1 Ekim 2017 Pazar

Bugün 12 Eylül! Darbe öncesi ve sonrası adım adım yaşananlar



Bugün 12 Eylül! Darbe öncesi ve sonrası adım adım yaşananlar


MEHMET SARCAN - ANKARA
12 Eylül 2014, Cuma

Organeral Kenan Evren yönetiminde yapılan 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 34 yıl geçti ancak bütün yaşananlara rağmen darbenin acıları 
hâlâ sarılmaya çalışılıyor. İşte adım adım darbe öncesi ve darbe sonrasında yaşananlar.

DARBE ÖNCESİ YAPILAN SUİKASLER

Darbeye adım adım yaklaşırken altyapısı da bir yandan siyasi cinayetlerle hazırlanmaya çalışılıyordu. Darbe öncesinde: 1 Şubat 1979'da 
Abdi İpekçi İstanbul Teşvikiye'de, 19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te, 7 Aralık 1979'da 
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil İstanbul Levent'te, 27 Mayıs 1980'de Milliyetçi Hareket Partisi 
Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da, 24 Haziran 1980'de Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde 
eşi ve kızıyla birlikte, 15 Temmuz 1980'de Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde, 
19 Temmuz 1980'de Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul'da Dragos Deniz Kulübü'nden çıkarken, 22 Temmuz 1980'de 
DİSK ve Maden-İş Sandikası Genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

YÜZ GÜN PLANI

Üçüncü Ecevit hükümetinin istifasından sonra Milliyetçi Hareket Partisi, Milli Selamet Partisi'nin hükümete alınmasına karşı çıktığı için Üçüncü 
Milliyetçi Cephesi gerçekleştirilememiş ve 12 Kasım 1979'da Süleyman Demirel'in başbakanlığında azınlık hükümeti kurulmuştur. 
Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet Partisi bu hükümeti dışarıdan desteklemiştir. Demirel, 'Yüz Gün Planı'nı açıklayarak anarşi ve enflasyon 
olmak üzere 2 temel sorununu 100 günde çözeceğini iddia etmiştir. Bu plan tartışmalara yol açmış ancak tartışma yüz günün hükümetin 
güvenoyu aldığı 25 Kasım 1979'dan itibaren mi yoksa Demirel'in planı açıkladığı 8 Aralık 1979'dan itibaren mi sayılacağı konusuna odaklanmıştır.

TSK'NIN UYARI MEKTUBU

27 Aralık 1979'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı 
Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzasını 
taşıyan, ülkedeki iç karışıklıkla ilgili bir uyarı mektubu, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e gönderildi. 1 Ocak 1980'de Çankaya Köşkü'nde Kenan 
Evren ve kuvvet komutanlarıyla bir görüşme yapıldı. Görüşmede, "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi 
partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek 
anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal 
kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir." vurgusu yapıldı.

24 OCAK KARARLARI

Ekonomik olarak yaşanan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacılığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu 
harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırılmıştır. 
Bunun için Süleyman Demirel Turgut Özal'ı başbakanlık müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı.

"BU ZİHNİYET, MİLLETİ ALDATMANIN FIRSATINI YİNE BULACAKTIR"

Şubat 1980'de Milli Selamet Partisi Başkanı Necmettin Erbakan, Demirel hükümetini kerhen (istemeyerek) desteklediğini açıkça dile getirmiştir. 
Bundan 43. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 'Kerhen Milliyetçi Cephe' (MC) olarak anılmaya başlamıştır. Erbakan, 13 Mart 1980 yılındaki ve 
23 Nisan 1980 tarihli basın toplantılarında şu ifadeleri kullandı: "Kadayıfın altı kızarmadan bu hükümeti uzaklaştıracak olursanız, bu zihniyet 
milleti aldatmanın gene fırsatını bulacaktır. Onun için kadayıfın altının kızarmasını bekleyeceğiz. 18 Mayıs'a MSP il başkanları toplantısına kadar 
bekleyeceğiz. Kadayıfın altının kızarıp kızarmadığına bakacağız."

YENİ CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ BUNALIMI

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresi dolduğu sırada Meclis'teki en büyük 2 partinin liderleri Ecevit ile Demirel daha Cumhurbaşkanlığı 
için aday bile belirlememişlerdi. Son anda adaylar bulundu. Seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamıyordu. 
Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü yeni cumhurbaşkanı seçilemedi.

BAYRAK HAREKATI

17 Haziran'da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kuvvet komutanları ve Genelkurmay II. Başkanı Necdet Öztorun'u çağırmış ve kod adı 'Bayrak 
Harekâtı' olan bir darbenin 11 Temmuz 1980'de gerçekleştirilmesi bildirmiştir. "Bütün Ordu Komutanlarına; Bayrak Planı'nın uygulanmaya giriş 
günü 11 Temmuz, saati ise 04.00'dır."

Ancak 2 Temmuz'da Süleyman Demirel hükümeti güvenoyu aldığı için ertelenmiştir. Daha sonra 28 - 31 Ağustos'ta '5 Eylül 1980'den itibaren 
her an hazır olunması' bildirilen 'Bayrak Harekâtı' emirleri özel kuryelerle komutanlara teslim edilmiştir.

ZAFER BAYRAMI VE KUDÜS MİTİNGİ

Necmettin Erbakan, "Karadeniz şehirlerinden birisinde vefat eden bir din adamının cenaze törenini neden olarak göstererek 30 Ağustos Zafer 
Bayramı'nın Anıtkabir'deki kısmı ile Genelkurmay Başkanlığı'nda yapılan kutlama törenlerine katılmamıştır. 23 Temmuz 1980'de İsrail'in Kudüs'ü 
başkent ilan etmesi sonucu Milli Selamet Partisi (MSP) 6 Eylül Cumartesi günü Konya'da 'Kudüs'ü kurtarma yürüyüş ve mitingi' düzenlemiştir. 
Bu mitinge 100 bin kişinin üzerinde katılım olmuş, iddiaya göre miting sırasında okunan İstiklal Marşı topluluk tarafından yuhalanmıştır. 
Betül Tiftik, mitingi partilerinin yapmadığını belirterek şu ifadeleri kullandı: "Konya mitingini MSP olarak biz yapmadık. Bütün partilerin sahip 
çıkması için bir tertip heyeti düzenlendi ve önemine binaen, bütün partileri ve liderleri davet etti." Ancak dönemin MSP'li Konya Belediye Başkanı 
Mehmet Keçeciler, mitingin MSP tarafından düzenlendiğini, hatta kendisinin mitingden önce Necmettin Erbakan ve Oğuzhan Asiltürk'le, Ankara'da 
MSP Genel Merkezi'nde bu mitingi iptal ettirmek için görüştüğünü, iptal ettiremeyince MSP'den istifa ettiğini, fakat bununda kabul edilmediğini 
yıllar sonra belirtti.

VE DARBE

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin 
Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik 
Konseyi, radyodan okunan ilk bildiriye göre "İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti 
adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.

12 Eylül tarihli 2 numaralı bildiriyle ülke genelinde 13 sıkıyönetim bölgesine 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atanmıştır. 7 numaralı 
bildiriyle siyasi partilerin faaliyetleri yasaklanmış olduğunu ve Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin 
faaliyetlerinin de durdurulmuş olduğunu duyurulmuştur. Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak üzere polis teşkilatı Jandarma Genel 
Komutanlığı'nın emrine verilmiştir. Darbe günü Emniyet ve MİT üst düzey yöneticileri Genelkurmay Başkanlığı'na davet edilmiş ve TRT ile PTT 
genel müdürleriyle beraber tecrit edilmişlerdir.

