1 Şubat 2016 Pazartesi

24 Mayıs 1993 Bingöl Katliamı 33 Şehitleri



24 Mayıs 1993 Bingöl Katliamı 33 Şehitleri 




HATIRASINA..,



Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır 
Toprak; eğer uğrunda ölen varsa vatandı...


Abdullah AĞAR, Son kitabı BASKIN da da bahsetti Bingölde 24 Mayıs 1993 tarihinde yapılan haince katliam. Aşağıda genel olarak olayı bizzat yasamıs ve sag kurtulan mehemetcigin ifadelesi yer almaktadır.Yakın tarihimizde yaşanmıs ve bu ülke icin haince katledilmiş vatan evlatlarının adına ...

Unutmayalım...

YER: Elazığ-Bingöl Karayolu Bilaloğlu Mevkii 
Tarih :24 Mayıs 1993

33 vatan evladının şehit olduğu 12 yıl önceki katliamdan sağ kurtulan asker, yaşadıklarını anlattı. Malatya’dan iki sivil midibüse biniyorlar. Hepsi sivil 
giysili, üniforma ve postalları çantalarında. Hiçbirinde silah yok, kendilerine refakat eden tek bir askeri personel de. Saat 18.00. Bingöl’e 10 kilometre var. 
Dağlık, dar bir yol. Birden silah sesleri yankılanıyor. İlk virajı geçtiklerinde, 50 PKK’lının karşı yönden gelen Bingöl Tur’a ait bir otobüsü durdurup, çoğunluğu terhis olmuş ya da dağıtıma giden sivil erlerden oluşan 50 yolcuyu esir aldığını görüyorlar. Şoföre bağırırlar; “ Geri dön! ” Şoför oralı olmaz. Zaten 4 saatlik yolda 3 mola vermiş... Otobüsün kapısını, “Orada ben yoktum” diyen Şemdin Sakık, o zamanki adıyla “Parmaksız Zeki” açıyor. 

SALDIRIDAN YARALI KURTULAN OSMAN PARTAL ANLATIYOR

Trabzonluyum. İki midibüsteki toplam 50 askerden biriydim. Van-Özalp’taki birliğime gidiyordum. Yol boyunca gereksiz molalar veren şoför, bir ara lastik 
patladığını söyleyip durdu. Lastiğin patlamadığını, krikoya dokunmadığını gördüm. Aksın altına girdiğinde birileriyle konuşma yaptığını duydum. Galiba 
telsizle konuşuyordu. Şemdin Sakık, “ Eylem planlanırken buradan askerlerin geleceğini bilmiyorduk ” diyor. Yalan söylüyor. Çünkü ilk otobüsün en ön 
koltuğunda oturuyordum. Yolumuzu kestiklerinde şoförün kapısını bizzat Sakık açtı. Toprak rengi üniforması vardı üzerinde, aynı renk kasketi ters takmıştı. 
Omzundaki tüfeğin namlusu yere bakıyordu. Şoföre, diğer otobüsün nerede olduğunu sordu. “Arkada, geliyor” cevabını aldı. İki dakika sonra diğer otobüs düştü pusuya. Yani bizi bekliyorlardı.

Doğulu - Batılı Diye Ayırdılar…

Geceyarısına kadar teröristlerle yürüdük. Mola verildiğinde niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk. “ TC Ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi serbest bırakacağız ” dediler. Saat 01.00 sularıydı. Sakık’ın talimatıyla tek sıra olduk. Şemdin Sakık nereli olduğumuzu sorup, Doğulu - Batılı diye bizi iki gruba ayırdı. Sakık, doğulu olmayan benim de içinde olduğum 34 kişinin eğitim kampına götürülmesini söyledi. Dağda koşar adım yürümeye başladık. Bize eşlik eden teröristler sürekli değişiyordu. 

Toplam 300 kişiydiler. Bir köye gittik. 

Kapısını çaldıkları evlerden başka teröristler çıkıp gruba katıldı. Kimi terörist evlere gidip istirahat etti. Bir ahıra soktular bizi öldürmek için. Sonra vazgeçtiler. Tekrar yürümeye başladık. Sabahı göremeyeceğimi düşünüyordum. Yıldızlara son kez bakıp annemi, babamı, köyümü düşündüm. 
Bir ırmaktan geçerken su içtik. Dağ yoluna çıktık. Davranışları sertleşti. Durdurdular. Saat 03.00 sıralarıydı. Yolun kenarına dizilmemizi istediler. 
Kolkola girip sıklaşmamızı istediler. Yanımdaki arkadaşıma “Devrem bizi vuracaklar” dedim. 

Devremi Ölü Görünce Bayıldım…

Sinirden titriyordum. Kalaşnikof, Bixi ve Kanvasların emniyetlerini açtılar. Sonumuzun geldiğini anladım, kelimeyi şahadet getirip kendimi yere attım. 
Taramaya başladılar. Dizime bir mermi isabet etti. Vurulanlar üzerime düşüyordu.  Kafamı koruyordum. Hepimizin öldüğünden emin olmak için yüzlerce mermi yağdırdılar. Gittiklerini, seslerin uzaklaşmasından anladım. Altı yedi arkadaşım sağdı henüz. Diğerleri paramparçaydı. Can çekişenler, hırıldayanlar, ağlayanlar, inleyenler... Su istiyorlardı. “ Anne, anne ” diye bağırıyorlardı. Öldüğümü zannediyordum. Kendimi çimdikledim, ölmemişim. Devremi beyni parçalanmış görünce bayılmışım. 

Bizi yan yana dizip 1570 mermi sıktılar…

Ayılınca şehit arkadaşlarımı sırt üstü çevirdim. Dokunduğum her uzuv elimde kalıyordu. Beyin, ayak... Yardım aramak için yukarı doğru koşmaya çalıştım. Kan kaybediyordum. Asfalta çıktım, bir kamyonla yakındaki Elmalı Karakolu’na gittim. Olanları anlattığımda dinleyen jandarmalar ağlamaya başladı. Helikopter, tanklar geldi. Şehitleri aldık. Olay yerinde 1570 mermi kovanı bulundu. Yani silahsız erlerin her biri için 50 mermi kullanmışlardı...

Evet, bu sayıdan çok fazla güvenlik kuvvetimiz ve vatandaşımız ölmüştür. Ama silahsız katledilen 33 vatan evladı şehit edilen bütün insanlarımızın satır başı 
olmalıdır ve kesinlikle unutulmamalıdır.14 yıl aradan sonra katledilen vatan evlatları için katledildikleri yere nihayet bir anıt dikilmiştir. 

