TASAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TASAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2020 Cumartesi

ULUSLARARASI ORTADOĞU KONGRESİ HATAY DEKLARASYONU.,

ULUSLARARASI ORTADOĞU KONGRESİ HATAY DEKLARASYONU.,



ULUSLARARASI ORTADOĞU KONGRESİ HATAY DEKLARASYONU ( GEÇİCİ BAŞKANLIK AÇIKLAMASI )


12 Kasım 2010, Hatay


1 – “1. Uluslararası Ortadoğu Kongresi” 10-12 Kasım 2010 tarihleri arasında Hatay’da yapıcı ve samimi bir ortam içinde cereyan etmiştir.

      Hatay Valiliği iş birliği ile Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) tarafından düzenlenen Kongre’de “Irak” ana teması üzerine odaklanılmıştır. Toplantı’ya; Irak’a komşu ülkeler, ABD, Avrupa ülkeleri, Hindistan, BM ve Arab Birliği’nden, devlet adamları, diplomatik misyon temsilcileri, akademisyenler ve medya temsilcileri katılmışlardır. Kongre çalışmalarında Irak’ın mevcut durumu ile ilgili sorunlar etraflıca irdelenmiştir.

Bu çerçevede; “Bir Uluslararası Güvenlik Sorunsalı Olarak “Irak”, “Irak’ta Politik Aktörler: Çatışma ve İş Birliği”, “Irak Tipi Federalizm, Demokratikleşme ve Politik İstikrar”, “Irak'ın İstikrarı İçin Bölgesel ve Küresel İş Birliği”, “Türk Dış Politikasında Çok Boyutlu Bir Unsur Olarak Irak” konuları ele alınmış ve söz konusu ülkeler ve kurumlar arasında iş birliği gerçekleştirilebilecek alanlara dair görüş teatisinde bulunulmuştur.

2 – Kongre sırasında, etkinlik mekânı olarak Hatay’ın seçilmesinin önemi vurgulanmış, Irak’ın toprak bütünlüğünün güvence altına alınmasının en öncelikli hedef olarak belirlenmesinin, Irak’la ilgili aktörlerin Bölge ve dünya barışı için siyasi, ekonomik, kültürel ve stratejik alanlarda iş birliği içerisinde olmalarının bir zorunluluk olduğunun vurgulanması kararlaştırılmıştır. Bu kararın, ilgili tarafların dikkatlerine sunulması oy birliğiyle kararlaştırılmıştır.

3 – Irak’ın toprak bütünlüğü tüm komşu ülkeler için stratejik öneme haizdir. Ülke’de millî bütünlüğün sağlanması komşu ülkeler arasındaki sorunların çözümüne ve gerilimlerin azaltılmasına ve dolayısıyla Bölge ve dünya barışına büyük katkı sağlayacaktır. Bölge’de ABD tarafından uygulanan ve kimi bölgesel aktörler tarafından kabul gören kimlik politikaları Irak’ın bütünlüğü ve bölgesel barışın önünde ciddi engel teşkil etmektedir.

4- Ortadoğu’da sorunların çözümü bölgenin kendi kültürel ve insani kaynaklarının harekete geçirilmesi ile mümkün olabilir. Irak bu geçiş döneminde Bölge ülkelerinin yardımına ve dayanışmasına muhtaçtır, dış  aktörlerin Bölge’deki müdahaleleri asgari düzeye indirilmelidir. Irak’ın Bölge’de yeniden yükselmesi tüm

Bölge’nin yükselişi ve dünya barışı için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Irak’a Komşu Ülkeler Girişimi’nin güçlendirilerek sürdürülmesi, İslam Konferansı Teşkilatı ve Arap Devletleri Birliği gibi bölgesel örgütlerin bölgesel ve Irak düzeyindeki etkinlikleri artırılmalıdır.

5- Irak’ta din ve etnik kökenli kimliklerin ön plana çıkarılması ülke bütünlüğünün sağlanmasının önünde en önemli engeldir. Yeni oluşan kurumların etnik ve mezhebi temellere göre düzenlenmesi ciddi bir istikrarsızlık kaynağıdır. En önemli aktör pozisyonu, bir bütün olarak Irak devletine ait olmalıdır. Güvenli bir Irak tümüyle demokratikleşmiş kurumlarla mümkün olabilir. Irak ulusunu oluşturan tüm bileşenlerin temsil edilebildiği, “bir arada yaşama”, “ülkesel egemenlik” ve “bireysel özgürlükler” ilkelerini göz önünde bulunduran bir anayasanın ilgili taraflarca yeterince tartışılarak, temkinli ve yeterli bir süreç içerisinde hazırlanması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Yaşanan geçiş sürecinde Irak için kapsamlı bir kamu yönetimi reformuna duyulan ihtiyacın dikkate alınması Kongre’de önerilmiştir.

6- Bölge ülkeleri arasında vize kolaylıklarının sağlanması, sağlıklı iletişim kanallarının açılması, Bölge barışına büyük bir katkı sağlayacaktır. Güvensizliğin maliyeti ortadan kaldırılmalıdır.

7- Irak’ın enerji kaynaklarına olan bağımlılık tüm dünyanın enerji güvenliğini tehdit etmektedir. Buna ek olarak, istikrarın sağlanamamış olması, terör faaliyetlerinin engellenememesi ve benzeri nedenlerden dolayı Irak, Batılı ülkeler başta olmak üzere dünya kamuoyu tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır.

Yeterli düzeyde “kamu diplomasisi” faaliyeti yürütülerek Ülke’nin doğru tanıtımının sağlanması, güvenlik sorunlarının büyük ölçüde dış kaynaklı ve bu sorunlardan asıl mağdur olanın Irak olduğunun anlatılması gerekmektedir.

8 – ABD’nin ayrılması ile birlikte, gerekli yasal çerçevenin de tam olarak çizilmemiş olması nedeniyle, komşu ülkeler ortaya çıkan son durumda Irak’a daha fazla müdahil olma imkânı bulmaktadırlar. Tüm aktörlerin çıkarları Irak’ta istikrarın sağlanması yönünde olmasına rağmen, istikrarın nasıl sağlanacağı  noktasında ciddi ayrışmaların bulunduğu gözlenmektedir. Bu noktada ilgili aktörlerin kendilerini en iyi şekilde ifade etmelerinin yollarını bulmaları için sağlıklı iletişim kanallarının açık tutulması ve uzlaşı için gerektiğinde fedakârlıklardan kaçınılmaması gerekmektedir. Komşu ülkeler Irak’ta daha yakın ilişki içerisinde oldukları unsurları Irak’ın birliğinin sağlanması ve korunması yönünde teşvik etmelidirler.

9- Genelde Ortadoğu, özelde Irak ile ilgili bilgi kirliliğinin önüne geçilmelidir. 

Bunun tek yolu bilginin bizzat Bölge’deki unsurlar tarafından üretilmesidir.

12 Kasım 2010, Hatay


https://tasam.org/Files/Icerik/File/_1_uluslararasi_orta_dogu_kongresi_sonuc_raporu_54a74e6e-9ff3-4ee1-91d9-629781f61908.pdf



***

19 Aralık 2019 Perşembe

TERÖRİZM: TANIM SORUNU

TERÖRİZM: TANIM SORUNU 




GİRİŞ 

Dünya dengelerinin değişmesi ve uluslararası ilişkilerdeki mevcut farklılaşmalar sonucunda sıcak savaşlar yerini soğuk savaş yöntemlerine bırakmıştır. “Soğuk savaş”, bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ve SSCB arasında, başta savunma olmak üzere, siyaset, ekonomi ve teknoloji alanlarında gözlemlenen rekabete verilen genel addır. Soğuk savaş dönemi 1945 Yalta Konferansı ile başlayıp, 1990’da Varşova Paktının dağılması ile son bulmuştur. Bu sürecin nedeni, SSCB'nin doğuda güçlenerek komünizmi yaymak istemesi ve bir diğer yandan ABD'nin savaş sonrasında küresel politikada başat konuma geçmek istemesidir. 