    20 Eylül'de Kenan Evren eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu'yu başbakan olarak görevlendirmiş ve 21 Eylül'de Ulusu'nun sunduğu 
bakanlar kurulu listesi, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmıştır.

    "HÜKÜMETİNİZ FES EDİLMİŞTİR"

    Darbenin gece 03.00'da ilanından sonra aynı gün sabah saat 05.30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay 
Başkanı Kenan Evren tarafından birer tebliğ gönderildi. Tüm tebliğlerde "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento 
üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz" ifadesiyle birlikte gidecekleri adresler belirtilmektedir. Bülent Ecevit ve Süleyman 
Demirel için Hamzaköy Gelibolu adresi belirtilirken, Necmettin Erbakan'a ise Uzunada İzmir adres olarak verilir. Ecevit ve Demirel eşleriyle birlikte 
aynı uçakla Hamzaköy'e götürülür. Yaklaşık bir ay boyunca, 11 Ekim 1980'e kadar burada kaldılar. Necmettin Erbakan aynı gün uçakla Uzunada'ya 
götürülür. Alparslan Türkeş evinde bulunamadığı için Milli Güvenlik Konseyi, 13 Eylül'de bir bildiri ile teslim olmaması halinde suçlu duruma 
düşeceğini belirtir. Bunun üzerine 14 Eylül'de Ankara Merkez Komutanlığı'na teslim olur ve Uzunada'ya gönderilir.

    "ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ?"

    Darbeden sonra ilk idamlar 9 Ekim 1980 tarihinde gerçekleşmiştir. İlk olarak sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu 
idam edilmiştir. 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edilen Erdal Eren, idam kararı Yargıtay tarafından 2 kere iptal edilmiş olmasına rağmen, 
Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Ulucanlar Cezaevi'nde idam edilmiştir. Kenan Evren, 
3 Ekim 1984'deki Muş gezisi sırasında yaptığı konuşmada Erdal Eren'in idamına ilişkin şunları söylemiştir: "Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra 
mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah 
çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?"

    DARBENİN BİLANÇOSU

    1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. 
Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı). İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e 
gönderildi. 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 388 bin kişiye 
pasaport verilmedi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin 
faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 
4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 
3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. 
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi 
çatışmada öldü. 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi. 43 kişinin intihar ettiği bildirildi.

(CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/gundem_bugun-12-eylul-darbe-oncesi-ve-sonrasi-adim-adim-yasananlar_2243660.html




Bir Gecede Değişimin Adı: 12 Eylül 1980 Darbesi


Bir Gecede Değişimin Adı: 12 Eylül 1980 Darbesi

Herşey aslında bir gecede oldu... 12 Eylül 1980 saat 03.00'de tanklar şehirlerde gezmeye başladığında bu aynı zamanda yeni bir dönemi işaret 
ediyordu. Bu tarihten sonra birçok şey eskisi gibi olmayacaktı, olmadı da...

Aslında Türk halkı bir anlamda darbelere alışkındı, 27 Mayıs 1960 darbesi ile 12 Mart 1971 muhtırasını yaşamıştı...

Özellikle 70'li yıllarda başlayan sağ ve sol görüşlü gruplar arası gerginlik durdurulamaz bir boyuta geçmiş, hükümetler ve devlet gerginliği 
yatıştırmada yetersiz kalmıştı.

1980'e yaklaşıldığında yurdun hemen hemen her köşesinden ölüm haberleri geliyordu. Ülke adeta bölünmüş, kamplaşma doruk noktaya 
ulaşmıştı.

DARBEYE DOĞRU ADIM ADIM...

1 Şubat 1979:
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi 1 Şubat 1979 gecesi İstanbul Maçka'daki evinin yakınlarında arabasında iken 
Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü. 

Mehmet Ali Ağca verdiği ifadede Abdi İpekçi'ye 5 - 6 el ateş ettiğini söyledi. Fakat olay yerinde 9 mermi ele geçirildi. Bu da bir ikinci kişinin 
olduğunu ihtimalini güçlendirdi. Daha sonra Oral Çelik ve Mehmet Şener'in suikastı beraber planladığı ve Mehmet Ali Ağca'yı da tetikçi olarak 
sonradan aralarına aldıkları öğrenildi. 

10 Eylül 1979:
Türkiye İşçi Partisi Adana eski İl Başkanı Ceyhun Can, yazıhanesinde öldürüldü.

Aynı gün bir diğer isim Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal da evinin önünde öldürüldü.

19 Eylül 1979:
Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te öldürüldü.

3 Aralık 1979:
Fedai Dergisi sahibi MHP'li yazar Kemal Fedai Coşkuner İzmir Agora semtinde alışveriş yaptığı pazar yerinden dönerken kurşunlanarak öldürüldü.

7 Aralık 1979:
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil 7 Aralık 1979'da evinden üniversiteye giderken silahlı saldırıya 
uğradı ve öldürüldü. Tütengil uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde denemeler yazmıştı.

11 Nisan 1980:
TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 1980'de evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

27 Mayıs 1980:
MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, eşi ile gittiği bir ziyaretten dönüp arabadan eşyalarını indirirken Devrimci Sol militanları tarafından 
çapraz ateşe alınarak öldürüldü.

24 Haziran 1980:
MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde ve kızıyla birlikte öldürüldü.

15 Temmuz 1980:
CHP İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu İstanbul Şişli'deki işyerinde öldürüldü.

19 Temmuz 1980:
Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul Dragos'taki evinin yakınında Mahir Çayan ve arkadaşlarının intikamının alınması adına Dev-Sol militanları 
tarafından suikaste uğradı. 

22 Temmuz 1980:
Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

FOTOĞRAFLARLA 12 EYLÜL DARBESİ... (TIKLAYIN)

VE 12 EYLÜL 1980...

İşte böyle gergin bir ortamda Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale ile yönetime 
el koydu. 

Dönemin Genelkurmay Başkanı daha sonra yargılanması gündeme gelen ve birçok tartışmaya neden olan Kenan Evren'di... 

Evren, Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı'nın yanı sıra Devlet Başkanlığı görevini de üstlendi. 

12 Eylül 1980 Cuma günü saat 03.59'da Türkiye radyoları (TRT) İstiklal Marşı'nın çalınmasıyla birlikte yayına geçti. Daha sonra anons yapılmadan 
Harbiye Marşı çalındı. Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik 
Konseyi'nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi 5 bildiri daha izledi.

Milli Güvenlik Konseyi'nin 1 Numaralı bildirisi şöyleydi: 

Yüce Türk Milleti;

Büyük Atatürk'ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda, izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir.

Devlet, başlıca organlarıyla işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşürülmüştür.

Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze 
düşürülmüştür.

Aziz Türk Milleti:

İşte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.

Girişilen harekatın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.

Parlamento ve Hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır.
Vatandaşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat 05.00'den itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı 
konulmuştur.

Bu kollama ve koruma harekatı hakkında teferruatlı açıklama bugün saat 13.00'deki Türkiye Radyoları ve Televizyonun haber bülteninde 
tarafımdan yapılacaktır. Vatandaşların sükunet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne güvenmelerini beklerim.

DEMİREL HÜKÜMETİ FESHEDİLDİ...

Bu müdahale ile 6. Süleyman Demirel hükümeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi feshedildi, sendika ve derneklerin faaliyetleri durduruldu ve 
genel sıkıyönetim ilan edildi. 

1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve bir askeri dönem başladı. Bu dönem yaklaşık 9 yıl sürdü. 