Yolu Bingöl’e düşenlerin bu anıta uğramaları dileğiyle..

http://www.milliyet.com.tr/2007/07/01/guncel/resim/gun041.jpg


***



Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı



Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı,


Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
19 Eylül 2015 Cumartesi

Bugün size Güneydoğu Anadolu’da son durumun bir fotoğrafını vereceğim. PKK ayaklanma çağrısını resmen 15 Temmuz tarihlerinde yaptı. O günden bugüne PKK ayaklanma için gereken toplumsal desteği harekete geçirmeye çalışıyor. Bunun için yoğun bir politik telkin, baskı ve tahrik karışımı politika izleniyor. 
Halkı devlet ile karşı karşıya getirecek model arayışları içinde örgüt. Bu arayışlar içinde etnik kavgayı tahrik ederek, Türkleri Kürtlere karşı kışkırtarak, halkı devlet güçlerine karşı ayaklanmaya dahil etme çalışmaları var.  Ancak PKK’ya destek veren milis diye adlandırılan kesimlerde bile bir çekingenlik gözleniyor. 6-7 Ekim’deki kitlesel sokağa dökülme bu kez gerçekleşmedi. PKK, 3 yıldan bu yana önü tamamen açılmış olmasına ve bölgede her türlü çalışmayı rahatlıkla yapabilmesine rağmen bugüne değin istediği sonucu alamadı. 6-7 Ekim’de gerçekleştirdiği ayaklanma provası ve “Kobani”  deneyimini Türkiye’ye taşıyamadı. Ayrıca sempatizanlar ayaklanmanın ne anlama geldiğini ve gerçekleşmesi durumunda alınacak karşı önlemlerin ne kadar ezici olabileceğini 
hissediyor. Cizre, PKK için önemli bir ders oldu.

PKK’nın ilk aşamada istediği başarıyı elde edememesinin nedeni, AKP’nin uyumasına rağmen Türk Ordu/Jandarma ve polisin uyanık olmasıydı. 6-7 Ekim, 
güvenlik güçleri için çok büyük bir ders oldu. 6-7  Ekim’e hazırlıksız yakalanan polis, çok iyi bir hazırlık yaptı. Kritik ilçe ve illere terör konusunda deneyimli ve atak polis müdürleri yollandı. Açılım döneminde istihbarat paylaşmayan MİT, istihbarat paylaşımına başladı. AKP ise panik içinde. 

Davutoğlu; vali, jandarma ve emniyet ile yaptığı toplantıda “Size  ne zaman operasyon yapmayın dedik ki?” diye sormak zorunda kaldı. O toplantıda valiler 
susmak zorunda kaldı ancak Davutoğlu’na Erdoğan cevap verdi. Hem de televizyonda valilere operasyon yapmayın dediklerini açıkladı. Tabii bir de Genelkurmay Başkanlığı’nda Mayıs 2013-Haziran 2015 tarihleri arasında valilerin reddettiği 220’nin üzerinde askerin operasyon izin talebi ve gerekçeleri arşivlenmiş durumda.  (Şimdi mülki amirler “aslında jandarma da operasyon yapmak istemiyordu”  şeklinde ifadelerde bulunuyorlar. Hiç işe yaramaz. PKK tahrik olmasın diye kalekol inşaatını durduran valiler oldu.) Başbakanlık son gelişmelere rağmen “Açılım devam edecek” zihniyeti ile askerin bazı taleplerine 
sözlü olarak “hayır” diyor. Asker bunun üzerine “yazılı hayır” belgesi isteyince gelen belge de “evet” yazdığını gördü. 3 ay öncesine kadar güvenlikle ilgili İl 
Koordinasyon Toplantılarını yapmayan, ayak sürüyen, asker çok bastırırsa “yetki bende kardeşim” diyen valiler, artık bu toplantıları yapıyor ve alınan kararlar 
uygulanıyor.

Bütün bu gelişmelere rağmen Güneydoğu Anadolu’da durum olağanüstü bir tehdit oluşturuyor. Durumun ne kadar vahim olduğunu, Erdoğan’ın “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik döneminden geçiyoruz” ve Davutoğlu’nun “Türkiye beka sorunu ile karşı karşıya” açıklamaları gösteriyor. Gerçekten de bugün PKK terör örgütü birçok yerleşim yerinde etkinliğini ve kontrolünü sürdürüyor. Örneğin, Şırnak şehir merkezinin önemli bir kısmı PKK denetiminde. Kırsalda da PKK varlığı hala etkili.

AKP, askeri birliklerin bütün kapasiteleri ile müdahalesini önlüyor. Polis özel harekat  büyük bir özveri ile çalışmasına rağmen sayıları, malzemeleri yetersiz 
ve çok genç deneyimsiz personelden oluşuyor. Şırnak Valiliği’nin araç-gereç talep listesi ve ek personel talebi bu açığı gösteriyor. (Bu konuda bir belgeyi 
Sözcü’de Emin Çölaşan yayınladı.) Deneyimli yerli gözlemciler, “Hocam böyle olmayacak, askerin müdahalesi şart” diyorlar. Ancak bu olumsuzluklara rağmen 
polis özel harekat hızla meskun mahal çatışması konusunda deneyim kazanıyor.  Cizre bu anlamda PKK için ders olurken, polis özel harekat için de çok öğretici oldu. 

PKK, Cizre’yi ayaklanmanın en önemli merkezlerinden birisi olarak görüyor. AKP’nin PKK’nın önünü açması, kendi ifadeleri ile “Açılım devam etsin diye 
görmemezlikten gelmesi” sayesinde PKK, Cizre’yi bir şehir savaşı için hazırladı. PKK’nın çok ağır bir darbe almış olduğu kendi televizyonlarına bağlanarak 
ağlamalarından anlaşılıyor. Çatışmalar sırasında polisin araç-gereç eksiklerini jandarma karşıladı. Bombalar ile desteklenmiş bazı barikatların havaya 
uçurulmasında tanklar uzaktan nokta atışı yaparak sonuç aldılar.  8 gün süren çatışmalarda sokağa çıkma yasağı bir zorunluluktu. Bundan sonra benzer bir olay gerçekleştiğinde Emniyet Genel Müdürlüğü halkla ilişkilere ve psikolojik harekata daha fazla önem vermesi gerektiğini anladı.

Bölgeye toplumsal psikoloji konusunda uzman psikiyatrist ve psikologlar yollanmalı. Bu uzmanlar hem polislere psikolojik destek vermeli hem de halka. 
Çatışmalar sürerken, halkla iletişim kurulmalı. Ekmek, ilaç, oyuncak dağıtılmalı. Olumlu bir iletişim dili oluşturulmalı. Halk devlet güçlerinin geri 
dönmesini istiyor ancak bireysel hatalar devleti zan altında bırakabiliyor. Polis sadece çatışma bölgesindeki halkla değil, Türk kamuoyu ile de çatışma 
sırasında stratejik iletişim kurmalı ve çatışmalar sırasında halka verilen destek doğru bir dille iletilmeli.