Kısacası uluslararası politikada ABD ve SSCB'nin hegemonya kurma mücadelesi dir. Soğuk savaşın bir vazgeçilmez unsuru olarak ortaya çıkan psikolojik savaş, beraberinde, düşük yoğunluktaki çatışmaları (“low intensity conflicts”) gündeme getirmiştir. “Terörizm”, düşük yoğunlukta çatışma stratejisinin önemli bir unsurudur. Bu incelemede, işte bu bağlamda, terör ve terörizm kavramları ele alınacaktır. 

TERÖRİZM: TANIM SORUNU 

Uluslararası sistemde devletlerin ya da sivil toplum kuruluşlarının teröre karşı bakış açıları değişiklik göstermektedir. Bu sebeple üzerinde kesin olarak hemfikir olunan bir terör tanımı yapılamamaktadır. Bu da beraberinde, bir eylemin neye ya da kime göre terör sayılacağı sorununu ortaya çıkarmıştır. Keza bir örgütün ya da kişinin yapmış olduğu bir eylemden dolayı bir tarafça kahraman, diğer bir tabirle özgürlük savaşçısı, diğer bir tarafça ise o ülke yasalarına göre affedilmez bir suçlu olduğu ikilemi, terörün tanımını güçleştiren temel bir etkendir. “Terör” kavramı Türkçeye Fransızca “terreur” sözcüğünden geçmiştir. Latincede, “korkudan titreme” veya “titremeye sebep olma” anlamına gelmektedir. Uygulamada, yanlış olarak, “şiddet eylemi” ve hatta “anarşi” söylemleriyle de karşımıza çıkmaktadır. 

İNCE AYIRIM: TERÖR –TERÖRİZM 

Terör kavramı, “Bir devlet veya devlet olmayan aktörün şiddet tekniklerini kullanarak siyasal amaçlarını elde etme ile ilgili faaliyetler” şeklinde tanımlanabilir.” 1 “Terörizm” ise, “siyasal amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli terör içeren bir strateji anlayışıdır.” 
Dolayısıyla terörizm denildiğinde terör eylemlerinin sürekli ve sistemli bir biçimde uygulanması anlaşılmaktadır. “Şiddet, terör ve terörist faaliyetlerin en belirgin unsuru” olmaktadır.” 2 


Tarih boyunca terörü kendine göre siyasi bir araç olarak yorumlayan ve uygulayan birçok diktatör olmuştur. Örneğin Lenin’e göre, “Terörün amacı, [insanlara] dehşet salmak ve onları arzulanan bir davranış biçimine yöneltmektir.” Hitler’e göre, “Akla karşı terör ve zordan daha kolay zafer kazanan ikinci bir şey yoktur.” Kaddafi’ye göre, “Tek bir Arap'ın 300 Amerikalıyı öldürerek Amerika'nın Lübnan'dan kovuluşunu hazırlamasının sunduğu ders şudur: Muntazam ordulara her zaman güvenilmeyebilir ama silahlı bir halk hiçbir zaman yenilmez.’’ 

Terörizmin tanımı konusunda bir çok girişim söz konusu olmuştur. Bunlardan bir tanesi de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kapsamında devam eden ancak henüz sonuçlanmamış bulunan, terörizmin kapsamlı tanımına ilişkin sözleşme taslağıdır. 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca terörizm, “…dünyamızı tehdit eden ve mutlaka mücadele edilmesi gereken küresel bir sorun olarak nitelendirilmektedir. BM, bu bağlamda, yıllardır üye devletlerinin bu belayı ortadan kaldırmalarına yardım etmek amacıyla somut adımlar atmaya çalışıyor. Birleşmiş Milletler Küresel Terörle Mücadele Stratejisi (2006), atılan bu adımları somut bir eylem planı haline getirerek daha da güçlendirmiş ve geliştirmiş bulunuyor. Birleşmiş Milletler’in terörizmle mücadele çabaları, 2006 yılında üye devletlerce kabul edilen bu küresel strateji çerçevesinde yönetiliyor.” 3 

TÜRK CEZA HUKUKUNDA DURUM 

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa göre, “Terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak ve yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir.” 

Kanuna göre “örgüt”, iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle, teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi kapsamaktadır. Buradaki tanım çok geniş kapsamlı bulunmakta ve eleştirilmektedir. 4 

TERÖRÜN AMACI 

Genellikle terör örgütlerinin öncelikli amacı propaganda yaparak davalarının varlığını gündeme taşımaktır. Nihai amaç ise –en kötü senaryo bağlamında- terör eylemlerini kitle hareketine dönüştürerek, devlete karşı bir isyan oluşturmaktır. 5 Dolaylı askeri saldırının bir aracı olarak da kullanılabilen terör örgütleri, daha çok demokratik ve / veya ekonomik açıdan fazlaca gelişmemiş ülkelerde ortaya çıkmakta, bu ülkelerdeki siyasi, ekonomik ve toplumsal istikrarı bozarak halkın devletine olan güvenini sarsmaya çalışmaktadır. Bu süreçte, ekonomik kalkınmaya harcanacak olan mali kaynağın güvenlik ve terörle mücadeleye harcanması, devletin güvenliğe yönelik harcamalarının artması, ulusal kaynakların ortak çıkarlara yönelik kullanımını engelleyebilmektedir. 

TERÖR ÖRGÜTLERİNİN TEMEL HEDEFLERİ 

Terör örgütlerinin temel hedefleri, kendi siyasi-sosyo-kültürel amaçları çerçevesinde toplumun sosyal ve kültürel farklılıklarını inanç veya etnik yapı üzerinden etkilemeye çalışarak hükümet politikalarını değiştirmek veya etkilemektir. Siyasal yönden bir başka amaç, hedef alınan ülkenin iktidarını ele geçirmek veya yeni bir rejim kurmak olabilir. 

Terör örgütlerinin temel hedefleri şu şekilde sıralanabilir: 

“1. Çoğunluğun tercihine dayanan otoriteleri etkisiz bırakmak, azınlık otoritesini zorla onun yerine geçirmek. 

2. Yerleşik yasal sisteme göre yargılanıp, tutuklanmış kişilerin serbest bırakılmasını isteyerek, yasal sistemi çözmek, etkisizleştirmek. 

3. Demokratik yönetim ve kurumları hiçe sayarak, kaba kuvveti toplum hayatında geçerli kılarak, kamu düzenini ve güvenliğini bozmak. 

4. İnsan sevgisinden, demokratik uygulamalardan ve toplumsal uzlaşmadan soyutlanmış bir düzeni geçerli kılarak, zorbalığa ve kaba güce dayalı bir devlet ve toplum düzeni oluşturmak. 
Küresel amaç güden terör örgütleri, bunu uluslararası düzene de hâkim kılmak istemektedirler.”6 

TERÖR: SEBEPLER 

Terörün ortaya çıkmasında birçok etken sıralanabilir. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir: 

1. Ekonomik şartlar: Ekonomik olarak geçim sıkıntısı içerisinde bulunan insan topluluklarının mevcut yapısını incelediğimizde terör örgütlerinin faaliyet ve eylemlerini toplumda daha çok bu kesim insanların desteklediği söylenebilir. Ekonomik bağlamda, gelir dağılımının adil olmadığı ülkelerde insanların terör örgütleri tarafından inandırılma - kandırılma riskinin diğer bireylere oranla daha fazla olduğu göze çarpmaktadır. 

