki bilgisayar sistemlerine zarar vermiş saldırılar, heckırların dünya çapına yaydığı bilgisayar virüslerinden ibaret olsa da, siber terörizm potansiyeli gelecekte endişe verici boyutlara ulaşabilir. 

Hekırlar terörist amaçlarla motive olmasalar da, tek başlarına özel bilgisayarlara, kamu ve özel sektör bilgi sistemlerine ulaşarak zarar verebilmektedirler. Teröristler de teorik olarak, hekırların yöntemlerini takip ederek resmi birimlerin ya da bireylerin bilgisayar sistemlerine zarar verebilirler; askeri, finansal ve servis sektörlerini kullanılamaz hale getirebilirler. 
Bilgi teknolojilerine giderek artan bağımlılık beraberinde yeni zafiyet alanları ortaya çıkarmıştır. Böyle bir durum teröristlere ulusal güvenlik ve hava kontrol sistemleri gibi hedeflere yönelme fırsatı vermektedir. Özellikle vurgulamak gerekirse, “ Bir ülke teknolojik olarak ne kadar gelişmiş ise altyapı sistemlerine yapılacak siber saldırılara karşı hassasiyet de o kadar artar ”. 
Siber terörizmin potansiyel tehlikeleri karşısında duyulan endişeler yerindedir. 
Ancak bu durum, özellikle uluslararası medyanın çok fazla ön plana çıkardığı telaşın mantıklı ve makul olduğu anlamına gelmemelidir. Medyada sıkça yer alan bu korkular gerçekçi değildir ve fazla abartılmaktadır. Buna ek olarak, siber teröristlerin potansiyel zararları ile gerçek zararları arasındaki ayrım göz ardı edilmektedir. Bazı hekırların yapmakta olduğu saldırılar çoğunlukla siber terörist saldırılarla karıştırılmaktadır. 
Bu rapor, siber terörizm tehdidinin bugünkü ve gelecekteki durumunu, Türkiye’deki resmi ve özel kuruluşların teknolojik altyapılarına potansiyel etkilerini değerlendirmekte ve incelemektedir. Rapor, siber terörizmin neden çok fazla insanın dikkatini çektiğini, hangi durumların “ SİBER TERÖRİZM ” tanımlamasına uygun olduğunu ve gelişmiş ülkelerin siber saldırılara karşı hassasiyetini açıklamaktadır. Türkiye’deki potansiyel tehdidin değerlendirmesini yaparak, kanıtlarını sunmaktadır. Konuyla ilgili daha önce yapılmış çeşitli 
çalışmaların ve yayınların yaratmış olduğu korkuların ve endişelerin yerinde olup olmadığı incelenmektedir. Sonuç bölümünde ise, gelecekte Türkiye’nin siber terörizmin hedefi olma durumu ve gerçek tehlikelere karşı nasıl tedbir alması gerektiği anlatılmakta ve abartılmışkorkuların etkisinde kalmamak için uyarılarda bulunulmaktadır. 

SİBER TERÖRİZMİN TEHDİT POTANSİYELİ

Siber terörizm söylemi, 1990'ların başında, internet teknolojilerinin hızla büyümeye başladığı, “bilgi toplumu” tartışmalarının yapıldığı, teknoloji ve bilgisayar ağına fazlaca bağımlı olan ABD'nin karşılaşabileceği riskleri inceleyen çalışmaların arttığı dönemde başlamıştır. ABD Ulusal Bilim Akademisi'nin 1990'ların başında yayınladığı rapor bilgisayar güvenliği üzerine şu yorumu yapmaktadır:
 _ “Risk altındayız. ABD’nin bilgisayarlara bağımlılığı giderek artmaktadır… 
Yarının teröristi bir klavye ile bir bombanın yaratacağı zarardan 
daha fazlasını yaratabilir.” Ayrıca, bu yorumda “ Elektronik Pearl Harbor ” prototip terimi kullanılmış ve Amerika'nın tarihsel travması ile bilgisayar saldırıları arasında paralellik kurulmuştur. Bir teknoloji devi olan ABD’nin bu endişeleri zaman içinde diğer gelişmiş ülkelere de sıçramıştır. Teknoloji bağımlılığı artan ve bilgisayar güvenlik önlemlerine yeterince önem vermeyen Türkiye'nin de yakın gelecekte bu endişelere kapılması muhtemeldir. 

11 Eylül saldırılarından sonra terörizm ve güvenlik söylemleri, siber terörizm tehdidi 
endişelerini arttırmıştır. Bu anlaşılabilir bir durumdu. Dünya çapında daha da korkunç saldırılar beklenmekteydi. Terörist örgütler büyük çaplı zararlar vermek için siber terörizmi 
kullanabilirlerdi. 

Uzman politik, ekonomik ve psikolojik birimler bir araya gelerek siber terörizm tehdidini araştırmaktadır. Psikolojik perspektife göre modern dönemlerin en büyük iki korkusu “siber terörizm” adı altında birleşmiştir. Modern araçlardan ve alışkanlıklardan kaynaklanan mağduriyet korkusu, bilgisayar teknolojilerine olan güvensizlik ve endişe ile birleşerek siber terörizm korkusunu yaratıştır. Bilinmeyen bir tehdidin bilinenden daha korkutucu olduğu açıktır. Buna rağmen siber terörizm doğrudan bir Şiddet tehdidi sunmamaktadır; fakat tedirgin toplumlara yapacağı  psikolojik darbe, terörist bir bombanın etkisi kadar zarar verici olabilir. 
Daha da ötesi siber saldırılara karşı mücadele çalışmaları, en büyük ve gerçek tehdidin bilinmezlikten, bilgi eksikliğinden ve daha da kötüsü yanlış bilgilerden kaynaklandığını ortaya çıkarmıştır. 