Çatışmaların ekseni şehirlere kayınca şehit polis sayısında dramatik bir artış oldu. 1984-2015 arasında bütün güvenlik görevlileri içinde polisin şehit oranı % 
5 civarındaydı. Temmuz 2015’den bu yana ise % 40’ı aştı ve yükseliyor. Bu arada asker-polis kayıplarında El yapımı patlayıcı ile kayıp oranında büyük artış var. 
Son üç senede PKK asker ve polisin geçiş güzergahları ile ilgili olağanüstü bilgi topladı. Mümkün olan güzergahların altına uyuyan bombalar yerleştirildi. 
Bu konuda belediyeler ile işbirliği yapıldı. PKK bombayı yerleştirdi, belediye asfaltladı. Cem Küçük, şöyle söylüyor: “O zaman iyi niyetten dostluk, barış, 
kardeşlik oluyor diye bunlar bir miktar görülmedi yoksa yani bunlar devletin bilgisi dahilinde idi.” Şimdi AKP’nin “iyi niyetinin” bedelini asker ve polislerimiz parçalanarak ödüyorlar. Bu arada şunu söyleyeyim. 100’lerce uyuyan bomba bulundu ve patlatıldı. Tabii bütün EYP’ler uyuyan bomba değil. Birçoğu da 
saldırıdan kısa bir süre önce yerleştiriliyor.

PKK’nın yeni  bir saldırı şekli de intihar bombacıları. Kandil son durumdan memnun olmadığını teröristlere iletiyor.

Terör örgütü bugünlerde “tahkim edilmiş ve 3. tarafın gözetiminde ateşkes” talep ediyor. Erdoğan’dan da “neden olmasın” şeklinde açıklamalar gelmeye başladı. Şimdi PKK ile “ateşkes yapmak” Türkiye’nin yenildiğinin ilan edilmesidir. Üstelik daha 3 gün önce PKK’lılar Türkiye’yi terk edene ve silahlarını gömene 
kadar bu mücadele sürecek diyen Erdoğan, Van’da şehitlerin cenazesinde ağlayarak yemin eden Davutoğlu, şimdi PKK’nın önerdiği bir ateşkesi nasıl kabul eder; şehitlere, gazilere ve Türk Milleti’ne nasıl izah ederler? Ancak AKP’den her şey beklenebilir. 

Türkiye’nin PKK tehdidini tasfiye etmediği sürece barışa ve sürdürülebilir bir kalkınma sürecine girmesi mümkün değildir. PKK tutarlı, kararlı, deneyimli bir 
kadronun geliştirdiği bir anti terörizm stratejisi ile aşılabilecek bir tehdittir. Türkiye bunu yapabilecek güce sahiptir. 

MHP, Türkiye’nin gücünü kullanabilecek bilgi ve kararlılığa sahiptir. MHP, bu seçimlerde Türk Milleti’ne PKK’yı aşmak, ezmek, yenmek için yapılması gerekenleri anlatacaktır.


Uzman Hakkında
Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com
Uzmanın Diğer Yazıları

  Göçler ve Güvenlik 
  Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit 
  Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor 
  400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı? 
  1 Kasım Seçimleri Yaklaşırken Neden MHP? 
  Seçime Giderken PKK Ayaklanması 
  Savaş Başlıyor ve Seçimler 
  Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması  
  MHP’nin Yükselen Oyları- Erdoğan ve Öcalan 
  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu Şekillendirme 
  Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 

...




Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar


Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar,



Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    

17 Şubat 2015 Salı



Ortadoğu’da 1918’den aşağı yukarı 100 sene sonra tekrar sınırların değiştirilme ye başladığı bir dönemden geçiyoruz. Ortadoğu’nun her yerinde casuslar ve özel harekatçılar bundan 100 sene önce olduğu gibi cirit atıyorlar. Bundan 100 sene önce de kimlerin cirit attığını ve neler yaptığını ancak seneler sonra öğrendiğimiz gibi muhtemelen bugünlerde Ortadoğu’da ve ülkemizde cirit atan ajanlarında kimler olduğunu önümüzdeki yıllarda öğreneceğiz. 1914-1918 
arasında ülkemize en fazla zarar veren ajanın adı Lawrence’dır. Arabistanlı Lawrence diye de anılan Lawrence aslında bir arkeologdur. Yine arkeolog ve ajan olan hocası Hogart aracılığı ile İngiliz istihbarat servisine Birinci Dünya Savaşı öncesinde girmiştir. İngiliz istihbarat servisi, arkeoloji çalışmaları 
görünümlü istihbarat operasyonlarından bilgi toplamakta faydalandığı için bu çalışmaları finanse etmiştir. 1910’da Berlin-Bağdat demir yolu hattı çevresinde 
arkeolojik çalışmalar yaparken, çalışmalar ile ilgili istihbarat toplamaya başlamış tır. Bu sırada demir yolu inşaatında çalışan Arap işçiler ile konuşarak 
Arapçasını geliştirmiştir. Bu çalışmalar sırasında kendisi gibi İngiliz istihbaratına çalışan ve Irak’ın Osmanlı devletinden koparılmasına katkısı olan Gertrude Bell ile tanışmıştır. Lawrence 1914 başında Sina yarımadasındaki su kaynaklarının yerlerini tespit ettikten sonra Haziran 1914’de İngiltere’ye dönmüştür.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Lawrence haritacı asteğmen olarak İngiliz Ordusuna katılmıştır. 1914 sonunda Kahire’deki istihbarat bürosuna 
atanmıştır. Lawrence, istihbarat çalışmalarına yakalanan Türk casus ve esirleri sorgulayarak başlamıştır. Bu sorgulamalar sırasında Suriye’ye kadar uzanan bir 
istihbarat ağı kurmayı başarmıştır. 1915’de Libya’ya giden Lawrence burada İngiliz Ordusuna karşı savaşan Sunisilerin Türk ve Alman subayların yönetimin de gerçekleştirdiği gerilla savaşını incelemiştir. 1915’de Karkemiş’te tanıştığı Ermeniler aracılığı ile Doğu cephesinde görevli Ermeni kökenli Osmanlı 
subaylarının isimlerini tespit etmiştir. Bu isimleri İngiliz istihbaratına bildirmiştir. İngiliz istihbaratı da bu isimleri Rus istihbaratına iletmiştir. 

Rus Ordusu da bu subayları satın almıştır. Ekim 1915’de Ruslar ihanet eden Ermeni Osmanlı subaylarının katkısı ile Erzurum’a saldırılarını başlatmış, Ocak 
1916’da saldırı güçlenmiş ve Şubat 1916’da şehir düşmüştür. Lawrence bu sonuçtan kendisi için büyük bir istihbarat başarısı çıkarmıştır. Londra’nın gözünde de Lawrence’ın önemi artmıştır.

