Göçler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Göçler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mart 2021 Çarşamba

ABD’NİN YENİ AKDENİZ POLİTİKASI ve TÜRKİYE’NİN SEÇENEKLERİ. BÖLÜM 2

ABD’NİN YENİ AKDENİZ POLİTİKASI ve TÜRKİYE’NİN SEÇENEKLERİ. BÖLÜM 2 

 

Doğu Akdeniz Sorunu, ABD, Doğu Akdeniz Politikası, Prof. Dr. Uğur ÖZGÖKER, Türkiyenin Seçenekleri, Covid 19 salgını,Sanayi Devrimi,Orta-Doğu, savaşlar, çatışmalar, darbeler, terör ve tedhiş hareketleri, katliamlar, etnik-dini ve mezhep çatışmaları, göçler,

Rusya Federasyonunun en büyük deniz üssü Suriye’deki Tartus limanıdır. Rusya Suriye’deki bu deniz üssü sayesinde bütün Orta-Doğu ve Doğu Akdeniz’i kontrol etmekte, petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmaktadır. Unutulmamalıdır ki bugün dünyanın coğrafi olarak en büyük toprağına sahip, en büyük nükleer gücüne sahip, süper güç olan ülkesi Rusya Federasyonunun ekonomisinin % 90’ı petrol ve doğalgaz ihracatına dayanmaktadır. Bu iki enerji kaynağının fiyatlarının düşmesi zaman zaman olduğu gibi Rus ekonomisini yıkıma sokmaktadır. 
Bu yüzden Rusya Suriye’den çıkmaz ve Doğu Akdeniz’den vazgeçemez. Rusya Suriye’deki deniz üssü Tartus limanı dışında üç yıl önce iç savaşta emir eri 
Beşer Esad’ı desteklemek için Suriye’ de bir de hava üssü kurmuştur. Ayrıca kendi vatandaşlarına işkence ve katliam yapan ve dokuz milyon Suriyelinin Suriye’den kaçarak kötü şartlarda başka ülkelerde mülteci olarak yaşamalarına neden olduğu için BM Güvenlik Konseyi Suriye’ye askeri müdahale için karar alacakken, Rusya Güvenlik konseyinde “Veto” uygulayarak karar alınmasına engel olmuştur. Böylece Suriye’nin “Yasal” ama “Meşru” olmayan Esad Hükümeti bugüne kadar iktidarda kalabilmiştir. 