12 Eylül 1980 darbesinin ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. 

12 EYLÜL DARBESİNİN BİLANÇOSU ... (TIKLAYIN)

Liderler için Hamzaköy ve Uzunada dönemi...

Darbenin gece 03.00'te ilanından sonra aynı gün sabah saat 05.30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay 
Başkanı Evren tarafından birer tebliğ gönderildi. 

Tüm tebliğlerde, "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına 
uyunuz" ifadesi kullanıldı, liderlere gidecekleri adresler de belirtiliyordu.

Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel için Hamzaköy Gelibolu adresi belirtilirken, Necmettin Erbakan'a ise Uzunada İzmir adres olarak gösterildi.

Ecevit ve Demirel eşleriyle birlikte aynı uçakla Hamzakoy'a götürüldü. Yaklaşık bir ay boyunca, 11 Ekim 1980'e kadar burada kaldılar. 

Necmettin Erbakan ise aynı gün uçakla Uzunada'ya götürüldü.

Alparslan Türkeş evinde bulunamadığı için Milli Güvenlik Konseyi, 13 Eylül'de bir bildiri ile teslim olmaması halinde suçlu duruma düşeceğini 
belirtti. Bunun üzerine Türkeş 14 Eylül'de Ankara Merkez Komutanlığı'na teslim oldu ve Uzunada'ya gönderildi.

Ve 1982 Anayasası... 

7 Kasım 1982 yılında yapılan halkoylamasıyla yüzde 92.7 evet oyuna karşılık, yüzde 8.6 hayır oyuyla kabul edildi. Oy kullanırken iki renk 
arasından birini seçmek gerekiyordu. "Mavi" renk hayır, "beyaz" renk ise evet demekti. 

Kenan Evren halkoylaması öncesi yaptığı konuşmalarla halkı mavi oy vermemesi konusunda telkin ediyor ve çeşitli gazetelere mavi renkle 
ilgili sansür uygulanıyordu.

Darbe ardından geçen 3 yıl içerisinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve askeri yönetimin belirlediği Danışma Meclisi tarafından 
hazırlanan Anayasa, 1982 yılında yapılan ve aleyhte konuşmanın ve propaganda yapmanın yasak olduğu "güdümlü" referandumda, yüzde 92'lik 
"evet" oyu ile büyük farkla kabul edildi. 

Halk oylamasında "hayır" oyu kullananları sandık başında baskı altında tutmak için rengi dışardan görünen oy pusulaları kullandırıldığı iddia 
edildi ama bu, Anayasa'nın çok büyük çoğunlukla kabul edilmesini açıklayan tek neden değildi. 

Aynı halkoylamasında, Kenan Evren otomatik olarak Cumhurbaşkanı seçildi. Kabul edilen Anayasa'da, askeri yönetim üyelerinin ömür boyu 
yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, daha sonraki seçimlerle iktidara gelen hiçbir hükümet tarafından kaldırılmadı ve 12 Eylül liderlerinin 
dokunulmazlığı sürdü.

1983 genel seçimleri ve yeni bir lider, yeni bir dönem...

6 Kasım 1983'te Türk halkı askeri yönetime son verecek ve kendisi yönetecek olan yeni hükümeti belirleyecek olan genel seçimlerde sandık 
başına gitti. 

Bu seçime kapatılan eski siyasi partilerin hiçbiri katılamadı. 

Seçimleri o zamana kadar adı pek de duyulmamış olan Turgut Özal'ın partisi Anavatan kazandı, Halkçı Parti ikinci ve Milliyetçi Demokrasi Partisi de 
sürpriz bir şekilde üçüncü oldu. 

Seçimlerden sonra milletvekillerinin parti değiştirmeleri sonucunda Doğru Yol Partisi ve Sosyal Demokrasi Partisi de meclise girdi. Daha sonra 
alınan başarısız seçim sonuçları nedeniyle Milliyetçi Demokrasi Partisi kendisini feshetti, Halkçı Parti ise Sosyal Demokrasi Partisi ile birleşerek 
Sosyaldemokrat Halkçı Parti'yi kurdu. 

Bu seçimler Türkiye'deki siyaset sahnesine yeni bir ismi koyacaktı: Turgut Özal... 

http://www.cnnturk.com/2011/yasam/diger/09/12/bir.gecede.degisimin.adi.12.eylul.darbesi/588447.0/


Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül Kronoloji

Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül Kronoloji


Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül Kronoloji

Siyasi cinayetler, kanlı 1 Mayıs, Çorum ve Maraş olayları, Meclis'in kilitlenmesi, ekonomik buhran ve diğerleri... Türkiye tarihine bir balyoz gibi 
inen sürecin kilometre taşları.

Darbenin ardından 1982 yılında yapılan referandumla Kenan Evren'in yedi yıllığına Cumhurbaşkanlığı'na getirilmesi kabul edildi. [AA]
Türkiye'nin siyasi ve sosyal hayatını yeniden dizayn eden 12 Eylül süreci öncesindeki çalkantılar, askeri müdahalenin ardından yerini mutlak 
baskının hakim olduğu bir atmosfere bıraktı. 

Darbenin ardından 650 bin kişi göz altına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam 
cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişinin cezası infaz edildi.

98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi 
siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 

171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.

31 gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci silahlı saldırıda öldürüldü.

Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, 39 ton gazete ve dergi imha edildi.

Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi, 14 kişi açlık grevinde öldü.

1977

1 Mayıs: İstanbul Taksim Meydanı’nda düzenlenen İşçi Bayramı kutlamalarında kalabalığın üzerine meçhul saldırganlar tarafından bir binanın 
çatısından ateş açıldı. Hâlâ aydınlatılamayan ve tarihe 'Kanlı 1 Mayıs' olarak geçen olayda 33 kişi hayatını kaybetti.
13 Haziran: Dönemin başbakanı Süleyman Demirel istifa etti. Milliyetçi Cephe Hükümeti sona erdi.

29 Mayıs: İzmir Havaalimanı'nda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’e silahlı saldırı düzenlendi. Sağ kurtulan Ecevit, kontrgerillayı 
suçladı.

21 Haziran: Hükümeti kurma görevini alan CHP lideri Bülent Ecevit kabineyi açıkladı.

1978

15 Ocak: Sol ve sağ örgütler arasındaki şiddet olayları arttı, son iki haftada 30’dan fazla kişi öldü. 

16 Mart: İstanbul Üniversitesi’nden çıkan sol görüşlü kalabalık bir öğrenci grubunun üzerine bomba atıldı ve otomatik silahlarla ateş açıldı. 
'16 Mart Katliamı' adı verilen olayda yedi öğrenci öldü, 47 kişi yaralandı. Saldırı aydınlatılamadı, üç kişinin yargılandığı dava 2008 yılında 
zamanaşımından düştü.

17 Nisan: Adalet Partisi üyesi Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, kendisine gönderilen bir bombalı paketi açarken, gelini ve iki torunuyla 
birlikte öldü. Malatya’da büyük olaylar yaşandı. Sokak gösterileri günlerce sürdü.

19 Mayıs: Ankara’da, Gençlik ve Spor Bayramı’nda kız öğrencilerin kıyafetlerinden dolayı aleyhte tezahürat yapıldı. İstanbul’da tribünlerin önünde 
bomba patladı. Antakya’da kız öğrencilere saldırıldı, elbiseleri yırtıldı. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Anıtkabir’deki anma törenine 
katılmadı.