Terörün sadece dine ya da ideolojik inanca bağlanması oldukça yanlıştır. Teknoloji ve ekonomi alanlarındaki gelişmeler toplumun yapısında birçok olumlu sonuçlar doğurmakla birlikte diğer bir yandan da toplumun bazı kesimleri arasında uyumsuzluğa, ekonomik eşitsizliğe neden olabilmektedir. “Öyle ki, teknolojinin ilerlemesine paralel olarak, işgücünün yerini makine alabilir ve daha verimli yöntemlere geçilebilir. Özellikle azgelişmiş ülkelerde sermaye birikimi arttıkça, bu birikimin getirdiği yeni üretim tekniklerinin eski üretim tekniklerinden daha çok sermaye-yoğun olduğu uygulamada görülmektedir. Öte yandan yeni üretim tekniklerinde belli bir sermaye miktarı eskisinden daha az işgücü kullanımını gerektirdiğinden, işsizliği daha da  artırabilmektedir. Yani, teknolojik ilerleme eskiden iş sahibi olan ya da öyle görünen kişilerin birer açık işsiz haline gelmesine neden olmaktadır. Bu durum, tüm ülkelerde görülmekle birlikte, az gelişmiş ülkelerde söz konusu durum daha yoğun yaşanmaktadır.” 7 

2. Diğer eşitsizlikler: Eşitsizlik – ayırımcılık, pek çok ülkenin en başta gelen sorunları arasındadır. “Dünya nüfusuna baktığımızda, bu nüfusun yüzde 1’lik bir kısmının, dünya ekonomisinin yarısını yönettiğini görmekteyiz. Bunun sonucunda dünya üzerinde belli bir kısım azınlığın ekonomik olarak yükseldiğini geriye kalan büyük bir çoğunluğun ise ekonomik olarak güçlüklere maruz kaldığını görmekteyiz.” 8 

3. Öğretim ve eğitim sisteminin geriliği: Öğretim ve eğitim, insanların toplum içerisinde nasıl davranması gerektiği hakkında bilgi sahibi olmasını kolaylaştıran ve ona bu yönde yardımcı olmaya çalışılan bir süreçtir. İnsan bilincinin gelişmesine de katkı sağlayan bu süreç, insanın pratik olarak düşünmesini sağlamakta ve bununla beraber neyin kendisine en fazla fayda sağlayacağı hakkında akıl yürütebilmesini kolaylaştırmaktadır. İşte bu yüzden, terör örgütlerinin örgüte militan kazanırken izlediği yollardan biri de eğitim sisteminin önünü tıkamak ve toplumu eğitimsiz bırakmaktır. Ana amaç insanların düşünme yeteneğini önlemektir. Eğitimsiz bir toplumun kandırılması, diğer toplumlara oranla daha kolaydır. 

4. Kötü yönetimler: “İktidar” kavramı, yönetme gücüne sahip kişi ya da kişiler anlamına gelmektedir. Her ülkede, iyi ya da kötü, bir yönetim düzeni bulunmaktadır. Ancak bazen bu yönetim düzenleri toplumun tamamına bekledikleri faydayı sağlayamamaktadır. Toplumdaki tüm insanları memnun etmenin giderek zorlaştığı bir dönemde, iktidarların da halkın istek ve 
ihtiyaçlarına cevap verememesiyle ülke içerisinde yer yer iç güvenlik sorunları çıkabilmektedir. 

Bu durum, mevcut yönetimlerin gücünü ve konumunu zayıflatmakla birlikte, terör örgütleri için de uygun bir durum sağlamaktadır. 

TERÖRÜN FİNANSAL KAYNAKLARI 

Terör örgütleri finansal kaynaklarını genellikle yasa dışı yollardan veya yabancı ülkelerden – servislerden sağlamaktadırlar. Bu örgütler ayrıca çeşitli yasal veya yasal olmayan yollardan çeşitli ticari faaliyette bulunmaktadırlar. Bunlardan bir kısmı şöyle belirtilebilir: 

1) Uyuşturucu Kaçakçılığı: Terör örgütlerinin ana mali kaynakları arasında ilk sırayı genellikle uyuşturucu kaçakçılığı almaktadır. Uyuşturucu kaçakçılığı, dünya üzerinde en büyük pazarlardan birini kapsayan yasa dışı bir faaliyettir. “Getirisi çok yüksek, nakliyesi kolay, alıcısı bol, talep elastikiyeti sert, tedavüldeki değerli para karşılığı takası mümkün, üretimi zahmetsiz, pazarlama ağı kolay bir mal olan uyuşturucu terör örgütleri için önemli bir gelir kaynağıdır.” 9 

2) İnsan Ticareti / Kaçakçılığı: Türk Ceza Kanunu'nun 79'ncu maddesine göre, “doğrudan doğruya veya dolaylı olarak maddi menfaat elde etmek maksadıyla, yasal olmayan yollardan bir yabancının ülkeye sokulmasına veya ülkede kalmasına imkân sağlanması ile birlikte Türk vatandaşlarının ya da yabancıların yurt dışına çıkmasına imkân sağlanması” şekillerinde gerçekleşen bir suçtur.”10 

3) Para karşılığında serbest bırakılmak üzere kaçırılan şahıslar için istenilen fidye de finansal kaynağın bir diğer türüdür. 

4) Haraç: Gerek şahıslardan gerekse kurumlardan, gönüllü, zorla veya tehditle alınan paralardır. 

5) Dış mali destek: Yabancı ülke, kurum ve kuruluşlarından sağlanan parasal destektir. 

6) Silah Kaçakçılığı: Silah kaçakçılığı bir ülkeden başka bir ülkeye silah, mermi ya da patlayıcı maddelerin satılması ve / veya taşınması eylemleridir. Milli ve milletlerarası güvenliği yakından ilgilendiren bu konu, sıkı koşullara ve denetime tabidir. Ülke devletinin geniş izin, takdir ve denetim yetkileri vardır. 

Dünya genelinde, silah ihracatında önemli bir artış söz konusu olmuştur. Nitekim “Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) uluslararası silah ticareti raporunda Türkiye'nin küresel silah ithalatı sıralamasında altıncı sırada yer aldığını görmekteyiz. Son beş yıl içinde Orta Doğu'da, Türkiye ile İran arasındaki bölgede ağır silah satışı yüzde 61 oranında arttı.’’11 Bunun sebebi olarak da Suriye'de başlayan iç savaş ve buraya komşu ülkelerdeki iç karışıklar ve çatışmalar gösterilmektedir. En kârlı işlerden biri olan silah ticareti, 
yasa dışı bağlamda, terör örgütlerinin de ilgi alanındadır ve silah kaçakçılığı önemli gelir kaynakları arasındadır. 

TERÖRİZM: SINIFLANDIRILMASI 

1. Ulusal Terör (Ülke İçi Terör): 

“Devletin ülkesi içinde meydana gelen, dış kaynaklı hiçbir terör örgütü ile işbirliği içinde bulunmadan gerçekleştirilen ve başka bir devletin veya şahsın menfaatini veya zararını hedef 
almayan eylemlerdir. Devletin hukuki düzenini hedef almaktadır.” 12 

2. Devlet Terörü: 

“Bir devletin kendi ülke sınırları içinde kendi vatandaşlarına karşı uyguladığı sistematik şiddet eylemleridir ve aynı zamanda devlet aktörleri tarafından İnsan Hakları Hukuku ihlali içinde gerçekleştirilen kapsamlı, yaygın, sistematik şiddet kullanımıdır.” 13 

Devlet terörüne örnek olarak dört türlü devlet desteğinden bahsedilmektedir. Bunlar: 

a. “Devlet Girişimi: Bir devlet, geleneksel savaş yöntemleriyle elde edemeyeceği stratejik avantajları sağlamak maksadıyla uluslararası terörizmi bir mücadele aracı olarak doğrudan kullanabilir. Bunu, resmi kurumları ve personeli ile yaparsa, girişimine ‘Devlet Terörizmi’ adı verilir. Bu tür terörizm, savaşın başka yöntemlerle sürdürülmesi olarak tanımlanabilir. 