% 12’lik diktatör Esad yönetimini laik bir yönetim sergilediği için daha muhafazakâr Sünnilere karşı % 13 civarında nüfusa oluşturan çeşitli etnik ve mezhepsel gruplara mensup (Arap Ortodoks Hıristiyan, Katolik Hıristiyan Arap (Maronit), Ortodoks (kadim) ve Katolik Süryaniler, Ortodoks (Gregoryen) ve Katolik (Klikya Ermenileri) Ermeni cemaati) Hıristiyan Suriyelilerde  desteklemekte dirler. Dışarıdan ise Orta-Doğu’da Suriye’deki Şiiliğin bir kolu olan Arap Alevileri (Nusayri), Lübnan’daki Anayasal olarak Meclis Başkanlığı koltuğunu da elinde 
bulunduran Şiiler ve Emel Partisi ile Dürziler; Irak’ta da nüfusun % 65’ini oluşturan ve Şiilerin kutsal mekânı Kerbela’yı da elinde bulunduran Şiiler ile Bahreyn ve Yemen’ deki Şiiler ile Ortadoğu’ da bir Şİİ Hilali kurmak isteyen İran ve yukarıda açıklanan sebeplerle Rusya desteklemektedir. Rusya ve İran asker, silah, ekonomik yardım, askeri eğitim yardımı, istihbarat, lojistik ve siyasi destek sağlayarak Nusayri diktatör Esad rejimini iktidarda tutmakta ve İsrail ile ABD’yi Orta-Doğu ve Doğu Akdeniz’de rahatsız etmeye hatta tehdit etmeye devam etmektedir. Son yıllarda Çin de Suriye konusunda, İran–Rusya ittifakına katılmış, Gayrimeşru Esad rejimine siyasi ve ekonomik destek vermeye başlamıştır. Hatta BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada da Rusya ile birlikte olumsuz oy vererek veto etmiştir. 
Başka bir Orta-Doğu ve Doğu Akdeniz ülkesi olan Libya’da da yakın zamanlarda ABD çıkarlarını tehdit eden gelişmeler olmuştur. Libya’da ABD’nin eskiden desteklediği darbeci General Hafter; Rusya ile anlaşıp Rusya’dan paralı özel askeri şirket (Wagner) ve sekiz adet en son model savaş uçağı desteği alınca; ABD’ nin baştan açıktan desteklemediği fakat sonradan strateji değiştirip Türkiye ve İtalya ile birlikte desteklemeye başladığı, BM tarafından tanınan meşru “Ulusal Mutabakat Hükümeti” ve lideri Saraj Yönetimi Trablus’a sıkıştı. Libya’nın petrol yataklarının çoğu ile petrolün Avrupa’ya tankerlerle sevk edildiği limanın Rus özel askeri şirketinin eline geçmesi, ABD’ yi ziyadesiyle rahatsız etmiş ve güçlü bir 
tehdit algılayarak, Doğu Akdeniz’ de Rus nüfuzunu kıracak karşı stratejiler geliştirmesine yol açmıştır. 
İşte Doğu Akdeniz’deki bu gelişmeler ABD’nin, Rusya lehine ABD aleyhine bozulan “Güç Dengesi”ni kendi lehine çevirmek için yeni askeri stratejileri uygulamaya koymasını gerektirmiştir. ABD’nin Yeni Doğu Akdeniz Politikasının en etkili stratejisi, Doğu Akdeniz’ de sabit bir uçak gemisi konumunda olan Kıbrıs’ta Rus etkisini bertaraf etmektir. Kıbrıs’ın kurucu Cumhurbaşkanı Makaryos Rus sempatizanı, Bağlantısızlar blokunun lideri ve Rum Ortodoks Kilisesinin Başı yani Patrik’ ti. Ayrıca Kıbrıs İngiltere’ den 1960 yılında bağımsız olduktan sonra 
60 yıldır en güçlü parti, Komünist Parti AKEL olmuştur. Her zaman seçimlerden 1. Parti olarak çıkmıştır. Son olarak da Rus oligarkların GKRY’de 30 milyar dolar kara parası aklanmaktadır. 