2 Haziran: Madrid’de Ermeni örgütü ASALA’nın düzenlediği silahlı saldırı sonucunda, Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in makam 
arabasında bulunan eşi Necla Kuneralp, emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve aracın şoförü öldü. Büyükelçi araçta bulunmadığı için kurtuldu. 
Bu tarihten sonra Ermeni örgütü 21 ülkede gerçekleştirdiği saldırılarda 42 Türk diplomat hayatını kaybetti.

4 Ekim: MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı, oğluyla birlikte evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Cinayeti, 'Marksist Leninist 
Silahlı Propaganda Birliği' örgütü üstlendi.

9 Ekim: Ankara’da Bahçelievler semtinde yedi Türkiye İşçi Partisi üyesi öğrenci, Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’nın da aralarında olduğu 
ülkücüler tarafından evlerinde öldürüldü. Kırcı 1999'da yakalanıp yargılandı ve hüküm giydi. Cezaevinden çıktıktan sonra verdiği röportajda, 
"O zaman gençtik; bizleri kullandılar" dedi. 

20 Ekim: İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Bedri Karafakioğlu İstanbul’da uğradığı silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitirdi.

27 Kasım: Abdullah Öcalan PKK örgütünü kurdu.

19 Aralık: Kahramanmaraş’ta Çiçek Sineması’na bomba atılması olayının sol görüşlü gruplar tarafından gerçekleştirildiği haberinin yayılmasıyla 
ayaklanan sağcı ve ülkücü gruplar, sol partilerin ve derneklerin binalarına saldırdı. Kısa sürede karşılıklı çatışmaya dönen olaylar bir hafta sürdü. 
100’den fazla vatandaşın öldüğü olaylarda Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, işyerleri tahrip edildi.

Şiddet olaylarının kontrolden çıkma nedeni olarak, güvenlik güçlerinin, saldırıların kendilerine yöneldiği iddiasıyla kentten çekilmesi gösterildi. 
Bu durum Aleviler üzerindeki baskının ve saldırıların artması anlamına geliyordu. Olaylar Kayseri ve Gaziantep'ten gönderilen askeri birliklerin 
müdahalesiyle bastırıldı.

Olayların ardından İstanbul ve Ankara dahil çok sayıda ilde sıkıyönetim ilan edilmiş, Başbakan Ecevit ise olayların kendisini, uzun süredir direndiği 
sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerilla tarafından çıkarıldığını söylemişti. 

26 Aralık: 13 ilde daha Sıkıyönetim ilan edildi.

1979

1 Şubat: Milliyet Gazetesi Başyazarı ve Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, İstanbul Nişantaşı’ndaki evinin önünde otomobilinin içindeyken 
uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü. Saldırının faili Mehmet Ali Ağca 5 ay sonra yakalandı. Ağca, 6 ay sonra ülkücü bir grubun yardımıyla, tutulduğu 
askeri cezaevinden kaçtı ve Bulgaristan'a geçti.

9 Nisan: CIA hesabına casusluk yaptığı öne sürülen MİT İstihbarat Başkan Yardımcısı emekli Albay Sabahattin Savaşman 17 yıl 6 ay hapis 
cezasına mahkum oldu.

25 Nisan: Sıkıyönetim TBMM tarafından 2 ay daha uzatıldı.


13 Mayıs: TÜSİAD gazetelere ilan vererek, Bülent Ecevit Hükümeti’nin çekilmesini istedi.

11 Haziran: IMF’nin baskısıyla Türk Lirası’nda devalüasyon yapıldı.

13 Temmuz: Ankara’da Mısır Büyükelçiliği’ni basan üç Filistinli, elçilik personelini rehin aldı. Çıkan çatışmada bir polis ile bir bekçi öldü. 
Eylemciler 15 Temmuz’da teslim oldu.

5 Ekim: İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş sinema oyuncusu Aynur Aydan’la ilişkisinin basına yansıması sonucu görevinden istifa etti.

19 Kasım: Milliyetçi gazeteci - yazar, eski AP milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti.

27 Aralık: Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanı'na uyarı mektubu verdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile kuvvet komutanlarını 
imzasını taşıyan mektupta ülkedeki iç karışıklıkla ilgili rahatsızlıklar dile getirildi. 

Mektup 2012 yılında mahkeme tarafından kabul edilen 12 Eylül davası iddianamesinde 'müdahalenin şartlarını olgunlaştırma' kararınının bir yıl 
önce alındığının delili olarak gösterildi.

Mektupta "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana 
alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik 
her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla 
istemektedir" ifadelerine yer verildi.

1980

1 Ocak: Genelkurmay Başkanı Evren ile kuvvet komutanları Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile görüştü.

24 Ocak: '24 Ocak Kararları' olarak bilinen ekonomik program açıklandı. Yaşanan ekonomik istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacalığın 
oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik 
önlemlerin alınması kararlaştırıldı. Bunun için Süleyman Demirel, daha sonra Türk siyasi yaşamına damgasını vuracak bir ismi, Turgut Özal'ı 
Başbakanlık Müsteşarı olarak atadı. IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı.

6 Nisan: Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanlığı süresinin sona ermesiyle TBMM’de seçim bunalımı başladı. CHP ve AP adaylarını son anda gösterdi. 
Seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamadı. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü yeni 
cumhurbaşkanı seçilemedi.

Korutürk’ün görevinin bitişinin ardından 9 Kasım
1982’ye kadar cumhurbaşkanı seçilemedi. [AA]

27 Mayıs: MHP’li eski bakanlardan Gün Sazak Devrimci Sol örgütü üyeleri tarafından aracına binerken öldürüldü.

17 Haziran: Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kuvvet komutanları ve Genelkurmay 2. Başkanı Necdet Öztorun'a kod adı 'Bayrak Harekatı' 
olan bir darbenin 11 Temmuz 1980'de gerçekleştirilmesi talimatını verdi.

2 Temmuz: 'Bayrak Harekatı' Süleyman Demirel hükümetinin güvenoyu almasıyla ertelendi. 

4 Temmuz: Kahramanmaraş’ta yaşanan Alevi-Sünni çatışmasına benzer olayların tekrarı Çorum'da yaşandı. Olaylarda resmi kayıtlara göre 57 
kişi hayatını kaybetti.

19 Temmuz: Eski başbakanlardan Nihat Erim İstanbul Dragos'ta öldürüldü.

22 Temmuz: DİSK'in eski genel başkanı, Maden-İş Sendikası Başkanı Kemal Türkler, Nihat Erim cinayetine misilleme olarak öldürüldü.

28 Ağustos: '5 Eylül 1980'den itibaren her an hazır olunması' bildirilen 'Bayrak Harekatı' emirleri özel kuryelerle kuvvet komutanlarına teslim edildi.

5 Eylül: Dışişleri Bakanı AP’li Hayrettin Erkmen, TBMM’de gensoru ile düşürülen ilk bakan oldu.

6 Eylül: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan tarafından İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesini protesto etmek amacıyla Konya’da düzenlenen 
mitingde söylenen sözler, TSK tarafından "şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi" olarak değerlendirildi.

Kenan Evren darbe bildirisini okurken Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun 
yanındaydı. [AA]

12 Eylül: Ordu ülkenin yönetimine el koydu. Genelkurmay Başkanı Evren ve kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi üyeleri darbe 
bildirisini TRT aracılığıyla duyurdu.

Bildiride, "Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti 
adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur" ifadelerine yer verildi.

Daha sonraki bidirilerle sıkıyönetim bölgelerine komutanlar atandı. Siyasi partiler ile Türk Hava Kurumu ve Çocuk Esirgeme Kurumu dışındaki 
derneklerin faaliyetleri yasaklandı. Polis, jandarmanın emrine verildi.