b. Devlet Desteği: Bir devlet, doğrudan veya resmen terörist girişimlerde bulunmaktan kaçınabilir. Ancak, amaçlarını sağlamak için terörist örgütlere para, eğitim, silah, patlayıcı, kritik malzeme, istihbari bilgi, saklanma yeri, iletişim olanağı, seyahat belgeleri (pasaport) veya diğer türde lojistik destekler verebilir. 

c. Devlet Hoşgörüsü: Eğer devletler, topraklarında terörist örgütler olduğunu bilirler, onları desteklememelerine karşın bu örgütleri dağıtmak için harekete geçmezlerse, hoşgörüden söz edilebilir. Ev sahibi devletin hoşgörüsünden yararlanan terörist örgütlerin, kendilerine yetecek kaynakları olabileceği gibi, bir başka devletin desteğinden de yararlanabilirler. Ev sahibi devlet ile aralarında oluşan yazılı olmayan bir anlaşma gereği, eylemlerini yuvalandıkları ülkede değil, başka -hedef- ülkelerde gerçekleştirirler. 

d. Devlet Zaafı: Bu örnekte, devlet, sınırları içindeki uluslararası teröristlere gözlerini yummak istemez ama ya kolluk ve askeri güçlerinin yetersizliğinden ya da teknolojik geriliğinden ötürü onlarla etkin biçimde mücadele edemez, ancak, sorumluluğu sürer. Bu durumda, zaaf halindeki devlet, daha güçlü bir devleti yardımına çağırabilir. 1977’de Mogadişu’da meydana gelen uçak kaçırma eyleminde Somali Hükümeti, Batı Alman Hükümetinden yardım istemişti.” 14 

Bir başka kaynakta ise devlet terörü, “siyasal otoritenin mevcut devlet politikası ve yönetim modelinin takip ettiği esasları, bu maksatla alınan kararları, kendi kamuoyuna, baskı yolu ile benimsetmek, bu kararlara karşı gelen toplum kesimlerini de zorla bastırabilmek için, ‘terörizmin’ bir maşa olarak kullanılması” şeklinde tanımlanarak, devlet destekli terörizm şu şekilde beş ayrı gruba tabi tutulmaktadır: 

. Doğrudan Destek, 
. Dolaylı Destek, 
. Düşmana Destek, (Önceden düşman ilan edilmiş olan devlete aynı amaçlar ve çıkarlar doğrultusunda destek olmak.) 
. Pasif Destek, 
. Ev Sahibi Ülke Desteği. 15 


3. Etnik Terör: 

“Etnik terör, genellikle, bir etnik gruba mensup kişilerin terör örgütlerinde ya da eylemlerinde çoğunlukla yer aldıkları terör türüdür. Etnik nitelikli terör eylemlerine “milliyetçi” terör de denmektedir. Fakat etniklik ile milliyetçilik aynı anlama gelen iki kavram değildir. Etnik kökene dayanan terör eylemleri daha çok kendini hak talebi ya da talebi elde etmek için silahlı mücadeleden başka yol ve yöntem kalmadığına inanan ya da öyle olduğu kabul edilen bir durumda kendini göstermektedir. Etnik nitelikli terör içerisinde, alt grup olarak, ırkçılığın, inancın, gelenek ve göreneklerin dayanak oluşturduğu terör eylemlerine rastlanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, etniklik geniş bir alanı kapsayan bir kavramdır. Son olarak şunu ifade edebiliriz ki, etniklik terör olarak kendini egemen gücün baskısı altında görürse gösterir. Buna ek olarak neyin etnik olduğunun da bilinmesi ve her farklı etnik yapıdaki eylemlerin terör olarak 
nitelendirilmemesi ülke bütünlüğü açısından zaruridir.” 16 

4. Dinsel Terör: 

Dini temelli olarak insanların belli bir coğrafyada hâkimiyetlerini kurmak ya da genişletmek adına yapmış oldukları silahlı mücadelelerdir. Dinsel terörde kişiler herhangi bir cemaat ya da dini bir topluluğa mensup kişilerden oluşmaktadır. “Din” ve “terör” kavramlarının bir arada telaffuz edilmesi ve gerçekten yapılan eylemlerin niteliği “dinin terörü beslediği” şeklindeki kanaatleri güçlendirse de, bunun “beslemek” ya da “desteklemekten” çok “dinin bir siyaset aracı olarak kullanılması” şeklinde anlaşılması daha doğru olacaktır. Kısaca dinî motifli 
terörün, dinin terörü desteklemesi veya beslemesinden ziyade, bir dine mensup kişi veya grupların yaptıkları zulme meşruiyet kazandırmak için dini kullanmalarının bir sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü genel kabul gören görüş, dinlerin toplumda terör ortamının oluşmasına destek vermekten ziyade birleştiricilik rolü oynadığı görüşüdür. Bunun yanı sıra “din ve onun oluşturduğu kurumlar, insanları birleştirme rolü oynamalarına rağmen bazen ve daha keskin olarak ayrıştırıcı, çatıştırıcı bir işlevle de karşımıza çıkabilmektedir. 

Bu ayrıştırıcı yön, hayatın her yanında kendini hissettirebilir. Ekonomik açıdan, örneğin aynı dine inananların alacakları eşyada dindaşı olan satıcıyı tercih ettiği gözlenmektedir. Komşuluk, arkadaşlık vb. sosyal ilişkilerde de insanların mensup oldukları din ya da dini cemaat belirleyici olmakta, ötekine karşı bir cephe oluşturmaktadır. İçerisinde birden fazla dinin yaşandığı toplumlarda her bir din, kendi mensupları arasında önemli bir kaynaşma aracı olurken, diğer dine, mezhebe ya da dini cemaate mensuplara karşı bir cepheleşmeyi de beraberinde getirmektedir.’’ Dolayısıyla “dinî terör” yerine “dinî motifli terör” demek daha doğru olacaktır. Bu kavramı da “dinin motive ettiği” (religiously motivated) anlamında değil, “dinî görünümlü” (religiously appeared) terör anlamında kullanmaktayız. 

Belki iki anlamı da içermesi amacıyla “dinden beslenmiş gibi görünen terör” şeklinde de kavramlaştırılabilir.” 17 Oluşumun ana amacı insanlar arasındaki 
ilişkileri ötekileştirerek bir “biz ve bizden olmayanlar” şeklinde ayırmaktır. Yapmış oldukları tüm eylemlerin doğruluğunu kökten kabul etmiş olan bu terör örgütleri başkalarının yapmış oldukları eylemleri ise sapkınlık olarak nitelendirmektedirler. 
Kendilerine daha çok gelişmiş ülkeleri hedef olarak alan bu örgütler farklı inanç ve yaşayış tarzlarını kesinlikle reddetmekte ve bu yönde her türlü terör eylemlerini çekinmeden gerçekleştirmektedir. Bu durum batılı devletler tarafından dinî gruplara karşı bir ön yargının oluşmasına sebep olmuş bir durumdadır. Bu konuya en güzel örneği ise 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında, ABD ve diğer Batılı güçlerin bu gruplara karşı almış oldukları önlemler oluşturmaktadır. Ancak böyle bir tutumun tüm dini gruplara karşı sergilenmesi doğru değildir. 

5. Siber Terör: 

Gelişmekte olan teknoloji ile birlikte yeni terör yöntemlerinin - eylemlerinin de buna paralel olarak gelişmekte olduğunu söylemek mümkündür. Terör örgütleri saha çalışmalarından ziyade artık kendi kabuğu içerisinde öncelerine göre bir hayli değişik yöntemlere başvurarak eylemlerini sürdürmeye devam etmektedir. Maddi ve insani güç yönünden daha az masraflı olan bu eylemlere genel olarak siber terör adı verilmektedir. 