ABD GKRY’ni Rusya ekseninden çıkartıp ABD rotasına sokmak için yeni strateji tespit edilmiştir. Bu kapsamda Temmuz 2020 başında uzun yıllardır silah ambargosu uyguladığı GKRY’ ne ambargoyu kaldırmış ve Rum Milli Muhafız ordusunu ABD Ordusunun askeri eğitim ve talim programına dâhil etmiştir. ABD’nin bu politikası Türk iç politikasında Türkiye’ye karşı düşmanca bir tutum olarak algılanmıştır. Hâlbuki ABD bize karşı değil Rusya’ya karşı bir hamle yapmıştır. ABD’nin buradaki amacı, Rus-Yunan-Sırp-Rum Ortodoks ittifakının bir 
parçası olan GKRY’ni Rusya’nın etkisinden uzaklaştırmak; bu kapsamda Doğu Akdeniz için çok stratejik ve ekonomik önemi olan Rumların ekonomik kontrolün deki Kıbrıs’ın en büyük liman şehri Limasol (Rus etkisini ironik olarak belirtmek için Limasolgrad olarak adlandırılmaktadır)’un kontrolünü Ruslardan almak ve nihayet Kıbrıs’ın doğusunda Yahudi asıllı Amerikan firması Nobel Energy tarafından çıkarılan Doğalgaz ve Kıbrıs’ın batısında keşfedilen ilerde çıkartılacak petrol rezervlerini kontrol ederek, Rusya’nın tek silahı olan petrol ve doğalgaz fiyatlarını ve üretim miktarlarını belirleyerek Rusya’nın yeniden süper güç olmasını engellemektir. 
Ancak ABD’nin bu stratejisi Rusya’dan çok Türkiye’ye zarar verecek gibidir. Zaten AB ile çok bozuk olan ilişkiler; Temmuz 2020, 2. Haftasında Ankara’yı ziyaret eden AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Komiseri Borell’in de dediği gibi, Türkiye AB’nin en önemli sorunu haline gelmiştir. 10 Temmuz’ da toplanan AB Dışişleri Bakanları Konseyinde de AB, Türkiye’nin Akdeniz’ deki faaliyetlerinden büyük endişe duyduğu ve Fransa’nın bastırması ve ısrarı ile Türkiye’ye karşı yaptırım seçenekleri nin değerlendirileceği kararına varılmıştır. Fransa’nın da Türkiye’yi Akdeniz’e kıyıdaş devlet olmaktan çıkartıp Fransa’nın başkenti Paris’in banliyösü Sevr beldesinde Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması sınırlarına sıkıştırmak politikası izlediği malumdur. Otuz yıldır PKK’ya en açık şekilde askeri ve siyasi desteği veren; GKRY’ni ve Yunanistan’ı sürekli Türkiye’ye karşı kışkırtan ve Türkiye’ye karşı rum-yunan ikilisine büyük askeri ve siyasi destek sağlayan; gayrimeşru Beşer Esad rejimini Türkiye’ye karşı destekleyip-cesaretlendiren; sözde Ermeni soykırımı söylemini uluslararası camiaya taşıyan; Fransa’da 
Ermeni terör örgütü ASALA tarafından diplomatlarımızın şehit edilmesini teşvik eden ve Ermeni teröristleri cesaretlendirip, onlara silah, istihbarat ve lojistik destek sağlayan; en son Temmuz 2020 ortasında Ermenistan’ın Azerbaycan’a askeri saldırı yapmasını Rusya ile birlikte teşvik edip; Azeri General, Albay, subay, asker ve çok sayıda sivilin şehit edilmesine neden olan Fransa; kurucu üyesi olduğu AB ve NATO’yu sürekli Türkiye’nin aleyhine karar almaya zorlamaktadır. NATO üyesi olan Türkiye, Fransa’nın NATO içindeki manevralarını başarıyla önlemekte ama AB üyesi olmadığı için Fransa-Yunanistan ve GKRY, AB içinde şer cephesi oluşturup Türkiye’ye karşı düşmanca duygularla işbirliği yapıp sürekli AB’ den milli menfaatlerimize aykırı kararlar çıkartmaktadırlar. 

Fransa-GKRY ve Yunanistan’ın hasmane tutumları ile AB’nin aleyhimize aldığı kararların yanısıra; ABD’nin Doğu Akdeniz’ deki bu yeni stratejisi aslında doğrudan Türkiye’ yi değil Rusya Federasyonunu hedeflese de eğer Türkiye karşı stratejiler geliştirmezse ABD’nin bu politikası sonucu Türkiye Akdeniz’den, Ege’den, doğalgaz ve petrol kaynaklarından tamamen dışlanır ve KKTC’nin egemenliği ve bağımsızlığı da tehlikeye düşer. Bu durum ilerde bütün Anadolu’nun güvenliğini tehdit eder, Türkiye bir “Beka” sorunuyla yüz yüze gelir, Sevr Anlaşmasını uygulatmak için ellerini ovuşturan dış güçler ve onların yurtiçindeki hain işbirlikçilerine gün doğar. 
Bu çok tehlikeli ve sürekli kötüye giden durumu önlemek için Türk Dış Politikasın da (TDP) keskin ve köklü bir paradigma değişikliğine ihtiyaç vardır. Hükümetimizin ülkemizin bekası, vatanımızın bölünmez bütünlüğü, egemenliğimiz ve ekonomik ve siyasi bağımsızlığımızın devamı için TDP’de bu radikal ve kökten değişiklikleri behemehâl yapması gerekmektedir. 