Lawrence Mart 1916’da Türk Ordusu’nun Irak’ta Kut ül Amare’de İngiliz Ordusunu yenmesi üzerine Mezapotamya’ya yollanmıştır. Lawrence’ın buraya geldiğini tespit eden Türk istihbaratı Lawrence satın almayı denemiştir. Enver paşa’nın amcası Halil Paşa, Lawrence önemli miktarda para önermiştir. Lawrence teklifi reddetmiştir. Lawrence’ın bu geziden sonra Arap kabilelerini Türk Ordusuna karşı ayaklandırma fikrini daha güçlü bir şekilde savunmaya başladığı görülüyor. Ve Londra, Lawrence bu projesine gittikçe daha sıcak bakıyor.

Londra, 1916’da Arap Bürosu adlı bir büro kuruyor. Bu büro, Kahire’deki istihbarat servisinden bağımsız bir teşkilat olarak örgütleniyor. 
Arap Bürosu ’nun ilk faaliyeti Hicaz Ayaklanmasını örgütlemek oluyor. Ancak Türk Ordusu ayaklanmayı bastırıyor. Bunun üzerine Arap Bürosu Lawrence’ı Hicaz’a yollama kararı alıyor. Lawrence, Hicaz’da Faysal’ı keşfediyor. Lawrence-Faysal ikilisi 1917’de Türk Ordusunun iç hatlarına yaptıkları bugünkü adı ile komando saldırıları sayesinde ağır zararlar veriyorlar. Artık karşımızda casus Lawrence değil, onu tarihe geçiren özel harpçi Lawrence vardır. Türk Ordusunun 
Lawrence’ın hesabı ile Arap yarımadasını kontrol altına alması için 600 bin askere ihtiyacı vardır. Oysa, Anadolu’nun bu sayıda askeri çıkarması mümkün 
değildir.  Hikayenin gerisini biliyorsunuz.    

Bugünde modern Lawrence’ların Ortadoğu’nun Türkiye dahil her yerinde dolaştığı ve operasyonlarını gerçekleştirdiği görülüyor. Kendinize “Türkiye Ortadoğu’da mı diye sorarsanız?” Ortadoğu’nun Gaziantep’te bittiğini hatırlamamız yeter. Modern Lawrencelar sadece yabancılardan çıkmıyor. Türkler arasında da çok sayıda modern Lawrence var. Lawrence, Türk Ordusu’nun iç hatlarına saldırılar düzenliyordu. Bugün Lawrencelar Türk subayı üniforması ile komutanlarına tuzak kurdurup hapse attırıyor. Modern Lawrencelar, televizyon larda Türk Milletini “Müzakere ve barış adı altında” görünürde PKK karşısında ancak aslında Ortadoğu’da sınırları yeniden çizmek isteyen Batı karşısında mağlubiyete hazırlıyorlar. Ancak sadece bununla sınırlı değil Lawrence operasyonları. Değişik Batılı ülkelerden özel harpçiler, özel şirket mensubu istihbaratçı ve emekli özel harekatçılar, istihbarat örgütleri mensupları Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi için çalışıyorlar. Modern Lawrencelar çok daha güçlü ve hazırlıklı.

Öte yandan 1918’den buyana geçen 100 yıl içinde çizilen sınırlar oldukça sağlamlaştığı için şimdi sınırların çizilmesine Ortadoğu dinamikleri büyük 
direnç gösteriyor. Örnek Suriye. Aslında Suriye’de sınırların değişmeye başlaması, Irak’ta başlayan parçalanma sürecini, Türkiye, Ürdün, Lübnan, İran ve Suudi Arabistan’a yayacak. İran ve Hizbullah’ın Rusya’nın desteği ile direnmesi, ABD’nin karada savaşmayacak kadar yorgun olması Suriye’nin parçalanmasını şimdilik engelledi. Peki, Türkiye neden Suriye’de Esad’ın devrilmesi ve böylece parçalanmanın başlaması için çalışıyor? Durumu görmediği için mi yoksa çok tehlikeli bir oyunun peşinde olduğundan dolayı mı? 

Uzman Hakkında,

Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com
Uzmanın Diğer Yazıları

  Göçler ve Güvenlik 
  Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit 
  Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor 
  400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı? 
  Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı 
  1 Kasım Seçimleri Yaklaşırken Neden MHP? 
  Seçime Giderken PKK Ayaklanması 
  Savaş Başlıyor ve Seçimler 
  Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması  
  MHP’nin Yükselen Oyları- Erdoğan ve Öcalan 
  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu Şekillendirme 
  Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 

..

Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması



Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması
              


Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
20 Temmuz 2015 Pazartesi

Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  


Suruç’ta gerçekleşen saldırı, Türkiye’nin AKP Hükümeti tarafından nasıl bir bataklığın içine çekildiğini ortaya tekrar ve çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Daha önce Gaziantep, Reyhanlı ve Cilvegözü’nde Türkiye’yi vuran Suriye iç savaşı, Suruç  Saldırısı  ile Türkiye sınırından içeriye en büyük dalgayı atmıştır. AKP Hükümetleri, 2011’den bu yana Suriye’de Esad rejimini devirme adına, adım adım Türkiye’yi Suriye iç savaşında yer alan cihatçı selefi örgütlerin cephe gerisi haline getirmişlerdir. Suriye iç savaşında, cephede çarpışan cihatçı selefi gruplar, Türkiye’yi eleman devşirdikleri, dünya ile irtibat kurdukları, dünyadan topladıkları elemanların geçiş koridoru yaptıkları, yaralılarını tedavi ettikleri, finans kaynağı oluşturdukları, silah ve cephane temin ettikleri, cephe gerisi haline getirmişlerdir. Suriye’de 2011’den bu yana yaşanan süreç, Suriye’yi Afganistanlaştırmıştır. Suriye, Afganistanlaşırken Türkiye ise Pakistanlaşmıştır. Diğer bir ifade ile, Afganistan iç savaşı sırasında Afganistan ile Pakistan arasında kurulan ilişkiye benzer bir ilişki, Türkiye ile Suriye arasında kurulmuştur.   

Esad’ı devirmeyi bir tutku haline getiren AKP Hükümetleri, cihatçı selefilerin Türkiye’yi lojistik merkez haline getirme çalışmalarını engellemek yerine teşvik 
etmiştir. Türkiye-Suriye sınırı, AKP’nin uyguladığı politikalar ile Afganistan-Pakistan sınırının Pakistan tarafındaki devletsiz ve aşiretler tarafından kontrol edilen bölgesine benzetilmiştir. Diğer bir ifade ile, Türkiye-Suriye sınırının Türkiye tarafından Türk güvenlik güçleri AKP Hükümetleri tarafından çekilirken, sınırın Suriye tarafında ise terör örgütlerinin sınıra hakim olmasını sağlayacak politikalar izlenmiştir. Böylece, Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafında PKK, IŞİD ve El Nusra’nın hakimiyeti oluşmuştur.