 “Siber terörizm, siyasi ve sosyal mercilere ve kişilere gözdağı vermek, baskı oluşturmak maksadıyla resmi birimlerin bilgisayarlarına, network sistemlerine, bilgi ve veri tabanlarına yapılan yasadışı tehdit ve zarar verici saldırılardır. Daha da ötesi, bir saldırının siber terörizm olarak tanımlanması için bireye ya da mala karşı şiddet içermesi gerekmektedir. En azından “korku yaratacak kadar hasara” yol açmalıdır. Siber terör ölümcül olan ya da fiziki hasara yol açan, şiddetli ekonomik kayba neden olan saldırılar olarak örneklenebilir.” 18 

SONUÇ 

Milli ve milletlerarası güvenlik bağlamında terör – terörizm önemli bir sorundur. Terör örgütlerinin en belirgin özelliği şiddettir. Terör örgütleri şiddet yoluyla halk arasında korku ve endişe yayarak hükümetlerin politikalarını etkilemeye çalışırlar. Genel olarak terörist gruplar dünyanın hemen her tarafında farklı amaç ve istekleri doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmektedirler. 

Devletlerin kalkınabilmesi ve terörizm tehdidini ortadan kaldırabilmeleri için; öncelikli olarak terör örgütlerinin insani kaynağını oluşturan gençlerimizi korumak adına ülkedeki öğretim ve eğitim sisteminin iyileştirilmesiyle toplumdaki bilincin artırılması gerekmektedir. Bununla birlikte ülkedeki eşitsizliğin minimize edilmesi yolunda çeşitli önlemler alınmalıdır. 

Biliyoruz ki terör örgütleri propagandalarında genellikle eşitsizliği ön plana çıkartarak buradan kendilerine göre bir malzeme çıkarmayı amaçlamaktadır. 

Eşitsizliğin önlenmesi ise ekonomik istihdamın sağlanmasına bağlıdır. Ekonomik olarak istihdam devletin sanayi yatırımlarının artırılması ve buna bağlı olarak yeni iş sahalarının açılmasıyla mümkün olacaktır. Bu da beraberinde toplumun gelir seviyesini yükseltecek ve yaşam şartlarını artıracaktır. 

Devletlerin ekonomik olarak gelişmesi yabancı sermayenin ülkeye girişi ile sağlanabilir. Yabancı yatırımcı öncelikli olarak yatırım yapmak istediği ülkenin güvenli olup olmamasına bakar. Bu nedenle devlet ülkesinin güvenli ve huzurlu olduğu hissini yatırımcılara hissettirebilmesi gerekmektedir. 

Bunu yaparken de birçok iletişim ve sosyal medya olanağından faydalanılabilir. Tüm bunların yanı sıra devletler terör örgütlerinin açık propaganda malzemesi olabilecek siyasi, sosyal ve hukuksal konular başta olmak üzere mevcut durumlarını iyileştirmelidirler. Bununla beraber insan hakları, demokrasi gibi milletlerarası kabul görmüş değerlere daha yakın düzenlemeler yapılmalıdır. İşte tüm bunların sağlanması terör örgütlerinin işini zora sokacak ve hayat sahalarını daraltacak, faaliyetlerini sonlandırmalarına neden olacaktır. 



KAYNAKÇA 


MAKALELER 

PLANO, Jack C. ve OLTON. Roy, (1988), The International Relations Dictionary, Fourth Edition, Longman, Santa Barbara. 

BAŞEREN, S, (1994-95), “Terörizm: Kavramsal Bir Değerlendirme ve Mücadele”, Avrasya Dosyası, c. 1, no. 4, s. 164-165. 

Türk Ceza Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Tarih: 26 Eylül 2004 

Doğu Ergil, “Uluslararası Terörizm”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, s:143 

BOZDAĞLIOĞLU, E. Yasemin Uyar (2008). “Türkiye’de İşsizliğin Özellikleri ve İşsizlikle 
Mücadele Politikaları”, Sosyal Bilimler Dergisi, S.20, s.48-49. 

Ahmet Hamdi Topal, Uluslararası Hukukta Devlet Destekli Terörizme Karşı Kuvvet kullanma 
Yetkisi, TC Ankara Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, Ankara, 2004,s: 45 

Ahmet Hamdi Topal, agm, s: 68 

Mesut Hakkı Çaşın “Uluslararası Terörizm” Nobel Yayınları s: 554 

Sertaç Hami BAŞEREN: “ Terörizmin Ulaştığı Boyutlar, Bu Durumun Türkiye’nin Güvenliğine 
Etkileri ve Alınabilecek Tedbirler” ,s:12-15; Bekir ÇINAR Devlet Güvenliği, İstihbarat Ve 
Terör .(Ankara:Sam Yayınları,1997),s:245 

“DİNÎ MOTİFLİ TERÖR” KAVRAMI AYDIN, Ahmet Hamdi-TÜRKOĞLU, Mehmet Emin/ TÜRKİYE s: 164 

INTERNET 

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN TERÖRLE MÜCADELESİ TERÖRLE MÜCADELE EYLEM 
PLANI/ BM Enformasyon Merkezi/ ANKARA http://www.unicankara.org.tr/tr/birlesmis-
milletlerin-terorle-mucadelesi-terorle-mucadele-eylem-plani/ 

Terörün Amaçlarıı/ Terör Örgütleri.com /http://www.terororgutleri.com/terorun-amaclari/ 
Dünya Gazetesi/ 
http://www.dunya.com/dunya/global-ekonomi/62-kisi-dunyanin-yarisindan-
zengin-287649h.htm 

T.C Maliye Bakanlığı MALİ SUÇLARI ARAŞTIRMA KURULU/Terörün Finansal Kaynakları 

/http://www.masak.gov.tr/tr/content/terorun-finans-kaynaklari/72 

Türk Ceza Kanunu'nun 79'ncu maddesi/ https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5237.html 

BBC TÜRKÇE HABER / http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160222_sipri_rapor 

Doğu Ergil, “Uluslararası Terörizm”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/457/5195.pdf 

SİBER TERÖRİZM/ TASAM Genel Müdürü Atilla SANDIKLI ve Uzman Yardımcısı Gökhan YİVCİGER / 
http://www.tasam.org/files/pdf/raporlar/siber_teror__639c0ad9-f639-4c64-9220-3bbc07f81993.pdf 


DİPNOTLAR;

1 PLANO, Jack C. ve OLTON. Roy, (1988), The International Relations Dictionary, Fourth Edition, Longman, Santa Barbara. 
2 BAŞEREN, S, (1994-95), “Terörizm: Kavramsal Bir Değerlendirme ve Mücadele”, Avrasya Dosyası, c. 1, no. 4, s. 164-165. 
3 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN TERÖRLE MÜCADELESİ TERÖRLE MÜCADELE EYLEM PLANI/ BM 
   Enformasyon Merkezi/ ANKARA http://www.unicankara.org.tr/tr/birlesmis-milletlerin-terorle-mucadelesi-terorle-mucadele-eylem-plani/ 
4 Türk Ceza Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Tarih: 26 Eylül 2004 
5 Terörün Amaçları/Terör Örgütleri.com/http://www.terororgutleri.com/terorun-amaclari/ 
6 Doğu Ergil, “Uluslararası Terörizm”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, s:143. 
7 BOZDAĞLIOĞLU, E. Yasemin Uyar (2008). “Türkiye’de İşsizliğin Özellikleri ve İşsizlikle Mücadele Politikaları”, Sosyal Bilimler Dergisi, S.20, s.48-49. 
8 Dünya Gazetesi/ http://www.dunya.com/dunya/global-ekonomi/62-kisi-dunyanin-yarisindan-zengin-287649h.htm 
9 T.C Maliye Bakanlığı MALİ SUÇLARI ARAŞTIRMA KURULU/Terörün Finansal Kaynakları 
/http://www.masak.gov.tr/tr/content/terorun-finans-kaynaklari/72 
10 Türk Ceza Kanunu'nun 79'ncu maddesi/ https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5237.html 
11 BBC TÜRKÇE HABER / http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160222_sipri_rapor 
12 Ahmet Hamdi Topal, Uluslararası Hukukta Devlet Destekli Terörizme Karşı Kuvvet kullanma Yetkisi, TC Ankara Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, Ankara, 2004,s: 45 
13 Ahmet Hamdi Topal, agm, s: 68 
14 Doğu Ergil, “Uluslararası Terörizm”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/457/5195.pdf 
15 Mesut Hakkı Çaşın “Uluslararası Terörizm” Nobel Yayınları s: 554 
16 Sertaç Hami BAŞEREN: “ Terörizmin Ulaştığı Boyutlar, Bu Durumun Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri ve Alınabilecek Tedbirler” ,s:12-15; Bekir ÇINAR Devlet Güvenliği, İstihbarat Ve Terör .(Ankara:Sam Yayınları,1997),s:245 
17 “ DİNÎ MOTİFLİ TERÖR” KAVRAMI AYDIN, Ahmet Hamdi-TÜRKOĞLU, Mehmet Emin/ TÜRKİYE s: 164 
18 SİBER TERÖRİZM/ TASAM Genel Müdürü Atilla SANDIKLI ve Uzman Yardımcısı Gökhan YİVCİGER / 
http://www.tasam.org/files/pdf/raporlar/siber_teror__639c0ad9-f639-4c64-9220-3bbc07f81993.pdf 



