2 Temmuz 2019 Salı

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 13 _ İslam’la Kavga.,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 13 _ İslam’la Kavga.,


İslam’la Kavga.,
26 NİSAN 2017
Yılmaz Yunak.,

Bir insan ateist olabilir mi?
Böyle bir hakkı var mı?

Ahmet’in veya Mehmet’in söylediklerine bakarak bu sorulara cevap vermek, İslami açıdan objektif bir tutum olmaz.
Buna Kuran karar vermelidir.

Kuran’ı etraflıca okuduğunuzda, ateistlere karşı herhangi bir eleştiri getirmediğini, bunu konu bile etmediğini görürsünüz.
Kuran’ın kavgası, din ile kavgadır; şirk dini ile kavga.

Ve bu kavgada bile demokratik davranır Kuran:
Sizin dininiz size, benim dinim bana! (Kâfirûn, 6)

Kuran’ın, tebliğ ile görevlendirdiği Elçisi’ne (O’na selam olsun) uyarısına bakın:

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!” (Yunus, 99)
Daha ne söylemesini bekliyordunuz?

*** *** ***
Hal böyle iken, özellikle son günlerde, saçma sapan hadislerle muta nikahı üzerinden İslam’la kavgayı körüklemek isteyenlere dostça bir uyarıdır bu çalışma.
Ulusal Kanal, artık Türkiye’nin en çok izlediği kanallardan biri olmuştur.
Aydınlık yüzbinlere hitap eden bir gazete haline gelmiştir.
Son kamuoyu araştırmaları, İşçi Partisi’nin 1 milyon oya dayandığını göstermektedir.
Aileleriyle birlikte milyonlarca kişiye ulaşan bu dev atılımın zirvede olduğu günlerde, İslam ile kavga etmek, saçma sapan, uydurma hadislerden yola çıkarak 
müminleri rencide etmek kime ne kazandırır!
Bir araştırma yapılsa, bu milyonlarca kişiden kaçı İslam’la kavga etmekten yanadır; hem de o klasik söylemle, birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olunan 
bu günlerde…
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu olumsuz şartlarda, İslam’la kavga ederek müminleri küstürmek kimin işine yarar!
Zamanı mıdır bu ayrıştırmanın şimdi!

*** *** ***
Aslında, günümüzde İslam’la kavganın baş aktörü AKP’dir.
Türkiye’nin içinde yuvarlanıp durduğu çamur deryası bunun en önemli kanıtıdır.
İnsanlar aç kalmakta, açıkta kalmakta, işsiz dolaşmaktadır.
Vatan bölünme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Şerefli Komutanlar hapislere atılmakta, Türk Ordusu hadım edilmekte, vatanseverler zindanlara tıkılmaktadır. Çağdaşlaşma ve aydınlanma adına ne varsa  üzerine gidilmekte, özgürlükler bir bir yok edilmektedir.
Türkiye, gâvurlarla birlikte Müslüman ülkelere adeta savaş ilan etmiştir.
AKP, emperyalizmin güdümünde, tüm dostlarıyla kavgalı hale gelmiş; Müslüman Libya’nın mahvedilişine fiilen ortak olmuş, Müslüman Suriye’de iç savaş 
çıkmasında aktif rol almış, Müslüman Irak’ın yerle bir edilişinde Amerikan askerlerine duacı olmuştur.
Bu anlatılanlar, İslam’la fiilen kavga etmenin an açık göstergeleridir.
İçinde bulunduğumuz bu zor günlerde yapılması gereken şey, İslam’ın ne kadar kötü olduğunu anlatmak değil; Müslüman sandıkları için AKP’ye oy verenlerin 
bu gerçekleri görebilmesini sağlamaktadır.
Bu fakir, bu sütunda bunu yapmaya çalışmaktadır.

*** *** ***
Bu fakir, yaşamının büyük bölümünü, müminlerle sosyalistleri aynı safta görmek için harcamıştır.
Böyle yapmıştır, çünkü Kuran’ın sosyalizmi önerdiğine inanmaktadır.
Bunun kanıtları olduğunu sandığı ayetleri bu sütunda okuyucularla buluşturmuş; her iki sistemin ekonomik görüşünün de neredeyse birbirinin kopyası 
olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Bu fakir yanılıyor olabilir; ama bugünün şartları, bu iki kesimin asgari müştereklerde birleşerek vatan hainlerine, emperyalizme, kapitalizme birlikte 
karşı koymalarını gerektirmektedir.
Bu ülkenin tamamına yakını Müslümandır.
Bu çoğunluğun düzenli olarak namaz kılmaması, onların Müslüman olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu insanların tamamı, Allah’a ve onun muazzez 
Elçisi’ne saygı duymaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu çoğunluğun Allah ile kandırılarak (Fâtır, 5) neredeyse vatanına ve milletine ihanet çizgisine sürüklenmiş 
olmasıdır.
Böyle bir ortamda, hem de durup dururken İslam’la kavga kime ne kazandıracaktır!
Atatürk’ün dediği gibi, din lüzumlu bir müessesedir ve dinsiz milletlerin mahvolması kaçınılmazdır.
Özellikle bu günlerde İslam’la kavga, bu kitleleri AKP’nin kucağına atmaktan başka bir işe yaramaz.
Herkesin şapkasına önüne koyarak düşünmesi, derin derin düşünmesi gereken günleri yaşıyoruz.
Vatanımız, hiçbir zaman, tarihinin hiçbir döneminde müminlerle sosyalistlerin birliğine bu denli ihtiyaç duymamıştır.
Müslümanların tam da sosyalizme sempati duymaya başladıkları, temel meselelerde birbirlerinin görüşlerine iltifat etmeye başladıkları bu günlerde 
herkesin daha dikkatli olması gerekmez mi?
İslam’la kavga etmenin sırası mıdır şimdi!
Bu, kime ne kazandırır!
Gün, Türktür-Kürttür, Alevidir-Sünnidir, Müslümandır-ateisttir demeden, Ay Yıldızlı Kutsal Bayrak altında birleşip vatan savunması yapmak günüdür; 
Vatan’ın bizden beklediği budur; birbirimizin gözünü oymamız değil!
Allah’a emanet olun…

https://www.ulusal.com.tr/islamla-kavga-makale,1622.html

******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 12 - Bir Garip ülke.

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 12 - Bir Garip ülke.



Bir Garip ülke.
26 NİSAN 2017
Savaş Süzal.,

Açılım, açılım deniyor, açılan, cüzdanlar. Geçenlerde, “Freedom House” (Özgürlükler Evi) denilen düşünce üreten kurum, dünyadaki internet özgürlüğünü değerlendiren bir rapor yayınladı. Maşallah, bu kez yerimizi korumuş,  “Kısmen Özgür” ülkeler arasında kalmışız. Ama internet özgürlüğü alanında, Vietnam, Etiyopya (yani eski Habeşistan), Brezilya gibi 30 ülkeyle birlikte bayağı gerideyiz. 

Raporu okurken, Bekir Coşkun’un, “Virüs” adlı yazısı gözümün önüne geldi. Yazıda, yaygın kullanılan Facebook’ta tezgahlanan oyunlar anlatılıyor. Coşkun, 
Tayyip Erdoğan için Facebook’ta açılan sayfada, beğenme işaretine basmadan otomatik olarak beğendi kaydı yapıldığını, silinmesine rağmen, beğeninin 
geri geldiğini anlatıyor. Tabii adamlar haklı. O kadar beğendiniz ki, 10 yıldır sırtta sopa, habire oy veriyorsunuz. Yazar, bu durumun Türkiye’de internet 
üzerinden yapılan seçimleri de tartışılır hale getirdiğini vurguluyor. 
Rapora gelince, AKP iktidarının internetteki marifetleri sıralanmış. Fazıl Say’ın, internetteki yazdıkları için mahkum edilmesi. 