TDP de yapılması gerekli paradigma değişiklikleri: 

1) Son 7-8 yıldır diplomatik ilişkilerimizin bozuk olduğu İsrail ve Mısır’la eskiden olduğu gibi askeri ve ekonomik işbirliği anlaşmaları yapmak ve her düzeyde ilişkileri normalleştirmek. Bilindiği gibi Mısır 6 bin yıllık tarihi ile dünyanın en eski ve köklü medeniyetlerinden biridir. Süveyş kanalına sahip olması Akdeniz’in Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna geçiş kapısının anahtarını elde tutarak büyük bir geo-stratejik konuma sahip olması; en fazla nüfusa sahip Arap-Orta-Doğu ve Doğu-Akdeniz ülkesi olması; Orta-Doğu’nun asker bakımdan sayıca ve silah bakımından en donanımlı güçlü bir orduya sahip olması ve tarihte Mısır’ı Fatımiler, Kölemenler, Memlüklüler ve Osmanlılar gibi Türk Devletlerinin idare etmesi ile Türkiye ile tarihi ve kültürel yakınlığa sahip olması önemlidir. İsrail’e gelince, Yahudi milletinin oluşturduğu bağımsız bir devlet olarak 1948’de kurulduğunda tanıyan ilk ve tek Müslüman ülke Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. İsrail geçmiş yıllarda Türkiye ile çok sıcak diplomatik ve siyasi ilişkiler kurmuş ortak askeri uçak, tank üretmek, silah yedek parçalarının temini ve silah ve askeri teçhizatın tamiratı konusunda geçmişte Türkiye ve İsrail yakın işbirliği yapmışlardır. Ayrıca İsrail başta terör örgütü PKK’nın lideri bebek katili Abdullah Öcalan’ın (Apo) Afrika’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinde çok yararlı istihbarat ve lojistik destek de sağlamıştır. Şunu da muhakkak aklımızda tutmalıyız ki Dünya finans-kapitalini Yahudiler elinde tutmakta ve bu suretle istedikleri ülke ve şirketleri destekleyip kalkındıracak; istemedikleri ülke, hükumet, STK ve şirketleri ise yok edip dünya üzerinden silebilecek ekonomik ve finansal güce sahiptirler. Avrupa’nın başta İngiltere ve Fransa olmak üzere birçok ülkenin hükümetlerini, parlamentolarını, medya şirketlerini, banka-sigorta gibi finansal kurumlarını ve kamuoylarını doğrudan etkileme ve yönlendirme kapasite ve kabiliyetine sahiptirler. ABD’nin ise Derin Devleti’nin Yahudilerin kontrolünde olduğunu bilmeyen yok gibidir. Dünyanın en büyük petrol şirketlerinin, medya şirketlerinin, bankalarının sahibi Yahudilerdir. Çeşitli komplo teorisyenlerinin haklarında yüzlerce kitap yazarak dünyayı idare ettiklerini iddia ettikleri Rockefeller ve Rothschild aileleri de Yahudi kökenlidir. 

En son olarak Türkiye için hayati önemi olan Doğu Akdeniz’ de AB’nin 30 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacak kadar zengin doğalgaz yataklarını da işleten Yahudi Nobel Enerji firmasıdır. 

Türkiye Libya ile yaptığı gibi Mısır ve İsrail’le Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki alanları nın sınırlanması ve Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşmalarını imzalarsa; GKRY-Yunanistan ve Fransa’nın bizi Kıbrıs ve Akdeniz’den çıkartma; petrol ve doğalgaz  kaynaklarındaki haklarımızı almaktan engelleme politikaları boşa çıkacak ve bu yeni kendi enerji kaynaklarını kullanması ve satışından elde edeceği gelirlerle, Türk ekonomisi Balkanlar-Kafkasya/Orta Asya ve Orta-Doğu’nun en güçlü ve zengin ekonomisi hâline gelecektir. 