Siber terörizme odaklanmanın bir de politik boyutu vardı. Siber terörizm ile ilgili güvenlik tartışmaları her zaman için siyasi aktörlerin ilgisini çekmiş ve indirgemeci bir yaklaşımla Değerlendirilmiş tir. Bu açıdan bakıldığında siber terörizm zaman zaman küresel siyasetin ve “güç” unsurunun önemli bir parçası haline getirilmiştir. 

Örneğin, ABD'de Pentagon'a yakınlığıyla bilinen Potomac Enstitüsü'nde terörizm 
araştırmacısı olarak çalışan Yonah Alexander, Aralık 2001'de bir “Irak Ağı”nın varlığını duyurmuştu. Yüzün üzerinde web sitesini içeren bu ağ Irak tarafından 1990'ların başında dünyanın bir çok bölgesinde etkin hale getirilmişti. Bu ağ bir çok servisin bilgisayar sistemlerine saldırarak onları erişilemez, kullanılamaz ya da onarılamaz hale getirmekteydi. 
DoS (Denial of Service) saldırıları da denilen bu girişimAmerikan Şirketlerini hedef almaktaydı. Yonah Alexander’ın iddiasına göre Saddam Hüseyin elindeki bu siber silahı kullanmaktan çekinmez di; ancak ne zaman kullanacağı belirsizdi. Böyle bir silah karşısında da ABD ilk hedeflerden birisi olacaktı. 
Daha sonradan bu yazarın maksadının, “siber terörizme vurgu yaparak, Irak'a karşı saldırgan bir tutum izleyen Amerikan politikalarını desteklemek olduğu” görüldü. Bugüne kadar “Irak Ağı ”nın varlığına ilişkin tek bir kanıt bulunamamıştır. 

    Siber terörizm, bu örnekte uluslararası siyasete meşruluk zemini yaratma çabalarının bir parçası olarak kullanılmıştır. 
Siber terörizmle mücadele fazlaca politize edilebilir bir konu olman›n yanında ekonomik getirisi de oldukça fazladır. Başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş devletin teknoloji endüstrileri siber terörizmle mücadele etmek için alarma geçmiştir. Düşünce kuruluşları kapsamlı projeler tasarlamakta, raporlar hazırlamaktadır. Özel Şirketler telaş içinde güvenlik danışmanlık birimleri oluşturmakta, özel ve kamusal hedefleri korumak adına yeni güvenlik yazılımları geliştirilmektedir. 11 Eylül saldırılarının ardından Amerika Federal Hükümeti altyapı güvenliği için 4,5 milyar dolar talep etmiştir ve FBI binden fazla “siber müfettişiyle” kontrol sağlamaya çalışmaktadır. 
Bu hususta Türkiye'de fazla bir hareketlilik yaşanmamaktadır. Sadece telekomünikasyon endüstrisi ve bazı özel şirketler kendi güvenlikleri için önlemler almaktadır. 

Bu nedenle, kamusal hizmet sektöründe elektrik güç üniteleri başta olmak üzere, bazı kritik altyapılar tehlikelere hassas durumdadır. 
  11 Eylül saldırılarından önce George W. Bush yakın gelecekte siber teröristlerin ABD'ye muhtemel saldırıları konusuna dikkat çekmeye çalışmıştır. Başkan adayı olarak yapmış olduğu uyarıda Amerikan ordusunun birçok tehdit tarafından kuşatılmış olduğunu vurgulamıştır. Kitle imha silahlarının yayılması, füze teknolojilerinin gelişmesi ve siber terörizmin yükselişi bu tehditler arasındadır. Bu şekilde yapılan açıklamaların, politik açıdan meşruluk zemini yaratma çabası olduğu vurgulanabilir. 

11 Eylül sonrasında George W. Bush Beyaz Saray'da Siber Güvenlik Dairesi’ni oluşturmuş ve başına da terörle mücadele eski koordinatörü Richard Clarke' ı atamıştır. 

İç Güvenlik Departmanı  Direktörü Tom Ridge'in Nisan 2003'te yapmış olduğu uyarı, “Teröristler ağ bağlantılı bilgisayarların başında oturarak dünya çapında bir hasara yol açabilirler, büyük bir ekonomik sektörün güç şalterini kapamaları için bomba ya da patlayıcılara ihtiyaçları yok” şeklindeydi. Bu mesaj ABD içinde büyük etki yarattı. Örneğin, 11 Eylül saldırılarının ikinci yıl dönümde, “Ulusal şehirler Birliği” (National League of Cities) adlı kurum tarafından 725 şehir üzerinde yapılan incelemede, yerel yetkilileri biyolojik ve kimyasal saldırılardan sonra en çok endişelendiren tehdidin siber terörizm olduğu anlaşılmıştır. 
Amerikan medyası bu konuyu ağız birliği eder biçimde, felaket senaryoları üreterek manşetlerine taşımıştır. Washington Post'un Haziran 2003'teki manşetinde olduğu gibi: 

“El Kaide tarafından gerçekleştirilen siber saldırılar korku yarattı. Uzmanlar uyarıyor! 