Gezi Parkı eylemcilerinin İnternet ve sosyal medya üzerinden yargıya taşınması. 
Bir çok siteye erişimin hükümet tarafından engellenmesi. 

Rapor 2011 yılında kurulan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun, (BTK) internet sansürünü uygulayıp, denetlediğine işaret ediyor. 
Daha çok şey var ama ben de bıktım bunları işe yaramadan sizlere yazmayı.
Yalnız o mu? Türk siyaseti de aklımı karıştırıyor.  Meydanlarda, bebek katilini asmak için ip atıp, Türk’üm bile diyemeyen adama, “Ne mutlu Türk’üm” 
andıyla seslenmek. Sanırsınız, kişi utanacak ve ikna olacak. Sanırsınız, muhalefet yapılıyor. Ama gördük ki, iktidar ne zaman sıkıntıya düşse, destek, 
koştura koştura geliyor. Cumhurbaşkanı seçiminde, anayasa oylaması, komşu Suriye’ye asker gönderme ve bir dizi başka olay.
Seçim için hazırlanılıyor. Suriye oylaması öncesi, Genel Başkan Yardımcıları, aleyhte oy kullanmadan söz ederken, toptan destek oyu çıkıyor. 
Bu gençlik, 1980 öncesi gençlikten farklı. Sağcısı, solcusu, milliyetçisi, 1980 öncesi kafada değil. Farklı. Ve bu farkı, ne yazık ki, AKP fark etti. 
Fark etti ve korktu. Ama bu gençlikle özdeşleşemeyen muhalefet, sınıfta kaldı. Ve seçime gidiyor. Hem de Türk’üm, doğruyum, çalışkanım bile diyemeyen bir iktidara karşı.  
Seçim kampanyası, bağırmak, Meclis Grup kürsüsünde eleştiri yapmak değil. Gençlik, sizden fikir, plan, proje bekliyor. İktidar, yeteri kadar laf 
salatasıyla, işleri yutuyor. Ama bu yeni gençlikten, en fazla onlar korkuyor. Bu yeni gençlik, sizlerle birlik olmak istiyor, ama ne yazık ki sizde hayat yok. 
Bir başka muhalefet partisi, yaşamı skandallarla dolu açığı bulunan bir kişiyi kadrolarına katıyor. Götürüsü, getirisinden fazla siyasetçiyi. 
Anayasa komisyonunda, milletvekilleri birbirinin gırtlağında. Atatürk’ün partisi Atatürk’e ihanet ediyor. Onun tarafından adı konan yerlerin adını 
değiştirmeyi önererek.  
Sizler bu potansiyelle seçime gidecekseniz, gitmeyin. Her gün yeni bir konu atıp, sizleri meşgul eden siyasetçi, en kötü haliyle bu durumdaki 
sizlerden daha fazla oy alır. En kötü tek başına iktidar olmasa bile birinci parti çıkar ve koalisyon ortağı PKK ile hükümet kurar. Belki de muhalefet 
bu kadar eleştirdiği partiyle kendisi koalisyona gider. 
Geçen hafta mecburi askerliğin kaldırılması konuşuldu. Bence Türk Silahlı Kuvvetleri tamamen kaldırılsın ve görevleri polis teşkilatına verilsin. 
Jandarma kıyafeti modacılar tarafından tasarlanıyormuş. Aynı THY personelinin kıyafetleri gibi tatsız tuzsuz bir şeyler çıkar. Oysa askeri kıyafetler 
ihtiyaca göre düzenlenir. Demek ki ihtiyaç kalmadı. 
Geride kalıp siyasete bel bağlayan askerler de emniyet genel müdürlüğü bünyesinde Emniyet müdürü veya komiser falan gibi unvanlar verilerek 
durum kapatılır. 

Zaten Polise Asker Rütbeleri verildi. 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bir-garip-ulke-28402yy.htm

******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 11 _ Türbana Özgürlük mü, Başı Açık Yasağı mı?

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 11 _ Türbana Özgürlük mü, Başı Açık Yasağı mı?



Türbana Özgürlük mü, Başı Açık Yasağı mı?
26 NİSAN 2017
Ali Sirmen.,

Başbakan’ın açıkladığı sözde demokrasi paketinde, getirilen yeniliklerden biri de kamuda da dinsel simgelerin alenen kullanılabilme serbestliği oldu.
Belirtmek gerekir ki, yıllar boyu fırtınalar koparan tartışma başörtüsünün siyasal bir simge olarak kamu alanına sokulması ile başlamıştır.
Yoksa başörtüsü, başörtüsü olarak kaldıkça herhangi bir gerginliğe yol açmamıştır.
Laiklik karşıtlarının çarpıtarak, ama ustaca kullandıkları türban tartışmasının doğurduğu krizi laik kesim iyi yönetemediğinden, asıl sorunun, herkesin 
dilediği kıyafeti seçerken kamu alanında, dinsel bir simge haline getirilmiş olan türbanın örtünmeyenler üzerinde baskı oluşturmasının engellenmesi 
olduğu, anlatılamamıştır.
Bundan yüzyıl önce Müslüman kadınların örtünmeden sokağa çıkmaları yasaktı.
Osmanlı’nın son yıllarında, savaş döneminde, kadınlara başlarını örtmeden sokağa çıkma özgürlüğü verildi. Ama o özgürlüğü kullanabilmek de gerçekten 
yürek isterdi.
Tabii o yıllarda Osmanlı’da rüzgârlar, bu dönemdeki TC’dekinden çok daha başka yönlerden esmekteydi. Konservatuvarlar açılıyor, Robert College’de kadın 
erkek birlikte gidilebilen çay partileri düzenleniyor, kadın çalışma taburları kuruluyor, erkeklerin birden fazla eş alabilmeleri, birinci eşin yazılı iznine bağlı 
kılınıyordu.

İşte öyle bir ortamda serbesti geldi, örtünmeme konusunda.

***
Aradan hemen hemen yüzyıl geçtikten sonra, demokrasi paketi çerçevesinde türbana özgürlük adı altında başı açık gezme yasağı fiilen geri döndürülmektedir..

Amaç, AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop’un da açıkça belirttiği gibi, türbanı ilkokula kadar indirmek, tümüyle kapalı bir topluma ulaşmaktır. 
Bu amaca karşı çıkmaya çalışanların, uyulması yasa emri olan Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda hareket ederlerken nelere maruz bırakıldıklarını 
göz önünde bulundurunca, bundan sonra daha nelerle karşılaşabileceklerini düşlemek zor değil.
Prof. Esat Rennan Pekünlü’nün kamu alanında dinsel bir obje olan türbanı teşhir etmeyi üniversitelerde yasaklayan Anayasa Mahkemesi kararına uyulmasını 
sağlamaya teşebbüs ettiği için 2 yıl 1 aylık cezasını çekmek üzere hapishane kapısında gün saymakta olduğunu unutmayalım.
Laik demokratik rejimlerde, devlet yalnızca bütün inançlar karşısında tarafsız kalıp hepsine aynı uzaklıkta durmakla yetinmez; inanç özgürlüğünün alanını da 
temizlemeye koyulur. Yoksa mahalle baskısı veya bürokrasiden, iktidardan gelecek herhangi bir baskı, inanç özgürlüğünün yolunu tıkar, kullanılmasını engeller.
Yalnızca başı açık sokağa çıkmanın resmen yasak olduğu rejimlerde değil, aynı zamanda başı açık gezmenin resmen yasak olmayıp fiilen imkânsız olduğu 
toplumlarda da demokrasi yoktur.

***
Siz şimdi, AKP iktidarının özgürlüklerin ve özellikle başı açık gezebilme özgürlüğünün alanını temizleyeceğini, mahalle baskısı veya herhangi bir başka 
baskıyı engellemek üzere kolları sıvayabileceğine inanıyor musunuz?
Tabii ki böyle bir şey mümkün değil.