http://docplayer.biz.tr/34946766-Terorizm-tanim-sorunu.html


***

6 Ocak 2017 Cuma

Pandoranın kutusu ya da parçalanmanın yol haritası(?)

Pandoranın kutusu ya da parçalanmanın yol haritası(?)


Süleyman ŞENSOY


Süleyman ŞENSOY 
TASAM Başkanı 
Yayın Tarihi : 09.08.2007
“ Boş bir çuval ayakta durmaz ”
Afrika Atasözü
Pandora, Yunan mitolojisinde meraklı, tedbirsiz bir kadını simgeler. Tanrılar tarafından, kendisine içi yeryüzünde bulunabilecek bütün kötülüklerle dolu ve yanına bir de kötülüklere direnme gücü sağlayan “umud”un kapatıldığı bir kutu emanet edilmiştir. Pandora meraklı ve tedbirsizdir. Biraz da düşüncesiz… Çünkü söylenmesine karşın merakını yenemez ve bu tehlikeli kutunun kapağını aralar… Aralık kalan kutudan bütün kötülükler dünyaya yayılır. Zavallı Pandora’nın aklı başına gelir ama olan olmuştur. Kutunun kapağını kapatır, içerde yalnız umut kalmıştır…
Amerikan işgali Irak’ta Pandora’nın kutusunu aralamıştı. Irak Anayasası ise yaşanan şiddet ve yoksunluğu derinleştirme; istikrarsızlığa istikrar kazandırma istidadı taşıyor. Anayasa, umudu Pandora’nın kutusuna hapsediyor.
Kuzey Irak merkezli büyük bir kırılmanın yaşandığı bu günlerde yüzeydeki tartışmalardan ve her seviyede yapılan karşılıklı restleşmelerden öte olayların bu noktaya nasıl geldiği ve daha nerelere gidebileceği konusunda farklı bir perspektif sunmak istiyorum. Çünkü kurulmuş bir saat gibi işleyen süreç devam ederken zamanında yapılması gereken işler yapılmaz ise konjonktür Türkiye’nin de Irak gibi pandora’nın kutusuna hapsolunabileceğini gösteriyor.
I. Federalizm Irak için uygun bir model mi ?
Federal devletin tanımlanması ve ayırt edici özelliklerinin ortaya konması noktasında karşılaşılan temel sorun, kendisini federal olarak adlandıran devletlerin çok farklı anayasalara, siyasal kurumlara, gelenek ve uygulamalara sahip olmalarıdır. Bu noktada referans modeli olabilecek ideal-tipik bir federal rejim bulunmamaktadır. Ancak bu gerçek, federalizmin ana çizgilerini tanımlamamıza engel değildir. Ana çizgileri ile kavrandığında ise federalizmin birkaç nedenden ötürü işgal sonrasının Irak’ı için uygun bir model olmadığı görülür:
• İlk olarak, federalizm geniş toprakları tek bir yönetim altında tutmak bakımından imparatorlukların başlıca alternatifidir (SSCB örneği). Federalizm, var olan farklı devletlerin ortak bir hegemon güce direnmelerinin (Büyük Britanya karşısında Amerikan kolonileri örneği) ya da ulus-devletlerin küreselleşmenin etkilerine karşı birlik kurabilmelerinin de etkili bir yoludur (AB örneği). Ancak federalizm, sosyal, etnik ve mezhepsel bileşenleri ayrışan; üstelik de işgale uğramış bir üniter devleti yeniden inşa etmenin yolu değildir. 19. yüzyılda İtalyan birliği oluşturulurken, birleşmenin federasyon şeklinde olmasını savunanlar vardı. Fakat, birliği gerçekleştirenler federasyon tezini reddettiler. Onlara göre despotik ve çoğunlukla yabancı yöneticilere sahip çeşitli İtalyan devletleri (özellikle Napoli ve Sicilya) egemenliklerini, oluşturulacak genel bir yönetimle paylaşmak istemeyeceklerdi. Bu nedenle, söz konusu despotik yönetimlerin yıkılması, birlik kurma yolunda bir zorunluluktu. Despotik yönetimler yıkıldığında ise geriye toplumda kök salmış herhangi bir otorite kalmadı. İtalya, ancak birliğini sağladıktan sonra ve zamana yayarak özerk bölgelerin oluşumuna izin verdi. Kuşkusuz üniter devlet modeli ile birlik sağlama çabalarının, üstelik de Irak gibi sivil toplum eksikli bir mekanda otoriter ve Jakoben-Bonapartist bir rejime sonuç vermesi olasıdır. Ancak federal devlet modeli seçildiğinde karşılaşılacak risk daha büyüktür: parçalanma…
• İkinci olarak, Batılı toplumlarda federal ve üniter devlet ayrımları birbirinden su geçirmez bölmelerle ayrılmış değildir ve genel eğilim, dinamik bir süreç olarak federal devletin merkezileşmesi yönündedir. Federal devlet uygulamalarında özellikle “sosyal devlet”in gelişimi ile devletin faaliyet alanlarının genişleyip derinleşmesi ve kamu hizmetlerine ekonomi ve piyasaların ortak örgütlenmesi noktasında homojenlik kazandırılması gereği, merkezi devlet yetkilerinin güçlenmesini zorunlu kılmıştır. Bugün neredeyse bütün federal devletlerde söz konusu olan, sistemin merkezileşmesi ve federal devletin maddi içeriği açısından üniter devlete dönüşmesidir. Küreselleşmenin yıpratıcı etkilerine maruz kalan bir ulus-devletin federalizmi benimsemesi ise su alan bir geminin güvenli bir limana sığınmak yerine açık denizde ilerleyip kaybolmasına benzer. Federalizm, Irak benzeri ülkelerde sömürgecilik sonrası küresel sermayenin yeni bir hakimiyet aracıdır. Afganistan örneğinde olduğu gibi, yerel oligarşilere özerklik tanıyan, daha az masraflı ve daha etkili bir araç…