Teröristler internet yoluyla kan dökmenin eşiğindeler”. Medyanın bu korkuyu popüler hale getirmesiyle, roman ve senaryo yazarları da bu dramatik potansiyelin farkına varmıştır. 

1995 yapımı bir James Bond serisi olan Golden Eye ve 2002 yapımı Code Hunter adlı Hollywood filmleri ile Tom Clancy ve Steve R. Pieczenik'e ait Netforce adlı roman siber terörizm senaryolarını geniş kitlelere ulaştırmışlardır. Medya, hekırların resmi web sayfalarına yapmış olduğu saldırıları, yarattığı bilgisayar virüslerini, özel şirketlerin gizli bilgilerine ulaşmalarını sıklıkla siber terörizm örneği olarak duyurmuştur. Türk medyası ise siber terörizm malzemesiyle yerel bazda bir sansasyon yaratma girişiminde henüz bulunmamıştır, çünkü toplumda henüz fazlaca bir tehlike endişesi bulunmamaktadır. 

SİBER TERÖRİZMİN TANIMI 

Özellikle Amerikan kaynaklı küresel medyayı incelediğimizde siber terörizm teriminin çoğunlukla yanlış yerde kullanıldığını görmekteyiz. 
Siber terörizmin tehlike potansiyelini anlayabilmemiz için öncelikle bu terimi doğru bir şekilde tanımlamamız gerekmekte dir. 
“Siber Terörizm”in net ve tutarlı biçimde anlaşılmasına engel olan yanlış fikirlerin altını öncelikle çizmekte fayda vardır. İlk olarak yukarıda da bahsedildiği üzere siber terörizm tartışmaları kitlesel medya tarafından yönlendirilmektedir. Yazarlar yeni kavramları tutarlı ve mantıklı biçimde tanımlamak yerine sansasyon peşinde koşmaktadırlar. 
İkinci olarak, bilgisayar sistemleri üzerine yapılan tartışmaların yepyeni kavramlar, terimler doğurması çok moda olmuştur. Bir başka sözcüğün önüne “siber”, “computer” veya “bilgi” sözcüklerini getirerek yeni bir kelime yaratılmaktadır. Siber suç, bilgi savaşı, ağ savaşı, siber terörizm, siber bunalım, dijital terörizm, siber taktik, bilgisayar savaşları ve siber saldırı gibi kavramlar bazı askeri ve siyasi stratejistlerin de tanımladığı gibi küresel medya tarafından çağımızın “yeni terörizm”i olarak tanımlanmaktadır. 
Bir çok bilim adamı tarafından siber terörizm hakkında yapılan açıklamalar konuya açıklık kazandırmıştır. En dikkate değer açıklama, Amerikalı bilgisayar bilimi profesörü Dorothy Denning’in makalelerinde yer almıştır. 
Siber terörizm, siber boşluk ve terörizmin bileşimidir. Siber terörizm, siyasi ve sosyal mercilere ve kişilere gözdağı vermek, baskı oluşturmak maksadıyla resmi birimlerin bilgisayarlarına, network sistemlerine, bilgi ve veri tabanlarına yapılan yasadışı tehdit ve zarar verici saldırılardır. Daha da ötesi, bir saldırının siber terörizm olarak tanımlanması için bireye ya da mala karşı şiddet içermesi gerekmektedir. En azından “korku yaratacak kadar hasara” yol açmalıdır. Siber terör ölümcül olan ya da fiziki hasara yol açan, şiddetli ekonomik kayba neden olan saldırılar olarak örneklenebilir. Kritik altyapı odaklarına yapılan ciddi saldırılar yarattığı etkiye göre siber terörizm olarak tanımlanabilir. Önemli olmayan servislere verilen rahatsızlıklar siber terörizm olarak tanımlanamaz. 

“Siber terörizm” ile “hekırlık” arasındaki farkın anlaşılması son derece önemlidir. Kişisel ya da kurumsal bilgisayar sistemlerine zarar veren, kayıtlı bilgileri yok eden hekır saldırıları, siber terörizmde olduğu gibi politik maksatlarla motive olmamaktadır. Protesto amacı taşımazlar, öldürmek ya da yaralamak gibi amaçları yoktur. Ancak, hekırlık siber terörizmin tehlike potansiyeli hakkında ipucu vermektedir. Teröristlerin, hekırların kullandığı metotlara benzer metotlar kullanarak büyük hasara yol açabileceklerini göstermektedir. 