2) KKTC ile Türkiye Cumhuriyeti arasında Konfederasyon kurulması. Türkiye 1776’ da ABD’nin 13 eski İngiliz kolonisinin dışişleri ve güvenlik konularında işbirliği yapıp içişlerinde bağımsız oldukları konfederal bir yapı oluşturup, güçlerini birleştirerek, İngilizleri yenerek Amerikan kıtasından çıkarttıkları işbirliği modelinin benzerini TC ile KKTC arasında oluşturmalıyız. Konfederasyona giren devletler; devlet unsurunun en önemli özelliği olan “Egemenliklerini” kaybetmezler. Ekonomi-Maliye-Asayiş-Vatandaşlık-Mülkiyet-Ticaret-Medeni Haklar vb. bütün konularda bağımsızdırlar. Ancak ortak bir dış politika ve Ortak bir Savunma politikası uygulayarak dış tehditlere karşı güçlerini birleştirirler. TC ile KKTC arasındaki böyle bir işbirliği modeli ile tam bağımsız ve egemen bir devlet olmasına rağmen uluslararası arenada tanınmayan KKTC’nin Doğu-Akdeniz’deki kıta sahanlığı Türkiye’nin de kıta sahanlığı olacak; kara suları Türkiye’nin de kara suları olacak; Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) Türkiye’nin de MEB’i olacağı için Doğu-Akdeniz bir Türk gölü haline gelecektir. 

Ayrıca havadaki FIR hattı (Uçuş Bilgi hattı) da Türkiye’nin kontrolü altına geçeceği için KKTC ile Hatay, Mersin, Antalya, Muğla gibi illerimizin de hem güvenliği sağlanacak hem de ekonomimize büyük katkı sağlayacaktır. 

3) Eğer yukarıda bahsettiğimiz bu iki önemli eksen değişikliği gerçekleştirilirse, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hakları uluslararası alanda tescil edilecek ve tartışma konusu olmaktan çıkacak; Türkiye’ye Sevr Anlaşmasını dayatmak isteyen iç ve dış düşmanlarımızın bütün hain planları suya düşecek ve Türkiye Doğu Akdeniz’deki zengin hidro-karbon yataklarının en büyük ortaklarından biri olacaktır. 

Prof. Dr. Uğur ÖZGÖKER 

Arel Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Enstitüsü Öğretim Üyesi, Kıbrıs Amerikan Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyesi, Uluslararası Diplomatlar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi, 
Türk-Kuzey Kıbrıs Türk Ticaret Odası ve Kıbrıs Kültür ve Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı. 

1 Şubat 2016 Pazartesi

Göçler ve Güvenlik



Göçler ve Güvenlik 



Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
19 Ocak 2016 Salı

Tarih boyunca insan kitleleri, büyük yığınlar halinde tarihsel kesitte hızlı sayılacak şekilde yer değiştirmişlerdir. Bu büyük nüfus hareketine göç 
denilmektedir. Göçler, harekete başladıkları coğrafyayı olduğu gibi hareket edilerek ulaşılan coğrafyayı politik, ekonomik, kültürel, sosyal açılardan 
olduğu gibi güvenlik açısından da çok boyutlu etkiler, bazen de tamamen değiştirirler. Kavimler Göçü 300-850 yılları arasında gerçekleşerek Avrupa 
kıtasının kaderini tamamen  değiştirmiştir. Keza, Oğuz Türklerinin 1071 sonrasında kitleler halinde bugünkü Türkmenistan ve Doğu İran’dan Anadolu’ya 
kitleler halinde göçü Anadolu coğrafyasının kaderini tamamen değiştirmiştir. 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başında gerçekleşen Rumeli’den Türk göçleri ile de 
Balkan jeopolitiği yeniden yapılanmıştır.

Ortadoğu’da Irak-Suriye ekseninde yaşanan iç savaş, önce Irak sonra Suriye jeopolitiklerini yeniden yapılandırmaktadır. Irak’ta Amerikan işgalinden sonra 
başlayan direniş ve iç savaş boyunca milyonlarca insan, evini ve şehrini terk ederek göç etmişlerdir. Ayrıca, milyonlarca Iraklı da komşu ülke olan ve o 
tarihlerde barışın hüküm sürdüğü Suriye’ye göç etmişlerdir. 