Bu ortamda üniversitede de, lisede de, ilkokulda da herhangi bir yerde de başı açık gezme cüretini zaman içinde kimse gösteremeyecektir.
Bırakın özgürlüğün alanını temizlemek üzere baskıları engellemeyi, tüm okulları imam hatipleştirmek, Diyanet’ten taşınan kadrolarla tedrisatı dinsel eğitim 
çatısı altında birleştirmek için elinden geleni ardına koymayan bu iktidar döneminde, başı örtülü olmayan biri devlette veya AKP’li belediyelerden birinde 
iş bulabilir mi? Daha önce nasılsa istihdam edilmişler, terfi edebilir, işlerini koruyabilirler mi?

Türban tartışmasının özüne şimdi geliyoruz.

Mesele salt türban takmak serbestliği değil, aynı zamanda başı açık gezebilmek özgürlüğüdür.

Türban serbestliği diye takdim edilen ise aslında fiilen başı açık gezme yasağıdır.
Yüzyılda nereden nereye geldik.

https://t24.com.tr/haber/yeni-sbsye-seri-numarali-guvenlik,243067


******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 10 _ TSK’da ‘Çevik er ’ dönemi...

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 10 _ TSK’da ‘Çevik er ’ dönemi...



TSK’da ‘Çevik er ’ dönemi...
26 NİSAN 2017
Ahmet Takan.,


Ellerini verdiler gövdelerini kurtaramadılar!..    Eli kanlı katiller ve sivil uzantıları Erdoğan’ın paketini yerden yere vuruyor. Tehdit üzerine bin tehdit 
savuruyorlar.. Gezi’ye arslan kesilenler PKK’ya miyavlayamıyorlar bile..
İstihbarat birimlerinden devamlı vahim raporlar geliyor. Hepsi sumen altı edilip kamuoyundan gizleniyor.

Recep Erdoğan’ın paketinin üstüne iki istihbarat raporu konuldu;
Birincisi; Süreç boyunca terör örgütünün içerideki militan sayısı iki katına çıktı.
İkincisi; Paket Kandil’i memnun etmedi. Örgüt demokratikleşme paketinde istediklerini alamadı. Asıl amaç Öcalan’ın ev hapsine çıkmasıydı. Terör örgütü, 
aralarında İzmir, İstanbul ve Ankara’nın da bulunduğu metropol illerde her an canlı bomba eylemi düzenleyebilir. Ancak bölücü terör örgütü bu eylemi 
üstlenmeyecek. Her zamanki gibi münferit olay olduğunu PKK’yı bağlamadığını ama PKK’lı biri tarafından yapıldığını söyleyecek. (Kadın canlı bomba olma 
ihtimali yüksek.)

Eylemin nasıl olacağı da tarif ediliyor; intihar eylemcisi gelecek “Apo’ya özgürlük” diye bağırarak kendini patlatacak.
Taşlar bağlanmış, itler sokaklarda cirit atıyor.
Hortlayan Sevr gereği terhis edilen ve bölücü terörle mücadeleden geri çekilen TSK’daki son durumu biliyor musunuz?..

Terör bölgesinde PKK’ya karşı kahramanca mücadele eden ve üstün başarı sağlayan genç subayların önemli bir bölümü büyük illere çekildi. Bu kahramanlara verilen yeni görev ise birliklerde erlere polis-çevik kuvvet eğitimi vermek. Kahpe çetesini leş yığınına çeviren kahramanlar, şimdi ellerinde kalkanlarla temsili sivil düşmanlara karşı “hayt, huyt” diye bağırarak, iki ileri bir geri nümayişi bastırma eğitimi veriyor.

Yalım’dan “özel” sorular

Eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, Askerlik süresinin kısaltılması ile ilgili önemli bir değerlendirme yaptı. 
Yalım’ın açıklamasındaki zamanlamalara dikkatinizi çekmek isterim;
 “Osmanlı’dan günümüze kadar askerlik hizmet süreleri incelendiğinde, Savaş dönemlerinde askerlik süresinin uzatıldığı, barış dönemlerinde ise azaltıldığı 
görülmektedir. Zaman içerisinde farklı uygulamalara da rastlanmaktadır. 1970 yılında askerlik hizmet süresi 24 aydan 20 aya düşürülmüş ve bu süre tam 
15 yıl uygulanmıştır. 1984 yılında PKK terörünün başlaması ile birlikte, teröristler üç beş çapulcu olarak değerlendirilmiş ve 1985 yılında askerlik hizmet 
süresi 20 aydan 18 aya indirilmiştir. Askerlik süresinin indirilmesinden sonra terör eylemleri giderek artmaya başlamış ve teröristler sivil vatandaşlarımızı 
da öldürmeye başlamıştır. 1990 yılından sonra PKK terör örgütünün zaman zaman ilan ettiği ateşkes ile bir rehavet dönemine girilmiş ve askeri 
operasyonlar asgari düzeye indirilmiştir. 1992 yılında askerlik hizmeti 18 aydan 15 aya indirilmiştir. PKK terör örgütünün, 24 Mayıs 1993’te Bingöl’de 
silahsız ve savunmasız 33 erimizi hunharca şehit etmesinden sonra Aralık 1993’den itibaren terhisler önce dört ay daha sonrada 3 ay süre ile 
durdurulmuştur. 6 Ocak 1995 tarihinde askerlik hizmeti yeniden 15 aydan 18 aya çıkarılmıştır. AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte 15 Temmuz 2003’te 
askerlik hizmet süresi 18 aydan 15 aya indirilmiştir. 1985 yılından itibaren askerlik hizmet süresinin düşürülmesi sonrasında, PKK terör örgütü kendisini 
toparlamış ve daha güçlü hale gelerek büyük çaplı terör eylemleri yapmıştır.” 
Ümit Yalım, Bakanlar Kurulu’na verilen askerlik kısaltma yetkisinin yalnız barış dönemi ile sınırlı olduğuna dikkat çekiyor:

“Halihazırda, Ege Denizi ve Akdeniz’de, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait 16 ada ve 1 kayalık, Yunanistan’ın fiili işgali altındadır. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 
de Akdeniz’de 7 bin kilometrekare Kıta Sahanlığı/Münhasır Ekonomik Bölgemizi işgal etmiştir. Vatan toprakları işgal altındayken, AKP Hükümeti’nin 
askerlik süresini 12 aya düşürmesi kanunen mümkün değildir. Ayrıca Suriye tezkeresi çıkarıldıktan birkaç gün sonra, askerlik süresinin kısaltılması 
konusunun gündeme gelmesi tam bir çelişkidir. Hem ülkemiz yakın bir tehdit altında diyerek tezkere çıkaracaksınız hem de askerlik süresini kısaltacaksınız. 
AKP Hükümeti milletimizle dalga mı geçiyor? İsmet Yılmaz, Suriye tezkeresi için Meclis’ten destek istedikten birkaç gün sonra da askerliğin 12 aya 
indirilmesini istiyor. 

Yılmaz, hangi kurumun başında Bakanlık yaptığının farkında mı?..

Askerliğin 12 aya indirilmesi için, Genelkurmay Başkanlığı’nın da AKP hükümeti ile mutabakata varmasını anlamak mümkün değildir. 

Necdet Özel, 

Ege Ordusu Komutanı olduğu dönemde, Yunan helikopterlerinin adalarımıza asker taşımasını ve hudut ihlalini Genelkurmay’a rapor etmiyor, Genelkurmay 
Başkanı olduktan sonra Yunanistan Kıbrıs Dairesi’ni lağv ediyor, GES Komutanlığı’nı MİT’e devrediyor, şimdi de askerliği 12 aya indirmek için AKP Hükümeti ile mutabık kalıyor. 