TERÖRİST ÖRGÜTLER İÇİN SİBER TERÖRİZMİN ÇEKİCİLİĞİ 

Terörist örgütler için siber terörizm birkaç nedenden dolay› çekici olabilir. 
Öncelikle geleneksel anlamdaki terörist metotlardan daha az maliyetlidir. Terörist örgütün ihtiyacı olan tek şey ağ bağlantılı bir kişisel bilgisayardır. Silah ya da patlayıcı temin etmek zorunda değildirler. Bunun yerine yarattıkları bilgisayar virüslerini telefon hatları veya kablo bağlantıları aracılığıyla yayabilirler. 
İkinci olarak teröristler örgütler, siber terörizm aracılığıyla saldırgan kimliklerini bilinen anlamdaki terörizm metotlarına kıyasla daha iyi gizleyebilmektedirler. Diğer bütün internet gezginleri gibi teröristler de kendisine bir takma ad vererek güvenlik birimlerinin ve polis teşkilatlarının kimliklerine ulaşmasını engelleyebilmektedirler. Böylesine bir siber boşlukta saldırganı sınırlayacak fiziki bariyerler, kontrol noktaları, sınır kapıları ya da gümrükler bulunmamaktadır. 
Üçüncü olarak hedef seçilebilecek noktaların sayısı oldukça fazladır. Siber teröristler, hükümetler, silahlı kuvvetler ile diğer güvenlik ve istihbarat örgütleri, kamu hizmeti yapan kuruluşlar, özel hava yolları, bireyler ve bilgisayar ağları gibi hedeflere yönelebilirler. 
Teröristlerin bu kadar çok potansiyel hedef arasında zayıf ve savunmasız bir nokta bulma olasılığı fazladır. Yapılan bazı çalışmalara göre elektrik şebekelerinin kritik altyapı sistemleri çok karmaşıktır, savunulmaları ve bütün zaaflarının giderilmesi olanaksızdır. Bu nedenle de siber saldırılara çok açıktırlar. 
Siber terörizmin bir başka çekiciliği de uzaktan kumanda edilebilir olmasıdır. Siber terörizm fiziksel bir eğitim gerektirmez, ölüm riski yoktur, psikolojik açıdan zorlayıcı değildir. 
Bu özellikleri sebebiyle terörist örgütler için yeni üyeler kazanmak kolaydır. 
Son olarak, I LOVE YOU virüsü ortaya çıkıp, küresel baz da yayıldığında anlaşıldı ki; Siber terörizm bilinen anlamda terörist metotlarından çok daha fazla insana zarar verebilmekte ve bir teröristin istediği gibi medyayı fazlasıyla etki altına alabilmektedir. 

SİBER TERÖRİZME KARŞI ARTAN HASSASİYET 

   ABD'nin Ulusal Güvenlik Ajans› (NSA), 1997 yılında “Eligible Receiver” kod adlı bir tatbikat yaptı. Tatbikat kapsamında bilgisayar hekırların dan meydana gelen otuz beş adet 
“kırmızı takım” oluşturdu. Tatbikatın sonucu dehşet vericiydi. Hekırlar dan belirli kurallar çerçevesinde Amerikan ulusal güvenlik sistemlerini karıştırmaları istendi ve ilk hedef olarak da Hawaii'deki Pasifik Komutanlığı gösterildi. Takım üyelerinin sadece bilgisayar yazılımlarını ve internetten kolayca elde edilebilen hekır araçlarını kullanmalarına izin verildi. Tatbikatın sonucu gösterdi ki; “Kırmızı Takım” internet üzerinde herkese açık olan hekır araçlarını kullanarak Pasifik bölgesindeki bütün Amerikan askeri kontrol ve komuta sistemlerine zarar verebilirdi. Askeri açıdan tek başına böyle bir olasılık bile korku vericiydi. 
    
   Ancak, siber terörizm tatbikatın sonuçları, daha fazla hassasiyetin oldu¤unu gösterdi. Aynı yöntem ve teknikler kullanılarak telekomünikasyon sistemleri, elektrik güç üniteleri gibi özel sektör altyapı sistemlerinin çökertilebileceği de ortaya çıktı. 

Dan Verton tarafından 2003 yılında kaleme alınan, “Black Ice: The Invisible Threat of Cyber-Terror” adlı kitapta enerji sektörlerindeki bu büyük hassasiyet detaylı bir biçimde 
işlendi. Verton'un görüşüne göre; ABD'ye karşı yapılacak siber terör saldırılarında Amerikan enerji sektörünün, ilk düşen domino taşı olma ihtimali yüksektir. Kitap bu tarz bir saldırının 
boyutları ve etkilerinin bilinen anlamdaki fiziksel terörist saldırıların etkilerinden çok daha fazla olabileceğini vurgulamakta dır. Verton'un iddiasına göre orta büyüklükte bir şirket bir yılda bir milyon civarında siber tacize maruz kalmaktadır. 
Bu sayı sadece ciddiye alınan ve sistemlere zarar veren tacizlerin sayısıdır. Amerikalı bir araştırma kuruluşunun yaptığı incelemeye göre; 11 Eylül saldırılarını takip eden alt› ay içinde enerji endüstrisinde yer alan şirketlerin siber tacizlere diğer endüstrilere oranla iki kat fazla maruz kaldığı ortaya Çıkmıştır. Bütün siber tacizlerin içinde acil müdahale gerektirenlerin oranı ortalama olarak yüzde 12.5'tir. 
İnternet altyapılarının güvenlik sistemlerindeki açıklar sürekli olarak tespit edilmektedir. 