AKP’nin cihatçı selefileri, El Nusra ve IŞİD’i dolaylı ve dolaysız desteklemesinin nedeni Esad’ı selefileri kullanarak devirmek ve daha sonra Müslüman Kardeşler benzeri örgütleri iktidara taşımaktır. Bu yaklaşımın ne kadar zayıf bir zemine oturduğu çok açıktır. Ancak AKP, yıllar içinde bir çok kez bu yaklaşımın başarılı olmayacağı gerçeği ortaya çıktığı halde Türk dış politikasını cihatçı seleficiliğin peşine takmıştır.

Suruç’taki saldırı eğer IŞİD tarafından yapıldıysa, bu saldırıyı IŞİD’in Türkiye içinde kurulmasına müsaade edilen uyuyan hücrelerinin diğer eylemleri 
izleyebilir. PKK ise IŞİD’e Türkiye içinde saldırılar ile cevap verebileceği gibi, Suriye’de de IŞİD’e karşı sert saldırılar gerçekleştirilebilir. Türkiye’de ve bölgede terör tırmanabilir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken nokta, IŞİD’in Türkiye içinde gerçekleştirdiği bu tür terör eylemlerinin PKK’ya karşı sempati uyandıracak şekilde psikolojik operasyonlar için kullanılmasına asla izin verilmemelidir. Yurttaşlarımızın IŞİD’in terör saldırılarında hayatlarını 
yitirmesinden, ülkemizin IŞİD terörüne sahne olmasından elbette üzüntü duymaktayız. Öte yandan PKK'nın bir terör örgütü olduğu gerçeğini ve terörist 
eylemlerine devam ettiğini unutmamalıyız. Bu satırların yazıldığı sırada, 20 Temmuz 2015’de Adıyaman’da bir jandarma timine saldıran PKK’lılar bir jandarma uzman çavuşu şehit etmişlerdir.  Terör örgütü PKK/PYD, Suriye’nin kuzeyinde etnik temizlik dahil her türlü insanlık dışı eyleme imza atmaktadır.    

Öte yandan cihatçı selefilik, yani sadece IŞİD değil, bütün cihatçı selefi örgütler; Türkiye, Türk Milleti ve İslam alemi için çok büyük bir tehdittir. 

  Uzun vadede cihatçı selefiliğin Türk Milleti ve İslam dünyası için bugün olduğundan daha büyük bir tehdit olma potansiyeli vardır. Ancak PKK, kısa ve 
orta vadede Türkiye ve Türk Milleti  için daha büyük bir tehdittir. IŞİD, Suruç’ta 30 kişiyi katletmiştir ancak PKK’nın örneğin bir mağazada 7’si kadın, 1'i çocuk 11 kişiyi nasıl yaktığı unutulmamalıdır. Daha binlerce kişinin PKK tarafından nasıl şehit edildiği akıllardan çıkarılmamalıdır. Suruç’ta bu terörist saldırınınyapılmasın dan bir gün önce Cemil Bayık’ın halkı ayaklanma için nasıl silahlanma ya ve dehlizler kazmaya çağırdığı akıllardan çıkarılmamalıdır.Özetle ahlaki duruş terörün her türlüsüne karşı durmaktan geçmektedir. IŞİD terörüne karşı çıkıp, PKK/PYD’lileri romantik savaşçılar olarak gösteren yaklaşım, emperyalizmin beşinci kol faaliyeti adına Türk Milleti'ne karşı psikolojik savaş yapmaktan başka bir şey değildir.  

Sonuç olarak, Türkiye artık AKP’nin Suriye politikasını taşıyamamaktadır. Suriye iç savaşı adım adım Türkiye’nin içine nüfuz etmektedir. 
Türkiye Pakistanlaştırılmaktadır. Pakistanlaşmanın ne anlama geldiğini anlamak için internette kısa bir gezinti yapmak yeterlidir. Pakistanlaşmak, parçalanmak, 
yabancılaşmak, başbakandan sokaktaki simitçiye kadar herkesin yaşamının tehlikede olması demektir. Bu noktada artık AKP’nin 2011’den bu yana  Suriye / Ortadoğu politikasında yaptığı büyük yanlışları konuşmanın ötesine geçerek, Türkiye’yi içine sürüklenmeye çalışıldığı bataklıktan kurtaracak adımları atmanın zamanı gelmiştir. Çünkü, Türkiye’de patlayacak bombalar, AKP’li, MHP’li ve CHP’li ayrımı yapmayacaktır. Değişik nedenler ile HDP’ye oy vermiş olanlar da Türkiye’nin içine çekilmeye çalışıldığı kan denizinde yüzeceklerdir. Özetle, Türkiye hızla kendisini Suriye iç savaşından uzaklaştıracak ve bütün yurttaşlarının yaşamlarını ve refahını koruyacak adımları atmak zorundadır.


Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Göçler ve Güvenlik 
  Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit 
  Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor 
  400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı? 
  Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı 
  1 Kasım Seçimleri Yaklaşırken Neden MHP? 
  Seçime Giderken PKK Ayaklanması 
  Savaş Başlıyor ve Seçimler 
  MHP’nin Yükselen Oyları- Erdoğan ve Öcalan 
  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna 
  Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu Şekillendirme 
  Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 



**

BAŞKANLIK SİSTEMİ, ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ALDATMACADIR





BAŞKANLIK SİSTEMİ, ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ALDATMACADIR



Tayyip Erdoğan'a verilen görev, 18. ve 19.yy.larda Ruslarla sürekli savaşmamıza sebep olan İngiltere'nin baskılarıyla çıkartılan savaşların bu yüzyıldaki tekrarını yaşatacak bir emperyalist planın şartıdır.

Başkanlık Sistemi bu aldatmaca IŞİD haritasıdır










Osmanlı'nın paylaşımıyla sonuçlanan bu işbirlikçi çıkışlar da Tayyip'in bu gün temsil ettiği kripto devşirmelerin işbirlikçi siyasetleriydi. Rusya'nın sıcak denizlere inmesini engellemek için geçmişte olduğu gibi bu gün de insanımız kurban sunağına yatırılmıştır.

Osmanlı bu işten özellikle II.Abdülhamit döneminde çekilip, Almanya ile dostluk kurması sonucu, Osmanlının tarikat olarak bile onaylamadığı, bu yüzden İslam da sayılmayan İngiliz dini Vehhabilik başta Çerkezler, Abhazlar, Çeçenler arasında yayılmış, bu dini ilkelere göre bu kavimler Ruslarla savaştırılmıştır. Asla Osmanlı'ya faydası olmayan bu Vehhabiler, Ruslardan sopa yediklerinde İngiltere'ye değil Osmanlı'nın üstüne yük olarak yıkılmıştır.