Vatan toprakları işgal altındayken, Necdet Özel ne yaptığının farkında mı?”

http://www.gunlukkoseyazilari.com


******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 9 _ Tek Ulus Andı!

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 9 _ Tek Ulus Andı!



Tek Ulus Andı!
26 NİSAN 2017
Özgen Acar.,


Okullardan “Türk” kavramını içeren “andımızı” kaldırdı. Gerekçesini de Adana’da esip gürleyip “Biz slogan milliyetçisi değiliz. Her sabah çocukları sıraya dizip 
1933’lerden kalma, geri kalmış ülkeleri hatırlatan, soğuk savaş dönemi demirperde ülkelerini çağrıştıran sloganları attırmak değildir…” sözleri ile açıkladı.
Günümüzde ABD okullarına giderseniz sabahları çocukların “Amerika Birleşik Devletleri’nin bayrağına ve o bayrağın simgelediği cumhuriyete bağlı kalacağıma, herkese özgürlük ve adaletle; tanrının gözetiminde, bölünmez, tek ulus için ant içerim…” sözlerini duyarsınız.
Arkadaşa göre demek ki neymiş? ABD “slogan milliyetçisi” imiş! Neymiş? ABD de “geri kalmış ülkelerden…” imiş! Neymiş, bu durumda “ABD de demir perde” 
oluyormuş!
“Türklük andı” yerine okullarda “zorunlu din derslerinde” neler mi öğretiliyor? Bodrum Gündem gazetesinde Serdar Anlağan’ın yazısından bir alıntı yapalım: 
“(…) Daha ilk derste başlıyor çocuklara  anlatmaya ‘cinler ateşten yaratılmıştır, korkmayın size bişey yapmaz’, ‘Azrail iyidir, melekler iyidir, korkmayın size 
bişey yapmaz’, ‘ilk insan Hazreti Âdem’dir, topraktan yaratılmıştır’, ‘evrim teorisi yalandır’ diye. Din öğretmeni ‘aman’ diyor. ‘Sakın ha! Üçgenin içine göz 
çizmeyin, kötü ruhları çağırırsınız!’ diyor. Çocuklar korkuyor, korkudan, ‘cinler var’ diye okulun tuvaletlerine gidemeyen, ‘sesler duyduğunu’ ileri sürenler var.”
Yazar, Türkiye’nin de imza koyduğu “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin 26. maddesinin 3. bendindeki şu temel kuralı anımsatıyor: 
 “Ana-babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikli hak sahibidir.”
“Üçgenin içindeki göz” bize ekteki görseli anımsattı!
‘Update Edilmeli!’
Arkadaş her şeyi o kadar iyi biliyor ki onu tanımlamak sevgili Fikret Otyam’ın deyişiyle “gayrikabilimümkinatsız”!
Yaklaşan seçimde Matruşka paketinde “anadilinde eğitim” diye bir çevreye “havuç” gösteriyor. Ama arkadaşın anadili herhalde İngilizce! Neden mi?
Çarşamba günü İstanbul’da uluslararası bir toplantıda Türkçe yaptığı konuşmada, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nun “update edilmesi lazım!” demez mi? 

Herhalde rahmetli annesinin dili İngilizce idi!

Anadilinin İngilizce olduğunu kanıtlayan ve çeşitli konuşmalarından not ettiğim sözcüklerden bazı örnekler şöyle: “İllegal, asimilasyon, provokasyon, 
jenerasyon, depresyon…” Hatta bir keresinde aynı anda “full dolu” demez mi?
Cuma namazından çıkarken herhalde anadili İngilizce olan bir çocuk (ya da) arkadaş anlasın diye “quiz (sınav) olduk” deyince “Öyle mi?” yanıtı ile birlikte 
satranç takımı vermiş. Ama yiğidin hakkını da yemeyelim! İstanbul’da bir açılış töreninde günümüzün moda deyişiyle yeni gökdelenlere “tower (kule)” 
denilmesini şiddetli eleştirmişti!

Anadilinde Eğitim!

Bakalım Milli Eğitim Bakanlığı anadili sorununun altından nasıl kalkacak? 
İnternette “ethnologue.com” adresine girerseniz Türkiye’de 35 değişik dilin kullanıldığını, 1’inin öldüğünü öğrenirsiniz. Bunların 13’ünün kurumsal, 5’inin 
gelişmekte, 6’sının canlanmakta, 10’unun sorunlu oldukları ve 1’inin de öldüğü açıklanıyor. Bu rakamların çoğu 1980-90’lar için geçerli… 
Abazaca: 10 bin kadar kişi (1995). 
Abhazca: Çoğunlukla Çoruh, Bolu ve Sakarya’da 35 bin (1993). Abhazyalının 4 bin kadarının (1980) anadili. 
Adigece (Çerkesçe): 1965 nüfus sayımına göre Kayseri, Tokat ve Kahramanmaraş’ta 71 bin kişinin anadili. 
Arapça: Mardin, Siirt ağırlıklı olmak üzere 400 bin kişi (1992). 
Arnavutça: 65 bin Arnavut’un 15 bini konuşuyor (1980). 
Azerice: Çoğu Kars’ta 530 binden fazla kişinin anadili (1996). 
Boşnakça: Batıda 20 bin kişi konuşuyor (1980). 
Bulgarca: Bulgaristan göçmenleriyle birlikte 300 bin kişi (2001). 
Çingenece: Domari ve Romani olarak ikiye ayrılıyor, 50 bin kişinin anadili. 
Ermenice: 70 bin Ermeninin 40 bini konuşuyor (1980). 
Gagavuzca: 327 bin kişi (1993). 
Gürcüce: Artvin, Ordu, Sakarya’da 40 bini aşkın kişi (1980). 
Kabartayca (Çerkesçe): Genelde Kayseri çevresinde 202 bin kişi (1993). 
Kazakça: 600 kadar kişi (1982). 
Kırgızca: Van, Kars yörelerinde binden fazla kişi konuşuyor (1982). 
Kırım Türkçesi (Balkan Tatarcası): Tam bilinmiyor, Ankara-Polatlı yöresindeki Tatar köylerinde kullanılıyor. 
Kumukça: Birkaç köyde konuşuluyor. 
Kürtçe: Zazaca, Dimlice ve Kırmançi ile Kırmançi’nin lehçeleri sayılan Şikaki ve Herki’yi ayrı diller olarak değerlendiriyor. Kürtçe ana başlığında 
toplanırsa 5 milyondan fazla kişinin anadili. 
Ladino: Çoğu İstanbul ve İzmir’de 8 bin kişi konuşuyor (1976). 
Lazca: 30 binden fazla kişinin anadili (1980). Kendini “Laz’ım” diye tanımlayanlar 220 bin kadar, çoğunlukla Rize’nin doğusu ve Artvin’de. 
Osetçe: Digor lehçesi Bitlis, Erzurum, Kars, Muğla, Antalya yörelerinde konuşuluyor (1993). 
Özbekçe: Hatay, Gaziantep, Urfa’da 2 bine yakın kişinin anadili (1982). 
Rumca: Çoğunluğu İstanbul’da 5 bine yakın kişi konuşuyor (1993). 
Süryanice: Turoyo ve Hertvince gibi lehçeleri olan Süryanice yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Hertvince lehçesini Siirt’te 1000 kişi konuşuyor (1999). 
Turoyo ise Mardin yöresinde 3 bin insanın anadili (1994). 
Tatarca: İstanbul’daki Tatarlar konuşuyor. 
Türkçe: Türkiye nüfusunun yüzde 90’ının anadili (1987). 
Uygurca: Çoğu Kayseri’de 500 kişi konuşuyor (1981). 