Siber güvenlik konusunda dünya lideri olan Symantec firmasının görüşüne göre; ABD genelinde internet altyapılarındaki açıklar, 2002 yılında bir önceki y›la k›yasla yüzde seksen oranında artış göstermiştir. Ancak yine de tam anlamıyla siber terörizm tanımlamasına uygun bir saldırı kayıtlara geçmemiştir. Bunun nedeni, teröristlerin böyle bir boşluktan ve zayıflıktan yararlanabilecek kadar “beceriye erişememiş olması” ile bu amaçlara yardımcı olabilecek kapasitedeki hekırlar ın ve virüs yazıcılarının terörist eylemlere sempatik bakmamasıdır. 
    Bu iki grup ortak noktada buluşurlarsa sonuç çok yıkıcı olabilir. Bir başka endişe ise, yazılım sistemleri üreten firmaların veya kişilerin bunu terörist amaçla tasarlayıp resmi yönetim birimlerine kurmaları ihtimalidir. Böyle bir endişe, Mart 2000’de önemli bir olayla gerçeğe dönüşmüştür. Japonya Metropol Polis Departmanı için 150 polis aracını merkezden takibe alabilen bir yazılım, 1995 yılında Tokyo metrosuna gaz bombası atan ve on iki kişinin ölümüyle, altı binden fazla kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan saldırıyı gerçekleştiren Aum Shinryko adlı bir grup tarafından tasarlanmıştır. Bu durum ortaya çıktığında, grubun 115 polis aracının takibiyle ilgili bilgileri elinde bulundurduğu tespit edildi. Daha da ötesi, en az seksen adet Japon firmasına ve on kadar hükümet birimine yazılım sistemi tasarlamışlardı. Grup başka yazılım firmalarının kritik kademelerinde örgütlenerek izlerini gizleyebilmiş ve bu yöntemle bir çok özel ya da resmi birim için “Truva atları” hazırlayabilmiş di. 
Bu konuda alınması gereken önlemler hakkında bir değerlendirme yapıldığında, dışarıdan yazılım ve donanım desteği alan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin güvenlik önlemleri örnek olarak gösterilebilir. Üniversitelerden, çeşitli ihtisas kurumların dan alınan destek çalışmaları TSK'nın bilgi işlem uzmanları denetiminde gerçekleştirilmekte dir. Dolayısıyla herhangi bir casus sistemin yerleştirilmesi engellenmektedir. TSK şimdilerde uzman mühendislerinden oluşan birimleriyle çoğu yazılımlarını kendisi geliştirmektedir ve şu an için güvenlik endişesi taşımamaktadır. Ancak teknik altyapı güvenliği, donanım özelliklerinden başlayarak değerlendirilmesi gereken bir konudur. Son kullanıcıya yönelik yazılımlar kadar kullanılan işletim sistemi ve bu sistemin üzerinde çalıştığı fiziksel altyapı özellikleri de ciddi tehdit unsurları içeren hassasiyetlere sahip olabilir. Bu tür hassasiyetler son kullanıcıya yönelik yazılımlar dan daha büyük riskler içerir.

    11 Eylül saldırılarından sonra, ABD kökenli Ticari Yazılım Birliği'nin (Business Software Alliance) 395 bilgi teknolojisi profesyoneliyle yaptığı görüşmeler sonucunda Amerikan hükümetinin siber saldırılara karşı güvenlik sağlamakta yetersiz kaldığı anlaşılmıştır. 

Uzmanların yüzde 49'u bu tarz bir saldırının çok yakın olduğu görüşündedir. Yüzde 55'i ise 11 Eylül saldırılarından sonra siber saldırı tehdidinin oldukça arttığını söylemiştir. Yüzde 59'una göre; firmalarının bilgisayar ve internet güvenliğini bireysel olarak sağlayanlar, özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında çok büyük risk altındadırlar. Yüzde 72'sine göre ise devletin aldığı güvenlik önlemleriyle siber saldırı riski arasında büyük boşluk bulunmaktadır. 
Yüzde 84'ü hükümetin bilgisayar güvenlik sistemleri için daha fazla kaynak ayırması gerektiği görüşündedir. Öncelikli hedefler arasında Wall Street gibi ulusal finans kurumlarının, büyük ulusal bankaların olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 74 civarındadır. Komünikasyon ağı, trafik kontrol sistemleri, baraj kontrol sistemleri ve elektrik güç üniteleri gibi hedeflere öncelikle yöne bileceğini iddia edenlerin oranı ise yüzde 66 civarındadır. 

31 Ocak 2004 tarihli Washington Post gazetesinde yer alan bir araştırma uzmanların yukarıdaki kuşkularını doğrular nitelikte dir. Amerikan Hükümetine bağlı teknolojik reformlar alt komitesi yönetimindeki araştırma, federal birimlerdeki bilgisayar güvenlik sistemlerini inceleyerek not vermiştir. 
Not verme sistemi basitçe, kurumların çalışanlarını güvenlik konusunda ne kadar eğittiğine ve özel bilgilere ulaşımın sınırlandırılması esasına dayandırılmıştır. Araştırma sonunda çoğu federal birim çok düşük notlar almıştır. Yirmi dört federal birim içinde en düşük notu alan İç Güvenlik Departmanı (Departmant of Homeland Security) olmuştur. 
Yine düşük not alan bir başka birim ise Adalet Departman› (Justice Departmant) olmuştur. 
Yapılan bu tarz çalışmalar medyanın da ilgisini çekmiş ve halkta siber terörizm korkusunu ateşlemiştir. ABD’de bin kişiye yönelik olarak yapılan bir araştırmada neredeyse yarısının siber terörizm endişesi yaşadığı tespit edilmiştir. Araştırma 2003 Ağustos ayının başında, yeni virüslerin dünya geneline yayılıp birçok bilgisayara zarar vermesinden önce gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte, virüs saldırıları “Siber Terör” tanımının tam olarak içinde yer almamaktadır. Gayet tabi ki virüsler herhangi bir siber terör saldırısında araç olarak kullanılabilirler. Ancak kesin hedefli, sistematik bir terörist saldırı aracı olarak virüs 
yazılımı, özel amaçla hazırlanmış bir silah olarak düşünülmeli dir. 
Bu açıdan bilişim toplumunun genelinde etkili olan, her gün bir yenisini duyduğumuz virüsler bu kapsamın dışında düşünülmeli dir. Bu tip virüsler daha çok propaganda aracı olarak bilgi kirliliği yaratmak veya genel bilgi iletişimini aksatmak için kullanılabilirler. 