• Üçüncü olarak, yetkilerin federal, federe ve yerel yönetim düzeylerinde paylaşılmasını öngören federalizm, son derece hassas dengeler üzerine oturur ve doğası gereği işbirliğini zorunlu kılan istikrarlı bir mekanda yaşayabilir. Federalizm, aynı sandalda yolculuk eden üç kişiye benzer. Sandalın ilerleyebilmesi için her üçünün de (federal-federe-yerel yönetim) aynı yönde kürek çekmesi gerekir. Karşılıklı istek ve gönüllülük esasına dayanmayan farklı iradeler arasındaki bir ilişki ise işbirliği ya da federalizm şeklinde nitelenemez. Eğer kurucu unsurlardan en az biri (Özerk Kürt Yönetimi) farklı yönde farklı bir iradeye sahipse federalizmi yaşatmak imkansızlaşır. Farklı iradelerin var olduğu, üstelik de şiddetin alabildiğine kol gezdiği istikrarsız bir mekanı federalizm ile yönetmek, züccaciye dükkanına boğa sokmak ya da bir İsviçre saatini bir çocuğun eline vermek gibidir… ya da Pandora’nın kutusunu açmak...
II. “Yeşil Bölge”nin Anayasası
Bir anayasanın yapım tekniği ile içeriği arasında derin bir ilişki vardır ve çoğu kez bir anayasanın maddi hükümlerinden önce, o anayasanın yapım süreci ve aktörlerinin incelenmesi gerekir. Çünkü pozitif bir hukuksal norm olarak bir anayasanın altında yatan “irade” ancak yapım süreci ve aktörlere bakılarak deşifre edilebilir.
• Irak Anayasası, kamusal alanın dışında, uzlaşma kültüründen yoksun bir biçimde ve P. Bremer tarafından kaleme alınan 2003 tarihli “Geçici Yönetim Kanunu” temelinde hazırlandı. Kurucu Meclis (Geçici Meclis) üyesi Mahmut Osman’a ait ifadelerle, “Meclise son derece ayrıntılı ve neredeyse tamamlanmış bir Anayasa verdiler. ABD yetkilileri Anayasa konusunda Meclis üyelerinden daha ilgili ve daha bilgiliydi.” 30 Ocak 2005 tarihinde yapılan Kurucu Meclis seçimlerini yöneten “Seçim Komisyonu” da bağımsız değildi. Komisyon, gerek yapısı gerekse çalışma biçimi noktasında siyasi partilerin baskısına açıktı. Seçimler sırasında dile getirilen pek çok hile ve engellemelere ilişkin iddialar takip edil(e)medi. Daha da önemlisi, Sünniler seçim komisyonunda başlangıçta temsil edilmedi. Sonradan sınırlı temsilleri ise etkisiz kaldı.
• Seçimler sonucu oluşan ve sonrasında Anayasayı kabul eden “Geçici Ulusal Meclis”de Şii Birleşik Irak İttifakı 132, Kürt İttifakı ise 71 üye ile temsil edildi. Böylelikle Anayasa’nın yapım sürecinde meclis üye tamsayısının %25’inden daha fazlasına sahip olan Kürtler, artı temsil edilerek etkili bir veto hakkı elde etti. Anayasa, kamusal alanın dışında Bağdat’ın tek güvenlikli mekanı olan ve beton bariyerlerle korunan “Yeşil Bölge”de yazıldı. Kürt savaş baronları ve İran yanlısı mollaların ittifakıyla oluşan Kurucu Meclis ve Hükümet, karşılıklı çıkarları dışında uzlaşmaya açık değildi. Ve sonuçta ortaya çıkan, Irak halkının gözünde meşruiyeti son derece tartışmalı bir anayasa oldu.
• Irak Anayasası 15 Ekim 2005 tarihli referandumda kabul edilerek yürürlüğe girdi. Ne var ki referandumda Irak Halkı’nın büyük çoğunluğu sandığa Iraklı olarak değil ama Şii, Sünni ya da Kürt olarak gitti. Referandum gerçekte ortak değil ama farklılaşan iradelerin bir ifadesiydi. Irak’ta toplumsal dokuyu zedeleyen parçalanmanın temelleri 1991 savaşı sonrası ülkenin kuzeyi ve güneyinde tesis edilen “uçuşa yasak bölgeler” ile atılmıştı. Bugün var olan etnik ve mezhepsel temelli coğrafi kümelenme 1991 öncesi bu derece belirgin değildi. Mart 2003 tarihinde gerçekleşen işgal ve sonrasında yaşananlar 1991’de başlayan kümelenme sürecine ivme kazandırdı. Şii, Sünni ve Kürt gibi ayrım kategorileri 1991, ama daha çok 2003 sonrası belirginleşti. İşgal ve süregelen askeri operasyonlar kümelenmeyi coğrafi olarak tetiklemekle kalmadı daha da önemlisi kimlikleştirdi. Bugün, Bağdat’ta yaşayan bir milyon Kürt, Bağdatlı, Iraklı ya da Kürt kimliklerinden birini seçmeye zorlanıyor.. benzer şekilde Şii Türkmenler.. daha da önemlisi ebeveynleri farklı etnik ve mezhepsel kimlikten gelen gençler ve çocuklar…