Anadille, etnik dillerin birbirine karıştırılmaması gerektiğine ilişkin en güzel sözleri söyleyen Çinli bilge Konfüçyüs’ü anımsayalım: 
“Bir ulusu yok etmek istiyorsanız işe önce dili ile başlayın!” 
Günümüzde ise TBMM Anayasa Komisyonunun AKP’li Başkanı Burhan Kuzu’nun“Anadilinde eğitim Türkiye’yi böler!” sözleri Konfüçyüs’ü “update (güncel)”  ediyor!




*****

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 8 _ MÜSLÜMAN,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 8 _ MÜSLÜMAN,



Akif Kökçe
26 NİSAN 2017
MÜSLÜMAN,


Başbakan dedi ki: “Bunlar tarih boyunca ‘Türküm’ dediler, Türkiye’nin itibarını yerlerde süründürdüler. ‘Doğruyum’ dediler, Türkiye’yi yolsuzluklara mahkûm 
ettiler. ‘Çalışkanım’ dediler, yıllarca yan gelip yattılar.”

CHP’li Muharrem İnce dün şu yanıtı verdi:

“Diyelim ki dedikleri doğru. Biz Türklüğümüzden vaz mı geçeceğiz?

Ben de Başbakan’a soruyorum:
‘Müslümanız’ dediler, Haçlı seferlerine destek verdiler.
‘Müslümanız’ dediler, yolsuzlukların alasını yaptılar.
‘Müslümanız’ dediler, camide içki içildi yalanını söylediler.
Böyle yaptılar diye biz dinimizden vaz mı geçeceğiz?”

http://www.gunlukkoseyazilari.com

*****

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 7 _ Hava Muhalefeti,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 7 _  Hava Muhalefeti, 


Hava Muhalefeti,
26 NİSAN 2017
Melih Aşık.,

CHP lideri Kılıçdaroğlu “CHP iyi muhalefet yapamıyor” diyenlere insaf ve sorumluluk çağrısı yapmış...

Demokrasilerde İcraatından dolayı iktidar eleştirildiği gibi..

Eğer iktidara koltuk değneği gibi çalışıyorsa muhalefet partileri de eleştirilecektir...

CHP’ye Cumhuriyet değerlerini savunması için oy veren seçmen bu ilkelerden sapıldığı için eleştiriyorsa gazeteci elbet bu seslere aracılık edecektir.
CHP lideri lakilik tehlikede değildir diyerek iktidarın laiklik karşıtı icraatını görmezden gelmiş...
Türbanın üniversitede yolunu açmış, ilkokula ve kamuya girmesine yeşil ışık yakmışsa...
Önce “Anadilde eğitim ülkeyi böler” demiş sonra iktidarın bu yöndeki adımlarına sessiz kalmışsa...
Siyasete soktuğu CHP’li olmayan kişilerin ağzından Cumhuriyet’in değerlerinin eleştirilmesine yol açmışsa...
Elbet - perde önündeki kayıkçı kavgasına rağmen - eleştirilecek...
“Birçok önemli sorunu biz dile getirdik, protesto ettik, önerge verdik” diyor, Kemal Bey.
Görev bu kadarla bitmez. Görev sorunları izlemek, kitleleri meydana dökmek dahil her türlü muhalefet imkanını kullanarak sonuç almaktır. 
İktidara gelirse sorunları çözeceği yolunda güven vermektir.
Bunun için bir siyasi çizgi ve uyumlu kadrolar oluşturmaktır.
CHP bunları yapabilseydi oyları hâlâ yüzde 25’lerde seyrediyor olmazdı...
Adımız andımızdır!
Öğrenci Andı 6 eyalet hariç tüm ABD’de 1942 yılından beri söyleniyor. Yalnızca Wyoming eyaletinde mecburi değildir. İsteyen söylemez. 

Ant şöyledir:

“Amerika Birleşik Devletleri’nin bayrağına ve onun temsil ettiği cumhuriyete, Tanrı’nın himayesindeki tek ve bölünmez millete, özgürlüğe ve herkes için 
adalete sadık kalacağıma söz veririm.”
Metine “Tanrı” kavramı anda sonradan eklenmiş olup bu sözcük nedeniyle dava açılmış, mahkeme “Tanrı” sözünün dinsel değil törensel anlamı olduğunu 
belirtip şikâyeti reddetmiştir...
Geçmiş yıllarda yazılmış metinler günümüze uymayabilir... Uyması da şart değildir. Sembolik değeri vardır. 

10. Yıl Marşı gibi marşlar da böyle... 

Geçmişin heyecanlarını ve coşkularını taşır günümüze... O heyecana ortak olmamızı sağlar... Sözler günümüze tam uymasa da önemli olan temsil ettiği 
değerlerdir.
Anlaşıldığı gibi... Andımıza, Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sine, 10. Yıl Marşı’na karşı rahatsızlık duyanlar aslında o metinler ve müziklerle temsil edilen 
değerlere karşıdırlar...

AMPUL

Giresun’da paralı eğitim sistemini protesto için “Ampul Tayyip” şarkısı söyleyen Genç Umut üyesi 7 lise öğrencisine 235 gün hapis cezası verildi.
Ampul zaten AKP’nin amblemi değil mi? Bu bir aydınlatma aracı olarak kullanılmıyor mu?
Savcı iddianamesinde “ampul” sözcüğünün “bazı kesimler” tarafından “Başı bedeninden büyük, beceriksiz, ahmak, çağın gerisinde kalmış, yobaz insan” 
anlamında kullanıldığı iddiasında bulundu.
Kimmiş o bazı kesimler? Belli değil... Peki gençlerin “Ampul Tayyip” derken “ampul”ü o anlamda kullandıkları ne malum? Savcı neden Başbakan’a bu 
sıfatı yakıştırdı?
Sorulacak soru çok... Acınası olan... Sistemin lise öğrencileri karşısında bile aciz duruma düştüğüdür.
Polis “eylem
yapma olasılığı olan” vatandaşı
-savcıdan izin almadan-
48 saat gözaltına tutabilecekmiş.
Darbecilerin olağanüstü hal döneminde kullandıkları yetkileri
AKP iktidarı “demokratikleşme” döneminde kullanıyor...

https://www.istanbulgercegi.com/gazete-yazarlari/melih-asik_26/-page=110

*******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 6 _ Türklükte hayır vardır!

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 6 _ Türklükte hayır vardır!



Türklükte hayır vardır!
26 NİSAN 2017
Hasan Demir,

Daha dün partisini eleştirenlere “Kanı bozuklar” saldırısı yapıp “Kanını tahlile yollamak gerekir” diyerek muhalefete Hitler gibi laboratuvarı adres gösteren 
Çorum eski AKP milletvekili Ahmet Aydoğmuş, tekvandocu olduğundan mıdır nedir; klavyeye her dokunuşta, ağzını her açışta kavramların kafasını yarmaya 
devam ediyor.

Erdoğan’ın “Demokratikleşme Paketi” dediği ve bize göre “mozaiklik”ten “kum” laşmaya doğru en büyük adım olan açıklamaları sonrası sayın eski vekil o 
günkü “ırkçılık” tan “İslâmcı”lığa ışık hızı bir geçiş yapmış olmalı ki...
“Andımız”ın kaldırılması konusunu eleştiren sosyal paylaşım sitesindeki takipçisine özetle, “Ben seni Müslüman olduğun için sevdim. 

Bugüne kadar Türklüğümün hiçbir faydasını görmedim” deyiverdi...