SİBER TERÖR TEHDİDİNİN BÜYÜKLÜĞÜ 

Siber terörizm konusunda endişe yaratan bütün bu çalışmalar ve istatistikler içinde en önemli olanı, bugüne kadar her hangi bir siber terörizm vakasının kayıtlara geçmemiş olmasıdır. Kamu kuruluşlarına, ulaşım sistemlerine, nükleer enerji ünitelerine, elektrik güç ünitelerine veya kritik ulusal altyapı bileşenlerine herhangi bir siber terörizm hareketi Gerçekleş memiştir. Siber saldırılar oldukça yaygındır; fakat teröristler tarafından gerçekleştirilmemiştir ve siber terörizm olarak tanımlanacak kadar zarar vermemiştir. 
Türkiye açısından bugüne kadar meydana gelmiş en büyük tehdit kısa sürede dünya çapına yayılan virüs saldırılarından ibarettir. Bu saldırılar kişisel ya da kurumsal bilgisayarların yazılım veya işletim sistemlerine zarar vererek kimi zaman bunlar› kullanılamaz hale getirmektedir. 
Bir başka tehlike ise artık çok yaygınlaşmış olan ve doğrudan internet sitelerini hedef alan hekır saldırılarıdır. Ancak bütün bu saldırılar sistemlerde geçici aksaklıklara yol açabilecek kapasitede dir. Bütün olarak bir kurumsal teknolojik alt yapıyı çökertecek düzeyde değildir. 
Siber terörizmin mevcut tehlike potansiyeli Türkiye açısından büyük bir endişe yaratmamalıdır, ancak güvenlik sistemlerinin her yeni gelişmeye karşı güncellenmesi ihmal edilmemelidir. 
Afganistan'daki operasyonlarda ele geçirilen El Kaide'ye ait bilgisayarlar Amerikan birliklerini oldukça şaşırtmıştır. 
Örgütün beklediklerinden çok daha fazla teknolojik donanıma 
sahip olduğu görülmüştür. Bilgisayarlarda mühendislik yazılımları, Avrupa ve Amerika’daki siber terörizm bazı stadyumların teknik yapıları, nükleer güç üniteleri hakkında bilgiler ve elektronik baraj sistemlerinin özellikleri gibi veriler bulunmuştur. Ancak örgütün bilgisayarları siber terör saldırıları için değil, diğer fiziki saldırıların koordinasyonu ve aralarında haberleşmeyi sağlamak maksadıyla kullandıkları tespit edilmiştir. 
Ne El Kaide ne de bir başka terörist örgüt, bugüne kadar ciddi bir siber saldırı girişiminde bulunmamıştır. Uzmanlara göre; bugüne kadar en ciddi zarar, panik ve endişe yaratan Saldırılar bireysel hekırlar dan gelmiştir. Bu hekırlar çoğunlukla heyecan arayan ve nam salmak isteyen genç erkeklerdir. 
IBM Küresel Güvenlik Analiz Laboratuarı'nın (IBM Global Security Analysis Lab) 2002 yılında yapmış olduğu araştırmaya göre hekırlar ın yüzde 90'ı teknik açıdan sınırlı amatörlerdir, yüzde 9'u yetkisiz girişleri gerçekleştirebilecek kapasitededir. Bunlar dosyalara ve verilere zarar vermemektedirler. Yüzde 1'i çok fazla teknik beceriye sahiptir ve her türlü alana giriş yaparak zarar verebilir. Hekırlar ın çoğu, yazılımların güvenlik sistemlerine ve Microsoft tarafından tasarlanmış işletim sistemlerine zarar vermektedir. Bu tarz tacizler kuruluşları çoğunlukla zor durumda bırakmıştır, ancak kamuyu uyarmak ve yazılım güvenliği uzmanlarını harekete geçirmek konusunda sorumluluk sahibi yapmıştır. Bazı hekırlar, internet üzerindeki elektronik ticarete zarar verebilecek ve web sitelerini bağlantıdan düşürebilecek beceriye sahip olsalar da çoğunluğu yeteri kadar bilgi ve beceriye sahip değildir. Yetenekli olanların ise büyük kargaşa ve yıkım yaratma konusunda hırsları yoktur. 
Amerikalı Profesör Douglas Thomas, yedi yıl boyunca bilgisayar hekırları üzerine araştırmalar yapmıştır. Kim olduklarını ve nelerden motive olduklarını anlamaya çalışmıştır. 
Yüzlerce hekırla görüşerek bir sonuca ulaşmıştır. Bu sonuca göre; hekırlar ın yüzde 99’u siber terörizm açısından her hangi bir risk taşımamaktadır. Çünkü bu tarz bir saldırıyı organize edecek ve uygulamaya koyacak beceriye sahip değildir. 
Thomas'ın çalışmaları; Amerika'daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi'nin “Siber Terörizm Riskleri, Siber Savaş ve Diğer Siber Tehdit Değerlendirmeleri” (Assesing the Risks of Cyberterrorism, Cyber War, and Other Cyber Threats) adlı 2002 yılı raporunda da geniş bir şekilde yer almıştır. Raporu kaleme alan Jim Lewis'in görüşüne göre; “ Hekırların bütün bir ulusu dizleri üstüne çöktüreceği konusundaki senaryolar çok uzak bir ihtimallidir ve ciddiye alınmamalıdır”. Lewis ifadesine şöyle devam etmiştir: “Uluslar, siber terörizm araştırmacılarının onlara tanıdığı krediden çok daha sağlam durumdadır. Altyapı sistemleri, analizcilerin söylediğinin aksine daha esnektir ve kendini onarma becerisine sahiptir; çünkü herhangi bir sorunda rutin görevini devam ettirebilirler.” 
Çoğu bilgisayar güvenlik uzmanının da vurguladığı gibi, internet kanalıyla ölüme yol açmak neredeyse imkânsızdır. 
Nükleer silahlar ve diğer hassas askeri sistemlerin ise internetle fiziksel bir bağlantısı yoktur. 