Darbenin gece 03:00'te ilanından sonra aynı gün sabah saat 5:30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay 
Başkanı imzasıyla birer tebliğ gönderildi. 

Tüm tebliğlerde "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına 
uyunuz" ifadesiyle birlikte gidecekleri adresler belirtildi.

17 Eylül: Gözaltı süresi uzatıldı.

18 Eylül: Milli Güvenlik Konseyi'nin başkan ve dört üyesi TBMM Onur Salonu'nda törenle yemin etti.

Erdal Eren mahkeme salonunda jandarma ile birlikte.

Erdal Eren’in yaşının tespiti için kemik muayenesi yapılmadı. [AA]

19 Eylül: 1402 Sayılı Yasa, sıkıyönetim komutanlarının bütün kamu personelini gerekçesiz görevden alabilecek şekilde yeniden düzenlendi.

8 Ekim: Darbeden sonra ilk idam edilenler solcu Necdet Adalı ve sağcı Mustafa Pehlivanoğlu oldu. Cezaları sabaha karşı Ankara Merkez Kapalı 
Cezaevi'nde infaz edildi.

Kenan Evren, 2012 yılındaki 12 Eylül davası’nda "Bir sağdan, bir soldan astık" diyerek tarafsız davrandıklarını söyledi. 

11 Ekim: Aranan MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve diğer milletvekilleri dahil 36 MHP'li hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi.

15 Ekim: Erbakan ve diğer MSP'liler 2 Numaralı Askeri Mahkeme tarafından tutuklandı.

10 Kasım: Onur Yayınları Sahibi İlhan Erdost, Mamak Askeri Cezaevi'ne götürülürken, dövülerek öldürüldü.

3 Aralık: 17 yaşında olduğu söylenen Erdal Eren, resmi nüfus kaydındaki yaşı göz önüne alınarak idam edildi. Eren, 17 günlük yargılamadan 
sonra idam edildi.

19 Aralık: DİSK davası başladı.

1981

24 Nisan: MSP'lilerin yargılanmasına başlandı. Erbakan için 14-36 yıl hapis istendi.
29 Nisan: Toplam 587 sanıklı MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında Türkeş dahil 220 sanık hakkında idam istendi. 
22 Temmuz: Evren, Erzurum konuşmasında "Artık yeni aldığımız bir kararla ilk ve ortaokullara, liselere mecburi din dersi konulacaktır" dedi.
15 Ekim: Ülkedeki bütün siyasi partiler kapatıldı.

1982

13 Temmuz: Geçici maddeler dışında 200 maddeden oluşan yeni anayasa tasarısı açıklandı.
7 Kasım: Yeni anayasa için halk oylaması yapıldı. Anayasa yüzde 90'ın üzerinde oyla kabul edildi. Evren yedi yıllığına Cumhurbaşkanı seçilirken, 
Milli Güvenlik Konseyi de Cumhurbaşkanlığı Konseyi'ne dönüştü.

1983

24 Nisan: Siyasi Partiler Yasası çıktı.
20 Mayıs: Anavatan Partisi (ANAP) kuruldu.
6 Kasım: Darbe sonrası ilk genel seçimler yapıldı. Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi oyların yüzde 45‘ini alarak tek başına iktidar oldu.

2010

12 Eylül: Anayasa değişikliği için yapılan referandum sonucunda 12 Eylül darbesinin sorumlularının yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde 
kaldırıldı.

2012

4 Nisan: Darbeden sonra ülkeyi yöneten Milli Güvenlik Konseyi’nin hayatta kalan iki üyesi yargılanmaya başlandı. Genelkurmay Başkanı Kenan 
Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ilk duruşmaya sağlık raporu göndererek gelmedi.
İki isim, "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa ile teşekkül etmiş olan 
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek'' suçlamasından 'ağırlaştırılmış 
müebbet hapis cezası' istemiyle yargılanıyor.
11 Nisan: TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu kurulması için verilen önergeler oybirliği ile kabul edildi. 17 milletvekilinden oluşan 
komisyon, 1404 sayfalık bir rapor hazırladı. (raporun birinci ve ikinciciltleri)
20 Kasım: Hastanede yatan Evren ve Şahinkaya telekonferans yöntemiyle ilk kez hakim karşısına çıktı.
21 Kasım: Evren ve Şahinkaya, 'kurucu iktidar' olduklarını belirterek, mahkemenin kendilerini yargılayamayacağını iddia ettiler. "Bugün de olsa 
aynı şekilde ihtilal yapardık" diyen Evren, sorulara yanıtvermedi.

2013

13 Şubat: Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, davada haklarının ihlal edildiği 
gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yaptı.
27 Mart: 32 yıldır süren ve 1243 sanıkla başlayan Devrimci Sol örgütü ana davası "olağanüstü zamanaşımı" gerekçesiyle düştü. 2009’da 
ömürboyu hapis cezasına çarptırılan 39 sanık da serbest kaldı.

2014

18 Haziran: Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'yı 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Devlet kuvvetleri aleyhine 
cürümler" başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme daha sonra takdirini kullanarak sanıklar 
hakkındaki cezayı müebbet hapse çevirdi.

http://www.aljazeera.com.tr/kronoloji/kronoloji-oncesi-ve-sonrasiyla-12-eylul

***

Haluk Kırcı " Gençtik Bizi Kullandılar "


 Haluk Kırcı " Gençtik Bizi Kullandılar "

Bahçelievler katliamından 32 yıl sonra konuşan eski ülkücü Haluk Kırcı: Adalete hesap verdim. Şimdi sıra Allah'ta... O zamanlar 20 yaşındaydım, 
bizleri kullandılar, 5 bin kişinin katili ben miyim?

İŞTE KARŞIMDA

Gazetecilik zor meslek cidden. Düşünsenize benim durumumu. Bir insan var hayatınızda. Hiç tanışmamışsınız. Bir kez bile yüz yüze gelmemişsiniz 
ama hep nefret etmişsiniz. Adının geçtiği her yerde lanet okumuşsunuz. Ancak birgün kader sizi o insanla karşı karşıya getirmiş ve demiş ki; 
"İşte o katil karşında oturuyor. Haydi şimdi sor bakalım! Neden 1978'de Bahçelievler'de o 7 Türkiye İşçi Partili (TİP) genci öldürmüş? Neden o 
gencecik insanların canlarına kıymış?" diye. İşte bu haftaki röportajı tamamen bu ruh haliyle yaptım. Geçtiğimiz günlerde cezaevinden çıkan eski 
ülkücü katil Haluk Kırcı ile konuştum. Aklıma gelen her şeyi sordum. O da bütün samimiyetiyle cevap verdi. Saatler sürdü söyleşimiz. Röportajın 
sonunda kendisine de itiraf ettim: " Buraya gelirken ellerim ayaklarım titriyordu. Hatta bir ara gelmemeyi bile düşündüm. Ancak iyi ki gelmişim. 
Çünkü anlattıklarınızdan gençlere, özellikle şiddete meraklı gençlere ulaştıracak çok doğru mesajlar aldım. Evet; bir insanı öldüren bütün insanlığı 
öldürmüş demektir. Şiddet, sadece şiddeti doğurur!" 

Bahçelievler katliamındaki rolünüzü kabul ettiniz. " Evet ben yaptım! " dediniz. 
Evet kabul ettim. Reddetmedim. 