İnsan “ırkçı” dâhil, ister “İslâmcı” olur, ister başka bir şey. Her ne oldu ise, olduğu şeyin bedelini her iki dünyada öder. Anlaşılması zor hatta imkânsız olan, 
o gün revaçta olan ne ise kişinin işte o olmasıdır. Buraya kadar da tahammül edilebilir, lâkin o kişi bir dönem milleti temsil etmiş ise işte o zaman söylediği 
söz ve sergilediği davranış toplum, tarih ve savunduğu inancın mihengine vurulur.
Bütün bunlara rağmen Sayın Aydoğmuş’un söyledikleri bu köşe açısından yazı konusu olmayacak bir “oldu-bitti” idi.
Fakat aynı paylaşım sitesinde 3. Boğaz Köprüsü’ne verilen Yavuz Sultan Selim adını içine sindiremeyenleri toplumun önüne atarak kendini savunmaya 
kalkışması, toplumsal sorumluluk adına, bardağa düşen son damla gibi oldu.
Son haliyle İslâm dinini referans aldığı anlaşılan, “Bugüne kadar Türklüğümün hiçbir faydasını görmedim” diyen sözün sahibine, “Fetva” değil amma 
“Takva” noktasında, “Bırakın Türklüğü, Araplığı, Acemliği, koltuğunuzun altındaki kıl için bile, ‘Bugüne kadar ne faydasını gördüm ki’ dediğinizde siz,
 ‘Allah’ı abesle iştigal etmekle’ suçlamış olursunuz.” 

Allah(c.c.) bir şeyi yarattı ise mutlaka bir hikmeti, bir faydası vardır. “Türklük” de Allah’ın ayetlerinden biridir.

Nitekim Yüce Rabbim: 

“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, 
Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır. (Hucurât: 13)” buyurur.

Kaldı ki siz “Türklüğün, bizim görmediğimiz kadar faydasını görmüş, en azından Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” olarak Meclis’e girmiş yüksek maaşlar 
almış ve sosyal haklar kazanmışınız...

Gerçek bu iken Allah’ın kuluna “Türk” kimliği altında verdiği nîmetleri inkârı gerekmez. Hatta şükretmek nîmetin sahibini daha hoşnut kılar. 
Üstelik “Türk” denildiğinde dünyanın “Müslüman” bir kişi anladığını ve Haçlıların Müslüman olanlara “Türk oldu” dediğini bilmeyen mi var!
“Türklüğün” faydası vardır. “Türklük” şemsiyesi kalktığı için bugün İslâm dünyası Haçlıların şamar oğlanı haline gelmiş; “Türklük” zarardır diyenler ise 
camilerin Haçlı kışlasına çevrilmesinde koçbaşı olma görevini gururla üstlenmişlerdir.

http://www.gunlukkoseyazilari.com

************

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 5 _ Barkodlu Vatandaşlık...

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 5 _ Barkodlu Vatandaşlık...


Barkodlu Vatandaşlık...

26 NİSAN 2017
Bekir Coşkun


Maç Seyircisiz...
Başbakan’ı Dinlemek mecburi...

*
Barkodu veriyorlar eline...
Zorunlu gideceksin...
Gitmezsen yazıyor kasa...

*
Gözlerinde pirinç paketi kadarsın...
Nohut...
Makarna...
Mercimek...
Eğer bunlarla satışa geliyorsan, barkodun niye olmasın?..

*
“Dünyada ilk kez uygulandı” diyor parti önde geleni...
Doğrudur...
Git bir Almanı, Belçikalıyı, Fransızı barkodla; bak bakalım...
“Ben market hıyarı mıyım?” der mi, demez mi?..

*
Bunlar Adana’da AKP mitingine katılacakları barkodladılar...
Girerken barkodunu gösteriyorsun...
Yumurta aldığında nasıl ki okuyucu alet barkodun üzerinden geçtiğinde “bip” diyor, öyle ötüyorsa, öyle ses çıkartıyorsun...
“Bip...”
*
Memurlara barkod verip zorunlu Başbakan’ı dinlemeye gönderildi...
Okullar oraya getirildi...
Otobüs bedava...
Metro bedava...
Gelene tost, ayran, bayrak, şapka, atlet, tişört...
Giyin çık...
Bir kıçın açıkta kalıyor...

*
“Hangi ilçeden ne kadar insan geldi, öğrenelim diye yaptık” dese de arkadaş, inanma...
Barkod, öyle ileri geri bağıranları uzak tutmak için...

*
Başka türlü olmuyor...
Maça gidemiyor, tiyatroya gidemiyor, üniversiteye gidemiyor, beş bin polis olmadan sokağa çıkamıyor...
Bir kendi mitingi kaldı...
Ona da gelen sağlam olsun maksat...
Barkod iyi fikir...

*
Saklayın ayrıca barkodunuzu...
Nohut, kömür, işe giriş, terfi, pasaport yerine geçer bakarsınız...
Markettekilerle karıştırmayın ama...
Okutunca...
“Turp... Kilosu elli kuruş...” çıkmasın sonra...

http://www.gunlukkoseyazilari.com

**************

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 4 _ Ayva Ağacı.,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 4 _ Ayva Ağacı.,



Ayva Ağacı.,
27 NİSAN 2017
Yılmaz Özdil

Maltepe’deki Arkadaşlarımı ziyarete gitmiş ve yazmıştım…
*
“Ön bahçede, tel örgüyle bina arasındaki dört-beş metrekarelik boşlukta dut ağacı var. Altına bi masa, sekiz-on sandalye sığıyor. 
Gölgesine oturduk. 

Çocuklardan konuştuk. Bi kitap ayracı getirdiler. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, ayva ağacının yapraklarından hazırlamışlar. Hani, nüfus cüzdanlarını, 
ehliyetleri falan şeffaf plastikle kaplarız ya, öyle… İki yaprak, üstünde Mustafa Kemal’in imzası var, altında bir not, gölgesinde oturduğumuz ayva ağacının 
yaprakları yazıyor. İyi de bu ağaç dut değil mi? Arka bahçeye götürdüler beni. Ayva ağacı orada. Meğer, o ayva ağacını Ataol Behramoğlu dikmiş oraya 
iyi mi… Ataol ağabeyi zamanında buraya tıkmışlar, hayata küseceğine hayatı yeşertmiş, ayva fidanı dikmiş. Ve, yazmış: Maltepe askeri cezaevinin avlusunda, 
sisler içindeki Büyükada’nın karşısında, oturmuş yazarım bu şiiri/Eylül başlarında bir cumartesi sabahı, lodos titretiyor ağaçları, yağmur geceden yıkamış 
çiçekleri/Gökyüzü mavi, bulutlar beyaz, ardından baharın geçti koca bir yaz, hapisteyiz hâlâ ve güzün ilk serinlikleri/Avlunun dört yanı dikenli teller, tellerin 
gerisinde nöbetçiler bekler, kapanır uykusuzluktan gözleri/On gündür çocuk sesi duymadım, özledim ‘baba’ deyişini kızımın, özledim beni görünce ki 
sevincini/Hayatım benim, kırk yıllık hayatım, seni başarabildiğimce dürüst yaşadım, içim burada da pırıl pırıl şimdi/Geçer, güzelim, bu günler de geçer, 
sökülüp atılır dikenli teller, koparır halk bir gün zincirlerini…”

*
Ve, Ataol ağabey bu hafta sonu bir mektup yayınladı Cumhuriyet’teki köşesinde… Kadriye anne göndermiş. Maltepe’deki arkadaşlarımdan 
Ali Yasin Türker’in annesi.

*
“Merhaba Ataol Bey,

Ben 66 yaşında ilkokul mezunu bir anneyim. 16 yaşıma kadar köyde yaşadım, köy çocuğuyum, evlenince Ankara’yla tanıştım. Rabbim bize üç evlat verdi. 
Dört de torunumuz var. Benim beyim çocuklarının rızkını tırnaklarıyla kazıyarak kazandı. 20 sene seyyar satıcılık yaptı, 20 sene taksicilik yaptı. 
Tek arzumuz, muhanete muhtaç olmadan çocuklarımızı büyütüp, okutabilmekti. Bizim azmimiz, onların gayreti, kızım Ortadoğu’da iktisat okudu, 
Amerika’da master yaptı, küçük oğlum Hacettepe’de İngilizce işletme okudu, büyük oğlum asker olmayı seçti. Harp okulunu dereceyle, harp akademisini 
dereceyle bitirdi, Amerika’da master yaptı, Boğaziçi Üniversitesi’nde endüstri mühendisi olarak doktora yaptı, üç tane yabancı dili var. 