III. Irak Federalizminin Esasları –sorun alanları

Bir ülkenin federal olup olmadığı, yalnızca o ülkenin anayasasına bakılarak anlaşılmaz. Anayasanın ne şekilde uygulandığı belki, anayasanın kendisinden de önemlidir. Kuşkusuz, Irak Anayasası’nın bütünleşme mi, yoksa parçalanma sürecine mi sonuç vereceğini gösterecek tek şey “zaman”dır. Ve bu zaman boyunca özellikle federal yasalar ile –kurulduktan sonra- Anayasa Mahkemesi içtihatlarının dikkatle incelenmesi gerekecektir. Ancak bu durum, pozitif bir hukuksal norm olarak Irak Anayasası’ndan bir dizi sonuçlar çıkarmamıza engel değildir:
• Irak Anayasası’nın geleceğe yönelik olarak en tehlikeli yönü, federalizmi yalnızca coğrafi temelde kavraması ve topluluk esaslı federalizmi reddetmesidir. Topluluk esaslı federalizmde federal yönetimin yetkisi ülkenin bütün yurttaşlarını kapsarken, federe yönetimler yalnızca ülkenin neresinde yaşadıkları önem taşımaksızın belirli sosyal gruplar açısından yetkili olurlar. Örneğin Belçika, bir federal yönetim ile üç bölgesel (Valon-Flaman-Brüksel) üç de topluluk yönetiminden (Valon-Flaman-Alman) oluşan federal bir devlettir. Bu yolla örneğin coğrafi olarak Valon bölgesinde yaşayan bir Flaman’ın –bu kişi Flaman federe devletine bağlı olduğu için- başta kültürel olmak üzere pek çok hak ve hürriyetini korumak mümkündür. Benzer durum Kıbrıs Anayasası için de geçerlidir. Oysa Irak Anayasa’sı topluluk değil ama yalnız coğrafi temelde bir federalizm kurmaktadır. Bunun anlamı, federe birimler bir kez tesis edildikten sonra bütün yetkinin ilgili birimde olacağı ve farklı topluluklara ait kişilerin de kaçınılmaz olarak asimilasyon politikasına uğrayacaklarıdır. Bugün Kuzey Irak’ta tesis edilen Özerk Kürt Yönetimi, etkin bir Kürtleştirme politikası izliyorsa buna neden olan Anayasa’nın kendisidir. Irak coğrafyasının ne derece karmaşık bileşenlerden oluştuğu hesaba katıldığında federe birimlerin kuruluşu sonrası etnik arındırmanın ülkeyi şimdikinden daha da kanlı bir iç savaşa sürükleyeceği kaçınılmazdır. “Telafer” bu noktada coğrafi esaslı federalizmin sakıncalarını bütün çıplaklığıyla göz önüne serer. Nüfusunun %90’ı Türkmen olan 350000 nüfuslu Telafer, 2003 tarihinde Geçici Yönetim tarafından idari olarak Erbil’e bağlanmıştır. Bugün Telafer’de yaşananlar sadece bir etnik arındırmanın değil ama politik ve ekonomik olarak Kürt hegemonyasının resmidir.
• Federal Devlette, “devlet” özelliği, tek başına ne federal ne de federe yönetimlere tanınabilir. Devlet, federal ve federe yönetimlerin birlikteliğinden oluşan siyasal örgütlenmenin kendisidir. Oysa Irak Anayasası anlaşılması güç bir şekilde yeni federe birimlerin kurulmasının ucunu açık bırakmıştır. Anayasa’nın federe birimlere ilişkin düzenlemeleri içeren 5. bölümü, son derece muğlak ifadeler içermektedir. 117. madde Kürdistan federe biriminin açıkça tanındığına işaret ederken ülkenin geri kalanında federe birimlerin kurulmasını zamana bırakmıştır. Her vilayet tek başına ya da birden fazla vilayet bir araya gelerek kendi anayasasını yapıp federe bir birim oluşturabilecektir. Federe bir birim oluşturmasa da her vilayet gene tek tek ve kendine özgü bir hukuksal birim olarak kalacaktır. Federe birimler ya da vilayetler büyükelçilik ve konsolosluklarda kültürel, sosyal ve kalkınma konularında ofisler açma hakkına sahiptir (Madde 121-4). Vilayetlerden farklı olarak federe birimler iç güvenlik kuvveti oluşturabilirler (Madde 121-5). Bu birimlerin yetkileri klasik polis yetkilerinin çok ötesine geçerek “sınır muhafızları” ve “güvenlik güçleri” nitelemesiyle federe birimler tarafından düzenlenecektir.
• Dünya’da bilinen federal devlet uygulamalarında federal ve federe yasaların çatışması durumunda temel kural federal yasaların üstünlüğüdür. Paylaşılan yetkiler kategorisinde federal yönetimin tam bir kontrolü söz konusudur. Benzer durum Avrupa Birliği anayasal düzeni için dahi geçerlidir. Oysa Irak Anayasası, federal ve federe yasaların çatışması durumunda açıkça federe yasalara üstünlük tanınacağına işaret etmektedir. Federal yasaların federe yasalar karşısında üstün olmadığı bir yapıyı “devlet” olarak bir arada tutmak mümkün değildir. En azından Dünya’da bunun bir örneği bulunmamaktadır.
Anayasa, Federal makamların Irak’ın federal demokratik sistemi, egemenliği, bağımsızlığı, birlik ve bütünlüğünün koruyucusu olduğunu söylemektedir (Madde 109). Ancak aynı Anayasa, bu prensipleri gerçekleştirmek noktasında federal makamları yeterli cihazlarla donatmış değildir.
Her şeyden önce, federe birimler ve bu birimler dışında kalan vilayetler üzerinde federal makamların her hangi bir idari vesayet denetimi söz konusu değildir (Madde 122-5). Her vilayet adeta özerk bir federe birim olarak tasarlanmıştır. Vilayetler üzerinde bakanlık ya da bakanlıklara bağlı ya da ilgili kuruluşların ne hiyerarşik ne de idari vesayet denetimi bulunmaktadır. Bu noktada idarenin bütünlüğünden söz etmek neredeyse imkansızlaşacaktır.
Anayasa’nın 110. madde düzenlemesi, dış politikanın yönetilmesi, diplomatik temsil ve uluslar arası antlaşmaların akdedilmesine ilişkin yetkileri münhasıran federal makamlara bırakmaktadır. Benzer şekilde ulusal savunma politikası, maliye ve gümrük politikaları, ölçü-tartı birimlerinin standartlaştırılması, yurttaşlık, ikamet, göç politikası vs. gibi alanlarda esas olarak federal makamları yetkili kılmıştır ve bu durum federal hukukun klasik uygulamalarına uygundur. Anayasa’nın 114. madde düzenlemesi de başta sağlık, eğitim ve kültür olmak üzere pek çok konuda federal ve federe birimlerin paylaşılan yetkilere sahip olduğunun altını çizmektedir. Ne var ki ilgili konuların dışında Irak’ın bütünlüğünü tehdit riski taşıyan iki noktaya işaret etmek gerekir. İlk olarak Anayasa, gümrüklerin yönetimi, elektrik enerjisi kaynakları ve bu kaynakların dağıtımı ve su kaynaklarına ilişkin konuları da paylaşılan yetkiler kategorisine dahil etmiştir. Bilebildiğimiz kadarıyla Dünya’daki bütün federal devlet uygulamalarında gümrükler ve doğal kaynaklar ülkenin bütününe ait sayıldığı için münhasıran federal makamlara ait yetki kategorisi içerisinde yer alır. Oysa Anayasa bu iki konuda federe birimlere açık yetki tanımıştır.
İkinci olarak ve daha da anlaşılmaz olanı, paylaşılan yetkiler kategorisinde federal ve federe yasalar arasında çatışma çıkması durumunda Anayasa açıkça federe yasalara ve vilayet hukukuna üstünlük tanınacağını söylemektedir (Madde 115). Benzer biçimde Anayasa’nın açıkça federal makamlara yetki tanımadığı alanlarda federe birimler ve vilayetler genel bir yetkiye sahip olacaklardır.
Anayasa’nın 111. maddesi, “petrol ve gazın federe birimler ve vilayetlerde yaşayan bütün Irak halkına ait olduğu”nu söyleyerek bu alanı da paylaşılan yetkiler kategorisine dahil etmiştir. Özellikle bu son nokta üzerinde gerek anayasa gerekse federal yasa, birbiriyle çelişen ve son derece belirsiz ifadelere yer vermektedir.
• Anayasa, gerek terminoloji, gerekse iktidarın kullanımı noktasında Anglo-Sakson hukukunu örnek almış gibidir. Pek çok devlet yetkisinin İngiliz modeli bağımsız idari otoritelerce kullanılacak olması bu konuya ilişkin olarak verilebilecek onlarca örnekten sadece biridir. Ne var ki İngiliz siyasal rejiminde asıl olan, güçlü siyasi teamüllerin varlığıdır. Böylesi teamüllerin neredeyse hiç olmadığı Irak gibi bir yapıda Anayasa tarafından öngörülen modellerin işlemesi olası değildir.
Gene Irak Anayasası devleti nitelerken de birbiriyle çelişen ve yorumlanması çok güç kimi ifadelere yer vermektedir: Anayasa’nın 1. maddesi devleti “cumhuriyetçi, temsili, parlamenter ve demokratik hükümet sistemine sahip tekil federal, bağımsız ve egemen bir devlet” şeklinde niteledikten sonra “İslam’ın, devletin resmi dini ve bir hukuk kaynağı” olduğunun altını çizmektedir (Madde 2). Aynı düzenlemeye göre “hiçbir kanun, İslam’ın yerleşik hükümlerine (ahkam) aykırı olamayacağı” gibi “demokrasi ilkelerine” de aykırı olamaz. Gene Irak, “çok uluslu, (çok etnikli değil..), çok dinli ve çok mezhepli bir ülkedir. Irak, Arap Birliği’nin kurucu ve aktif bir üyesi ve İslam dünyasının bir parçasıdır.” Anayasa’ya göre “Irak vatandaşlığı Irak’ın demografik yapısını bozacak bir yerleşim politikasına izin vermez” (Madde 18-5) Ancak federal ya da federe yasalar ile madde 18-5 çerçevesinde yerleşime sınırlama getirilebilecektir.
Tekrar ifade etmek gerekirse Bütün bu örneklemelerden görüleceği gibi bilinçli bir yol haritasının sürecin en başından beri varolduğu ortadadır. Acılar ve büyük potansiyel tehlikelerle dolu Irak örneğinin Türkiye açısından ne ifade ettiği çok iyi sorgulanmalı stratejik vizyon, iç politikada bütünlük, toplumsal mutabakat ve en az kayıpla süreçteki tehlikeler bertaraf edilmelidir.


..