 Ama bana biraz önce de, "Pişman olsam neye yarar ki!" dediniz. Sonuçta siz bir katilsiniz! Nedir samimi duygularınız? 
Ben yaşadıklarımın hesabını adalete verdim. Hatta fazlasıyla verdim. Bahçelievler olayı olduğunda 20 yaşındaydım. Şimdi 52 yaşındayım. 
Ben 20 yaşındayken Türkiye bir kardeş kavgasının içindeydi. Soğuk savaş operasyonları can alıyordu. Bugün o tecrübeleri yaşamış, o keşkelerin 
peşine düşmüş biri olarak söylüyorum. Bir insanın hayatından daha değerli bir şey olamaz. Ben "Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş 
demektir" diyen bir dine inanıyorum. Adalete hesap verdim. Asıl şimdi Cenab-ı Allah'a vereceğim bir hesap var. Şiddetle, vurarak, kırarak bir 
şeyleri çözmek mümkün değil. Şiddet şiddeti doğuruyor. Şiddet sadece dışarıdan bu ülkeyi seyredenlerin işine geliyor. 

OYUNA GETİRDİLER 

Niye öldürdünüz? 

Bu bir cinnet hali. Toplumsal cinnet hali. Ben ülkemin komünist işgal tehdidi ile karşı karşıya olduğuna inanmıştım. Bu tehdidi yapanlar şiddet 
uyguluyordu. Ellerinde silahlar kurtarılmış bölgeler ilan ediyor ve halk mahkemelerinde idam cezaları veriyorlardı. Bu devlete sahip çıkan, bu 
işgale direnen sadece biz vardık. Buna inanmıştık. Oyuna geldiğimizi anlayabilmek için 12 Eylül darbesinin yapıldığını görmemiz lazımdı. Sanal bir 
alemde yaşıyorduk ve çok kıyıcı olmuştuk. Benim yaptığım muhasebeyi bugün hayatta olan ve sokakta dolaşan 5 bin katil de yapıyor mu acaba? 

DİĞER KATİLLER NEREDE? 

 Ne demek istiyorsunuz yani? 

1970'li yıllarda tam 5 bin genç öldürüldü. Öldürülenler arasında benim canciğer arkadaşlarım vardı. 5 bin genç öldüyse, beş bin cinayet ve beş bin 
katil var demektir. Bu beş bin cinayetten yargılananlar arasında en uzun süre cezaevinde yatan kim? Bu cinayetlerin en fazla muhasebesini yapan 
kim? Sadece ben miydim katil olan? Ben cezamı çektim. Peki ya diğer katiller nerede? Geriye dönüp baktığım zaman kendim bile hayret ediyorum. 
Benim yedi sülalemde karakol yüzü gören insan yok. Ben cinayet işledim evet, adam öldürdüm. Allahın yarattığı bir canı almak akıl işi mi? Değil. 
Yüz bin kere değil. Bahçelievler olayı trajik bir olay. 12 Eylül öncesi cinayetlerinin sembolü oldu. Ama o öldürülen beş bin kişinin hepsinin katili 
ben değilim. 

Bir de azmettirenler var değil mi? 

Bu oyunun ne kadar çapraşık bir oyun olduğunu o dönemi yaşayanlar bilir. Çorum'u, Maraş'ı kim azmettirdi? 1 Mayıs 1977'yi kim planladı? 
O dönem Türkiye'yi yönetenlere bakın. Sokakta oluk oluk kan akıyor, parlamento aylarca Cumhurbaşkanı seçemiyor. İkisi de aynı işe hizmet ediyor. 
Darbeye! İşin ilginç yanı ne biliyor musunuz? Yıllar sonra ben 1999'da yakalanıyorum. Sayın Ecevit o zaman Başbakan. Dedi ki basına; 
"Haluk Kırcı vicdanını temizlemek için konuşsun!" Eğer Türkiye'de vicdanı temizlemesi gereken insanlar varsa onlar, öncelikle o gün Türkiye'yi 
yönetenlerdir. Ben 20 yaşında genç, atak, kesin kabulleri olan sıradan bir insandım. Benim yaptıklarımla Türkiye eğer saplantıya girecekse, 
benim vicdanımı temizlememle Türk gençliği kurtulacaksa ben her şeyi yaparım. Ben 20 yaşındaydım, onlar ülkeyi yönetiyorlardı. Böyle bir 
saçmalık olabilir mi Sevilay Hanım? 

ÖZEL OPERASYONLAR 

 Kontrgerilla mıydı peki? 

O kadar basit değil. Ama Türkiye'de maalesef çok ciddi boyutta özel harp operasyonları yapılmıştır. Bu operasyonlardan birebir bildiklerim var. 
Bunu da çok açık şekilde söyleyeyim. Mesela Haziran 1979'da MHP Genel Merkezi'ni kimler kurşunladı? 1980'de Ziraat Mühendisleri Birliği'ne 
kimler saldırdı? Kimler oradaki insanları öldürdü? 

 Kimler? 

Baksınlar. Bu olayların dosyaları orada duruyor. Yıllar sonra ordunun içinde birileri hakkında dosya açıldı, kapatıldı gitti. 

KİTABIMDA YAZDIM 

 Provokasyon mu diyorsunuz? 

Evet provokasyondur. Bir tane değil ki; yüzlerce var. 'Adamların dosyası var' diyorum. Bu saldırıları yapanların asker kökenli oldukları tespit edildi. 
Ben size bir şey söyleyeyim. 1974'den sonra Kürt vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı bölgelerde Ülkü Ocakları kurulmuştur. 
Kimler kurdurtmuştur o ocakları? Oradaki arkadaşlarımıza kimler yardımcı olmuştur? Kimler bu arkadaşlarımıza silah ve mermi getirmiştir? 

Asker mi diyorsunuz yani? 

Yüzde doksan dokuz. Ben yazdım zaten. "Zamanı Süzerken" adlı kitabımda var. Maalesef o günkü şartlar değiştiği için kimseye anlatamıyorsunuz 
bunu. 


http://www.sabah.com.tr/gundem/2010/06/06/7_tiplinin_katili_kirci_genctik_bizi_kullandilar

PKK'yı NATO kurdu, yeni Patronu Amerika olacak



PKK'yı NATO kurdu, yeni Patronu Amerika olacak





PKK'yı NATO kurdu, yeni patronu Amerika olacak


Abdullah Öcalan'ın Almanya'da yaşayan eski avukatı Ahmet Zeki Okçuoğlu, çarpıcı iddialarda bulundu.


Abdullah Öcalan yakalanıp Türkiye'ye getirildiğinde kendisinin avukatlığını üstlenen Ahmet Zeki Okçuoğlu, PKK ve Öcalan hakkında ezber bozacak iddialarda bulundu. PKK'nın NATO tarafından kurulan bir Kürt Gladyosu olduğunu söyleyen Okçuoğlu, Karar.com'a konuştu. Okçuoğlu, " PKK YPG ’leştirilecek, yeni patron Amerika olacak" dedi.

PKK taşerondur diyorsunuz. Hatta bunu Öcalan'ın kendisi söylüyor diyorsunuz? Neyin kimin taşeronu?

Evet, “PKK taşerondur" sözü onun kurucusu ve halen lideri olan Abdullah Öcalan'a ait. Öcalan bunu, İmralı’ya getirildikten sonra, sorgulama adı altında çekilen ve Aydınlık Gazetesi tarafından deşifre edilen video kayıtlarından birinde söylüyor. Ancak ben bu sözü, Türk yönetim çevrelerinin yıllardır tekrarladığı, PKK'nin TC'ye karşı bazı dış mihrakların taşeronluğunu yaptığı anlamında ifade etmedim. Tam tersine PKK kurulduğu günden beri TC devletinin güdümünde. PKK kurulduğu günden beri Kürdistan'ı kolonileştirerek paylaşan bölgesel ve milletlerarası güçlerin taşeronluğunu yapıyor.