Bu çocuk bu eğitimini memleketine daha iyi hizmet vermek için yaptı, darbeye teşebbüsten 16 sene aldı. Anne olarak çok canımı yakıyor… 

Oğlum 2003-2006 arası İspanya’da Nato’da görevliydi, gelinim ücretsiz izin alıp eşinin yanına gitti, dünya tatlısı Elif orada doğdu. 

Biz oğlumun yurtdışında olduğunu hukuka inandıramadık. Oğlum gündüz İspanya’da çalışmış, gece Türkiye’de darbe planı yapmış… 

Çocuğuma atılan bu çok çirkin suçu, bizlere ve çocuğuma yaşatılan bu acıyı, rabbimin adaletine havale ediyoruz, 66 yaşında bir anne ve 
76 yaşında babası, çocuğumuzun özgür kalması için dua ediyoruz. Ben oğlumu orduya 14 yaşında verdim, birinci ailesi bendim, ikinci ailesi 
orduydu ama, ordu çocuklarımıza çok sessiz kaldı, halktan da hiç destek görmedik, sadece sizin gibi yazarlarımız bizlerin gören gözü, konuşan dili oldu, 
teşekkür ederim.
Size mektup yazmak istedim. Çünkü… Sizin dikmiş olduğunuz ayva fidanının altında, şimdi benim fidanım oturuyor. Geçen cumartesi günü açık görüş vardı. 
Torunlarım Ege ve Elif, birer ayva koparmışlar, bana da nasip oldu. Kaderin tecellisi hiç belli olmuyor. Bizleri sizler anlarsınız diye, bir anne olarak dertlerimi 
paylaşmak istedim. 

Kadriye Türker

*
İftirayla hapse tıkılmış oğlunu özleyen anne’den, iftirayla aynı hapse tıkılıp, kızını özleyen baba’ya… Dikmiş olduğunuz fidanın altında, şimdi benim 
fidanım oturuyor!

*
Yarın Yargıtay’da tarihi gün… Memlekette hukuk olmadığını biliyoruz ama, adalet var mı, öğrenmemize 24 saat kaldı.

http://www.gunlukkoseyazilari.com

*********

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 3 _ ADIMIZ ANDIMIZDIR.,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 3 _ ADIMIZ ANDIMIZDIR.,


26 NİSAN 2017
Av.A.Erdem Akyüz.,

İlköğretim okullarında okutulan AND’ın kaldırılmasını, yalnızca belli bir söylem, şiir veya marşın kaldırılması olarak tanımlamak büyük ölçüde yanlış olacaktır.
Bu söylem kaynağını; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından, bu uğurda canlarını veren şehit ve gazilerimizin kanlarından, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgelerinden, Anayasa’dan, Yasalardan ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarından almaktadır.
Bu sayılanlar var olduğu sürece devam edecektir.
İlköğretim okullarında derse başlarken toplu olarak söylenen bu sözler; ilke, söylem ve yaş olarak Cumhuriyet ile özdeştir. 80 yıldanberi hiç değişmeyen 
tümceleri şu şekildedir :
Türküm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam; küçüklerimi korumak,
Büyüklerimi saymak,
Yurdumu milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Şimdi; “Türküm, doğruyum, çalışkanım” olarak başlayan bu andın kaldırılması için; neresine katılınmadığının, neresinin yanlış ve gereksiz olduğunun 
açıklanması gerekir.
İnternet hafızası unutmaz. Bundan iki sene önce, tam de bu günlerde “Türküm, doğruyum, çalışkanım” başlığı altında yayınlanan bir yazımda, bu and’ı 
kaldırma isteklerinden söz etmiştim. Başlık ve isim ile birlikte aranırsa bulunabilir. Demek ki iki sene gibi kısa bir süreçte bu noktaya gelinmiş.
Oysa Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayan, Çinli, zenci, Japon, Meksikalı ve hatta Türk ve kürt asıllı 300 milyondan fazla insan, okullarda her güne 
iftihar ve gururla “Amerika Birleşik Devletlerinin Bayrağına ve o Bayrağın simgelediği Cumhuriyete bağlılık andı içiyorum” diyerek başlamaktadırlar. 
Değişik ırk ve dinden olan bu insanlar için, -bizdekinin bir benzeri olan- bu and bir ayrımcılık örneği değil, bir birleşme ve bütünleşme timsali olarak 
kabul edilmekte ve yaşanmaktadır.
And’ımzı en güzel ifade eden şiirlerden biri, sözlerini Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı ve Ahmet Muhtar Ataman tarafından bestelen marştır :
Adımız andımızdır, yoluna can koyarız
Türk olmayı en büyük şeref
En büyük şeref ve şan sayarız.
Türküz, Türküz dedikçe kalbimiz almakta hız
Türk olmayı en büyük şeref
En büyük şeref ve şan sayarız. 

http://www.gunlukkoseyazilari.com

***

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 2 _ Doğu Perinçek Dostumla Beyin Fırtınasına Devam.,


BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 2

Doğu Perinçek Dostumla Beyin Fırtınasına Devam.,

26 NİSAN 2017
Bedri Baykam

Ülkemizde solun en güçlü belleklerinden İP’nin değerli Başkanı Doğu Perinçek’le doğal olarak anlaştığımız onca konu dışında, fikir ayrılığımızı yazılarımızdan 
sürdürdüğümüz bir sorun var: Perinçek, seçimlerde “CHP+MHP+İP” cephesini öneriyor. Ben ise 10.09.2013 tarihli yazımda, bu dayanışmaya MHP’nin dahil 
olmasına, gerekçelerini sayarak karşı çıktım. MHP’nin, AKP ne zaman zora düşse, hep onu kurtaran can simidini yoktan var ettiğini hatırlattım 
(en son Gezi’ye katılmama çağrısı ve Suriye tezkeresine verdikleri destek gibi). Dolayısıyla bu muhalefetin güvenilmezliğini, buraya yönelen oyların 
yanlış bir kullanıma alet olabileceği riskini aktardım. Ama parantez açıyorum: MHP’ye bir eleştiri getirmiyorum. Sonuçta her parti gibi, onların da öncelik 
özgürlüğü var. Şayet laiklik ve demokrasiyi korumak yerine, ülkenin “milliyetçi-mukaddesatçı” profiline hitap edeceklerse, AKP’ye arka çıkacaklarsa, 
kimsenin onları durdurmaya ne gücü yeter ne de artık vakti. Madem MHP içkiye AKP gözüyle bakmak istiyor, Zafer Bayramı’nda Trakya’da bile 
“Bu resepsiyonda içki veriliyor” diye örgütünün üyeleri çekip gidebiliyor, o zaman da bize düşen, tespiti yapıp devekuşu sendromundan vazgeçmek. 
Perinçek bana 10 gün önce yanıt yazıp aynı konuyu tartışmaya açtı:
Bedri Baykam’a Silivri Kalesi’nden sesleniyoruz.,