Başkanlık-diktatörlük sistemi konusunda en son tecrübeyi Almanya ve Japonya bu güçlerin destekleriyle çıkarttıkları iki dünya savaşında yaşamışlardır. Her ikisi de bu maceralarını kafalarına yedikleri Amerikan sopasıyla sonlandırmışlardır. Japonlara fazladan iki atom bombası felaketi uygun görülmüştür.

Cumhurbaşkanının da ders alması gerekir. Adamlar, askerliği, savaşı bilmeyenlerden seçtikleri işbirlikçi memurlarına bu insan kıyımından başka şey olmayan siyasetleri kabul ettirmekte zorlanmamaktadırlar.

Önce cumhurbaşkanı kendisi gidip adam gibi askerlik yapsın, çocuklarına yaptırsın ondan sonra savaş kararı alsın da görelim. Başkanlık davası, federasyona bölünerek büyüme siyasetinin şartıdır. Bu çağda kimse Türkiye'den bir Hitler Almanya'sı veya Japonya çıkartmaz. Bu macera büyük yıkımlar getirir.

Hilafetin asla onaylamadığı, tarikat dahi saymadığı İngiliz ve Vatikan onaylı Vehhabilik dini temelli şeytan ibadeti Mecusilik, Sabilik, Yezidilik ve Ortodoks Yahudi, Hristiyan dinleri temelli Masonik bir uydurma şeriatı hedefleyen sözde Müslüman AKP iktidarı ve diğer ülkelerdeki yandaşları, 19.yy. ve 20.yy. da adlarını yazdığım Kafkas halklarının başlarına örülen çorabı bu yüzyılda tekrar başımıza örmüşlerdir.

Başkanlık Sistemi ilk önce bu harita üzerine
kurgulanmıştı. Şimdi yukarıdaki IŞİD
haritası geldi.












Bunun ikna yöntemi de "bölünerek federasyonlarla büyüme ve özgürlük" aldatmacasıdır. Bunların özgürlük dedikleri şey Şatanizm kökenli dinlerini yaşamak ve bu dinlere göre bir şeri rejim özlemidir.
Bu ne demokrasi ne hukuk ile alakalı değildir.

Anayasa değişikliği dayatmaları da bu saçma federasyon sitemine kapı açma amaçlı bir çabadır. Beğenmediğimiz, Atatürk rejiminin onun ardından içine edilmiş haline rağmen bize kazandırdığı demokratik hakları da elimizden alacak bir girişimdir.

Tamamen gerici farklı dinlerden dönme kriptoların İslam adıyla toplumları köleleştirmeleri ve saltanatlarını bunun üzerine kurma gayretleridir.
''Ülkemizin anayasasının birey özgürlükleri, ücretsiz ve çağdaş eğitim, sağlık, sosyal güvenlik haklarına dayalı demokratik, hukuksal değişimi ihtiyacı vardır.''  
Ama mevcut siyasi iktidarın böyle bir hedefi, özlemi ve sıkıntısı yoktur.
Herkes aklını başına alsın.
Takdir sizlerindir.
Herkes aklını başına alsın.



Göçler ve Güvenlik



Göçler ve Güvenlik 



Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
19 Ocak 2016 Salı

Tarih boyunca insan kitleleri, büyük yığınlar halinde tarihsel kesitte hızlı sayılacak şekilde yer değiştirmişlerdir. Bu büyük nüfus hareketine göç 
denilmektedir. Göçler, harekete başladıkları coğrafyayı olduğu gibi hareket edilerek ulaşılan coğrafyayı politik, ekonomik, kültürel, sosyal açılardan 
olduğu gibi güvenlik açısından da çok boyutlu etkiler, bazen de tamamen değiştirirler. Kavimler Göçü 300-850 yılları arasında gerçekleşerek Avrupa 
kıtasının kaderini tamamen  değiştirmiştir. Keza, Oğuz Türklerinin 1071 sonrasında kitleler halinde bugünkü Türkmenistan ve Doğu İran’dan Anadolu’ya 
kitleler halinde göçü Anadolu coğrafyasının kaderini tamamen değiştirmiştir. 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başında gerçekleşen Rumeli’den Türk göçleri ile de 
Balkan jeopolitiği yeniden yapılanmıştır.

Ortadoğu’da Irak-Suriye ekseninde yaşanan iç savaş, önce Irak sonra Suriye jeopolitiklerini yeniden yapılandırmaktadır. Irak’ta Amerikan işgalinden sonra 
başlayan direniş ve iç savaş boyunca milyonlarca insan, evini ve şehrini terk ederek göç etmişlerdir. Ayrıca, milyonlarca Iraklı da komşu ülke olan ve o 
tarihlerde barışın hüküm sürdüğü Suriye’ye göç etmişlerdir. 

Bu göçler neticesinde Sünni Araplar Orta Irak’ta, Şii Araplar zaten ağırlığı oluşturdukları Güney Irak’ta toplanırken, aynı kentlerde yaşayan Sünni ve Şiiler karışık mahallelerden ayrı ayrı yaşadıkları mahallelere taşınmışlardır. KDP ve 
KYB tarafından Türkmen Kerkük’e yöneltilen  bilinçli büyük bir göç dalgası da Kerkük’ün demografik yapısını tamamen değiştirmiştir.

Suriye iç savaşının başlaması ile birlikte Ortadoğu’da yeni bir göç dalgası başlamıştır. AKP Hükümetinin yanlış Suriye politikasının da sonucunda güney 
komşumuzda yaşanan iç savaş ülkeyi geri dönülmez bir parçalanma noktasına getirmiştir.  Suriye’den 5 milyon insan Suriye dışına göç ederken, 10 milyonun 
üstünde insan da Suriye içinde yer değiştirmek zorunda kalmıştır.  Suriye’den kaçmak zorunda kalan 5 milyon insanın, 2 milyon 503  bin 426’sı Türkiye’ye 
gelmiştir.  Üstelik bunlar kayıtlı olanlardır. Kayıtsız olanlar ile bu rakam daha da yüksektir.  2 milyon 503 bin 426 insan Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan 
gibi nüfus devi ülkeler için bile çok büyük bir nüfustur.

Türkiye gibi orta boy nüfusa ve orta boy bir ekonomiye sahip olan bir ülke için ise 2.5 milyon göçmen kabul edilebilir değildir. 1923-1997 arasında toplam 1 
milyon 600 bin göçmenin geldiği düşünülürse son beş senede gelen 2.5 milyon un ne anlama geldiği daha iyi anlaşılacaktır. Esasen Ahmet Davutoğlu, Suriye’den göçün başladığı günlerde Türkiye için kırmızı çizginin 100 bin Suriyeli misafir olduğunu ilan ederek, Türkiye’nin taşıyabileceği yükü açıklamıştır. 100 bin bile çok büyük bir yük iken ülkemiz bugün bu yükün 25 kat fazlasını AKP’nin akıldışı Suriye politikasının sonucunda omuzlamak zorunda kalmıştır. Davutoğlu, 100 bin mülteci kırmızı çizgimizdir derken çok samimidir. Çünkü Davutoğlu, kısa zaman içinde Şam’da Esad rejiminin yıkılacağını ve kendisinin de Erdoğan ve Müslüman Kardeşler ile birlikte  Şam’da Emevi  Camii’nde Cuma namazı kılacağını hesaplamıştır. Ancak yanılmışlardır. Bu yanılgının bedelini Türkiye ödemektedir.