PKK'yı NATO kurdurdu

PKK'nın kuruluşu nasıl oldu bu durumda? Öcalan kimdir?
PKK’nin kuruluşuyla ilgili iki resmi, bir de gayrı resmi üç hikaye var... Resmi hikayelerden biri TC'ye ait. Bu hikayede PKK, bölücü ve terörist bir organizasyon olarak tarif ediliyor. Bu organizasyonun amacı son Türk devletini bölerek yok etmek. İkinci resmi hikaye PKK’ye ait… Bu hikayede PKK, klasik bir milli kurtuluş organizasyonu olarak tarif ediliyor. Hikayeye göre, parçalanan ve milletlerarası koloni statüsüne mahkum edilen Kürdistan'ı kurtarmak ve bağımsız-birleşik Kürdistanı kurmak amacıyla kurulan PKK, bu amacı gerçekleştirmek için TC devletine karşı silahlı mücadele başlatıyor. Karşıt gibi görünse de bu iki resmi hikaye aşağı yukarı aynı.

Gerçek hikaye nedir sizce?

PKK’nin gayrı resmi hikayesi ise tamamen farklı. Bu hikayenin de müellifi yine Abdullah Öcalan. Öcalan, kitaplaştırılan konuşmalarında (Erkeği Öldürmek, Devrimin Dili ve Eylemi) ve Türk gazetecileriyle yaptığı muhtelif röportajlarda PKK’yi MİT’in talimatı ve onun verdiği paralarla kurduğunu açıklıyor. PKK'nin ikinci adamı Cemil Bayık, gazeteci İsmet İmset'in "PKK" adlı kitabında yer verdiği beyanında, PKK’yi kurmak için MİT’in kendilerine verdiği süreyi geçirdiklerini ve bu yüzden MİT mensubu Ağrılı Abdurrahman’ın yanlarına gelerek kendilerini azarladığını ve kendilerine altı aylık ek bir süre verdiğini ve kendilerine, "Bu süre zarfında da kurmazsanız öldürülülürsünüz!” dediğini söylüyor. 12 Mart askeri darbesinin ünlü savcısı Baki Tuğ, 12 Mart’ta bir bildiri nedeniyle tutuklanan Öcalan’ı, MİT’ten gelen “Elemanımızdır!” yazısı üzerine serbest bıraktıklarını müteaddit defa açıkladı. Bu derin ilişkinin derin bir arka boyutu daha var: NATO… Abdullah Öcalan MİT’le ilişkisinden söz ederken NATO’dan da söz eder.

Bu konuyu biraz açar mısınız?

Bu gibi durumlarda NATO deyince akla GLADIO gelir. Geçmişte Gladio, Kontr Gerilla adıyla anılıyordu. Öcalan’ın verdiği bilgilerden yola çıkarak PKK için, NATO’nun Kürdistan planı çerçevesinde evrensel Gladio sistemi içinde Türk Gladio’suna bağlı olarak oluşturulan bir birim (Kürt Gladiosu) olduğunu söyleyebiliriz. PKK’nin Batı dünyasında gördüğü büyük hoşgörü, Öcalan'ın bu beyanını desteklemektedir. PKK, NATO’ya bağlı Türk Gladiosu tarafından kurulduktan sonra Kürdistan’ı bölüşen diğer bölge devletleri ve Barzaniler (PDK) ve daha sonra da Talabani (YNK) bu projeye dahil edildi. PKK lideri bu büyük mutabakata bağlı olarak Suriye'ye, ondan sonra da Güney Kürdistan’a yerleştirildi. Daha sonra yine aynı mutabakatla Suriye’den çıkarılarak TC’ye getirildi. Şu günlerde ise PKK için, tarihinin yeni bir döneminin hazırlıkları yapılıyor.

Taşeronun amacı olmaz
PKK'nın amacı nedir peki?

PKK'nin bir amacı yok, onu kuranların amacı var. Taşeronun amacı olmaz. Patronu önüne ne koyarsa o, onu yapmakla mükelleftir. Yap der yapar, yık der yıkar. Bu yüzden de PKK zaman zaman farklı (hatta tamen zıt) şeyler savunuyor. Bu organizasyon, Kürt milliyetçisi ve Marksist bir kimlikle sahneye çıkarıldı ve Kuzey Kürdistan’da 15 yıl bu kimlikle silahlı faaliyet yürüttü. Abdullah Öcalan TC’ye getirildikten bir süre sonra, sözde Kürt milliyetçisi ve Marksist PKK’nin siyasi çizgisi Türk milliyetçiliğine, Ergenekon’un tasfiyesinden ve AKP iktidara hakim olmasından sonra da İslamcılığa evrildi.

Hedef düşük yoğunlukta çatışmaydı
Öyleyse şöyle sorayım, PKK’yi kuranların amacı nedir?

ABD Kürt milliyetçiliğini 1960 ve 1970'li yıllarda Mustafa Barzani vasıtasıyla kontrol ediyordu. 1975’te Güney Kürdistan’da Mustafa Barzani liderliğinde silahlı direniş hareketi tasfiye edilince ABD'nin kontrol mekanizması çöktü ve Kürt milliyetçiliği hızla Sovyetler Birliği'ne yönelmeye başladı. Jeopolitik bakımdan Ortadoğu'nun en önemli ve en dinamik bölgesi olan Kürdistan’daki bu gelişme bölgede güç dengesini ABD aleyhine çevirecek bir nitelikteydi. Bunun önüne geçmek için bir dizi tedbirin yanında PKK projesi devreye kondu. PKK vasıtasıyla Kuzey Kürdistan’da (gerektiğinde Kürdistan’ın diğer parçalarında da) “düşük yoğunlukta çatışma” ortamı yaratılacak ve bu sayede bu coğrafya kontrol altına alınacaktı. O dönemde ABD ve NATO’nun “düşük yoğunlukta çatışma” stratejisiyle Kürdistan'da ulaşmak istediği bir başka hedef de, bu çatışmaya bağlı olarak bu coğrafyada nüfus göçü, ekonomik ve sosyal çöküntü yaratarak Kürdistan meselesinin çapını küçültmekti. Proje NATO gözetimi altında TC tarafından uygulamaya kondu. Bu, TC'nin arayıp da bulamadığı bir şeydi. 12 Eylül askeri darbesiyle start verildi. Askeri darbeden kısa bir süre sonra Kuzey Kürdistan’da “düşük yoğunluklu çatışma” ortamının psikolojik şartları yaratıldı. Geriye PKK'nin "ilk kurşun"u patlatması kalıyordu. O zaman henüz çok zayıf olduğu için PKK, Barzani peşmergesinin de yardımıyla, 14-15 Ağustos 1984'te "ilk kurşun"u patlattı. PKK'nin ilk kurşunu patlattığı gün PDK'nin kuruluşu ve Mesut Barzani'nin doğum gününe denk geliyordu.

Soğuk Savaş'tan sonra Batı çözüme odaklandı
Peki ya Soğuk Savaş'tan sonra?