“(…) Burada sevgili arkadaşım Bedri Baykam’a sesleniyorum. 10 Eylül 2013 günü Cumhuriyet’te çıkan yazısını yazdığı gün, ABD Başkonsolosu Kilner, 
‘Milliyetçiliği dışlayın’ diyor. Bedri Baykam gibi bir sağlam taşa yeterli uyarıdır sanırım.
MHP’nin vatansever tabanı, MHP yönetimine mahkûm değildir. Eğer Devlet Bahçeli, AKP-PKK ortaklığının belediyeleri elinde tutma ve Türkiye’yi bölme 
tasarımına teslim olursa, o milliyetçi tabanı arkasında göremeyecektir. Bunu bilelim.
MHP tabanının bağnaz milliyetçiliğe değil, Türkiye’nin bütünlüğünü koruyacak bir kardeşlik anlayışına yöneldiğini de görelim. Milyonlarca milliyetçinin 
bu sorumluluğu paylaşacağına güvenelim.” 
İşte bu noktada sevgili Perinçek’e “Bu konuda hiçbir itirazım zaten yok” derim! Nedir aradaki fark? “MHP’nin vatansever tabanı MHP yönetimine mahkûm 
değildir” cümlesi. Yani benim kendini milliyetçi hisseden ama bunu laik-demokrat eksende tutmaya kararlı, dinci değil, dindar insanların bu ittifaka 
destek vermelerine ne itirazım olabilir ki? Ama bu ancak MHP’yle değil, söz konusu seçmen profiliyle gerçekleştirilecek bir ittifaktır. Çünkü MHP 
yönetiminin değiştiğine dair topluma sunduğu bir özeleştiri veya bilgi akışı da yoktur. Dolayısıyla ittifak ancak MHP’nin veya eski merkez sağın laik-demokrat 
oylarına yapılacak bir çağrıyla olur.
Biliyorum, bu makalemi okuyan insanların bir kısmı şimdiden ya dudak büktüler ya da panik içinde feryat etmeye başladılar: Nasıl olur da bir solcu, 
Ulusalcılığı -yani bir önceki kelimeyle milliyetçiliği- savunabilir efendim, bu ne ilkeliliktir (!). Bunun yanıtını özellikle vermek istiyorum: Dünyada ülkesini 
sevmekten utanan, korkan, bu duyguyu saklayan solculara sahip başka gerçek ötesi bir ülke yoktur! Ne Küba’da ne Fransa’da ne de Amerika’da böyle bir
 “özel ırk” da yoktur. Aynen “Türk” kelimesinden korkan ve o zoraki “Türkiyeli” sıfatını aklıevveller gibi dayatmaya kalkan, halkına “Amerikanyalı”, 
“Fransalı”, “İngiltereli” diyen insan olmadığı gibi! Bir Türk’ün tarihini, Cumhuriyetini, vatandaşını, bayrağını sevmesinin “ayıplı ırkçılık” olduğunu sananları 
acil şekilde tedavi ettirmemiz lazım. Çünkü ülkeye has sorunları deforme ederek kendini bu kadar yobaz hale dönüştürmek, hayra alamet değildir. 
İnatla “Ne mutlu Türk’üm diyene” cümlesinde sanki “Ne mutlu Türk kanı taşıyana” denmiş gibi bir saldırı noktası oluşturanlar, kalkıp 300 ırk karması 
taşıyan ABD vatandaşlarına da aynı saçmalıkları anlatıyorlar mı? İnsan milletini, ülkesini delicesine sevip çok güzel savaş karşıtı da olur, ırkçılığın bir 
numaralı düşmanı da! Tüm yaşamını evrensel kardeşliği sağlamaya da harcayabilir! Bunların “çelişkili” olduğunu sananların acilen “Ben nerede hata 
yaptım da 2 milyon saatlik beynime kazınmış TV tartışma programları sonucunda bu gaflete düşmüştüm acaba?” diye özeleştiri yapmaları lazım. 

Aynen bu uydurma propagandalar yüzünden herkese “faşist” damgası vurmaya meraklı bahtsızlar gibi!
Sevgili Perinçek’e ileteceğim diğer mesaj şu: Solda CHP’nin ötesinde, Cumhuriyet değerlerini kabul eden diğer sosyalist-sosyal demokrat yapılarla ve 
özellikle “Gezi” birikimiyle diyalog, “güç birliği” açısından sanıldığından çok daha önemlidir!

http://www.gunlukkoseyazilari.com

****


BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 1 _ Dr. Doğu Perinçek

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 1

Beyinlerin Sulanması., Dr. Doğu Perinçek


26 NİSAN 2017.

“Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir etkide bulunmadı. Aksine, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün fevkinde kapsayıcı bir Arap milliyeti siyasetine indirgeniyordu. 

   Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu. 
Muhammedin dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimes, her yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allaha kendi milli dilinde değil, Allahın Arap kavmine, gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve yakarıda bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allaha ne dediğini bilmeyecekti. 
Bu vaziyyet karşısında Türk milleti bir çok yüzyıllar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta, bir kelimesinin anlamını bilmediği halde Kuran'ı ezberlemek ten beyni sulanmış, hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince, karışık, cahil hocalar ağziyle, ateş ve azap ile müdhiş bir muamma halinde kalan, dini, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa’da, Allah kelimesinin yüceltilmesi parolası altında, hıristiyan milletlerini idareleri altına geçirdiler, fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler.”

Derin bir gaflet ve yorgunluk.,

“Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek bir kuvvetli millet yaptılar. Mısırda, belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palas pareyi, hilâfet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular. Gâh şarka, gâh garba veya her tarafa birden saldıra saldıra Türk milletini Allah için, peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allaha mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. 

Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaat ve temin eden dini akide ve dini his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mani olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin, ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi; dünyanın acısı duyulan tokatıyle derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. 

Türk vicdanı umumisi, derhal, yüzlerce asırlık kudret ve açıklıkla, büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu? Türkün milli hissi, artık ocağında ateşlen miştir. Artık Türk, cenneti değil, eski, hakiki büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının, son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. 

İşte, dinin, din hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra.”

Millî Duygu ve İnsanî Duygu.,

“Türk milleti, milli hissi; dini hisle değil fakat insani hisle yan yana düşünmekten zevk alır, vicdanında, milli hissin yanında, insani hissin şerefli yerini daima 
muhafaza etmekle öğünür. Çünkü, Türk milleti bilir ki, bugün medeniyetin büyük yolunda bağımsız ve fakat, kendilerine koşut yürüdüğü umum medeni  milletler ile, karşılıklı keşflerle insani ve medeni ilişkiler, elbette gelişmemize devam için lâzımdır. Ve yine bilinir ki, Türk milleti, her medeni millet gibi, mazinin bütün devirlerinde keşifleriyle, buluşlarıyla medeniyet alemine hizmet etmiş insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarını hürmetle muhafaza eder. Türk milleti, insaniyet aleminin, samimi bir ailesidir.”

Kaynak: Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 23, Kaynak Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2011, s.84 vd.

Atatürk Eliyle yazdı bunları.,

Atatürk, din ve millet duygusu konusunda yukarıda okuduğunuz görüşlerini 1930 yılında eliyle yazmıştır. Metin o dönem ortaokullarda okutulan " Vatandaş İçin Medenî Bilgiler" kitabında aynen yer almıştır. 1930’larda öğrenim gören kuşaklar, yurttaşlık bilgisi dersinde bu yazılanları öğrenmiştir. 

El yazılarının fotokopileri, Prof. Dr. Afetinan'ın "Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları" adlı kitabında ek olarak yayımlanmıştır. 2. basım, 
AKDTYK Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988. Atatürk’ün Bütün Eserleri ’nde el yazılarının fotokopyaları ve metinler, ders kitaplarıyla karşılaştır malı olarak aynen yer almaktadır. 

https://www.aydinlik.com.tr/arsiv/ataturkun-din-ve-millet-konusunda-yazdiklari

ÖZEL NOTUM (TÇ ) ;
 YUKARIDAKİ İFADELER AŞAGIDAKİ SAYFADAN BİREBİR ALINTIDIR..
DOĞU PERİNÇEK KENDİ FİKİR VE DÜŞÜNCELERİ DEĞİLDİR..
TAKDİRLERİNİZE

https://tr.wikiquote.org/wiki/Mustafa_Kemal_Atat%C3%BCrk/Din



***