Bu göçler neticesinde Sünni Araplar Orta Irak’ta, Şii Araplar zaten ağırlığı oluşturdukları Güney Irak’ta toplanırken, aynı kentlerde yaşayan Sünni ve Şiiler karışık mahallelerden ayrı ayrı yaşadıkları mahallelere taşınmışlardır. KDP ve 
KYB tarafından Türkmen Kerkük’e yöneltilen  bilinçli büyük bir göç dalgası da Kerkük’ün demografik yapısını tamamen değiştirmiştir.

Suriye iç savaşının başlaması ile birlikte Ortadoğu’da yeni bir göç dalgası başlamıştır. AKP Hükümetinin yanlış Suriye politikasının da sonucunda güney 
komşumuzda yaşanan iç savaş ülkeyi geri dönülmez bir parçalanma noktasına getirmiştir.  Suriye’den 5 milyon insan Suriye dışına göç ederken, 10 milyonun 
üstünde insan da Suriye içinde yer değiştirmek zorunda kalmıştır.  Suriye’den kaçmak zorunda kalan 5 milyon insanın, 2 milyon 503  bin 426’sı Türkiye’ye 
gelmiştir.  Üstelik bunlar kayıtlı olanlardır. Kayıtsız olanlar ile bu rakam daha da yüksektir.  2 milyon 503 bin 426 insan Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan 
gibi nüfus devi ülkeler için bile çok büyük bir nüfustur.

Türkiye gibi orta boy nüfusa ve orta boy bir ekonomiye sahip olan bir ülke için ise 2.5 milyon göçmen kabul edilebilir değildir. 1923-1997 arasında toplam 1 
milyon 600 bin göçmenin geldiği düşünülürse son beş senede gelen 2.5 milyon un ne anlama geldiği daha iyi anlaşılacaktır. Esasen Ahmet Davutoğlu, Suriye’den göçün başladığı günlerde Türkiye için kırmızı çizginin 100 bin Suriyeli misafir olduğunu ilan ederek, Türkiye’nin taşıyabileceği yükü açıklamıştır. 100 bin bile çok büyük bir yük iken ülkemiz bugün bu yükün 25 kat fazlasını AKP’nin akıldışı Suriye politikasının sonucunda omuzlamak zorunda kalmıştır. Davutoğlu, 100 bin mülteci kırmızı çizgimizdir derken çok samimidir. Çünkü Davutoğlu, kısa zaman içinde Şam’da Esad rejiminin yıkılacağını ve kendisinin de Erdoğan ve Müslüman Kardeşler ile birlikte  Şam’da Emevi  Camii’nde Cuma namazı kılacağını hesaplamıştır. Ancak yanılmışlardır. Bu yanılgının bedelini Türkiye ödemektedir.

Suriye’den gelen nüfus, Türkiye üzerinde olağanüstü büyük ekonomik ve politik bir yük oluşturmaktadır. Şu ana kadar bu nüfus için harcanan paranın hesap 
edilebilir olanı 8 milyar Dolardır. Türkiye gibi bir ülke için bu çok büyük bir harcamadır. 8 milyar Dolar ile yapılabilecek hizmetlerin büyüklüğü ortadadır. 
Üstelik gerçek harcamalar sivil toplumdan gelen ve hesaplanamayanlar ile birlikte 8 milyar doların çok üstünde olduğu gibi, mali maliyetlerin dışında 
toplumumuzun üstüne büyük maliyetler binmiş durumdadır.

Türkiye’nin omuzlarına binen maliyet sadece ekonomik değildir. Bir anda gelen 2.5 milyon kişi aynı zamanda ülkemizin demografik dengeleri üzerinde tahripkar 
etkiler yaratmıştır. Akıl ile yönetilen hiçbir devlet yönetimi yurttaşlarını böyle göz  göre göre büyük bir tehlikenin içine atmaz. 2.5 milyonluk dev  göçmen dalgası, Suriye iç savaşını da ülkemize taşımıştır. Türkiye, Sadece Suruç, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da gerçekleşen kitlesel kıyımlarda Suriye iç savaşının etkilerini yaşamakla kalmamakta,  ülkemizin sokaklarında Suriye iç  savaşının uzantısı olan infazlar gerçekleştirilmektedir.