PKK'nin kurulması ve Kürdistan'da "düşük yoğunlukta çatışma" stratejisinin uygulanması Soğuk Savaş politikasıydı. Soğuk Savaş bitince, bu politikaya da ihtiyaç kalmadı. Başka bir deyişle Amerika ve AB, Körfez Savaşı’ndan sonra, Kürdistan için güvenlikçi politika yerini çözüm yanlısı bir politika izlemeye başladı. Ancak bunu TC’ye kabul ettirmek kolay değildi. Daha doğrusu TC onların her dediğine tamam diyordu, ama uyulamaya gelice ipe un seriyor ve verdiği sözlerden hiçbirini yerine getirmiyordu. PKK, TC'nin geleneksel politikasını sürdürmesi için ele geçmez bir enstrümandı ve bu mesele var oldukça onu yitirmek istiyordu. Kürdistan konusunda ABD ve AB'nin TC’den istediği bir şey de, Körfez Savaşı’ndan sonra yarı bağımsız bir statü kazanan Güney Kürdistan’ın federal bir statüyle TC’ye bağlanmasıydı. TC buna da yok demiyordu, ama bu konuda da bugüne kadar kayda değer bir adım atmadı. Türk yönetiminin ipe un serme politikasını uygulamasında Abdullah Öcalan ve PKK bugüne kadar ona paha biçilmez yardımlarda bulundu. TC devleti, Abdullah Öcalan ve PKK’nin kendisine sunduğu bu fırsatlar sayesinde “çözüm süreci”ni yirmiyedi yıl sürüncemede bırakma imkanına sahip oldu.

PKK'nın dış mihraklarca Türkiye'yi zayıflatmak için kullanıldığına katılıyor musunuz?

PKK'nin sahneye çıkarıldığı günden beri söylenen bu sözün gerçekle bir alakası yok. TC devleti Lozan statükosunun aynen devam etmesini istiyor. Bu yüzden de Kürdistan meselesi konusunda herhangi bir çözüm önerisini, varlığına yönelik bir komplo olarak görüyor. PKK’nin yukarda gerçek öyküsünü anlattım. PKK NATO’nun icazetiyle Türk Gladio’su tarafından kuruldu ve halen de ipleri Türk yönetiminin elinde. “Düşük yoğunlukta çatışma” tamamen Kürdistan’la sınırlı bir proje. Kürdistan’ın ötesi PKK’nin askeri faaliyetlerine yasaklıydı. Otuz yıl süren bu savaş süresince PKK Kürdistan dışında Türklere yönelik infial uyandıracak kanlı bir eylem gerçekleştirmedi.

HDP kirli kimliğini demokrasi ile gizliyor
HDP'yi denklemin neresinde tutuyorsunuz?

HDP, adında "demokrasi" olan bir parti. Parti programının neredeyse her satırında "demokrasi" sözcüğü var. Üstelik diğer partilerden farklı olarak demokrasiyi, tavandan değil, tabandan inşa etmekte söz ediyor. HDP'de demokrasi aşkı, ultra demokratik “öz yönetim”i savunacak kadar ileri bir boyuta. Şüphesiz bu tamamen sahte bir görüntü. HDP’nin gerçek zihniyetinde demokrasinin "d"si bile yer yok. Terörizm yardakçısı, hileli ve gizli servis güdümlü olan HDP, demokrasi kavramıyla bu kirli kimliğini gizlemeye çalışmaktadır.

Öcalan'ın avukatı oldum, çünkü...
Sizin Öcalan'ın avukatlığını üstlenmeniz nasıl oldu? O zamanlar kendisine inanıyor muydunuz?

Öcalan'ın devlet görevlisi olduğunu silah patlattığı ilk günden beri söylüyorum. Bu nedenle ona karşı hep sert bir muhalefet yürüttüm. Öcalan beni açıkça ölümle tehdit etti. Bunlara rağmen rağmen Öcalan TC'ye getirildiğinde iki nedenle onun avukatlığını üstlendim… Birincisi, o günlerde herkes gibi bende de TC'nin Öcalan'ı artık gözden çıkardığı kanaati hakimdi. Onun bu durumundan yararlanarak mahkemede en azından Kürt karşıtı bir tutum izlemekten onu alıkoymayı umuyordum. Çünkü getirilirken uçakta sözler ve video kayıtları çok ürkütücüydü. Gerçek kimliği ne olursa olsun Öcalan mahkemede Kürtleri temsil edecekti. Onun göstereceği olumsuz bir tutum hem Kürtler arasında büyük bir moral çöküntüsü yaratacaktı, hem de onların dünya alem nezdinde Küçük düşmesine neden olacaktı. Beni onun avukatlığını üstlenmeye sevk eden ikinci ve asıl neden, PKK'nin onun ve Türk gizli servislerinin güdümünden kurtulmasına katkıda bulunmaktı. Şüphesiz benimkisi ham bir hayaldi. Mahkeme tiyatroydu ve senaryosu çok önceden hazırlanmıştı. Beni de oyuna dahil etmek istiyorlardı. Bunu farkettiğim an Öcalan'ın avukatlığını bıraktım.

Bağımsız Kürdistan'ı destekliyorsunuz. Bunun Kürtlere ve bölgeye ne katkısı olabilir sizce?

Bağımsızlık her milletin hakkıdır. Kürtler de bir millet olduğu için doğal olarak onların da hakkı. Üstelik Kürtler Ortadoğunun en kadim halkı. Çağımız millet-devlet çağı. Bağımsızlık mücadelesinde hukukun sınırları içinde kalınmalı. Kürtler büyük bir millet. Barışçıl yöntemlerle bu hakkı elde etmesi çok daha rahat olacaktır.
PKK YPG’leştirilecek, yeni patron Amerika olacak
Peki PKK'nın bundan sonrası ne olacak? Tahmininiz var mı?
PKK ile ilgili gelişmeleri sadece bu organizasyonla TC arasında ilişkilerle sınırlı ele alırsanız doğru sonuçlara ulaşamazsınız. Gelişmeler daha çok kapalı kapılar arkasında cereyan ediyor. Bize yansıyan devede kulak. Ayrıca bu ilişkinin bir de milletlerarası boyutu var. Gelişmeleri değerlendirirken Amerika’yı ve Avrupa Birliğini mutlaka hesaba katmanız gerekiyor. Son yıllarda TC'nin PKK siyasetinde çok önemli bir değişim oldu ve hiç kimse bunun üzerinde durmadı. Türk yönetimi eskiden, PKK’nin silah bırakması, kendisini feshetmesi ve üyelerinin teslim olmasını istiyordu. Son yıllarda Türk yönetimi bu şartlarından vazgeçti ve yerine, PKK'nin TC’ye karşı silahlı faaliyetlerini sona erdirmesi ile sınırlı bir talepte bulunmakla yetindi. Başka bir ifadeyle Türk yönetimi PKK'ye, "Bana dokunma, nereye gidersen git beni ilgilendirmez” diyordu. PKK öyle nereye gidersen gitsin denecek bir organizasyon değil. Ayrıca TC de bunu kolay kolay söyleyecek bir devlet değildi. Rolü gereği PKK, "Türkün karşı durulmaz gücü" karşısında bir kez daha diz çökecek ve sonra da silahlı güçlerini Kuzey Kürdistan’dan (muhtemelen Güney Kürdistan’dan da) Batı Kürdistan'a kaydırılacak. Bu PKK için hem bir son, hem de yeni bir başlangıç. Rojava’da PKK tarihinin yeni bir dönemi başlıyor. PKK, YPG’leştirilecek. Yeni oluşumun patronu ise NATO adına Amerika olacak.

HDP’ye ne olacak sizce?

PKK’nin silahlı gücünün Kuzey Kürdistan’dan çıkarıldıktan sonra TC’nin elinde ondan geriye, lideri Abdullah Öcalan ve onun legal boyutu olan HDP kalacak. Abdullah Öcalan liderliğinde devletin Kürt partisi olarak Türk siyaset sahnesine katılacak. Bunun için de Öcalan “ev hapsi”ne alınacak ve oradan partisini ve Kürtleri yönetmeye devam edecek.

***