Suriye’den gelen nüfus, Türkiye üzerinde olağanüstü büyük ekonomik ve politik bir yük oluşturmaktadır. Şu ana kadar bu nüfus için harcanan paranın hesap 
edilebilir olanı 8 milyar Dolardır. Türkiye gibi bir ülke için bu çok büyük bir harcamadır. 8 milyar Dolar ile yapılabilecek hizmetlerin büyüklüğü ortadadır. 
Üstelik gerçek harcamalar sivil toplumdan gelen ve hesaplanamayanlar ile birlikte 8 milyar doların çok üstünde olduğu gibi, mali maliyetlerin dışında 
toplumumuzun üstüne büyük maliyetler binmiş durumdadır.

Türkiye’nin omuzlarına binen maliyet sadece ekonomik değildir. Bir anda gelen 2.5 milyon kişi aynı zamanda ülkemizin demografik dengeleri üzerinde tahripkar 
etkiler yaratmıştır. Akıl ile yönetilen hiçbir devlet yönetimi yurttaşlarını böyle göz  göre göre büyük bir tehlikenin içine atmaz. 2.5 milyonluk dev  göçmen dalgası, Suriye iç savaşını da ülkemize taşımıştır. Türkiye, Sadece Suruç, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da gerçekleşen kitlesel kıyımlarda Suriye iç savaşının etkilerini yaşamakla kalmamakta,  ülkemizin sokaklarında Suriye iç  savaşının uzantısı olan infazlar gerçekleştirilmektedir.

Ülke, şehir, aile, komşu ve iş kaybederek dilini bilmediğin bir ülkede hayata sıfır noktasının altında başlamasının ne kadar hüzünlü bir süreç olduğunu tahayyül etmek bile zordur. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin çok önemli bir bölümü yapılan bunca harcamaya ve fedakarlığa rağmen çocuklarının ve  kendilerinin yaşamları nı tehlikeye atarak Türkiye’den Avrupa ülkelerine kaçmaktadırlar. Bu  aynı zaman da kalanların büyük ölçüde mutsuz, yolunu bulamadıkları için kalan ve patlamaya hazır bir grup olduğunu göstermektedir.

AKP Hükümetinin yapması gereken, Suriye’de bir an önce barışın sağlanmasının  koşullarına katkıda bulunmak iken, Erdoğan, Aralık 2015’te Esad rejimi de içinde olduğu için Irak, İran, Rusya ve Suriye’nin kurduğu koordinasyon merkezine katılmayı reddetmiştir. Özetle, AKP Hükümetinin gerçekleştirmesi mümkün olmayan Esad’ı devirme politikası hala devam etmektedir.

Avrupa Birliği ile yapılan Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde AKP Hükümeti 3 milyar Avro karşılığında 530 bin mülteciyi daha ülkemize almayı kabul etmiştir. 
Neticede Türkiye, dünyada en fazla mülteci bulunduran ülke konumuna gelmiştir. Türkiye, dünyada en fazla mülteci bulunduran ülke konumuna bir kaç sene içinde AKP’nin akıl dışı politikalarından dolayı gelmiştir. AB de Türkiye’yi bir tampon ülke, bir mülteci deposu olarak kullanmak istemektedir.

Son günlerde iktidar yeni bir akıl dışı politika izlemeye karar almıştır. Suriyelilere Türkiye’de çalışma izni verilmiştir. Türkiye gibi TUİK verilerine göre % 10.4 işsizliğin olduğu bir ülkede Suriyelilere çalışma izni vermek, kendi işsizlerinizi ebediyen işsizliğe mahkum etmektir.Türkiye’de genç işsizliği % 19.3 seviyesine çıkmıştır. Yani her beş genç insandan birisi işsizdir. OECD ülkeleri arasında Türkiye işsizlikte 7. Sıradadır. Bu adım işsiz yurttaşlarımızın bundan sonra iş bulma imkanlarına ağır bir darbe indirecektir. Ortaya iş piyasasında sert gerilimler ve çatışmalar çıkacaktır.

Ancak asıl mesele bu adımın Suriyelilere yurttaşlık verilmesinin ilk aşaması olmasıdır. AKP, yeni bir oy deposu olarak gördüğü Suriyelileri Türkiye için 
ortaya çıkaracağı güvenlik sorunları başta olmak üzere bütün sorunlarına rağmen yurttaşlığa almanın alt yapısını hazırlamaktadır. Böyle bir adım Türkiye’yi bir etnik cehenneme doğru sürükleyecektir.  Özetle, akıl dışı başlayan Suriye politikası akıl dışı bir çizgide istikrar içinde ilerlemektedir. 

Başbakan Davutoğlu, Hükümetinin aldığı güvenoyu için yaptığı teşekkür konuşmasında Türkiye’yi dünyanın mülteci merkezi yapmaya kararlı bir yaklaşıma sahip olduğunu göstermiştir. 



Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com
Uzmanın Diğer Yazıları

  Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit 
  Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor 
  400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı? 
  Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı 
  1 Kasım Seçimleri Yaklaşırken Neden MHP? 
  Seçime Giderken PKK Ayaklanması 
  Savaş Başlıyor ve Seçimler 
  Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması  
  MHP’nin Yükselen Oyları- Erdoğan ve Öcalan 
  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna 
  Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu Şekillendirme 
  Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 

...

Türk Katliamının Son Durağı Hocalı - HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR



Türk Katliamının Son Durağı Hocalı - 
HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR.



HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR  '' Türk Katliamının Son Durağı Hocalı ''


Ümit Özdağ 
27 Şubat 2015 Cuma

Azerbaycan’ın vazgeçilmez parçası Dağlık Karabağ’ın Hocalı kentinde 600’ü aşan sayıda Türkün öldürüldüğü Hocalı soykırımının üzerinden 22 yıl geçti. Bu 
soykırımı yapanlar halen Ermenistan devletini yöneten kadronun içinde yer alıyorlar. Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan, Dağlık Karabağ soykırımının 
sorumlularından birisidir. Ne yazık ki, toplum ve devlet olarak Hocalı soykırımını yeterince anlamış ve önemsemiş değiliz. Oysa Hocalı soykırımı Türk Milletine yönelik gerçekleştirilen tarihin en büyük ve en uzun soykırımında bir aşama. Bu aşamaya nasıl gelindiğini anlamalı, hatırlamalı ve aklımızdan çıkarmamalıyız.