Bu sebeple dış kullanıcılar bu sistemlere ulaşamazlar. 

Örneğin Amerikan Savunma Bakanlığı’nın önemli sistemleri internet ortamından, hatta Pentagon'un yerel ağından bile izole edilmiştir. Kullanılacak her hangi bir yeni yazılım öncelikle Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (National Security Agency) denetiminden geçmektedir. 
Türkiye'de Genel Kurmay Başkanlığı ve diğer askeri birimler benzer yöntemlerle altyapılarını internet ortamından izole etmişlerdir. Her birimin kendi içinde ve diğer birimlerle fiber optik kablo ağ bağlantısı bulunmaktadır. “İntranet” adı verilen bu ağ bağlantısı, hem içeriden, hem de dışarıdan yetkisiz girişlere karşı önlem sağlamaktadır. 
Her askeri birey kendi görev yetkisi çerçevesinde girişler yapabilmektedir ve istihbarat gibi gizli bilgiler sıkıca korunmaktadır. 
11 Eylül'deki uçak kaçırma olayları hava yollarının siber terörist saldırılara açık olduğu protestolarına neden olmuştur. Siber güvenlik uzmanlarının ifadesine göre bir uçağı uzaktan kumanda yoluyla kaçırmak imkânsız dır. Bu nedenle yüksek teknolojiyi kullanan 11 Eylül senaryolarının gerçekleştirilmesi mümkün görülmemektedir. Kaygılanılan bir başka husus ise istihbarat birimlerinin güvenliğine ilişkindir; ancak istihbarat birimleri belirli bilgisayarlarını yukarıda belirtildiği gibi internet temasından uzak tutmaktadır. 
Bütün bunlar, daha az korunmakta olan elektrik güç üniteleri, petrol boru hatları, ve barajlar gibi nükleer sistemlere kıyasla daha az kabus yaratan hedeflere yönelme ihtimalini ön plana çıkarmaktadır. Bu sistemler çoğunlukla özel sektörün kontrolün de olduğundan devlet sistemlerinden daha az korunaklı gözükmektedir. Dahası, firmalar boru hatlarındaki akışı sağlamak ya da barajlardaki su seviyelerini ayarlamak için internet ağıyla birbirine bağlanan SCADA sistemi adı verilen bir yöntem kullanmaktadır. 
Siber terörizmin tehdit potansiyelinin algılanabilmesi için uzmanlar iki sorunun sorulması gerektiğini vurgulamaktadır. 
Siber saldırılara karşı korunmasız herhangi bir hedef mevcut mu? 
Böyle bir saldırıyı gerçekleştirebilecek beceride ve motivasyon da bir aktör var mı? 

Birinci soruya cevap evet şeklindedir. Kritik altyapı sistemleri çok karmaşıktır ve mutlaka terörist eylemlerin faydalanabileceği bir açık barındırır. 
İkinci soruya ise şu şekilde cevap verilebilir. Bahsedilen SCADA sistemini firmanın teknik donanımlı çalışanları dışında kullanabilecek insan sayısı çok azdır. SCADA istismarı ile ilgili bir örnek Nisan 2002'de yaşanmıştır. Avustralyalı bir adam internet bağlantısını kullanarak baraj kapaklarını açmış ve milyonlarca metre küp suyun akışını sağlamıştır. Polis tarafından yakalandığında adamın daha önceden barajlar için yazılım üreten bir Şirkette çalıştığı tespit edilmiştir. 
Bu olay, terörist grupların istismara meyilli çalışanları kendi saflarına katmaları nın mümkün olduğunu göstermiştir. Ancak yine de içeriden yardım alınsa da verilebilecek zarar sınırlıdır. Çünkü elektrik şebekelerinde, petrol/gaz ünitelerin de ve komünikasyon sistemlerinde çalışan işçiler sel, fırtına, hortum gibi doğal afetlere karşı deneyimli olduğu için, insan eliyle verilen bir zarar› onarmakta çok zorlanmazlar. 