Ülke, şehir, aile, komşu ve iş kaybederek dilini bilmediğin bir ülkede hayata sıfır noktasının altında başlamasının ne kadar hüzünlü bir süreç olduğunu tahayyül etmek bile zordur. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin çok önemli bir bölümü yapılan bunca harcamaya ve fedakarlığa rağmen çocuklarının ve  kendilerinin yaşamları nı tehlikeye atarak Türkiye’den Avrupa ülkelerine kaçmaktadırlar. Bu  aynı zaman da kalanların büyük ölçüde mutsuz, yolunu bulamadıkları için kalan ve patlamaya hazır bir grup olduğunu göstermektedir.

AKP Hükümetinin yapması gereken, Suriye’de bir an önce barışın sağlanmasının  koşullarına katkıda bulunmak iken, Erdoğan, Aralık 2015’te Esad rejimi de içinde olduğu için Irak, İran, Rusya ve Suriye’nin kurduğu koordinasyon merkezine katılmayı reddetmiştir. Özetle, AKP Hükümetinin gerçekleştirmesi mümkün olmayan Esad’ı devirme politikası hala devam etmektedir.

Avrupa Birliği ile yapılan Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde AKP Hükümeti 3 milyar Avro karşılığında 530 bin mülteciyi daha ülkemize almayı kabul etmiştir. 
Neticede Türkiye, dünyada en fazla mülteci bulunduran ülke konumuna gelmiştir. Türkiye, dünyada en fazla mülteci bulunduran ülke konumuna bir kaç sene içinde AKP’nin akıl dışı politikalarından dolayı gelmiştir. AB de Türkiye’yi bir tampon ülke, bir mülteci deposu olarak kullanmak istemektedir.

Son günlerde iktidar yeni bir akıl dışı politika izlemeye karar almıştır. Suriyelilere Türkiye’de çalışma izni verilmiştir. Türkiye gibi TUİK verilerine göre % 10.4 işsizliğin olduğu bir ülkede Suriyelilere çalışma izni vermek, kendi işsizlerinizi ebediyen işsizliğe mahkum etmektir.Türkiye’de genç işsizliği % 19.3 seviyesine çıkmıştır. Yani her beş genç insandan birisi işsizdir. OECD ülkeleri arasında Türkiye işsizlikte 7. Sıradadır. Bu adım işsiz yurttaşlarımızın bundan sonra iş bulma imkanlarına ağır bir darbe indirecektir. Ortaya iş piyasasında sert gerilimler ve çatışmalar çıkacaktır.

Ancak asıl mesele bu adımın Suriyelilere yurttaşlık verilmesinin ilk aşaması olmasıdır. AKP, yeni bir oy deposu olarak gördüğü Suriyelileri Türkiye için 
ortaya çıkaracağı güvenlik sorunları başta olmak üzere bütün sorunlarına rağmen yurttaşlığa almanın alt yapısını hazırlamaktadır. Böyle bir adım Türkiye’yi bir etnik cehenneme doğru sürükleyecektir.  Özetle, akıl dışı başlayan Suriye politikası akıl dışı bir çizgide istikrar içinde ilerlemektedir. 

Başbakan Davutoğlu, Hükümetinin aldığı güvenoyu için yaptığı teşekkür konuşmasında Türkiye’yi dünyanın mülteci merkezi yapmaya kararlı bir yaklaşıma sahip olduğunu göstermiştir. 



Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com
Uzmanın Diğer Yazıları

  Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit 
  Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor 
  400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı? 
  Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı 
  1 Kasım Seçimleri Yaklaşırken Neden MHP? 
  Seçime Giderken PKK Ayaklanması 
  Savaş Başlıyor ve Seçimler 
  Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması  
  MHP’nin Yükselen Oyları- Erdoğan ve Öcalan 
  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna 
  Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu Şekillendirme 
  Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 

...