16. Yüzyıl Türk Yüzyılıdır. Dünyanın en büyük dört devleti, Osmanlı Türk, İran Türk, Orta Asya Türk ve Hindistan Türk devletleridir. Bu dört devletin egemenlik 
sahası batıda Viyana önlerine, doğuda Çin içlerine, kuzeyde Sibirya derinliklerine ve güneyde Hindistan’ın derinliklerine uzanmaktadır. 
85 milyon  kilometrekareden oluşan Afrika-Asya-Avrupa’nın 55 milyon kilometre karesi Türk etki alanı içinde değerlendirilmekteydi.

Türk devletlerinin gücünün zirvesinde iken gerçekleşen iki önemli olay, daha sonra ki yüzyıllarda Türk devletlerinin Hıristiyan Batı tarafından kuşatılması 
sonucunu vermiştir. Bu gelişmelerden birisi Batılı denizci ulusların Amerika kıtasını keşfetmeleri ve Afrika’nın güneyinden Hindistan’a giden yolu 
bulmalarıdır. Diğeri ise Kazan hanlığını yenen Rus devletinin Sibirya içlerine yönelerek, Türk devletlerini kuzeyden geniş bir kuşatmaya almalarıdır. Bu 
kuşatmanın devam ettiği 17. Yüzyılın çok önemli bir bölümünde başta Osmanlı Türk devleti olmak üzere Türk devletleri dünyanın en güçlü devletleri olmaya devam eder. Batı Osmanlığı ile eşitlik ilk kez sembolik anlamda 17. Yüzyılın son senesi olan 1699’da imzalanan Karlofça Anlaşması ile sağlamıştır.  

18. Yüzyıl sadece Osmanlı Türklüğü için değil diğer Türk devletleri içinde artık gerilme yüzyılıdır. 1774  Küçük Kaynarca Anlaşması, sadece Osmanlı Türklüğü için değil, Doğu Türklüğü içinde bir dönüm, felaketlerin başlangıcı sayılır. Çünkü Küçük Kaynarca sonrasında 16. Yüzyılda düşen Kazan ve Astragan’dan sonra büyük Türk yurtları düşmeye başlamıştır. 1774 sonrasında birleşik Avrupa ve Rusya’nın Osmanlı, Kafkas, İran ve Türkistan Türklüğü’ne yönelik amansız saldırıları başlamıştır. İngiliz gücü Hindistan Türk devletini yıkmanın ilk çalışmalarına 18. Yüzyılda başlamıştır.

Avrupalı ulusların ve Rusların 18. Yüzyılda başlayan saldırısı 19. Yüzyılın başından itibaren 100 sene sürecek olan TÜRK SOYKIRIMI politikasına dönüşmüştür. Bu soykırım tarihin gördüğü en uzun ve büyük soykırımdır. İlk belirtileri Kazan’da ve Astragan’da ortaya çıkan Türk Soykırımı politikaları 19. Yüzyılda sistemli ve sürekli hale gelmiştir.

 100 Yıl süren soykırımın ilk günü 26 Mart 1821’dir. 26 Mart 1821’de başlayan ve 22 Nisan 1821’e kadar devam eden Yunan isyanının ilk aşamasında 15.000 Türk katledilmiştir. 1821’de Mora’da başlayan katliam, 1915-1921’de arasında Doğu Anadolu ve Kafkaslarda Türklere karşı gerçekleştirilen Ermeni soykırımı ile sona ermiştir. Bu yüz sene içinde 5 milyon Türk Balkanlarda, Anadolu’da ve Kafkasya’da yok edilirken, 4.5 milyon Müslüman Türk’te Anadolu’ya sığınmak 
zorunda kalmışlardır. Bu rakamlara Türkistan Türklüğüne yönelik Rus ve Çin soykırımı dahil değildir.

Tarihin bu en uzun ve en büyük soykırımı nerede ise unutulmuştur. Hemen hemen her Türk ailesinde bu soykırımın izleri yaşanırken, bu soykırım milli ve 
toplumsal hafızamızdan adeta silinmiştir. Soykırımın üstü örtülmüş, değil toplumsal aile hafızalarında yaşatılmasına bile izin verilmemiştir. Türk aydınları dahi, soykırım ne kadar büyük olduğunu, Amerikalı tarihçi Justin McCarthy, “ Ölüm ve Sürgün - Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı (1821-1922), Türk Tarih Kurumu yayınevi ”,  adlı kitabını yazınca öğrenmişlerdir.

Dağlık Karabağ’daki Hocalı 100 sene devam ettikten sonra duran Türk soykırımının 70 sene aradan sonra ilk kez fırsat bulduklarında Ermeniler tarafından tekrar başlatıldığı yerdir. Hocalı soykırımı, Balkanlardan Doğu Türkistan’a, Tuva’dan Afganistan’a uzanan coğrafyada yaşayan Türk Milletinin kendisine yönelik tarihsel soykırımı anması, ortak bir yasın merkezi olur ise gerçek tarihsel önemine kavuşacaktır. Hocalı’yı anarken, Kazan’ı, Astragan’ı, Kırım’ı Mora’yı, Erzurum’u, Dağıstan’ı bu coğrafyalarda TÜRK SOYKIRIMINDA şehit düşen, bebek, çocuk, kadın erkek, şehitlerimizi anmalıyız.

Bu kolay değildir. Uzun, ısrarlı ve sistemli bir çalışmayı gerektirir. Okul kitaplarına, romanlara, filmlere, dizi filmlere gerek vardır. Tarih kitaplarından hareket ederek, popüler kültüre girmesi gerekir. Kazan’ın, Astragan’ın, Kırım’ın Mora’nın, Erzurum’un, Dağıstan’ın ve Hocalı’nın milli-toplumsal hafızamızın bir parçası olması Türk Milletinin manevi savunma cephesinin kurulması anlamına gelecektir. Unutmayalım kendisine yapılan haksızlıkları unutan milletler başka haksızlıkların yapılmasının önünü açarlar. 

Bu vesile ile size yukarıdaki kitap ile birlikte, Bilal Şimşir’in “ Balkan Savaşlarında Rumeli Türkleri, Kırımlar - Kıyımlar - Göçler, (1821-1913), Terazi Yayıncılık”  Adlı eserini hassasiyetle öneriyorum.

Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Göçler ve Güvenlik 
  Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit 
  Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor 
  400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı? 
  Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı 
  1 Kasım Seçimleri Yaklaşırken Neden MHP? 
  Seçime Giderken PKK Ayaklanması 
  Savaş Başlıyor ve Seçimler 
  Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması  
  MHP’nin Yükselen Oyları- Erdoğan ve Öcalan 
  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna 
  Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu        Şekillendirme Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 


..