SİBER TERÖRİZMİN BUGÜNÜ VE YARINI 

Şu anki siber terörizm tehdidinin çok abartıldığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü bugüne kadar tek bir siber terör saldırısı kayıtlara geçmemiştir. 
Türkiye açısından tehlike şimdilik uzak gözükmektedir. Kritik resmi birimler güvenlik önlemlerini almıştır. Savunma ve istihbarat birimlerinin bilgisayar sistemleri internet ortamından izole edilmiştir. Özel sektördeki sistemlerde güvenlik eksiği mevcuttur ve saldırılara karşı savunmasızdırlar. 

Ancak bu sistemler de beklenenden daha çabuk onarılma yeteneğine sahiptirler. 
Siber saldırıların pek çoğunluğu bağımsız hekırlar tarafından gerçekleştirilmek tedir ve pek azı politik hedef içermektedir. Peki, bu küçük çaplı tehdit neden çok büyükmüş gibi Gösterilmektedir? 

Birincisi siber terör, siber saldırı gibi kavramlar insanların hayal güçlerine çok çekici gelmektedir. 
İkincisi, medyanın hekırlık ile siber terörizm kavramlarını sıklıkla karıştırması ve en küçük olayları abartan başlıklar atmasıdır. Örneğin “16 yaşındaki bir çocuk böyle bir şey yaparsa, kim bilir organize bir terör örgütü neler yapar” gibi gerçeği yansıtmayan başlıklardır. 
Bilgisizlik Üçüncü faktördür. Siber terörizm, teknoloji ve terörizm eksenlerini birleştirmektedir. 
Bir çok insan, üst düzey resmi görevli ve kanun koyucular bunu tam olarak anlamamakta dır ve korkuya kapılmaktadır. Özellikle ABD'de sayısız teknoloji şirketi toplu bir çöküş ve ulusal güvenlik endişesi duyurarak bu çarkı döndürmekte ve federal birimlerden ödenek almaktadır. Hukuki yürütme organları ve güvenlik uzmanları da sıklıkla halkı ulusal güvenlik tehdidine inandırmaktadır. 
Dördüncü bir neden ise politikacıların rant amacıyla böyle bir endişeyi gündemde tutmaya çalışmasıdır. 
Son bir neden ise bir çok vakaya çok yanlış olarak “siber terörizm” adı yakıştırılmasının kamuoyunda panik yaratmasıdır. 

El Kaide’nin modern teknolojik imkanlara karşı ilgisi açıktır. Bin Laden ve diğer yöneticiler siber terörizm hakkında bilgilere sahiptir. 11 Eylül saldırılarından hemen önce Bin Ladin bir Arap gazetesine verdiği demeçte, “yüzlerce Müslüman bilim adamı becerileriyle eylemlere destek vermeye hazırdır” demiştir. Bin Ladin'in mesajlarını Batı dünyasına ileten El Kaide üyesi şeyh Ömer Bekri Muhammed, bir ifadesinde Bin Ladin'in siber silah konusundaki uyarılarının ciddiye alınmasını tavsiye etmiştir. Teknolojiyi kullanarak kapitalist devletlerin ekonomilerini vurmak, Bin Ladin’in en yakın hedefleri arasındadır. 

Siber terörizm gelecekte günümüzdekinden daha fazla bir potansiyele sahip olacaktır ve sanal dünyaların daha da bütünleştiği bir ortamda çekiciliğini arttıracaktır. 

Örneğin bir terörist grup eş zamanlı olarak bir tren istasyonunda bomba patlatarak, siber yöntemle de iletişim altyapılarına zarar vererek olayın etkisini büyütebilecektir. Tabii bütün bunlar güvenlik tedbirlerinin yetersiz kaldığı durumlarda gerçekleşebilir ve gelecekte böyle bir eylemi gerçekleştirmek, bugün bir web sitesine zarar vermekten daha kolay olabilir. 
Mevcut siber terörizm tehdidi karşısında fazla endişeye gerek yoktur. Ancak teknolojik gelişmelerin son yıllarda özellikle bilişim sektöründe müthiş atak yaptığı dikkate alınmalıdır. 
Türkiye'nin bu gelişmelere çok kolay adapte olduğu göz önüne alınırsa, gelecekte siber terörizm Türkiye'de de hedef bulmakta zorluk çekmeyecektir. Özellikle özel sektörde güvenlik zafiyeti olan birimler birincil hedefler arasına girebilecektir. . 
Paradoksal anlamda, terörle yap›lan mücadelede elde edilen başarı teröristleri siber terörizm gibi olağandışı yöntemlere yöneltebilir. Yapılması gereken, siber terörizm tehlikesini iyi kavrayıp korku ve endişe yaratmadan tehdit potansiyeline uygun çözümler üretmektir. 
Sonuç olarak, terör uzmanlarının ifadesine göre; kaçırılan uçaklar, bomba yüklü kamyonlar ve biyolojik silahlar en azından şimdilik siber terörizme kıyasla daha fazla tehlikelidir. 
Ancak, 11 Eylül nasıl bütün dünyaya büyük bir sürpriz yaşatmış sa, gelecekte de siber saldırılar bütün dünyaya aynı şekilde büyük bir sürpriz yaşatabilir. 
Siber terörizm çarpıtılıyor ve abartılıyor olabilir fakat bu onu inkâr etmemiz anlamına gelmemelidir. 



***